Yavuz Hakan Tok's Blog, page 8
May 25, 2020
Maria Ağlıyor
Seninle Üç Dakika
1979 - 4. Bölüm
“Bir Garip Yolcu”
İzmir’de yaşayan İtalyan kökenli bir ailenin kızı olan Maria Rita Epik, o günlerde henüz 21 yaşındaydı. Müziğe küçük yaşlardan beri ilgi duymuş, ilk bestesini ilkokul yıllarında yapmıştı. Ege Üniversitesi İşletme Fakültesi son sınıf öğrencisi olan Epik, aynı üniversitenin Tıp Fakültesinde okuyan dört gençle birlikte yarışmaya katılmaya karar verdiğinde, kuşkusuz Türkiye’yi temsil etme hakkını kazanmayı hayal etmiş ama hayallerinin bir anda gerçeğe dönüşebileceğine ihtimal vermemişti.
Andreas Vildermann, Haluk Öztekin, Gökhan Akçay ve Erden Erdem’den kurulu 21.Peron topluluğunun elemanları İzmir Koleji’nde okurken Milliyet gazetesinin düzenlediği Liselerarası Müzik Yarışması’na katılmışlardı. Andreas ve Haluk 1973 yılında beste dalında birinci, icra dalında ikinci ve düzenleme dalında üçüncü olmuşlar, 1975 yılında ise bu defa Gökhan ve Erden’in de yer aldığı bir ekiple ikinci kez katıldıkları yarışmada beste dalında üçüncü, icra dalında sekizinci, düzenleme dalında ise üçüncü olmuşlardı.
Andreas ve Haluk’un okuldan mezun olmasından sonra Gökhan ve Erden’in 1976 yılında katıldığı aynı yarışmada ise bu kez yabancı icra dalında ikinci olmuşlar ve üniversite yıllarında dördü birlikte 21. Peron adıyla müzik yapmaya başlamışlardı.
Grup üyelerinden Alman asıllı Andreas Wildermann, 21. Peron adının nereden geldiğini şöyle açıklıyordu: “Eskiden Münih’ten İstanbul’a kalkan trenler, Münih Garı’nın 21. peronundan hareket ederlerdi. Ben de bu peronun bir garip yolcusuydum. Arkadaşlarla birleştiğimizde, topluluğumuza bu adı vermeyi önerdim, kabul ettiler... Benim için anılarla dolu 21. peron Türkiye’ye ulaşmamın bir başlangıcı olduğu için çok önemli idi çünkü.”
Okuldan arkadaş oldukları Maria Rita Epik ise yarışmaya katılma hikayelerini şu cümlelerle anlatacaktı: “Onların da besteleri vardı, benim de. Bir gün oturduk, onlar kendi şarkılarını çalıp söylediler, ben kendi şarkılarımı. Düşündük, taşındık ve en uygun şarkının benim bestem olan ‘Seviyorum’ olduğuna karar verdik.”
Finalde kendilerine göre çok daha profesyonel isimleri geride bırakarak halk oyuyla birinci seçilen ekip elemanları için o gece kuşkusuz hayatlarının dönüm noktasıydı. Yaşadıkları büyük sevincin, çok değil, birkaç gün sonra büyük bir hayal kırıklığına dönüşeceğini ise elbette tahmin bile etmiyorlardı.
O gece birinci olan ekip kadar eğlenen bir başkası varsa o da birinciliği bir puan farkla kaybeden Kuzenler topluluğuydu. Çünkü TRT yetkililerinin daha önce aldığı karar gereği yarışmada ikinci olan şarkı, bir yıl önce Nükhet Duru ve Modern Folk Üçlüsü’nün gittiği Seul Şarkı Yarışması’na gönderilecekti. Bu yarışma her ne kadar Eurovision kadar popüler olmasa da yine de ülkeyi temsil edecek olmak Kuzenler’i mutlu etmeye yetmişti. Finalden hemen sonra Gala Kulüp’teki programlarına yetişip sahne alan üçlü, daha sonra Ali Kocatepe’nin evinde sabahın ilk ışıklarına dek eğlenerek ikinciliğini kutladı.
Büyük finali takip eden hafta boyunca gazete ve dergi sayfaları geceye dair haberlerle doluydu. En çok da o gece yaşanan ses sistemi rezaleti konuşuluyordu. Özellikle ilk sırada sahneye çıkan Saadet Sun ve Çetin Alp, ekrandan seslerinin hiç duyulmadığını söyleyerek halk jürilerinden yeterli puan alamamalarını bu teknik aksaklığa bağlıyorlardı.
“Şarkıcıların söyleyeceği mikrofonlar yarışma öncesinde bizlere gösterilmişti,” diyordu Saadet Sun. “Çetin Alp de ben de o mikrofonla söyledik. Ancak duyduğumuza göre Cantekin, Bülent Özveren’in mikrofonunu kullanmış. Eğer doğru ise bir ayrıcalık yapılmış oluyor... Halk jürileri, benim ve vokalistlerimin sesini duymadılarsa doğal olarak 2 puan vermiş olabilirler. Ama sesimiz duyulsaydı, 4 puan almayacağımız kim söyleyebilirdi?”
Gecenin ses mağduru diğer ismi olan Çetin Alp de çok dertliydi: “Bugün sürekli olarak Adana, Gaziantep, Ankara ve Urfa’daki tanıyan, tanımayan pek çok kişiden telefon geldi. Hepsi de sesimin nerede olduğunu soruyorlardı. Ses duyulmadan iyi bir oylama nasıl yapılır?” Çetin Alp, söyledikleriyle Saadet Sun’un iddialarını da doğrular gibiydi: “Cantekin’in başka bir mikrofonla söylediği yolundaki söylenti benim de kulağıma çalındı. Gerçek böyleyse çok ayıp etmiş doğrusu...”
Final gecesi salonda bulunan gazetecilerin gözünden kaçmayan önemli bir ayrıntı da kafalarda soru işareti oluşturmuştu. Yarışmanın organizasyonunu yapan İstanbul Televizyonu’ndan bir çok görevli o gece salonda yerini alsa da, Ankara Televizyonu’ndan ve daha önemlisi TRT Genel Müdürlüğü’nden hiç kimsenin olmaması fark edilmeyecek gibi değildi. TRT Yönetim Kurulu’ndan sadece bir tek üye, Rıza Şit o gece salonda hazır bulunuyordu. Öyle ki birinci olan ekibin ödülünü İstanbul Valisi vermişti, salonda davetli olarak bulunan Nilüfer, önceden haber verilmeksizin ödül vermek üzere sahneye çağırılmıştı. TRT’nin üst düzey yetkilileri neden yarışmayı izlemeye gelmemişti?
Bu durum, takip eden günlerde başlayacak yeni tartışmalar sırasında da gündeme gelecek ve finalin aslında sadece âdet yerini bulsun diye yapıldığı yolunda ortaya sürülen tezlerin dayanak noktası olacaktı.
Finalden tam bir hafta sonra Maria Rita Epik ve 21. Peron üyeleri, menajerleri Baha Boduroğlu’nun düzenlediği basınla tanışma kokteylinde birlikte kadeh kaldırarak poz veriyorlardı objektiflere. 1 Mart günü ekip, tanıtım filminin çekimi için televizyon stüdyosundaydı.
Bu defa önceki yıllardan farklı bir yöntem izlenmiş ve tanıtım filmi “blue-box” tekniğiyle renkli olarak çekilmişti. Böylece hem daha kısa sürede hem de daha düşük maliyetli bir çekim yapılmıştı. Grup elemanları şarkılarını stüdyoda mavi bir fon perdesinin önünde seslendirirken görüntülenmişti. Daha sonra fona mavi perde görüntüsü yerine Fransız yönetmen Claude Leiouch’un hazırladığı “Türkiye” filminden görüntüler yerleştirilecek, böylece tanıtım filmi amacına uygun hale getirilecekti.
O günlerde şarkının İngilizce versiyonu da kaydedilmişti. Maria Rita Epik bu şarkıyı aslında 1977 yılında İngilizce sözlerle yazmış, ancak yarışmaya katılması söz konusu olunca sözleri Türkçeleştirmişti. Dolayısıyla İngilizce sözler zaten hazırdı. Yarı finalden hemen sonra anlaşma imzaladıkları Arı Yapım tarafından yayınlanacak 45’liğin B yüzünde şarkının “I Love You” adını taşıyan İngilizce versiyonu yer alacak ve bu plak, yurt dışı için hazırlanacak tanıtım dosyalarının içinde de yer alacaktı. Her şey, önceki yıllara nispeten çok daha kısa sürede ve sorunsuz hallolmaktaydı. Bu iyiye, kim bilir belki de kötüye işaretti.
2 Mart 1979 günü Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kars Sarıkamış Orduevi'nde yaptığı konuşmada Silahlı Kuvvetler’in vatanın bölünmesini isteyen iç ve dış düşmanları bulunduğunu söyleyerek, “Biz el ele, gönül gönüle olduğumuz sürece bu vatan bölünmez, isteyen tecrübe etsin. Ben dâhil, bizim cesetlerimizin üzerinden geçmeden bu vatanı kimse bölemez.” diyecekti.
Dünyada yaşanmakta olan petrol krizinden ziyadesiyle etkilenen Türkiye’de akaryakıt karneye bağlanırken, o günlerde neredeyse tüm temel tüketim maddelerini satın alabilmek için dükkanların önünde saatler, hatta günler boyu süren uzun kuyruklarda beklemeyi göze almak gerekiyordu. Tüp gaz, yağ, şeker kuyruklarını artık kanıksayan sokaktaki insan için en kuşkusuz ağır olanı da baş göstermeye başlayan ilaç sıkıntısıydı.
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu 3 Mart günü yayınladığı raporda, Türkiye'nin ne ekonomik ne de siyasi rejim bakımından Avrupa Ekonomik Topluluğu dışında düşünülemeyeceğini belirterek, topluluğa üye olmak için bir an önce harekete geçilmesini isteyecek, aynı gün Dışişleri Bakanı Gündüz Ökçün, AET ülkeleri Ankara büyükelçileriyle yaptığı toplantıda, Türkiye'nin bu ülkelere ihracatı üzerindeki tüm kısıtlama ve kotaların kaldırılmasını talep ederek, “Aksi halde, beş yıl sonra Türkiye'nin ticaret çok değişik bir biçim alacak, alışverişlerimizde ağırlık, AET dışındaki ülke ve bölgelere kayacaktır,” diyecekti. Kendimize bu kadar güveniyor, Avrupa ülkelerini neredeyse tehdit edebiliyorken, bir yandan da kendimizi beğendirmeye çalışmakta idik. Eurovision Şarkı Yarışması, kendimizi beğendirebilmenin en kolay yolu olabilirdi.
Türkiye Yarışmadan Çekiliyor
Takvimler 5 Mart Pazartesi gününü gösteriyordu. Herkesi şaşkına çeviren haber, 17:00 haber bülteninde ilk kez radyodan yayınlandı. Türkiye, Eurovision Şarkı Yarışması’ndan çekilmişti.
TRT Genel Müdürlüğünün imzasını taşıyan açıklamada “Türkiye’nin dış politikası gereği ve Arap dünyasındaki yeni gelişmelerin ışığında, Kudüs’ün statüsünün değiştirilmesine yönelik girişimler yüzünden” yarışmadan çekildiğimiz söyleniyor, gerekçe olarak da “Filistinlilerin devlet kurma hakkını Türkiye’nin tanıdığı, İsrail’in 1967’de işgal ettiği topraklardan çekilmediği, bu yarışmayla da Kudüs’ün statüsünün değiştirilmek istendiği” gösteriliyordu.
İsrail, 1978 yılında yapılan yarışmayı kazanınca 1979 yılında yarışmanın başkent Tel-Aviv’de yapılacağını ilan etmiş, ancak çok geçmeden bu kararını değiştirerek organizasyonun Kudüs’e alındığını duyurmuştu. Söylentilere göre İsrail, o gece milyonlarca televizyon izleyicisinin gözü önünde, canlı yayın esnasında Kudüs’ü başkent ilan edebilirdi. O gece yarışmada Türk ekibinin yer alması demek, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olmasını veya olacağını Türkiye’nin kabul etmesi anlamını taşıyacaktı ve Türkiye bu riski göze almak istememişti.
Gündeme bomba gibi düşen haber, radyonun 19:00 ana haber bülteninde tekrar edildi, televizyondan ise ilk kez 20:30 haber bülteninde duyuruldu. İlk şok atlatıldıktan sonra detaylar yavaş yavaş ortaya çıkacaktı.
Dışişleri Bakanlığı yarışmanın Türkiye finalinden neredeyse bir ay önce, resmi bir yazıyla TRT’yi uyarmıştı. Irak ve Libya’nın Türkiye’nin yarışmaya katılmaması yolundaki istekleri Dışişleri Bakanlığı’na yazıyla bildirilmiş, diğer Arap ülkeleri de Türkiye’deki büyükelçilikleri vasıtasıyla aynı doğrultudaki isteklerini ifade etmişlerdi. Arap ülkelerinin bu isteği, aslında üstü kapalı bir tehdit de içeriyordu. Arapları böyle bir nedenle küstürmek demek, tamamen petrolsüz kalmayı göze almak demekti. Petrol krizinin had safhada yaşandığı o günlerde, kimse bu sorumluluğu üzerine almaya cesaret edemeyecek ve aslında gizliden gizliye çoktan verilmiş karar, beklenmedik bir anda açıklanıverecekti. 1979 Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye yoktu. Üstelik ülkeyi temsil edecek şarkı seçildiği halde.
Yarışmadan çekilmemizde Arap ülkelerinin birinci derecede rol sahibi olduğu tartışma götürmezdi. Kulislerde söz konusu ülkeler içerisinde en çok söz sahibi olanın Libya olduğu konuşuluyordu. Başbakan Ecevit, bir süre önce Libya’ya resmi bir ziyarette bulunmuş, birtakım anlaşmalara imza atmış, o günlerde Libya lideri Kaddafi ile Ecevit’in çok iyi anlaştığı haberleri basına yansımıştı. Söylenenlere göre Türkiye’nin yarışmadan çekilmesi için Kaddafi, Ecevit’e özel mesaj göndermiş ve bu mesajın ardından Başbakan, son sözünü söylemişti.
Elbette tüm bunlar birer söylenti olarak kalacak ve resmi kaynaklar tarafından hiçbir zaman doğrulanmayacaktı. Ancak görünen köy de kılavuz istemiyordu. Böyle bir kararın alınacağı neredeyse kesin olduğu halde, TRT başladığı işi yarım bırakmamış, Türkiye finalini gerçekleştirmişti. Kim bilir, belki de final gecesi Ankara’dan sadece bir tek TRT görevlisinin gelmiş olması bu yüzdendi.
Gazeteci Erdoğan Sevgin, 12 Mart 1979 tarihli TV’de 7 Gün dergisinin baş yazısında bu iddiayı satırlarına şöyle taşıyacaktı: “...Ve TRT, finallerin yapıldığı gece bal gibi biliyordu bu yıl Türkiye’nin Eurovision Şarkı Yarışması’na katılmayacağını, şampiyonun İsrail’e gönderilmeyeceğini, son anda tepeden inme bir emrin geleceğini... Biliyordu ki, finallerin yapıldığı gece TRT’yi yönetenler klasik bir bürokrat esnekliği içinde, Atatürk Kültür Merkezi’nde ispat-ı vücut etmekten kaçınmışlardı...”
Yarışmadan çekilmemiz, ülke genelinde büyük yankı uyandırırken, gelen tepkiler karşısında TRT’yi savunmak, Televizyon Daire Başkanı Yılmaz Dağdeviren’e düşecekti. Dağdeviren, Avrupa Yayın Birliği’nin bu tip politik kararları saygıyla karşıladığını söylüyor ve yarışmadan çekilmemizin önümüzdeki yıl katılma şansımızı engellemeyeceğini savunuyordu. O yıllardaki yarışma şartnamesi gereği bir önceki yıl katılmış ülkeler, bir sonraki yıl katılma hakkına doğrudan sahip oluyorlardı. Kontenjanın tamamlanması için geriye kalan ülkeler arasından seçme yapılıyor ve bu seçim esnasında üye ülkelerin “iyi hali” göz önüne alınıyordu. Peki biz yarışmadan çekilerek Avrupa Yayın Birliği nezdinde sabıkalı ülke konumuna düşmüş olabilir miydik? 1980 yarışmasına katılma şansımızı da şimdiden kaybetmiş miydik? Dağdeviren’in açıklaması kimseyi tatmin etmezken, bu ve benzeri sorular zihinleri kurcalamaya devam edecekti.
Yarışmaya ilk kez katıldığımız 1975 yılında bizi temsil eden Semiha Yankı, kendisine fikri sorulduğunda, çekilme kararımızı haklı bulduğunu söyleyecekti: “21.Peron’un şarkısı başarılı bir yapıttı. Bu bakımdan İsrail’de iyi bir derece alacağına inanıyordum. Kararı saygıyla karşılıyorum. Önce ülkenin menfaatleri, sonra sanat gelmelidir... Ve buna da bizler değil, büyüklerimiz karar verir...”
1978 yılında ülkeyi temsil eden grupta yer alan Nilüfer de Semiha Yankı’yla aynı görüşteydi: “Dış politika, memleketin çıkarları her şeyin üzerindedir. Eğer büyüklerimiz böyle uygun görüyorlarsa, bildikleri önemli şeyler vardır. Öte yandan Maria Rita Epik’in bir Türk vatandaşı olarak, bu önemli karar karşısında önce hayal kırıklığına uğramasını makul karşılarım. Ama sonra, Türkiye’nin çıkarları söz konusu olduğunda, teselli bulabilir.”
Nilüfer’in cümle arasında Epik’in Türk vatandaşı olduğunun altını özellikle çizmesi boşuna değildi. Büyük final heyecanının yaşandığı günlerde, Maria Rita Epik’in ismi etrafında yersiz spekülasyonlar yapılmıştı. Hafta Sonu gazetesinde köşe yazarı Ferdi Yücedağ, Maria Rita Epik’in Yahudi olduğunu iddia etmiş ve bu durumun İsrail’de yapılacak yarışmada işimize yarayacağı ihtimalini kendi fikri gibi değil ama kulağına gelen bir dedikoduymuş gibi kaleme almıştı.
Türkiye’nin yarışmadan çekildiğinin belli olduğu hafta aynı gazetede yayımlanan bir haber ise düpedüz provokasyon yapar gibiydi. Habere göre finalden hemen sonra İzmir’de yaşayan modacı Zuhal Yorgancıoğlu’na giden Maria Rita Epik, ona İsrail’deki final için elbise diktirmek istemiş ancak aralarındaki sohbet esnasında “Ben Türklüğü hissedemiyorum,” gibi bir cümle kurunca, Yorgancıoğlu tarafından dükkanından kovulmuştu. Gazete, Epik’in yarışmaya gönderilmemeyi hak ettiğini iddia ediyordu.
Maria Ağlıyor
Herkes bir şeyler söyler, her kafadan bir ses çıkarken, Maria Rita Epik ve 21. Peron ne durumdaydı peki? Çok değil, dokuz gün önce yaşadıkları o büyük sevinç bir anda koca bir hayal kırıklığına dönüşmüştü. TRT’nin çekilme kararında onları teselli edecek birkaç cümle dikkatlerden kaçmayacaktı: “TRT jürisinin ve halkın takdirlerini kanıtlayan oylarıyla, ülkemizi bu yarışmada başarı ile temsil edeceği saptanan Maria Rita Epik ve arkadaşları, ülkemizi ve kurumumuzu yurt dışında bu yıl yapılacak başka bir yarışmada temsil edeceklerdir.”
Maria Rita Epik, çekilme kararını İzmir’de öğrenmişti. Kararın radyodan halka duyurulmasından birkaç saat önce Bülent Özveren İzmir’e telefon açmış ve durumu anlatmış, Maria duydukları karşısında kelimenin tam anlamıyla şoke olmuştu.
Tam da o saatlerde, onunla röportaj yapmak üzere evine gelmiş TV’de 7 Gün dergisi muhabirlerinin karşısında göz yaşlarını tutamayan Epik, konuşmakta güçlük çekmişti: “Bu yarışmanın Kudüs’te yapılacağı Dışişleri Bakanlığı’nca da biliniyordu... Neden bu kadar beklediler ?.. Neden finalleri yapıp, ardından müziği siyasetle karıştırıp, yarışmadan çekildiler,” diye sormakta haksız değildi. Ne var ki yapacak bir şey yoktu. Verilmiş karardan geri dönülmeyeceğini o da çok iyi biliyordu: “Ne yapalım... Ülkemin çıkarları bunu gerektiriyorsa, karara saygı duyarım... Ne kadar acı olsa da keder, zaman kuşunun kanatlarına binip gider !.. Bu sözü lisedeki öğretmenim söylemişti bana... Yavaş yavaş unuturum acısını...”
Ancak, Maria Rita Epik’in acısını unutması pek de kolay değildi. Hafta Sonu gazetesinde yapılan habere verdiği cevap ise çok sert olacaktı. Milliyet gazetesinden Burhan Felek’e gönderdiği ve gazetenin 26 Mart 1979 tarihli sayısında yayımlanan mektubunda şöyle yazıyordu Maria Rita Epik:
“Pazartesi duyurulan haber, öyle sanıyorum ki, olayın bestecisi olarak en çok beni sarstı. Ancak kendimi olgun bir insan gibi davranmaya zorlayarak Perşembe günü toparlanıp başka bestelerimi notaya çekmeye başladım. Bu sırada bir gazeteci arkadaşım, haftalık bir gazetede benimle ilgili çok yanlış ve üzücü bir yazının yayımlandığını telefonla haber verdi. İnanın bu olay beni, Eurovision’a katılamamaktan daha çok sarstı.
Olay şu: TRT elemelerinde diğer beş sanatçıyla beraber final kaldığımı öğrendikten bir süre sonra babam, eski komşumuz Zuhal Yorgancıoğlu’na telefon ederek arkadaşlarımla birlikte final gecesi ne giymemiz konusunda beni aydınlatmasını eski komşuluk ve İzmirlilik namına rica etti. Ablamla beraber gidip kendisini bulduk.
Aramızda geçen konuşma şöyle: “Buraya kadar olan başarını kutlarım ama şarkında neden bir Türk havası, Türk ritmi yok,” diye sordu. Ben de büyüdüğüm çevre, dinlediğim ve sevdiğim müzik nedeniyle eserlerimin büyük çoğunluğunda Türk hava ve ritmini veremediğimi söyledim. Zuhal Hanım, şarkımda Türk motifleri olmadığı için bize Türk motifli giysiler öneremeyeceğini, daha Avrupai şeyler düşünmemiz gerektiğini söyledi. Daha sonra kendi Avrupai kreasyonlarının fotoğraflarını göstererek, maddi sorunlarım nedeniyle eğer beğenirsem, bunlardan birini bana bir gecelik ödünç verebileceğimi söyledi. Biraz daha sohbet ettikten sonra kendisine teşekkür edip mağazadan ayrıldık. Bir hanımefendi olan Sayın Yorgancıoğlu beni asla kovmadı.
Ben kimim? Nereden geliyorum?
Babamın dedesi ve annemin dedesi gençken İtalya’dan ayrılıp İzmir’e yerleştiler. Babamın babası 1925-1926 yıllarında Türk vatandaşı oldu. Annemin babası hâlâ İtalyan’dır. Ablam, halamın kızı ve dayım bir Türk – İslam ile evlidirler. Bense gazetenin yazdığı gibi bir Musevi değil, Latin Katolik dininden bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım.
Şeyh-ül-muharrir olmanız sebebiyle sizi dinlerler. Sizden isteğim kasıtlı basında beni rahat bırakmalarını rica etmenizdir. Sınavlarım var. Ege Üniversitesi İşletme Fakültesi Turizm Bölümü son sınıf öğrencisiyim. Mezuniyet tezim var. Ders çalışamıyorum…
Bir ülke çıkarı için bazen beş gencin yalnızca gelecekleri değil, hayatları bile feda edilir. Fakat bir gazeteci satışını artırmak için zaten yıkılmış bir gence iftira etmemelidir. Benim olan, en çok sevdiklerimden olan bir bestemi ülkemin yüksek çıkarları için feda ettim. Ülkem için bundan çok daha fazlasını yapabilirim. Ancak gururumu ayaklar altına aldırtmam… Asla…”
Gencecik bir kızı kendisini böyle savunmak zorunda bırakacak mektubu yazdıran zihniyet ülkenin acı gerçeklerinden biri olarak o günlerden bugünlere ne yazık ki pek de değişmeyecekti.
TRT’nin basın açıklamasında bahsi geçen “başka bir” yarışmanın hangisi olabileceği basında bütün alternatifleriyle günler boyu yazılıp çizildi. TRT Eurovision Şarkı Yarışması şartnamesi gereği Seul Şarkı Yarışması’na ikinci olan ekip, yani Kuzenler gidecekti. Bunu değiştirebilmek artık mümkün değildi. Prag’da düzenlenecek olan “Intertalent ’79” için son başvuru tarihi 31 Ocak’tı ve başvuru yapılmış, yarışmaya Sibel Egemen’in gideceği belli olmuştu. Bulgaristan’da düzenlenen ve o yıllarda Türkiye’de çok önemsenen yarışmalardan biri olan Altın Orfe’ye Yeliz gidiyordu. Polonya’da düzenlenen Sopot Müzik Festivali’ne ise Neco’nun gideceği kesinleşmişti.
Bazı yayın organlarında, Maria Rita Epik’in Eurovision Şarkı Yarışması finaline gitme hakkının saklı kalmasını istediği yazılacaktı. 1980 yılında yapılacak yarışmaya şartname gereği aynı şarkıyla katılmak mümkün olmasa da aynı ekip başka bir şarkıyla katılabilirdi. Ne var ki bu alternatif, TRT tarafından kabul görmemişti.
O günlerde Maria Rita Epik, Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı’nın davetiyle İzmir’den Ankara’ya gitti. Belli ki kırgın ve üzgün bu genç kızın gönlü alınmaya çalışılıyordu. Epik, bu daveti yıllar sonra şöyle anlatacaktı: “Tabiri caizse ‘dile bizden ne dilersen’ dediler bana. Ben de Londra’da bir müzik okulunda eğitim alabilmek için burs istedim. O anda orada en az elli kişi vardı ve Kışlalı bana herkesin önünde söz verdi.”
Maria, gencecik yaşına rağmen, o saatten sonra gideceği herhangi bir yarışmanın ona pek fazla bir şey kazandırmayacağının farkındaydı. Şöhretin, popülerliğin, manşetlerde olmanın değil, müzik eğitimi alabilmenin derdindeydi.
Nitekim Kültür Bakanlığı onu nisan ayında İngiltere’ye gönderecek, orada 15 gün kalan Epik, orada incelemelerde bulunacak, ne var ki kendisine verilen burs sözünün arkası gelmeyince, müzik eğitimi almak için İngiltere’ye değil, Amerika’ya, ancak 1981 yılında, devlet katkısı olmaksızın gidebilecekti.
Bahara Doğru
Uzun süren tartışmalardan sonra Maria Rita Epik’in yurt dışında gönderileceği en uygun yarışmanın Tokyo’da yapılacak Yamaha Müzik Festivali olduğuna karar verilecek, o yarışmanın şartnamesine göre, katılacak eserlerin daha önce yayınlanmamış olması gerektiği için, Epik’in “Seni Özledim” adını taşıyan bir başka bestesi Japonya’ya gönderilecekti.
Ne var ki Maria Rita Epik’in şansı burada da yaver gitmeyecek ve şarkı ilk elemeyi geçemediği için yarışma dışı kalacaktı. Böylece Epik’in burs hayali gibi yarışma hayali de suya düşmüş, verilen vaatler, verildiğiyle kalmıştı.
Kudüs’te yapılacak finale az bir süre kala, kamuoyunun gündemi bu defa büyük finalin televizyondan yayınlanıp yayınlanmayacağı üzerine yoğunlaşmıştı.
TRT’nin yarışmayı yayınlamama konusunda aldığı kararı Avrupa Yayın Birliği’ne teleksle bildirdiği haberi ortalığı yine karıştıracaktı. Bir kesim, bu kararı ağır biçimde eleştirirken, bir kesim de TRT’ye hak veriyordu. TRT’nin finali yayınlamayarak, yarışmanın İsrail’de yapılıyor olmasına gösterdiği tepkiyi devam ettirdiğini düşünenler, Avrupa Yayın Birliği’ni küstüreceğimizden korkuyordu.
Oysa daha iyi niyetli bir düşünceye göre TRT, Türk halkını üzmemek için finali ekrana getirmiyordu. “Ya yarışmadaki şarkılar ‘Seviyorum’dan daha kötü çıkarsa?.. Ya çekildiğimiz yarışma, aslında iyi bir derece alabileceğimiz bir yarışmaysa?.. Ya kaçan balık büyük olursa?..” düşünceleriydi TRT’yi yarışmayı yayınlamaktan alıkoyan. Bazılarına göre ise karar çok yerindeydi. İçinde Türkiye’nin adı geçmeyen bir yarışma bizi niye ilgilendirecekti ki?
Nitekim her zaman olduğu gibi tüm tepkilere ve karşıt görüşlere rağmen TRT yönetimi kararından dönmedi ve 31 Mart 1979 gecesi tüm Avrupa televizyonlarında Eurovision Şarkı Yarışması Kudüs’ten naklen yayınlanıyorken, TRT’nin siyah beyaz ekranında önce yerli dizi “Zeytinler Altında”nın sekizinci ve son bölümü, ardından da “Bahara Doğru” adı verilmiş özel eğlence programı yayına girdi.
TRT, biraz da tepkileri bertaraf etmek için olsa gerek, işi sıkı tutmuş ve epeyce kalabalık kadrolu bir özel programı hazırlamıştı o gece için. Sezen Aksu, Barış Manço, Zülfü Livaneli, Kerem Yılmazer, Salim Dündar, Ayşe Mine, Melike Demirağ, Gülistan Okan, İbrahim Tatlıses ve Emel Sayın’ın şarkılarıyla yer aldığı programın sürprizi ise Maria Rita Epik ve 21. Peron olacaktı. Yarışma için hazırlanmış tanıtım filmi, ilk ve son kez o gece ekrana gelecek, TRT böylece üstü kapalı bir özür dileyecekti halktan.
NOT: Şimdilerde internette dolaşan Maria Rita Epik ve 21. Peron’un bir bahçe içerisinde “Seviyorum”u seslendirdikleri siyah beyaz görüntüler, İzzet Öz’ün yapımcılığı ve yönetmenliğini yaptığı Sihirli Lamba programı için çekilmiş olup yukarıda bahsi geçen tanıtım filmi değildir. Tanıtım filmi muhtemelen halen TRT arşivinin bir yerlerinden duruyor ve gün ışığına çıkmayı bekliyor.
Türkiye’de yarışmadan çekilmemizle sonuçlanan gelişmeler olup biterken, İsrail’de de finalin yapılmasını tehlikeye düşürecek olaylar yaşanmakta idi. 30 yıldan beri savaşla iç içe yaşayan ülkede o günlerde posta işçilerinin başlattığı büyük çaplı grev devam etmekteydi. Ülkenin dünyayla bütün iletişimini sekteye uğratan bu grev, yarışma organizasyonunu ve final gecesinin naklen yayınını da etkileyecek gibi gözüküyordu. Nitekim yarışma için Avrupa’nın her ülkesinden Kudüs’e giden basın mensupları, final gecesinden üç gün öncesine dek ülkelerine haber geçemediler. Nihayet İsrail hükümetinin grevi durdurup işçileri işbaşı yapmaya çağırmasıyla 29 Mart günü basın merkezine teleks ve telefon bağlanacak, final gecesi yarışmanın naklen yayını esnasında da bir sorun yaşanmayacaktı.
Kudüs’teki yarışma haftası boyunca İsrail işi çok sıkı tutmuş ve önceki yılların kat be kat üzerinde güvenlik önlemleri alınmıştı. Nitekim savaşın ortasındaki bir ülkede, yarışma başından sonuna dek sorun yaşanmaksızın gerçekleştirilecekti.
Türkiye’den yarışmayı izlemek üzere Kudüs’e giden gazetecileri ise orada bir sürpriz bekliyordu. Her yıl yarışmayı düzenleyen ülke tarafından hazırlanan logo, o yıl bir sol anahtarı şeklinde yapılmış ve sol anahtarının bir kısmı, yarışan ülkelerin adlarından oluşturulmuştu. Ve Türkiye’nin son anda çekilmesi nedeniyle değiştirilmeyen logoda Turkey ismi de yer alıyordu.
Yarışmanın final gecesi ise yeni bir sürprize gebeydi. 1976 yılında yarışmada İsrail’i temsil etmiş Yardena Arazi’nin Daniel Peer’le birlikte sunduğu final gecesinde puanlama bir hayli heyecanlı geçecek ve skor tablosundaki son ülkeden alınacak puanlara dek yarışmanın birincisi belli olmayacaktı.
Gecenin sonuna gelindiğinde puan tablosunun üçüncü sırasında Fransa yer alıyordu. Yarışmanın 1973 birincisi Anne-Marie David’in seslendirdiği “Je Suis L’enfant Soleil” adlı şarkıyla üçüncülüğü kazanan Fransa’yı İspanya izliyor, İspanya’nın Betty Missiego tarafından seslendirilen şarkısı “Su Cancion” adını taşıyordu. Final gecesi son sırada yarışan İspanya, puanlarını da son sırada vermiş ve kendi verdiği puanlarla birinciliği İsrail’e kaptırmıştı. Gali Atari ve Milk & Honey topluluğu tarafından seslendirilen “Hallelujah”, İsrail’e bir kez daha birincilik kazandırmıştı.
İşte bu birincilik, özellikle Türkiye için tam bir sürprizdi. Yarışmaya İsrail’de yapıldığı için gitmemiştik ve İsrail yarışmayı bir kez daha kazanmıştı. Bu, finalin seneye de İsrail’de yapılması anlamına geliyordu. Dolayısıyla da Türkiye’nin yine katılmaması... Peki şimdi ne olacaktı?
DEVAM EDECEK
GELECEK BÖLÜM: "SÜPER STAR EUROVISION'DA"
YAZI DİZİSİNİ İLK BÖLÜMÜNDEN İTİBAREN OKUMAK İÇİN TIKLAYIN
1979 - 4. Bölüm
“Bir Garip Yolcu”

İzmir’de yaşayan İtalyan kökenli bir ailenin kızı olan Maria Rita Epik, o günlerde henüz 21 yaşındaydı. Müziğe küçük yaşlardan beri ilgi duymuş, ilk bestesini ilkokul yıllarında yapmıştı. Ege Üniversitesi İşletme Fakültesi son sınıf öğrencisi olan Epik, aynı üniversitenin Tıp Fakültesinde okuyan dört gençle birlikte yarışmaya katılmaya karar verdiğinde, kuşkusuz Türkiye’yi temsil etme hakkını kazanmayı hayal etmiş ama hayallerinin bir anda gerçeğe dönüşebileceğine ihtimal vermemişti.

Andreas Vildermann, Haluk Öztekin, Gökhan Akçay ve Erden Erdem’den kurulu 21.Peron topluluğunun elemanları İzmir Koleji’nde okurken Milliyet gazetesinin düzenlediği Liselerarası Müzik Yarışması’na katılmışlardı. Andreas ve Haluk 1973 yılında beste dalında birinci, icra dalında ikinci ve düzenleme dalında üçüncü olmuşlar, 1975 yılında ise bu defa Gökhan ve Erden’in de yer aldığı bir ekiple ikinci kez katıldıkları yarışmada beste dalında üçüncü, icra dalında sekizinci, düzenleme dalında ise üçüncü olmuşlardı.

Andreas ve Haluk’un okuldan mezun olmasından sonra Gökhan ve Erden’in 1976 yılında katıldığı aynı yarışmada ise bu kez yabancı icra dalında ikinci olmuşlar ve üniversite yıllarında dördü birlikte 21. Peron adıyla müzik yapmaya başlamışlardı.

Grup üyelerinden Alman asıllı Andreas Wildermann, 21. Peron adının nereden geldiğini şöyle açıklıyordu: “Eskiden Münih’ten İstanbul’a kalkan trenler, Münih Garı’nın 21. peronundan hareket ederlerdi. Ben de bu peronun bir garip yolcusuydum. Arkadaşlarla birleştiğimizde, topluluğumuza bu adı vermeyi önerdim, kabul ettiler... Benim için anılarla dolu 21. peron Türkiye’ye ulaşmamın bir başlangıcı olduğu için çok önemli idi çünkü.”

Okuldan arkadaş oldukları Maria Rita Epik ise yarışmaya katılma hikayelerini şu cümlelerle anlatacaktı: “Onların da besteleri vardı, benim de. Bir gün oturduk, onlar kendi şarkılarını çalıp söylediler, ben kendi şarkılarımı. Düşündük, taşındık ve en uygun şarkının benim bestem olan ‘Seviyorum’ olduğuna karar verdik.”

Finalde kendilerine göre çok daha profesyonel isimleri geride bırakarak halk oyuyla birinci seçilen ekip elemanları için o gece kuşkusuz hayatlarının dönüm noktasıydı. Yaşadıkları büyük sevincin, çok değil, birkaç gün sonra büyük bir hayal kırıklığına dönüşeceğini ise elbette tahmin bile etmiyorlardı.

O gece birinci olan ekip kadar eğlenen bir başkası varsa o da birinciliği bir puan farkla kaybeden Kuzenler topluluğuydu. Çünkü TRT yetkililerinin daha önce aldığı karar gereği yarışmada ikinci olan şarkı, bir yıl önce Nükhet Duru ve Modern Folk Üçlüsü’nün gittiği Seul Şarkı Yarışması’na gönderilecekti. Bu yarışma her ne kadar Eurovision kadar popüler olmasa da yine de ülkeyi temsil edecek olmak Kuzenler’i mutlu etmeye yetmişti. Finalden hemen sonra Gala Kulüp’teki programlarına yetişip sahne alan üçlü, daha sonra Ali Kocatepe’nin evinde sabahın ilk ışıklarına dek eğlenerek ikinciliğini kutladı.

Büyük finali takip eden hafta boyunca gazete ve dergi sayfaları geceye dair haberlerle doluydu. En çok da o gece yaşanan ses sistemi rezaleti konuşuluyordu. Özellikle ilk sırada sahneye çıkan Saadet Sun ve Çetin Alp, ekrandan seslerinin hiç duyulmadığını söyleyerek halk jürilerinden yeterli puan alamamalarını bu teknik aksaklığa bağlıyorlardı.

“Şarkıcıların söyleyeceği mikrofonlar yarışma öncesinde bizlere gösterilmişti,” diyordu Saadet Sun. “Çetin Alp de ben de o mikrofonla söyledik. Ancak duyduğumuza göre Cantekin, Bülent Özveren’in mikrofonunu kullanmış. Eğer doğru ise bir ayrıcalık yapılmış oluyor... Halk jürileri, benim ve vokalistlerimin sesini duymadılarsa doğal olarak 2 puan vermiş olabilirler. Ama sesimiz duyulsaydı, 4 puan almayacağımız kim söyleyebilirdi?”

Gecenin ses mağduru diğer ismi olan Çetin Alp de çok dertliydi: “Bugün sürekli olarak Adana, Gaziantep, Ankara ve Urfa’daki tanıyan, tanımayan pek çok kişiden telefon geldi. Hepsi de sesimin nerede olduğunu soruyorlardı. Ses duyulmadan iyi bir oylama nasıl yapılır?” Çetin Alp, söyledikleriyle Saadet Sun’un iddialarını da doğrular gibiydi: “Cantekin’in başka bir mikrofonla söylediği yolundaki söylenti benim de kulağıma çalındı. Gerçek böyleyse çok ayıp etmiş doğrusu...”

Final gecesi salonda bulunan gazetecilerin gözünden kaçmayan önemli bir ayrıntı da kafalarda soru işareti oluşturmuştu. Yarışmanın organizasyonunu yapan İstanbul Televizyonu’ndan bir çok görevli o gece salonda yerini alsa da, Ankara Televizyonu’ndan ve daha önemlisi TRT Genel Müdürlüğü’nden hiç kimsenin olmaması fark edilmeyecek gibi değildi. TRT Yönetim Kurulu’ndan sadece bir tek üye, Rıza Şit o gece salonda hazır bulunuyordu. Öyle ki birinci olan ekibin ödülünü İstanbul Valisi vermişti, salonda davetli olarak bulunan Nilüfer, önceden haber verilmeksizin ödül vermek üzere sahneye çağırılmıştı. TRT’nin üst düzey yetkilileri neden yarışmayı izlemeye gelmemişti?

Bu durum, takip eden günlerde başlayacak yeni tartışmalar sırasında da gündeme gelecek ve finalin aslında sadece âdet yerini bulsun diye yapıldığı yolunda ortaya sürülen tezlerin dayanak noktası olacaktı.

Finalden tam bir hafta sonra Maria Rita Epik ve 21. Peron üyeleri, menajerleri Baha Boduroğlu’nun düzenlediği basınla tanışma kokteylinde birlikte kadeh kaldırarak poz veriyorlardı objektiflere. 1 Mart günü ekip, tanıtım filminin çekimi için televizyon stüdyosundaydı.

Bu defa önceki yıllardan farklı bir yöntem izlenmiş ve tanıtım filmi “blue-box” tekniğiyle renkli olarak çekilmişti. Böylece hem daha kısa sürede hem de daha düşük maliyetli bir çekim yapılmıştı. Grup elemanları şarkılarını stüdyoda mavi bir fon perdesinin önünde seslendirirken görüntülenmişti. Daha sonra fona mavi perde görüntüsü yerine Fransız yönetmen Claude Leiouch’un hazırladığı “Türkiye” filminden görüntüler yerleştirilecek, böylece tanıtım filmi amacına uygun hale getirilecekti.

O günlerde şarkının İngilizce versiyonu da kaydedilmişti. Maria Rita Epik bu şarkıyı aslında 1977 yılında İngilizce sözlerle yazmış, ancak yarışmaya katılması söz konusu olunca sözleri Türkçeleştirmişti. Dolayısıyla İngilizce sözler zaten hazırdı. Yarı finalden hemen sonra anlaşma imzaladıkları Arı Yapım tarafından yayınlanacak 45’liğin B yüzünde şarkının “I Love You” adını taşıyan İngilizce versiyonu yer alacak ve bu plak, yurt dışı için hazırlanacak tanıtım dosyalarının içinde de yer alacaktı. Her şey, önceki yıllara nispeten çok daha kısa sürede ve sorunsuz hallolmaktaydı. Bu iyiye, kim bilir belki de kötüye işaretti.

2 Mart 1979 günü Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren, Kars Sarıkamış Orduevi'nde yaptığı konuşmada Silahlı Kuvvetler’in vatanın bölünmesini isteyen iç ve dış düşmanları bulunduğunu söyleyerek, “Biz el ele, gönül gönüle olduğumuz sürece bu vatan bölünmez, isteyen tecrübe etsin. Ben dâhil, bizim cesetlerimizin üzerinden geçmeden bu vatanı kimse bölemez.” diyecekti.

Dünyada yaşanmakta olan petrol krizinden ziyadesiyle etkilenen Türkiye’de akaryakıt karneye bağlanırken, o günlerde neredeyse tüm temel tüketim maddelerini satın alabilmek için dükkanların önünde saatler, hatta günler boyu süren uzun kuyruklarda beklemeyi göze almak gerekiyordu. Tüp gaz, yağ, şeker kuyruklarını artık kanıksayan sokaktaki insan için en kuşkusuz ağır olanı da baş göstermeye başlayan ilaç sıkıntısıydı.

Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu 3 Mart günü yayınladığı raporda, Türkiye'nin ne ekonomik ne de siyasi rejim bakımından Avrupa Ekonomik Topluluğu dışında düşünülemeyeceğini belirterek, topluluğa üye olmak için bir an önce harekete geçilmesini isteyecek, aynı gün Dışişleri Bakanı Gündüz Ökçün, AET ülkeleri Ankara büyükelçileriyle yaptığı toplantıda, Türkiye'nin bu ülkelere ihracatı üzerindeki tüm kısıtlama ve kotaların kaldırılmasını talep ederek, “Aksi halde, beş yıl sonra Türkiye'nin ticaret çok değişik bir biçim alacak, alışverişlerimizde ağırlık, AET dışındaki ülke ve bölgelere kayacaktır,” diyecekti. Kendimize bu kadar güveniyor, Avrupa ülkelerini neredeyse tehdit edebiliyorken, bir yandan da kendimizi beğendirmeye çalışmakta idik. Eurovision Şarkı Yarışması, kendimizi beğendirebilmenin en kolay yolu olabilirdi.

Türkiye Yarışmadan Çekiliyor
Takvimler 5 Mart Pazartesi gününü gösteriyordu. Herkesi şaşkına çeviren haber, 17:00 haber bülteninde ilk kez radyodan yayınlandı. Türkiye, Eurovision Şarkı Yarışması’ndan çekilmişti.

TRT Genel Müdürlüğünün imzasını taşıyan açıklamada “Türkiye’nin dış politikası gereği ve Arap dünyasındaki yeni gelişmelerin ışığında, Kudüs’ün statüsünün değiştirilmesine yönelik girişimler yüzünden” yarışmadan çekildiğimiz söyleniyor, gerekçe olarak da “Filistinlilerin devlet kurma hakkını Türkiye’nin tanıdığı, İsrail’in 1967’de işgal ettiği topraklardan çekilmediği, bu yarışmayla da Kudüs’ün statüsünün değiştirilmek istendiği” gösteriliyordu.

İsrail, 1978 yılında yapılan yarışmayı kazanınca 1979 yılında yarışmanın başkent Tel-Aviv’de yapılacağını ilan etmiş, ancak çok geçmeden bu kararını değiştirerek organizasyonun Kudüs’e alındığını duyurmuştu. Söylentilere göre İsrail, o gece milyonlarca televizyon izleyicisinin gözü önünde, canlı yayın esnasında Kudüs’ü başkent ilan edebilirdi. O gece yarışmada Türk ekibinin yer alması demek, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olmasını veya olacağını Türkiye’nin kabul etmesi anlamını taşıyacaktı ve Türkiye bu riski göze almak istememişti.

Gündeme bomba gibi düşen haber, radyonun 19:00 ana haber bülteninde tekrar edildi, televizyondan ise ilk kez 20:30 haber bülteninde duyuruldu. İlk şok atlatıldıktan sonra detaylar yavaş yavaş ortaya çıkacaktı.

Dışişleri Bakanlığı yarışmanın Türkiye finalinden neredeyse bir ay önce, resmi bir yazıyla TRT’yi uyarmıştı. Irak ve Libya’nın Türkiye’nin yarışmaya katılmaması yolundaki istekleri Dışişleri Bakanlığı’na yazıyla bildirilmiş, diğer Arap ülkeleri de Türkiye’deki büyükelçilikleri vasıtasıyla aynı doğrultudaki isteklerini ifade etmişlerdi. Arap ülkelerinin bu isteği, aslında üstü kapalı bir tehdit de içeriyordu. Arapları böyle bir nedenle küstürmek demek, tamamen petrolsüz kalmayı göze almak demekti. Petrol krizinin had safhada yaşandığı o günlerde, kimse bu sorumluluğu üzerine almaya cesaret edemeyecek ve aslında gizliden gizliye çoktan verilmiş karar, beklenmedik bir anda açıklanıverecekti. 1979 Eurovision Şarkı Yarışması’nda Türkiye yoktu. Üstelik ülkeyi temsil edecek şarkı seçildiği halde.

Yarışmadan çekilmemizde Arap ülkelerinin birinci derecede rol sahibi olduğu tartışma götürmezdi. Kulislerde söz konusu ülkeler içerisinde en çok söz sahibi olanın Libya olduğu konuşuluyordu. Başbakan Ecevit, bir süre önce Libya’ya resmi bir ziyarette bulunmuş, birtakım anlaşmalara imza atmış, o günlerde Libya lideri Kaddafi ile Ecevit’in çok iyi anlaştığı haberleri basına yansımıştı. Söylenenlere göre Türkiye’nin yarışmadan çekilmesi için Kaddafi, Ecevit’e özel mesaj göndermiş ve bu mesajın ardından Başbakan, son sözünü söylemişti.

Elbette tüm bunlar birer söylenti olarak kalacak ve resmi kaynaklar tarafından hiçbir zaman doğrulanmayacaktı. Ancak görünen köy de kılavuz istemiyordu. Böyle bir kararın alınacağı neredeyse kesin olduğu halde, TRT başladığı işi yarım bırakmamış, Türkiye finalini gerçekleştirmişti. Kim bilir, belki de final gecesi Ankara’dan sadece bir tek TRT görevlisinin gelmiş olması bu yüzdendi.

Gazeteci Erdoğan Sevgin, 12 Mart 1979 tarihli TV’de 7 Gün dergisinin baş yazısında bu iddiayı satırlarına şöyle taşıyacaktı: “...Ve TRT, finallerin yapıldığı gece bal gibi biliyordu bu yıl Türkiye’nin Eurovision Şarkı Yarışması’na katılmayacağını, şampiyonun İsrail’e gönderilmeyeceğini, son anda tepeden inme bir emrin geleceğini... Biliyordu ki, finallerin yapıldığı gece TRT’yi yönetenler klasik bir bürokrat esnekliği içinde, Atatürk Kültür Merkezi’nde ispat-ı vücut etmekten kaçınmışlardı...”

Yarışmadan çekilmemiz, ülke genelinde büyük yankı uyandırırken, gelen tepkiler karşısında TRT’yi savunmak, Televizyon Daire Başkanı Yılmaz Dağdeviren’e düşecekti. Dağdeviren, Avrupa Yayın Birliği’nin bu tip politik kararları saygıyla karşıladığını söylüyor ve yarışmadan çekilmemizin önümüzdeki yıl katılma şansımızı engellemeyeceğini savunuyordu. O yıllardaki yarışma şartnamesi gereği bir önceki yıl katılmış ülkeler, bir sonraki yıl katılma hakkına doğrudan sahip oluyorlardı. Kontenjanın tamamlanması için geriye kalan ülkeler arasından seçme yapılıyor ve bu seçim esnasında üye ülkelerin “iyi hali” göz önüne alınıyordu. Peki biz yarışmadan çekilerek Avrupa Yayın Birliği nezdinde sabıkalı ülke konumuna düşmüş olabilir miydik? 1980 yarışmasına katılma şansımızı da şimdiden kaybetmiş miydik? Dağdeviren’in açıklaması kimseyi tatmin etmezken, bu ve benzeri sorular zihinleri kurcalamaya devam edecekti.

Yarışmaya ilk kez katıldığımız 1975 yılında bizi temsil eden Semiha Yankı, kendisine fikri sorulduğunda, çekilme kararımızı haklı bulduğunu söyleyecekti: “21.Peron’un şarkısı başarılı bir yapıttı. Bu bakımdan İsrail’de iyi bir derece alacağına inanıyordum. Kararı saygıyla karşılıyorum. Önce ülkenin menfaatleri, sonra sanat gelmelidir... Ve buna da bizler değil, büyüklerimiz karar verir...”

1978 yılında ülkeyi temsil eden grupta yer alan Nilüfer de Semiha Yankı’yla aynı görüşteydi: “Dış politika, memleketin çıkarları her şeyin üzerindedir. Eğer büyüklerimiz böyle uygun görüyorlarsa, bildikleri önemli şeyler vardır. Öte yandan Maria Rita Epik’in bir Türk vatandaşı olarak, bu önemli karar karşısında önce hayal kırıklığına uğramasını makul karşılarım. Ama sonra, Türkiye’nin çıkarları söz konusu olduğunda, teselli bulabilir.”

Nilüfer’in cümle arasında Epik’in Türk vatandaşı olduğunun altını özellikle çizmesi boşuna değildi. Büyük final heyecanının yaşandığı günlerde, Maria Rita Epik’in ismi etrafında yersiz spekülasyonlar yapılmıştı. Hafta Sonu gazetesinde köşe yazarı Ferdi Yücedağ, Maria Rita Epik’in Yahudi olduğunu iddia etmiş ve bu durumun İsrail’de yapılacak yarışmada işimize yarayacağı ihtimalini kendi fikri gibi değil ama kulağına gelen bir dedikoduymuş gibi kaleme almıştı.

Türkiye’nin yarışmadan çekildiğinin belli olduğu hafta aynı gazetede yayımlanan bir haber ise düpedüz provokasyon yapar gibiydi. Habere göre finalden hemen sonra İzmir’de yaşayan modacı Zuhal Yorgancıoğlu’na giden Maria Rita Epik, ona İsrail’deki final için elbise diktirmek istemiş ancak aralarındaki sohbet esnasında “Ben Türklüğü hissedemiyorum,” gibi bir cümle kurunca, Yorgancıoğlu tarafından dükkanından kovulmuştu. Gazete, Epik’in yarışmaya gönderilmemeyi hak ettiğini iddia ediyordu.

Maria Ağlıyor
Herkes bir şeyler söyler, her kafadan bir ses çıkarken, Maria Rita Epik ve 21. Peron ne durumdaydı peki? Çok değil, dokuz gün önce yaşadıkları o büyük sevinç bir anda koca bir hayal kırıklığına dönüşmüştü. TRT’nin çekilme kararında onları teselli edecek birkaç cümle dikkatlerden kaçmayacaktı: “TRT jürisinin ve halkın takdirlerini kanıtlayan oylarıyla, ülkemizi bu yarışmada başarı ile temsil edeceği saptanan Maria Rita Epik ve arkadaşları, ülkemizi ve kurumumuzu yurt dışında bu yıl yapılacak başka bir yarışmada temsil edeceklerdir.”

Maria Rita Epik, çekilme kararını İzmir’de öğrenmişti. Kararın radyodan halka duyurulmasından birkaç saat önce Bülent Özveren İzmir’e telefon açmış ve durumu anlatmış, Maria duydukları karşısında kelimenin tam anlamıyla şoke olmuştu.

Tam da o saatlerde, onunla röportaj yapmak üzere evine gelmiş TV’de 7 Gün dergisi muhabirlerinin karşısında göz yaşlarını tutamayan Epik, konuşmakta güçlük çekmişti: “Bu yarışmanın Kudüs’te yapılacağı Dışişleri Bakanlığı’nca da biliniyordu... Neden bu kadar beklediler ?.. Neden finalleri yapıp, ardından müziği siyasetle karıştırıp, yarışmadan çekildiler,” diye sormakta haksız değildi. Ne var ki yapacak bir şey yoktu. Verilmiş karardan geri dönülmeyeceğini o da çok iyi biliyordu: “Ne yapalım... Ülkemin çıkarları bunu gerektiriyorsa, karara saygı duyarım... Ne kadar acı olsa da keder, zaman kuşunun kanatlarına binip gider !.. Bu sözü lisedeki öğretmenim söylemişti bana... Yavaş yavaş unuturum acısını...”

Ancak, Maria Rita Epik’in acısını unutması pek de kolay değildi. Hafta Sonu gazetesinde yapılan habere verdiği cevap ise çok sert olacaktı. Milliyet gazetesinden Burhan Felek’e gönderdiği ve gazetenin 26 Mart 1979 tarihli sayısında yayımlanan mektubunda şöyle yazıyordu Maria Rita Epik:

“Pazartesi duyurulan haber, öyle sanıyorum ki, olayın bestecisi olarak en çok beni sarstı. Ancak kendimi olgun bir insan gibi davranmaya zorlayarak Perşembe günü toparlanıp başka bestelerimi notaya çekmeye başladım. Bu sırada bir gazeteci arkadaşım, haftalık bir gazetede benimle ilgili çok yanlış ve üzücü bir yazının yayımlandığını telefonla haber verdi. İnanın bu olay beni, Eurovision’a katılamamaktan daha çok sarstı.
Olay şu: TRT elemelerinde diğer beş sanatçıyla beraber final kaldığımı öğrendikten bir süre sonra babam, eski komşumuz Zuhal Yorgancıoğlu’na telefon ederek arkadaşlarımla birlikte final gecesi ne giymemiz konusunda beni aydınlatmasını eski komşuluk ve İzmirlilik namına rica etti. Ablamla beraber gidip kendisini bulduk.
Aramızda geçen konuşma şöyle: “Buraya kadar olan başarını kutlarım ama şarkında neden bir Türk havası, Türk ritmi yok,” diye sordu. Ben de büyüdüğüm çevre, dinlediğim ve sevdiğim müzik nedeniyle eserlerimin büyük çoğunluğunda Türk hava ve ritmini veremediğimi söyledim. Zuhal Hanım, şarkımda Türk motifleri olmadığı için bize Türk motifli giysiler öneremeyeceğini, daha Avrupai şeyler düşünmemiz gerektiğini söyledi. Daha sonra kendi Avrupai kreasyonlarının fotoğraflarını göstererek, maddi sorunlarım nedeniyle eğer beğenirsem, bunlardan birini bana bir gecelik ödünç verebileceğimi söyledi. Biraz daha sohbet ettikten sonra kendisine teşekkür edip mağazadan ayrıldık. Bir hanımefendi olan Sayın Yorgancıoğlu beni asla kovmadı.
Ben kimim? Nereden geliyorum?
Babamın dedesi ve annemin dedesi gençken İtalya’dan ayrılıp İzmir’e yerleştiler. Babamın babası 1925-1926 yıllarında Türk vatandaşı oldu. Annemin babası hâlâ İtalyan’dır. Ablam, halamın kızı ve dayım bir Türk – İslam ile evlidirler. Bense gazetenin yazdığı gibi bir Musevi değil, Latin Katolik dininden bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyım.
Şeyh-ül-muharrir olmanız sebebiyle sizi dinlerler. Sizden isteğim kasıtlı basında beni rahat bırakmalarını rica etmenizdir. Sınavlarım var. Ege Üniversitesi İşletme Fakültesi Turizm Bölümü son sınıf öğrencisiyim. Mezuniyet tezim var. Ders çalışamıyorum…
Bir ülke çıkarı için bazen beş gencin yalnızca gelecekleri değil, hayatları bile feda edilir. Fakat bir gazeteci satışını artırmak için zaten yıkılmış bir gence iftira etmemelidir. Benim olan, en çok sevdiklerimden olan bir bestemi ülkemin yüksek çıkarları için feda ettim. Ülkem için bundan çok daha fazlasını yapabilirim. Ancak gururumu ayaklar altına aldırtmam… Asla…”
Gencecik bir kızı kendisini böyle savunmak zorunda bırakacak mektubu yazdıran zihniyet ülkenin acı gerçeklerinden biri olarak o günlerden bugünlere ne yazık ki pek de değişmeyecekti.

TRT’nin basın açıklamasında bahsi geçen “başka bir” yarışmanın hangisi olabileceği basında bütün alternatifleriyle günler boyu yazılıp çizildi. TRT Eurovision Şarkı Yarışması şartnamesi gereği Seul Şarkı Yarışması’na ikinci olan ekip, yani Kuzenler gidecekti. Bunu değiştirebilmek artık mümkün değildi. Prag’da düzenlenecek olan “Intertalent ’79” için son başvuru tarihi 31 Ocak’tı ve başvuru yapılmış, yarışmaya Sibel Egemen’in gideceği belli olmuştu. Bulgaristan’da düzenlenen ve o yıllarda Türkiye’de çok önemsenen yarışmalardan biri olan Altın Orfe’ye Yeliz gidiyordu. Polonya’da düzenlenen Sopot Müzik Festivali’ne ise Neco’nun gideceği kesinleşmişti.

Bazı yayın organlarında, Maria Rita Epik’in Eurovision Şarkı Yarışması finaline gitme hakkının saklı kalmasını istediği yazılacaktı. 1980 yılında yapılacak yarışmaya şartname gereği aynı şarkıyla katılmak mümkün olmasa da aynı ekip başka bir şarkıyla katılabilirdi. Ne var ki bu alternatif, TRT tarafından kabul görmemişti.
O günlerde Maria Rita Epik, Kültür Bakanı Ahmet Taner Kışlalı’nın davetiyle İzmir’den Ankara’ya gitti. Belli ki kırgın ve üzgün bu genç kızın gönlü alınmaya çalışılıyordu. Epik, bu daveti yıllar sonra şöyle anlatacaktı: “Tabiri caizse ‘dile bizden ne dilersen’ dediler bana. Ben de Londra’da bir müzik okulunda eğitim alabilmek için burs istedim. O anda orada en az elli kişi vardı ve Kışlalı bana herkesin önünde söz verdi.”

Maria, gencecik yaşına rağmen, o saatten sonra gideceği herhangi bir yarışmanın ona pek fazla bir şey kazandırmayacağının farkındaydı. Şöhretin, popülerliğin, manşetlerde olmanın değil, müzik eğitimi alabilmenin derdindeydi.

Nitekim Kültür Bakanlığı onu nisan ayında İngiltere’ye gönderecek, orada 15 gün kalan Epik, orada incelemelerde bulunacak, ne var ki kendisine verilen burs sözünün arkası gelmeyince, müzik eğitimi almak için İngiltere’ye değil, Amerika’ya, ancak 1981 yılında, devlet katkısı olmaksızın gidebilecekti.

Bahara Doğru
Uzun süren tartışmalardan sonra Maria Rita Epik’in yurt dışında gönderileceği en uygun yarışmanın Tokyo’da yapılacak Yamaha Müzik Festivali olduğuna karar verilecek, o yarışmanın şartnamesine göre, katılacak eserlerin daha önce yayınlanmamış olması gerektiği için, Epik’in “Seni Özledim” adını taşıyan bir başka bestesi Japonya’ya gönderilecekti.

Ne var ki Maria Rita Epik’in şansı burada da yaver gitmeyecek ve şarkı ilk elemeyi geçemediği için yarışma dışı kalacaktı. Böylece Epik’in burs hayali gibi yarışma hayali de suya düşmüş, verilen vaatler, verildiğiyle kalmıştı.

Kudüs’te yapılacak finale az bir süre kala, kamuoyunun gündemi bu defa büyük finalin televizyondan yayınlanıp yayınlanmayacağı üzerine yoğunlaşmıştı.

TRT’nin yarışmayı yayınlamama konusunda aldığı kararı Avrupa Yayın Birliği’ne teleksle bildirdiği haberi ortalığı yine karıştıracaktı. Bir kesim, bu kararı ağır biçimde eleştirirken, bir kesim de TRT’ye hak veriyordu. TRT’nin finali yayınlamayarak, yarışmanın İsrail’de yapılıyor olmasına gösterdiği tepkiyi devam ettirdiğini düşünenler, Avrupa Yayın Birliği’ni küstüreceğimizden korkuyordu.

Oysa daha iyi niyetli bir düşünceye göre TRT, Türk halkını üzmemek için finali ekrana getirmiyordu. “Ya yarışmadaki şarkılar ‘Seviyorum’dan daha kötü çıkarsa?.. Ya çekildiğimiz yarışma, aslında iyi bir derece alabileceğimiz bir yarışmaysa?.. Ya kaçan balık büyük olursa?..” düşünceleriydi TRT’yi yarışmayı yayınlamaktan alıkoyan. Bazılarına göre ise karar çok yerindeydi. İçinde Türkiye’nin adı geçmeyen bir yarışma bizi niye ilgilendirecekti ki?

Nitekim her zaman olduğu gibi tüm tepkilere ve karşıt görüşlere rağmen TRT yönetimi kararından dönmedi ve 31 Mart 1979 gecesi tüm Avrupa televizyonlarında Eurovision Şarkı Yarışması Kudüs’ten naklen yayınlanıyorken, TRT’nin siyah beyaz ekranında önce yerli dizi “Zeytinler Altında”nın sekizinci ve son bölümü, ardından da “Bahara Doğru” adı verilmiş özel eğlence programı yayına girdi.

TRT, biraz da tepkileri bertaraf etmek için olsa gerek, işi sıkı tutmuş ve epeyce kalabalık kadrolu bir özel programı hazırlamıştı o gece için. Sezen Aksu, Barış Manço, Zülfü Livaneli, Kerem Yılmazer, Salim Dündar, Ayşe Mine, Melike Demirağ, Gülistan Okan, İbrahim Tatlıses ve Emel Sayın’ın şarkılarıyla yer aldığı programın sürprizi ise Maria Rita Epik ve 21. Peron olacaktı. Yarışma için hazırlanmış tanıtım filmi, ilk ve son kez o gece ekrana gelecek, TRT böylece üstü kapalı bir özür dileyecekti halktan.

NOT: Şimdilerde internette dolaşan Maria Rita Epik ve 21. Peron’un bir bahçe içerisinde “Seviyorum”u seslendirdikleri siyah beyaz görüntüler, İzzet Öz’ün yapımcılığı ve yönetmenliğini yaptığı Sihirli Lamba programı için çekilmiş olup yukarıda bahsi geçen tanıtım filmi değildir. Tanıtım filmi muhtemelen halen TRT arşivinin bir yerlerinden duruyor ve gün ışığına çıkmayı bekliyor.

Türkiye’de yarışmadan çekilmemizle sonuçlanan gelişmeler olup biterken, İsrail’de de finalin yapılmasını tehlikeye düşürecek olaylar yaşanmakta idi. 30 yıldan beri savaşla iç içe yaşayan ülkede o günlerde posta işçilerinin başlattığı büyük çaplı grev devam etmekteydi. Ülkenin dünyayla bütün iletişimini sekteye uğratan bu grev, yarışma organizasyonunu ve final gecesinin naklen yayınını da etkileyecek gibi gözüküyordu. Nitekim yarışma için Avrupa’nın her ülkesinden Kudüs’e giden basın mensupları, final gecesinden üç gün öncesine dek ülkelerine haber geçemediler. Nihayet İsrail hükümetinin grevi durdurup işçileri işbaşı yapmaya çağırmasıyla 29 Mart günü basın merkezine teleks ve telefon bağlanacak, final gecesi yarışmanın naklen yayını esnasında da bir sorun yaşanmayacaktı.

Kudüs’teki yarışma haftası boyunca İsrail işi çok sıkı tutmuş ve önceki yılların kat be kat üzerinde güvenlik önlemleri alınmıştı. Nitekim savaşın ortasındaki bir ülkede, yarışma başından sonuna dek sorun yaşanmaksızın gerçekleştirilecekti.

Türkiye’den yarışmayı izlemek üzere Kudüs’e giden gazetecileri ise orada bir sürpriz bekliyordu. Her yıl yarışmayı düzenleyen ülke tarafından hazırlanan logo, o yıl bir sol anahtarı şeklinde yapılmış ve sol anahtarının bir kısmı, yarışan ülkelerin adlarından oluşturulmuştu. Ve Türkiye’nin son anda çekilmesi nedeniyle değiştirilmeyen logoda Turkey ismi de yer alıyordu.

Yarışmanın final gecesi ise yeni bir sürprize gebeydi. 1976 yılında yarışmada İsrail’i temsil etmiş Yardena Arazi’nin Daniel Peer’le birlikte sunduğu final gecesinde puanlama bir hayli heyecanlı geçecek ve skor tablosundaki son ülkeden alınacak puanlara dek yarışmanın birincisi belli olmayacaktı.

Gecenin sonuna gelindiğinde puan tablosunun üçüncü sırasında Fransa yer alıyordu. Yarışmanın 1973 birincisi Anne-Marie David’in seslendirdiği “Je Suis L’enfant Soleil” adlı şarkıyla üçüncülüğü kazanan Fransa’yı İspanya izliyor, İspanya’nın Betty Missiego tarafından seslendirilen şarkısı “Su Cancion” adını taşıyordu. Final gecesi son sırada yarışan İspanya, puanlarını da son sırada vermiş ve kendi verdiği puanlarla birinciliği İsrail’e kaptırmıştı. Gali Atari ve Milk & Honey topluluğu tarafından seslendirilen “Hallelujah”, İsrail’e bir kez daha birincilik kazandırmıştı.
İşte bu birincilik, özellikle Türkiye için tam bir sürprizdi. Yarışmaya İsrail’de yapıldığı için gitmemiştik ve İsrail yarışmayı bir kez daha kazanmıştı. Bu, finalin seneye de İsrail’de yapılması anlamına geliyordu. Dolayısıyla da Türkiye’nin yine katılmaması... Peki şimdi ne olacaktı?
DEVAM EDECEK
GELECEK BÖLÜM: "SÜPER STAR EUROVISION'DA"
YAZI DİZİSİNİ İLK BÖLÜMÜNDEN İTİBAREN OKUMAK İÇİN TIKLAYIN
Published on May 25, 2020 06:31
May 22, 2020
Zeynep Bastık Bilmem Kimin Veliahdı

Yıl 1981. Sezen Aksu 27 yaşında.
O güne dek sekiz 45’lik plak ve dört albüm yayımlamış. “Olmaz Olsun”, “Kaybolan Yıllar”, “Kaç Yıl Geçti Aradan”, “Gölge Etme” başta olmak üzere, çoğu kendi bestesi bir dolu “hit” şarkı yapmış, birçok şarkıcıya da beste vermiş. Bunların arasında Tülay Özer’in seslendirdiği “Büklüm Büklüm” adlı bestesi 1979’un yılının “hit”i olmuş. “Minik Serçe” adını taşıyan bir de sinema filmi çevirmiş. O güne dek birlikte çalıştığı söz yazarı, besteci ve aranjörler arasında Aysel Gürel, Attila Özdemiroğlu, Baha Boduroğlu, Hurşid Yenigün, Osman İşmen ve Cenk Taşkan gibi isimler var.

Yıl 1981. Nükhet Duru 27 yaşında.
O güne dek dokuz 45’lik plak ve beş albüm yayımlamış. “Beni Benimle Bırak”, “Melankoli”, “Ben Sana Vurgunum” ve “Anılar” başta olmak üzere sonraki yıllarda Türkçe pop müziğin klasikleri arasında sayılacak bir dolu şarkıya sesiyle hayat vermiş. Genç yaşında ülkenin en önemli pop müzik yorumcularından biri olarak anılıyor ve o güne dek birlikte çalıştığı söz yazarı, besteci ve aranjörler arasında Mehmet Teoman, Cenk Taşkan, Timur Selçuk, Ali Kocatepe, Osman İşmen ve Onno Tunç gibi isimler var.

Yıl 1982. Nilüfer 27 yaşında.
O güne dek on beş 45’lik ve altı albüm yayımlamış. Ayrıca bir derleme albümü ve Almanya’da Almanca üç 45’liği piyasaya çıkmış. “Dünya Dönüyor”, “Aldanırım Sanma”, “Kim Arar Seni”, “Selam Söyle” ve “Hey Gidi Günler” başta olmak üzere sayısız “hit” şarkı seslendirmiş, sayısız ödül almış. O güne dek birlikte çalıştığı söz yazarı, besteci ve aranjörler arasında Fecri Ebcioğlu, Sezen Cumhur Önal, Çiğdem Talu, Ülkü Aker Nino Varon, Timur Selçuk ve Cenk Taşkan gibi isimler var.

Yıl 1997. Aşkın Nur Yengi 27 yaşında.
O güne dek beş albüm yayımlamış. İlk albümünün bütün şarkıları “hit” olmuş, sonrasında da “Hesap Ver”, “Serserim Benim”, “Kara Çiçeğim”, “Ay İnanmıyorum”, “Geceler Düşman” başta olmak üzere çok sayıda “hit” şarkı seslendirmiş, ‘90’lar furyasını başlatan genç isimlerden biri olmuş. O güne dek birlikte çalıştığı söz yazarı, besteci ve aranjörler arasında Fikret Şeneş, Şehrazat, Sezen Aksu, Onno Tunç, Sadun Ersönmez ve Adnan Ergil gibi isimler var.

Yıl 2020. Zeynep Bastık 27 yaşında.
Bugüne dek beş solo, iki düet şarkı yayımlamış, birkaç şarkıda da “feat” olarak yer almış. Daha önce başkaları tarafından popüler kılınmış şarkıları yeniden seslendirerek oluşturduğu akustik kayıtları YouTube kanalında yayınlayarak milyonlarca tıklama ve büyük bir şöhret kazanmış. Bugüne dek birlikte çalıştığı söz yazarı, besteci ve aranjörler arasında Sezen Aksu, Mustafa Sandal, Oğuzhan Koç ve Anıl Piyancı gibi isimler var.

Bütün bunları üşenmeden niye yazdım, onu söyleyeyim. İnternette, orada burada, sosyal medyada ortaya atılan “Zeynep Bastık Türkiye’nin yeni bilmem kimidir…” Zeynep Bastık bilmem kimin veliahdıdır…” türevi cümlelere birlikte gülelim diye. Zira yukarıdaki bilgiler her defasında aklıma geldikçe ben çok gülüyorum. Yaş itibariyle yukarıda bahsi geçen beş ismin de popüler olma süreçlerine yetiştim çünkü ben. Yetişmesem ne gam; veriler ortada.

Bir zaman önce Hakan Gence’ye verdiği röportajda aynen şöyle demişti Zeynep Bastık: “Evimde, arkadaşlarımla sevdiğim şarkıları söylediğim, iddiası olmayan ama özenilmiş bir işti.” YouTube videolarından bahsediyor, anlaşıldığı üzere. Evinde çıplak ayakla koltuğunda oturup enstrüman çalan müzisyen arkadaşlarıyla birlikte, önceden prova edilmiş şarkıları gayet profesyonel bir ses sistemiyle söylemesini nispeten anlıyorum da insan niye evine “malt kafası” yazılı ışıklı bir levha asar, onu anlamıyorum. Hadi astın diyelim, mevzuyu anlatırken “sponsorlu bir iş” demek yerine niye “iddiası olmayan bir iş” der?

Aynı röportajda bir de şu cümleleri var: “Benim basın danışmanım bile yok. 'PR' yaptırmanın amacı ünlü olmak değil mi? Ben ünlü olmak isteseydim, 26 yaşında genç bir kadın olarak çok başka yollar seçerdim. Benim amacım ünlü olmak değil, kendi müziğimi kitlelere duyurmak. Şöhret bunun sadece bir getirisi olabilir. Bu da istemeyeceğim bir şey değil.”
Kendi müziği?.. Nerede o müzik tam olarak?.. Milyonlar tıklanmış videolarının neresinde mesela?

Basın danışmanı yok, “PR” yaptırmıyor ama ne hikmetse geçtiğimiz yaz Zeynep Bastık Harbiye konserlerinin tüm biletleri satıldığı halde Biletix, sosyal medyada merdiven biletleri için sponsorlu reklam çıkıyor. Ben Biletix’in böyle bir şey yaptığını ilk defa gördüm. Buna neden gerek duyulduğunu da asla anlayamadım. Merdiven biletleri de satılsın diye mi yoksa merdiven biletlerinin satıldığı görünsün diye mi?..

Bütün bunları doğal bir süreçmiş, kendiliğinden gelişmiş gibi anlatmak insanları aptal yerine koymak gibi geliyor bana. Zaten itirazım da bu noktada başlıyor. Yoksa bir “proje” ve “PR” çalışması ürünü olmak ne ayıp ne de suç. Bilakis, dünyada özellikle de popüler müzikte genç yetenekler böyle paketlerle sunulur dinleyiciye. Eskiden gazete ilanları, posterler vardı, sonra “billboard”lar, bina giydirmeler, parayla klip yayınlatmalar, radyolarda çaldırmalar çıktı, şimdi de internette görünürlük artırılıyor işte.

Gelelim “cover” söyleme meselesine… Bu da ayıp değil. Zaten yine röportaja dönersek Zeynep Bastık’ın şu cümleleri gayet makul: “Kendimi müzisyenden ziyade orada bir içerik üreticisi olarak konumluyorum. Zaten bir müzisyen değil, şarkıcı olduğumu düşünüyorum.” Ne güzel, bunun farkında. Burada da bir suç ya da ayıp yok.

Mesela yeni nesil bilmez ama Ajda Pekkan da zamanında hep yabancı şarkıların Türkçe şarkılarını söylemekle, yani bir şekilde “cover” yapmakla eleştirildi. Mina şarkısını Mina gibi, Mia Martini şarkısını Mia Martini gibi söylerdi sahiden, iyi bir taklitçiydi ve bu yüzden Türk bestesi söyleyemediği, çünkü kendinden katacak bir şeyi olmadığı iddia edilirdi. O dönem için bir miktar haklılık payı vardı bu eleştirilerde. Ajda zamanla bu eleştirilerin üstüne çıktı ve söylediği her şarkıya kendi yorumunun damgasını vurdu.

Zeynep Bastık “cover”larında da şu an için bir yorumculuktan söz etmek mümkün değil. Gayet temiz, doğru düzgün ama sıradan, ortalama bir biçimde seslendiriyor şarkıları, üzerine bir şey katmadan, adeta bir orkestra solisti gibi. Bu “cover” şarkılar videolarla değil de bir albümle dinleyici karşına çıksaydı aynı etkiyi yaratır mıydı o konuda şüpheliyim ben mesela. Çünkü Zeynep’in sesinden ve yorumundan çok “sevimliliği” ve imajı bütünler gibi şarkıların zaten var olan, daha önce söyleyenlerinden gelen gücünü (ya da en azından yazılan yorumlardan ben öyle anlıyorum.)

Tabii bir süredir “cover” sarmalından çıkmak ve eleştirileri susturmak için çaba sarf ediyor Zeynep Bastık, bunu da gözden kaçırmamak lazım. Nitekim bu yıl piyasaya çıkan “Uslanmıyor Bu” ve “Çukur” adlı şarkılardan sonra yeni teklisi “Her Mevsim Yazım” da yine sıfır kilometre bir şarkı.

Söz ve müziği Oğuzhan Koç’a ait, düzenlemeyi ise Çağrı Telkıvıran yapmış. Şarkı kıvrak ritmi ve sıcak melodisiyle hemen kulağı kavrıyor, hatta aşina geliyor. Derken şarkıda “bundan sonra” diye başlayan nakarat kısmının Özlem Tekin’in “Hep Yek” adlı şarkısının nakaratıyla kan kardeş olduğunu fark edip, aşinalığın sebebini anlıyorsunuz.
Ben kendi adıma Bastık cephesindeki gelişmeleri merakla takip ediyorum. Acaba eninde sonunda “müziğiyle” mi bir yere varacak yoksa bu taktikler, stratejiler, hesaplarla mı devam edecek yoluna? Öyle devam ederse sonu nereye varacak? Bekleyip göreceğiz.
Published on May 22, 2020 15:35
May 21, 2020
Bayramda Ne Yapıyorsunuz?

Bayramda ne yapıyorsunuz? Eş dost akraba ziyareti var mı? Yoksa dört gün dört gün deyip Ege - Akdeniz sahillerine mi kaçacaksınız? "Amaaan en iyisi evde oturmak," diyenlerden misiniz? "Açarım interneti, canlı yayın, cansız yayın, paylaşımdı, 'story'di derken geçer zaman... Son seçenek en iyi seçenek galiba. Ya da "zorunlu seçenek" mi demeliyim?

Online konserlerin gırla gittiği şu günlerde en büyük ve en anlamlı konser organizasyonlarından birinin haberi POPSAV cephesinden geldi. Popüler Müzik Sanatı Vakfı’nın düzenlediği Bayramda Evde Kal Müzikle Kal konserleri, 24 – 25 – 26 Mayıs’ta 20:00 – 22:00 saatleri arasında YouTube Türkiye #EvdeKal ve NetD Müzik YouTube kanallarından canlı olarak yayınlanacak.

70’e yakın müzisyenin katılacağı bu festival gibi konser serisinde izleyeceğimiz isimler arasında hem 70’ler, ‘80’ler, ‘90’larda tanıdığımız yıldızların yanı sıra bugünün genç yıldızları da yer alıyor. Bu anlamda POPSAV bir ilki de başararak müziğin birden fazla kuşağını bir araya getiriyor.

Türkiye’de 1986 yılında Bandrol Yasasının yürürlüğe girmesi ile telif haklarının işlerlik kazanmaya başlaması, peşi sıra müzikte örgütleşmenin, meslek birlikleri oluşturmanın öneminin farkına varılması ile gelişen süreç 1989 yılında POPSAV’ın kurulmasına da vesile olmuştu.

O günlerin hemen hemen tüm popüler yıldızlarının üyesi olduğu vakıf, yıllar boyunca çok önemli işlere imza attı ve müzisyenleri çatısı altında toplayan kıymetli oluşumlardan biri oldu. Dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın sanatçılarla birlikte sahnede “Samanyolu”nu söylediği POPSAV konseri görüntüsü o günleri yaşayan herkesin hafızasında tazedir daha.
Vakfın ilk yıllardan bu yana yaptıklarıyla ilgili detaylı bilgi sahibi olmak için en kıdemli POPSAV emekçilerinden biri olan Baha Boduroğlu’nun kaleme aldığı yazıyı bu cümlenin üzerini tıklayarak okuyabilirsiniz.

30 yılı geride bırakan POPSAV, zaman zaman devletin, zaman zaman yerel yönetimlerin desteğiyle ama en çok da kendi yönetim kurulları ve üyelerinin çabasıyla ayakta kaldı.

Yakın zamanda göreve gelen yeni Yönetim Kurulu, Metin Özülkü, Ferhat Göçer, Yonca Evcimik, Güliz Ayla, Gökhan Türkmen, Hakan Eren, Zeliha Sunal, Baha Boduroğlu ve Ömür Gedik’ten oluşuyor.

Yeni kurulun bu ilk organizasyonu ise günübirlik gelirle hayatını geçindiren ve pandemi nedeniyle aylardır işsiz olan müzisyenlere destek maksadını taşıyor. Zira üzerinde çok konuşulmasına, sık sık dile getirilmesine rağmen bu süreçte işsiz kalan müzisyenler için somut bir adım atılamadı; doğrudan doğruya meslek birliklerinin görev alanına girmeyen bu durum için birliklerin devlet yetkilileri ile yaptığı görüşmeler de konuya bir çözüm getiremedi.

Bu konser dizisiyle bir yandan 4 günlük sokağa çıkma kısıtlaması nedeniyle bayramı evlerinde geçirmek zorunda kalacakların hoşça vakit geçirmesi sağlanırken bir yandan da sponsorlar vasıtasıyla gelir elde edilmesi planlanıyor. Yani ne kadar çok ilgi görür, seyredilirse, gelirin o kadar yüksek olması söz konusu.

Sahnede ünlü ya da ünsüz sanatçıların arkasında, orkestralarında çalan, biz bir yerlerde konser dinlerken, bir eğlence mekânında eğlenirken sahnede yapılan işin asıl yükünü çeken ama hep daha az tanınan hatta bazen hiç tanınmayan, hep daha az kazanan hatta bazen hiç kazanamayan müzisyenler… Şimdi onlara destek zamanı. Tarihe geçecek bir bayramı tarihe geçecek konserlerle kutlamak da cabası...
POPSAV resmi internet sitesi: https://popsav.org/
Published on May 21, 2020 05:01
May 18, 2020
Lale Belkıs & Şahkan - "Hayat Zor"
"Aynadan Geçerken..."

Gencecik bir müzisyen adayı ve ‘60’lı yıllardan bu yana podyumlarda, tiyatro sahnesinde, sinema perdesinde, plaklarda, resim sergilerinde adından söz ettirmiş on parmağında on marifet bir kıdemli sanatçı… Benzeri az bulunur bir işbirliğini Hakan Eren akıl etmiş, Saadettin Dayıoğlu da normal şartlar altında aralarında bir uçurum olması gerektiğini düşüneceğimiz iki nesli ortak bir dilde, duyguda buluşturan şahane bir şarkı yazmış. Şarkının düzenlemesi ise Ödül Erdoğan'a emanet edilmiş.
Yalan değil; gözlerim doldu şarkıyı ilk dinlediğimde, klibi ilk izlediğimde. Lale Belkıs’ın bakışlarına sinmiş görmüşlük, sesine iz sürmüş yaşanmışlık, yüzünde üzeri kapatılmamış çizgiler… Şahkan’ın gençliği, enerjisi, tazeliği… Geçmişle yarın… Kaç yaşında olursanız olun ikisinin arası hep bugün. Ne geçmişe takılıp kalmalı, ne yaşamayı yarına saklamalı… En çok da şarkının bir cümlesinde geçen “kendi zamanlarına tutsak insanlar”dan olmamak için.
Ülkede Korona virüs gündemi hayatın akışının önüne geçmeye başladığı o ilk günlerde yaşlılara yönelik çok şey yazılıp çizildi. En çok da dışarıda boş boş gezinmelerinden, toplu taşımalarda kalabalık yaratmalarından söz edildi; hatta zaman zaman terbiye sınırları aşıldı. Kimse de sormadı, onlar bunca hayat tecrübesi, bunca görmüş geçirmişlikle neden boş boş gezinmelere mahkûm edildiler? Neden hayatın içinde değil de kıyısında, köşesinde, dışında yaşamak zorunda bırakıldılar? İşlerinden tamam da hayattan neden emekli oldular?

Sadece bir örnek vereyim… İş bulmak için başvurulan internet sitelerinden herhangi birine şöyle bir göz atın. Bırakın 60’ı, 50’yi, 40’ı, 30 yaş üstü için bile başvuracak iş ilanı bulmakta zorlanırsınız. Aynı şey iş dünyası dışında da geçerlidir. Belli bir yaş üstü için evinin dışında hoşça vakit geçirebileceği, sosyalleşebileceği alan çok dardır. En aktifi bir musiki cemiyetinin koro çalışmalarına katılır ya da bir derneğin ufak tefek işlerine…

Müzik dünyamız da acımasızdır bu konuda. “Kıdemli” denmez; eski şarkıcı denir doğrudan. Eski şarkıcılara ne şarkı / albüm yapma fırsatı verilir, şartları zorlayıp yapıp etseler de ne yüzüne bakan olur ne konser kapıları açılır ne yeni projeler gündeme geldiğinde adları düşünülür. Hele ki doğal yaş almışlığa direnmemiş, yüzündeki çizgileri sildirmemiş, kilosunu, fiziğini en az genç yaşları kadar muhafaza etmemişlerse vay ki ne vay!

Lale Belkıs’ın büyük bir cesaretle, “Bakın ben buradayım, ne unumu eledim ne eleğimi astım!” dercesine tam kırk yıl sonra stüdyoya girmesi, kamera karşısına geçmesi çok kıymetli bu yüzden. Onu buna ikna eden Hakan Eren’i, böylesi bir proje için yazılabilecek en doğru şarkıyı yazan Saadettin Dayıoğlu’nu ve böylesi bir işle müzik dünyasına adım atma şansını yakalayan Şahkan’ı tekrar tekrar tebrik etmek lazım.
Published on May 18, 2020 12:38
May 17, 2020
"Bu Gece Birinin Kalbi Durabilir!"
Seninle Üç Dakika
1979 - 3. Bölüm
“Eurovision’a Katılmam Olanak Dışı”
TRT 31 Aralık 1978 gecesi için o günlerde epeyce konuşulacak bir yılbaşı özel programı hazırlamıştı. ‘70’lerin başından beri plakları yüz binler satan, ülkenin en sevilen şarkıcılarından biri olan, ancak yaptığı müzik TRT Denetim Kurulu tarafından “yoz müzik” olarak nitelendirildiği için şarkıları radyo ve televizyonlarda yasaklı olan Orhan Gencebay, ilk defa televizyona çıkacak ve tam 4 şarkı birden seslendirecekti.
Gecenin bir başka sürprizi ise televizyona ilk kez bir dansöz çıkarılacak olmasıydı. Bunun için o günlerin popüler dansözlerinden Nesrin Topkapı, ne olur ne olmaz diyerek hazırlattığı hayli kapalı kostümle TRT kameralarının karşısına geçmiş, çekim yapılmıştı.
Ancak bu kadar yasak delmek TRT yetkililerine fazla gelmiş olacak ki, o geceyi ekran karşısında geçirenler, Orhan Gencebay’ın 4 değil, 3 şarkı söylediğine, Nesrin Topkapı’nın ise programdan tamamen çıkarıldığına şahit oldular.
Eurovision Şarkı Yarışması gündemi, 24 Şubat gecesi yapılacak finale kilitlenmiş olsa bile, finalistler basında sık sık haber konusu olmaya devam ediyordu. Bunlardan biri Saadet Sun’du. O yılın yarışma şartnamesi bestecilere isterlerse süreç içerisinde şarkıcı değiştirme hakkı tanırken, jüriye de öneri getirme serbestisi veriyordu. Ve jürinin finale bıraktığı “Sevgilim” adlı şarkı için böyle bir önerisi olmuş, bu parça için karara şöyle bir şerh düşülmüştü: “Eğer besteci ister ve solisti değiştirirse, parça değer kazanır.”
Bu cümleden çıkan yorum jüri üyelerinin Saadet Sun’un şarkıcılığını yeterince iyi bulmadıkları yönündeydi. “Sevgilim”in bestecisi Selçuk Başar’ın solist değiştirmek gibi bir hakkı olduğu göz önünde bulundurulsa, acaba Başar, jürinin bu uyarısını dikkate alıp, tam deyimiyle “köprüyü geçerken at değiştirmek” isteyebilir miydi? Nitekim o günlerde Hafta Sonu gazetesinde Ferdi Yücedağ tarafından kaleme alınan haber de bu yöndeydi. Söylentilere göre Selçuk Başar, “Sevgilim”i finalde seslendirmesi için Ajda Pekkan’a teklif götürmüş, ancak Pekkan olumsuz yanıt vermişti. Başar’ın teklif götürmeyi düşündüğü bir diğer isim ise Nükhet Duru’ydu.
İlk elemelerde yarı finale kalamayan Nükhet Duru, bütün bu süreçte tıpkı Ajda Pekkan gibi ismi zaman zaman gündeme gelse de sessiz kalmayı yeğlemişti. Elenen şarkısı “Çakır”ı ilk kez yılbaşı gecesi televizyon ekranında seslendiren Duru’nun plak yapımcısı ve menajeri Ali Kocatepe ise söylentilere cevap verirken kendi bestesi olan “Çakır”ı ön plana çıkarıyordu: “Bu arada hatırlatalım. Nükhet Duru yılbaşı gecesi elenen parçası ‘Çakır’ ile ekranlara geldi. Bunu elenen ve finale kalan parçalar arasında bir kıyaslama yapmanız için söylüyoruz.”
Kocatepe, “Finale kalan eserler içinde Nükhet’in tarzına uygun, okuyabileceği parça yok. Bize teklif yapan eserlerin sahipleri de elendiler. Bu yüzden Nükhet Duru Eurovision’a kesinlikle katılmıyor,” diyerek söylentilere son noktayı koyacaktı.
Saadet Sun ise hayli üzgündü ve kendini şöyle savunuyordu: “Kabul ediyorum. Parçayı yeterince iyi seslendiremedim. Verilen süre son derece azdı. Tüm stüdyolar doluydu. Hatır için çok kısa süre için stüdyo bulduk ve stüdyoya girdiğim an 39 derece ateşim vardı. Değil şarkı söylemek, konuşacak halim bile yoktu. Eğer yerimde başka biri olsaydı kesinlikle kayıt yapılamazdı. Ne yaptımsa tecrübem ve tekniğim sayesinde yaptım.”
Saadet Sun, fırsat bu fırsat kendisini eleştiri yağmuruna tutanlara ise sert çıkıyordu: “Onlar sokakta gezerken ben şarkıcılık yapıyordum. 12 yıllık şarkıcıyım. Ondan öncesinde tiyatro geçmişim var. Benim için kötü konuşanlar, finalde söylediklerinden utanacaklar, tabii eğer utanma duyguları henüz körelmediyse.”
12 Ocak günü Hilton Oteli Lalezâr Salonu’nda bir basın toplantısı düzenleyen ve 1979 yılı planlarından bahseden Ajda Pekkan, basın mensuplarının soruları üzerine “Eurovision’a katılmam olanak dışı,” diyerek aylardır devam eden dedikoduları bir kalemde bitirecekti.
“Bana son dakikada yapılan böyle bir teklifi kabul etmem olanaksız. Çünkü bu çok uzun çalışma isteyen bir iş. Eğer bu görev zamanında bana verilmiş olsaydı, çok iyi bir şekilde hazırlanır, bundan önceki festivallerde olduğu gibi, Eurovision’da da ülkeme iyi bir sonuçla dönerdim.”
Ajda’nın daha önce katıldığı yurt dışı festivallerine vurgu yapması ve “iyi bir sonuçla” lafını araya sıkıştırması boşuna değildi. Görevi üstlenebileceğini, bu konuda kendine güvendiğini söylüyor ve görev kendisine verilirse kötü bir sonuç almayacağına emin olduğunun da mesajını veriyordu. Kapıyı açık bırakıyordu yani ama bunun 1979 yılı için olmayacağı artık kesindi.
Nükhet ve Ajda isimleri böylece kesin olarak Eurovision gündeminden düştüğüne göre, kimi ünsüz, kimi daha az ünlü mevcut 6 finalistle finale gidecektik; görünen oydu.
Nitekim şarkıların yeterince iyi olmadığından hareketle yarışmanın iptal edilebileceğine dair söylentiler de aynı günlerde açıklığa kavuştu. 23 Ocak’ta yapılan TRT Yönetim Kurulu toplantısında bir üyenin Türkiye’nin yarışmaya katılmaması ve TRT’nin finalist sanatçılara tazminat ödeyerek finali iptal etmesi konusunda sunduğu öneri görüşüldü ve kabul edilmedi. Final yapılacak ve yarışmaya kesinkes katılacaktık.
Final gecesi şarkıları canlı olarak çalacak 48 kişilik büyük orkestra ocak ayının son haftasında Atatürk Kültür Merkezi’nde provalara başlamıştı. Yusuf Güler’in yönettiği orkestrada Devlet Senfoni Orkestrası’dan 38 müzisyenin yanı sıra, 10 da popüler müzik piyasasından müzisyen çalacak, şarkıların icrası sırasında orkestra şefliğini her şarkının aranjörü kendisi yapacaktı.
Öte yandan finalistler şarkılarını final gecesi daha dikkat çekici hale getirmek ve halk oylamasında iyi sonuç alabilmek için hazırlıklarına devam ediyorlardı. Yarı finalde şarkılarını tek başına seslendiren Çetin Alp, Saadet Sun ve Cantekin, final için birer vokal grubundan destek almaya karar vermişlerdi.
Çetin Alp vokalist olarak dört genç kız almıştı yanına. Alp’in vokalistleri Meltem Yılmaz, Şebnem Özsaran ve Didem Hekimoğlu konservatuarın Türk müziği bölümünde öğrenci, Füsun Uluerer ise Türk müziği solisti Nigar Uluerer’in yeğeniydi. Çetin Alp’in seslendirdiği “Elveda”nın bestecisi Turhan Yükseler parçanın aranjörlüğü ve orkestra şefliğini de üstlenecekti.
Saadet Sun’un vokalistleri ise yarı finalde Nur Yoldaş’a vokal yapan Golden Horn korosundan Ahmet Soysal, Ali Tahirgil, Gülgez Duro ve Gönül Bahtiyar olacaktı. Vokalistlerin dördü de konservatuarda opera eğitimi alıyordu. Saadet Sun ve vokalistlerinin seslendireceği “Sevgilim”in orkestra şefliğini parçanın bestecisi ve aranjörü de de olan Selçuk Başar yapacaktı.
Cantekin’in vokalistleri ise o sıralarda sahne programlarında Ajda Pekkan’a eşlik eden Kısa Dalga Vokal Grubu olacaktı. Kısa Dalga Vokal Grubu, Bisan Yorulmaz, Gül Akbabagil ve Recep Aktuğ’un yanı sıra bir yıl önceki finalde Serpil Barlas’ın vokal grubunda yer alan Nilüfer Kutun’dan oluşuyordu. Cantekin’in parçası “Ayrılmak Olmasa”nın aranjörü ve orkestra şefi Onno Tunç’tu.
Tıpkı diğer üç finalist gibi parçalarında vokal desteği almayı düşünen Kuzenler ise üç kızdan oluşan bir vokal grubu arayışlarından kısa sürede vazgeçmiş ve şarkılarını yine üç kişi olarak seslendirmeye karar vermişlerdi. Kuzenler’in seslendirdiği “Çağrı” adlı parçanın aranjör ve orkestra şefi Onno Tunç olacaktı.
Maria Rita Epik ve 21. Peron, şarkılarının büyük orkestraya göre düzenlenmesi dışında sahne üzerinde bir değişikliğe gitmeyi düşünmüyorlardı. Finale kaldıkları belli olunca, kendilerine Baha Boduroğlu tarafından bir teklifi kabul etmiş ve oracıkta Arı Yapım’la bir anlaşma imzalamışlardı. Anlaşmaya göre finalde topluluğun her şeyiyle Arı Yapım ilgilenecek, buna karşılık yarışma sonrasında yayınlanacak Maria Rita Epik ve 21. Peron plağı Arı Yapım etiketi taşıyacaktı.
Maria Rita Epik, o günlerde şarkının düzenlemesini yapması için Onno Tunç’la temasa geçmiş, birkaç kez görüşmüş, ancak orkestra partisyonlarının yazılmasının getireceği maliyeti bile karşılamayacağını görünce Baha Boduroğlu’nun birlikte çalıştığı Tuğrul Karataş’ın düzenlemeyi yapmasına karar verilmişti. Finalde orkestrayı Emin Fındıkoğlu yönetecekti.
Altıncı finalist İlhan İrem’in de parçasında vokalist kullanacağı söyleniyordu ama şimdilik İrem cephesi biraz karanlıktaydı. Çünkü İlhan İrem o günlerde askerdi.
Diskalifiye
Daha ilk elemelerde İlhan İrem’in askerlik sorunu ortaya çıkmış, hatta jüri, bu konuyu kararına şerh düşmüştü. İrem şayet Genelkurmay Başkanlığı’ndan kendisine izin verileceğine dair bir yazı alamazsa yarışmaya katılamayacaktı. O da bunu öğrenir öğrenmez soluğu Şişli Askerlik Şubesi’nde almış, günlerce uğraştıktan sonra geçici bir belge alabilmeyi başarmıştı.
Belge geçiciydi çünkü sadece İlhan İrem’in askerlik ikmal işlemlerinin başladığını, durumunun nüfusa kayıtlı bulunduğu Bursa Çekirge Askerlik Şubesi’ne sorulduğunu, alınacak cevaba göre işlemin devam edeceğini ve şu an için sakıncalı bir durumunun olmadığını açıklıyordu. Yani İlhan İrem asker kaçağı değildi ve işlemleri sonuçlanana kadar askere alınması söz konusu değildi.
Bu belge onun yarışmaya devam edebilmesinin yolunu açmış ve böylece finale kalmıştı kalmasına ama bu sırada da işlemler tamamlanmış ve şimdilik bir izin ya da erteleme söz konusu olmadığı için Sivas’taki acemi birliğine teslim olmuştu. Genelkurmay Başkanlığı gerekli onayı verirse, birliğinden izinli gelip finale katılacaktı. Tüm hesaplar iznin verileceği yolundaydı. Hatta parçanın aranjörü Esin Engin, İstanbul’da orkestra provalarına katılmaya başlamıştı bile.
Ne var ki İlhan İrem’in hiç hesaba katmadığı bir detay vardı. Askere gitmeden hemen önce, 27 Ocak’ta, bağlı bulunduğu plak şirketinin sahibi Yavuz Asöcal’la görüşmüş, Asöcal ondan her ihtimale karşı bir belge imzalamasını istemişti. İrem’in yeni uzunçaları piyasaya çıkmaya hazırdı ve firma tarafından bekletiliyordu. Bekletilmesinin sebebi ise finalist şarkı “Bir Yıldız”ın da plakta yer almasıydı. Yarışma şartnamesi gereği parçanın yayınlanmamış olması gerekiyordu. Ancak İrem’in askere gidiyor olması ve Genelkurmay Başkanlığı’ndan izin çıkıp çıkmayacağının belli olmaması nedeniyle Yavuz Asöcal kendini garantiye almak istemişti.
Yavuz Asöcal
İlhan İrem’in gerçek adı soyadıyla, İlhan Aldatmaz olarak imzaladığı belgede şunlar yazıyordu:
“1979 Eurovision Şarkı Yarışması TRT elemelerinde finale kalan, söz ve müziği bana ait olan ‘Bir Yıldız’ adlı parçamın ‘Sevgiliye’ adlı uzunçalarımda yer almasına, askerlik sorunum çıktığından, yarışmaya devam edemeyeceğimden Yavuz Plak sahibi Yavuz Asöcal’a uzunçalarıma ilave etmesine müsaade ederim.”
Genelkurmay Başkanı Kenan Evren imzasını taşıyan 16 Şubat 1979 tarihli izin yazısı İlhan İrem’in Sivas’ta askerliğini yapmakta olduğu birliğine ulaşır ulaşmaz izni verildi ve İrem soluğu Ankara’da aldı. Niyeti TRT yetkilileri ile görüşüp Genelkurmay Başkanlığı’ndan izin verildiğini, yarışmaya katılabileceğini beyan etmek ve durumunu konuşmaktı. Takvimler 19 Şubat 1979 gününü gösteriyordu. Final gecesine sadece beş gün vardı.
Ne var ki İlhan İrem’in o gün TRT’de Televizyon Daire Başkanı Yılmaz Dağdeviren, sonra TRT Hukuk Müşaviri Tekin Gürzumar ve son bir umutla Bülent Özveren’le yaptığı görüşmeler sonucu değiştirmeyecekti. İlhan İrem yarışmadan diskalifiye edilmişti. Sebebi “Sevgiliye” adlı plağın piyasaya çıkmış olması ve içinde “Bir Yıldız”ın da yer almasıydı. Askerlik sorunu son dakikada çözülmüş ama İlhan İrem yine de yarışma dışı kalmıştı.
Haber gündeme bomba gibi düştü. İlhan İrem, Yavuz Asöcal’ı suçluyor ve o belgeyi imzalamış olsa bile, Asöcal’ın aralarındaki sözlü anlaşmaya uyarak plağı yarışma sonuna kadar piyasaya çıkarmaması gerektiğini söylüyordu. Yavuz Asöcal ise “Doğru değil bunlar,” diyordu. “İlhan, büyük orkestra önünde başarılı olamayacağı yargısına vardığı için askerliğini de bahane ederek yarışmadan çekildi ve yarışma parçasının yayınlanmasına izin verdi.”
Hangi taraf doğruyu söylüyor olursa olsun, olan olmuştu artık. İlhan İrem askerlik görevine devam etmek üzere Sivas’a geri dönerken, geriye kalan 5 finalist Atatürk Kültür Merkezi’nde giderek artan bir heyecanla son provalarını yapıyordu.
Final gecesi sonucu belirleyecek halk jürilerinin kurulması için ilk anonslar televizyonda 21 Ocak Pazar günü yayınlanan Pazar Stüdyosu adlı programda Elçin Temel ve Bülent Özveren tarafından yapılmıştı. Başvurular mektupla olacak ve 17 ilin jüri üyeleri bu mektuplar arasından noter huzurunda yapılacak çekilişle belirlenecekti.
Elçin Temel ve Bülent Özveren
Jüri üyesi olabilmek için 16 ile 60 yaş arasında olmak ve müzikle profesyonel olarak ilgilenmemek zorunluluğu vardı. Duyuru yapıldıktan sonra gelen başvuruların azlığı dikkat çekecekti. TRT yetkilileri bu durumu yarışma parçalarının halk tarafından sevilmemesine bağlıyordu.
17 ilin jüri üyelerini belirleyen kura çekilişi, yarışmadan iki gün önce, 22 Şubat Perşembe günü İstanbul Televizyonu’nda noter gözetiminde yapıldı ve her il için belirlenen 10 asil, 3 yedek jüri üyesinin isimleri o gece televizyonda Bülent Özveren tarafından sunulan bir programla duyuruldu.
Oylama yöntemi ise şöyle belirlenmişti: Her jüri üyesi o gece canlı yayında izlediği parçalara 1’den 5’e kadar puan verecek, jüri başkanları da bu puanları toplayarak o ilin değerlendirmesini yine 1’den 5’e kadar verilen puanlarla canlı yayında açıklayacaktı.
TV’de 7 Gün dergisi, 17 Şubat 1979 tarihli sayısında Eurovison finalistlerine yarışmadaki favorilerini soruyordu. Her birinin verdiği yanıttan ortaya çıkan sonuç hayli ilginçti.
Henüz döndüğü Anadolu turnesinin yorgunluğunu atamayan ve gribe yakalanan Saadet Sun, büyük orkestra eşliğinde yapılan provalarda iğne ve ilaç takviyesiyle ayakta duruyordu. Saadet Sun’a göre finalin favorisi Çetin Alp’ti.
Çetin Alp finale kaldığını öğrendikten hemen sonra bir trafik kazası geçirmiş, karlı bir günde arabasıyla İstinye yokuşunda uçurumdan yuvarlanarak ölüm tehlikesi atlatmış, bir süre sonra ise bu defa bir başka arabayla çarpışarak bir kaza daha yapmıştı. Yakın çevresi bu durumu finalin favorilerinden biri olmasına bağlıyordu. Çetin Alp’e nazar değmişti. Çetin Alp’se finalde Kuzenler topluluğuna şans tanıyordu.
Sahne hayatına 1962 yılında başlayan Cantekin, 1971 yılında evlendikten sonra asıl mesleği olan diş hekimliğine dönmüş ve müziği askıya almıştı. Final gecesi uzun bir aradan sonra ilk kez sahnede şarkı söyleyecekti ve bu yüzden en çok heyecan duyan finalistlerden biriydi. Cantekin, “Seviyorum” adlı şarkıyı diğerlerine göre daha çok beğendiğini söylüyordu.
Yarışmanın en sessiz sedasız ekibi olan Maria Rita Epik ve 21. Peron elemanları profesyonel bir müzik firmasının desteğini almış olmanın rahatlığı içerisinde bir yandan yarışmaya hazırlanıyorlar, bir yandan da okudukları üniversitelerdeki sınavları aksatmamak için İzmir - İstanbul arasında mekik dokuyorlardı. Maria Rita Epik ve 21.Peron’un finalde favorisi Çetin Alp’ti.
Final gecesi son sırada sahne alacak Kuzenler topluluğu elemanlarının ise başlarını kaşıyacak vakitleri yoktu. Hilmi ve Haluk Ersezer kardeşler, Dünya gazetesinde mali danışman ve idare müdürü olarak çalışırlarken, henüz öğrenci olan kuzenleri Korkut Erbuğ da Çivi dergisi için karikatür çiziyordu. O günlerde üçlü, geceleri sahne çalışması da yapıyor, Gala Kulüp’te Nükhet Duru’nun alt kadrosunda yer alıyorlardı.
Grup tüm bu koşturmaca arasında yarışma provalarına zar zor yetişebiliyordu. Kuzenler finalde en fazla şansı kendilerine veriyorlar, ses olarak Çetin Alp’i, düzenleme olarak ise Cantekin’in parçasını beğendiklerini söylüyorlardı.
Bütün bu görüşler bir araya getirildiğinde ise finalistlerin oy çoğunluğu Çetin Alp’in birinci olma ihtimalini gösteriyordu. Oysa final gecesi oy verecek halk jürilerinde profesyonel müzisyen yoktu. Bu durum acaba sonucu nasıl etkileyecekti?
“Dikkat... Bu Gece Birinin Kalbi Durabilir!”
24 Şubat 1979 gecesi ülkede herkes bir kez daha televizyon başındaydı. Televizyonu olmayanlar, olanlara misafirliğe gitmiş, çaylar demlenmiş, ekran karşısına geçilmiş, soluklar tutulmuştu. Birkaç gün önce piyasaya çıkan TV’de 7 Gün dergisinin manşet attığı kadar vardı. Final gecesiyle ilgili yapılan haberin başlığına büyük puntolarla “Dikkat! Bu gece birinin kalbi durabilir!” yazılmıştı.
Aslında finalin yapılacağı şehir ve salon dışında önceki yıllara nazaran değişen pek de fazla şey yoktu. Finalden bir süre sonra ortaya çıkacak ve bu yarışmayı diğer bütün Türkiye finallerinden farklı bir yere koyacak o sürpriz gelişme ise o gece elbette kimsenin aklının ucuna dahi gelmeyecekti.
Canlı yayını Bülent Özveren ve Elçin Temel birlikte sunuyorlardı. Orkestra, sahnenin büyük bölümünü kaplıyor, sahne üzeri yerleşim bir önceki yıl Fransa’da yapılan finalin sahnesini akla getiriyordu. Ekipler şarkılarını orkestranın önüne gelerek seslendireceklerdi. Saatler 21:50’yi gösterirken ekranda yarışmanın sinyal müziği çalmaya başladı. Aylardır beklenen büyük final, nihayet başlıyordu.
Aslında her şeyin Avrupa finallerindekine benzer bir şekilde gerçekleştirilmesi planlanmıştı. Ne var ki teknik aksaklıklar ve organizasyon bozuklukları geceye damgasını vuracaktı. Gece Bülent Özveren ve Elçin Temel’in yarışmanın o güne dek süregelen sefahati hakkında verdiği bilgilerden sonra finalist şarkıların sırasıyla seslendirilmesiyle devam etti. Her finalist ekip sahneye çıkmadan önce sunucular tarafından yarışmacılar ve şarkı yazarları hakkında özgeçmiş bilgileri verilecek ve bir hayli uzayan bu anonslar hem salonda hem de ekran başında sabırsızlıkla bekleyen izleyicileri bir hayli sıkacaktı.
Sahneye ilk önce Saadet Sun çıktı. Final gecesi için modacı Übeyde Bozyiğit’e özel hazırlattığı kostümü, siyah simli bir şalvar tulumdan ve üzerine giydiği payetlerle işlenmiş kaftandan oluşuyordu. Anadolu motifleri taşıyan bu kostüm bir başlık ve bel kuşağıyla tamamlanmıştı.
İkinci sırada sahneye çıkan Çetin Alp ise Vakko firması tarafından hazırlanmış bordo bir smokinle ekrana gelecekti. Alp’in vokalistleri de beyaz pantolon, bordo bluz ve beyaz üzerine bordo şal yaka ceketleriyle görüntüyü tamamlıyorlardı.
Basın mensupları tarafından “en cimri finalist” diye adlandırılan Cantekin ise, gece için özel bir kostüm hazırlatmamış, sahneye çıktığı yıllardan kalma bir takım elbise ile mikrofon karşısına geçmeyi tercih etmişti. Ona eşlik eden vokalist kızlar siyah tuvaletler giyerken, erkek vokalist Recep Aktuğ ise yaz aylarında yapılan ve kendi bestesiyle ikincilik kazandığı Antalya Altın Portakal Şarkı Yarışması’nda sahnede giydiği takım elbiseyle çıkacaktı seyirci karşısına.
21. Peron elemanlarının kostümleri pantolon, yelek, gömlek ve kravattan oluşuyordu. Ekibin solisti Maria Rita Epik ise siyah pantolonunun üzerine giydiği beyaz tuniği ve beline taktığı kemerle dikkat çekiyordu. “Seviyorum” ekibinin kostümlerini Baha Boduroğlu hazırlatmıştı.
Final gecesi dansları ve sempatik hareketleriyle göz dolduran Kuzenler, beyaz ceket, gömlek, papyon ve siyah pantolondan oluşan fraklarıyla çıktılar sahneye.
Performanslar tamamlanmıştı. Ne var ki büyük bir sorun vardı. Salondaki davetliler sadece orkestrayı duyabilmiş, solistlerin sesi hiç duyulmamıştı. Bu, salonda kurulan ses düzeniyle ilgili bir sorundu ve TRT yetkililerine göre yayına giden ses gayet iyiydi. Oysa işin aslı öyle değildi. Hemen her şarkıda aynı sorun yaşanmış, ekran başında yarışmayı izleyenler de yer yer şarkıcıların sesini duymakta zorlanmıştı. Ne var ki yapılacak bir şey yoktu. Jüriler duydukları kadarıyla oy vereceklerdi.
Beş finalist şarkının sırasıyla ekrana gelmesinden sonra yirmi dakikalık bir mini konserin banttan yayını başladı. Aynı sahnede daha önce çekimi yapılan bu konserde Emin Fındıkoğlu ve Onno Tunç Orkestrası ekrana gelecekti. Orkestra “Demet”, “Leyla” ve “Majör Majör” adlarını taşıyan üç enstrümantal parça çaldı.
Konserin ardından finalistlerin performansları bir kez daha, bu defa banttan ekrana getirildi. Yaklaşık 40 dakikalık tüm bu zaman zarfında salondan çıkıp fuayede zaman geçiren davetliler tekrar salona döndüklerinde artık gecenin en heyecanlı dakikaları başlamıştı. Sunucu Elçin Temel ve Bülent Özveren bir kez daha sahnedeydi. 17 ilden jüri başkanlarıyla tek tek telefon bağlantısı yapılacak ve her jürinin verdiği puanlar, özel olarak hazırlanan elektronik panoya anında yansıtılacaktı.
Bağlantı yapılan ilk üç şehir, Diyarbakır, Urfa ve Antalya, 5’er puanlarını Kuzenler’in şarkısına vermişti. Sonraki dört şehir, İstanbul, Bilecik, Muğla ve Ankara ise en yüksek puanlarını “Seviyorum” şarkısı için kullanmıştı. Peşi sıra Konya, Kuzenler’e, İzmir’se Maria Rita Epik ve 21. Peron’a 5’er puan verince aşağı yukarı finalistlerin akıbeti belli olmuştu. Birincilik “Seviyorum”la “Çağrı” arasında gidip geliyordu. Onları Cantekin’in parçası “Ayrılmak Olmasa” izliyordu. Çetin Alp ve Saadet Sun ise diğerlerine kıyasla epey geriden geliyordu.
Sonrasında sırasıyla Kırklareli, Çorum, Kahramanmaraş, Bolu, Erzurum’dan oylar alındı. Sıradaki il Kütahya’ya ise telefon hatlarının azizliğinden dolayı bağlanılamadı. Telefon haberleşmesinin çok sağlıklı yapılamadığı o yıllarda bu durum zaten ihtimal dahilinde olduğu için TRT yetkilileri finalden önce şöyle bir karar almışlardı: Şayet herhangi bir ille telefon bağlantısı yapılamazsa o jüri yok sayılacak, alınabilen oylar üzerinden sonuç belirlenecekti. Aslında bu pek de akılcı bir yöntem değildi çünkü sonucu doğrudan etkileyebilirdi ancak nedense kimsenin aklına daha iyi bir fikir gelmemişti. Nitekim Kütahya atlandı, Elazığ ve Kayseri ile devam edildi. Neyse ki sonrasında Kütahya ile bağlantı kurulabildi ve Kütahya jürisinin oylarıyla sonuç kesinleşti.
İki Birinci
İşte ne olduysa o sırada oldu. Bülent Özveren şaşkınlıkla toplam puanların yazılı olduğu elektronik panoya bakıyordu. Tıpkı 1975 yılında olduğu gibi, yine iki birinci vardı. Hem Kuzenler hem de Maria Rita Epik ve 21. Peron, 68’şer puanla gecenin birincisi gözüküyorlardı.
Bülent Özveren elektronik panoda yanıp yanıp sönen iki 68 puana bakarak oylamanın sonucunda yarışmadan iki birinci çıktığını tüm Türkiye’ye anons ederken hem kuliste hem sahne arkasında bir koşuşturma başlamıştı. Bir tuhaflık vardı. Yarışmayı salonda izleyenler, o dakikalarda sahnenin kameraların görüş alanı dışında kalan kısmından telaşla gelip Bülent Özveren’in eline bir kağıt tutuşturan sarışın bir kadın gördüler. O kadın Eurovision komitesi şefi Meral Savcı’ydı ve o kağıtta birincinin “Seviyorum” olduğu yazıyordu.
“Elektronik beyin”le çalışan elektrikli pano üzerindeki sonuçlarda hata vardı. “Seviyorum” gerçekte 69 puan almıştı ve 1 puan farkla yarışmanın birincisi olmuştu.
Bu durumda 68 puanla Kuzenler ikinci, 57 puanla da Cantekin üçüncüydü. Dördüncülük 33 puanla Saadet Sun’un ve beşincilik de 28 puanla Çetin Alp’in olmuştu.
Özveren’in ekran başındakilere yaptığı açıklama ile durum netleşmiş ve gece, “Seviyorum”un zaferiyle sonuçlanmıştı.
Ödül töreninden sonra Maria Rita Epik ve 21.Peron, onlara birinciliğini getiren şarkılarını bir kez daha seslendirdiler. Üniversite öğrencisi dört gencin sevinçleri gözlerinden okunuyor, heyecandan sesleri titriyordu şarkıyı ikinci kez seslendirirken. Canlı yayın bittiğinde ise Bülent Özveren salondaki davetlilerin yerlerinden kalkmamaları için anons yapıyordu. “40 milyona iyi bir ses yayını yapabilmek için mikrofonları salona iyi yansıtamadık. İşte 21. Peron sizler için bir daha söylüyor. Bu kez mikrofonlar açık. Tadına varın şampiyon şarkının…”
Maria Rita Epik ve 21. Peron bu defa sadece salondakiler için şarkıyı üçüncü kez seslendirirken, televizyonda gece haberleri başlamıştı. Haberlerden sonra İstiklal Marşı çalınacak ve ekranda “Televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız” yazısı belirecekti. Bir Eurovision Türkiye finali daha böylece noktalanmıştı. Bundan böyle yapılacak her şey 31 Mart gecesi İsrail’de gerçekleştirilecek büyük final için olacaktı.
DEVAM EDECEK
GELECEK BÖLÜM: "MARİA AĞLIYOR"
YAZI DİZİSİNİ İLK BÖLÜMÜNDEN İTİBAREN OKUMAK İÇİN TIKLAYIN
1979 - 3. Bölüm
“Eurovision’a Katılmam Olanak Dışı”

TRT 31 Aralık 1978 gecesi için o günlerde epeyce konuşulacak bir yılbaşı özel programı hazırlamıştı. ‘70’lerin başından beri plakları yüz binler satan, ülkenin en sevilen şarkıcılarından biri olan, ancak yaptığı müzik TRT Denetim Kurulu tarafından “yoz müzik” olarak nitelendirildiği için şarkıları radyo ve televizyonlarda yasaklı olan Orhan Gencebay, ilk defa televizyona çıkacak ve tam 4 şarkı birden seslendirecekti.

Gecenin bir başka sürprizi ise televizyona ilk kez bir dansöz çıkarılacak olmasıydı. Bunun için o günlerin popüler dansözlerinden Nesrin Topkapı, ne olur ne olmaz diyerek hazırlattığı hayli kapalı kostümle TRT kameralarının karşısına geçmiş, çekim yapılmıştı.

Ancak bu kadar yasak delmek TRT yetkililerine fazla gelmiş olacak ki, o geceyi ekran karşısında geçirenler, Orhan Gencebay’ın 4 değil, 3 şarkı söylediğine, Nesrin Topkapı’nın ise programdan tamamen çıkarıldığına şahit oldular.

Eurovision Şarkı Yarışması gündemi, 24 Şubat gecesi yapılacak finale kilitlenmiş olsa bile, finalistler basında sık sık haber konusu olmaya devam ediyordu. Bunlardan biri Saadet Sun’du. O yılın yarışma şartnamesi bestecilere isterlerse süreç içerisinde şarkıcı değiştirme hakkı tanırken, jüriye de öneri getirme serbestisi veriyordu. Ve jürinin finale bıraktığı “Sevgilim” adlı şarkı için böyle bir önerisi olmuş, bu parça için karara şöyle bir şerh düşülmüştü: “Eğer besteci ister ve solisti değiştirirse, parça değer kazanır.”

Bu cümleden çıkan yorum jüri üyelerinin Saadet Sun’un şarkıcılığını yeterince iyi bulmadıkları yönündeydi. “Sevgilim”in bestecisi Selçuk Başar’ın solist değiştirmek gibi bir hakkı olduğu göz önünde bulundurulsa, acaba Başar, jürinin bu uyarısını dikkate alıp, tam deyimiyle “köprüyü geçerken at değiştirmek” isteyebilir miydi? Nitekim o günlerde Hafta Sonu gazetesinde Ferdi Yücedağ tarafından kaleme alınan haber de bu yöndeydi. Söylentilere göre Selçuk Başar, “Sevgilim”i finalde seslendirmesi için Ajda Pekkan’a teklif götürmüş, ancak Pekkan olumsuz yanıt vermişti. Başar’ın teklif götürmeyi düşündüğü bir diğer isim ise Nükhet Duru’ydu.

İlk elemelerde yarı finale kalamayan Nükhet Duru, bütün bu süreçte tıpkı Ajda Pekkan gibi ismi zaman zaman gündeme gelse de sessiz kalmayı yeğlemişti. Elenen şarkısı “Çakır”ı ilk kez yılbaşı gecesi televizyon ekranında seslendiren Duru’nun plak yapımcısı ve menajeri Ali Kocatepe ise söylentilere cevap verirken kendi bestesi olan “Çakır”ı ön plana çıkarıyordu: “Bu arada hatırlatalım. Nükhet Duru yılbaşı gecesi elenen parçası ‘Çakır’ ile ekranlara geldi. Bunu elenen ve finale kalan parçalar arasında bir kıyaslama yapmanız için söylüyoruz.”

Kocatepe, “Finale kalan eserler içinde Nükhet’in tarzına uygun, okuyabileceği parça yok. Bize teklif yapan eserlerin sahipleri de elendiler. Bu yüzden Nükhet Duru Eurovision’a kesinlikle katılmıyor,” diyerek söylentilere son noktayı koyacaktı.

Saadet Sun ise hayli üzgündü ve kendini şöyle savunuyordu: “Kabul ediyorum. Parçayı yeterince iyi seslendiremedim. Verilen süre son derece azdı. Tüm stüdyolar doluydu. Hatır için çok kısa süre için stüdyo bulduk ve stüdyoya girdiğim an 39 derece ateşim vardı. Değil şarkı söylemek, konuşacak halim bile yoktu. Eğer yerimde başka biri olsaydı kesinlikle kayıt yapılamazdı. Ne yaptımsa tecrübem ve tekniğim sayesinde yaptım.”

Saadet Sun, fırsat bu fırsat kendisini eleştiri yağmuruna tutanlara ise sert çıkıyordu: “Onlar sokakta gezerken ben şarkıcılık yapıyordum. 12 yıllık şarkıcıyım. Ondan öncesinde tiyatro geçmişim var. Benim için kötü konuşanlar, finalde söylediklerinden utanacaklar, tabii eğer utanma duyguları henüz körelmediyse.”

12 Ocak günü Hilton Oteli Lalezâr Salonu’nda bir basın toplantısı düzenleyen ve 1979 yılı planlarından bahseden Ajda Pekkan, basın mensuplarının soruları üzerine “Eurovision’a katılmam olanak dışı,” diyerek aylardır devam eden dedikoduları bir kalemde bitirecekti.

“Bana son dakikada yapılan böyle bir teklifi kabul etmem olanaksız. Çünkü bu çok uzun çalışma isteyen bir iş. Eğer bu görev zamanında bana verilmiş olsaydı, çok iyi bir şekilde hazırlanır, bundan önceki festivallerde olduğu gibi, Eurovision’da da ülkeme iyi bir sonuçla dönerdim.”

Ajda’nın daha önce katıldığı yurt dışı festivallerine vurgu yapması ve “iyi bir sonuçla” lafını araya sıkıştırması boşuna değildi. Görevi üstlenebileceğini, bu konuda kendine güvendiğini söylüyor ve görev kendisine verilirse kötü bir sonuç almayacağına emin olduğunun da mesajını veriyordu. Kapıyı açık bırakıyordu yani ama bunun 1979 yılı için olmayacağı artık kesindi.

Nükhet ve Ajda isimleri böylece kesin olarak Eurovision gündeminden düştüğüne göre, kimi ünsüz, kimi daha az ünlü mevcut 6 finalistle finale gidecektik; görünen oydu.

Nitekim şarkıların yeterince iyi olmadığından hareketle yarışmanın iptal edilebileceğine dair söylentiler de aynı günlerde açıklığa kavuştu. 23 Ocak’ta yapılan TRT Yönetim Kurulu toplantısında bir üyenin Türkiye’nin yarışmaya katılmaması ve TRT’nin finalist sanatçılara tazminat ödeyerek finali iptal etmesi konusunda sunduğu öneri görüşüldü ve kabul edilmedi. Final yapılacak ve yarışmaya kesinkes katılacaktık.

Final gecesi şarkıları canlı olarak çalacak 48 kişilik büyük orkestra ocak ayının son haftasında Atatürk Kültür Merkezi’nde provalara başlamıştı. Yusuf Güler’in yönettiği orkestrada Devlet Senfoni Orkestrası’dan 38 müzisyenin yanı sıra, 10 da popüler müzik piyasasından müzisyen çalacak, şarkıların icrası sırasında orkestra şefliğini her şarkının aranjörü kendisi yapacaktı.

Öte yandan finalistler şarkılarını final gecesi daha dikkat çekici hale getirmek ve halk oylamasında iyi sonuç alabilmek için hazırlıklarına devam ediyorlardı. Yarı finalde şarkılarını tek başına seslendiren Çetin Alp, Saadet Sun ve Cantekin, final için birer vokal grubundan destek almaya karar vermişlerdi.

Çetin Alp vokalist olarak dört genç kız almıştı yanına. Alp’in vokalistleri Meltem Yılmaz, Şebnem Özsaran ve Didem Hekimoğlu konservatuarın Türk müziği bölümünde öğrenci, Füsun Uluerer ise Türk müziği solisti Nigar Uluerer’in yeğeniydi. Çetin Alp’in seslendirdiği “Elveda”nın bestecisi Turhan Yükseler parçanın aranjörlüğü ve orkestra şefliğini de üstlenecekti.

Saadet Sun’un vokalistleri ise yarı finalde Nur Yoldaş’a vokal yapan Golden Horn korosundan Ahmet Soysal, Ali Tahirgil, Gülgez Duro ve Gönül Bahtiyar olacaktı. Vokalistlerin dördü de konservatuarda opera eğitimi alıyordu. Saadet Sun ve vokalistlerinin seslendireceği “Sevgilim”in orkestra şefliğini parçanın bestecisi ve aranjörü de de olan Selçuk Başar yapacaktı.

Cantekin’in vokalistleri ise o sıralarda sahne programlarında Ajda Pekkan’a eşlik eden Kısa Dalga Vokal Grubu olacaktı. Kısa Dalga Vokal Grubu, Bisan Yorulmaz, Gül Akbabagil ve Recep Aktuğ’un yanı sıra bir yıl önceki finalde Serpil Barlas’ın vokal grubunda yer alan Nilüfer Kutun’dan oluşuyordu. Cantekin’in parçası “Ayrılmak Olmasa”nın aranjörü ve orkestra şefi Onno Tunç’tu.

Tıpkı diğer üç finalist gibi parçalarında vokal desteği almayı düşünen Kuzenler ise üç kızdan oluşan bir vokal grubu arayışlarından kısa sürede vazgeçmiş ve şarkılarını yine üç kişi olarak seslendirmeye karar vermişlerdi. Kuzenler’in seslendirdiği “Çağrı” adlı parçanın aranjör ve orkestra şefi Onno Tunç olacaktı.

Maria Rita Epik ve 21. Peron, şarkılarının büyük orkestraya göre düzenlenmesi dışında sahne üzerinde bir değişikliğe gitmeyi düşünmüyorlardı. Finale kaldıkları belli olunca, kendilerine Baha Boduroğlu tarafından bir teklifi kabul etmiş ve oracıkta Arı Yapım’la bir anlaşma imzalamışlardı. Anlaşmaya göre finalde topluluğun her şeyiyle Arı Yapım ilgilenecek, buna karşılık yarışma sonrasında yayınlanacak Maria Rita Epik ve 21. Peron plağı Arı Yapım etiketi taşıyacaktı.

Maria Rita Epik, o günlerde şarkının düzenlemesini yapması için Onno Tunç’la temasa geçmiş, birkaç kez görüşmüş, ancak orkestra partisyonlarının yazılmasının getireceği maliyeti bile karşılamayacağını görünce Baha Boduroğlu’nun birlikte çalıştığı Tuğrul Karataş’ın düzenlemeyi yapmasına karar verilmişti. Finalde orkestrayı Emin Fındıkoğlu yönetecekti.

Altıncı finalist İlhan İrem’in de parçasında vokalist kullanacağı söyleniyordu ama şimdilik İrem cephesi biraz karanlıktaydı. Çünkü İlhan İrem o günlerde askerdi.

Diskalifiye
Daha ilk elemelerde İlhan İrem’in askerlik sorunu ortaya çıkmış, hatta jüri, bu konuyu kararına şerh düşmüştü. İrem şayet Genelkurmay Başkanlığı’ndan kendisine izin verileceğine dair bir yazı alamazsa yarışmaya katılamayacaktı. O da bunu öğrenir öğrenmez soluğu Şişli Askerlik Şubesi’nde almış, günlerce uğraştıktan sonra geçici bir belge alabilmeyi başarmıştı.

Belge geçiciydi çünkü sadece İlhan İrem’in askerlik ikmal işlemlerinin başladığını, durumunun nüfusa kayıtlı bulunduğu Bursa Çekirge Askerlik Şubesi’ne sorulduğunu, alınacak cevaba göre işlemin devam edeceğini ve şu an için sakıncalı bir durumunun olmadığını açıklıyordu. Yani İlhan İrem asker kaçağı değildi ve işlemleri sonuçlanana kadar askere alınması söz konusu değildi.

Bu belge onun yarışmaya devam edebilmesinin yolunu açmış ve böylece finale kalmıştı kalmasına ama bu sırada da işlemler tamamlanmış ve şimdilik bir izin ya da erteleme söz konusu olmadığı için Sivas’taki acemi birliğine teslim olmuştu. Genelkurmay Başkanlığı gerekli onayı verirse, birliğinden izinli gelip finale katılacaktı. Tüm hesaplar iznin verileceği yolundaydı. Hatta parçanın aranjörü Esin Engin, İstanbul’da orkestra provalarına katılmaya başlamıştı bile.

Ne var ki İlhan İrem’in hiç hesaba katmadığı bir detay vardı. Askere gitmeden hemen önce, 27 Ocak’ta, bağlı bulunduğu plak şirketinin sahibi Yavuz Asöcal’la görüşmüş, Asöcal ondan her ihtimale karşı bir belge imzalamasını istemişti. İrem’in yeni uzunçaları piyasaya çıkmaya hazırdı ve firma tarafından bekletiliyordu. Bekletilmesinin sebebi ise finalist şarkı “Bir Yıldız”ın da plakta yer almasıydı. Yarışma şartnamesi gereği parçanın yayınlanmamış olması gerekiyordu. Ancak İrem’in askere gidiyor olması ve Genelkurmay Başkanlığı’ndan izin çıkıp çıkmayacağının belli olmaması nedeniyle Yavuz Asöcal kendini garantiye almak istemişti.

İlhan İrem’in gerçek adı soyadıyla, İlhan Aldatmaz olarak imzaladığı belgede şunlar yazıyordu:
“1979 Eurovision Şarkı Yarışması TRT elemelerinde finale kalan, söz ve müziği bana ait olan ‘Bir Yıldız’ adlı parçamın ‘Sevgiliye’ adlı uzunçalarımda yer almasına, askerlik sorunum çıktığından, yarışmaya devam edemeyeceğimden Yavuz Plak sahibi Yavuz Asöcal’a uzunçalarıma ilave etmesine müsaade ederim.”

Genelkurmay Başkanı Kenan Evren imzasını taşıyan 16 Şubat 1979 tarihli izin yazısı İlhan İrem’in Sivas’ta askerliğini yapmakta olduğu birliğine ulaşır ulaşmaz izni verildi ve İrem soluğu Ankara’da aldı. Niyeti TRT yetkilileri ile görüşüp Genelkurmay Başkanlığı’ndan izin verildiğini, yarışmaya katılabileceğini beyan etmek ve durumunu konuşmaktı. Takvimler 19 Şubat 1979 gününü gösteriyordu. Final gecesine sadece beş gün vardı.

Ne var ki İlhan İrem’in o gün TRT’de Televizyon Daire Başkanı Yılmaz Dağdeviren, sonra TRT Hukuk Müşaviri Tekin Gürzumar ve son bir umutla Bülent Özveren’le yaptığı görüşmeler sonucu değiştirmeyecekti. İlhan İrem yarışmadan diskalifiye edilmişti. Sebebi “Sevgiliye” adlı plağın piyasaya çıkmış olması ve içinde “Bir Yıldız”ın da yer almasıydı. Askerlik sorunu son dakikada çözülmüş ama İlhan İrem yine de yarışma dışı kalmıştı.

Haber gündeme bomba gibi düştü. İlhan İrem, Yavuz Asöcal’ı suçluyor ve o belgeyi imzalamış olsa bile, Asöcal’ın aralarındaki sözlü anlaşmaya uyarak plağı yarışma sonuna kadar piyasaya çıkarmaması gerektiğini söylüyordu. Yavuz Asöcal ise “Doğru değil bunlar,” diyordu. “İlhan, büyük orkestra önünde başarılı olamayacağı yargısına vardığı için askerliğini de bahane ederek yarışmadan çekildi ve yarışma parçasının yayınlanmasına izin verdi.”

Hangi taraf doğruyu söylüyor olursa olsun, olan olmuştu artık. İlhan İrem askerlik görevine devam etmek üzere Sivas’a geri dönerken, geriye kalan 5 finalist Atatürk Kültür Merkezi’nde giderek artan bir heyecanla son provalarını yapıyordu.

Final gecesi sonucu belirleyecek halk jürilerinin kurulması için ilk anonslar televizyonda 21 Ocak Pazar günü yayınlanan Pazar Stüdyosu adlı programda Elçin Temel ve Bülent Özveren tarafından yapılmıştı. Başvurular mektupla olacak ve 17 ilin jüri üyeleri bu mektuplar arasından noter huzurunda yapılacak çekilişle belirlenecekti.

Jüri üyesi olabilmek için 16 ile 60 yaş arasında olmak ve müzikle profesyonel olarak ilgilenmemek zorunluluğu vardı. Duyuru yapıldıktan sonra gelen başvuruların azlığı dikkat çekecekti. TRT yetkilileri bu durumu yarışma parçalarının halk tarafından sevilmemesine bağlıyordu.

17 ilin jüri üyelerini belirleyen kura çekilişi, yarışmadan iki gün önce, 22 Şubat Perşembe günü İstanbul Televizyonu’nda noter gözetiminde yapıldı ve her il için belirlenen 10 asil, 3 yedek jüri üyesinin isimleri o gece televizyonda Bülent Özveren tarafından sunulan bir programla duyuruldu.

Oylama yöntemi ise şöyle belirlenmişti: Her jüri üyesi o gece canlı yayında izlediği parçalara 1’den 5’e kadar puan verecek, jüri başkanları da bu puanları toplayarak o ilin değerlendirmesini yine 1’den 5’e kadar verilen puanlarla canlı yayında açıklayacaktı.

TV’de 7 Gün dergisi, 17 Şubat 1979 tarihli sayısında Eurovison finalistlerine yarışmadaki favorilerini soruyordu. Her birinin verdiği yanıttan ortaya çıkan sonuç hayli ilginçti.

Henüz döndüğü Anadolu turnesinin yorgunluğunu atamayan ve gribe yakalanan Saadet Sun, büyük orkestra eşliğinde yapılan provalarda iğne ve ilaç takviyesiyle ayakta duruyordu. Saadet Sun’a göre finalin favorisi Çetin Alp’ti.

Çetin Alp finale kaldığını öğrendikten hemen sonra bir trafik kazası geçirmiş, karlı bir günde arabasıyla İstinye yokuşunda uçurumdan yuvarlanarak ölüm tehlikesi atlatmış, bir süre sonra ise bu defa bir başka arabayla çarpışarak bir kaza daha yapmıştı. Yakın çevresi bu durumu finalin favorilerinden biri olmasına bağlıyordu. Çetin Alp’e nazar değmişti. Çetin Alp’se finalde Kuzenler topluluğuna şans tanıyordu.

Sahne hayatına 1962 yılında başlayan Cantekin, 1971 yılında evlendikten sonra asıl mesleği olan diş hekimliğine dönmüş ve müziği askıya almıştı. Final gecesi uzun bir aradan sonra ilk kez sahnede şarkı söyleyecekti ve bu yüzden en çok heyecan duyan finalistlerden biriydi. Cantekin, “Seviyorum” adlı şarkıyı diğerlerine göre daha çok beğendiğini söylüyordu.

Yarışmanın en sessiz sedasız ekibi olan Maria Rita Epik ve 21. Peron elemanları profesyonel bir müzik firmasının desteğini almış olmanın rahatlığı içerisinde bir yandan yarışmaya hazırlanıyorlar, bir yandan da okudukları üniversitelerdeki sınavları aksatmamak için İzmir - İstanbul arasında mekik dokuyorlardı. Maria Rita Epik ve 21.Peron’un finalde favorisi Çetin Alp’ti.

Final gecesi son sırada sahne alacak Kuzenler topluluğu elemanlarının ise başlarını kaşıyacak vakitleri yoktu. Hilmi ve Haluk Ersezer kardeşler, Dünya gazetesinde mali danışman ve idare müdürü olarak çalışırlarken, henüz öğrenci olan kuzenleri Korkut Erbuğ da Çivi dergisi için karikatür çiziyordu. O günlerde üçlü, geceleri sahne çalışması da yapıyor, Gala Kulüp’te Nükhet Duru’nun alt kadrosunda yer alıyorlardı.

Grup tüm bu koşturmaca arasında yarışma provalarına zar zor yetişebiliyordu. Kuzenler finalde en fazla şansı kendilerine veriyorlar, ses olarak Çetin Alp’i, düzenleme olarak ise Cantekin’in parçasını beğendiklerini söylüyorlardı.

Bütün bu görüşler bir araya getirildiğinde ise finalistlerin oy çoğunluğu Çetin Alp’in birinci olma ihtimalini gösteriyordu. Oysa final gecesi oy verecek halk jürilerinde profesyonel müzisyen yoktu. Bu durum acaba sonucu nasıl etkileyecekti?
“Dikkat... Bu Gece Birinin Kalbi Durabilir!”

24 Şubat 1979 gecesi ülkede herkes bir kez daha televizyon başındaydı. Televizyonu olmayanlar, olanlara misafirliğe gitmiş, çaylar demlenmiş, ekran karşısına geçilmiş, soluklar tutulmuştu. Birkaç gün önce piyasaya çıkan TV’de 7 Gün dergisinin manşet attığı kadar vardı. Final gecesiyle ilgili yapılan haberin başlığına büyük puntolarla “Dikkat! Bu gece birinin kalbi durabilir!” yazılmıştı.

Aslında finalin yapılacağı şehir ve salon dışında önceki yıllara nazaran değişen pek de fazla şey yoktu. Finalden bir süre sonra ortaya çıkacak ve bu yarışmayı diğer bütün Türkiye finallerinden farklı bir yere koyacak o sürpriz gelişme ise o gece elbette kimsenin aklının ucuna dahi gelmeyecekti.

Canlı yayını Bülent Özveren ve Elçin Temel birlikte sunuyorlardı. Orkestra, sahnenin büyük bölümünü kaplıyor, sahne üzeri yerleşim bir önceki yıl Fransa’da yapılan finalin sahnesini akla getiriyordu. Ekipler şarkılarını orkestranın önüne gelerek seslendireceklerdi. Saatler 21:50’yi gösterirken ekranda yarışmanın sinyal müziği çalmaya başladı. Aylardır beklenen büyük final, nihayet başlıyordu.

Aslında her şeyin Avrupa finallerindekine benzer bir şekilde gerçekleştirilmesi planlanmıştı. Ne var ki teknik aksaklıklar ve organizasyon bozuklukları geceye damgasını vuracaktı. Gece Bülent Özveren ve Elçin Temel’in yarışmanın o güne dek süregelen sefahati hakkında verdiği bilgilerden sonra finalist şarkıların sırasıyla seslendirilmesiyle devam etti. Her finalist ekip sahneye çıkmadan önce sunucular tarafından yarışmacılar ve şarkı yazarları hakkında özgeçmiş bilgileri verilecek ve bir hayli uzayan bu anonslar hem salonda hem de ekran başında sabırsızlıkla bekleyen izleyicileri bir hayli sıkacaktı.

Sahneye ilk önce Saadet Sun çıktı. Final gecesi için modacı Übeyde Bozyiğit’e özel hazırlattığı kostümü, siyah simli bir şalvar tulumdan ve üzerine giydiği payetlerle işlenmiş kaftandan oluşuyordu. Anadolu motifleri taşıyan bu kostüm bir başlık ve bel kuşağıyla tamamlanmıştı.

İkinci sırada sahneye çıkan Çetin Alp ise Vakko firması tarafından hazırlanmış bordo bir smokinle ekrana gelecekti. Alp’in vokalistleri de beyaz pantolon, bordo bluz ve beyaz üzerine bordo şal yaka ceketleriyle görüntüyü tamamlıyorlardı.

Basın mensupları tarafından “en cimri finalist” diye adlandırılan Cantekin ise, gece için özel bir kostüm hazırlatmamış, sahneye çıktığı yıllardan kalma bir takım elbise ile mikrofon karşısına geçmeyi tercih etmişti. Ona eşlik eden vokalist kızlar siyah tuvaletler giyerken, erkek vokalist Recep Aktuğ ise yaz aylarında yapılan ve kendi bestesiyle ikincilik kazandığı Antalya Altın Portakal Şarkı Yarışması’nda sahnede giydiği takım elbiseyle çıkacaktı seyirci karşısına.
21. Peron elemanlarının kostümleri pantolon, yelek, gömlek ve kravattan oluşuyordu. Ekibin solisti Maria Rita Epik ise siyah pantolonunun üzerine giydiği beyaz tuniği ve beline taktığı kemerle dikkat çekiyordu. “Seviyorum” ekibinin kostümlerini Baha Boduroğlu hazırlatmıştı.
Final gecesi dansları ve sempatik hareketleriyle göz dolduran Kuzenler, beyaz ceket, gömlek, papyon ve siyah pantolondan oluşan fraklarıyla çıktılar sahneye.
Performanslar tamamlanmıştı. Ne var ki büyük bir sorun vardı. Salondaki davetliler sadece orkestrayı duyabilmiş, solistlerin sesi hiç duyulmamıştı. Bu, salonda kurulan ses düzeniyle ilgili bir sorundu ve TRT yetkililerine göre yayına giden ses gayet iyiydi. Oysa işin aslı öyle değildi. Hemen her şarkıda aynı sorun yaşanmış, ekran başında yarışmayı izleyenler de yer yer şarkıcıların sesini duymakta zorlanmıştı. Ne var ki yapılacak bir şey yoktu. Jüriler duydukları kadarıyla oy vereceklerdi.

Beş finalist şarkının sırasıyla ekrana gelmesinden sonra yirmi dakikalık bir mini konserin banttan yayını başladı. Aynı sahnede daha önce çekimi yapılan bu konserde Emin Fındıkoğlu ve Onno Tunç Orkestrası ekrana gelecekti. Orkestra “Demet”, “Leyla” ve “Majör Majör” adlarını taşıyan üç enstrümantal parça çaldı.

Konserin ardından finalistlerin performansları bir kez daha, bu defa banttan ekrana getirildi. Yaklaşık 40 dakikalık tüm bu zaman zarfında salondan çıkıp fuayede zaman geçiren davetliler tekrar salona döndüklerinde artık gecenin en heyecanlı dakikaları başlamıştı. Sunucu Elçin Temel ve Bülent Özveren bir kez daha sahnedeydi. 17 ilden jüri başkanlarıyla tek tek telefon bağlantısı yapılacak ve her jürinin verdiği puanlar, özel olarak hazırlanan elektronik panoya anında yansıtılacaktı.

Bağlantı yapılan ilk üç şehir, Diyarbakır, Urfa ve Antalya, 5’er puanlarını Kuzenler’in şarkısına vermişti. Sonraki dört şehir, İstanbul, Bilecik, Muğla ve Ankara ise en yüksek puanlarını “Seviyorum” şarkısı için kullanmıştı. Peşi sıra Konya, Kuzenler’e, İzmir’se Maria Rita Epik ve 21. Peron’a 5’er puan verince aşağı yukarı finalistlerin akıbeti belli olmuştu. Birincilik “Seviyorum”la “Çağrı” arasında gidip geliyordu. Onları Cantekin’in parçası “Ayrılmak Olmasa” izliyordu. Çetin Alp ve Saadet Sun ise diğerlerine kıyasla epey geriden geliyordu.

Sonrasında sırasıyla Kırklareli, Çorum, Kahramanmaraş, Bolu, Erzurum’dan oylar alındı. Sıradaki il Kütahya’ya ise telefon hatlarının azizliğinden dolayı bağlanılamadı. Telefon haberleşmesinin çok sağlıklı yapılamadığı o yıllarda bu durum zaten ihtimal dahilinde olduğu için TRT yetkilileri finalden önce şöyle bir karar almışlardı: Şayet herhangi bir ille telefon bağlantısı yapılamazsa o jüri yok sayılacak, alınabilen oylar üzerinden sonuç belirlenecekti. Aslında bu pek de akılcı bir yöntem değildi çünkü sonucu doğrudan etkileyebilirdi ancak nedense kimsenin aklına daha iyi bir fikir gelmemişti. Nitekim Kütahya atlandı, Elazığ ve Kayseri ile devam edildi. Neyse ki sonrasında Kütahya ile bağlantı kurulabildi ve Kütahya jürisinin oylarıyla sonuç kesinleşti.

İki Birinci
İşte ne olduysa o sırada oldu. Bülent Özveren şaşkınlıkla toplam puanların yazılı olduğu elektronik panoya bakıyordu. Tıpkı 1975 yılında olduğu gibi, yine iki birinci vardı. Hem Kuzenler hem de Maria Rita Epik ve 21. Peron, 68’şer puanla gecenin birincisi gözüküyorlardı.

Bülent Özveren elektronik panoda yanıp yanıp sönen iki 68 puana bakarak oylamanın sonucunda yarışmadan iki birinci çıktığını tüm Türkiye’ye anons ederken hem kuliste hem sahne arkasında bir koşuşturma başlamıştı. Bir tuhaflık vardı. Yarışmayı salonda izleyenler, o dakikalarda sahnenin kameraların görüş alanı dışında kalan kısmından telaşla gelip Bülent Özveren’in eline bir kağıt tutuşturan sarışın bir kadın gördüler. O kadın Eurovision komitesi şefi Meral Savcı’ydı ve o kağıtta birincinin “Seviyorum” olduğu yazıyordu.

“Elektronik beyin”le çalışan elektrikli pano üzerindeki sonuçlarda hata vardı. “Seviyorum” gerçekte 69 puan almıştı ve 1 puan farkla yarışmanın birincisi olmuştu.

Bu durumda 68 puanla Kuzenler ikinci, 57 puanla da Cantekin üçüncüydü. Dördüncülük 33 puanla Saadet Sun’un ve beşincilik de 28 puanla Çetin Alp’in olmuştu.

Özveren’in ekran başındakilere yaptığı açıklama ile durum netleşmiş ve gece, “Seviyorum”un zaferiyle sonuçlanmıştı.

Ödül töreninden sonra Maria Rita Epik ve 21.Peron, onlara birinciliğini getiren şarkılarını bir kez daha seslendirdiler. Üniversite öğrencisi dört gencin sevinçleri gözlerinden okunuyor, heyecandan sesleri titriyordu şarkıyı ikinci kez seslendirirken. Canlı yayın bittiğinde ise Bülent Özveren salondaki davetlilerin yerlerinden kalkmamaları için anons yapıyordu. “40 milyona iyi bir ses yayını yapabilmek için mikrofonları salona iyi yansıtamadık. İşte 21. Peron sizler için bir daha söylüyor. Bu kez mikrofonlar açık. Tadına varın şampiyon şarkının…”

Maria Rita Epik ve 21. Peron bu defa sadece salondakiler için şarkıyı üçüncü kez seslendirirken, televizyonda gece haberleri başlamıştı. Haberlerden sonra İstiklal Marşı çalınacak ve ekranda “Televizyonunuzu kapatmayı unutmayınız” yazısı belirecekti. Bir Eurovision Türkiye finali daha böylece noktalanmıştı. Bundan böyle yapılacak her şey 31 Mart gecesi İsrail’de gerçekleştirilecek büyük final için olacaktı.

DEVAM EDECEK
GELECEK BÖLÜM: "MARİA AĞLIYOR"
YAZI DİZİSİNİ İLK BÖLÜMÜNDEN İTİBAREN OKUMAK İÇİN TIKLAYIN
Published on May 17, 2020 12:15
May 16, 2020
Edis - "Perişanım"
"Kaygılarım Tavan"

Edis’in Volkswagen Arena konserinde “yeni şarkım” diyerek söylediği “Bana mı?”yı duyduğumda açıkçası biraz da üzülmüştüm. Sonrasında şarkının yayımlanmadığını görünce yanlış bir iş yaptığının farkına vardı diye düşündüm. “Perişanım”ın ilk “teaser”ını yayımladığında da önce parodi sandım. Meğer değilmiş.

Bir müzisyenin kendini bir kalıbın, bir şeklin, bir türün içine sıkıştırmama, yerinde saymama, yeniliklere, denemelere açık olma kaygısını anlarım. Hak da veririm. Ancak Edis’in değişim ve dönüşümünde maalesef bu kaygının izlerini görünmüyor. Aksine, daha önce çokça yapılmış, neredeyse eskitilmiş bir şeylere özenmenin, dönemsel olarak popüler olan bir şeylerin peşinde gitmenin ve dahi taklit etmenin ötesini duymuyorum yeni şarkısında (ve imajında.)

“Gurbetçi ama aynı zamanda siyahi” telaffuzu, art arda gelen kelimelerin manalı cümleler oluşturmadığı Tarzanca ifade biçimi, melodisiz tekrarlar ve “auto-tune”lu ses… Bunlara yeterince doymadık mı? Bir de Edis’ten duymaya ihtiyacımız var mıydı? Beste yazabilen, söz yazabilen ve şarkı söyleyebilen Edis’ten hem de…

Bunları yapamayanlar için gayet kullanışlı bir tür evet; bir besteci, bir beste, bir şarkı sözü, düzenleme ve dahi şarkıcı olmadan bir şeyler yapabiliyorsunuz ve bunu müzik servis eden platformlardan “şarkı” diye satabiliyorsunuz; zamanın ruhu bu. Ama ben Edis’te bundan daha fazlası vardı diye biliyorum.
“Perişanım” bence Edis kariyerinde büyük bir hata, bir yanlış adım… Tam da dünyaya açılma planlarında ciddi mesafe kat etmişken… Umarım burada bundan sonra yapacakları da planlanan yurt dışı projeleri de bu yoldan ilerlemez; buradan giderek farklı, çarpıcı, dikkat çekici bir şey çıkarmak pek mümkün değil çünkü.

Çok dürüstçe ve sözümü sakınmadan yazıyorum çünkü Edis’i hem müzisyen hem de insan olarak ne çok sevdiğimi hakkında yazdıklarımı okuyanlar bilir. Göründüğü kadarıyla şu an içinde bulunduğu çevre ve şartlarda biraz zor ama dilerim bir an önce hatasının farkına varır ve silkelenip kendine döner.
Published on May 16, 2020 06:06
May 14, 2020
Doğan Duru - "Epoch"
"Kalbime Mikrofon Tutsalar"

Sıkı gruptur Redd. Senelerdir bir kere bile “Redd çok bozdu,” cümlesini kurdurmamıştır misal. Türkiyeli bir “rock” grubu için hiç az şey değildir bu. Hem müzikal hem de dünya görüşü anlamında hammaddesini, yerini yurdunu, konumunu bildiğimiz, sol gösterip sağ vurmayacağına emin olduğumuz bir gruptur.

Doğan Duru, Redd grubunun bir üyesi, “front man”i, solisti, şarkı yazarı, bir anlamda çekirdeğidir. Haliyle Redd’in dili, lügati, üslubunda da Doğan Duru’nun rengi sabittir.

Durum böyleyken solo bir Doğan Duru albümü dinleyeni nasıl, nereden, niye, neyle tavlayabilirdi? Bir Redd albümüne benzeyerek mi, benzemeyerek mi? Bir grup üyesinin solo albümü, o grubun albümleriyle kıyaslanmalı mıydı? Peşi sıra o kaçınılmaz soru gelir miydi? “Yoksa Redd dağılıyor mu?” idi.

Sıradan bir dinleyici olarak solo albüm çıkaran bir grup üyesine dair bütün klişe soruları sorduktan sonra artık “Epoch”u dinleyebilirdik. Albüm de zaten tam zamanında piyasaya sürüldü. Pandemi esaretinin ilk günlerinde bir nevi “tam yerine denk geldi, manzara koydu.”
Hadi kıyaslayalım, kıyaslamazsam dilim, ya da kalemim, yok yok klavyem şişer. “Epoch” bir Redd albümü değil. Daha kişisel, daha içe dönük bir kere… Hani bir insanla bir arkadaş grubunun içinde sohbet muhabbet etmek başkadır da bir de iki kişi, birebir sohbet edince başka bir ahbaplık gelişir kendiliğinden. O iyi, öteki kötü gibisinden değil; ama farklıdır işte. Bu da öyle bir şey… Dinlerken Doğan’la birebir, yüz yüzesiniz bu kez… Albümdeki hem sözel hem de müzikal dil müsaade ediyor bu yakınlığa.

“Bakın ben aslında ne kadar zekiyim ve dahi müzikal vizyonum ne kadar uçsuz bucaksız da ah işte grubun mahalle baskısı yok mu…” gibi bireysel ego cilalaması değil bu. Hiç çekilmezdi öyle olsaydı. “Epoch” çok daha kendi halinde aksine. Hatta daha mütevazı.

“Daha kişisel” lafını da boşa kullanmadım. Dört parçada Berke Özgümüş’ün çaldığı davullar dışında albümün bütün ıdısı dıdısı, girdisi çıktısı Doğan Duru’nun elinden çıkmış, hani nasıl diyorlar İngilizcede; pekâlâ “self-made” bir albüm bu.

Albümde 10 şarkı ve bir de “demo” versiyon var. Hepsinin söz ve müziği Doğan Duru'ya ait. Açılışı yapan “Dut” zaten tekerlemeli tekrarıyla bir güzel dile yerleşiveriyor dakika bir gol bir. Bu parçaya Korona günlerinde hayranlardan ve eşten dosttan gelen videolarla bir klip çekildi. “Dut gibi dup dup dup durduğumuz, sanki dünya hiç dönmüyor”muş gibi hissettiğimiz bir zaman dilimi, tarihe bir de böyle yazılmış oldu ki şüphesiz bu maksatla yazılmamıştı bu şarkı.
Tabii gerisi o kadar kolay lokma değil. Bakın albümün basın bülteninde ne yazıyor: “Kelime oyunlarıyla güzel mecazların buluştuğu; zaman, mekân, beden ve ruh sıkışmasını kendine has tespitlerle ifade eden Duru, çocukluğundan bu yana içinde topladığı sesleri, kulağında ve kalbinde yer eden tınıları, bugüne kadar ulaşan hayallerini, akışı ve yalnızlığı ‘Epoch’ta anlatıyor.”

Meali şudur ki az biraz kafa yoracaksınız dinleyeceklerinize, kazmayı küreği alıp kazacaksınız bir zahmet; armut piş ağzıma düş yok öyle. Albümün sonunda “demo” versiyonu da yer alan “Renkli Reçete” böyle bir şarkı mesela. Öte yandan ne şahane ki bugünlerde tekrar moda olan ‘70’ler “synthesizer” seslerine zaafınız varsa ben gibi, 2 dakika 46’ncı saniyeden itibaren şarkının ismiyle maruf atmosferinden “ruhu kirli” bir şenlik çıkarabilmeniz de mümkün.

Sonrasında “Baştan Başlayamam”ı tek geçer ve yekten albümün en sevdiğim şarkısı ilan edebilirim hiç sofistike izahlara girmeden. Belki melodisine düşmüşümdür daha ilk dinleyişte ya da belki “baştan başlayamam” demek için belli bir yaş aralığının üzerine çıkmış olmak gerekiyordur da onu fark etmişimdir, bilemem.

“Şaman Dansı” dünyada sanatın bilinen en eski izlerindenmiş. Bir arınma, şifa ritüeli… Hayır hayır, albümdeki aynı adlı şarkı bir Şamanizm dersi vermiyor ama aslında yaşamda hiçbir şeyin yok olmadığına, kaybolmadığına, olsa olsa dönüştüğüne, değiştiğine dair kesik kesik cümleler kuruyor. Opera eğitimi ve geniş ses aralığının besleyip büyütmesi çok mümkün kontrollü kontrolsüzlüğe hiç kapılmamış Doğan Duru, bu şarkıda sesini nerede, ne dozda kullanırsa nasıl bir etki yaratabileceğini tamamen çözmüşlüğünün tokadını da bir kez daha atıyor kulağımıza kulağımıza.

İlhan İrem nahifliğindeki melodisi dramatik gitar tonları ve solosuyla yumuşacık görünüp “kalbime mikrofon tutsalar tüm şehir korkar” cümlesiyle aba altından sopa gösteren “romantik serseri” şarkı “Mikrofon”, dinleyiciyi kolay oltaya getirebilir belki ama “Vasathane” için aynı şeyi söylemek mümkün değil.

Başından beri gayet içsel içsel gidedururken albüm, Doğan Duru bu; şişede durduğu gibi durmuyor ve “Vasathane” ile dinleyeni “Ulan bu kime laf soktu yine şimdi?”ye getirip bırakıyor. Zaten “Explicit” damgasını da vurmuşlar nal gibi (hangi kelime için onu çözemedim.) Hani “vasathane”nin neresi olduğu malumumuz da şarkıda tasvir edildiği üzere “kendi ormanında değerli (bir) çiçek”ler, “çoka konan sinekler,” sonracıma “ata binen kelebekler” filan o kadar çok ama pek çok ki etrafta, hangi biri ne vakit “silinip” gider, o “silinmeleri” beklerken bizim ömrümüz çürür mü, çürümesin diye bu şarkıdan umut devşirebilir miyiz, o artık kişiye göre değişir. “Vasathane”nin neresinde durduğunuza bağlı biraz da tabii.

Ha bir de “lalalala” diye bitmez mi şarkı, ritmi fevkalade kıvrak iken üstelik… ‘70’lerde Şanar Yurdatapan kendi yazdığı lay lay lom pop şarkılarını yine yazdığı politik göndermeli şarkılarla trollerdi; tam o hesap.

“Ben Bir Oyuncaktım” için bir çeşit Pinokyo hikâyesi diyebilir miyiz? Yani en azından durup durup eskilere referans veren ben (bknz: bir önceki paragraf) rahatlıkla diyebilirim. Ama ne yapayım, şarkının yürüyüşü de melodik örgüsü de oralardan referans almış bir dokunaklılıkta (“tatlişlikte” yazacaktım; kendimi zor tuttum.)

Parçanın adı “Motel” ama “ucuz bir otel odası”nı çok somut, filmografik cümlelerle tasvir ediyor ilk cümlelerinde. Sonra kendini dünyadan ve tanrıdan gizleyip, kalbini elbise tarlasına gömüp, birbirini yutan ve ismini unutanların metaforik dünyasına dalıyor. Dumanı tüten gitarlar, yerinde sayan ritim ve Doğan Duru’nun kafa sesi ile kumlu bir otoban kenarı öğleden sonrası gibi bir şarkı “Motel”.

Albümde başından sonuna süregiden bir elektronik – akustik paslaşması var. Biri bir diğerinin bileğini bükmeden kardeş kardeş geçiniyorlar; yeri geliyor “önce siz buyurun” filan yapıyorlar. Misal “Mavra” çoğunluk elektronik seslerle yürüyor ama koy getir senfoni orkestrasını, yaylılar filan çalsın cayır cayır, öyle de bir şarkı.

“Saykodelik Kader” ise yine şimdiki zamanda anlatılan bir şarkı. Doğan Duru’nun hikâye anlatıcılığı ağırlıklı olarak şimdiki zamanda (yapıyorum, ediyorum, geliyorum, gidiyorum) ve şimdiki geçmiş zamanda (yapıyordum, ediyordum, geliyordum, gidiyordum) yaşıyor zaten. Dahası, tesadüf mü bilmem ama bu şarkıda da tıpkı “Mavra” gibi Duru’nun klasik müzik birikiminden izler var. Bakmayın soloda klasik “rock” temalarına bağlamasına, nakaratı bir opera korosuna versen coşturur; öyle geniş bir armoni.

Albüm “Renkli Reçete”nin “Ev Demo”su ile kapanıyor. Hooop kaseti çevirip baştan dinleme isteği oracıkta zuhur ediyor. Zira tam olarak bir albümde olması gereken en önemli şey var bu albümde. Yarattığı bir dünya, bir iklim, bir atmosfer var. Oradan çıkmak istemedikçe içinde kalmanın tek yolu bir daha dinlemek. Başa sarmak, pikabın kolunu plağın başına getirmek, kasetin arkasını çevirmek ya da “replay”e basmak, artık her neyse… Bak yine eskiye referans vermiş gibi oldum iyi mi? Mesele eski yeni meselesi değil aslında. Benzetmek gibi olmasın ama ben hikâye de sevmem çok; roman severim. Sevdiğim bir dünyanın, iklimin, atmosferin içinde uzun uzun kalmalar severim. Hah işte, “Epoch”u bir roman gibi düşünün; çevirin çevirin okuyun.

Albüm kapağındaki görsel, yazar, müzisyen, yönetmen ve ressam Mehmet Güreli (hani şu “Kimse Bilmez” şarkısı 85487 kere filan “cover”lanmış kişi)’nin elinden çıkmış ve bütünü pek de güzel tamamlamış. Umarım ve dilerim ki kapağı da dâhil olmak üzere bu albüm dijitalde kalmasın, basılı bir şekilde de edinilebilsin. Sevdiğimiz müzik eserleri için şimdilerde en yeni moda temennimiz bu.

Sözün özü “Mikrofon” şarkısındaki önerme aslında. “Kalbime mikrofon tutsalar,” demiş ya Doğan hani… Tutmuşlar işte. Daha doğrusu Doğan kendi kalbine mikrofon tutmuş, çıkan sesleri de bir güzel kaydetmiş. Artık korkar mısınız, ne yaparsınız, orası sizin bileceğiniz iş.
Published on May 14, 2020 14:41
May 13, 2020
Can Kazaz - "Sabahlar"
“İyi ki Vardılar”

Can Kazaz yeni albümünün habercisi “Sabahlar”ı bir süre önce Universal Müzik etiketiyle yayımladı. 2020’nin ilk üç ayına “Yuken” adı verilmiş bir kısaçalar, Sansar Salvo’yla ortak tekli “Hezeyan” ve Oğuz Kalfa’yla ortak tekli “İyi mi?”yi sığdıran Kazaz, bu çalışmaların her birinde bir dönüşümün haberini verir gibiydi aslında. Yıllar sonra yeniden Yuken mahlasını kullanması da boşuna değildi. Daha ziyade “indie” sularında gezinen akustik müziği ile tanıdığımız Can Kazaz henüz bir albüm yayımlamış iken “rap” ve “hiphop” türünde işler üretmiş bir prodüktör olduğunun hatırlatır gibiydi.

Yani moda oldu diye değil; zaten bildiği ve yaptığı bir işin devamını getirme niyetinde olduğunu anlaşılıyordu. Nitekim bunu fark edenler için “Sabahlar”ın gelişi sürpriz olmadı.

Aslına bakarsanız artık benimsediğimiz tarzının, şarkı sözleri ve bestelerinin farklı sürümü gibi “Sabahlar”. Can Kazaz son iki albümünde iyiden iyiye yetkinleştiği şarkı yazarlığını bu kez farklı bir müzikal anlayışla şekillendiriyor. Daha dinamik, elektronik, ritmin kendini daha fazla hissettirdiği bir altyapıyla “Sabahlar” ilk dinleyişte kulağa farklı tınlasa da bildik Can Kazaz duyarlılıklarından da uzaklaşmıyor.

Özellikle şarkının sonlarına doğru giderek yükselen “synth” sesler ve emprovize vokaller çok etkileyici. Nefis bir melodi ve eli yüzü düzgün şarkı sözleriyle oya gibi işlenmiş bir şarkı… En önemlisi de bu tarz müzik yaparken doğru düzgün bir Türkçeyle de şarkı söylemenin mümkün olabildiğini gösteren bir şarkıcı...
Adının “Kızılgerdan” olacağını bildiğimiz yeni Can Kazaz albümünü merakla beklemek için doğrusu bu şarkı yeterince sebep yaratıyor.
Published on May 13, 2020 06:33
May 11, 2020
"Seks İçgüdüleri"
Seninle Üç Dakika
1979 - 2. Bölüm
Final Final Final
Yarı finale kalan şarkıların belli olmasının üzerinden henüz birkaç gün geçmişti ki, finalist ekipler kendilerini İstanbul Teknik Üniversitesi Maçka Stüdyolarında buldular. TRT dekoratörleri tarafından kısa sürede hazırlanan uzay dekoru önünde yapılan çekimlerde finalistler şarkılarını “playback” yaparak seslendirdiler. Çekimler üç gün içerisinde tamamlandı ve böylece 14 şarkı, halkın önüne çıkmaya hazır hale getirildi.
Yarı finali sunma görevi Ankara Radyosu spikerlerinden Elçin Temel’e verilmişti. Yakın bir tarihte televizyonun hafta sonu kuşak programlarında da sunuculuk yapan Temel, seyircinin tanıdığı bir yüzdü.
Çekimlerde kullanılan “playback”ler, ilk elemelere gönderilen kayıtlardı. Zaten finalistlerin yeniden kayıt yapacak zamanları da yoktu. Ne var ki bu durum kimi ekiplerdeki değişiklikler nedeniyle sorun yaratacaktı.
Selçuk Sun’un bestesi “Evren ve Biz” yapılan ilk açıklamaya göre Sibel Sun ve Vokal Ankara topluluğu tarafından seslendirilmişti. Oysa çekimlerde basın mensupları Sibel Sun’u görememişlerdi. Şarkının kaydında Sibel Sun’un da sesi olmasına rağmen kamera karşısına sadece Melih Seskır, Nedim Sönmez, Gülçin Tokatlıoğlu ve Ferhan Uğural’dan oluşan Vokal Ankara geçmişti. Beklenen açıklama, şarkının bestecisi Selçuk Sun’dan geldi. Selçuk Sun, Ankara Devlet Konservatuarında öğrenci olan kızı için okuldan gerekli iznin alınamadığını ve Sibel Sun’un bu nedenle yarışmadan çekildiğini söyleyecekti.
Benzer bir durum da “Burçlar” adlı şarkının ekibinde yaşanacaktı. Ekibin üç solistinden biri olan Serap Tezcan, Sibel Sun gibi okulundan değil ama annesinden izin alamadığı için yarışmadan çekilmişti. Bu nedenle, parçanın bestecisi Behiç Altındağ, çekimlere Arzu Özkaraman (Ece)’ı getirmişti. Kayıttaki ses Serap Tezcan’a ait olsa bile kamera karşısına Arzu Özkaraman geçecek, böylece bir solistin eksikliği fark edilmeyecekti. Ne var ki TRT yönetimi buna izin vermemiş ve Füsun - Behiç Altındağ mecburen ikili olarak çekime girmiş, Arzu Özkaraman’ın kamera karşısına geçmek için yaptığı hazırlık da boşa gitmişti.
Çekimlere Saadet Sun, Işıl German, İlhan İrem, Çetin Alp ve Cantekin tek solist olarak katılıyorlardı. Buna karşın diğer ekipler bir hayli kalabalıktı. İki şarkıyla yarı finale kalan Kuzenler topluluğu Haluk ve Hilmi Ersezer kardeşlerin yanı sıra, iki kardeşin hakikaten kuzenleri olan Korkut Erbuğ’dan oluşuyordu. Elemelere 4 şarkı göndererek şanslarını artıran grup, iki şarkıyla birden yarı finale kalarak dikkatleri üzerine çekmişti. Müzikle amatör düzeyde ilgilenen üç genç, çekimler esnasında sempatik hareketleri ve neşeli tavırları basının ilgisinden kaçmayacaktı.
Baha Boduroğlu’nun müzik prodüksiyon firması Arı Yapım’ın ekibinden olan Serpil Eroymak, Gülgün İldem, Güzin Boduroğlu ve Ülker Aksu’dan oluşan İstanbul Şarkıcıları vokal grubuyla birlikte geçmişti kameralar karşısına. Aslında Eroymak da İstanbul Şarkıcıları grubunun bir elemanıydı ve grup da erkek şarkıcılar da vardı. Nitekim Boduroğlu grubun her elemanın ayrı birer solist olduğu ve diğerlerinin ona vokal yaptığı bir dolu şarkı ile katılmıştı elemelere. Bunlardan ikisi yarı finale kalmıştı. “Senden Aşk Dilenmiyorum ki” o iki şarkıdan biriydi. Şarkının solisti Serpil Eroymak, Arı Yapım’ın “Disko-Fasıl” türü plaklarında vokal yapmış, reklam cıngılları seslendirmiş, ancak o güne dek tek başına bir solist olarak hiç şarkıcılık deneyimi yaşamamıştı.
Arı Yapım’ın diğer finalist şarkısı “Al Götür Beni de”yi ise Ercan Turgut seslendiriyordu. Ercan Turgut’a vokalde Fikret Aslan eşlik ediyor, Grup Stüdyo elemanları ise Murat Malhasoğlu, Jilber Malhasoğlu, Ertan Altınkaya ve Renato Fedi’den oluşuyordu.
Ercan Turgut
Finale kalan şarkılar arasında en çok tartışma yaratan şarkı olan “İlyada” yı Nur ve Ergüder Yoldaş çifti seslendirirken Golden Horn adı verilmiş vokal grubunda Gönül Bahtiyar, Gülgez Duro, Süha Yıldız ve Ali Tahirgil adlı konservatuar öğrencileri ile konservatuar şan bölümü mezunu Ahmet Soysal yer alıyordu. Parçanın bestecisi Ergüder Yoldaş, yarı finale kaldığı haberini alınca bir açıklama yapmış ve şarkının aslında Lufthansa Hava Yolları için hazırlanan otuz dakikalık İlyada destanının bir parçası olduğunu anlatmıştı. Hayata geçirilemeyen bu projeden ortaya çıkan şarkının müzik çevrelerinde eleştirilme sebeplerinden biri zaten bir müzik parçasından çok bir epik tiyatro havası taşıması idi. Ergüder Yoldaş’ınsa bu konuda savunması açık ve netti: “Ülkenin koşulları belli. Dünyaya kendimizi tanıtmak zorundayız. Ve bunu aşk şarkılarıyla yapamayız.”
Nur Yoldaş
Beyaz Kelebekler topluluğu dedikoduların aksine, yarışma şartnamesine uygun olarak 6 kişilik bir ekiple kamera karşısına geçti. Bülent Ortaç, Yavuz Bizimege, Gürhan Nafiz Tarako, Ercüment Ateş ve Ender Akacan’dan oluşan topluluğun solisti Semra İleten’di. Grup üyeleri artık alameti farikaları haline gelmiş bir örnek kostümleri ve kendilerine özgü danslarıyla yıllardır alışılagelmiş Beyaz Kelebekler çizgisinden ayrılmadan finale kalmaya çalışacaklardı.
Finalist şarkılar, 22 Aralık 1978 akşamı ana haber bülteninden sonra televizyonda yayınlanmaya başladı. Ekran başındaki herkes gibi finalistler de evlerinde, oturdukları yerde öğreneceklerdi sonucu. 14 şarkı, jürinin verdiği kararla o gece 6’ya indirilecek, kimileri elenecek, kimileri finale kalacaktı.
Yarışmayı ilgi ve merakla takip edip, 20 Aralık günü Hürriyet gazetesinde yayımlanan “Fazla Umutlanmayın” başlıklı haberi okuyanlar, finalist parçaları bir şekilde önceden dinlemeyi başaran Yavuz Gökmen’in yorumları sayesinde şarkılar hakkında bir ön fikir sahibi olacaklardı.
İlk sırada ekrana gelen “Al Götür Beni de” adlı şarkı için Yavuz Gökmen şu yorumu yapmıştı:
“Temiz bir parça. Ancak oldukça çok görülen türde. Tüm nitelikleri ile vasatın üstüne çıkamıyor. Teşvik amacıyla yarı finale bırakıldı. Jüriden en az puan alan şarkılardan biri. Finale kalabilir mi? Hayır.”
O gece ülkedeki herkes gibi müzik dünyasının önemli isimleri de ekran başındaydı. Elemelere katılmayacağını daha en başından açıklayan Melih Kibar ve o günlerde Kibar’la birlikte çalışan Erol Evgin ve Seyyal Taner bunlar arasındaydı. Bu üç isim yarı finali profesyonel gözüyle izleyecek ve üç gün sonra yayımlanacak TV’de 7 Gün dergisi için her bir şarkıya yıldız vereceklerdi.
Üç profesyonel isim “Al Götür Beni de” adlı şarkıya dört üzerinden üç yıldız vermişler ve değerlendirmelerine “Bu parça Türkiye’yi temsil edebilecek en iyi parça,” notunu düşmüşlerdi.
Benzer bir şekilde Hafta Sonu gazetesinin kurduğu profesyonel jüride ise Ajda Pekkan, Onno Tunç ve bir yıl önceki yarışmanın jüri üyelerinden Önder Bali vardı. Gazetenin ofisinde bir araya gelen üç ismin “Al Götür Beni de” adlı şarkı için ayrı ayrı beyan ettikleri fikirleri şöyleydi:
Ajda Pekkan: “Günümüz müziğinden hayli uzak. Vokaller yeterli değil. Vasat bir parça.”
Onno Tunç: “Armoni hataları var. Eurovision için zayıf kalmış.”
Önder Bali: “Dans müziği parçasını andırıyor. Şarkıcı ve vokaller kötü. İkinci solist kukla olmaktan öteye gidememiş.”
İkinci sırada ekrana gelen “Mutluluk Oyunu” adlı parça için Yavuz Gökmen’in yorumu şöyleydi:
“Zayıf bir orkestra girişi var. Serpil Barlas’ın geçen seneki parçasını andırıyor. Ancak onun kıvrak örgüsü yok. Solist yetersiz kalıyor. Parça genel anlamıyla zayıf. Finale kalabilir mi? Hayır.”
Bu parçaya TV’de 7 Gün dergisi jürisi bir yıldız verirken, Hafta Sonu jürisi ise şu yorumları yapacaktı:
Ajda Pekkan: “Bir şeyler yapmaya çalışmışlar ama şarkıcının yorumu kötü.”
Onno Tunç: “Solist korkunç denecek kadar yetersiz kalmış. Düzenleme daha iyi olabilirdi. Herhalde Eurovision’luk bir parça değil.”
Önder Bali: “Şarkıcı devamlı tiz söylüyor. Müzik basit. Orkestrada ise anlaşma yok.”
Üçüncü sırada “Yaşa Sen de” adlı parça vardı. Bu parça için Yavuz Gökmen, Hürriyet gazetesindeki yazısında şu cümleleri kullanmıştı:
“Beyaz Kelebekler bu parçada iyiler. Solist değişimi halinde Eurovision formlarına tam uygun. Vokalle başlıyor. Vurmalılar ve orkestra canlı. Finale kalabilir mi? Büyük ihtimalle kalır.”
“Yaşa Sen de”, TV’de 7 Gün dergisi jürisinden iki yıldız almıştı. Hafta Sonu jürisinin parça hakkındaki fikirleri ise şöyleydi:
Ajda Pekkan: “Şarkı fena değil ama Eurovision’da bizi temsil edemez. Beyaz Kelebekler’in de alışılagelmişin aksine, şovları zayıf kalıyor.”
Onno Tunç: “Topluluk hem şarkı hem de görüntü olarak gazino havasından kendini kurtaramamış. Parça, yarışma niteliğinden uzak.”
Önder Bali: “Yeterli bir parça değil. Vokaller tümüyle detone. Solistin de hayli yorgun bir sesi var.”
“Bir Gün” adlı parça dördüncü sırada izleyici karşısına çıkmıştı. Parça için Yavuz Gökmen’in yorumu şöyleydi:
“İyi bir orkestra girişi. ‘Slow’ ve ritmi birleştirmiş. Ancak çok seslilik yetersiz. Söyleyiş monoton. Kuzenler’in yarı finale kalan diğer şarkısından daha iyi. Eurovision için ilkel. Jüri düşük puan verdi. Kadın vokal düşünülmüş. Finale kalabilir mi? Hayır.”
Aynı parça için TV’de 7 Gün dergisi jürisi iki yıldız vermiş, Hafta Sonu gazetesi jürisi ise şu yorumları yapmıştı:
Ajda Pekkan: “Parça kulakta kalmıyor. Grubun yorumu ise şöyle böyle.”
Onno Tunç: “Topluluk iyi niyetli bir çalışma yapmış. Fakat başarılı olamamışlar.”
Önder Bali: “Eurovision parçası olduğunu söylemek zor. Üç ses de zaman zaman iyi ama üçü de yetersiz.”
Beşinci sırada “Sevgilim” adlı parça vardı. Yavuz Gökmen bu parçayı şöyle değerlendirmişti:
“Bateri ile başlıyor. Klasik müzik formları yerleştirilmiş. Melodik yapısı çok iyi. Nefeslilerle mükemmele yaklaşıyor. Solistin daha iyi çalışması, çok iyi hazırlanması gerek. Ağır inişli Fransız parçaları gibi. Jüriden oybirliği aldı. Orkestrasyonu beğenildi. Aranjmanı da iyi. Finale kalabilir mi? Evet.”
“Sevgilim”, TV’de 7 Gün dergisi jürisinden ancak bir yıldız alabilirken, Hafta Sonu gazetesi jürisi şöyle düşünüyordu:
Ajda Pekkan: “Beste olarak vasatın üzerinde. Ama şarkıcı bestenin hakkını verememiş.”
Onno Tunç: “Şarkı dört dörtlük değil. Ancak diğerleri arasında en derli toplu olanı.”
Önder Bali: “Beste iyi de uluslararası festivallere gönderilecek nitelikte değil. Şarkıda biraz vokal olsaydı, daha fazla etki yapabilirdi.”
Altıncı sırada ekrana gelen parça “Elveda” idi. Yavuz Gökmen, Hürriyet gazetesinde yayımlanan yazısında “Elveda”ya dair görüşleri şöyle özetliyordu:
“İyi kayıt. Esrarengiz bir havası var. Arada vurmalılar kendini gösteriyor. Piyanı sarıyor. Solistin sesi kalın ve tok. Özdemir Erdoğan ve Tanju Okan karışımı. Ancak parça tamamen bize özgü. Romantik yapılı parçada solist nedense çıkışlarda zayıf. Girişi çok ağır. Final fena değil. Finale kalabilir mi? Belki.”
TV’de 7 Gün dergisinin Melih Kibar, Erol Evgin ve Seyyal Taner’den kurulu jürisi “Elveda”ya iki yıldız verirken “Solist Çetin Alp’in çok kaliteli bir ses,” notunu düşecekti. Hafta Sonu gazetesi jürisi ise parça hakkındaki fikirlerini şu cümlelerle açıklayacaktı:
Ajda Pekkan: “Parça o kadar iyi olmadığı halde düzenlemesi dantel gibi işlenmiş. Şarkıcı parçanın hakkını veriyor.”
Onno Tunç: “Şarkı, 1960’ların müziğini hatırlatıyor. Çetin Alp, dans müziği şarkıcısı havasından kurtulamamış.”
Önder Bali: “Yılların şarkıcısı Çetin Alp bu parçada sesini neden bu kadar titretti, anlayamadım. Ondan daha güzel bir yorum beklenebilirdi. Şarkı, çekici olmaktan bir hayli uzak.”
“Ayrılmak Olmasa” yedinci sırada ekrana geldi. Yavuz Gökmen’in bu parçaya dair fikirleri şöyleydi:
“Cantekin Arefoğlu iyi başladı. Tantanalı bir giriş. Duygulu, Engelbert Humperdinck tarzını benimsemiş bir solist. Ancak monoton. Modülasyon gerekli. Melodik yapısı itibariyle jüriden iyi not aldı. Orkestra da çok iyi. Finale kalabilir mi? Belki.”
“Ayrılmak Olmasa”, TV’de 7 Gün dergisi jürisinden iki buçuk yıldız alırken Hafta Sonu gazetesi jürisinin yorumları ise şöyleydi:
Ajda Pekkan: “Kulakta kalmayan bir şarkı. Cantekin ise iyi söylemiş.”
Onno Tunç: “Parça iddiasız. Fakat icrası dikkati çekiyor.”
Önder Bali: “Şarkılarda vokallerin olmayışı şarkıların güzelliğini öldürüyor. Bu parçada da durum aynı.”
Sekizinci sırada merakla beklenen şarkılardan biri olan “Bir Yıldız” vardı. Yavuz Gökmen’in bu parça için yorumları şöyleydi:
“Çok romantik gitarlarla dolu bir giriş. Akordeon ve ağız armonikası da seçiliyor. Romantik bir napoliteni andıran parça çıkış bölümünde birden değişiyor ve Timur Selçuk tarzına kaçıyor. Ara bağlantıları, motifler arası geçişler çok iyi. Jüri bu parçayı oybirliği ile aldı. Finale kalabilir mi? Evet.”
TV’de 7 Gün dergisi jürisi “Bir Yıldız”a iki yıldızı layık görürken Hafta Sonu gazetesi jürisi şu yorumları yapacaktı:
Ajda Pekkan: “Yarışma parçası değil ama şarkıcı hayli başarılı.”
Onno Tunç: “Belki fena bir şarkı değil. Ancak girişi ve finali yetersiz kalmış. Tipik bir ‘longplay’ parçası. Yarışmalarda bir şey yapamaz.”
Önder Bali: “Şarkının A bölümü iyi de, B bölümü tam tersi. Düzenlemesinin üzerinde daha çalışılması gerek.”
Dokuzuncu sırada “Senden Aşk Dilenmiyorum ki” adlı parça yer alıyordu. Parça hakkında Yavuz Gökmen şu cümleleri yazmıştı:
“Vurmalı ile başlıyor. Hemen solist giriyor. Solistin sesinin ince ve yumuşak oluşu parçanın karakterini değiştiriyor. François Hardy’nin eski şarkıları havası var. Ancak çok sevimli bir parça. Jüri bu parçada solist değişimini şart görüyor. Finale kalabilir mi? Solist değişirse kalır.”
“Senden Aşk Dilenmiyorum ki,” TV’de 7 Gün dergisi jürisinden iki yıldız alırken, Hafta Sonu gazetesi jürisi parça hakkında şöyle düşünüyordu:
Ajda Pekkan: “Parça çocuk şarkısı olmaktan öteye gidemiyor. Solist ve vokaller kötü.”
Onno Tunç: “Bu şarkı bana başka şarkılardan monte edilerek yapılmış gibi geldi. Hiçbir ilginç yanı yok.”
Önder Bali: “Finale nasıl kalabilmiş, doğrusu hayret ettim. Solist baştan aşağı detone söylüyor.”
“Burçlar”, onuncu sırada ekrana gelen şarkı oldu. Yavuz Gökmen’in parça ile ilgili fikirleri şöyleydi:
“Parçayı izleyince hemen Eurovision’luk diyorsunuz. Oynak giriş. Vurmalılar önde. Müzik iyi. Modern Avrupai müziğe dair yöneliş açıkça görülüyor. Jüri de bu parçaya iyi puan verdi. Oybirliği alan parçanın tek sakıncası 3 dakikadan uzun olması. Kısaltılması gerek. Finale kalabilir mi? Evet.”
“Burçlar”, TV’de 7 Gün dergisi jürisince üç yıldıza layık görülmüştü. Hafta Sonu gazetesi dergisi ise parça hakkında şu yorumları yapacaktı:
Ajda Pekkan: “Üzerinde biraz daha çalışılırsa iyi bir parça olabilir. Fakat bu haliyle bir hayli zayıf.
Onno Tunç: “Şarkının çok aceleye getirildiği belli oluyor. Solistin de sözleri anlaşılmıyor.”
Önder Bali: “Vasat bir şarkı. Orkestra ve düzenleme yetersiz.”
On birinci sırada “Seviyorum” adlı parça vardı. “Seviyorum” hakkında Yavuz Gökmen şu cümleleri kaleme alacaktı:
“Tertemiz bir müzikle başlıyor. Kovboy ritmini andıran giriş sonra dönüşüp folk, caz havalarına giriyor. Solist çok usta. Vokalle solistin uyuşması iyi. Melodi olarak güzel fakat aranjmanın zayıf olduğu jüri görüşü. Finale kalabilir mi? Belki.”
TV’de 7 Gün dergisi jürisi “Seviyorum”a üç yıldız verecek, Hafta Sonu gazetesi jürisi ise parçayı şu cümlelerle yorumlayacaktı:
Ajda Pekkan: “Kötü bir şarkı değil. Bir de şarkıcının üzerindeki ürkekliği atması gerek.”
Onno Tunç: “Finale kalan amatörler içinde belki de en iyisi. Ancak şarkının çekiciliği az.”
Önder Bali: “Basit fakat elle tutulur bir parça. Solist ve topluluk da elinden geleni yapmış.”
“Çağrı”, on ikinci sırada yer alan şarkıydı. Yavuz Gökmen, Hürriyet gazetesindeki yazısında bu parça hakkındaki fikirlerini şöyle ifade edecekti:
“Sert giriş. Bilinen melodiler. Vasat, ritmik, büyük parça değil. Arada çıkışlar var. Patlama beklenen yerlerde gene aynı şey. Jüri bu parçayı sadece iyi aranje edildiği için yarı finale bıraktı. Finale kalabilir mi? Hayır.”
“Çağrı”, TV’de 7 Gün dergisi jürisinden iki yıldız alırken Hafta Sonu gazetesi jürisi de parça hakkında şu yorumları yapacaktı:
Ajda Pekkan: “Kuzenler’in ilk parçalarından daha iyi. Sahne hareketleri ise zayıf.”
Onno Tunç: “Dinamik bir şarkı. Topluluğun yorumuna daha itina göstermesi gerek.”
Önder Bali: “Kuzenler bu kez parçalarında olumlu bir çaba göstermişler. Ama parça Eurovision çizgisinden uzak.”
On üçüncü sırada “Evren ve Biz” adlı şarkı vardı. Yavuz Gökmen’in şarkı hakkındaki yorumları şöyleydi:
“Tipik bir caz parçası. Bir trio eşliğinde kaydedilmişe benzer. Parçanın ilgi çeken tarafı en az dört sesli nefis vokalleri. Ancak armonik yapı itibariyle gösterdiği başarıyı melodi ve aranjman da gösteremiyor. Caz parçası olduğundan halkın tutması da düşünülemez. Finale kalabilir mi? Kalma şansı çok az.”
“Evren ve Biz”, TV’de 7 Gün dergisi jürisinden iki buçuk yıldız alacak, Hafta Sonu gazetesi jürisi ise fikirlerini şu cümlelerle ifade edecekti:
Ajda Pekkan: “Caz parçalarının Eurovision’da ne işi var? Doğrusu yarışmacıların bunu bilmesi gerekirdi.”
Onno Tunç: “Jüridekilerin caz sevgisi bu parçada daha çok ortaya çıkmış. Tipik bir caz parçası.
Önder Bali: “Parça caz türünde. Hem de 1935’lerin müziğini yansıtıyor. Bu şarkının kesinlikle Eurovision’da yeri olamaz.”
Ve son sırada “İlyada” adlı şarkı çıkacaktı izleyici karşısına. Yavuz Gökmen’in “İlyada”ya dair notları şöyleydi:
“Tipik bir müzik ötesi. ‘Modern opera’ da denilebilir. Ancak ne opera ne de tam hafif müzik. Türk hafif müziği için alışılmamış devrim. Jüriden oybirliği alırken sözleri dolayısıyla oldukça düşünüldü. Sözleri Homeros’un ‘İlias’ destanından alınma. Akhilleus’un Hektor’u öldürüşünü anlatıyor. Finale kalabilir mi? Evet.”
“İlyada” için TV’de 7 Gün dergisi jürisi iki ayrı değerlendirme yapmış, parçaya müzik açısından üç yıldız, Eurovision Şarkı Yarışması açısından ise bir yıldız vermişti. Hafta Sonu gazetesi jürisinin “İlyada” hakkındaki fikirleri ise şöyleydi:
Ajda Pekkan: “Günümüz müziğini yansıtmıyor. Parça opera müziği havasında.”
Onno Tunç: “Belki kendi türünde iyi bir şarkı. Ancak Eurovision’dan uzak.”
Önder Bali: “Vokalinden orkestraya kadar çok güzel. Fakat hafif müzik çizgisinde değil.”
Finalist şarkıların sırasıyla ekrana getirilmesinden sonra, o günlerde her cuma akşamı olduğu gibi yine Televizyonda Sinema kuşağı yayına girdi. O gecenin filmi 1958 yapımı, 9 Oscar ödülü sahibi “Gigi” adlı müzikaldi.
Film ve peşi sıra gelen gece haberleri nihayet bittiğinde ise heyecan doruktaydı. Finale kalan şarkıların açıklanması için çok enteresan bir yöntem izlenecek ve bütün şarkılar baştan sonra yeniden yayınlanırken finale kalanlar için şarkının yayını esnasında ekranda “Final Final Final” yazısı belirecekti. Jürinin seçtiği şarkıların anons edilmesi ve arka arkaya yayınlanması daha kısa ve kolay bir yöntemken TRT yetkilileri bu heyecansız yarı finale biraz heyecan getirmek için olsa gerek, böyle bir yolu tercih etmişlerdi. 14 şarkı sırayla bir kez daha ekrana geldi ve sadece 6 şarkıda ekranda “Final Final Final” yazısı belirdi.
Ertesi gün tüm Türkiye yine yarışmayı konuşuyor olacaktı. Sonuçtan memnun olanlar, olmayanlar, jüriye hak verenler ve vermeyenlerle yarışma yine gündemdeydi. Finale kalan 6 şarkı şöyle sıralanıyordu:
“Seks İçgüdüleri” Artık buna alışkındık. Finale kalan şarkılar belli olduğunda yeni bir dedikodu, tartışma ve açıklama dalgasının gelmesi kaçınılmazdı. Nitekim öyle de oldu. Yine çeşitli çevrelerden, müzikle ilgili ya da ilgisiz, mikrofon uzatılmış hemen herkesten çarpıcı açıklamalar gelmeye başlayacaktı önceki yıllarda olduğu gibi. Bunların içinde en ilginci hiç kuşkusuz TRT eski Genel Müdürü Nevzat Yalçıntaş’ın söyledikleriydi:
“Bu yarışmaların dışarıdaki mutfağı iyice bilinmeden ve ona nüfuz edilmeden katılınması, bizim için yanıltıcı, hayal kırıklıklarına uğratan neticeler verecektir. Bu sebeple, bu tür dış yarışmalara bir süre daha katılınmaması gerektiğini düşünüyorum.”
Nevzat Yalçıntaş kadar radikal olmasa da finale kalan eserlerin yeterince güçlü olmadığı endişesiyle yarışmanın iptal edilmesi gerektiğini düşünenler de vardı. Onno Tunç bunlardan biriydi. “Yarışma bence tümüyle iptal edilip yeni bir şarkı aranmalıdır. Yoksa oralarda rezil oluruz,” diyordu Tunç.
Onno Tunç
Önder Bali de onunla aynı fikirdeydi: “Şöyle elle tutulur tek parça yok. Bunlardan biriyle katılacağımıza, İsrail’e hiç gitmeyelim daha iyi.”
Önder Bali
Müzik yazarı Doğan Şener de, Cumhuriyet gazetesinden Hıncal Uluç’a konuyla ilgili verdiği röportajda finale kalan parçalar hakkında iyimser yorum yapamıyor, Uluç’un “Bu finalist 6 parça halk oylamasına kadar geçecek süre içinde ne türlü bir gelişme gösterebilir, bulundukları noktadan ileriye ne kadar gidebilir?” sorusunda şöyle cevap veriyordu:
Doğan Şener
“Biraz daha iyi görüntü, biraz daha iyi söylenmesinden başka bir umut vaat etmiyor. Çünkü besteler yapı olarak zayıftır ve ne kadar çaba sarf edilirse sarf edilsin bundan daha ileriye götürülemez. Hatta Türkiye’nin en iyi şarkıcıları söylese bile…”
Nitekim o günlerde TRT koridorlarında dolaşan söylentiler de pek iç açıcı değildi. Cumhuriyet gazetesi 1 Ocak 1979 tarihli sayısında bu söylentileri “Eurovision’a Katılmayabiliriz” başlıklı haberinde şöyle aktarıyordu:
TRT içinden ve dışından etkili çevreler, kurum Yönetim Kurulu’nun yarışmadan çekilme kararı almasını açıkça istemeye başladılar. Ancak Yönetim Kurulu’nun bu konuda kesin bir karar almadan önce finale bırakılan 6 şarkının büyük orkestra için yeniden düzenlenmesini ve şarkıların ve sanatçıların İsrail’de yarışmaya hazır, son şeklini almasını bekleyeceği söyleniyor. Bu olmaz da, şarkılar halk oylaması için büyük orkestra eşliğinde TV’de yayınlandıktan sonra ülkemizi temsil için yeterli görülmezse, TRT Yönetim Kurulu’nun bazı üyelerinin çekilme önerisini toplantıya getirecekleri öğrenildi.
Öte yandan yarı finalde elenenler de basında haber konusu olmaya devam ediyordu. Beyaz Kelebekler topluluğu temkinli konuşmayı yeğleyenlerdendi: “Hiçbir iddiamız yoktu. Yalnızca sonucu merak ediyorduk. Sanki plak yapmış ve denetimden gelecek cevabı bekler gibiydik. Onun için de elenmemiz nedeniyle üzülmüş değiliz. Şimdi çalışmalarımızı daha bir güçlü olarak sürdüreceğiz.”
Beyaz Kelebekler’le aynı kaderi paylaşarak finale kalamayan Nur ve Ergüder Yoldaş ise onlar kalan ılımlı olamayacaktı. Yoldaş çifti Danıştay’a başvuracaklarını açıklarken Nur Yoldaş “İlyada”yı diğer finalist şarkılardan ayıran özelliği şu cümlelerle özetliyordu: “‘İlyada’nın dışında kalan 13 finalist şarkı konuları bakımından içgüdüsel yapıtlardır. Bilindiği gibi içgüdüler üç ana grupta toplanırlar: Savunma, beslenme ve seks. Bu 13 şarkı seks içgüdülerini anlatmaktadır.”
Yoldaş çiftinin yarışmada yaşadıkları hayal kırıklığı ve üzüntü, başka bir üzüntüyü beraberinde getirecekti. Ocak ayında Nur Yoldaş’ın hastaneye kaldırıldığı ve dört aylık bebeğini düşürdüğü haberi yansıdı basına.
Yoldaş, yarı final elemelerinin çekimlerine hamileyken katılmış, ancak yarışmadan elenmesi bebeğinin hayatına mâl olmuştu.
Türkiye finali 24 Şubat 1979 gecesi İstanbul’da, Atatürk Kültür Merkezi’nde yapılacaktı. 6 finalist ekibin önünde iki aydan az bir süre vardı. O gün gelene kadar bir yandan hazırlıklar sürerken, bir yandan da yarışma ile ilgili dedikodu ve söylentiler şüphesiz devam edecekti.
DEVAM EDECEK
GELECEK BÖLÜM: "BU GECE BİRİNİN KALBİ DURABİLİR!"
1979 - 2. Bölüm
Final Final Final

Yarı finale kalan şarkıların belli olmasının üzerinden henüz birkaç gün geçmişti ki, finalist ekipler kendilerini İstanbul Teknik Üniversitesi Maçka Stüdyolarında buldular. TRT dekoratörleri tarafından kısa sürede hazırlanan uzay dekoru önünde yapılan çekimlerde finalistler şarkılarını “playback” yaparak seslendirdiler. Çekimler üç gün içerisinde tamamlandı ve böylece 14 şarkı, halkın önüne çıkmaya hazır hale getirildi.

Yarı finali sunma görevi Ankara Radyosu spikerlerinden Elçin Temel’e verilmişti. Yakın bir tarihte televizyonun hafta sonu kuşak programlarında da sunuculuk yapan Temel, seyircinin tanıdığı bir yüzdü.

Çekimlerde kullanılan “playback”ler, ilk elemelere gönderilen kayıtlardı. Zaten finalistlerin yeniden kayıt yapacak zamanları da yoktu. Ne var ki bu durum kimi ekiplerdeki değişiklikler nedeniyle sorun yaratacaktı.

Selçuk Sun’un bestesi “Evren ve Biz” yapılan ilk açıklamaya göre Sibel Sun ve Vokal Ankara topluluğu tarafından seslendirilmişti. Oysa çekimlerde basın mensupları Sibel Sun’u görememişlerdi. Şarkının kaydında Sibel Sun’un da sesi olmasına rağmen kamera karşısına sadece Melih Seskır, Nedim Sönmez, Gülçin Tokatlıoğlu ve Ferhan Uğural’dan oluşan Vokal Ankara geçmişti. Beklenen açıklama, şarkının bestecisi Selçuk Sun’dan geldi. Selçuk Sun, Ankara Devlet Konservatuarında öğrenci olan kızı için okuldan gerekli iznin alınamadığını ve Sibel Sun’un bu nedenle yarışmadan çekildiğini söyleyecekti.

Benzer bir durum da “Burçlar” adlı şarkının ekibinde yaşanacaktı. Ekibin üç solistinden biri olan Serap Tezcan, Sibel Sun gibi okulundan değil ama annesinden izin alamadığı için yarışmadan çekilmişti. Bu nedenle, parçanın bestecisi Behiç Altındağ, çekimlere Arzu Özkaraman (Ece)’ı getirmişti. Kayıttaki ses Serap Tezcan’a ait olsa bile kamera karşısına Arzu Özkaraman geçecek, böylece bir solistin eksikliği fark edilmeyecekti. Ne var ki TRT yönetimi buna izin vermemiş ve Füsun - Behiç Altındağ mecburen ikili olarak çekime girmiş, Arzu Özkaraman’ın kamera karşısına geçmek için yaptığı hazırlık da boşa gitmişti.

Çekimlere Saadet Sun, Işıl German, İlhan İrem, Çetin Alp ve Cantekin tek solist olarak katılıyorlardı. Buna karşın diğer ekipler bir hayli kalabalıktı. İki şarkıyla yarı finale kalan Kuzenler topluluğu Haluk ve Hilmi Ersezer kardeşlerin yanı sıra, iki kardeşin hakikaten kuzenleri olan Korkut Erbuğ’dan oluşuyordu. Elemelere 4 şarkı göndererek şanslarını artıran grup, iki şarkıyla birden yarı finale kalarak dikkatleri üzerine çekmişti. Müzikle amatör düzeyde ilgilenen üç genç, çekimler esnasında sempatik hareketleri ve neşeli tavırları basının ilgisinden kaçmayacaktı.

Baha Boduroğlu’nun müzik prodüksiyon firması Arı Yapım’ın ekibinden olan Serpil Eroymak, Gülgün İldem, Güzin Boduroğlu ve Ülker Aksu’dan oluşan İstanbul Şarkıcıları vokal grubuyla birlikte geçmişti kameralar karşısına. Aslında Eroymak da İstanbul Şarkıcıları grubunun bir elemanıydı ve grup da erkek şarkıcılar da vardı. Nitekim Boduroğlu grubun her elemanın ayrı birer solist olduğu ve diğerlerinin ona vokal yaptığı bir dolu şarkı ile katılmıştı elemelere. Bunlardan ikisi yarı finale kalmıştı. “Senden Aşk Dilenmiyorum ki” o iki şarkıdan biriydi. Şarkının solisti Serpil Eroymak, Arı Yapım’ın “Disko-Fasıl” türü plaklarında vokal yapmış, reklam cıngılları seslendirmiş, ancak o güne dek tek başına bir solist olarak hiç şarkıcılık deneyimi yaşamamıştı.

Arı Yapım’ın diğer finalist şarkısı “Al Götür Beni de”yi ise Ercan Turgut seslendiriyordu. Ercan Turgut’a vokalde Fikret Aslan eşlik ediyor, Grup Stüdyo elemanları ise Murat Malhasoğlu, Jilber Malhasoğlu, Ertan Altınkaya ve Renato Fedi’den oluşuyordu.

Finale kalan şarkılar arasında en çok tartışma yaratan şarkı olan “İlyada” yı Nur ve Ergüder Yoldaş çifti seslendirirken Golden Horn adı verilmiş vokal grubunda Gönül Bahtiyar, Gülgez Duro, Süha Yıldız ve Ali Tahirgil adlı konservatuar öğrencileri ile konservatuar şan bölümü mezunu Ahmet Soysal yer alıyordu. Parçanın bestecisi Ergüder Yoldaş, yarı finale kaldığı haberini alınca bir açıklama yapmış ve şarkının aslında Lufthansa Hava Yolları için hazırlanan otuz dakikalık İlyada destanının bir parçası olduğunu anlatmıştı. Hayata geçirilemeyen bu projeden ortaya çıkan şarkının müzik çevrelerinde eleştirilme sebeplerinden biri zaten bir müzik parçasından çok bir epik tiyatro havası taşıması idi. Ergüder Yoldaş’ınsa bu konuda savunması açık ve netti: “Ülkenin koşulları belli. Dünyaya kendimizi tanıtmak zorundayız. Ve bunu aşk şarkılarıyla yapamayız.”

Beyaz Kelebekler topluluğu dedikoduların aksine, yarışma şartnamesine uygun olarak 6 kişilik bir ekiple kamera karşısına geçti. Bülent Ortaç, Yavuz Bizimege, Gürhan Nafiz Tarako, Ercüment Ateş ve Ender Akacan’dan oluşan topluluğun solisti Semra İleten’di. Grup üyeleri artık alameti farikaları haline gelmiş bir örnek kostümleri ve kendilerine özgü danslarıyla yıllardır alışılagelmiş Beyaz Kelebekler çizgisinden ayrılmadan finale kalmaya çalışacaklardı.

Finalist şarkılar, 22 Aralık 1978 akşamı ana haber bülteninden sonra televizyonda yayınlanmaya başladı. Ekran başındaki herkes gibi finalistler de evlerinde, oturdukları yerde öğreneceklerdi sonucu. 14 şarkı, jürinin verdiği kararla o gece 6’ya indirilecek, kimileri elenecek, kimileri finale kalacaktı.

Yarışmayı ilgi ve merakla takip edip, 20 Aralık günü Hürriyet gazetesinde yayımlanan “Fazla Umutlanmayın” başlıklı haberi okuyanlar, finalist parçaları bir şekilde önceden dinlemeyi başaran Yavuz Gökmen’in yorumları sayesinde şarkılar hakkında bir ön fikir sahibi olacaklardı.

İlk sırada ekrana gelen “Al Götür Beni de” adlı şarkı için Yavuz Gökmen şu yorumu yapmıştı:
“Temiz bir parça. Ancak oldukça çok görülen türde. Tüm nitelikleri ile vasatın üstüne çıkamıyor. Teşvik amacıyla yarı finale bırakıldı. Jüriden en az puan alan şarkılardan biri. Finale kalabilir mi? Hayır.”
O gece ülkedeki herkes gibi müzik dünyasının önemli isimleri de ekran başındaydı. Elemelere katılmayacağını daha en başından açıklayan Melih Kibar ve o günlerde Kibar’la birlikte çalışan Erol Evgin ve Seyyal Taner bunlar arasındaydı. Bu üç isim yarı finali profesyonel gözüyle izleyecek ve üç gün sonra yayımlanacak TV’de 7 Gün dergisi için her bir şarkıya yıldız vereceklerdi.

Üç profesyonel isim “Al Götür Beni de” adlı şarkıya dört üzerinden üç yıldız vermişler ve değerlendirmelerine “Bu parça Türkiye’yi temsil edebilecek en iyi parça,” notunu düşmüşlerdi.

Benzer bir şekilde Hafta Sonu gazetesinin kurduğu profesyonel jüride ise Ajda Pekkan, Onno Tunç ve bir yıl önceki yarışmanın jüri üyelerinden Önder Bali vardı. Gazetenin ofisinde bir araya gelen üç ismin “Al Götür Beni de” adlı şarkı için ayrı ayrı beyan ettikleri fikirleri şöyleydi:
Ajda Pekkan: “Günümüz müziğinden hayli uzak. Vokaller yeterli değil. Vasat bir parça.”
Onno Tunç: “Armoni hataları var. Eurovision için zayıf kalmış.”
Önder Bali: “Dans müziği parçasını andırıyor. Şarkıcı ve vokaller kötü. İkinci solist kukla olmaktan öteye gidememiş.”

İkinci sırada ekrana gelen “Mutluluk Oyunu” adlı parça için Yavuz Gökmen’in yorumu şöyleydi:
“Zayıf bir orkestra girişi var. Serpil Barlas’ın geçen seneki parçasını andırıyor. Ancak onun kıvrak örgüsü yok. Solist yetersiz kalıyor. Parça genel anlamıyla zayıf. Finale kalabilir mi? Hayır.”
Bu parçaya TV’de 7 Gün dergisi jürisi bir yıldız verirken, Hafta Sonu jürisi ise şu yorumları yapacaktı:
Ajda Pekkan: “Bir şeyler yapmaya çalışmışlar ama şarkıcının yorumu kötü.”
Onno Tunç: “Solist korkunç denecek kadar yetersiz kalmış. Düzenleme daha iyi olabilirdi. Herhalde Eurovision’luk bir parça değil.”
Önder Bali: “Şarkıcı devamlı tiz söylüyor. Müzik basit. Orkestrada ise anlaşma yok.”

Üçüncü sırada “Yaşa Sen de” adlı parça vardı. Bu parça için Yavuz Gökmen, Hürriyet gazetesindeki yazısında şu cümleleri kullanmıştı:
“Beyaz Kelebekler bu parçada iyiler. Solist değişimi halinde Eurovision formlarına tam uygun. Vokalle başlıyor. Vurmalılar ve orkestra canlı. Finale kalabilir mi? Büyük ihtimalle kalır.”
“Yaşa Sen de”, TV’de 7 Gün dergisi jürisinden iki yıldız almıştı. Hafta Sonu jürisinin parça hakkındaki fikirleri ise şöyleydi:
Ajda Pekkan: “Şarkı fena değil ama Eurovision’da bizi temsil edemez. Beyaz Kelebekler’in de alışılagelmişin aksine, şovları zayıf kalıyor.”
Onno Tunç: “Topluluk hem şarkı hem de görüntü olarak gazino havasından kendini kurtaramamış. Parça, yarışma niteliğinden uzak.”
Önder Bali: “Yeterli bir parça değil. Vokaller tümüyle detone. Solistin de hayli yorgun bir sesi var.”

“Bir Gün” adlı parça dördüncü sırada izleyici karşısına çıkmıştı. Parça için Yavuz Gökmen’in yorumu şöyleydi:
“İyi bir orkestra girişi. ‘Slow’ ve ritmi birleştirmiş. Ancak çok seslilik yetersiz. Söyleyiş monoton. Kuzenler’in yarı finale kalan diğer şarkısından daha iyi. Eurovision için ilkel. Jüri düşük puan verdi. Kadın vokal düşünülmüş. Finale kalabilir mi? Hayır.”
Aynı parça için TV’de 7 Gün dergisi jürisi iki yıldız vermiş, Hafta Sonu gazetesi jürisi ise şu yorumları yapmıştı:
Ajda Pekkan: “Parça kulakta kalmıyor. Grubun yorumu ise şöyle böyle.”
Onno Tunç: “Topluluk iyi niyetli bir çalışma yapmış. Fakat başarılı olamamışlar.”
Önder Bali: “Eurovision parçası olduğunu söylemek zor. Üç ses de zaman zaman iyi ama üçü de yetersiz.”

Beşinci sırada “Sevgilim” adlı parça vardı. Yavuz Gökmen bu parçayı şöyle değerlendirmişti:
“Bateri ile başlıyor. Klasik müzik formları yerleştirilmiş. Melodik yapısı çok iyi. Nefeslilerle mükemmele yaklaşıyor. Solistin daha iyi çalışması, çok iyi hazırlanması gerek. Ağır inişli Fransız parçaları gibi. Jüriden oybirliği aldı. Orkestrasyonu beğenildi. Aranjmanı da iyi. Finale kalabilir mi? Evet.”
“Sevgilim”, TV’de 7 Gün dergisi jürisinden ancak bir yıldız alabilirken, Hafta Sonu gazetesi jürisi şöyle düşünüyordu:
Ajda Pekkan: “Beste olarak vasatın üzerinde. Ama şarkıcı bestenin hakkını verememiş.”
Onno Tunç: “Şarkı dört dörtlük değil. Ancak diğerleri arasında en derli toplu olanı.”
Önder Bali: “Beste iyi de uluslararası festivallere gönderilecek nitelikte değil. Şarkıda biraz vokal olsaydı, daha fazla etki yapabilirdi.”

Altıncı sırada ekrana gelen parça “Elveda” idi. Yavuz Gökmen, Hürriyet gazetesinde yayımlanan yazısında “Elveda”ya dair görüşleri şöyle özetliyordu:
“İyi kayıt. Esrarengiz bir havası var. Arada vurmalılar kendini gösteriyor. Piyanı sarıyor. Solistin sesi kalın ve tok. Özdemir Erdoğan ve Tanju Okan karışımı. Ancak parça tamamen bize özgü. Romantik yapılı parçada solist nedense çıkışlarda zayıf. Girişi çok ağır. Final fena değil. Finale kalabilir mi? Belki.”
TV’de 7 Gün dergisinin Melih Kibar, Erol Evgin ve Seyyal Taner’den kurulu jürisi “Elveda”ya iki yıldız verirken “Solist Çetin Alp’in çok kaliteli bir ses,” notunu düşecekti. Hafta Sonu gazetesi jürisi ise parça hakkındaki fikirlerini şu cümlelerle açıklayacaktı:
Ajda Pekkan: “Parça o kadar iyi olmadığı halde düzenlemesi dantel gibi işlenmiş. Şarkıcı parçanın hakkını veriyor.”
Onno Tunç: “Şarkı, 1960’ların müziğini hatırlatıyor. Çetin Alp, dans müziği şarkıcısı havasından kurtulamamış.”
Önder Bali: “Yılların şarkıcısı Çetin Alp bu parçada sesini neden bu kadar titretti, anlayamadım. Ondan daha güzel bir yorum beklenebilirdi. Şarkı, çekici olmaktan bir hayli uzak.”

“Ayrılmak Olmasa” yedinci sırada ekrana geldi. Yavuz Gökmen’in bu parçaya dair fikirleri şöyleydi:
“Cantekin Arefoğlu iyi başladı. Tantanalı bir giriş. Duygulu, Engelbert Humperdinck tarzını benimsemiş bir solist. Ancak monoton. Modülasyon gerekli. Melodik yapısı itibariyle jüriden iyi not aldı. Orkestra da çok iyi. Finale kalabilir mi? Belki.”
“Ayrılmak Olmasa”, TV’de 7 Gün dergisi jürisinden iki buçuk yıldız alırken Hafta Sonu gazetesi jürisinin yorumları ise şöyleydi:
Ajda Pekkan: “Kulakta kalmayan bir şarkı. Cantekin ise iyi söylemiş.”
Onno Tunç: “Parça iddiasız. Fakat icrası dikkati çekiyor.”
Önder Bali: “Şarkılarda vokallerin olmayışı şarkıların güzelliğini öldürüyor. Bu parçada da durum aynı.”

Sekizinci sırada merakla beklenen şarkılardan biri olan “Bir Yıldız” vardı. Yavuz Gökmen’in bu parça için yorumları şöyleydi:
“Çok romantik gitarlarla dolu bir giriş. Akordeon ve ağız armonikası da seçiliyor. Romantik bir napoliteni andıran parça çıkış bölümünde birden değişiyor ve Timur Selçuk tarzına kaçıyor. Ara bağlantıları, motifler arası geçişler çok iyi. Jüri bu parçayı oybirliği ile aldı. Finale kalabilir mi? Evet.”
TV’de 7 Gün dergisi jürisi “Bir Yıldız”a iki yıldızı layık görürken Hafta Sonu gazetesi jürisi şu yorumları yapacaktı:
Ajda Pekkan: “Yarışma parçası değil ama şarkıcı hayli başarılı.”
Onno Tunç: “Belki fena bir şarkı değil. Ancak girişi ve finali yetersiz kalmış. Tipik bir ‘longplay’ parçası. Yarışmalarda bir şey yapamaz.”
Önder Bali: “Şarkının A bölümü iyi de, B bölümü tam tersi. Düzenlemesinin üzerinde daha çalışılması gerek.”

Dokuzuncu sırada “Senden Aşk Dilenmiyorum ki” adlı parça yer alıyordu. Parça hakkında Yavuz Gökmen şu cümleleri yazmıştı:
“Vurmalı ile başlıyor. Hemen solist giriyor. Solistin sesinin ince ve yumuşak oluşu parçanın karakterini değiştiriyor. François Hardy’nin eski şarkıları havası var. Ancak çok sevimli bir parça. Jüri bu parçada solist değişimini şart görüyor. Finale kalabilir mi? Solist değişirse kalır.”
“Senden Aşk Dilenmiyorum ki,” TV’de 7 Gün dergisi jürisinden iki yıldız alırken, Hafta Sonu gazetesi jürisi parça hakkında şöyle düşünüyordu:
Ajda Pekkan: “Parça çocuk şarkısı olmaktan öteye gidemiyor. Solist ve vokaller kötü.”
Onno Tunç: “Bu şarkı bana başka şarkılardan monte edilerek yapılmış gibi geldi. Hiçbir ilginç yanı yok.”
Önder Bali: “Finale nasıl kalabilmiş, doğrusu hayret ettim. Solist baştan aşağı detone söylüyor.”

“Burçlar”, onuncu sırada ekrana gelen şarkı oldu. Yavuz Gökmen’in parça ile ilgili fikirleri şöyleydi:
“Parçayı izleyince hemen Eurovision’luk diyorsunuz. Oynak giriş. Vurmalılar önde. Müzik iyi. Modern Avrupai müziğe dair yöneliş açıkça görülüyor. Jüri de bu parçaya iyi puan verdi. Oybirliği alan parçanın tek sakıncası 3 dakikadan uzun olması. Kısaltılması gerek. Finale kalabilir mi? Evet.”
“Burçlar”, TV’de 7 Gün dergisi jürisince üç yıldıza layık görülmüştü. Hafta Sonu gazetesi dergisi ise parça hakkında şu yorumları yapacaktı:
Ajda Pekkan: “Üzerinde biraz daha çalışılırsa iyi bir parça olabilir. Fakat bu haliyle bir hayli zayıf.
Onno Tunç: “Şarkının çok aceleye getirildiği belli oluyor. Solistin de sözleri anlaşılmıyor.”
Önder Bali: “Vasat bir şarkı. Orkestra ve düzenleme yetersiz.”

On birinci sırada “Seviyorum” adlı parça vardı. “Seviyorum” hakkında Yavuz Gökmen şu cümleleri kaleme alacaktı:
“Tertemiz bir müzikle başlıyor. Kovboy ritmini andıran giriş sonra dönüşüp folk, caz havalarına giriyor. Solist çok usta. Vokalle solistin uyuşması iyi. Melodi olarak güzel fakat aranjmanın zayıf olduğu jüri görüşü. Finale kalabilir mi? Belki.”
TV’de 7 Gün dergisi jürisi “Seviyorum”a üç yıldız verecek, Hafta Sonu gazetesi jürisi ise parçayı şu cümlelerle yorumlayacaktı:
Ajda Pekkan: “Kötü bir şarkı değil. Bir de şarkıcının üzerindeki ürkekliği atması gerek.”
Onno Tunç: “Finale kalan amatörler içinde belki de en iyisi. Ancak şarkının çekiciliği az.”
Önder Bali: “Basit fakat elle tutulur bir parça. Solist ve topluluk da elinden geleni yapmış.”

“Çağrı”, on ikinci sırada yer alan şarkıydı. Yavuz Gökmen, Hürriyet gazetesindeki yazısında bu parça hakkındaki fikirlerini şöyle ifade edecekti:
“Sert giriş. Bilinen melodiler. Vasat, ritmik, büyük parça değil. Arada çıkışlar var. Patlama beklenen yerlerde gene aynı şey. Jüri bu parçayı sadece iyi aranje edildiği için yarı finale bıraktı. Finale kalabilir mi? Hayır.”
“Çağrı”, TV’de 7 Gün dergisi jürisinden iki yıldız alırken Hafta Sonu gazetesi jürisi de parça hakkında şu yorumları yapacaktı:
Ajda Pekkan: “Kuzenler’in ilk parçalarından daha iyi. Sahne hareketleri ise zayıf.”
Onno Tunç: “Dinamik bir şarkı. Topluluğun yorumuna daha itina göstermesi gerek.”
Önder Bali: “Kuzenler bu kez parçalarında olumlu bir çaba göstermişler. Ama parça Eurovision çizgisinden uzak.”

On üçüncü sırada “Evren ve Biz” adlı şarkı vardı. Yavuz Gökmen’in şarkı hakkındaki yorumları şöyleydi:
“Tipik bir caz parçası. Bir trio eşliğinde kaydedilmişe benzer. Parçanın ilgi çeken tarafı en az dört sesli nefis vokalleri. Ancak armonik yapı itibariyle gösterdiği başarıyı melodi ve aranjman da gösteremiyor. Caz parçası olduğundan halkın tutması da düşünülemez. Finale kalabilir mi? Kalma şansı çok az.”
“Evren ve Biz”, TV’de 7 Gün dergisi jürisinden iki buçuk yıldız alacak, Hafta Sonu gazetesi jürisi ise fikirlerini şu cümlelerle ifade edecekti:
Ajda Pekkan: “Caz parçalarının Eurovision’da ne işi var? Doğrusu yarışmacıların bunu bilmesi gerekirdi.”
Onno Tunç: “Jüridekilerin caz sevgisi bu parçada daha çok ortaya çıkmış. Tipik bir caz parçası.
Önder Bali: “Parça caz türünde. Hem de 1935’lerin müziğini yansıtıyor. Bu şarkının kesinlikle Eurovision’da yeri olamaz.”

Ve son sırada “İlyada” adlı şarkı çıkacaktı izleyici karşısına. Yavuz Gökmen’in “İlyada”ya dair notları şöyleydi:
“Tipik bir müzik ötesi. ‘Modern opera’ da denilebilir. Ancak ne opera ne de tam hafif müzik. Türk hafif müziği için alışılmamış devrim. Jüriden oybirliği alırken sözleri dolayısıyla oldukça düşünüldü. Sözleri Homeros’un ‘İlias’ destanından alınma. Akhilleus’un Hektor’u öldürüşünü anlatıyor. Finale kalabilir mi? Evet.”
“İlyada” için TV’de 7 Gün dergisi jürisi iki ayrı değerlendirme yapmış, parçaya müzik açısından üç yıldız, Eurovision Şarkı Yarışması açısından ise bir yıldız vermişti. Hafta Sonu gazetesi jürisinin “İlyada” hakkındaki fikirleri ise şöyleydi:
Ajda Pekkan: “Günümüz müziğini yansıtmıyor. Parça opera müziği havasında.”
Onno Tunç: “Belki kendi türünde iyi bir şarkı. Ancak Eurovision’dan uzak.”
Önder Bali: “Vokalinden orkestraya kadar çok güzel. Fakat hafif müzik çizgisinde değil.”

Finalist şarkıların sırasıyla ekrana getirilmesinden sonra, o günlerde her cuma akşamı olduğu gibi yine Televizyonda Sinema kuşağı yayına girdi. O gecenin filmi 1958 yapımı, 9 Oscar ödülü sahibi “Gigi” adlı müzikaldi.

Film ve peşi sıra gelen gece haberleri nihayet bittiğinde ise heyecan doruktaydı. Finale kalan şarkıların açıklanması için çok enteresan bir yöntem izlenecek ve bütün şarkılar baştan sonra yeniden yayınlanırken finale kalanlar için şarkının yayını esnasında ekranda “Final Final Final” yazısı belirecekti. Jürinin seçtiği şarkıların anons edilmesi ve arka arkaya yayınlanması daha kısa ve kolay bir yöntemken TRT yetkilileri bu heyecansız yarı finale biraz heyecan getirmek için olsa gerek, böyle bir yolu tercih etmişlerdi. 14 şarkı sırayla bir kez daha ekrana geldi ve sadece 6 şarkıda ekranda “Final Final Final” yazısı belirdi.

Ertesi gün tüm Türkiye yine yarışmayı konuşuyor olacaktı. Sonuçtan memnun olanlar, olmayanlar, jüriye hak verenler ve vermeyenlerle yarışma yine gündemdeydi. Finale kalan 6 şarkı şöyle sıralanıyordu:

“Seks İçgüdüleri” Artık buna alışkındık. Finale kalan şarkılar belli olduğunda yeni bir dedikodu, tartışma ve açıklama dalgasının gelmesi kaçınılmazdı. Nitekim öyle de oldu. Yine çeşitli çevrelerden, müzikle ilgili ya da ilgisiz, mikrofon uzatılmış hemen herkesten çarpıcı açıklamalar gelmeye başlayacaktı önceki yıllarda olduğu gibi. Bunların içinde en ilginci hiç kuşkusuz TRT eski Genel Müdürü Nevzat Yalçıntaş’ın söyledikleriydi:
“Bu yarışmaların dışarıdaki mutfağı iyice bilinmeden ve ona nüfuz edilmeden katılınması, bizim için yanıltıcı, hayal kırıklıklarına uğratan neticeler verecektir. Bu sebeple, bu tür dış yarışmalara bir süre daha katılınmaması gerektiğini düşünüyorum.”

Nevzat Yalçıntaş kadar radikal olmasa da finale kalan eserlerin yeterince güçlü olmadığı endişesiyle yarışmanın iptal edilmesi gerektiğini düşünenler de vardı. Onno Tunç bunlardan biriydi. “Yarışma bence tümüyle iptal edilip yeni bir şarkı aranmalıdır. Yoksa oralarda rezil oluruz,” diyordu Tunç.

Önder Bali de onunla aynı fikirdeydi: “Şöyle elle tutulur tek parça yok. Bunlardan biriyle katılacağımıza, İsrail’e hiç gitmeyelim daha iyi.”

Müzik yazarı Doğan Şener de, Cumhuriyet gazetesinden Hıncal Uluç’a konuyla ilgili verdiği röportajda finale kalan parçalar hakkında iyimser yorum yapamıyor, Uluç’un “Bu finalist 6 parça halk oylamasına kadar geçecek süre içinde ne türlü bir gelişme gösterebilir, bulundukları noktadan ileriye ne kadar gidebilir?” sorusunda şöyle cevap veriyordu:

“Biraz daha iyi görüntü, biraz daha iyi söylenmesinden başka bir umut vaat etmiyor. Çünkü besteler yapı olarak zayıftır ve ne kadar çaba sarf edilirse sarf edilsin bundan daha ileriye götürülemez. Hatta Türkiye’nin en iyi şarkıcıları söylese bile…”

Nitekim o günlerde TRT koridorlarında dolaşan söylentiler de pek iç açıcı değildi. Cumhuriyet gazetesi 1 Ocak 1979 tarihli sayısında bu söylentileri “Eurovision’a Katılmayabiliriz” başlıklı haberinde şöyle aktarıyordu:

TRT içinden ve dışından etkili çevreler, kurum Yönetim Kurulu’nun yarışmadan çekilme kararı almasını açıkça istemeye başladılar. Ancak Yönetim Kurulu’nun bu konuda kesin bir karar almadan önce finale bırakılan 6 şarkının büyük orkestra için yeniden düzenlenmesini ve şarkıların ve sanatçıların İsrail’de yarışmaya hazır, son şeklini almasını bekleyeceği söyleniyor. Bu olmaz da, şarkılar halk oylaması için büyük orkestra eşliğinde TV’de yayınlandıktan sonra ülkemizi temsil için yeterli görülmezse, TRT Yönetim Kurulu’nun bazı üyelerinin çekilme önerisini toplantıya getirecekleri öğrenildi.


Öte yandan yarı finalde elenenler de basında haber konusu olmaya devam ediyordu. Beyaz Kelebekler topluluğu temkinli konuşmayı yeğleyenlerdendi: “Hiçbir iddiamız yoktu. Yalnızca sonucu merak ediyorduk. Sanki plak yapmış ve denetimden gelecek cevabı bekler gibiydik. Onun için de elenmemiz nedeniyle üzülmüş değiliz. Şimdi çalışmalarımızı daha bir güçlü olarak sürdüreceğiz.”

Beyaz Kelebekler’le aynı kaderi paylaşarak finale kalamayan Nur ve Ergüder Yoldaş ise onlar kalan ılımlı olamayacaktı. Yoldaş çifti Danıştay’a başvuracaklarını açıklarken Nur Yoldaş “İlyada”yı diğer finalist şarkılardan ayıran özelliği şu cümlelerle özetliyordu: “‘İlyada’nın dışında kalan 13 finalist şarkı konuları bakımından içgüdüsel yapıtlardır. Bilindiği gibi içgüdüler üç ana grupta toplanırlar: Savunma, beslenme ve seks. Bu 13 şarkı seks içgüdülerini anlatmaktadır.”

Yoldaş çiftinin yarışmada yaşadıkları hayal kırıklığı ve üzüntü, başka bir üzüntüyü beraberinde getirecekti. Ocak ayında Nur Yoldaş’ın hastaneye kaldırıldığı ve dört aylık bebeğini düşürdüğü haberi yansıdı basına.

Yoldaş, yarı final elemelerinin çekimlerine hamileyken katılmış, ancak yarışmadan elenmesi bebeğinin hayatına mâl olmuştu.

Türkiye finali 24 Şubat 1979 gecesi İstanbul’da, Atatürk Kültür Merkezi’nde yapılacaktı. 6 finalist ekibin önünde iki aydan az bir süre vardı. O gün gelene kadar bir yandan hazırlıklar sürerken, bir yandan da yarışma ile ilgili dedikodu ve söylentiler şüphesiz devam edecekti.

DEVAM EDECEK
GELECEK BÖLÜM: "BU GECE BİRİNİN KALBİ DURABİLİR!"
Published on May 11, 2020 14:37
May 8, 2020
Hande Yener - "Pencere"
"İçimde Açık Bir Pencere"

20 yıllık müzik kariyerinde birden fazla kez ve birden fazla formülle zirveyi görmüş bir şarkıcının sonrasında saçmalama lüksü ve kredisi elbette vardır ama Hande Yener bu kredinin dibini sıyırdı artık. Bu eşiğe gelmiş isimlerin önünde iki tuzak oluyor: Ne yapsa beğenilme ya da ne yapsa beğenilmeme. Hande Yener bir süredir ikinci tuzaktan çıkmaya çalışıyor.

20. yıl albümünün adı “Carpe Diem” olacak, içinde Mete Özgencil, Mabel Matiz, Fikri Karayel, Berksan ve Misha şarkıları yer alacak, onu biliyoruz. Bu kez fazla da ballandırmadan, dozunda bir iddia ile albümünden bahsediyor, beklentileri karşılayacağına dair sinyaller veriyor.

Doğruya doğru; Yener’i çok eleştiririm bir yandan ama sevdiğim albümlerinin ve şarkılarının hatırı büyüktür; eninde sonunda onların yanında koyacak bir şeyler yaparsa da alır bağrıma basarım.

Geçtiğimiz günlerde servis edilen “Pencere”, muhtemelen albümün en iddialı şarkısı değil; sadece habercisi. Malum Corona günleri herkesin planlarını altüst edince Yener de günün mana ve önemine uygun olacağını düşünerek, albüme de bir kıvılcım olsun diye bu şarkıyı servis etti muhtemelen. Evet, ha deyince “hit” olacak, ilk dinleyişte çarpacak bir şarkı değil ama “cool” ve gizemli; çekici bir tarafı var.

Şarkının sözleri Berksan’a, müziği ise Berksan ve Misha’ya ait, düzenleme de Misha tarafından yapılmış. Günün ritim ve “sound” anlayışının tam da içinden geçerken, Hande Yener özlediğimiz Hande Yener gibi olabilmiş bu şarkıda. Ne avam, ne cıvık, ne şımarık… Bunların hepsini yaptı ve o defterleri kapattı diye düşünmek için umut veriyor bu şarkı.
Ben en çok Hande’nin sesini şöyle temiz ve net bir biçimde duyabilmeyi sevdim ki albümün bütününde de böyle olacağını umuyor ve diliyorum.
Kısacası “Pencere” tek başına bir fikir vermiyor belki ama en azından albüme dair beklentileri sıcak tutmayı başarıyor denilebilir.
Published on May 08, 2020 13:44
Yavuz Hakan Tok's Blog
Yavuz Hakan Tok isn't a Goodreads Author
(yet),
but they
do have a blog,
so here are some recent posts imported from
their feed.
