Yavuz Hakan Tok's Blog, page 4

July 18, 2021

Bayram Listesi

 


“Bayram gelmiş neyime, kan damlar yüreğime,” diye bir türkü var, bilirsiniz. Zamanında radyodan televizyondan duya duya nasıl işlemişse bilinçaltıma artık, “Hadi bize bir bayram şarkısı söyle,” deseler ilk bunu söylerim hiç tereddütsüz. Neyse ki durup dururken “Hadi bize bir bayram şarkısı söyle,” diyecek manyak arkadaşlarım yok. Ve fakat “Bayramda ne dinleyelim?” diye soran olursa hem soru hem de cevap daha makul olur zannımca.


Size bir bayram listesi yaptım. Bir nevi karışık kaset doldurdum. Arabanızın kasetçalarında mı dinlersiniz eşe dosta bayram ziyaretine giderken yoksa halk plajında kiralık şemsiyenin gölgesindeki kiralık şezlonga uzanıp “walkman”inizde mi dinlersiniz, orası size kalmış.

Burcu Tatlıses – “Ayrılığımız Sürüyor”

Listeye hüzünlü bir eserle ya da Kral TV “vj”lerinin dediği gibi, “duygusal bir çalışma” ile başlıyoruz. (İnsan ‘70’leri, ‘80’leri, ‘90’ları, 2000’leri ve dahi 2010’ları yaşayıp görmüş olunca çağrışımın hangi zaman diliminden çıkıp geleceği belli olmuyor ki belki bu yazı da serbest çağrışımlarla doludur.) Burcu Tatlıses’in Nisan 2021’de yayımladığı bir şarkı bu. Burcu Tatlıses ve İlker Yurtcan, Seyyidhan Kömürcü’nün farklı şiirlerinden dizeleri bir araya getirip bestelemişler, düzenlemeyi de İlker Yurtcan yapmış.


Yakıştırsam yakıştırsam bir balıkçı barınağına yakıştırırım bu şarkıyı. Pantolon paçalarını sıvamış kaptanın ayakları denize karışırken, saç mangalda kızaran istavritlerin kokusuna karşı çay bardağından içilen rakının şarkısı değil mi bu?


Salman Tin – “Aşk Köpeği”

Söz, müzik ve düzenlemesi Salman Tin’e ait “Aşk Köpeği”, Mayıs 2021’de yayımlanmıştı.


En çok kullandığımız laf “Hiç esmiyo, hiç esmiyo,” oluyor ya bu mevsimler... Hah işte bu şarkı esiyor. Ne olur ne olmaz diye ince bir hırka alınarak gezmelere çıkılan yaz akşamları gibi. Sahildeki banklara oturup çekirdek mi çitlesek? Göz hizasında geceye demirlemiş beyaz bir gölge gibi duran ultra lüks yatta Banu Alkan da “rose” şarabını yudumlarken bu şarkıyı dinliyordur belki. 


Simge – “Sevmek Yüzünden”

Simge’nin Nisan 2021’de yayımlanan yeni şarkısı “Sevmek Yüzünden”in sözlerini Sezen Aksu yazmış. Beste Simge, Ozan Bayraşa ve Ersay Üner’in ortak imzasını taşıyor, düzenleme ise Genco Arı’ya ait.


Henüz gelmemiş yazın eninde sonunda geleceğini hatırlatan güneşli bir nisan gününde, Galata’ya nazır butik otelin terasında dinlemişim ya ilk kez bu şarkıyı… Oraya mıhlanmışım. Uzaktan gördüğüm vapurdaki çocuk ben olabilir miyim acaba? Birazdan Eminönü İskelesi’ne yanaşırız, plakçı da hemen iskelede zaten. Dedem de orada gişe memuru. Aldırırım Simge’nin 45’liğini hemen. Akşam eve dönünce de ayıla bayıla dinlerim.


Ersay Üner – “Gidiyorsun”

Ersay Üner 2021’in ilk yarısında iki şarkı yayımladı. Ocak ayında “Seni Soruyorlar”, mayısta ise “Gidiyorsun” çıktı piyasaya. Şarkının söz, müzik ve düzenlemesi Ersay Üner’e ait.


Ersay’ı sokakta görsem tanımazdım daha, Demet Akalın Ortaköy’de arkadaşlarıyla yanımdan geçip gittiğindeyse şöyle bir dönüp bakmıştım, “Kimdi bu ya?”, diye. Mankendi çünkü daha ve ben hiç defilelere gitmezdim. O zamanlar televizyonların gündüz kuşağı kadın programlarına sunucu lazım değildi demek ki ki şarkıcı oldu sonra. Ersay’ın şarkılarıyla da aldı yürüdü. Ersay’ı şimdi sokakta görsem tanırım. Herkes tanır. Ortaköy’e yıllar var ki gitmiyorum. Vasatın altı bir yer oldu.


Tuğba Yurt – “Benim O”

Şöyle bir saydım, Tuğba Yurt bu sene 11 akustik “cover” şarkı yayımlamış. Arada, nisan ayında da sıfır kilometre bir şarkı olan, söz, müzik ve düzenlemesi Ersay Üner imzalı “Benim O” çıkmış. Şarkının adını ilk gördüğümde kesin reklam şarkısı, iki gün sonra reklamı çıkar dedim; neyse ki çıkmadı. Tuğba Yurt acaba ne vakit Merve Özbeygiller klasmanından sıyırılacak diye dert ediyordum ki bu şarkıyla benim gibi düşünenlere güzel bir gol attı.


Yatılı okul kantininde çok sıra beklerdik. O vakitler memlekete giren ilk kutu kola “Bixi” yeni çıkmıştı. Ondan alırsan çok havalı ve zengin görünürdün. Yanına da kremalı bisküvi nefis giderdi. Şarkıyla aynı adı taşıyan bisküvi henüz çıkmamıştı. Okul hoparlörlerinden yapılan ses yayınındaysa İzzet Altınmeşe, Samime Sanay filan çalardı. Tuğba Yurt mu? Tabii ki henüz doğmamıştı.


Fikri Karayel – “Uzaktan”

Taze şarkı. Daha geçen hafta çıktı. Şu sıralar pek az kullanılan bir tabiri kullanmak gerekirse, “albüme adını veren şarkı” diyebiliriz. Fikri Karayel ikinci albümünü çıkardı. Son zamanlarda biraz kendini tekrar etmeye başlamış gibi geliyordu bana ama etmemiş; iyi etmiş. “Uzaktan”ın söz ve müziği Fikri Karayel’e ait, düzenlemeyi ise Fikri Karayel ve Emre Yazgın birlikte yapmış.


Fikri “Yalan Dünya”daki Yalan Kafe’ye gelse gelirmiş. Kapıdaki kara tahtaya tebeşirle yazılırmış ismi. Deniz, Açılay, Çağatay, Emir, Bora filan dans ede ede eşlik ederlermiş. Arada senaryo gereği şarkının üstüne konuşurlarmış ama olsunmuş. Zaten Yalan Kafe de aslında kafe değil, Ümraniye’deki platoymuş.


Edis – “Martılar”

2020’deki “Perişanım” felaketinden sonra 2021 Mart ayında çıkıp gelen “Martılar” Edis’i şöyle bir toparladı, ona yerini hatırlattı. Şarkının söz ve müziği Emrah Karakuyu’nun, düzenlemeyi ise Ozan Çolakoğlu yapmış.


Ben şarkıyı sevdim. Martıları da severim. Hele giden vapurların peşinden uçmalarına bayılırım. O olmaz olası 17 Aralık 1977 gecesi TRT’de Alfred Hitchcock’un “Kuşlar” filmi yayınlanmamış olsaydı, o yıllarda çocuk olan ben ve benim gibi insan evlatlarının nur topu gibi bir travması olmayacaktı uçan kanatlılara karşı. Belki o zaman martıların üzülecek olmasını daha fazla dert eder, şarkıya daha da bir içlenirdik. (Bu arada Edis’in de dâhil olduğu o yeni çıkan reklam şarkısını görmemiş gibi yapıyorum. Yine bir konumlanma hatası; Seda Sayan bile Pepsi reklamına tek başına çıkmıştı, sen niye kişisel marka değerini paylaşıyorsun be evlat?)


Emir Can İğrek – “Çiftetelli”

Emir Can İğrek’in bu şarkısı temmuz başında çıktı piyasaya. “Çiftetelli”, söz ve müziği Emir Can’a ait bir şarkı. Düzenleme ise Yiğit Avcı tarafından yapılmış. Emir Can’ın yazdığı şarkıları, kendine has dünyasını, kendi yolunda ilerleyişini çok beğeniyorum.


Olmaz ya, olur da bir gün yine düğünlerde filan “dj”lik yaparsam benden çiftetelli istediklerinde ne çalacağımı biliyorum artık. Bu konuya açıklık getirdiği için de Emir Can’a teşekkür ediyorum. Çiftetelli deyip geçmeyin, ne kadar derin bir mevzu olduğunu asla bilemezsiniz. İsterler mesela, bulursunuz hemen internetten adında çiftetelli geçen bir şey, çalarsınız. Asla olmaz. 7854693 çeşit çiftetelli var, yöresine, yurduna, o an oynamak isteyen adamın keyfine göre ritmi, temposu, melodisi değişiyor. Emir Can’ın “Çiftetelli”si çoğğüüzel yalnız. Bir Barış Manço 81300 Moda tadı var.


Onurr – “Acemi Gönlü”

Onurr’un albümü de haziran sonu çıktı piyasaya. İçinde tadından yenmeyecek şarkı çok. Yemeyelim zaten, şarkı yenmez. Yiyenler oluyor tabii ama biz Linet değiliz. “Ağlak Disko” albümünün ikinci şarkısı “Acemi Gönlü”, söz, müzik ve düzenlemesi Onurr’a ait bir şarkı.


Marmaris Martı Motel’e bir kere gittim hayatımda. Diskosuna gittik üç beş arkadaş. Martı’ya gitmek büyük havalı da diskosuna gitmek bayağı ultra sosyetik bir durum. 1986 yazı. Siz gençler tabii şimdi farkında değilsiniz ama insan o yaşlarda yaşadıklarını sonradan sadece Instagram videoları ya da fotoğrafları gibi kısa kısa, kare kare hatırlıyor. Benim o geceden hatırladığım da kısa bir video sanki. Masada yeşil yeşil cin mentalar, etrafta sürekli dönen rengarenk ışıklar, buram buram parfüm kokuları ve “dj”in çaldığı şarkıyla pistte dans eden insanlar. Şarkı da Ferdi Özbeğen’den “Şiir Gibi”. Arkasından “Acemi Gönlü” çalar mı dersiniz? Bence çalmalı.


Evrencan Gündüz Feat. Hey Douglas – “Bir Öyle Bir Böyle (Jimi Hendrix)”

Evren Can Gündüz’ün beş şarkılık yeni albümü (EP demeyeceğim zorla mı, desem desem kısaçalar derim) “Anadolu Funk”, temmuzun ikinci haftasında çıktı. Ilgıt ılgıt Anadolu, buram buram “funk”, şerham şerham “rock”. “Bir Öyle Bir Böyle (Jimi Hendrix)”, Evrencan’ın yazdığı bir şarkı.


Yaz sıcağında en güzel nişan çay bahçesinde yapılır. Renkli ampuller asılıdır zaten hazır. Biraz krapon kağıdından kedi merdiveni, birkaç kağıt fener, serpantinler, konfetiler derken limonata, kuru pasta, fındık, fıstık… Hem de müzikli. Dandirikten bir sahne kurulmuş bir kenara, Evrencan Gündüz en son moda Anadolu “funk” parçalarıyla genç çiftin mutluluğuna mutluluk katıyor. Hey Douglas bir yandan yardırıyor. O sırada Jimi Hendrix “Beni bu ‘mention’dan çıkarın” diyerek mezarında ters dönüyor.


Madrigal – “Dip”

“Seni Dert Etmeler” şarkısıyla Madrigal 2020’nin kazananlarından oldu. 2021 Nisan’ında da “Neogazino” albümüyle çıktı sevenlerinin karşısına. “Dip” de o albümden “synth-pop” makamında bir eser. Şarkının söz ve müziği Anıl Erdem Cevizci ve Sanlı Akgün’ün ortak imzasını taşıyor, düzenleme Madrigal tarafından yapılmış.


Assolist Behiye Aksoy. Madrigal uvertür çıkıyor ama “Seni Dert Etmeler”i söyleyemiyor. Çünkü şarkı çok popüler olunca assolist kendi repertuarına almış. Kulise asılan listede o şarkı da var. O listedeki şarkıları alt kadrodakilerin söylemesi yasak. Sıkıysa söylesinler. Fahrettin Aslan iki tokatta kapının önüne koyar grubu. Alternatif malternatif dinlemez. Onlar da n’apsınlar, “Dip”i söylüyorlar işte. En önde oturan mafya babası şarkıyı çok beğeniyor, havaya iki el ateş ederek gösteriyor beğenisi. Ben neo meo bilmem, gazino gazinodur işte, biz öyle gördük.


Gülsen Karatoprak – “Kasırga”

“Kasırga”, Gülsen Karatoprak’ın 2021 yılı içinde yayımladığı dördüncü tekli. Bir beşincisi de çıktı bu yakınlarda ama ben bu şarkıda takılı kaldım. Şarkının söz ve müziği Gülsen Karatoprak’a, düzenlemesi Volga Tamöz’e ait.


Napster’ım olsa şarkıyı indirecektim. Çünkü hepi topu iki dakika; indirmesi kısa sürer, beş bilemedin altı saat. Tabii o arada çevirmeli bağlantı kopmazsa… Koparsa tekrar bağlan, dıt dıt dıt, derken o soğuk nevale ses “Bağlantı kuruldu!” Çok direndim ama galiba ben de ICQ kuracağım kişisel bilgisayarıma. Çünkü iletişim oradan yürüyor artık. Hem belki Gülsen Karatoprak da kaset kartonetine ICQ numarasını yazar da oradan iletişime geçeriz hayranları olarak. Şaka değil, Gülsen şarkılarıyla kendine çaktırmadan, ince ince bir yer açıyor. Yakında kaset de çıkarır, görürsünüz.


Elçin Orçun – “Tamam O Zaman”

“Tamam O Zaman” mayıs ayında piyasaya çıktı. Üstüne Elçin Orçun geçtiğimiz hafta yeni şarkısı “Soracaklarım Kaldı”yı yayımladı ama önce bunu dinleyin, üstüne onu dinlersiniz. Şarkının söz ve müziği Elçin Orçun’a ait, düzenlemeyi ise Elçin Orçun ve Can Küçük birlikte yapmış.


Ben böyle arızalı, yırtıcı, pürüzlü seslere bayılıyorum. Tina Turner, Bonnie Tyler, Kate Bush… Ne? Onların hepsi ‘80’lerde mi kaldı? Biz kaç yılındayız? Ne yani şimdi Billie Eilish mi dinlemem gerekiyor mıy mıy mıy mıy… Ha ona gerek yok, yerli sahnede “üçüncü yeni”, alternatif, dore çok Billie Eilish var zaten diyorsunuz. Güçlü kadın algısının hiç olmadığı kadar yüksek olduğu bu dönemde güçsüz sesli kadınların bu kadar moda olması ironi mi? Kumsalda ateş yanıyor, biri gitar çalıyor, herkes bir ağızdan Elçin’e eşlik ediyor. Henüz ne “beach” var ne “club” ne şu ne bu. En gözde tatil mekânı Kumburgaz. En süper eğlence kumsalda ateş başında gitar eşliğinde şarkı söylemek.


Hakan Kalgıdım – “Dökünce Gül Dikenlerini”

Nisan ayı ne de bereketliymiş. Hakan Kalgıdım’ın ikinci şarkısı “Dökünce Gül Dikenleri” de nisanda çıkmış. Şarkının söz ve müziği Hakan Kalgıdım’a ait, düzenlemesini ise Tunç Çakır yapmış.


Fıstık-i Musiki var mı hâlâ Kanal D’de? Program başladı mı, Romina ve Gülçin çıktı mı? Bu gece programda yeni popçu Hakan Kalgıdım var mı? Yeni kasetiyle ‘90’ların ateşini harlayacak mı? Burak Kut’a rakip olacak mı? Ne yapsak, programa faks çeksek okurlar mı? Olmadı açarız bizim yerel radyoyu, ararız yayındaki “dj”i, “özel arkadaşımıza” armağan ederiz şarkıyı. Şaka değil, bizim yerel radyoda “sevgiliye” şarkı armağan etmek yasaktı. Neresi olduğunu söylemeyeceğim ama küçük yerdi, dedikodu olur, kan çıkar diye “sevgili” denmezdi, “özel arkadaş” denirdi. Tuvalete lavabo der gibi. Şayet Hakan Kalgıdım o zamanlarda doğmuş olsaydı bunu bilirdi. O zamanlarda doğmayıp şarkısıyla o zamanların ruhunu yakalamış olması da enteresan tabii.


Akustikadam – “Aşk Diye Bir Şey Yok”

Mert Erşahin, nam-ı diğer (“a.k.a.” diyorlar şimdilerde, “nam-ı diğer” diyene de “boomer” diyorlar) Akustikadam da sevdiklerim, ürettiklerini beğendiklerim arasında nicedir. Haziran ayında “Bozcaada” diye bir şarkı yaptı ama mayısta çıkan “Aşk Diye Bir Şey Yok” da pek yazlık bir şarkı. Şarkının söz ve müziği Mert Erşahin’e ait, düzenlemeyi Güney Marlen yapmış.


Mert’in bütün şarkıları yaz gibi. İnsanın karavana binip yollara düşesi geliyor. Mert de öyle yapıyor zaten. Şortunu çekip karavanıyla geziyor, hatta şarkısının klibini de öyle çekiyor. Bir deniz kenarında kalıyor birkaç gün. Tesadüf bu ya, hemen sağ tarafta da bir balıkçı barınağı var. Izgara balıkların kokusu geliyor burnuna. Bir de Burcu Tatlıses’in sesi duyuluyor uzaktan uzağa… Hoooop döndük mü listenin başına (buna “replay” de diyorlar.)


YouTube'da videoları sırayla izlemek için:


Listeyi Spotfy'da dinlemek için: 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 18, 2021 01:50

July 15, 2021

"Gönderdiğim Çoraplar Ayağına Oldu mu?"

Onurr – “Ağlak Disko”


“Rakçıydı popçu oldu,” dediler, döve döve bitiremediler. Zaman geçti, bütün rakçılar “synth” mynth ayağına popçu oldu, fark etmediler.

Onurr çıtayı yükseltmiş, meydan okumuş, “buyurun buradan yakın,” demiş. Yeni bir albüm yapmış, adını “Ağlak Disko” koymuş. Kelimenin tam manasıyla albüm yani; birbiriyle hem akraba ve benzer hem bağımsız ve özgür, benzersiz birer birey olabilmiş 10 şarkı var içinde. Bütünlüklü, bağlantılı, hikâyeli, melodili şarkılar. Bazen elektro gitar cayırdatmadan da “rock’n roll” olunabilir, ne haber?   


İsterdim ki alayım elime CD kartonetini, her şarkının sözünü kelime kelime takip edeyim dinlerken. Şarkıların trafiğine karışayım, yön levhalarını takip edeyim, yeni caddeleri, sokakları sindire sindire öğreneyim. Maalesef ki artık navigasyon çağındayız. “Yok, oradan gitme buradan git, bak en popüler olacak şarkı bu, önce onu dinle, sen o güzel kafanı yorma, bu şarkının, bu albümün kategorisi bu, onu şu benzerlerinin arasında bulabilirsin,” filan diyor sürekli robotik bir ses. Belki ben kaybolmak istiyorum, sana ne!

O yüzden navigasyonu kapatmak, şarkıları Onurr’un bize sunduğu sırayla dinlemek lazım. Çünkü bir albümde şarkıların sıralamasının bile anlattığı bir şey vardır bazen. Bir dünyanın kapıları açılır, bir süre orada kalınır ve çıkılır. Üç dakikada beş dakikada, çalma listelerinin arasından boy göstermeye çalışarak olmaz o işler.


“Ağlak Disko”, tamamı Onurr tarafından yazılmış, söylenmiş, düzenlenmiş ve kaydedilmiş şarkılardan oluşuyor. Pandeminin kısıtlayan, hapseden, asosyalleştiren bununla beraber bir miktar da insanın kendi kendisine soru sorup cevap aramasına neden olan o tuhaf ruh halinde üretmiş bu şarkıları Onurr. Kendi ifadesine göre “kendisi için” yazmış bu şarkıları. İnsan en yalın, en sahi, en katışıksız, en saf cümleleri kendine kurar zaten. Sonra dur şu kelime şunu üzmesin, bu kelime öbürünü kızdırmasın, aman o kelimeyi küçümsemesinler derken ele güne karşı çıkardığı cümleler hep temkinli, ondandır ki eksik kalır. Ben de müzik eleştirisi yazıyorum ya, oradan biliyorum.


Ben bu melodi işini çok önemsiyorum. Hâlâ “beat”e değil, besteye inanıyorum. Şarkı sözünün bir yerinden şiirin ruhu hortlasın, öbür yerinden gündelik dilin zekice kullanımı pırtlasın ama öyle ya da böyle söz etrafı kirletmesin, üstümüze kusmasın istiyorum. Bin yıllık heykel çok kıymetli, bin yıllık şiir, resim, roman, sinema filmi çok kıymetlidir de bin yıllık şarkı neden “demode” olur hiç anlamam. Bin yıl öncesi gibi şarkı yazın demiyorum kimseye elbette ama binanın temeli harçla, şarkı formunun temeli melodiyle, sözle atılır. Bunun dışında yapılanlar bence şarkı değildir ki o kadarını Veli Göçer de yapar.      


Niye bu biçim söylev ve demeçlerde bulunuyorum? Çünkü Onurr’un şarkıları tam da bu düşüncelerimin elinden tutuyor, beni haklı çıkarıyor, burnumu büyütüyor. Demek ki mevcut zamana ve zemine rağmen hâlâ “şarkı” yazılabiliyor. İş ki yazacak birikiminiz ve cesaretiniz olsun. Yoksa adım gibi eminim ki Onurr mevcut “Top 50”lerin en tepesine oturacak sinsilikte “şey”ler de yazabilecek kadar matematik ve kimya bilen bir insan. Havayı koklamak için burnunu sadece evinin penceresinden dışarı çıkarmıyor, bir küçücük fıçıcık yerküremizin uluslararası hava sahasına da sokuyor. Bunu sadece internetle, uydu alıcısıyla filan mı yoksa bizzat gidip gelerek mi yapıyor, orasını bilmem.


Nitekim “Ağlak Disko” en çok bu sınır ötesi müzikal altyapısıyla kulak yakalıyor. Küçük bir melodi cümlesiyle kırk saatlik elektronik müzik üretebilirsiniz, bu genellikle kolay ve hesaplı olur; üreteni de tüketeni de yormaz. Ancak büyük büyük melodi cümleleriniz ve içinde de dolu dolu kelimeleriniz varsa elektronik müziği işlemek o kadar da kolay değildir. “Nedir ki, bilgisayarla yapılıyor alt tarafı,” deyip geçmeyin. Onurr’un hemen her şarkısı başından sonuna beklenmedik müzikal sürprizler barındırıyor, şarkıların bir yarısı diğer yarısını kopyalamıyor, dinleyiciye yol üzerinde oyunlar oynuyor, tuzaklar kuruyor, hinlikler yapıyor.       

Misal, kendi sesini de bir enstrüman ya da daha doğrusu bir elektronik ses, bir “sample” gibi kullanmış yer yer Onurr. “Auto-tune”dan içi çıkmış bir dinleyici olmama rağmen bunu sevmediğimi söyleyemem. Maria Callas pürüzsüzlüğünde bir vokal (hani bin yıllık şarkıları seviyorum ya ben) bu dokunun içinde kelebek gibi kalabilirdi. Olmazdı yani.


Albümdeki sekiz şarkıyı ilk defa duyuyoruz, iki şarkı ise tanıdık. Daha önce İrem Derici’nin seslendirdiği “Güz Dönümü” ve Gülşah Kömür’ün tekli olarak yayımladığı “Çok mu Zor?” tanıdık şarkılar. Okuduğum yorumlara bakılırsa albümü dinleyenler en çok “Deniz Tuzu”na yükselmiş. Ona da okey ama ben galiba en çok “Acemi Gönlü”yü sevdim. Bir de bayağı rakı masalık “Schade”yi ki rakı masalık şarkılara zaafım bir sır değil (içinde darbuka ve ud olmasa bile.)


Albümün adı “Ağlak Disko” ya, orada diyalektik bir yaklaşım var aslında, orası belli. Ancak bu vesileyle son zamanlarda “disko” kelimesinin albüm adı içinde kullanımındaki hata üzerine yeri gelmişken ahkam kesmek isterim. “Funk” başka bir şey “disko” başka bir şey. Biraz Donna Summer, Ottowan, Boney M. filan dinleyin; ben şahsen bizzat kendim oralardan yetiştim, New York’taki değil ama Etiler’deki “Studio 54”te filan dans ettim, bir şey diyorsam vardır bir bildiğim.

Misal albümün çıkış şarkısı olarak seçilen “Muamma”, temizinden bir disko şarkısı. Albümün bütününde de 2020’ler ritim anlayışının zaten içine bir şekilde sızmış olan ’70 sonu ’80 başı disko ritmi yâd ediliyor edebince, adabınca. “Funk” başka bir şey, tamam mı Zeynep?


“Muamma” demişken, şarkının içinde geçen “Gönderdiğin çorap bana hiç olmadı aslında,” cümlesini öpüp başıma koymak istedim dinlerken. Düşünün oradan Haluk Levent bar bar bağırıyor “Gönderdiğim çoraplar ayağına oldu mu?” diye, Onurr gayet sakin ve fakat kendinden emin, “Olmadı”, diyor. İşte gelenekselle modernin çatışması, işte romantizm ve gerçekçilik, işte dün ve bugün. Bazen saçma sapan tınlayan bir cümlenin içinden beş kitap dolusu felsefe çıkar ki sanat diye buna diyorlar zaten. (Bunu yapmak için de elektro gitar cayırdatmanız şart değil ayrıca.)


Laf karıştı, ne diyordum? Albümün açılışında yer alan “Alemde Seyr-i” ve “Yorgun Sevda”yı da favorilerim arasında sayabilirim. E zaten geriye de ne kaldı? Baştan sona iyi albüm işte, daha da ince detay yazsam okumuyorsunuz biliyorum. Klavyemin tuşları silindi, kısa yazacağım artık.

Şaka maka tebrikler Onurr. Epeydir bir müzisyenle el ele tutuşup onunla onun dünyasında bir seyre çıkmayı özlemiştik. En çok da bunun için teşekkürler.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 15, 2021 10:35

July 13, 2021

Yaprak Dökmeyen Ağaç

Sertab Erener - "Ateşle Barut"


“Evergreen”in İngilizce kelime anlamı “yaprak dökmeyen ağaç”. Ayrıca “unutulmaz” gibi mecazi bir manası da var. İngilizce öğrenmeden çok önce Barbra Streisand’ın aynı adlı şarkısı sayesinde öğrenmiştim bu bilgiyi. “Love ageless and evergreen” diyordu şarkı sözlerinde.

Sertab Erener için de “ageless and evergreen” diyebilir miyiz? Belki durup dururken böyle bir şey demek aklıma gelmezdi ama son projesinin adını “Her Dem Yeşil” koyarak bizzat Sertab aklıma getirdi bu teşbihi. Kaldı ki teşbih yapmak da teşbih kelimesini kullanmak da bizatihi bizim işimiz; z kuşağının işi olacak değil ya.


Peki nedir “Her Dem Yeşil”? Sertab’ın 30 yıllık kariyerinden seçilmiş 30 şarkıdan oluşan bir albüm projesi. Şarkıların seçkiye girebilmesi için bir tek kriter konmuş: “Her dem yeşil” kalabilmiş olmaları. Size bir şey söyleyeyim mi? Şarkılar her halükârda kalır zaten, kalmıştır. Mesele onları seslendiren şarkıcı kalabiliyor mu otuz yıl, kırk yıl, elli yıl yaprak dökmeden? Yüzü kırışmadan, sesi çatallaşmadan, vücudunun şekli bozulmadan demiyorum, dikkatinizi çekerim. Tüm bunlar insan olmanın doğal ve kaçınılmaz sonucu. Yüzü kırışsa, sesi çatallaşsa, vücudunun şekli bozulsa da üretebilir. Ürettikçe “her dem yeşil” (ya da “ageless anda evergreen”) kalabilir.


Sertab’ın “Her Dem Yeşil” projesinde ilk yayımlanan şarkı “Sakin Ol” oldu. Artık hangileriyse o seçilen 30 şarkı, şimdilik bilmiyoruz ama tüm bu şarkıları bir senfoni orkestrasıyla filan düzenleyip söyleyebilmek de mümkündü, Sertab’ın opera eğitiminden gelme şanına da yakışırdı, o ayrı ama görünen oydu ki Sertab öyle yapmamıştı. “Bakın benim şarkılarım ne kadar da klasik,” demek yerine, “Bakın benim şarkılarım 30 yıl geçse de ne kadar da modern,” demeye getiriyordu. Nitekim popüler bir şarkıcı olma yolunda attığı ilk adımın ilk şarkısı “Sakin Ol”, yeni düzenlemesiyle bugünün müziğine kafa tutuyordu.


“Sakin Ol”un yeni halini şarkı yayımlanmadan çok önce, konserinde izlemiş, akıllıca bir iş diye düşünmüştüm. Bir tek neye takıldım? “Her Dem Yeşil” tabirinin bana çağrıştırdığı ferah, aydınlık, parlak, pozitif havanın taban tabana zıttı, koyu karanlık, havasız, boğucu bir havası vardı bu yeni düzenlemenin. Gerçi son dönemin güncel müziği de tam olarak bu kelimelerle anlatılabilirdi: Koyu karanlık, havasız, boğucu.


Neyse ki projenin geçtiğimiz günlerde yayımlanan ikinci şarkısı “Ateşle Barut”, bu havayı dağıtıyor. (Bu ‘geçtiğimiz günlerde’ lafı da boşa düştü yeni düzende; ‘geçtiğimiz hafta,’, ‘iki hafta önce’, ‘üç cuma önce’ filan demek lazım.) Proje kronolojik sırayla mı gidecek bilmiyorum ama bildiğiniz gibi “Ateşle Barut” da Sertab’ın ilk albümünden bir şarkıydı.


Ben o vakitler Garo Mafyan’ın “Abone” kasetiyle hayatımıza giren ‘90’lar düzenleme ve “sound” estetiğini hiç beğenmiyordum (ukalaydım, evet.) “Bu şarkıyı Onno düzenlemiş olsa ne biçim olurdu,” filan diye ahkam kesiyordum. Dahası “Yalnızlık Senfonisi”nin Garo Mafyan düzenlemesiyle ‘piç edildiğini’ söyleyecek kadar da biliyordum bu işleri, nereden biliyorduysam artık. Ne çare Onno’yla Sezen kanlı bıçaklıydı o ara. Kaldı ki "Ateşle Barut"un bestesi Garo Mafyan’ındı, elbette kendisi düzenleyecekti, bana mı sorsalardı. Neyse… İşte “Ateşle Barut” bir şekilde Aysel Gürel’in ateşli sözleri, Garo Mafyan’ın fingirdek melodisi ve Sertab’ın henüz şarkının ruhu kadar şuh olamayacak derecede genç, pürüzsüz sesiyle gönlümüzü fethetmişti.


30 yıl sonra şarkının düzenlemesi Ozan Yılmaz tarafından yapılmış ve Ozan Yılmaz şarkıyı bulunduğu yerden çekip çıkarıp bugüne getirmiş, bugünün müziğinin tam ortasına getirip bırakmış. Zaten biliyoruz, görüyoruz ya da duyuyoruz ki adam yetenekli. Şarkı da bu biçim çekip çıkarmalara, bugünlere gelmelere teşneymiş ki sonuç şahane olmuş.


Sertab’ın sesi hâlâ pürüzsüz ama şarkının ruhu kadar şuh olamayacak derecede genç değil artık. O da bunun farkında ola ola, tadını çıkara çıkara, bütün anlamışlığı, olmuşluğu, oturmuşluğuyla yeniden yazmış hikâyeyi. Hooop döndük mü yine “ageless and evergreen” mevzuuna.

Bir şeyi anlamadım, sorsam söylerler mi bilmem. Şarkının “rap” kısmı malum, bir dörtlüktü. Yeni versiyonu yayımlandığı gece dinlediğimde o kısma bir dörtlük daha ilave edildiğini duydum. Hatta okuduklarıma göre bu yeni dörtlüğü Sezen yazmıştı. Ancak şarkının yeni yüklenen resmi “lyric video”sunda o dörtlük yok. Spotify’da dinledim, orada var, videoda yok. Niye yok?


Sözün kısası, “Her Dem Yeşil”, fikren güzel bir projeyken, hayata geçirilme aşamasında da güzel ilerleyecek gibi görünüyor. En azından bir sonraki şarkı ne olacak, nasıl bir oyunbazlıkla karşımıza çıkacak filan derken, e 30 şarkı, neresinden baksanız bir yıl, iki yıl gider. Sertab da böyle böyle fikirler, projelerle kolay kolay yaprak maprak dökmeden öyle devam eder, demişti dersiniz.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 13, 2021 09:23

July 11, 2021

Bu Otobüs Nereye Gidiyor?

Yüzyüzeyken Konuşuruz – “Sen Varsın Diye”


Gençken her şeye “alternatif” olmak istiyor insan. Kendisinden önce yapılmamışı yapmak, yeni bir öneri sunmak, bu yolla belki de dünyayı değiştirmek. Şayet yeterli donanımı, birikimi, yeteneği varsa kimi zaman başarabiliyor da. Ne var ki başarının kelime anlamı sürdürebilirliği de içeriyor; içermeyenine “saman alevi” deniyor.


Beraberinde “neye”, “kime”, “niye” ve “ne kadar” sorularını getirse de müzikte alternatif tabirinin ya da klasmanının kabul gördüğü bir gerçek. Hatta genç dinleyici için bir statü sembolü olduğu da söylenebilir. Bir nevi “Ben zaten hep belgesel…” işlevi görüyor.

Müzikte alternatif olmanın birinci şartı o güne dek yapılmışlarından bir fazlasını yapmak. Belki de bir farklısını. Gelin görün ki bunu sürdürmek hiç de kolay değil. Çünkü sizin bulduğunuz o bir fazla, mutlaka bir başkasına ilham oluyor ve o bir başkası da onun üzerine bir fazla koyuyor. İkinci adımı atarken artık benzersiz değilsiniz; bir fazlaya daha ihtiyacınız var.


Böyle böyle döngü tamamlanıyor ve mevcut düzene alternatif olan, mevcut düzenin ta kendisi oluyor. Tıpkı son dönemde Türkiye’de “alternatif” ya da “ikinci yeni”, ya da şu veya bu diye adlandırılan müziğin giderek ana akımın bir parçası olması gibi.

Örnekleri çok ama bu yazının konusu olan Yüzyüzeyken Konuşuruz üzerinden sürdüreceğim yazıyı. Kimileri sevdi, kimileri hiç sevmedi ama Yüzyüzeyken Konuşuruz önce internet videoları, sonrasında “Evdekilere Selam” adlı ilk albümüyle, sahiden de dönemin müzik piyasası içinde bir alternatif yarattı. Kaan Boşnak’ın şarkı yazarlığının o günlerde çok gence ilham verdiği rahatlıkla söylenebilir.


Grup zamanla değişti, dönüştü, şarkı stilini değil ama müzik formunu başka bir yere taşıdı. Bu anlamda üçüncü albüm “Akustik Travma” bir nevi zirve oldu. 2020’de çıkan son tekli “Kazılı Kuyum”sa büyük bir dinlenme başarısı yakaladı ve alternatifin olanın en büyük düşmanı popülerlik geldi kapıya dayandı. Artık “Ben zaten hep belgesel…”cilerin dışında bir kitlenin de, sözgelimi Tik Tok videosu çekenlerin de ilgi alanına girmişti. Şarkının ta New Yorklarda yapılmış analog kaydı dinleyici için o kadar da mühim değildi; “Sen kazamazsın kazılı kuyum” iyi slogandı, çalışırdı… Ki çalıştı.


Yüzyüzeyken Konuşuruz’un yeni teklisi “Sen Varsın Diye”, geçtiğimiz günlerde piyasaya çıktı. Uzun bir aradan sonra yayımlanan bu yeni şarkı açıkçası bende hayal kırıklığı yarattı ve yukarıda yazdıklarımı düşündürttü. Nitekim basın bültenindeki şu cümle de grubun kafa karışıklığını anlatır gibi:

“Yüzyüzeyken Konuşuruz’un bu kadar geniş bir dinleyici kitlesine sahip olmasının sebebi çok geniş bir sound yelpazelerinin olmasından kaynaklandığı için, ‘Sen Varsın Diye’ ile hem ilk yıllardaki akustik singer/songwriter tınılarını isteyen, hem de Akustik Travma’nın elektro ritmleriyle dans edenleri aynı otobüse bindiriyor.”


Meali şu sanki: “Herkesi memnun etmeye çalıştık.” İşte müzikte tam da buna ana akım deniyor. Sözlerde eski şarkıların yaratıcılığının, kelime oyunlarının, grubun bir fazlası olan gündelik dil kullanımının yerini ortalama bir “şarkı dili” almış. Genç “rock” akımı tedavülden kalkalı beri hemen her grubun ucundan kıyısından içine düştüğü “synth-pop”la ,” akustik versiyon” klişeleri basın bülteninin tabiriyle “aynı otobüsle” yola çıkmış. Sadece soruyorum şimdi: Peki bu otobüs nereye gidiyor?           

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 11, 2021 10:24

July 9, 2021

"Her Şey İhtimal Dâhilinde"

Serkan Ferat - Bugün Fark Ettim" 


Türkçe “rock” müziğin kısa ömürlü ama etkili gruplarından biri olmuş Kreş’in solisti olarak tanıdık Serkan Ferat’ı. Ferat, 2015 yılından bu yana solo çalışmalar yapıyor. Şarkılar kaydediyor, tekliler çıkarıyor, “loop cover”lar yapıyor, sahneye çıkıyor(du).


Bir süre önce Almanya’ya yerleşen Serkan Ferat, orada da boş durmuyor, üretmeye devam ediyor. Kendine ait bir dili ve tavrı olan, iyi şarkılar yazıyor, kendi imkânlarıyla kaydedip yayımlıyor. Adeta tek kişilik bir grup gibi.


2020 yılında “Çıkmamış Bir Albüm’ün Demo’su” adlı albümünü ve Melisa Uzunarslan’la birlikte “Öyle Ya da Böyle / Yarım Kalan Şarap (Akustik)” teklisini yayımlayan Serkan Ferat’ın yeni teklisi geçtiğimiz günlerde dijital raflara çıktı. “Bugün Fark Ettim”, söz, müzik ve düzenlemesi Serkan Ferat’a ait bir şarkı.  


2021 usulü bir “elektronik-rock” örneği “Bugün Fark Ettim”. Serkan zaten bu ses ve şarkı söyleme biçimiyle ninni bile söylese “rock’n roll” olur, o ayrı. Bence memleketin en iyi ‘rock’ solistlerinden biri. Onun ötesinde, zaman zaman hepimizin içine düştüğü o sarmalı, sorgulamayı, sonra farkına varmayı, çok sade, çok açık ve net sözler ama bir o kadar kaotik bir müzikal yapıyla şarkıya sığdırırken, insanı şöyle bir silkeliyor Serkan. Şarkı ilerledikçe elektronik sesler giderek artıyor ve sonunda sözü teslim alıyor.


“Bugün Fark Ettim” bende bir “senfonik-rock” albümünün bir parçasıymış duygusunu uyandırdı. Hikâyenin başı ya da sonu, belki de ortası bilemem ama öyle bir bütünden kopup gelmiş gibi. Her ne kadar Serkan Ferat parçayı sosyal medya hesabından servis ederken “Her zaman bu yoğunlukta bir şarkı yazamam,” notunu düşmüşse olsa da…

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 09, 2021 11:22

July 7, 2021

"Haklıysam Aslanlar Gibi"

Derya Uluğ - "Kanunlar Gibi" 


Hemen her popçu gibi Derya Uluğ da bir sendelemişti. Bir süre önce birileri çıkıp “pop bitti, artık yeni pop rap ve trap” dedi. Her dönem ne moda olduysa ona “abi çok iyi yeaa” diyenler buna başparmak havaya emojisi attı ve hep beraber “geçici” bir dönem yaşadık. Adı üstünde “geçici”ydi. Zamanla taşlar yerine oturacak, neyin ne olduğu anlaşılacaktı.


Bu ülke insanının damarlarında akan kanı ne ‘30’larda radyoda alaturka müziğin yasaklanması, ne ’70 ve ‘80’lerde radyo ve televizyonda arabesk müziğin yasaklanması, ne 2000’lerde “rock” müziğin önlemez yükselişi durdurabilmişti. Bu ülke insanının damarlarında akan kanı kalbine pompalayan makam müziğiydi çünkü. Bu ülkede ne orta çağ Avrupa’sının saray müziği ne Arjantin tangosu ne siyahi cazı ne İngiliz “indie”si ne de Amerikan “rap”i ayrı ev açabilirdi. Bir nağme, bir âşık söz, bir aksak ritim, bir çeyrek ses gelir hepsini yerle bir ederdi. Hep etmişti, etmeye de devam edecekti.


Evet, bir dönem radyolar ve müzik televizyonlarının zoraki standart haline getirdiği 130 BPM devrini doldurmuş, popun ‘90’lardan bu yana süregelen gelenekleri demode olmuş, yeni kuşak hepsini elinin tersiyle itmişti. Evet, dünyadaki plak kartellerinin yerini alan dijital müzik devleri “maliyeti ucuz ürün” dayatıyordu ve bunda başarılı da olmuşlar, bestenin yerine “beat”i, güftenin yerine küfür kıyameti yutturmayı başarmışlardı. Türkiye de bundan payını alacaktı elbette. Elbette geçici bir süreliğine.


Derya Uluğ da sendeledi ve artık en iyi bildiği formülün işe yaramadığını düşündü ki, tam da popta kendine bir alan açmışken “trap” bir şarkı yaptı (BKNZ: 2019 yılında yayımlanan “Göremedim Bi’ de Sen Bak” adlı şarkı.) Sadece o değil, onun kulvarındaki çok kişi benzer şeyler denedi ama elbette kabul görmedi. O alanın (tırnak içinde) starları başkaydı çünkü. Oysa biraz zaman geçince, sapla saman ayrılınca, bu ülke insanının damarlarında akan kan şüphe götürmez bir biçimde, bir kez daha galip gelecekti. Geldi de nitekim. Bakın, yeni formülü bulanlar kâra geçmeye başladı bile.


Bu yeni dönem popunun lokomotifi şimdilik iki besteci gibi görünüyor: Ersay Üner ve Emrah Karakuyu. Başka bir dolu isim de var tabii ama bu iki isim son bir yılda yaptıkları şarkılarla eskinin geleneğini yeni döneme adapte etmeyi gayet güzel başardılar. Misal son ayların iş yapmış üç parçasında da Emrah Karakuyu imzası var: Ziynet Sali’nin “Efkârım Var”ı, Edis’in “Martılar”ı ve Derya Uluğ’un “Kanunlar Gibi”si.


Emrah Karakuyu’nun hem eski nesil hem de yeni nesil popu iyi analiz ettiği zaten çok belli ama parçanın düzenlemesi de bir o kadar doğru yakalamış meseleyi. Ozan Bayraşa zaten poptaki değişimi çok önceden yakalayabilmiş birkaç isimden biriydi. Asil Gök’le ortak imza attıkları düzenleme hem şarkıyı hem de Derya Uluğ’u parlatıyor. 


Derya Uluğ’un su gibi berrak, akışkan, tertemiz bir ses var. Nitekim kendi YouTube kanalına yaptığı “cover”lar da zevkle dinleniyor. Mutlaka biliyordur ama ben yine de her zaman her şarkıyı çıkabileceği en üst perdeden söylemek zorunda olmadığını küçük bir tavsiye olarak buraya bırakayım. Bu anlamda “Kanunlar Gibi”deki Derya çok daha “soft” geliyor kulağa.


Bu arada geçtiğimiz günlerde şarkının Metehan Köseoğlu tarafından yapılmış akustik versiyonu da servis edildi. Bu versiyona orijinal versiyonun klibiyle bağlantılı ama bağımsız bir klip yapılmış olması da hoş ki orijinal versiyonun Aytekin Yalçın tarafından çekilen klibi de çok göz alıcı bence.


Demek ki neymiş? Buradan devam edilebilirmiş. İlla “rap”e, “trap”e yanlamaya gerek yokmuş. Pop akar, yolunu bulurmuş.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 07, 2021 04:10

July 5, 2021

"Karanlık, Soğuk, Buz Gibi Bir Tipi Var"

Demirhan Baylan - "Yaratan"


“Daha iyisini üretebilmek için elbette ki paraya ve imkana ihtiyacım var. Orası kesin. Ama çok daha önemli bir şey var; küsmemem, bir sebep bulmam gerekiyor. Bu illaki ‘beğeni’ olmak zorunda değil. ‘Nesi yanlış?..’ Bu bile işe yarar.”


Demirhan Baylan geçenlerde böyle yazdı Twitter’a. Üzerinde uzun uzun düşündüm. Her iki cepheyi de biliyorum. Yazan da oldum, yaptığı iş hakkında yazılmayı bekleyen de. Bazen ürettiği üzerine kurulmuş bir tek cümle bile motivasyon sağlayabiliyor üretene. Ya da motivasyonunu alıp dipsiz, karanlık bir çukura fırlatabiliyor. Bazen üretenin niyetinden bağımsız, çok daha büyük cümleler kurulabiliyor üretilen hakkında. Ya da küçük, yıkıcı cümleler… İki cephe için de bıçak sırtında bir denge.


Demirhan Baylan, daha ülkede “bağımsız müzik” tabiri moda olmamışken bağımsız olabilmiş, hatta işin komiğini çıkarmak gerekirse, bağımsız müzisyenliği Türkiye’ye getirmiş isimlerden biri. Haliyle de hep özgür ve yalnızdı. Bundandır ki zincirlere sığmayıp taşabilecek bir özgüvene sahip olması gereken konumda ve kıdemdeyken bile çekingen hâlâ.


Şimdilerde kimsenin yeni bir şey deneyesi yok. Sanatın çıkış noktası “fikir”, bu yeni dönemde en çok müzikten elini eteğini çekti. Yeni nesil müzisyenlerin sırtını yasladığı standartlar, içinde rahat ettikleri konfor alanları neredeyse madde madde aynı ve eşit yüzölçümde. Demirhan Baylan’sa başından beri müzik üzerine kafa yoran, müziğini fikriyle şekillendiren, yanılsa da deneyen, deşen, kazıyan bir müzisyen. Yeni şarkısı “Yaratan” da ancak bunu iyi bilenlerin tadına varabilecekleri bir şarkı. Çünkü alışılageldik, bildik bir yerden yakalamıyor kulağı.  


Son derece sakin, (moda deyimiyle) “akustik” başlıyor “Yaratan”. Sonra ‘70’ler Anadolu-popunun tam ortasından geçiyor. Derken sertleşiyor, hatta küstahlaşıyor. Öfkesi tepeden aşağı iniveriyor sonra, duruluyor, sakinleşip nihayete eriyor. Aynı şarkının üç farklı versiyonunu dinlemiş gibi oluyoruz 5 dakika 50 saniye içinde. İncelikli müzikal (ama müzisyen olmayanın, enstrüman çalmayanın öyle  ha deyince keşfedemeyeceği) “numaralar”sa işin tuzu biberi oluyor. (O numaralara da yine Demirhan’ın Twitter’da yazdıklarını okuyup kulak kabarttım, ayıptır söylemesi. Malum, “kimsenin zamanı yok durup ince şeyleri anlamaya.”)


Peki “Nesi yanlış?” Nesi yanlış olacak? Akılda kalıcı değil bir kere, nakaratı yok gibi bir şey. “Sabah kalktım yataktan pijamamı çıkardım, dişimi fırçaladım, seni özledim”, filan gibi “samimi ve doğal” sözleri yok; alegori, metafor filan var ki demode. Bir de türü tam net değil kardeşim. Hangi listeye koyacağız bunu, “Üçüncü Yeniler”e mi yoksa “Bağımsız Sahne”ye mi? Müzisyenin yaşı da biraz geçkince… Bilemedim.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 05, 2021 11:25

December 30, 2020

Son Romantik

 Gökhan Türkmen - "Romantik"


Şu meymenetsiz, uğursuz, hatta “südüklü” 2020’ye ocak ayında Birkan Nasuhoğlu ile birlikte kaydettiği “Gülmedi Kader” ile başlamıştı Gökhan Türkmen. Sonra şubat ayında “Kâğıt” ve Fransızca versiyonu “Bout D’Histoire” ile devam etti. Nisan’da “Aşk”, temmuzda “Yüzüme Vurma” yayımlandı.  İşte bu dört şarkı, bir de 2019 Ekim’inde yayımlanan “Aşkın Enkazı” ve hemen peşi sıra gelen “Sır” adlı şarkılar, “Romantik” albümünde bir araya getirilmiş. 


Albümde dört de yeni şarkı var ki bunlar zaten ilk dört sırada karşımıza çıkıyor: “Derdim”, “Gökyüzünden”, “Yalnızım Ulan” ve “Alışamadım Masallara”.

Albümün en ilgi çekici parçası ilk sırada yer alıyor. “Derdim” öncelikle Türkmen’in farklı vokal tekniğiyle dikkat çekiyor. Alışageldiğimizden bir hayli farklı, daha kirli bir yorum stili bu. Şarkı sakin başlayıp ritmini alıyor, trompetle coşuyor, sonra sakinleşerek sona eriyor. Atıl Aksoy’un hem klasik gitar yürüyüşünü hem de “synth” modernizmini bir araya getiren düzenlemesi nefis. Söz ve müziği Gökhan Türkmen imzalı parça etkili ve akılda kalıcı.


Adı üstüne, “Romantik” bir albüm bu. Keza “Gökyüzünden” de romantik bir şarkı. Bu defa düzenlemeyi Aytaç Özgümüş yapmış. Sözler Mert Carim ve Ozan Turgut tarafından yazılmış, besteyse Gökhan Türkmen’e ait. Yine gitar ve trompetin etkisini hissettirdiği düzenlemeye yaylılar da lezzet katıyor. Zaten şarkı da aslına bakarsanız vals ritminde.


Söz ve müziği Gökhan Türkmen tarafından yazılan ve Aytaç Özgümüş tarafından düzenlenen “Yalnızım Ulan” var sırada. Şarkının adı dayılanır gibi ama tam tersine son çare olarak, bir çağrı, bir çığlık gibi “Yalnızım Ulan” diyen bir adamın hikâyesi bu. Yani yine romantik. Bas yürüyüşüne bayıldığım şarkının içinden bir yerlerden bir de elektro-gitar solo çıkması hediye gibi. Sahi biz ‘80’ler, ‘90’larda içinden böyle şeyler çıkan şarkılar dinlerdik değil mi?


“Alışamadım Masallara”, sözleri Ozan Turgut’a, bestesi Gökhan Türkmen’e ait bir şarkı. Düzenlemeyi Ahmet Faik Dökmeci yapmış. Trompetin verdiği “big band” havasıyla “jazzy” tınılar taşıyan, ritmik, parmak şıklatmalık bir parça “Alışamadım Masallara”. Bu şarkı da sonlara doğru ritmi yavaşlarken müthiş bir müzikal zenginlikle yükselerek bitiyor.


Gökhan Türkmen’in en büyük farkı da bu zaten. Çok karmaşık, müzikal anlamda çok kompleks yapısı olan besteler değil aslında yaptıkları. Bir akustik gitarla, ıslıkla çalınıp söylenebilecek sadelik, naiflik var hemen hepsinde. Buna karşın piyasa standartlarına sıkışıp kalmadan, tamamen özgür, yaratıcı ve müzikal niteliği yüksek düzenlemelerle ticari açıdan riske girmeyi göze alabiliyor. Misal, “Yalnızım Ulan”a koy bir klarnet, vokali de biraz önce çıkar, az ağdalandır, at o soloyu filan oradan. Mis gibi ticari “hit” olurmuş ama yapmamış; zor anlaşılmayı göze almış. İyi de yapmış.


Sıradaki parça, “Bout D’Histoire”, Türkçesi “Kâğıt” ile birlikte Sevgililer Gününe özel yayımlanmıştı. Bakın basın bülteninde ne yazılmış bu şarkı için: “Her iki versiyon da polifonik yapısı ve güçlü orkestrasyonuyla dikkat çekiyor. Söz ve müziği Gökhan Türkmen’e ait olan parçada Türkmen’in naif sesi, ‘country jazz tınısı ile bütünleşik çok sesli bir armoni yaratıyor.” 


Evet, aynen öyle yapıyor, fazla söze ne hacet. “Neden Fransızca?” diye sorarsanız, bu tamamen Gökhan’ın Fransız müziğine hayranlığının bir uzantısı. Söz ve müziği Gökhan Türkmen’e, düzenlemesi Atıl Aksoy’a ait parçanın Fransızca sözlerini ise Nathalie Reins yazmış, daha doğrusu Türkçe sözleri çevirerek adapte etmiş. Şarkının Türkçe versiyonu da albümün sonuna konulmuş.  


Geçtiğimiz ekim ayında tekli olarak yayımlanan “Aşkın Enkazı” için şu cümleleri yazmışım o günlerde: “Her şeyden önce şarkının düzenlemesi çok zengin, çok doyurucu. Özellikle yaylıların kullanılış biçimi, kontrşanlar filan inceden bir Onno Tunç tadı bırakıyor kulakta. Nefesliler ve vokallerin armonisi de müthiş. Bu kadar dört başı mamur, tam tekmil kayıtlar pek az yapılır oldu artık. Ben kendi adıma ne kadar özlediğimi fark ettim. Hep akustik, hep gitar, nereye kadar?”


Bakın yine, düzenlemeye takılmışım en çok ki Ahmet Faik Dökmeci tarafından yapılmış. Bir de bu şarkının söz ve müziğinin Birkan Nasuhoğlu’na ait olmasına rağmen, “Gökhan Türkmen stili” olarak tanımlayabileceğimiz bir şarkı olduğunu da söylemişim.


Sözleri Ozan Turgut, bestesi Gökhan Türkmen imzalı “Sır”ın düzenlemesi yine Atıl Aksoy’a ait. “Gülmedi Kader” ise Gökhan Türkmen ve Birkan Nasuhoğlu’nun birlikte yazıp birlikte seslendirdiği ve düzenlemesi Aytaç Özgümüş tarafından yapılmış bir parça.    


Albümde “Aşkın Enkazı”, “Sır” ve “Gülmedi Kader”in arka arkaya sıralanması boşuna değil. Zira bu üç şarkı, tekli olarak da ardı ardına yayımlanmış ve her üç parçanın klibi, birbirine bağlı olarak gelişen bir hikâyeyi anlatacak şekilde çekilmişti.


“Sır”da en çok Atıl Aksoy’un arkada usul usul çaldığı piyanonun caz akorları kulağımı okşadı. “Gülmedi Kader” ise yine müzikal zenginlik açısından hiçbir masraftan kaçınılmamış düzenlemesi ve vokal kompozisyonları ile kulağa yer ediyor.


Sözleri Aslı Demirer’e, bestesi Gökhan Türkmen’e ait “Aşk”ın düzenlemesini Feryin Kaya ve Ural Sönmez yapmış. Türkmen takipçileri bilir, bu şarkının klibinde Sinem ve Gökhan’ın görüntüleri, hele o ilk gençlik dönemlerine ait görüntüleri hem çok eğlenceli hem çok romantikti. Şarkı vals ritminde, ismi “Aşk”, klipte sektörün görüp görebileceği en şahane karı-koca, yol ve iş arkadaşı olabilmiş çiftlerinden biri var. İdeal bir düğün şarkısı ortamı hazır ama bereket öyle bir şarkı değil bu şarkı. Meleksiz, cennetsiz, duasız filan gösterişsiz, dupduru, sade, naif bir aşkın tasviri bu. Bu şarkı bu albümde durmasın da nerede dursun?


Şarkılar, genellikle eşlik ettikleri yaşanmışlıklarla kalır akıllarda. 2020'de yayımlanan şarkılar nasıl hatırlanacak, ileride bu karantina günlerine de özlem duyacak mıyız orası belirsiz ama şunu diyebilirim: Bu albüm pekala bir "son romantik"in albümü olarak müzik tarihine yazılabilir.  

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 30, 2020 09:24

December 28, 2020

"Kız Amatör, Heyecanlanabilir!"

Seninle Üç Dakika

1981 - 3. Bölüm

Zerrin’in Yerine Kim Geçecek?


Bir gece önce ekranda Modern Folk Üçlüsü ile birlikte “Dönme Dolap”ı seslendiren Zerrin Özer, 29 Aralık Pazartesi günü Ankara’da düzenlediği basın toplantısında yarışmadan çekildiğini açıklıyordu.

Aslında gazeteciler ilk sinyalleri Zerrin Özer’in basın toplantısından birkaç gün önce Ali Kocatepe’den almışlardı. Kocatepe, Zerrin’in yarışmadan çekilebileceğini ve yerine Nükhet Duru’yu davet edebileceklerini fısıldamıştı gazetecilerin kulağına. Zerrin Özer basının karşısına geçtiğinde dayısının kızının bir cinayete kurban gitmesinden dolayı yaşadığı üzüntülü günleri yarışmadan çekilmesine gerekçe gösteriyordu: “Ayrıca, bu yarışma sırasında da ikinci plana itildiğimi anladım. Bana bunu çok sayıda dostum söyledi,” diyen Zerrin, toplantı esnasında basın mensuplarının ardı ardına sorduğu sorular karşısında daha fazla dayanamayıp ağlamaya başlayacaktı.


Ali Kocatepe ve Zerrin Özer’in iş ortaklığı da sona ermişti çünkü Zerrin artık menajeri olarak Ali Kocatepe ile çalışmayacağını söylüyordu. Zerrin’in Modern Folk Üçlüsü ile birlikte yarışmaya girmekten duyduğu rahatsızlık zaten başından beri konuşuluyordu. Söylenenler doğru çıkmış, ipler kopmuştu. 


Nitekim birkaç gün sonra bu defa Ali Kocatepe, yanında Modern Folk Üçlüsü’nden Doğan Canku olduğu halde bir basın toplantısı düzenleyecek ve Zerrin hakkında sorulan sorulara şöyle yanıt verecekti: “Zerrin şartları baştan biliyordu. TRT’ye herhangi bir başvurusu olmayan Zerrin’i vokalist kontenjanımızdan faydalanıp aramıza aldık. Tek başımıza elde ettiğimiz başarımızı onunla paylaşmaktan kıvanç duyduk. O ise küçük hesaplar peşinde. Hem ayıp hem kendine yazık etti... Onu yıllar önce daha amatör bir şarkıcı iken elinden tutup kamuoyuna ilk kez lanse eden Modern Folk Üçlüsü idi. Yıllar önce bu topluluğun yanında şarkı söylemenin kendisi için ne büyük şeref olduğunu unutan Zerrin, bugün böyle bir sarhoşluk içinde. Yanında kendisi ile birlikte bu şarkıyı yorumlayan Modern Üçlüsü’nden şikayetçi olup harcandığını söyleyebiliyor.”

Kim haklı kim haksızdı bilinmez ama Ali Kocatepe’nin söylediklerinde şöyle bir doğruluk payı vardı. Zerrin henüz tanınmıyorken, ilk kez Modern Folk Üçlüsü’nün amatör sesleri ekrana çıkardığı bir programla kamera karşısına geçmiş ve şöhrete giden yolda ilk adımı böyle atmıştı.


Aynı basın toplantısında Ali Kocatepe, Nükhet Duru’ya basın yoluyla açık çağrı yapıyor ve çağrısını kendisine özel olarak yinelemeyeceğini ifade ediyordu, aynı çağrıyı Sezen Aksu ve Ajda Pekkan’a da yaptıklarını söylemeyi ihmal etmeden. “Eğer üçü birden evet derlerse çok seviniriz. Nükhet, Ajda ve Sezen’le birlikte çalışmaya, yarışmaya hazırız,” diyordu Kocatepe, şarkısına ne derece güvendiğinin altını çizercesine. İşler hiç beklenmedik şekilde tersine dönmüş ve Ali Kocatepe kısa süre öncesine kadar yarışmada en büyük rakibi olarak gördüğü Nükhet Duru’yla ittifak kurma noktasına gelmişti.


Ya Nükhet Duru cephesinde neler oluyordu? Yarışmayı kazanma şansı çok yüksek görülen şarkılardan biri olan “Dönme Dolap” hiç beklemediği anda Türkiye’yi temsil etme fırsatını getirmişti Nükhet Duru’ya. Peki o, bu fırsatı değerlendirecek miydi?

Zerrin Özer ve Ali Kocatepe’nin Ankara’da düzenledikleri basın toplantılarına karşılık birkaç gün sonra bu kez Nükhet Duru, İstanbul’da basının karşısındaydı. Ali Kocatepe’nin çağrısına Duru’nun cevabı çok kısa ve kesindi: “Hayır! Konusunu dahi kendim hazırladığım ve inandığım şarkı ‘İstanbul İstanbul’ ile bu seneki sıramı savmış bulunuyorum. Kısmet gelecek seneye. ‘Dönme Dolap’la yarışmam söz konusu değil.”


Peki şimdi ne olacaktı? Sezen Aksu ve Ajda Pekkan ihtimallerinin çok ama pek düşük olduğu, hatta bu davetlerin biraz da nezaket icabı olduğu biliniyordu. Nitekim her iki isimden de bir cevap gelmedi. Ali Kocatepe büyük oynamış ama kaybetmişti. Şimdi herkes “Dönme Dolap”ta Modern Folk Üçlüsü’ne eşlik edecek kadın şarkıcının kim olabileceğini konuşuyordu.


“Bu Kızdan Spiker Olmaz!”

1981 yılını karşılayan yılbaşı gecesi Türk televizyon tarihinde ilk kez ekrana bir dansöz getirilecek, 1978 yılında çekildiği halde o yıl gösterilmeyip arşive kaldırılan ve nihayet iki sene sonra ortaya çıkan görüntüleriyle Nesrin Topkapı, Türkiye’de televizyona çıkan ilk dansöz payesine hak kazanacaktı. 


Aynı yılbaşı gecesi ilk kez ekranlara gelen ve daha önce kimsenin adını sanını duymadığı Kibariye, müzik dünyasına bomba gibi düşecek ve bu kara kuru çingene kızı bir gecede meşhur olmakla kalmayıp, tüm ‘80’li yıllar boyunca arabesk müziğin giderek hız almasında başrollerden birini oynayacaktı.


1981 yılı ocak ayında Ayşegül Aldinç ismi bir kez daha gazete manşetlerine taşındı. Aldinç, bir süredir hazırlanmakta olduğu TRT spikerlik sınavını kaybetmişti. Ayşegül Aldinç, yıllar sonra bu konuda şöyle konuşacaktı: “Nasılsa bu kız yarışmada finale kalıp şarkıcılık yolunda adım attı, artık bundan spiker olmaz, gitsin şarkıcı olsun dediler ve beni spiker yapmadılar.”


Nitekim “bu kız” tam da o günlerde, hiç kimsenin aklına gelmeyen bir ihtimalin gerçekleşmesi sonucu Eurovision Şarkı Yarışması finalinde bir anda şansı en yüksek isimlerden biri haline gelecekti. Bir kadın vokal arayışı içinde olan “Dönme Dolap” ekibi ve erkek vokal arayışı içinde olan “İstanbul İstanbul” ekibi kendi aralarında sessiz sedasız anlaşmışlardı. “İstanbul İstanbul”da Modern Folk Üçlüsü Ayşegül Aldinç’e, “Dönme Dolap”ta ise Ayşegül Aldinç Modern Folk Üçlüsü’ne vokal yapacaktı. Böylece finalde yarışacak altı şarkıdan ikisi aynı ekip tarafından seslendirilecekti.


Başından beri en fazla tartışma yaratmış iki şarkının akıbeti artık belli olmuştu. Şimdi gözler 14 Şubat gecesi yapılacak büyük finaldeydi.

2 Şubat günü şarkıların büyük orkestra için yapılmış düzenlemelerinin TRT’ye teslim edilmesiyle birlikte planlanan takvim işlemeye başladı. 5 ve 6 Şubat tarihlerinde büyük orkestra İstanbul Radyosu’nda ilk provalarını yaptı. 9, 10 ve 11 Şubat tarihlerinde ise Kuruçeşme Stüdyoları’nda solistli provalar alındı. 


Final gecesi ekipler şarkılarını orkestra eşliğinde canlı seslendireceklerdi ancak bu canlı kayıtlar, önceden banda alınacaktı. Çekimler 12 Şubat günü yine TRT Kuruçeşme Stüdyoları’nda yapıldı.


Yarışma şarkılarının önceden canlı kaydedilmesi ve final gecesi banttan yayınlanması ilk kez denenen bir yöntemdi. Besbelli ki 1979 yılında final gecesi yaşanan teknik aksaklıklar bu kararda etkili olmuştu. TRT’nin henüz kullanmaya başladığı yeni ve modern televizyon stüdyolarında yapılan çekimler, istenen teknik kaliteyi sağlasa bile canlı yayın heyecanından uzak gerçekleştirilecek ve bu da şarkıcıların performansları konusunda adil karar alınmasını engelleyecek bir handikap olarak gündeme getirilecekti.


“Miras”, “Bigudi” ve “Nerde O Eski Tangolar” ekiplerinde tanıtım filmlerinin yayınlanmasından bu yana bir değişiklik olmamıştı. “İstanbul İstanbul” ve “Dönme Dolap” ekiplerinin aldığı son hal de herkesin malumuydu. “Dostluk” ekibinde ise vokalist değişikliği yapılmış ve Kayahan’a eşlik eden eski vokal grubundan sadece Şenay Algaç kalırken, yeni vokalistler Rezzan Diniz, Greys Küçükgüzel ve Karen Gerson olmuştu.


Basın mensuplarının kısıtlı sürelerle stüdyoya alındığı çekimler hayli renkli geçecek, ekipler büyük orkestraya göre yeniden düzenlenmiş şarkıları, dansları ve final gecesi için özel hazırlanmış kostümleriyle göz dolduracaklardı. 


Stüdyoya yaklaşık yarım metre yüksekliğinde bir sahne kurulmuş, orkestra bu sahnenin hemen önünde zemin hizasına yerleşmişti. Şarkıcılar şarkılarını orkestradan yüksekte kalan bu platform üzerinde seslendirmişlerdi. Daha provaların ilk gününde, söz konusu platformun yeterince geniş olmaması nedeniyle huzursuzluk yaşanacak ve dans edecek ekipler, koreografilerini sahnenin darlığını göz önünde bulundurarak yeniden düzenlemek zorunda kalacaklardı.  


Takvimler 14 Şubat Cumartesi gününü gösteriyordu. Herkes için heyecan had safhadaydı. 12 Eylül sonrası sokağa çıkma yasakları nedeniyle gece hayatı sekteye uğramış, insanlar evlerinden çıkmaz olmuştu. Televizyon, enerji tasarrufu nedeniyle günde üç saate düşürülen yayın akışına rağmen halkın tek eğlencesiydi. Üstelik tek kanallıydı. Dolayısıyla ekran başındakiler kadar Kuruçeşme Stüdyosu’nda toplanmış şarkıcılar, besteciler, söz yazarları ve TRT ekibi de biliyordu ki o gece ülkede televizyon olan her evde az sonra başlayacak canlı yayın izlenecekti.


Teknik Bir Arıza

Soğuk bir kış gecesi başlıyordu. İstanbul kar altındaydı. Haberleri müteakip ekranda hava durumu vinyeti göründüğünde nefesler tutulmuştu. İşte ne olduysa o dakikada oldu. Canlı yayın başlaması gereken saatte başlamadı. Onun yerine televizyon ekranlarına kar manzaraları eşliğinde saz eserleri gelmişti. “Teknik bir arıza” açıklamasının hemen ardından yayınlanmaya başlayan “İtalya’dan Müzik” programında Caterina Caselli’nin şovunu izlemek zorunda kalan ekran başındakiler çaresiz, merakla bekliyorlardı. İstanbul’da neler oluyordu?


O sırada Kuruçeşme Stüdyoları’nda telaş ve panik hakimdi. Finalde yarışacak ekipler, yayını izlemeleri için kurulmuş büyük ekranlı monitörün karşısında kalakalmışlardı. Stüdyoyu besleyen trafoda meydana gelen arıza nedeniyle canlı yayını gerçekleştirecek cihazlar çalışmıyordu. İETT’den gelecek arıza ekibi bekleniyor, trafonun anahtarı TRT yetkililerinde bulunmadığı için arızaya müdahale edilemiyordu. Neden sonra beklenen ekip gelecek, arıza giderilecek, tam 49 dakika gecikmeyle de olsa canlı yayın nihayet başlayacaktı.


Yayını Bülent Özveren ve Canan Kumbasar sunuyordu. Stüdyonun bir ucunda üç basamaklı bir set oluşturulmuştu. Ekipler bu basamaklarda oturuyor ve iki gün önce yapılan çekimlerin ekrana gelmesini bekliyorlardı. Nitekim finalist altı şarkı sırayla bir defa, ardından bir kez daha ekrana getirildi.


Ekrana getirilen görüntüler daha önce yapılan çekimlerle kıyaslandığında, ekiplerin bu defa epeyce hazırlık yaptıkları görülebiliyordu. 


Gerek özel hazırlanmış kostümler gerekse şarkılar için hazırlanan şovlar bunu gösteriyordu. Ne var ki orkestra eşliğinde yapılmış canlı icralar ekran başındaki herkesi hayal kırıklığına uğratacaktı. 


Yapılan çekimlerde kimi kez orkestranın, kimi kez de şarkıcıların sesleri yeterince duyulmuyordu. Canlı yayının teknik risklerinden kaçınmak için önceden kayıt yöntemini seçen TRT, o günlerde artık olmazsa olmaz haline gelmiş teknik aksaklıkların bir kez daha kurbanı olmuştu.


Şarkıların ikinci kez ekrana gelmesinden hemen sonra halk jürilerinin oluşturulduğu illere sırayla telefon bağlantısı yapılmaya başlandı. 


Stüdyoda hazırlanmış pano, birer ikişer puanlarla doluyor, halk jürilerinden oylama sonuçları alındıkça birincilik çekişmesinin “Dönme Dolap”, “Bigudi” ve “İstanbul İstanbul” arasında olacağı belirginleşiyordu.


“Kız Amatör, Heyecanlanabilir”

Sonuç hiç kimse için sürpriz olmadı. “Dönme Dolap” dokuz ilden altı tam puan almış ve toplamda 87 puanla geceyi birincilikle bitirmişti. 


Ona en yakın puanı alan şarkı “Bigudi”ydi. “Bigudi” 66 puanla ikincilik tahtına oturmuştu. Üçüncülüğü 63 puanla “İstanbul İstanbul”, dördüncülüğü 59 puanla “Miras” kazanmış, son iki sırayı ise 42 puanla “Nerede O Eski Tangolar” ve “Dostluk” paylaşmıştı. 


Ertesi gün ülkede yayınlanan gazete ve dergilerin hemen hepsinde benzer bir manşet vardı: “İrlanda’da ‘Dönme Dolap’ Dönecek!”


Elbette final gecesi de dedikodulardan, iyi ya da kötü yorumlardan ve hatta suçlamalardan nasibini alacaktı. Final ertesinde gazete ve dergilere yansıyan kimi yorumlar şöyleydi:

Ülkü Aker: “Ali Kocatepe’nin şikesini hala kimse anlayamadıysa şaşarım doğrusu. Her şeyden önce Ayşegül Aldinç’in kılığı dikkati çekti. Önceki çekime çift giysi getiren ve iki değişik saç modeliyle izlenilen Aldinç, finale ‘Dönme Dolap’ın giysisi ve saç modeliyle gelmişti. Sanki finale hazırdı. Sonucu biliyordu!”         

Erol Evgin: “Ayşegül Aldinç’in fiziği güzel ama ses olarak zayıf kalıyor. Profesyonel değil. İrlanda’da Modern Folk Üçlüsü’nün önde olması daha yerinde olur. Kız amatör, heyecanlanabilir!”


Yeşil Giresunlu: “Bir kez daha görüldü. TRT’de büyük yolsuzluk var. Bu iş birkaç kişinin dümenine bırakılmıştır.”

Ferdi Özbeğen: “Turizm gücümüz açısından ‘İstanbul İstanbul’un birinci gelmesini istiyordum. ‘Dönme Dolap’ eski operetlerin, müzikallerin müziklerine benziyor. Sonucu hayretle karşıladım.”  


Esin Engin: “Daha önceden her şey belliydi. Bu yüzden sonuçlar hakkında yorum yapmıyorum.”

Nükhet Duru: “Ali Kocatepe’yi, Modern Folk Üçlüsü’nü ve Ayşegül Aldinç’i tebrik ederim. Kazanamayan arkadaşlar kesinlikle morallerini bozmasınlar, gelecek yarışmalar için hazırlansınlar.”


Artık hedef İrlanda idi. Öncelikle her yarışmada adet olduğu üzere, şarkı yeniden elden geçirilecekti. Türkiye finalinde jüri oylarını toplamasında bir hayli etkisi olduğu aşikâr olan kimi alaturka nağmeler törpülenecek, şarkı olabildiğince Batılı bir hale bürünecek, bu arada süresi de 10 saniye uzayacaktı. Yayın yasağı başlamış olduğu için tüm bu ayrıntılar meraklıları tarafından basından takip ediyor, şarkının yeni versiyonunun dinlenebilmesi içinse biraz daha zaman geçmesi gerekiyordu.

DEVAM EDECEK
GELECEK BÖLÜM: "DÖNME DOLAP DÖNÜYOR" 

YAZI DİZİSİNİ İLK BÖLÜMÜNDEN İTİBAREN OKUMAK İÇİN TIKLAYIN 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 28, 2020 07:48

December 26, 2020

"Yürekte Acı Kaldı"

İsmail Altunsaray & İsmail Tunçbilek - "İp Attım"

“Ankara havası” diye bir gerçeği var bu memleketin. Ne eller havaya pop, ne cayır cayır “rock”, ne hıdı hıdı dıdı dıdı “rap” ve vals, tango, köçekçe, oryantal, şu, bu… Hayatının bir kısmı eğlenme maksadıyla bir araya gelmiş insan topluluklarının içinde geçmiş biri olarak bizzat şahidim ki en elit, en nezih partilerin, düğünlerin, organizasyonların en burnundan kıl aldırmayan davetlileri bile gecenin sonunda bir Ankara havasına teslim olur, olmuştur; bu hiç sekmez.


“Ankara havası” denince akla bin yıldır “Misket”, “Fidayda” filan gelirdi ama sonra Ankaralı şarkıcılar modası başladı ve “Bas Bas Paraları Leyla’ya” gibi, “Arabada Beş Evde On Beş” gibi sonradan yapılma ya da tornistan şarkılar eklendi literatüre. Ne var ki 2010’lu yıllarda türün klasiklerine iki yeni eser eklendi ki onlar en az “Misket” ve “Fidayda” kadar yaygınlaştı ve hatta denilebilir ki kalıcı oldu. Evet, “Ankara’nın Bağları” ve “Erik Dalı”ndan bahsediyorum.


“Erik Dalı” başka bir yazının konusu; şimdi konumuz “Ankara’nın Bağları”. Hani her düğün dernekte şakkıdı şukkudu bize göbek attıran o meşum türkü. 2010’lu yılların başında Ankaralı Coşkun’un sesinden meşhur oldu ve hemen her sahne repertuarına girdi. Gelin görün ki aslında böyle bir türkü yoktu. Yani vardı da aslı böyle değildi. Orta Anadolu abdal geleneğinin son temsilcilerinden Seyit Çevik’in zamanında Kırşehir’in Keskin yöresinden derlediği türkü, “İp Attım Ucu Kaldı” diye biliniyordu. Babası da bir saz sanatçısı olan Seyit Çevik, kendisine Hacı Taşan tarafından hediye edilen kemanla müziğe başlamıştı ve bu türküyü de kemanıyla pek güzel çalar, içli içli de söylerdi. Zaten sözlerine bakıldığında da acıklı, hüzünlü bir türküydü.


Peki ne oldu da bu türkü bir oyun havasına, “Ankara havası”na dönüştü?

İşte o da tamamen bu Ankaralı şarkıcı modasının bir sonucu. Coşkun Direk, nam-ı diğer Ankaralı Coşkun, türküye aslında var olmayan bir nakarat yazdı. Herkesin malumu o nakarat, Ankara’nın bağlarından, büklüm büklüm yollarından bahsediyor ve sarhoşluktan kollarını kaldıramayanları dahi piste çıkmaya teşvik ediyordu. Başardı da nitekim. Artık yeni bir oyun havamız olmuştu.

Bu iyi bir şey midir, kötü bir şey midir, tartışmaya çok açık. Anonim ve otantik türkülerin, ağızdan ağıza hatta bazen yöreden yöreye değiştiği vakidir ama bu tam olarak öyle bir şey değil. Bir nevi deforme etmek belki. Ne çare artık bir nesil bu türküyü böyle biliyor, böyle ezbere aldı.

Halk müziğinin günümüzden iki ustası İsmail Altunsaray ve İsmail Tunçbilek de buradan yola çıkarak olsa gerek, türküyü orijinal haliyle, “İp Attım” adıyla yeniden seslendirmişler. Kalan Müzik etiketiyle geçtiğimiz günlerde yayımlanan tekli, türküyü İsmail Tunçbilek’in düzenlemesiyle otantik haliyle ama modernize edilmiş bir biçimde dinleyici karşısına çıkarıyor.


Halk müziği tek sesli mi kalmalıdır, çok sesliliğe adapte mi edilmelidir tartışmasına girersek, ‘80’li yıllara geri dönmemiz gerekir. Halk müziği her şeye rağmen, gelip geçen bütün modalara, akımlara rağmen ayakta kalabilmiş, kemik dinleyicisini hiç kaybetmemiş bir tür. Göze görünmese de çok dinlendiği, farklı müzik türlerinin içinden de sık sık geçtiği bilinen bir gerçek. Bu anlamda gerek İsmail Tunçbilek’in gerekse İsmail Altunsaray’ın ayrı ayrı ve birlikte yaptıkları işlerin halk müziğinin diri tutulmasında ve geniş zamanlı kalmasında önemli olduğunu düşünüyorum.


Bu tür düzenlemeler otantiği bozuyor mu bozmuyor mu kısmı akademik düzeyde tartışma gerektirir belki ama genç kulaklar için, (misal alttaki ritim yürüyüşünün) bir yakalayıcı etkisi var bence ve bunu da hafife almamak gerekir. Orijinal, tek sesli haliyle çalınsa suratları ekşiyecek insanlarla dolu partilerde “dj” marifetiyle şekil değiştirmiş türkülere nasıl ayılıp bayıldıklarını çok gördüm zira. 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 26, 2020 08:51

Yavuz Hakan Tok's Blog

Yavuz Hakan Tok
Yavuz Hakan Tok isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Yavuz Hakan Tok's blog with rss.