Yavuz Hakan Tok's Blog, page 2
July 22, 2023
Dilhan Şeşen Röportajı

Wikipedia’da Dilhan Şeşen’den “Türk şarkıcı ve şarkı yazarı.Burhan Şeşen’in kızı, İlhan Şeşen’in yeğeni.” cümleleriyle bahsedilmiş. Bundanhaberi yokmuş Dilhan Şeşen’in. Söyleşi için bir araya geldiğimizde ilk bunusoruyorum. Böyle tanımlanmak can sıkıcı mı yoksa gurur verici mi?
“Aslında değil,” diyor Dilhan Şeşen. Aralıksız yağan nisanyağmuruyla ıslak, serin bir öğleden sonra, Moda’da, üçüncü nesil birkahvecideyiz.
“Onlardan farklı, bambaşka bir şey yaptığım için rahatımaçıkçası. Babamla konuşuruz bazen bunu. Onun bir devamı gibi olsaydım çok fenabir şey olurdu. “Öyle olan çocuklara çok üzülüyorum,” der babam da. Tabii kiönemli insanlar oldukları için bunun yazılması çok hoş ama gönül isterdi kibenim hakkımda da bir şeyler yazılsın. Sanırım zamanla olur.”

Röportajı okumak için bu cümlenin üzerini tıklayabilirsiniz.
July 21, 2023
Dolu Kadehi Ters Tut Röportajı

“Birisi beş yıl önceki bana gidip bugünkü büyük konserlerimizden birinden bir kare gösterseydi şunu diyebilirdim: ‘Demek ki ben doğru yoldayım, böyle devam edeyim.’ Bunu derdim ve yanılırdım. Çünkü biz hatalar da yaptık yol üzerinde. Öğrene öğrene geldik bu noktaya.”
Dolu Kadehi Ters Tut’un iki üyesinden biri olan Oğulcan Ava böyle anlatıyor kariyer çizgilerinde ilerleyişlerini. Grubun solisti Uğurhan Özay’sa içinden geçtikleri dönemde müzik yapmalarının onlar için bir şans olduğunu düşünüyor. “Yatak odasında albüm kaydedilebilen bir dönemde yaptık biz tüm bunları. Başka bir dönemde olsaydık kendi kendimize bu yolu alamayabilirdik.”
Yakın dönemin en çok ilgi gören gruplarından biri DKTT. İkiliyle hem müzik yolculuklarını hem de önümüzdeki dönem projelerini konuşmak için, son yıllarda bağımsız müziğin neredeyse kalesi haline gelen Moda’da buluştuk.

Röportajı okumak için bu cümlenin üzerini tıklayabilirsiniz.
Beste Dükkanı Röportajı

Beste Dükkânı, Eflatun, Tanzer Gümüş ve Mert Çanga’dankurulu bir oluşum. Önceleri bir radyo programı olarak başlayan bu ortaklık, şimdilerdekurumsal şirketler ve üniversitelerle yapılan iş birlikleriyle devam ediyor.Dinleyicilerin ya da çalışma grubundakilerin yazdığı şarkı sözlerini anında,hiçbir ön hazırlık yapmaksızın, o anda besteliyor, çalıyor ve söylüyorlar.Doğrusu bu ya, radyo programlarını dinlediğimde bu işin bir ön hazırlıkolmaksızın yapılamayacağını düşünmüştüm. O yüzden röportaja giderken yanımdayıllar önce yazdığım, gün yüzü görmemiş bir şarkı sözümü götürdüm ve oracıktabestelemelerini istedim. Sonucu yazının sonunda anlatacağım.
Röportajı okumak için bu cümlenin üzerini tıklayabilirsiniz.June 10, 2023
Prestij Müzik'in Film Gibi Hikâyesi

(Milliyet Sanat dergisi Şubat 2023 sayısında ve 5 Şubat 2023 tarihli Milliyet gazetesinde yayımlanmıştır.)
1997 yılında bir vesileyle Prestij Müzik’in Levent’tekiofisine gittiğim o günü hiç unutmam. Daha Prestij Plaza yapılmamıştı, Levent’inarka sokaklarında orta halli bir villaydı bahsettiğim yer. Avlu misali birsalonda bir süre bekletilmiş, sonra Hilmi Topaloğlu’nun bir üst kattaki çalışmaodasına buyur edilmiştik. Yanında Burhan Aydemir vardı. Konuşma esnasında birara Feridun Düzağaç’tan konu açıldı, Hilmi Topaloğlu “Çağırın Feridun’ugelsin,” dedi, beş dakika geçmedi içeri Feridun girdi. Zaten aşağıda beklerkenüzerinde çizgili takım elbisesiyle, elleri cebinde dolanıp duran Özcan Deniz’i,birileriyle sohbet eden Mahsun Kırmızıgül’ü görmüştük. Bilmiyorum, o villadahepsi bir arada mı yaşıyorlardı ama “Demek ki o meşhur ‘Prestij Ailesi’ böylebir şey,” diye düşündüğümü hatırlıyorum. Gerçeküstü bir film sahnesinin içindegibiydim. Aradan yıllar geçti. O film çekildi. Hayat sanata, sanat hayata birkez daha benzedi.

Şüphesiz “Anlatsam film olur,” denecek türden bir hikâyeydi PrestijMüzik’in hikâyesi. İçinde aşk, ihanet, intikam, hırs, öfke, kavga, dostluk,kardeşlik ve dram, ne ararsanız vardı. Öyle ki bu hikâyenin ‘90’larTürkiye’sinin de bir özeti olduğu rahatlıkla söylenebilirdi.
‘90’ların hemen başında Mustafa ve Hilmi Topaloğlu kardeşlerleBurhan Aydemir kendi sermayeleriyle, Nokta Müzik adını verdikleri bir plakşirketi kuruyorlar. Firmanın yayınlanan ilk kaseti, Mustafa Topaloğlu’nun“Memişler” adlı albümü oluyor. Hemen ardından tavernacı Yaşar Yağmur ve müzikpiyasasına çocuk şarkıcı olarak giren ama artık genç bir delikanlı olan MahsunKırmızıgül’ün kasetleri geliyor. Genellikle taverna-arabesk-halk müziğiçizgisinde ilerleyen Nokta Müzik kataloğuna sonrasında Erdal Çelik, Tanju Okan,Nur Yoldaş gibi popçular da ekleniyor ama firma bir türlü kârâ geçemiyor veiflasın eşiğine geliyor. Mustafa Topaloğlu’nun şirketten ayrılmasının ardından HilmiTopaloğlu ve Burhan Aydemir yollarına Prestij Müzik adlı şirketle devamediyorlar.

1993 yılında Mahsun Kırmızıgül’ün “Alem Buysa Kral Benim”,Özcan Deniz’in “Hadi Hadi Meleğim” ve Haluk Levent’in “Yollarda” albümleriPrestij Müzik’i maddi sıkıntılardan kurtaran albümler oluyor. Mahsun Kırmızıgülsektörde yıllardır aradığı çıkışı yakalıyor, daha önce Nokta Müzik’e iki albümyapıp adını duyuramayan Özcan Deniz ve henüz kimselerin tanımadığı HalukLevent’se 1993 yılında Prestij Müzik etiketli albümleriyle şöhret oluyorlar. Aynıdönemde Mahsun Kırmızıgül şirketin üçüncü ortağı oluyor ve Prestij’in yükselişdönemi başlıyor.

Unkapanı’nda herkes herkesin dostu ama aynı zamanda darakibidir. Kasetleri çok satan bir şarkıcı bir gecede çarşıda kapı komşusu ikifirmanın birinden diğerine transfer olabilir. Bazen yüksek transferücretleriyle, bazen hatır-gönül ilişkileriyle, bazen de içine mafyanın dakarıştığı silahlı, çatışmalı olaylarla. Nitekim Prestij Müzik de palazlandıkçabünyesine başka firmalardan isimleri transfer etmeye başlıyor. Artık “küçük”olmayan Ceylan, umut vadeden genç türkücü Songül Karlı, udi şarkıcı Ayhan Aşan,taverna yıldızlarından Nejat Alp, derken Seda Sayan, Kibariye ve hatta ZerrinÖzer. Prestij Müzik bu transferle sektörde hem çok konuşulan hem de rahatsızlıkyaratmaya başlayan bir firma oluyor haliyle. Bir yanda ‘60’lardan bu yanavarlığını sürdüren, henüz İstanbul Manifaturacılar Çarşısı inşa edilmemişkenSirkeci’de, Doğubank İş Hanı’nda faaliyet göstermeye başlamış eski kurtlar, biryanda Sony gibi, BMG gibi Türkiye’ye yeni girmeye başlamış uluslararasıfirmalar, bir yanda birden fazla alt şirketiyle giderek güçlenen Raks Müzik vetüm bunların karşısında ani ve hızlı yükselişiyle şaşkınlık yaratan PrestijMüzik.

Çelik gibi, Serdar Ortaç gibi o günlerin çok parlakisimlerinin Prestij Müzik’e transfer olacağı iddialarının arkası kesilmiyor.Her ne kadar Hilmi Topaloğlu bu söylentilere ateş püskürse ve başka şirketlerlemukavelesi devam eden sanatçıları transfer etmenin kitabında yazmadığınısöylese de Prestij Müzik Raks’tan transfer ettiği genç popçu Gülşen ve ŞahinÖzer’den transfer ettiği Mustafa Sandal’la elini güçlendirmeye devam ediyor. 1999yılında İzzet Altınmeşe ve Nuray Hafiftaş gibi halk müziğinin güçlü isimleriekleniyor bu zincire.
Bir yandan da Prestij Müzik bünyesinde yeni yıldızlaryaratılıyor. ‘80’lerin çocuk şarkıcı modasının bir uzantısı olarak “HarikaÇocuk” Onu ve, daha önce Serkan adıyla kasetler yapan ama adını duyuramayanAlişan bu yeni isimlerden yıldızı en çok parlayanlar oluyor. Bütün buçeşitliliğin içinde Mahsun Kırmızıgül, Özcan Deniz ve Haluk Levent şirketin engözde ve albümleri en çok satan isimleri olmaya devam ediyorlar.

Ve fakat Prestij Müzik’i bütün rakip firmalardan ayıran veplak şirketi isimleriyle ilgilenmeyen müzikseverlerin bile hafızasına kazıyanşey “Prestij Müzik ailesi” kavramı oluyor. Hep bir birlik, bir aradalık,kardeşlik, dostluk, aile vurgusu ve bunu doğrulayan fotoğraf kareleri, magazinhaberleri herkesi bu büyük, görkemli, çok kozmopolit ama bir o kadar daimtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış kitle görüntüsüne ikna ediyor. Yazının başındada anlattığım gibi onların hep bir arada hatta aynı evde yaşadığına inanacaknoktaya geliyoruz o yıllarda.

Melek Derman, Milliyet gazetesinin 1 Kasım 1998 tarihlisayısında yayımlanan yazısında bu durumu şöyle açıklıyor:
“Hayatları boyunca para ve şöhret yüzü görmemiş gençlerbirbirlerine daha sıkı sarılmaya başlamışlardı. Çünkü davetlerde yalnızbaşlarına horlanıyorlardı. Halbuki beraberken birbirlerinden güç alıyorlardı.Aralarına yeni giren çömezleri giyim kuşam konusunda bir anda değiştiriyor,üyelerinin sosyal kariyerlerini elleriyle hazırlıyorlardı. Yeni üye hemen DamatTween’den giydiriliyor, Erol Atar’a fotoğraflar çektiriliyor, kasetkokteyllerinde grubun içinde gülümsüyordu. Bir şey sorulacak olsa, ‘Mahsunabim. Onsuz adım atmam. Biz bir aileyiz,’ deniliyordu.”

1999 yılında yayınlanan “Best Of Prestij” adlı karma albümiçin bütün Prestij Müzik sanatçıları bir araya geliyor ve Mahsun Kırmızıgül’ünilk kez 1994 yılında seslendirdiği “Kardeşlik Türküsü”nü birlikte söylüyorlar.Hemen her gün Güneydoğu’dan çatışma, baskın ve ölüm haberlerinin geldiği ogünlerde maksat bir birlik mesajı vermek gibi görünse de şarkı bir siyasimesajdan çok bir “Prestij Müzik Ailesi” mesajına dönüşüyor. Ne var ki tümailenin bir arada olduğu son kare de bu oluyor. Peşi sıra yaprak dökümübaşlıyor. Etiler’de yaptırılan ultra lüks Prestij Plaza, ülkede o döneminakıllı bina teknolojisiyle yapılmış ilk binalardan biri oluyor olmasına ama PrestijMüzik’e de sonun başlangıcını getiriyor. Şirketin girdiği maddi sıkıntılar,ortaklar arasında bu sebeple çıkan sorunlar gazete manşetlerine yansıyor. Ogüne dek yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen Özcan-Mahsun-Alişan üçlüsününarkadaşlıkları bozulmaya başlıyor. Mahsun Kırmızıgül ve İbrahim Tatlısesarasında zaman zaman alenen çoğu zaman örtülü süregelen rekabet, bu uğurdaPrestij Müzik’in Tatlıses grubuna rakip olacak televizyon ve radyo kanallarıaçmasının getirdiği maddi yük ve daha bizim bildiğimiz ya da bilmediğimiz nicesebeple Prestij Müzik’in gerileme dönemi başlıyor.

2000’lere Microsoft’la bir anlaşma yaparak, çok parlak birgiriş yapıyor Prestij Müzik. O dönemde yayınlanan Prestij Müzik etiketli CD’ler“multimedia” özellikli olarak basılıyor ve CD’lerde Microsoft İnternet Explorerkurulum dosyaları da yer alıyor. Mahsun Kırmızıgül aynı günlerde şirketinbatmak üzere olduğuna dair haberleri dört ayrı yabancı firmanın Prestij Müzik’isatın almak için beklediğini söyleyerek yalanlıyor. Ne var ki Prestij Müzik’inhikâyesi 2000’lerin ortasına varmadan sona eriyor.

Seda Sayan- Mahsun Kırmızıgül evliliği ve sonrasında buevliliğin, içine şirketin ve mafyanın da karıştığı olaylarla bitişi, HalukLevent’in çek tahrifatı suçuyla hapse girmesi, ailenin gözde çocuklarınınçapkınlık hikâyeleri, mukavele savaşları, mahkemeler, havada uçuşan milyondolarlar ve gerçekliğini teyit edemeyeceğim için burada yazamayacağımdedikodularla yaklaşık 10 yıl süren bu şenlikli hikâye şimdi sinemalarda.Mahsun Kırmızıgül’ün yazıp yönettiği film gerçeklerin ne kadarını gösterecek,ne kadarını dramatize ve romantize edecek onu filmi izleyince göreceğiz.
Evdeki Saat Röportajı

Eren Alıcı, Evdeki Saat projesine bir grup olarak başlamış.Şimdilerdeyse yoluna tek başına devam ederken, sahne ve stüdyo çalışmalarındamüzisyen arkadaşlarından destek almaya devam ediyor. Şarkıları yazan,düzenlemeleri yapan ve söyleyen Eren’in ta kendisi, haliyle biraz kafakarışıklığı yaratsa da Evdeki Saat=Eren Alıcı diyebilmek mümkün. 2015’te ilkresmi şarkısını, 2017’de ilk resmi albümünü yayınlayan Evdeki Saat, 2020’de“Uzunlar” şarkısıyla herkesin tanıdığı bir isim haline geldi. Eren Alıcı’ylaEvdeki Saati, müziğini ve bundan sonra yapmayı planladıklarını konuşmak içinbir araya geldik.

Röportajı okumak için bu cümlenin üzerini tıklayabilirsiniz.
Madrigal Röportajı

Anıl Erdem Cevizci, Ceyhun Karakaş, Kaan Alıcı, Sanlı Akgün ve Burak Emir Kamacı’dan kurulu Madrigal, 2020 yılında yayınladığı “Seni Dert Etmeler” adlı şarkısıyla uzun süre müzik listelerinden düşmedi. 2021 yılında “Neogazino” adlı ilk albümünü yayınlayan grup, 2022’yi “Senden Yoksun” adlı şarkıyla kapattı. Madrigal üyeleriyle müzik yolculuklarını ve gelecek projelerini konuşmak üzere bir araya geldik.

Röportajı okumak için bu cümlenin üzerini tıklayabilirsiniz.
January 12, 2023
KÖFN Röportajı

Aralık ayı geldi. Müzikte 2022 yılının en iyileri, en popülerleri ve en çok satanları bugün yarın listelenmeye başlanır. Bu listelerin hepsinde yer alacağı tartışma götürmez bir şarkı var: “Bir Tek Ben Anlarım”. KÖFN’ün bu şarkısı şüphesiz yılın en büyük hitlerinden biri oldu. Salman Tin ve Bilge Kaan Etil’den kurulu KÖFN, 2018 yılının ocak ayında “Bul Beni” teklisiyle sektöre adım atmıştı. O zamandan bu zamana yayınlanan yirmi ikinci KÖFN şarkısı olan “Bir Tek Ben Anlarım”, ikilinin geniş kitlelerce tanınmasını sağladı. KÖFN’le müzik yolculuğunu konuşmak üzere, plak şirketleri Hypers’ın ofisinde bir araya geldik.

Röportajı okumak için bu cümlenin üzerini tıklayabilirsiniz.
September 22, 2022
Dinlediklerim
CEYLAN ERTEM – “ÇAREM BENİM”

Ceylan Ertem “cover” yapılmadık şarkı bırakmamaya ant içmiş gibi. Bu yıl başından beri sadece iki yeni şarkısı var, onun dışında yaptığı her şey “cover”. Bergen albümü, Yeni Türkü albümü, Haluk Levent’le üç şarkı/türkü, yaklaşık beş hafta önce çıkmış, YouTube programlarından devşirme 17 şarkılık bir “cover-düet” albümü derken şimdi de “Nilüfer’in “Çarem Benim”i geldi.

Söz ve müziği Şehrazat’a ait, Nilüfer’in 1992 çıkışlı “Yine Yeni Yeniden” albümünde yer alan bir şarkıydı. Bildiğim kadarıyla o zamandan bu zamana da hiç yeniden seslendirilmedi. Güzel seçim, ona lafım yok. Cenk Erdoğan’ın düzenlemesi de çok güzel; şarkıyı bambaşka bir yere getirip bırakmış ama orijinal düzenlemeyi yapan Onno Tunç’a da saygıda kusur etmemiş.

Ceylan Ertem’in kendine has bir şarkı söyleme biçimi var, herkesin malumu. Söylediği şarkıyla hem sevişir hem de savaşır gibi. Ne var ki her şarkıda kulağa hoş gelmeyebiliyor bu durum. Misal bu şarkıda karşısındakine “Sen eller gibi olamazsın, sevgi doludur yüreğin,” diyen bir kadın var ama bunu öyle bir tonlama, vurgu ve baskıyla söylüyor ki adamı oracıkta boğuvereceği hissine kapılıyorsunuz. Bu his “Yüzüme vurma, vurma yüzüme,” kısımlarında kreşendo yapıyor ve “Çarem benim,” güzellemesi boşa düşüyor. Hani şarkının “çarem benim” kısımlarını “Allah’ın cezası” diye değiştirse, hiç yadırgamayabiliriz, o derece.
Ceylan stüdyoda şarkı söylerken ben de orada olsam, sürekli “Ceylan biraz sakin, Ceylan biraz daha yumuşak, Ceylan gevşe, Ceylan bak yine öfkelendin, Ceylan daha az ‘vibrato’ lütfen!” diye söylenir, ha bire keserdim kaydı muhtemelen. O vakit Ceylan beni de oracıkta boğuvermek ister miydi, onu bilemiyorum.
SONER HAN – “AFFETTİM ONU”

Soner Han, bundan 4-5 yıl kadar önce YouTube’da Umut Kaan Çakır’la birlikte yaptığı “cover” videolarla adını duyurmuştu. Sonra Halil Sezai onlara profesyonel bir prodüksiyon yaptı ve 2019 yılında yayımlanan “Boş Ver” teklisi böyle çıktı piyasaya.
O günlerde tekli hakkında yazmış ve şöyle demişim: “Gayet olgun ve profesyonel bir iş. Çocuklar gayet düzgün şarkı söylüyor, şarkı gayet güzel, düzenleme ona keza. Ayakları yere sağlam basan bir iş, sıkı bir profesyonel başlangıç olmuş. Umarım böyle devam ederler.”

Onlar ikili olarak devam etmemişler ama Soner 2020 yılında altı şarkıdan oluşan bir mini albümle solo olarak devam etmiş. Ben kaçırmışım o ara. Yine 2020 yılında yayımlanan, Tuğkan tarafından seslendirilen ve o dönemde bir hayli ilgi gören “Kusura Bakma” adlı şarkının söz ve müziğinin Soner’e ait olduğu da fark etmemişim. Soner’i ya da şimdi kullandığı asıyla Soner Han’ı geçtiğimiz hafta yayımlanan yeni teklisiyle yakaladım. Şarkıyı dinler dinlemez “Aaa ne güzelmiş, kim bu çocuk?” dedim ve o zaman fark ettim.

2020’de yayımlanan mini albümden ve peşi sıra gelen “Kusura Bakma” başarısından sonra Soner aynı yıl bir tekli daha yayımlamış, 2021’de de üç tekliyle devam etmiş. 2022’yi “Kusura Bakma”yı bir de kendisi seslendirerek açmış, ardından “Sevda” ve “Sana Giden Bulutlar” teklileri gelmiş. Geçtiğimiz hafta yayımlanan “Affettim Onu”, Soner’in 2022’de yayımlanan dördüncü teklisi.

İlk izlenimim neyse, hâlâ o. Henüz yaşı çok genç olmasına rağmen yazdığı şarkılar son derece olgun. Bu zamanda zor bulunan cinsten melodik, dokunaklı, temiz şarkılar bunlar. Soner şarkı yazarı olarak adeta ‘90’lardan çıkıp gelmiş gibi. Şarkıcı olarak da öyle aslına bakarsanız. Düzgün diksiyonla, kelimeleri eğip bükmeden, sesini burnuna hapsetmeden, açık, net ve anlaşılabilir bir biçimde şarkı söylüyor. Üstelik şarkılarının düzenlemelerini de kendi yapıyor ve yaptığı işe her bakımdan özen gösterdiği dinlerken kendini belli ediyor.
Bu “rap, trap, hip hop” toz dumanı arasında dikkat çeker mi bilmem ama uzun vadede muhakkak kendine bir yer edinecek, adından daha fazla söz ettirecektir. Özellikle bu son şarkı, “Affettim Onu” bunun sinyallerini belirgin bir biçimde veriyor. Mutlaka dinleyin.
YONCA EVCİMİK – “VURULA VURULA”

Yonca Evcimik’in “Günaha Davet” albümü 1998 yılında yayımlandığı zaman hiç sevmemiştim. Albümde bir tek “Vurula Vurula” vardı dinleyebildiğim, gerisine bir türlü ısınamamıştım. En çok da çıkış şarkısı “Tatlı Kaçık”tan nefret etmiştim. Çok kişi benimle aynı fikirde olsa gerek ki albüm yayımlandığı dönemde satışı kötü olmuş, ucuzluk raflarına düşmüştü.

“Abone” bombasının ardı sıra gelen “Kendine Gel”, müzikal nitelik olarak “Abone”yi sollamış ve sonrasında “Yonca Evcimik ‘94” çıtayı daha da yukarı çıkarmıştı. Bu albümlerde dans edip şarkı söyleyen, saçı, başı, kostümü, tavrı ve tarzıyla farklı imajları çok iyi taşıyan, hep sempatik, biraz çocuksu, Batılı pop-starlar ayarında bir Yonca vardı. “Günaha Davet” albümüyle bu çizginin dışına çıkmak istemişti Yonca. Kendince haklı olabilirdi. Zira Türkçe popta çocuksu, tekerlemeli şarkıların da modası geçmeye başlamıştı. Nitekim ‘99’da İzel “Bir Küçük Aşk” albümüyle (ve Altan çetin marifetiyle) popta elektronik dans müziği akımı modasını başlatacaktı. “Günaha Davet” de bir öncüydü (tabii Kıvanch. K’nın da marifetiyle) ama biz anlamamıştık. Belki de biraz erken bir albüm olmuştu.

Nitekim geçtiğimiz yıllarda Yonca “Günaha Davet” şarkısını yeniden seslendirerek bugünlere taşıdı. Şimdiyse aynı albümde benim en sevdiğim şarkı olan, söz ve müziği Sezen Aksu’ya ait “Vurula Vurula”yı tekrar hatırlatıyor.

Yeni düzenlemeyi Alper Atakan yapmış ama şarkının orijinaline de sadık kalmış. Yeni ritim ve “sound” anlayışı kendini hissettiriyorsa da öyle baştan ayağa değişik bir versiyon dinlemiyoruz. En çok yadırgadığım şey Yonca’nın sesinin gereğinden fazla ön planda olması oldu. Solistler genelde “mix-mastering” aşamasında bunu dayatırlar ama Yonca da eşsiz, benzersiz bir ses, harikulade bir yorumcu değil sonuçta. Bunca yıldır bunun farkında olsa gerek. Onu Yonca yapan tek başına sesi olmadı hiçbir zaman. İmajı, dansı, doğru seçilmiş ve düzenlenmiş şarkıları, zekâsı… Bunlara okey ama ben olsam sesimin bu kadar ön planda olmasını tercih etmezdim. YouTube yorumlarına baktım; “Eski versiyon daha iyiydi”, diyenler çok. Bence onlara böyle hissettiren en çok bu.
Bir de klibin ritmiyle şarkının ritmi birbirini neredeyse hiç tutmuyor. Bir tamperaman sorunu var. Hani ritim kaçıran şarkıcıyı dinlemekte zorlanırsınız ya, hah işte ben de o misal, klibi izlemekte zorlandım. Peki ya zamanında şahane klipler yapmış, bu konuda da öncü olmuş Yonca’nın 2022 model “Vurula Vurula” klibindeki Gülben Ergen tripleri nedir Allah aşkına? Yakışmış mı hiç?
EGE KÜLSOY – “SKTRN”

Ege Külsoy’un yeni şarkısının ismini doğru telaffuz edebilmeniz için her sessiz harften sonra bir “i” harfi getirmeniz lazım. Sonuç malum. Önce alelade, çalakalem bir “rap” şarkısı sandım, ismi görünce. Dinleyeyim bakayım da Twitter’da filan giydiririm şarkının adına diye düşündüm. Dinlemeye başlayınca küfrü savuran genç adama sonuna kadar hak verdim. Yani ben aynı durumda olsam, ben de aynı küfrü sarf ederdim. Ne bir eksik ne bir fazla. Şarkıdaki hikâye oraya götürüyor insanı çünkü. Orada söylenebilecek tek şey de o iki kelime. Öyle bir durumda, gündelik hayatta hiçbirimiz “Gider misiniz lütfen?” demeyiz. Doğrudan doğruya “SKTRN gidin!” deriz.

Son dönem şarkılardaki küfür kıyamete dair çok şey yazdım bugüne dek. Küfür de dilin, dil kültürünün bir parçası. Hayatta nasıl varsa ve var olacaksa, şarkılarda da var olması çok doğal oysa. Ama bunu bir müzik türünün gerekliliği, olmazsa olmazı, tuzu biberi, tadı tuzu saymak kadar da saçma bir şey yok. Küfür kullanmanın bile bir adabı vardır. Yeri vardır, zamanı vardır. Bu şarkıda doğru yer ve zamana denk gelmiş. Beni hiç mi hiç rahatsız etmedi o yüzden.

Bununla ilgili bir başka şey daha söyleyeyim yeri gelmişken. Beatles’ın “Let It Be” şarkısına Türkçe sözler yazmak gerekse bir gün, “Let It Be” yerine ne koyarsınız hiç düşündünüz mü? Ben hiç tereddütsüz “SKTR Et!” koyarım. Çünkü o şarkıda anlatılanların verdiği mesaj ve o mesajın gündelik hayatımızdaki Türkçe karşılığı tam tamına o; “varsın olsun”, “akışına bırak” filan gibi züppe laflar değil.
Ege Külsoy genç bir müzisyen. 2021’de “Aşk Dedikleri” teklisiyle müziğini duyurmaya başlamış, aynı yıl bir de “Sorun Bende” teklisini ve “Deniz Sevenleri” adlı ilk albümünü yayımlamış. 2022’de önce “Gecenin Bir Vakti”, ardından “366” teklileri gelmiş. Külsoy’un geçtiğimiz günlerde yayımlanan yeni teklisi ise bu yazının konusu olan şarkı: “SKTRN”.
Külsoy’u bu şarkıya keşfettim ama iyi ki de öyle yapmışım çünkü daha önce keşfetseydim biraz heves kıracak şeyler yazabilirmişim. İlk işlerinde, özellikle de albümünde henüz daha yeterince pişmemiş, yolunu bulmamış, belli ki o vakte dek dinlediği çok şeyin etkisinden henüz çıkamamış bir genç müzisyen adayı var çünkü. Aslına bakarsanız şu ana kadar yaptığı işler içinde en dikkat çekici olanı bu şarkı gibi geldi bana. Bir yere oturuyor çünkü. Tavır olarak “old school rock”tan besleniyor, gitar tonları, vokal stili oralardan geliyor gibi… Ama dili genç, sözü bugüne ait. Meşhur “rock”çılarımızın hepsi yaşını başını aldı, hatta epeydir de saldı (kafiye olsun diye değil.)

Sektörün bu alandaki boşluğunda Ufuk Beydemir ve Batu Akdeniz gibi kendini gösterebilen, sıyrılabilen kaç kişi var ki birkaç yıldır? Ege Külsoy bu anlamda ciddi ciddi umut vaat ediyor. “SKTRN” gibi bir şarkıdan bu çıkarıma nasıl vardığımsa benim meslek sırrım olarak kalsın.
June 23, 2022
Sıla Meyhanede

Onu ilk tanıdığımızda Mardin’in sarı sıcak topraklarından tütüyordu sesi: “Can perperişan, eşim dostum uyansın!” İsmiyle aynı adı taşıyan dizinin Sezen Aksu tarafından yazılmış jenerik şarkısını söylüyordu. Biz dizinin töresiydi, ağasıydı, kanlısıydı oyalanadururken Sıla (dizideki Sıla değil, dizinin şarkısını söyleyen Sıla) geceleri dizi seyretmek yerine kulüp kulüp gezen tayfayı çok başka bir şarkıyla tavlamıştı bile: “Sözünden dönen namert çıksın, bizde böyle bundan sonra…” Hatta “biiip…üne güvenen şöyle gelsin,” de diyordu şarkının bir yerinde. Şarkı çok tuttu, o günlerde her yerde çalındı ama Sıla’nın asıl cevherinin ağır romantik şarkılarında saklı olduğu ilk albümünü dinledikçe ortaya çıktı.

İyi melodiler buluyor, oyuncaklı sözler yazıyor, pek de dramatik şarkı söylüyordu. Oradan da aldı yürüdü zaten. Çok sayıda “hit” şarkı yazdı, söyledi, albümleri iyi sattı, bir dönem Harbiye Açık Hava konserlerinin en çok iş yapan ismi oldu.
Sonra ne olduysa oldu ve Sıla’nın sallandığı bir dönem başladı. Aslında ne olduğu herkesin malumu. Ahmet Kural’la yaşadığı ilişkiyi nedense gözümüze soktuğu sosyal medya paylaşımları, bütün o “Biz bak ne kadar da âşığız, ne kadar da mutluyuz”ların ardından kavga, şiddet, öfke, suçlama, dava, mahkeme, içinde ne arasanız var bir hikâyenin kahramanı oluverdi Sıla. Derken Hazar Amani’yle pat diye yeni bir aşk hikayesi, yeni paylaşımlar ve ani bir evlilik… En az evlilik kadar ani bir boşanma… Derken yeniden bol gösterişli bir aşk daha…

Aşk da olur, kavga da olur, evlilik de boşanma da yeniden âşık olmak da… Bunlar herkesin hayatından gelip geçebilecek, doğal, insani durumlar. Ve fakat kahramanların her biri ünlü olunca ve her şey bu kadar göz önünde yaşanınca olan biten doğallıktan biraz uzaklaşıyor. Çoğu kere böylesi iniş çıkışlar, gelgitler, değişken duygu durumları şarkı yazanları beslediği kadar yazılan şarkıları dinleyenleri de heyecanlandırır, diri tutar. Ne çare bazen de tersi olur. Tekrara düşürür, inandırıcılığını kaybeder, can sıkar. Sıla böyle bir yere geldiği için söylemiyorum bunu. Sıla’nın aynı dönemde başından bu yana müziğinin neredeyse yarısı olmuş Efe Bahadır’la yollarını ayırması da kolay atlatılır bir sarsıntı değildi çünkü.

2016’da yayımlanan son albümü “Mürekkep”ten sonra 2017’de Mabel Matiz’le ortak yazdığı “Muhbir”, 2019’da üçer şarkılık “Acı” ve “Meşk” kısaçalarları, 2020’de “İnandım” teklisi ve 2021’de Yalın’la “Ver O Zaman Gömleklerimi”, “Rüyanda Görsen İnanma” teklilerini yayımlamış Sıla. Bütün bunların arasında “Muhbir” ve “Karanfil”in öne çıktığı söylenebilir. Koca bir beş yıl için az mı? Az gibi.

Sıla’nın yeni albümü “Şarkıcı”, geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle yayımlandı. Sıla tekli şarkıcısı değil bir kere, o kesin. Bir albüm dolusu şarkı verecek ki bize içinden herkes kendi sevdiğini seçecek, bir şarkı bir diğerini tetikleyecek. Sıla’nın Osmanlıca dünyasında, kabadayı ikliminde, yazıyla kışıyla dört mevsimi geçireceğiz, bu arada “eşref saatine” de “eşek saatine” de denk geleceğiz ki hemhâl olalım. Yoksa her hafta çıkan onlarca şarkı arasında bir yerlerde sıkıştırılmış bir esinti tek başına yaprak kımıldatmaya yetmiyor, onu gördük.

Bu nedenle (baştaki şiiri saymazsak) 14 yeni şarkıdan oluşan bir albüm makul ve mantıklı. Peki bu albüm yaprak kımıldatır mı? Onu öngörmek çok zor. Zira artık hiçbir albüm, hiçbir şarkı büyük patlamalar yaparak gündeme düşmüyor. Düşse bile orada ömrü uzun olmuyor. Yani bir “…dan Sonra”, bir “Sevişmeden Uyumayalım”, bir “Acısa da Öldürmez”, “Alain Delon”, “Sâki”, “Zor Sevdiğimden” ve benzerlerinden herhangi birinin yarattığı gibi bir etki bekleyemeyiz artık yeni bir Sıla şarkısından. Müziğin ve müziğin pazarlama, yayılma, dinlenme biçimlerinin değişimiyle ilgili bir şey bu. Tabii Sıla’yla ilgili bir sebebi de var.

Kendi şarkılarını kendi yazan, kendi söyleyenlerin sıkıştığı bir yer eninde sonunda oluyor. Kayahan’ından İlhan İrem’ine, Özdemir Erdoğan’ından Yaşar’ına, Mirkelam’ına, Candan Erçetin’inine kadar sayısız örnek verilebilir. Kimi kendini tekrar etmeye başlıyor, kiminin şarkı yazmaya sebep güdüleri törpüleniyor zaman ve yaş ilerledikçe, kimi heyecanını kaybediyor. Bir de şu var ki, bunların hiçbiri olmasa, yine en az en parlak dönemindeki kadar etkili şarkılar yazsa da o arada dinleyici değişmiş oluyor. Sadık dinleyici fazla eski, yeni dinleyici fazla yeni kalıyor.

Bunun üstesinden gelmeyi en iyi Sezen Aksu başardı. Çünkü başından beri hiçbir zaman sadece kendi şarkılarını söyleme hatasına düşmedi. Başka bestecilerden, söz yazarlarından, yeni yeni aranjörlerden, genç müzisyenlerden sürekli beslendi. Bestelerini ise eski ve yeni farklı kuşaklardan, farklı türlerden şarkıcılara vererek şarkı yazarlığını taze tuttu, sürekli güncelledi. Böyle şeyler yazdığım, söylediğim zaman kimilerine Sezen güzellemesi gibi geliyor ama işin gerçeği bu.

Sıla’nın başından beri kendine ait bir dünyası var. Bu albüm de yine o tam tamına o dünyadan ses veriyor. Ne eksik ne fazla. Bir şarkıda diskoya gitse, öbür şarkıda tango yapsa, bir diğerinde Akdeniz’in tuzlu sularına ayaklarını soksa da fazla da uzaklaşmadan yine o bildik, tanıdık meyhanesine geri dönüyor, masasına çöküyor, rakısını yudumlayıp sigarasını tellendirmeye devam ediyor. Tıpkı önceki albümlerinde yaptığı gibi.

“Ben Sıla… Şarkıcı…” diyerek karşılıyor Sıla bizi albümün açılışında. Bir nevi “önce özetler” veriyor. Her ne kadar şarkıcılığını vurgular gibi yapsa da aslında dinleyeceğimiz şarkıları niye yazdığını, nasıl yazdığını anlatıyor. Bundan mı bilinmez, albüm çıkmadan bir hafta önce bu şiir servis edildi tekli olarak. Sıla’dan hevesle yeni bir şarkı bekleyenler şöyle bir kalakaldılar dinleyince.
Asıl görkemli açılışı ise şiirin (ya da sayıklamanın) peşi sıra gelen “Kalksın Uyuyanlar” yapıyor. Tertemiz, mis gibi bir Sıla şarkısı. Bu şarkı bundan yedi-sekiz sene önce bir Sıla albümünde yer alsaydı, dakika bir gol bir parlardı ama yukarıda bahsettiğim sebep nedeniyle şimdi ne kadar ses getirir bilemiyorum.

İlk klip şarkısı olarak seçilen “Velhasıl” bence doğru bir seçim olmamış. İlla hareketli bir şarkıyla çıkılacaksa yola, “Başgan” çok daha iyi olurmuş. Zira “Başgan” diliyle, ritmiyle, düzenlemesiyle çok daha genç ve akılda kalıcı bir şarkı. “Velhasıl” ise bırakın aklıda kalıcılığı, peşinden takılıp gidecek bir nakarattan bile yoksun. Sıla ve Umut Yaşar Sarıkaya’nın birlikte yazdığı şarkıdaki kelime cambazlığına diyecek yok. Her dönem günceli yakalamayı bilmiş sayılı aranjörden biri olan Gürsel Çelik’in kıvrak düzenlemesine de eyvallah. Ama şarkı bunlara rağmen iz bırakan türden değil.
Yine aynı üçlünün elinden çıkan “Sek”, Sıla’yı meyhanede sevenleri memnun edecektir muhakkak. Hemen ardından “Başgan”la eller havaya bir kulübe girip çıksak da çıkışta bizi “Ansızın”ın bilek kestiren ıstırabı bekliyor nasılsa. Şarkının bestesi Cem Adrian’a aitmiş, sözleri Sıla ve Cem Adrian’a. Düzenlemede ise hem Burak Erkul’un, hem Gürsel Çelik’in imzası var. Şarkının A kısımları bir Sezen Aksu bestesi olan “Tutunamadım”ın epey yakınlarından geçiyor. Aslında şarkı, sözüyle müziğiyle baştan aşağı Sezen Aksu şarkılarının çok yakınından geçiyor. Ama albümde söz ve müziği Sezen Aksu’ya ait asıl şarkı biraz sonra gelecek. Ondan önceyse “Arz” var.

Sıla bu: Arz da eder, ilhak da eder, intikal de eder, binaenaleyh feraset de gösterir. Yeter ki Osmanlıcamız eksik kalmasın. Sıla’nın şarkılarında (bu şarkıda yaptığı gibi) kelimelerle zıpzıp topu gibi oynamasını seviyorum, o ayrı. “Arz” çok tipik, çok tanıdık bir Sıla şarkısı, o da ayrı.
Ve “Sen Ağla” isimli Sezen şarkısı da meyhanenin tam orta yerinde çınlatıyor Sıla’nın sesini. “Gülmedi bahtım gülmedi gitti”yle alaturkaya, “Koy bacım bir Müslüm Baba”yla arabeske selam çakarak üstelik. Bir şarkıda “bacım” kelimesini ya Seda Sayan ya da Sıla söylese yadırgamazdık ancak. Sezen nasıl biliyor işini.

“E biraz da Akdeniz havası almayalım mı?” derseniz, albümün en doğru yerindesiniz. Ardı ardına iki sıcak şarkı, “Yemyeşil” ve “Suskun”la o açığımızı da kapatıyoruz. ‘70’li yıllarda Erkin Koray-Orhan Gencebay iş birliğinin elinden çıkmış gibi duran “Metelik”le yine meyhaneye düşüyoruz sonra. Sözlerini Sıla’nın yazdığı, bestesini Sibel Gürsoy ve Cudi Genç’in, düzenlemesini Gürsel Çelik’in yaptığı “Öpücük ve Kurabiye”, albümün bütünü içinde en aykırı duran şarkı. Hem sözleri, hem müziği ve düzenlemesi hem de Sıla’nın şarkı söyleme biçimiyle gencecik, tazecik bir şarkı.

Kerem Türkaydın’ın bestesi, Sıla’nın sözleriyle “Mektup”, bir önceki şarkıyı söyleyen genç kızı kolundan tutup yine meyhaneye sokuyor, “Sen ‘ağır abla’sın, kendine gel!” deyip şamarı patlatıveriyor. Peşi sıra bir tango gelecek gerçi. Hem de bestesinde Sıla’nın yanında Efe Bahadır ismini de göreceğiz. “Altango”nun sözleri çok güzel güzel olmasına da tangonun kısır melodik ve ritmik yapısı belli zaten, sınırlarını ne kadar zorlayabilirsin ki?

Albüm Ege esintili, şiirli, kısacık, hoş bir parçayla,” Yolcudur Abbas”la kapanıyor. Bütünün içinde en sevdiklerimden biri oldu bu “şarkı” denemeyecek kadar kısa sürede başlayıp biten kapanış cümlesi. Bestesi de Gürsel Çelik’e aitmiş bu arada.
Yeni bir şey vaat etmiyor, farklı öneriler sunmuyor, yeni kuşak dinleyiciye ise hemen hiç pas vermiyor ama Sıla müziğini sevenleri, kemik kitlesini üzmeyecek bir albüm “Şarkıcı”. Gazinolar, ‘60’lı yılların nezih pavyonları, gece kulüpleri, diskotekler, ‘90’lı yılların gece ikiden sonra müzik yapılan barları filan hep birer birer tarihe tartıştı zaman içerisinde. Ve fakat meyhaneler hep vardı, hâlâ var. Sıla’nın konfor alanı, hatta garantisi de meyhanelerse demek, pek oralardan çıkası yok. En azından bu albüm onugösteriyor. Satan memnun, o belli. Alanı bilemem, onu zaman gösterecek.
June 20, 2022
Buna "Hit" Deniyor

Yakın zamana kadar popüler müzik dinleyicisi için öncelik şarkıcıdaydı. İyi bir şarkıcı, etkileyici bir ses her hâl ve şartta iş yapardı; kötü şarkıları bile dinletebilir, sevdirebilirdi. Evrilen teknoloji, değişen müzik dinleme alışkanlıklarımız her şeyi tepe takla ettiği gibi şarkıcı odaklı beğenilerimizi de tersine çevirdi. Şarkı odaklıyız artık. Şarkıcının kim olduğunu merak etmeyecek kadar da ileri gidebiliyoruz üstelik. Bir gecede meşhur olmak, şandan şöhretten sokakta yürüyememek, başının üzerinde ansızın “star” halesinin konduruluvermesi gibi şeyler hiç kolay değil artık.

Bu yüzden bana fikir soran genç müzisyenlere hep şunu tavsiye ediyorum: Çıkardığınız her şarkıyı, yaptığınız her albümü, çektiğiniz her klibi, çıktığınız her konseri milyonlar dinliyor / izliyormuş duygusuyla hareket edin. Varsın yüz kişi dinlesin, varsın kapıda kırk beş bilet satılsın. Günün birinde sahiden milyonlar dinlediğinde / izlediğinde hissedeceğiniz sorumluluk, o hem cesaret veren hem kemiren endişe ve bir sonraki işiniz için göstereceğiniz titizlik ve ciddiyet ne olacaksa, üçler beşler dinlediğinde / izlediğinde de o olsun. O olsun ki bir gün geriye dönüp baktığınızda yüzünüzü buruşturmayın, bir gün sizi keşfettiklerinde ve geriye dönüp baktıklarında yüzlerini buruşturmasınlar.

Daha önce de yazdım; Salman Tin son dönemin en iyi şarkı yazarlarından biri. Başından bu yana yayımladığı her şarkıyla bunu gösteriyordu. Hem solo şarkıları hem Bilge Kağan Etil’le KÖFN olarak kaydettiği şarkılar, iki farklı anlayışla, iki ayrı koldan Salman Tin müziğine dikkat çekti. 2018’den bu yana üst üste konulan işlerde tek boş yoktu ve haliyle günü gelince bir patlama kaçınılmazdı.

İşte geçtiğimiz mart ayında yayımlanan KÖFN şarkısı “Bi’ Tek Ben Anlarım” o patlamanın fitilini ateşledi. Şimdilerde hem KÖFN hem de Salman Tin şarkıları daha önce hiç olmadığı kadar revaçta. Ve evet, geriye dönüp 2018’den beri yapılmış şarkılara baktığımızda da yüzümüzü buruşturmuyoruz.

Salman Tin’in kendine has bir dili, bir söz cambazlığı, yerelden (dozunu abartmadan) beslenen bir melodi zenginliği var. Bilge Kağan Etil’in düzenlemelerindeki güncel ve modern “sound”, ucuzluğa kaçmadan sade, gösterişsiz ama ihtişamlı olabilmenin mümkün olduğunu gösteriyor. İkilinin başından beri video klip yönetmenliğini yapan Samet Uzun ve Ümit Şahin’in kliplerde yarattıkları esprili ve absürd atmosferin süreklilik taşıması da zekice bir plan. (İlk kliplerden birinde benim bile tufaya düşüp “Bu çocuklar da kamera karşısında pek acemi,” yazmışlığım var.)
Şarkı çıkalı neredeyse üç ay olacak. Ne zaman, nerede kulağıma çalınsa, hangi “playlist”te karşıma çıksa, yandım Allah gün boyu düşmüyor dilimden. Yapışıp kalıyor. KÖFN konser videolarına bakıyorum. Cayır cayır tam tekmil eşlik ediyor herkes. O bir vakitler BPM sayan radyolar bile çala çala liste başı ettiler şarkıyı haftalardır. Fazla söze gerek yok; buna “hit” deniyor.

Bu arada yazmadan geçemeyeceğim. KÖFN’ün bağlı olduğu Hypers, belli ki bu şarkıyı Zeynep Bastık üzerinden “promote” etmeye çalışmış. Şarkı 18 Mart’ta yayımlanıyor, 19 Mart’ta Bastık’ın Bostancı Gösteri Merkezi konserine KÖFN konuk oluyor ve birlikte bu şarkıyı söylüyorlar. Sonra hooop 31 Mart’ta Bastık’ın YouTube kanalında bu şarkının yine birlikte söyledikleri akustik videosu yayınlanıyor. Sonuç? Bu yazının yazıldığı gün itibariyle KÖFN’ün videosu sekiz milyonu aşmışken, Bastık’ın kanalındaki video dört buçuk milyondaydı. Tweet bu kadar.
Yavuz Hakan Tok's Blog
