Yavuz Hakan Tok's Blog, page 6

December 10, 2020

Akşamdaaaaan Akşama

Emir Can İğrek – “Akşamcı”


Gündemi tamamen pandemiye teslim olmuş, bütün, barları, pavyonları, diskoları zapt, konserleri iptal edilmiş, bütün eğlencesine el konulmuş bir yıl oldu 2020. Ne şarkı dinleyenin dinleyesi kaldı ne şarkı söyleyenin söyleyecek hevesi. Ben ki hafta sekiz gün dokuz yeni şarkı çıkaranlara “Yanlış yapıyorsunuz, yapmayın çocuuum, boğmayın bizi,” diye ahkam kesip durur idim, ben bile “Aman salın gitsin, boğulmuşuz zaten boğulacağımız kadar,” noktasına gelmişim bu süreçte. Beş duyumuz var hepi topu. Dördünü temkinli kullanıyoruz zaten virüs korkusundan. Bari kulaklarımız kaygısız kalsın, çoktan seçme özgürlüğüne sahip olsun, ne yapalım.


Yakın dönemin yükselen yıldızlarından Emir Can İğrek de 2020 yılını bir hayli üretken geçirenlerden. Şöyle bir sayayım: Mart ayında üç parçalık “Sapa”, nisan ayında “Meydan”, mayıs ayında Patron’la “Darbe”, temmuz ayında “Saman Sarısı”, eylül ayında Zeynep Bastık’la “Dargın” ve “Sapa”nın “Cenk Gürsoy Remix” versiyonu. Geçtiğimiz günlerde, kasım sonunda da Hypers etiketiyle iki şarkılık “Akşamcı” servis edildi dijital platformlara.


Başından beri kendine has bir tavır ve üslupla yol alıyor Emir Can İğrek. Eskinin edebi dilini bugünün genç diline bu kadar zekice uyarlayabilen çok az müzisyen var onun kuşağında. 50 yaşını devirmiş beni buradan yakalayabiliyor mesela; 15 yaşını devirmiş genci de haydi haydi yakalıyor zaten. Son dönemde bu kadar melodi zengini şarkılar yazabilen de çok yok. Şarkılarının düzenlemeleri de dar alanda kısa paslar atmaya çalışmıyor. Çok büyük, çok iddialı önermeler getirmeye çalışmadan, sofistike denemelere girişmeden, alabildiğine sade, basit ama amatör ve kararsız tınlamayan, samimiyeti hissedilen, sıcak şarkılar üretiyor.


“Akşamcı” da bu kategoride bir şarkı. Tıpkı teklide yer alan diğer şarkı “Tenha” gibi, bu şarkının da söz ve müziği Emir Can İğrek’e ait. “Akşamcı”nın düzenlemesi Yiğit Avcı, “Tenha”nın düzenlemesi ise Alperen Gün imzası taşıyor.  


Bektaşi’ye sormuşlar, “Namaz kılar mısın?” diye. “Bayramdaaaaan bayrama”, diye cevap vermiş. Bir de sormuşlar “İçki içer misin?” diye. “Akşamdaaaaan akşama,” demiş. Hah işte “Akşamcı” tabiri de buradan çıkmış. Biliyorsunuzdur ama yine de hatırlatayım dedim.


“Akşamcı”, adından ne anlıyorsanız öyle bir şarkı. Şarkının çıkışının içki satışı yasaklarına denk gelmesi de talihin bir cilvesi. O yüzden hafta sonları dinlememenizi öneririm. Hele klibini hiç izlemeyin. 35 mm film tadındaki klip fena halde akşamcılığa özendirebilir sizi. Ruh sağlığınızı ve manevi gelişiminizi olumsuz yönde etkileyebilir. Belki de tam tersi olur. Türlü bahanelerle, yasaklar, kısıtlamalarla bizden çalınan eğlencemizi ve neşemizi her şeye rağmen, her şart koşulda, eninde sonunda geri alacağımızı hatırlatır, iyi gelir.


“Akşamcı” çakırkeyif genç adamının o akşamlar geçtiğinde, ücrada bir başına kaldığında hissettiklerini ise ikinci şarkı, “Tenha” anlatıyor sanki. Böyle bir organik bağ var iki şarkı arasında. Farklı aranjörlerin elinden çıkmış olmalarına karşın müzikal bir bağ da var. Her iki şarkı, İğrek’in kendine has müziğiyle yürüdüğü yola birer taş daha döşüyor.


Bunu daha önce yazmıştım, yine tekrar edeceğim: Emir Can İğrek’in vokal tekniğinde kolay çözümlenebilir bir sorun var. Yaygın olarak genç şarkıcıların çoğunda görülen bir sorun bu. Sesinde nazal bir tını var ve bu fiziki bir sorun değil; tamamen sesin kullanılış biçimi, yanlış yerleşmiş alışkanlıktan doğan bir sonuç. Belki böyle sevildiğini düşünüp bunu dert etmiyor, belki özellikle böyle kalmayı tercih ediyor ama aslında biraz çalışmayla çok daha parlak ve etkili tınlayabilir sesi. Bu da bütün şarkıları aynı tamperaman ve duygu hattında söylediği hissinden kurtarır dinleyiciyi. Bunu da benden başka dert eden dinleyici var mıdır onu da bilmiyorum bu arada.


Yukarıda bir yerlerde “Akşamcı” için “dinlemeyin” “izlemeyin” filan dedim ama ciddiye almadınız umarım. İroni bitti ya memlekette, alt yazı koymak şart. Dinleyin siz dinleyin. Vallahi bir şarkı dinlemekle “Akşamcı” olunmaz. Hafta sonu içki içerseniz Covid olursunuz, o ayrı.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 10, 2020 08:55

December 9, 2020

"Çok Şahane Bir Çalım Attım"

 Ezgi Bıcılı - "Yalancı Dünya"


Dijital çağda müzik piyasasına tek isimle girmek büyük hata. Neyse ki Ezgi Bıcılı bu hatadan çabuk dönmüş ve ikinci teklisinde soyadını da kullanmış. Üşenmedim, saydım, Spotfy’da sanatçı olarak arttırdığınızda tam dokuz tane Ezgi çıkıyor. Bıcılı’nın soyadını kullanmadan çıkardığı ilk teklisini ara ki bulasın.


Müzisyen bir aileden gelen ve müziğe çocuk yaşlarında piyano eğitimi alarak başlayan, sonrasında lise ve üniversite eğitimini de müzik üzerine alıp piyano öğretmenliği yapan Ezgi Bıcılı, Ankara ve İzmir’de başlayan sahne macerasını zamanla İstanbul’a taşımış ve Ajda Pekkan, Neco, Demet Sağıroğlu ve Ziynet Sali gibi birçok isme vokal yapmış. Bıcılı, ilk teklisi “Yaz Bitmeden”i 2019 yılında Ziynet Sali’nin de desteğini alarak yayımlamıştı.


Zaten daha ilk şarkısında sağlam bir şarkıcı olduğunu gösteriyordu Ezgi. Profesyonel bir tanıtım çalışması da yapılmıştı o dönemde. Tabii bu devirde bir tek şarkıyla bir anda geniş kitleleri yakalamak hiç kolay değil. Adım adım ilerlemek ve o adımları doğru atmak gerekiyor. Nitekim geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan ikinci tekli “Yalancı Dünya”yla Ezgi ikinci adımını doğru atmış gibi gözüküyor.


Söz ve müziği Sezen Asku’ya ait “Yalancı Dünya”, Aksu’nun 2000 çıkışlı “Deliveren” albümünde yer almıştı. Üzerinden 20 yıl geçtiğine inanmak zor ama öyle. Şarkı, bildiğim kadarıyla o günden bugüne ilk kez yeniden seslendiriliyor. Bu bakımdan akıllıca bir seçim olmuş. O bir yana, 20 yıllık bu şarkının bugünün müzikal anlayışında bu kadar doğru tınlayabileceğini pek şahsen tahmin edemezdim. Zaten sözüyle müziğiyle sanki bugün yazılmış gibi, o ayrı. Bir de üstüne öyle bir düzenleme yapılmış ki, şarkı asıl anlamını ve üslubunu şimdi, bugünün müzikal anlayışında bulmuş.


Sezen Aksu’nun “rap” olsun diye değil ama laf kalabalığından endişe etmeden yazdığı şarkının A bölümlerinden “rap” çıkarmak bir fikir. Nakarat kısmındaki alaturka-arabesk kıvamı sazla, darbukayla, nağmeli bir yorumla ağdalamak da bir fikir. Bu, belki ilk bakışta herkesin aklına gelebilecek iki iyi fikri kusursuz bir uyumla bir araya getirmekse bir başarı. Şarkıda eski nesil ve artık kullanılmayan bir Türk sazını kullanmak da incelikli bir tercih.


“Rap-arabesk” moda olacaksa illa, bunun nasıl yapılabileceğine dair sağlam bir örnek var artık elimizde. Boş konuşmayan, bir şeyler söyleyen, bir derdi olan, bunu hem fikrî hem de müzikal anlamda içi dolu bir biçimde, zerre avama kaçmadan dinleyiciye sunan bir örnek. Bu bakımdan şarkıyı orijinalinden daha üst bir noktaya taşıyarak güncelleyen Can Ercan ve Ateş Berker Öngören’i tebrik etmek lazım.


Şarkının “rap“ kısımlarında, sırf şimdilerde moda diye “Siyahi Amerikan-Gurbetçi Türk” karışımı aksanı tercih etmeyen Ezgi Bıcılı’yı da tebrik ediyorum. Dinlerken içim ferahladı.    


Bildiğim kadarıyla Ezgi Bıcılı, kendi gibi müzisyen eşi Can Ercan’la birlikte şarkılar da yazıyor. Hatta “Yaz Bitmeden” ikisinin elinden çıkmış bir şarkıydı. Muhakkak kendi şarkılarını kullanmaya devam edeceklerdir ama dikkat çekmek adına hemen her yeni ismin başvurduğu “cover” yöntemine başvurmaları, birçokları için dezavantaj olurken Bıcılı için avantaj olmuş. İlk şarkıda eksik olan şey, o kalabalığın arasından ayrılmayı sağlayacak farklılıktı belki de. Doğrusu ben Ezgi Bıcılı cephesinden gelecek yeni şarkıları merakla bekleyeceğim şimdi.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 09, 2020 09:07

December 7, 2020

1980 Ekstra


1980 Eurovision Türkiye elemeleri, sadece Ajda Pekkan ve ona şarkı yapmak için seçilen besteciler üzerinden yürüdüğü için daha önceki yıllarda olduğu gibi popüler müziğe yeni isimler kazandırmamış, bu nedenle de müzik sektörüne pek de faydası olmamıştı. Aynı şekilde, her sene elemelerden sonra elemelere katılan birçok şarkı plak olarak yayımlanırken, 1980 yılından elimizde kalan sadece “Petrol”ün 45’liği olacaktı. Türkiye’de yayımlanan 45’lik parçanın sadece Türkçe ve İngilizce versiyonlarını içeriyordu.


Oysa basında okuduğumuz kadarıyla “Petrol”ün bir de Fransızca versiyonu vardı ve sadece yurt dışında plak olan bu versiyonu biz ancak TRT radyolarında çalındığında duyabilecektik.


“Petrol” oryantal yapısıyla kapı komşumuz Yunanistan’da da yankı bulmuştu. Her ne kadar Yunanistan yarışma gecesi bize puan vermediyse de şarkı aynı yıl Yunanistan’da Yunanca sözlerle Doukissa tarafından plak yapıldı. “Petrol”ün hem Türkiye’de hem de yurt dışında plaklarını basan Philips firması tarafından 1980 yılında yayımlanan ve Doukissa’nın kendi adını taşıyan 33’lük plağında şarkı, “Aman Petro” adıyla yer alıyordu.  


Türkiye’de “Petrol”ü Ajda Pekkan’dan sonra ilk yeniden seslendirense Kristin Haydar oldu. “O da kim?” diyebilirsiniz şayet ‘80’leri yaşamadıysanız. Adından da anlaşıldığı üzere Fransız bir insan kendisi. O vakitler bir Türk’le evliydi. O Türk de güya Haydarpaşa Garı’na adını veren Haydar Paşa’nın torunu idi. Bu yüzden de Kristin Hanım, Haydar soyadıyla ve “Haydar Paşa’nın gelini” olarak Türkiye’ye lanse edilmişti. Tesadüf bu ya, hem sinema oyuncusu hem de şarkıcıydı Kristin Haydar ve Fransa’dan menajer Erkan Özerman marifetiyle bu “mesleklerini” Türkiye’de icra etmek üzere transfer edilmişti.


Kristin Haydar, Türkiye’de gazino sahnelerine çıkıp, film çevirip basında boy boy çıplak fotoğraflarıyla manşet olurken, bir de 33’lük plak dolduracaktı. 1981 Mayıs ayında yayımlanan bu plakta “Petrol”ü de yeniden seslendirmişti.


Şarkının söz yazarı Şanar Yurdatapan’ın 12 Eylül sonrası vatandaşlıktan çıkarılması sonucu “Petrol”, yıllar boyu TRT’de yasaklı şarkılar listesinde yer aldı. Hatta her yıl Eurovision öncesi yapılan programlarda önceki yıllarda Türkiye’yi temsil eden şarkılar ekrana getirilirken 1980 yılı hep atlandı. Ajda Pekkan’sa yarışmada aldığı başarısız netice sonrası şarkıya zaten küsmüştü. Ta ki 2000 yılına kadar. Pekkan, o yıl eski şarkılarını “remix” versiyonlarıyla seslendirdiği “Diva” adlı albümü için “Petrol”ü 20 yıl sonra ilk kez yeniden kaydediyordu. Şarkının bu düzenlemesi Kıvanch K tarafından yapılmıştı.


2011 yılında ise bir başka “remix” versiyon bu defa Ozan Doğulu tarafından yapıldı ve Ajda Pekkan bir kez daha yeniden seslendirdi. Bu versiyon ise Ozan Doğulu’nun o yıl piyasaya çıkan “130 BPM Allegro” adlı albümünde yer aldı.


1980 elemelerinde Ajda Pekkan tarafından seslendirilen “Bir Dünya Ver Bana” ve “Olsam”, sadece Türküola Plak tarafından Almanya’da basılan bazı kaset ve CD’lerde yer aldı ama Türkiye’de hiçbir zaman basılmadı.


“Bir Dünya Ver Bana”yı Ajda Pekkan’ın dinlemesi için besteci Cenk Taşkan’ın “demo” kaydını Ayşegül Aldinç’e okuttuğunu biliyorduk. Bu kayıt yıllardır hiç ortaya çıkmamış bir kayıttı. İşte bu yazıyla ilk kez gün ışığına çıkıyor. Buyurun, Ayşegül Aldinç’in sesinden “Bir Dünya Ver Bana”.   


Yarışmada ilk elemeyi geçemeyen “Sevgi Nedir, Nasıl Sevilir?” tamamen sır olarak kalırken, “Cennet”, Modern Folk Üçlüsü’nün 1980 yılı aralık ayında piyasaya çıkan “Pop” adlı 33’lük plağında yer alarak dinleyici karşısına çıkacaktı.



 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 07, 2020 12:58

December 5, 2020

"Kimde İstersen Onda Sön"

Hande Ünsal - "Sözüm Söz"

Kemani bir baba ile ses sanatçısı annenin kızı olan Nursal Ünsal, çocuk denecek yaşta Ankara Radyosu’na girer ve dönemin önemli üstatlarının tedrisinde yetişir. Hayatını müziğe adayan ve hem solist hem keman sanatçısı hem de koro şefi olarak alaturka müziğe hizmet eden Nursal Ünsal’ın kanun sanatçısı Ahmet Canevi ile evliliğinden üç çocuğu dünyaya gelir: Haktan, Niran ve Nida.


Yetenek genlerden geçmiştir doğal olarak. Her üç çocuk da zaman içerisinde müziğe yönelir. Niran da tıpkı ağabeyi gibi TRT İzmir Çocuk Korosu’nda alır ilk müzik eğitimini. Uzun süre radyoda devam eder müzik macerası, sonra radyodan ayrılır ve İzmir’de sahneye çıkmaya başlar. 1992 yılında ilk çocuğu Hande’yi dünyaya gelir. Hande’nin babasıyla Hande doğduktan sonra evlenir ama bu evlilik sadece bir ay sürer. 1994 yılında Pop Show yarışmasında kazandığı birincilikle adını duyuran Niran, asıl çıkışını 1996 yılında ilk albümü “Haktan” ile yapar. Artık İstanbul’a yerleşmiştir.


Hande de müziğin içine doğmuştur doğal olarak. Babasını hemen hiç görmüyordur, annesi ise şöhret basamaklarını yeni tırmandığı o günlerde çok yoğun çalışıyordur. Hande daha ziyade, İzmir’de, anneannesinin yanında büyür o dönemde. Zor bir çocukluk ve aile hikâyesinin içinden çıkıp kendine ve müziğe tutunur. 18 yaşında vokalist olarak sahneye çıkmaya başlar, Haliç sonra Üniversitesi Konservatuarına girer.


2011 yılında yayımlanan ilk teklisi “Kumar” çok fazla ses getirmez ama 2014’de Aydın Kurtoğlu’nun “Köle” adlı şarkısında seslendirdiği bir kuble bir hayli ilgi çeker. 2016’da yayımladığı ikinci teklisi “İki Çift Laf”ta bu defa Aydın Kurtoğlu seslendirdiği bir kubleyle Hande’ye eşlik edecektir.


Ozan Doğulu’nun 2017’de yayımlanan “130 BPM Forte” albümüne Hande de kendi yazdığı bir şarkıyla dâhil olur. “Derdim Çok”tur bu şarkının adı. Hande’nin derdi çoktur sahiden. Varını yoğunu koyarak ortaya çıkardığı “İki Çift Laf” şarkısı tutmamıştır; zaten bu şarkıyı da o depresyonla yazmıştır. Ozan Doğulu’nun albümünde de Hande’nin şarkısı, albümdeki dönemin popüler isimlerinin gölgesinde kalır ama rüzgârın yönü yavaş yavaş değişmektedir. Nitekim 2018 yılında yayımlanan “Oyna Oyna” teklisiyle Hande Ünsal ismi daha önce hiç olmadığı kadar konuşulmaya başlar.


Sonrası pop müzikle ilgili herkesin malumu. 2018’de “Seni Sever miydim”le yakalanan büyük çıkış, 2019’da “Nerdesin”, “Daha İyi” ve her iki şarkının akustik versiyonlarıyla yerini sağlamlaştırmış bir Hande. 2020’de, müzik piyasasındaki herkesin iki kere düşünüp iş yaptığı bir dönemde, “İyi misin?” ve “Yorgun Savaşçı” teklileri ve geçtiğimiz günlerde üçüncü bir tekli: “Sözüm Söz”.


DMC tarafından yayımlanan “Sözüm Söz” söz ve müziği Hande Ünsal’a, düzenlemesi Serkan Balkan’a ait. Başından beri kendi yolunda yürüyen Hande, bu şarkıda da artık alıştığımız stilini bozmuyor. “Sözüm Söz” de tıpkı önceki Hande Ünsal şarkıları gibi temposu yüksek, elektronik ögeler barındıran ama bir yandan da içinden kolay akılda kalıcı, arabesk temalar geçen bir şarkı. Çok yeni, çok farklı, daha önce yapılmamış bir tür değil bu. Hatta yakın zamana kadar bu türün en popüler ismi Merve Özbey’di.      


Bununla birlikte Hande’nin şimdilerde bu kategoride en başarılı, en üretken isim olduğu söylenebilir. Çok istikrarlı ve çok emin adımlarla ilerleyerek geldiği noktada, onunla aynı kulvarda sayılabilecek birçok ismi geride bıraktı. Genç ve dinamik görüntüsü, kostümleri, klipleri, dans edebilmesi gibi avantajlarıyla öne geçti ve gençlere kendini sevdirdi. Etraf “cover” yıldızlarından, bir gün “trap” bir gün “rap”, üç gün sonra “club”, derken “alternatif” takılan yolunu yönünü bulamamış şarkıcılardan çok ayrı bir yerde, bir pop yıldızı olma yolunda ilerliyor. “Sözüm Söz” de bu yolda atılmış yeni bir adım gibi görünüyor.


Kendi şarkılarını yazabilme avantajı ve birlikte çalıştığı müzisyen Serkan Balkan’la uzun süreli yol arkadaşlığının yarattığı ortak dil, zaman içerisinde pop müzikte “Hande Ünsal şarkıları” kategorisinden bahsetmeyi kolaylaştıracak muhakkak.   


Bence Hande’nin tek sorunu, henüz sesini doğru yerden kullanmaya başlamamış olması. Aileden miras, geniş entervalli, pesleri kulağa kafide gibi gelen, pırıl pırıl bir ses var ama dik seslerde yeterince dolgun bir tını vermiyor. Misal, YouTube’da bir “online” konserine denk gelip izledim ve konser boyunca bütün şarkıları, bir yarım ton hatta bazen bir ton aşağı almak hissiyatı uyandı bende. Stüdyo kayıtlarında nispeten halledilebilir bu sorun, canlıda kulağı tırmalayabilir. Bazen şarkıcının en rahat ettiği yeri değil, sesinin en parlak tınladığı yeri bulmak gerekir. O yeri doğru oturttuğu zaman hem o çocuksu tınıdan hem de sesinin hakimiyetini kaybetme riskinden kurtulacak şüphesiz. Belki bunun için biraz daha zamana ihtiyaç vardır.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 05, 2020 08:28

December 4, 2020

"... Ya da Gelme Tadı Kaçıyor"

Kerem Berberoğlu - "Dön Gel"


Yine hakkında çok fazla bir şey bilmediğimiz bir genç müzisyenle karşı karşıyayız. Dijital müziğin geleneği bu: Şarkı mühim sadece. Kim yazmış, kim düzenlemiş, söyleyen kimmiş, neciymiş, bunlara takılmamamız gerekiyor.


Kerem Berberoğlu’nun 2019 yılında yayımlanan ilk teklisi “Ona” için servis edilen basın bülteninde şu cümleler var sadece:

“Altı yaşından beri müzik aşkıyla yanıp tutuşan genç şarkıcı, yeteneği ve girişimci ruhu sayesinde kendi çapında müzikle ilgileniyor ve hatta çevresindeki müzisyen arkadaşlarıyla da ortak çalışmalar yapıyordu. Fakat zaman zalim, stüdyo kiraları pahalı ve de sektör koşulları ağırdı. Cihangir'de yeni taşındığı dairede içine kapandı ve bütün gün elektro gitar çalıp yüksek sesle müzik dinledi. Apartman sakinleri canından bezmişti. Hiçbir şikâyete aldırmadan ve hiç durup dinlenmeden üç yıl boyunca çaldı söyledi.

Bu üç yılın sonunda şiddetli gürültü mağduru üst kat komşusu kapısını çaldı. Sade kahve eşliğinde geçen medeni bir sohbet sonrasında konuyu tamamıyla halletti. Kendisi de müzik sektöründe görev aldığı için bazı girişimler başlattı. Şarkı hazırlandı, kayıtlar yapıldı, fotoğraflar ve klip çekildi.”


Bu gizemli komşu kimdir, nedir, kimin nesidir bilmiyoruz. Yalnız ilk şarkısı “Ona”nın söz ve müziğinin Emre Aksu’ya ait olduğunu biliyoruz ki Emre Aksu da müzik sektöründe söz yazarı ve besteciliğinden önce prodüksiyon ve menajerlik tarafında yaptıklarıyla tanınan, bilinen bir isim.


Kerem Berberoğlu’nun geçtiğimiz günlerde yayımlanan yeni şarkısı “Dön Gel” de söz ve müziği Emre Aksu’ya ait bir şarkı. Bir önceki şarkı gibi bunun düzenlemesini de Erdinç Şenyaylar yapmış ve tekli yine DMC etiketiyle yayımlanmış.


İlk dinleyişte dikkat çeken, hem melodisiyle akılda kalan hem de Erdinç Şenyaylar’ın usta işi düzenlemesiyle kulağa yer eden, genel geçerin içinde farklı, kişilikli bir şarkı “Dön Gel”. Kerem Berberoğlu’nun sesinin kendine has bir tınısı ve rengi var. Şarkıya getirdiği kırık dökük yorum da çok yerinde.

Birbirine çok benzer tarzlar, ritimler, melodisiz şarkılar, mırıldanan solistler duymayı kanıksadığımız şu zamanda bu şarkı nefes alıyor, yaşıyor. Mutlaka dinleyin.   

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 04, 2020 09:58

December 3, 2020

"Çalgılar Senin İçin Çalacak"

Attila Atasoy - "Hoşça Kal"  


Zamanlardan bir zaman… Henüz barların pavyonların, gece kulüpleri, diskoteklerin ve de özellikle müziğin salgın hastalık mikrobu yaymadığı günler… Ankara’dayız. Bir bar açılışında ben “dj” kabinindeyim, Attila Atasoy da gecenin konuk sanatçılarından biri. Bar işte sonuçta, sahne yok. Konuk sanatçılar “dj” kabininde, yanım sıra söylüyorlar şarkılarını. Haliyle de izleyenler, kabin yüksekliğinin müsaade ettiği kadarıyla, bel plan görebiliyorlar sanatçıları.



Neyse ki öyle bir şey olmadı. İkinci şarkı başlamadan indirdik Attila’yı çıktığı yerden. Bu sefer de kabinden çıktı, davetlilerin arasına karıştı, öyle söyledi şarkısını. Şaşırdım mı? Hayır. Çünkü benim bildiğim Attila hep böyleydi. Sadece sahnede değil, gündelik hayatta da yerinde duramaz, oradan atlar, buradan zıplar, gider, gelir, döner, fazla durursa sıkılır… Adamın ruhu afacan. Üç gün görmezsin, bir bakarsın Amazon ormanlarından bir “post” atmış. Oradan döndü dersin, ertesi hafta (hadi abartmayayım), bilemediniz ertesi ay, Şili’den selamı gelir. Adam gezgin.


Türkiye’de pop müziğin gelmiş geçmiş en iyi erkek şarkıcılarından, en özel ve farklı seslerinden biridir Attila Atasoy. Kimsenin kayığına binmeyi sevmediği, ele avuca sığmaz ruhuna müzik kariyeri boyunca da hiç gem vurmadığı için bir önceki cümle pek öyle her yerde, sıklıkla dile getirilmez, söylenmez ama inanın bana, öyledir. 

Mesleğinde çalışkandır da aslına bakarsanız. Hatta asıl mesleği eczacılıkta olduğundan daha çalışkandır. Günü gelip eczanesini kapatmış ama müzik defterini hiç kapatmamıştır misal. 

Onun kuşağının, yani ‘70’ler popçularının çoğu ‘90’larda bayrağı genç kuşağa devretmişken, Attila Atasoy tam gaz devam edebilmiştir. 2000’ler ve 2010’larda da bu defa tam gaz değilse bile, varlığını gösterecek kadar sahadadır. Bakın 2020 bitti bitiyor, Attila Atasoy bir yeni şarkıyla daha “Ben buradayım”, diyor. Haklı. Çünkü burada ve hâlâ zımba gibi şarkı söylüyor.


Bugüne gelmeden önce hikâyenin başına dönelim istiyorum. ‘Bugünlere öyle kolay gelinmiyor,’ şeklinde bir mesaj veresim var çünkü bu yazıda, vermezsem ayıp.


1958 yılında Milas’ta doğar Attila Atasoy. Aileden Marmarislidir aslında ve bu esas memleket bilgisi, Atasoy’un hayatı boyunca durmalardan hoşlanmamasını da tek başına açıklamaya yeter. Bir de belki sarışınlığını. Ege denizinin suyundan yutmuştur işte. Hey neyse… Babasının memur olması nedeniyle bir dönem Antalya’da, sonrasında Ankara’da yaşarlar. Babası memurdur memur olmasına ama müziğe de düşkündür. Evde çalınan Sevim Tanürek plakları ve Türk müziği şarkıları Attila’nın kulağını daha çocuk yaşlarda doldurur. O yaştaki çocukların pek de ayılıp bayılmadığı alaturka müziğe hayrandır küçük Attila. Beş yaşında mandolin dersleri almaya başlar, ilkokulda “Çoban” adlı müzikal oyunda başrol oynar. Lise ve üniversite yıllarında folklor oynar, tiyatro yapar, musiki derneklerine devam eder. O yaşlar, arayış yaşlarıdır.


Eczacılık Fakültesi’nde okurken o günlerde yeni yeni program üretmeye başlayan TRT Ankara Televizyonu’nun yeni yetenekleri ekrana çıkardığı bir programa, arkadaşı Kürşat Arıgümüş’le beraber Özüm Sözüm ikilisi olarak katılır ve pop-folk türünde bir şarkı söyler. Programın yapımcısı Yavuz Gökmen, çekimden sonra Attila’yı bir kenara çeker ve “Senin sesin güzel. Bu yanındakini şutla, tek başına devam et,” der. Nitekim öyle de olur. Yavuz Gökmen’in Attila’ya desteğiyle televizyonda birkaç kez tek başına görünür. O dönem kendisi gibi Ankara’da yaşayan Selim Atakan’la çalışır ve Atasoy’un müzikte ilerlemesinde Selim Atakan’ın büyük katkısı olur.


İlk 45’liği “Anam / Cüce”, 1974 yılında Diskotür Plak etiketiyle yayımlanır ama asıl şöhret 1975 yılında ilk kez katıldığımız Eurovision Şarkı Yarışması’nın Türkiye elemelerinde kendi bestesi “Dilenci” ile ilk 17’ye kalmasıyla gelir. Herkesin dikkat kesildiği yarışma elemeleri, birçok genç şarkıcı gibi Attila’yı da ülke çapında tanınır hale getirecektir. Yarışmanın finalinde “Dilenci” jüri ve halk oylarının toplamıyla seçilen iki ikinciden biri olur, bir süre sonra plak olarak piyasaya sürülür ve bir “hit” e dönüşür.


Peşi sıra, 1979 yılına kadar dört 45’lik daha yayımlar Attila Atasoy. Aynı yıl piyasaya çıkan “Haberler” de en az “Dilenci” kadar sevilir, “Bir Gün Beni Ararsan” ona keza, dillere düşer. 


Yabancı şarkılara Türkçe söz yazmanın çok popüler olduğu o günlerde kendi besteleriyle kendi yolunu açmıştır Attila. Oradan devam eder. 1978’in son günlerinde “Bir Gün Beni Ararsan” adı verilmiş ilk 33’lüğü piyasaya çıkar. Plakta daha önce 45’lik olarak yayımlanmış şarkıların yanı sıra yeni şarkılar ve bir de Türk müziği bestesi, “Olmaz İlaç” vardır.


1979 yılında Eurovision elemelerine bir kez daha katılır. Ayşe Mine ile bir ikili olurlar ve birlikte Dağhan Baydur’un bestesi “Hopşirinini”yi seslendirirler. Şarkı elemeleri geçemez ama bir süre sonra plak olarak yayımlanır. 


1980 yılında ise askerlik görevi dönüşü, “Kışla Havası / Günah Bende” 45’liğini yayımlar. Bu iki Türk müziği bestesi günü modası disko akımına uydurulmuştur. Bu, Attila’nın son 45’liği olur.


1981 yılında “Avare” albümü piyasaya çıkar. Albümün en büyük “hit”i, sözlerini Aysel Gürel’in yazdığı “Zaman Meyhanesi” olur. Böylece Attila ‘80’lerde de yerini garantilemiştir. 


Nitekim 1985’te “Sanadır Bütün Şarkılarım”, 1987’de “Farzet ki Ben Seni Hiç Tanımadım” ve 1989’da “Rüyalar ve Anılar” albümüyle ‘80’leri bir hayli etkin geçirir. 


Bir yüzünde Türk müziği şarkıları söylediği “Rüyalar ve Anılar” albümü, özellikle de “Anılar” adlı şarkı, onu bu kez ‘90’lara taşıyacaktır. Diğer albümlerden de “Fırtına”, “Bir Rüzgâr”, “Farzet ki Ben Seni Hiç Tanımadım” ve “Ümitsiz Bir Akşamda” başta olmak üzere, çok sayıda “hit” şarkı çıkar.

‘90’ların gelişi pop müzikte bir kırılma noktasıdır aslında. Yeni nesil pop müziğin içinde eski nesil temsilcilerinin ayakta kalabilmesi zordur. 

Attila Atasoy, 1991’de “Gizli Çiçek”, 1994’te “Attila Atasoy ‘94”, 1996’da ise dört şarkıdan oluşan “Ayrılık da Sevdaya Dahil” kısaçaları ile bu virajı da sağ salim döner. 


1997’de orijinal kayıtlardan oluşan bir “best of” niteliğindeki “Dünden Bugüne” albümünü yayımlayarak müzik kariyerinin bir özetini çıkarır.


2000’lere o günlerde yeni kurulan Eski Dostlar ekibinin solistlerinden, eski dostlarından biri olarak girer ancak hem albüm hem sahne çalışması şeklinde planlanan projenin devamında yer almaz. 2002 yılında “Biraz” albümünü yapar. Günün modası yüksek ritimli şarkılardır ve Attila da “Dilenci”, “Haberler” ve “Anılar” gibi eski şarkılarını bu anlayışa uygun düzenlemelerle bu albümde yeniden seslendirir. 


2005 yılında “Dünden Bugüne” albümü bu defa Ossi Müzik tarafından “En İyileriyle Attila Atasoy” adıyla CD formatında yayımlanır. 


2007 yılında ise Düş Gezginleri grubuyla birlikte “Andro” adlı albümü yapar. Albümün adına ilham kaynağı olan “Şimdi Andropoz Zamanı”, oldukça manidar bir şarkıdır. 47 yaşındaki bir şarkıcı, yaşından gocunmadan, yaşının ruh halini anlatan bir şarkıya imza atmıştır ki bu pek de sık görülmüş bir şey değildir.


2011 yılında dört şarkılık kısaçaları “Orda mısın?” yayımlanır. Bu çalışmaya adını veren şarkıyı, yıllar boyunca yakın dostu olmuş Aysel Gürel’in ölümünden önce hazırlamaya giriştiği “Çınar 1” adlı albüm için bestelemiştir. 


2013 yılında Erdener Koyutürk imzalı tangolar seslendirdiği “Atasoy’dan Koyutürk Tangoları” albümü çıkar piyasaya. 


2016’da ise üç şarkı ve bir farklı versiyonun yer aldığı “Düş Peşime” kısaçalarını yayımlar. Aynı yıl, iki türkü seslendirdiği ve “Tadımlık Türküler” adını verdiği bir dijital tekliye de imza atar. Sonra yıl gelir, 2020 olur.


Geçtiğimiz günlerde Avrupa Müzik etiketiyle piyasaya sürülen yeni Attila Atasoy teklisinin adı “Hoşça Kal” (Bu hitabın doğru imlâyla yazıldığına da dünya gözüyle şahit oldum ya, daha ne isterim.) 


Şarkı sözleri, daha doğrusu şiir Müjdat Gezen tarafından yazılmış, İlkim Karaca da bestelemiş. Şarkının düzenlemesinde ise Soner Yağız ve İlkim Karaca’nın ortak imzası var. İlkim Karaca’yı daha ziyade Cem Karaca’nın son eşi olarak biliyoruz ama kendisi uzun yıllardır şarkı sözü yazıyor, beste yapıyordu. Hatta geçtiğimiz günlerde bir bestesini kendisi söyleyerek kaydetti ve tekli olarak yayımladı. Şarkısının adı: “Gönül Bağında”. Yeri gelmişken, onu da hatırlatayım.


“Hoşça Kal”, Attila Atasoy’un sesine ve tarzına çok yakışan bir şarkı olmuş. Pop-alaturka havası, incelikli sözleri ve akılda kalıcı melodisiyle dinleyeni kolayca kavrayan şarkı, tadını en çok Attila Atasoy ve dönemdaşlarından aldığımız Türk pop klasiklerinden biri gibi adeta. O devrin ruhu ve duygusunu taşıyor. Bas bariton bir sesin çok pes seslere kadar inen bir şarkıda nasıl rahat ve çekincesiz dolaştığını dinlemekse bir ders gibi.


Hep söylüyorum. Yurt dışında Attila Atasoy kıdeminde ve yetkinliğinde müzisyenler baş tacı edilir, el üstünde tutulur. Bizdeyse en verimli çağında nostalji rafına kaldırılırlar. Yeni şarkılar, albümler yapacak, daha uzun yıllar sahneye çıkıp konserler verecek enerjileri ve istekleri vardır ama pek fırsat verilmez, yer açılmaz. Her alanda olduğu gibi müzikte de gençler başı çeker, çekmelidir amenna ama belli bir yaşın üstündeki müzisyenlere layık görülen bu mecburi emeklilik de haksızlıktır. Neyse ki Attila’nın “emekli” olmaya hiç niyeti yok. Şartlarını zorlayarak da olsa hâlâ yeni şarkılara ses verdiğini duymak mutluluk verici. Bu şarkıyı da günün modasından, müzikal eğilimlerinden ayrı tutup, bu göz ve kulakla dinlemek lazım.


Ne de olsa dönem pandemi dönemi. Attila bu aralar hop Kaçkar dağlarına, hop Kanarya adalarına gidemeyeceğine göre, birkaç şarkı daha hatta belki bir de albüm çıkarır diye umuyorum. Tam zamanıdır.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 03, 2020 08:28

December 2, 2020

"Hancı mı Yancı mı?.."

 İrem Derici - "Senin Hastan" 


“Uzun zamandır uyarılmamıştım. Uyarıldım, iyi geldi.”

RTÜK, İrem Derici’nin son klibindeki bazı sahneler için uyarı vermiş, İrem Derici de öyle uyarıya böyle cevap vermiş. Zamanlardan bir zaman bütün bunlar gelip geçtiğinde, geriye şarkılar, müzik, sanat, hayat kaldığında… Bugün hayatlarımızın üzerine düşen kara gölgeler yok olup gittiğinde ve adları bile hatırlanmadığında, İrem’in bu cevabı bir anekdot olarak anlatılabilir dilden dile. Gülebilirler geleceğin insanları. Hem de bizim şu anda hiç gülemediğimiz kadar yüksek sesle gülebilirler.


İrem Derici bir deli kızdır. Sözünü sakınmaz, dilini tutmaz, gemi azıda gezer. Bu da herkesçe bilinir zaten çünkü saklamaz da hiç. Yeri gelir saydırır birilerine, yeri gelir en sunturlu lafı da kendine söyler. Hiperaktivitesi ve ağzı bozukluğu, içerisi görünmesin diye çektiği kalın perdeleridir onun belki de ama bazen fazla gelebilir o perdeler karşısındakine. Misal, benim kimi zaman “Of nasılsa kulak asmayacak, yine bildiğini okuyacak,” deyip sözümü sakınmışlığım vardır ondan. Tabii ki müzikle ilgili sözlerden bahsediyorum. Yoksa ne burası “Kırmızı Oda” ne de ben Binnur Kaya’yım. Bu zamanda klip televizyonda yayınlanmış, yayınlanmamış, kim takar, o da ayrı mesele zaten.


İrem’in hiperaktifliği en başından bu yana müzik kariyerine de yansıdı doğal olarak. Hiç ağırdan almadı, hiç sakin olmadı. Çat burada çat kapı arkasındaydı. Ne bulursa söyledi, uyar uymaz, yarar yaramaz demedi. İnce elemedi, sık hiç dokumadı bu yüzden. Oysa sekiz sene az bir zaman değil. “İrem Derici şarkıları” ya da “İrem Derici müziği” diye bir şey olabilirdi şimdiye. Olmadı.


İrem Derici’nin iki şarkı ve bir farklı versiyondan oluşan yeni bir teklisi yayımlandı geçtiğimiz günlerde. Yazının başında bahsi geçen klip de o teklide yer alan “Senin Hastan” isimli şarkıya aitti zaten. Sözleri Ayla Çelik ve Hakkı Yalçın, bestesi Ayla Çelik ve Serdar Aslan’a ait “Senin Hastan”ın düzenlemesini Onurr yapmış. Şarkının teklide yer alan “Remix” versiyonu ise Mustafa Ceceli’nin elinden çıkmış.


Eli yüzü düzgün, derli toplu, hoş bir pop şarkısı “Senin Hastan”. Orijinal versiyonu bildik İspanyol yürüyüşüyle kulağa sıcak ve olgun geliyor, “Remix” versiyonu ise şarkıyı daha “teenage” bir yerden sunuyor dinleyene. Her iki haliyle de İrem’in sesine ve tarzına yakışmış bir şarkı.


Diğer şarkı “Güz Dönümü” ise söz, müzik ve düzenlemesi Onurr tarafından yapılmış bir şarkı. Güncelin tam orta yerinden bir ritim ve düzenleme anlayışıyla kotarılmış ve yüzü daha Batı’ya dönük bir “sound”u var.


Ben her iki şarkının da doğru ve iyi seçimler olduğunu düşündüm dinlerken. İki yanlış bir doğruyu götürür mü, onu zaman gösterecek ama İrem, kariyerinin bundan sonrası için biraz daha telaşsız seçici davranabilirse, iki doğrunun bir yanlışı götürme ihtimali daha fazla olabilir.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 02, 2020 08:19

December 1, 2020

"Bi' Sarılsak Belki Hemen Geçer"

 Erkin Arslan & Buray & Evrencan Gündüz - "Aşk Ne Güzel Şey"


Günlerden bir gün üç tane iyi müzik yapan adam bir araya gelmiş. Tesadüf bu ya, üçünün de sesi, tınısı, müziği dinleyenlere oldum bittim pozitif titreşimler verirmiş. Üstelik tam da o günlerde memleket pozitif seslere, sözlere, melodilere hasretmiş. Aşkın ne güzel şey olduğunu hatırlamaya mesela… Bir sarılsak hemen geçeceğine inanmaya…


Söz, müzik ve düzenlemesine Erkin Aslan imza atmış, “mix”ini Sarp Özdemiroğlu, “mastering”ini Çağlar Türkmen yapmış. Erkin Arslan, Buray ve Evrencan Gündüz birlikte söylemiş, Jinglehouse da yayımlamış. “Aşk Ne Güzel Şey” böyle çıkmış ortaya.


Yaptıkları işleri ayrı ayrı sevdiğim üç müzisyeni bir arada görünce, dinleyince, masal diliyle vermek istedim haberi. Masal gibi bir iş çünkü.


Malum, son yıllarda dünyada olduğu gibi Türkiye’de de “ticari” ittifaklar aldı yürüdü. Siyaseten doğruluk aranmıyor bu ittifaklarda; “ticari” kelimesi her şeyi karşılıyor zaten; maksadı, sebebi, sonucu… Müzikte de bunun yansımaları gırla. Yeşilçam zamanları Anadolu’nun sinema işletmeleri, film yapımcılarına sipariş verirmiş, “Türkan ve Cüneyt’in oynadığı üç film, Filiz ve Ediz’in oynadığı iki film,” diye. Filmin rejisörüne, senaryosuna, konusuna filan sonra karar verilirmiş. Yıllardır benzer bir şey yapılıyor müzikte de. Dua Lipa’yla Miley Cyrus bir araya gelsin mesela. Çok tutar abi. Bir de şarkı yazılır işte ikisine uygun. Ya da Yıldız Tilbe’yle Bilal Sonses bir araya gelsin. Bak, Mustafa Ceceli’nin yanına Irmak Arıcı^yı koyalım, nasıl fikir? Madonna’nın yanına Maluma’ya ne dersiniz?

Sonuç: Pek çoğu yaratıcılıktan, yenilikten uzak, ortak üretimin yaratabileceği sinerjiden, tazelikten nasibini almamış işler…


“Aşk Ne Güzel Şey”in böylesi bir niyetle yapılmadığı çok açık bir kere. Çünkü şarkı günün moda ritim, melodi ve şarkı sözü anlayışına hiç yüz vermiyor, hatta düpedüz nanik yapıyor. Günün, mevsimin, dönemin karanlığında güneşli, ışıklı, ferah ve ılık bir esinti etkisi bırakıyor. Hani böyle şarkılarla dolu bir albüm olsa, bu sesler söylese yine, bu adamlar çalsa… Dinlenir mi? Vallahi dinlenir.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 01, 2020 09:12

November 30, 2020

"İlk Beşe Girmemiz Kesin!"

 Seninle Üç Dakika

1980 - 4. Bölüm

“Pet’r Oil”den “Petrol”e


Finalin ertesi haftasında Ajda ve kurmayları teker teker Paris’e uçtular. Önce Ajda’nın terzisi Hayri, son moda kreasyonları incelemek ve final gecesi için “görülmemiş bir Eurovision kostümü hazırlamak” maksadıyla Paris’e hareket etti, ardından Ajda’nın ve şarkının yurt dışı tanıtımlarını üstlenmiş bulunan Betül Mardin soluğu Paris’te aldı. Nino Varon, plak şirketi bağlantıları, Atilla Özdemiroğlu ise parçanın düzenlemesinin çalışmaları için Türkiye’den ayrılıp, oradan telefonla Ajda’yı gelişmelerden haberdar ederlerken, son olarak da yarışmadan sonra bir süre dinlenmeye çekilen ve bu arada Turizm ve Tanıtma Bakanlığı’nın organize ettiği Turizm Sezonu Açılışı gecesinde bir konser veren Ajda Pekkan, ekibe katılmak üzere Paris’e gitti.
Aynı günlerde, bugüne dek “yoz müzik” olduğu iddiasıyla şarkıları TRT denetiminden geçmeyen ünlü arabeskçiler, kendi türlerine yakın buldukları “Pet’r Oil”in Türkiye’yi temsil etmek üzere seçilmesi karşısında TRT’ye kazan kaldıracaklar, artık televizyonun kapılarının kendilerine açılması gerektiğini iddia edecekler, hatta bu konuyla ilgili olarak gerekirse Danıştay’a gidebilecekleri tehdidini savurmaktan da geri kalmayacaklardı.


Yıllar önce Ajda’yı Fransa’da meşhur edebilmek için epeyce çaba sarf eden, çeşitli dillerde doldurduğu plakları pazarlayan Philips firması, Eurovision serüveni boyunca da Ajda’dan yardımını esirgemiyordu. “Pet’r Oil” in yeni versiyonu Türkçe, İngilizce ve Fransızca olarak Philips’in Paris stüdyoları, Studio Des Dames’ da kaydedildi. 


Şarkı, Fransız Müzisyenler Sendikası’nın görevlendirdiği elemanlardan oluşan 40 kişilik orkestra tarafından çalındı, ses kaydını ise daha önce Johnny Hallyday, Paul Mauriat ve Nana Mouskouri gibi ünlü şarkıcı ve orkestraların kayıtlarını yapmış olan ses teknisyeni Henri Lousteau yaptı. “Loving On Petrol” adını taşıyan İngilizce sözler J.C.Ellis adlı bir söz yazarı tarafından yazılmış, “Le Roi Du Petrol” başlıklı Fransızca sözler ise, aynı zamanda Fransa ve Kanada’da tanınmış bir şarkıcı ve besteci olan Patrick Loubie tarafından kaleme alınmıştı. 


Şarkının düzenlemesi de epeyce değişmiş, daha Batılı bir hale gelmişti. Bu durum hem Ajda’yı memnun etmiş hem de plak şirketini umutlandırmıştı. Hazırlanacak 45’lik tüm Avrupa’da piyasaya sürülecek, şarkının tanıtımı için ne gerekiyorsa yapılacaktı. 


Ajda Damda

Ajda’nın en az şarkının yeni versiyonu kadar güvendiği bir diğer kozu ise kuşkusuz o günlerde çekilen tanıtım filmi olacaktı. Tanıtım filmi esprisi ilk kez bu kadar ciddiye alınıyor, filmde Ajda’nın güzelliği kadar İstanbul’un tarihi ve doğal güzellikleri de şarkının oryantal içeriğine uygun bir kurguyla gözler önüne serilmeye çalışılıyordu.


Henüz klip sektöründen bihaber televizyon yayıncılığımız için bir devrim sayılabilecek bu renkli çekim, iki gün boyunca Dolmabahçe ve Topkapı sarayları, Rumeli Hisarı, Yeşilköy ve İstanbul Televizyonu Kuruçeşme Stüdyoları’nın Boğaz manzaralı platolarında gerçekleştirildi. Klip için hiçbir masraftan ve emekten kaçınılmamıştı. Öyle ki Ajda Pekkan, Boğaz’ın ve Topkapı Sarayı’nın panoramik görüntüsünü alabilmek maksadıyla sarayın damına çıkarılacak, Devlet Balesi koreografı Oytun Turfanda’nın özenle hazırladığı koreografi eşliğinde şarkısını damda bile icra edecekti.


Ekipte bir de değişiklik olmuş, Türkiye finalinde ekibe sonradan dahil olan Aldoğan Şimşekyay ayrılmış, yerine Lale Özdemiroğlu alınmıştı. O günlerde Grup Doğuş’un bir elemanı olan, yarışmanın başında grubuyla katılması söz konusu iken daha sonra “iyi görüntü vermedikleri” gerekçesiyle tek başına gruba dahil edilen Şimşekyay, şarkı Türkiye finalinde birinci olduktan sonra kadrodan çıkarılması karşısında “Kullanıldım,” diye beyanat verecek, ancak Ajda Pekkan’la kaçırdığı Eurovision’a gitme şansını, tam 12 yıl sonra,1992 yılında bu kez Aylin Vatankoş’la yakalayacaktı.


Aslında bir balerin olan ve şarkı söylemekle ilgisi olmayan Lale Özdemiroğlu (Mansur) ise, çok belli ki şarkının görsel unsurunu desteklemek için hem vokalist hem de dansçı olarak ekibe alınmıştı. Şarkının söz yazarı Şanar Yurdatapan’ın kız kardeşi ve besteci Atilla Özdemiroğlu’nun o günlerdeki eşi olan Lale Özdemiroğlu, zaten başından beri ekibin içindeydi.


Ajda Pekkan’ın tanıtım filminde giydiği kostüm, siklamen rengi, şalvar pantolonlu bir tulumdu. Bu kıyafet kısa sürede büyük bir moda yaratacak ve ülkede bütün kadınlar şalvar pantolon giymeye başlayacaktı. Kostümün belindeki mor kuşak ve Ajda’nın boynuna taktığı beşibiryerdelerle oryantalin altı iyiden iyiye çizilmiş, siyah uzun peruk ve sallantılı küpelerle de Avrupai bir “Süper Star”dan bir “Türk Lokumu” çıkarılmıştı.


Tanıtım filminin en esprili yanı ise şarkının anlattıklarını vurgulamak niyetiyle düşünülmüş mizansendi. Son model bir Mercedes otomobil, belli ki benzini olmadığı için, koşulmuş iki at tarafından çekiliyor, Ajda Pekkan atların dizginleri elinde olduğu halde önden giderken, vokalist kızlar da arabayı arkadan itiyorlardı. 


Türkiye’nin özellikle 1979 yılında had safhada yaşadığı petrol darboğazını vurgulayan mizansenin son karesinde ise ekranda boş benzin pompasını kameraya doğru uzatan bir el beliriyordu. 


Klibin Avrupa televizyonlarında yayınlanmasından sonra, bu grotesk esprinin Mercedes markasıyla gurur duyan Almanları kızdırdığı yazılıp çizilecek, ancak bu söylentinin gerçekliği hiçbir zaman teyit edilemeyecekti.


Yayın yasağının kalkmasıyla beraber tanıtım filmi, televizyonlarda defalarca ama defalarca yayınlandı. Aynı günlerde “Petrol”ün 45’lik plağı Türkiye’de, arka yüzünde İngilizce versiyonu olduğu halde piyasaya sunuldu.


45’liklerin yavaş yavaş raflardan kalkmaya başladığı günlerdi. Zerrin Özer’in kıyametler koparan “Gönül”ü bile, 45’lik satışlarının hızla düşmesini geciktirememiş, bu durum da zaten korsan plaklar ve bant kayıt stüdyolarıyla başı fena halde dertte olan plak prodüktörlerini artık sadece 33’lük plak ve yasal kaset basmaya yönlendirmişti. Bir dönemin çok satan 45’liklerine imza atmış Ajda Pekkan bile uzun süredir 45’lik plak yapmıyorken, “Petrol”ün gördüğü olağanüstü ilgi, plağın satışını daha başından garantilemişti. 

Plak piyasaya sürüldüğünde Philips firmasının verdiği tam sayfa ilanlarda “Sadece 1980 Eurovision Şarkı Yarışması birincisi değil. Bu bir plak olayıdır!” cümleleri yer alıyordu. Nitekim beklenen oldu ve “Petrol”, bir şubat günü televizyonda dinlediğimiz ve sevdiğimiz versiyonundan çok daha başka, bambaşka haliyle plak olarak karşımıza çıktığında, görülmemiş satış rakamlarına ulaştı.


Şarkının yeni hali gerçekten bambaşka idi. Türkiye finali versiyonunda yer alan konuşma kısmı tamamen çıkarılmıştı. Nakarat bölümlerinden önce uzun bir “ooooof” çeken vokalist kızların yerine ise o yıllarda “uzay efekti” denilen elektronik bir ses konmuştu. Şarkının bu kaydında vokalist kullanılmamış, stüdyo teknolojisinden istifadeyle vokaller de bizzat Ajda Pekkan tarafından yapılmıştı.


Televizyonun yeni ve iddialı dizisi Dallas’ın ikinci bölümü TRT’nin tek kanallı siyah beyaz ekranında 13 Nisan Pazar günü yayınlandı. Dizinin hemen arkasındansa 1980 Eurovision Şarkı Yarışması’na katılan 19 ülkenin tanıtım filmleri sırasıyla ekrana getirildi. Böylece ilk kez bu denli iddialı olduğumuz yarışmada, kimlerle ve nasıl şarkılarla mücadele edeceğimiz ortaya çıkıyordu. Rakiplerimiz belli olmuştu.


“İlk Beşe Girmemiz Kesin!”

14 Nisan Pazartesi günü Ajda Pekkan, TRT İstanbul Kuruçeşme Stüdyoları’nda rakiplerinin tanıtım filmlerini izleyecek ve gözünde gözlükleri, elinde kalemiyle bir akademisyen ciddiyeti içerisinde, izlediği şarkılar hakkında notlar alacaktı.


Bu heyecanlı dakikaların sonunda gazetecilerin önüne çıktığında ise baş parmağını fotoğraf makinelerine doğru uzatarak “bu iş tamam” işareti yapacak, onunla da yetinmeyip ilk beşe gireceğini ifade eden bir hareketle elini açarak beş parmağını bize gösterecekti.


O gün Ajda’yla yapılan röportaj, takip eden salı günü televizyonda yayınlandı. Bülent Özveren’in sunduğu “Stüdyo-1” adlı programda, Ajda Pekkan “Birinciliği garanti edemem ama ilk beşe girmemiz kesin,” diyordu. 


Ona göre en ciddi rakibi “Birkaç plağını dinlemiştim, yıldız olmaya aday,” diye nitelendirdiği Anna Vissi’nin “Autostop” adlı şarkıyla temsil ettiği Yunanistan’dı. 


Pekkan ayrıca Hollanda, İtalya ve İsviçre’nin parçalarını da beğenmişti. Ne var ki Ajda’nın favorileriyle yarışmanın sonucu arasında hayli fark olacak, en büyük yanılma payı ise “Petrol”e denk gelecekti.


Ajda ve kurmay heyeti artık hazırdı. TRT’nin bu konuda ödenek ayıramamasından dolayı Ajda, ekibindeki bazı elemanları, masraflarını cebinden karşılamak suretiyle Hollanda’ya götürecekti. Kimler miydi bunlar? Yarışma gecesi, öncesi ve sonrasında giyilecek tüm kostümleri hazırlayan terzisi Hayri Akduman ve Ajda’nın saç tuvaletini emanet ettiği kuaförü Veysel Öz. 

O ana kadar TRT, bu yarışma için 1 milyon 750 bin lirayı gözden çıkarırken, Ajda Pekkan çoktan 2 milyon 500 bin lira harcamıştı bile. Muhtemel zafer için hiçbir fedakarlıktan kaçınılmıyordu. Harcanan paranın ve emeğin sonucunun alınmasına ise artık sadece birkaç gün vardı.


Kültürel ve sportif alanda dünya çapında başarılara attığımız imzaların sayısı henüz parmakla gösterilecek kadar azdı. Cumhuriyetin ilanından bu yana Batıya öykünüyor ve Avrupa’ya kendimizi kabul ettirmeye çalışıyorduk. Ne var ki bu çabamızı sadece, o yıllarda ortalama popüler müziğin bile gerisinde seyretmekte olan bir yarışmada dereceye girmeye indirgemiş gibiydik. Avrupalı olduğumuzu sadece bu yarışmada puan alarak ispat etme gayretimiz kuşkusuz bugün anlaşılması güç bir iyi niyet içeriyordu. O iyi niyet ve hevesle alkış kıyamet Hollanda’ya gönderdiğimiz “Süper Star”ımızsa  adeta bir savaşçıydı bizim için. 


19 Nisan 1980 gecesi, Türkiye’de sokakların boşalması, ülkede yaşayan herkesin televizyon başında soluklarını tutması boşuna değildi.

Lale ve Petrol

Hollanda’nın Lahey şehrinde yer alan Congresgebouw Kongre Merkezi’nin Prince Willem Alexander Salonu’ndan yapılacak canlı yayın başladığında Türkiye’de saatler 22.00’yi gösteriyordu. 


45 kişilik Metropole Orkestrası açılış müziğini çalmaya başladığı esnada ekranda uzaydan gelen taşların parçalanmasıyla oluşan 25 yazısı belirdi. Bu, Eurovision Şarkı Yarışmasının 25’inci yılını sembolize ediyordu.


Daha sonra sahnede Hollandalı sinema ve tiyatro aktristi Marious Fluitsma göründü. Yarışmanın 25’inci yılı, daha önce görülmemiş iki yeni uygulamaya şahit olacaktı. Birincisi, her ülkenin şarkısını kendi sunucusu ile kendi dilinde anons etmesi, diğer ise daha önce en yüksekten en düşüğe doğru yapılan ülke puanlamalarının o gece en düşükten en yükseğe doğru yapılacak olması idi. Bu çoklu sunucu esprisi, sadece 1980 yılına mahsus bir farklılık olarak kalıp bir daha hiç denenmeyecekken, puanlamaya getirilen yeni sistem, bundan sonraki yıllar boyunca da bu şekilde uygulanacaktı.

Yayını televizyon ekranından tüm ülkeye ulaştıran ses, yine Bülent Özveren’di. Radyodan ise TRT radyo spikeri Şebnem Savaşçı anlatıyordu. 


Bir diğer deneyimli TRT sunucusu Başak Doğru, TRT Ankara Stüdyoları’nda Türk jürisinin oylarını Hollanda’ya bildirmek üzere hazırdı.


Ajda Pekkan’ı sahnede anons edecek sunucunun da Şebnem Savaşçı olmasına karar verilmişti. Şebnem Savaşçı üstlendiği bu tarihi görevi, yıllar sonra şöyle anlatacaktı: “Ben Hollanda’ya, yarışmayı radyodan anlatmak için gittim. Gitmeden önce, o gece sahnede sunuculuk yapacağımı bana kimse söylemedi. Bunu oraya gidince öğrendim ve hatta giyeceğim kostümü de Hollanda’dan satın aldım. O gece anons yapmak benim için gerçekten zor oldu. Çünkü bir yandan radyodan anlatma görevim devam ediyordu. Sıra bana gelince radyo dinleyicilerine durumu anlatarak mikrofon başından ayrıldım ve ülke yayın kuruluşları için ayrılmış kabinlerin bulunduğu bölümden sahneye doğru bütün salonu kat ederek gittim. Ayağımda hiç alışık olmadığım topuklu ayakkabılar, üzerimde uzun bir tuvaletle salonu bir uçtan bir uca geçtim. Çok heyecanlıydım tabii. Televizyonda bu kadar çok insanın izlediği bir canlı yayında sunuculuk yapmak alışık olduğum bir şey değildi. Dizlerim titreyerek anonsumu yaptıktan sonra aynı yolu geri kat ederek kabine döndüm ve yarışmayı Türkiye’deki radyo dinleyicileri için anlatmaya devam ettim.”

O gece ilk sırada yarışan Avusturya ekibinin şarkısını seslendirmesinden hemen sonra sahnede topuklarına kadar uzanan siyah elbisesi ve kırmızı ceketiyle Şebnem Savaşçı belirdi. Savaşçı’nın Türkçe olarak “Yüzyıllar önce Hollanda’ya laleyi getiren Türkler, şimdi de ‘Petrol’ü getiriyorlar,” dediği dakikalarda, Türkiye’de ekran başındaki herkesin göğsü çoktan kabarmıştı bile. 


Ajda Pekkan ve ekibi sahne üzerinde olanca şıklıklarıyla boy gösterdiklerindeyse kalbimiz ha durdu ha duracaktı.

Şarkının oryantal havasına uygun kıyafetler, Ajda’nın lila rengi kostümünü tamamlayan siyah peruğu, vokalistlerin antik heykelleri anımsatan beyaz kostümlerle sahne üzerinde duruşları ve bir köşede elinde darbukası olduğu halde sahnedeki basamaklara bağdaş kurarak oturmuş Arto Tunç’un o çok otantik görüntüsü gerçekten göz alıcıydı. Türk ekibi için hiçbir şeyin yolunda gitmediği provalar esnasında bile yabancı basın Ajda’nın güzelliğini konu etmiş, Avrupalı kulakların pek de duymaya alışık olmadığı ritimler içeren “Petrol” değilse bile şarkıcımız, adından epeyce söz ettirmişti.


Yarışma boyunca her gün yayınlanan “Festival Daily News” gazetesinin 17 Nisan tarihli sayısında, baş sayfada yer bulan esprili şiirde Ajda’dan şöyle bahsediliyordu: “Provalar yolunda gidiyorken, şimdilik favori William Tell, ya da Madam Butterfly ve Ajda bize iç çektirdi.” Bunun anlamı aşağı yukarı şuydu ki, Ajda bir şekilde dikkat çekmişti. Ama aynı gazetede günlük olarak yayınlanan tahminlerde, Türkiye’nin adı başından bu yana hiç ilk sıralarda geçmemişti. Yine de herkes biliyordu ki ne olursa yarışma gecesi olur ve bazen hiç umulmayan bir ülke puanları alıp götürebilirdi. En azından bizim buna umudumuz vardı.

Büyük orkestra için fazla oryantal ezgiler taşıyan “Petrol”, provalar sırasında da bu yüzden bekleneni vermemişti. Plak haline getirileceği günlerde yeni düzenlemesiyle daha Avrupai bir havaya bürünen şarkı, orkestra şefimiz Atilla Özdemiroğlu’nun hazırladığı orkestra partisyonlarıyla tekrar Türkiye finalindeki o oryantal havasına bürünmüştü. Yarışma şartnamesinde bu konuda serbesti olmasına rağmen, her nedense kimsenin aklına “playback” kullanmak gelmemişti. Orkestranın uyum problemi, yarışma gecesi de gayet belirgin olarak ekranlara yansıdı. O çok güvendiğimiz şarkı, beklediğimiz etkiyi yaratmamış gibiydi. Ajda gibi bir profesyonelin performans sırasındaki tedirgin yüzü ve huzursuz bakışları boşuna değildi. Vokalistlerin seslerinin cılız kalması da cabasıydı.


Ajda, sahneyi sıradaki Yunanistan ekibine devrederken, ekran başındaki bizler için de uzun bir bekleyiş başlıyordu. Daha geride 17 şarkı vardı.

“Beste Yapmak Omlet Yapmaya Benzemez!”

Şarkıların birer birer ekrana gelmesinden sonra, “interval act” denilen puanlama öncesi bölüm başladı. Bu bölümde Dutch Rhythm Steel & Show Band topluluğu sahne alacak ve ekran başında heyecanla bekleyen herkese, kısa süreli de olsa bir soluk aldıracaktı. Peşi sıra puanlama başladığında ise heyecan artık doruktaydı.

Puanlamalarını bildiren ilk ülke olan Avusturya jürisinden Türkiye’ye gelen üç puan, sevinçten havalara uçurmuştu bizi. Bu hiç de küçümsenmeyecek üç puanın artarak devam edeceğini umduk bir an da olsa. Sonrasında Fas 12, İtalya da sekiz puanla Türkiye’yi sevindirecekti. Peki ya diğerleri?..


Puanlama boyunca görüp göreceğimiz tüm puanın bu üç ülkenin verdikleriyle sınırlı kalacağını elbette bilmiyorduk. Gece, İrlanda’yı temsilen yarışmaya katılan Johnny Logan’ın birinciliğiyle sona erdiğinde ise ağzımızı bıçak açmıyordu. En çok bu defa ümitlenmiş ve bu yüzden en büyük bozgunu bu defa yaşamıştık. Ajda Pekkan ve “Petrol”, 23 puanla ancak 15’inci olabilmişti.


Daha sonra Türkiye’de epeyce tanınıp sevilecek, hatta Burçin Orhon’la evlenerek “milli enişte”miz olacak Johnny Logan’la ilk kez o gece böylece tanışıyorduk. “What’s Another Year” adını taşıyan son derece duygusal şarkısıyla Johnny Logan, uzun bir süre sonra ilk kez bu yarışmada romantizmin zaferini ilan ediyordu.


İkincilik, yine tipik bir Eurovision şarkısı ve iddialı bir şarkıcıyla yarışmada şansını deneyen Almanya’nın olmuştu: “Theater” ve Katja Ebstein. 


Üçüncülük ise yarışma öncesi bahislerde pek de şans tanınmayan sıradan şarkısıyla İngiltere’nin olacaktı. “Love Enough For Two” adlı bu şarkı, Prima Donna adını taşıyan topluluk tarafından seslendiriliyordu.


Ajda Pekkan, kim bilir belki kendisinin bile o kadar da inanmadığı, ama ülkece peşinde sürüklendiğimiz histerinin etkisiyle sarf ediverdiği iddialı cümleler sarf ederek ayrıldığı İstanbul’a yarışmadan bir hafta sonra yorgun ve mutsuz geri döndü. Güçlü durmaya çalışıyordu. Daha hava alanında iken kendisini karşılamaya gelen gazeteci ordusuna “İkinci kez denemeye hazırım,” diye beyanat verecekti.


“Ben kendimi tecrübeli sanırdım, meğer çok tecrübesizmişim. İşe çok geç başladık, her şey çok kısa zaman sığdırıldı. Oysa beste yapmak omlet yapmaya benzemez. Çok kısa süre içinde çok iyi beste çıkarılamaz,” derken kimi ya da kimleri suçladığı tartışılırdı belki ama işin doğrusunu yıllar sonra, yaşananları zamanın süzgecinden geçirip, o günlerde hissettiklerine dışarıdan bakabildikten sonra şu cümlelerle dile getirecekti: “Benim için zaten baştan bitmişti her şey. İstemediğim halde gittim, istemediğim şarkıyı söyledim. İstemediğim şeyleri bana yaptırdıkları için de olmadı tabii.”


Nitekim ülkede “Yine nerede hata yaptık?” tartışmaları ayyuka çıkarken, hemen bir sonraki yıl için kulisler yapılmaya, dedikodu çarkları çalışmaya başlarken, Ajda Pekkan sessiz sedasız Amerika’ya gidecek ve uzunca bir müddet müziğe küserek inzivaya çekilecekti.


Ülkede terör ve şiddet olayları gün geçtikçe artıyor, huzursuzluk ve korku gittikçe büyüyordu. Aylar boyu oyalandığımız Eurovision Şarkı Yarışması da bize beklediğimiz sevinci yaşatamamıştı. Gazetelerde sayfalar dolusu cinayet, ölüm, bombalama, eylem, grev, lokavt haberleri, meydanlarda mitingler, sokak aralarında çatışmalar almış başını gidiyordu. 


Gerçeklerle yeniden yüz yüzeydik artık. Bir Eurovision masalı daha hüsranla noktalanmış, ama her masal gibi bir sonrakine de kapısını aralık bırakmıştı. Bir sonraki masalı yaşamamıza ise henüz biraz daha zaman ve o zaman aralığında da bizi bekleyen bir ihtilal vardı.
DEVAM EDECEK
GELECEK BÖLÜM: "İHTİLAL GÜNLERİNDE EUROVISION" 

YAZI DİZİSİNİ İLK BÖLÜMÜNDEN İTİBAREN OKUMAK İÇİN TIKLAYIN

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on November 30, 2020 05:36

November 27, 2020

"Sonum Geldi Bittim Ben"

Pera – “Bittim Ben”


2012’de yayımlanan ilk albümü “Başka Bir Dünya”dan bu yana yaptıklarını severek ve beğenerek takip ettiğim bir grup Pera. O dönemde çok fazla genç “rock” grubu vardı ortalıkta ve hepsi bir şeyler deniyor, bir yol arıyorlardı ama o günden bugüne gelebilen grup sayısı pek az oldu. Hatta “rock” müziğin birinci liginde top koşturan gruplar için bile 2010’lu yılların ikinci yarısının üretkenliğin bir hayli düşüşe geçtiği, çoğunlukla cepten yenildiği bir dönem olduğu söylenebilir. Pera, bu genellemenin istisnalarından biri.


“Rock” müzikteki gözle görülür gerilemenin tam aksine Pera sekiz yılda taş üstüne taş koyarak, hiç duraklamadan, takılıp düşmeden yola devam etti. Müziğinden ve tarzından taviz vermedi, sevenlerini hayal kırıklığına uğratmadı, istikrarını korudu.  


Grubun diskografisine şöyle bir bakınca görüyorsunuz zaten. 2012-2018 arası yayımlanmış dört albüm sonrasında 2018 ve 2019’da üçer tekli çıkmış piyasaya. 2020’de ise altı tekli. Yedinci tekli ise geçtiğimiz günlerde piyasaya çıktı. Soundfeed Production etiketiyle yayımlanan “Bittim Ben” adlı şarkının söz ve müziği grubun solisti de olan Gökhan Mandır’ın imzasını taşıyor yine. Yüksek sesle dillendirmese de grubun en büyük iddiası bu aslında: Epeyce yüklü diskografisi içerisinde bir tek “cover” var, gerisi tamamen gruba ait şarkılar. Başından beri zor olanı seçti Pera ve kendine ait zengin bir diskografi oluşturmayı başardı.


“Bittim Ben”i dinlerken, bundan bir önce yayımlanmış, “Dünya Gibi”yi dinlerken (kısaca yakın dönem işlerini dinlerken diyeyim) görüyorum ve duyuyorum ki hem beste hem düzenleme hem de icra olarak geldikleri yer, yola çıktıkları yerden çok ileride. Bir yandan istikrarını korurken bir yandan kendi içinde gelişme göstermiş ve bunu dinleyene hissettirebilmiş Pera.


Ne kadar melodik ve romantik bir şarkı olsa da aynı zamanda sert bir şarkı “Bittim Ben”. Bu sertlik, elektro gitar kadar özellikle rahatsız edici bir biçimde kullanılmış elektronik seslerin bileşimiyle hissettiriyor kendini.


Bir küçük hatırlatma yapmalıyım sadece… Günümüzde albümlerden bağımsız, tek tek yayımlanan şarkıları takip etmek de her birine hakkını verebilmek de zor. Hazır “playlist”ler varken pek kendi “playlist”ini oluşturan da kalmadı artık. Hâl böyleyken bir süreç boyunca tek tek yayımlanmış şarkıları bir zaman sonra bir albüm başlığında bir araya getirmekte fayda var. Başından sonuna, bir tek şarkıyı gözden kaçırmadan dinleyebilmek ve tarihe not düşmek için.    


Müziğin giderek kirlendiği, çere çöpe karıştığı bir zaman diliminden geçerken, temiz kalmayı başarabilmiş Pera’yı tebrik etmek lazım. “Bittim Ben” vesile olsun, ben de Pera’yı tebrik etmiş olayım.   

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on November 27, 2020 09:30

Yavuz Hakan Tok's Blog

Yavuz Hakan Tok
Yavuz Hakan Tok isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Yavuz Hakan Tok's blog with rss.