Yavuz Hakan Tok's Blog, page 5

December 25, 2020

"İçimde Bitmeyen Savaş"

 Batu Akdeniz - "Bir Sebebi Var" 


Tam 13 yıl önce, ergenliğin ilk yılları, dostum Barış Ercan bana gitara başlayacağını ve bir gitar kursuna yazılacağını söyledi. Benim böyle bir eğilimim ya da isteğim yoktu, ama ona eşlik etmek istedim, sonra tavuk döner yeriz falan.

Bir kursa girdik, içeride fotoğrafta yanımda gördüğünüz Serkan Hoca var. Barış yazıldı, Serkan Abi bana yazılıp yazılmak istemeyeceğimi sordu. "Abi benim gitarla, ‘rock’ müzikle falan çok alakam yok ya…" dedim. Israr etti, ben de liseye yeni başlamışım, korkunç bir öğrenciyim ve akademik olarak çok şey vaat etmiyorum (ama çoğunuza olduğu gibi vaat ettiğime inandırılmıştım.)

"Tamam hocam ya, ben de bir ay deniyim bari," dedim.

O bir ay hala bitmedi.

O sabah uyandığımda gitara başlayacağımı bilmiyordum. Yine o gün oraya gitmesem, mesela hikâyeye direkt tavuk dönerciden başlasak, şimdi bu yazıyı yazacağımı düşünmüyorum.

Serkan Abi o gün beni ikna ederek ve bana ilk gitarımı vererek hikayemin başlamasına sebep oldu. Hikâyemi yazmak için ilk kalemimi elime tutuşturmuş gibi düşünün.”


Instagram paylaşımlarından haber çıkaran magazin sayfalarına özenmek gibi olmasın Batu Akdeniz’in geçtiğimiz günlerde sosyal medya hesaplarından paylaştığı bu yazı ve fotoğrafı alıntılamak istedim. Malum, ‘90’lardan bu yana her Türk gencinin varlığının yegâne temeli şarkıcı olmak. Önceleri bu konuda yeteneği olmayanların hevesini tanınmak, hayran kazanmak niyetine bağlardım ama öyle değilmiş, artık anlıyorum. Çünkü tanınmış ve hayran kazanmışlar da bir gün geliyor, şarkıcı oluyor. Sadece şarkıcı da olmuyor üstüne üstlük; illaki şarkı da yazıyor, “söz yazarı” ve “besteci” de oluyor.


Öte yandan gerçek yetenek, kendi kendine yolunu bulabiliyor. Batu gibi hiç zorlamasanız, aklınızdan geçirmeseniz bile…  

Evet, Batu Akdeniz gerçek bir yetenek. Gerek grubu Heavy Sky’la yaptığı albüm, gerekse solo işlerine baktığınızda, onun Türkiye’de ‘rock’ müzik için ne denli önemli bir kazanç olduğu çok açık gözüküyor.


Hayırlısıyla sonuna geldiğimiz 2020 yılında sırasıyla “Eksik”, “Yarın Yokmuş Gibi”, aynı şarkının akustik versiyonu ve “Vurdum Kendimi Yola” adlı şarkıları yayımladı Batu Akdeniz. Geçtiğimiz günlerde ise yeni teklisi “Bir Sebebi Var”, Garaj etiketiyle dijital platformlarda yerini aldı.


Söz ve müziği Batu Akdeniz’e ait şarkının düzenlemesini Bulut Gör yapmış. Batu’nun müziğinin harcında klasik ve melodik “rock” müzik var. Buna karşın günün “sound” anlayışını yakalayarak hem çok olgun hem de genç şarkılar yaratabiliyor. “Bir Sebebi Var” tam da böyle bir şarkı.


Tertemiz bir “sound”, ilk saniyelerinden itibaren eşlik etme hissi uyandıran bir ritim yürüyüşü, giderek agresifleşen gitarlar, güçlü bir vokal. Bu vokal kısmı bir tık önemli çünkü ülkede Thom Yorke ekolü ile Kaan Tangöze ekolü arasına sıkışmış o kadar çok genç ‘rock’ solisti var ki, Batu’yu ayrı bir yere koymak lazım.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 25, 2020 09:00

December 23, 2020

Portre: KÖFN ve Salman Tin


Şortları ve beyaz çorapları ve şapkalarıyla iki genç adam Yoğurtçu Parkı’nın basketbol sahasında çalarmış ve söylermiş gibi yapıyorlar. Klibin özü bu. Her ikisi de kamera karşısında olmaktan son derece rahatsız, o çok belli. Salman arada bir dans etmeye yelteniyor ama pek de beceremiyor sanki. Bilge Kağan’sa kameraya bakmak bile istemiyor.


Bu son derece “kitsch” ama izlemesi de bir o kadar eğlenceli klip Salman Tin ve Bile Kağan Etil’den kurulu KÖFN’ün “Geri Dön” adlı parçasına ait. Parça, ikilinin geçtiğimiz eylül ayında Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle piyasaya çıkan dört şarkılık kısaçaları “Dans”da yer alıyor.


“Dans” kendi klasmanında, 2020 yıl içinde yapılmış en iyi iş olabilir. Başta yukarıda bahsi geçen şarkı olmak üzere dört şarkının dördü de çok iyi, sıkı dans parçaları. Salman Tin tarafından yazılan ve Bilge Kağan Etil tarafından düzenlenen çok basit, çok sade, neredeyse minimal bir şekilde çalınmış, söylenmiş. “Sound”un profesyonel bir stüdyodan çıkmadığını da fark ediyorsunuz dinlerken ama bu sizi rahatsız etmiyor. Çünkü iç gıcıklayıcı melodileri, akılda kalıcı nakaratları ve dile takılan sözleriyle şarkıların çok “catchy” ama bir yandan da çok “cool” havasına anında kapılıyorsunuz. En çok da bu yüzden “Geri Dön”ün ve “kitsch”likte ondan aşağı kalmayan “El”in klibi bütünü tamamlıyor zaten.


Söz ve müziğin çok ama çok iyi örtüştüğü “El”, daha ilk dinleyişte eşlik etme ihtiyacı uyandıran “Geri Dön”, hipnotik etkisiyle “El” ve yüksek temposuyla “Tenine Alıştım Ben” insanın kanını kaynatan, iç açıcı ve aydınlık şarkılar. KÖFN’ün “Dans” çağrısına kayıtsız kalmak mümkün değil.


Salman Tin ve Bilge Kağan Etil’in müzikal ortaklığı, ev arkadaşlığı ile başlamış. Biri kendi şarkılarını yazan, biri aranjörlük yapan iki müzisyenin bu tesadüfi tanışıklığı, hem şarkılarını daha önce Soundcloud üzerinden paylaşan Salman Tin’in profesyonel anlamda şarkı yayımlamaya başlamasına neden olmuş hem de KÖFN’ü yaratmış.


2018’de “Bul Beni” ve “Sensiz N’aparım Ben” teklileriyle başlayan KÖFN macerası, 2019’da “Güneşe Dokundum” ve “Yarım Yarım” teklileri ve bu şarkıların da içinde yer aldığı, yedi şarkılık “Tepeler” albümüyle devam etmiş. 2020’de ise “Taş Kalbinin Çöllerinde”, “Fren” ve “El” teklilerini “Dans” kısaçaları takip etmiş.


Salman Tin’in solo çalışmaları da o zamandan bu zamana, KÖFN’le paralel ilerliyor. 2018’de “Bir Yol Bulunur, Bir Son Bulunduysa” ve “Gözlerinde Bir Yer” gibi iki güçlü parçayla dikkat çeken Salman Tin, 2019’da “Bir Yol Bulunur, Bir Son Bulunursa”nın akustik versiyonu ve “Ben Garsonken” adını verdiği dört parçalık kısaçaları ile çıkışını sürdürmüştü. O günlerde de yazmıştım, yine yazayım; “Ben Garsonken”in açılış parçası “Aptal Yaprak”, bence 2019’da yayımlanmış en iyi şarkılardan biriydi. Bence, yeteri kadar, hakkınca gürültü koparmadı; biraz gölgede kaldı.


2020’de önce “Gözlerinde Bir Yer”in akustik versiyonunu yayımladı Salman Tin. Peşi sıra “Öğrenmiş Bir Kadın” ve “Rüzgâr Beni Savururken” teklileri geldi. Yıl bitmeden ardı ardına iki tekli daha geldi Salman Tin cephesinden. Birisi, yeni nesil müziğin dikkat çekici isimlerinden Hayrettin Taşkaya ile ortak yazıp kaydettikleri “Kırgın Suratın”, diğeri ise gitarist Mert Perkduraner’in Salman Tin’e eşlik ettiği “Güzel Yalanlar”.


KÖFN ve Salman Tin’in solo işleri, aynı müzisyenlerin elinden çıkmasına rağmen birbirinden farklı yollardan ilerliyor. KÖFN, elektroniğin, “synth” seslerin, “loop” teknoljisinin hâkim olduğu, bir neci yeni yeni dans müziği şarkıları üretiyor. Salman Tin ise daha akustik ve şairane şarkılar. Müzikal anlamda daha sakin ve yer yer “blues”a yakınlaştığı şarkılar bunlar. Hani bilmeseniz, farklı müzisyenler tarafından yapıldıklarını sanabilirsiniz. Ortak nokta ise aynı kendine haslık, söz-müzik dengesi, genç dil ve henüz işin ticaretine girmemiş, girmeye de hiç niyetli gözükmeyen amatör ruh. Dolayısıyla Salman Tin ve Bilge Kağan Etil’in müziğin yakın dönem genç jenerasyonu içinde kazanç hanesine yazabileceğimiz isimler olduğunu söyleyebilmek mümkün.   


KÖFN, “El” teklisini ve “Dans” kısacalarını Dokuz Sekiz Müzik hesabına yayımlayarak sektörün majör müzik yapımcıları tarafına ilk kez adım attı. Salman Tin’in başından beri Radyotör etiketiyle yayımlanan solo işleri ise halen bağımsız müzik tarafta duruyor. Haliyle de ne yüksek bütçeli klipler ne şarkıları dizilerde çaldırmalar ne de basın duyuruları, tanıtımlar var o cephede. Müzisyenleri ve şarkılarını kendi kendine keşfetmeyi seven kuşak için kuşkusuz bunun bir cazibesi var. Öte yandan teknik açıdan daha profesyonel kayıtlar yapabilmek için (ki bu müzikten kazandığınız parayla ve o parayı müziğinize geri döndürmekle doğrudan ilgili) daha fazla tanınır, bilinir olmak da kabul edilebilir bir seçenek. Çünkü hem Salman Tin hem de KÖFN oluşumu, “Ellerinde daha fazla imkân olsa neler yaparlardı kim bilir” dedirtecek bir nüve taşıyor; bu aşikâr.


Gelelim Salman Tin’in bir hafta arayla yayımlanan son iki teklisine…

Salman Tin ve Hayrettin Taşkaya’nın ortak imzasını taşıyan “Kırgın Suratın”ın düzenlemesini Hayrettin Taşkaya yapmış. İki müzisyenin söz ve melodi iklimlerinin uyumu kadar seslerinin uyumu da şarkıyı etkileyici kılıyor. Aşkın türlü halleri türlü şarkılarla anlatılır bin yıldır. Herkes benzer hikâyeler yaşar belki her dilde farklı tınlar, yeniden yazılır, yazıldı hep. “Kırgın Suratın” da böyle bir şarkı. Aynı kelimelere yazılmış aynı hikâyenin hiç söylenmemiş cümleleri ve o cümlelerle birlikte sanki kendiliğinden çıkıp gelivermiş gibi duran melodi, sınırları geniş bir müzikal anlayışla düzenlenmiş.


Söz ve müziği Salman Tin’e ait “Güzel Yalanlar” ise klasik gitar yürüyüşü ile başlayıp “blues”a doğru yol alan, Mert Pekduran’ın solosuyla ateşlenen, sakin, sade, iddiasız ama akla hemen yer eden bir şarkı.

Alakasız bir fotoğraf değil; "Güzel Yalanlar" tekli kapağı :)

Artık müzikte öncelikli aradığımız husus olmasa da ben yine de söyleyeyim: Salman Tin çok güçlü bir ses, çok buğulu, çok kadife, çok sıfat sıfat üstüne bir ses, bir şarkıcı değil. Elbette olması da gerekmiyor; özellikle de kendi şarkılarını yazan, anlatan bir müzisyen olması hasebiyle. Ayrıca kendi kuşağındaki birçok şarkıcı gibi bozuk bir Türkçe, yanlış vurgular, burundan çıkan bir sesle şarkı söylemiyor. Zamanla şarkıcılığını geliştirmemesi için de bir sebep yok.   


İster sondan başlayın ister baştan ama henüz keşfetmediyseniz hem Salman Tin hem de KÖFN diskografilerini keşfetmekte daha fazla geç kalmayın. Garanti veriyorum, seveceksiniz.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 23, 2020 08:17

December 21, 2020

Bozuk Bantın Esrarı

Seninle Üç Dakika

1981 - 2. Bölüm

Neco “Bigudi” Takıyor


27 Ekim 1980 Pazartesi günü, şarkıcılar hangi şarkıları seslendirmek istediklerini TRT yönetimine bildirdiler. Aynı gün Eurovision Düzenleme Kurulu’ndan İzzet Öz, bestecileri de yanına alarak bir basın toplantısı yaptı ve hangi şarkıcının hangi şarkıları seçtiğini kamuoyuna açıkladı. Geçen sürede kimi şarkıcılar karar değiştirmiş, verilen firelerden sonra 24 isimden geriye sadece 14 isim kalmıştı. 


Bu safhada, birçok şarkıcının çok beğendiği ve finalde şansını yüksek gördüğü “Bigudi” adlı şarkı tartışmalara neden olacaktı. Şarkı, konusu itibariyle ancak bir kadının seslendirebileceği bir şarkıydı ve bu durum erkek şarkıcıların finalist şarkılar arasından seçebilecekleri alternatif sayısının beşe inmesine sebep oluyordu. 


Bu konuda ilk tepki gösteren Neco olmuş ve şarkıyı seslendirmek istediğini bildirirken, sözlerin bir erkeğin de söyleyebileceği şekilde değiştirilmesi için başvuruda bulunmuştu. Neco’nun kafasında bigudilerle verdiği pozlar o günlerde gazete sayfalarını süsledi. “Eğer seslendirmek üzere beni seçerlerse, şarkıyı böyle mi söyleyeyim yani,” diye soruyordu Neco. 


Nitekim 27 Ekim günü bir araya gelen tüm besteciler, “Bigudi”nin sözlerinin, içeriği değiştirilmeksizin “erkekleştirilmesinin” uygun olacağını düşündüklerini ve bu konuda kendilerinin muvafakat verdiklerini beyan eden bir dilekçeye imza attılar.


Artık yarış, bir nevi şarkıcıların yarışıydı. Kronometreye basılmıştı. Şimdi şarkıcıların önünde seçtikleri şarkıları kaydetmek için 20 Aralık’a kadar zaman vardı. Heyecanlı, gerilimli ve şüphesiz bol spekülasyonlu, dedikodulu geçecek beş uzun hafta.

“Kimin Gideceğini Ancak Tanrı Bilir.”

Kasım ayında Kıbrıs Rum Kesimi’nin 1981 yılı Eurovision Şarkı Yarışmasına katılma kararı aldığı haberi duyuldu. O günlerde Kıbrıs Türk ve Rum kesimleri bir federe devlet oluşturuyordu ve Avrupa Yayın Birliği’ne üye olan taraf sadece Kıbrıs Rum Kesimi idi. Ancak uluslararası platformlarda Rum Kesimi’nden hep Kıbrıs diye bahsediliyor, adadaki Türk nüfus adeta yok sayılıyordu. Türkiye, böylesi bir yarışmada bu durumu göz göre göre kabul edecek miydi? Gazetelerde yarışmadan çekilebileceğimize dair haberler çıkmaya başlamıştı. TRT yönetimi kara kara düşünüyordu. Acaba Dışişleri Bakanlığı ve üst düzey bürokratlar, hepsinden önemlisi ihtilalden sonra ülke yönetimini devralan askerler bu işe ne diyecekti? Başından beri yarışmanın politik olduğundan dem vuran ve aldığı kötü dereceleri hep buna yoran Türkiye, 1979 yılında yine politik bir gerekçeyle yarışmadan çekilmişti. Peki şimdi ne olacaktı?


Şarkıcılar tüm bunlardan habersizlermişçesine hummalı bir şekilde çalışmalarına devam ediyorlardı. Vazgeçenler, karar değiştirenler, hâlâ kararsız olanlarla evlere şenlik bir hazırlık süreci yaşanıyor, basına da bol bol malzeme çıkıyordu haliyle. En çok haber konusu yapılan elbette Nükhet Duru’ydu. Nilüfer ve Ajda Pekkan sıralarını savdığına göre Türkiye’yi bu defa Nükhet Duru’nun temsil etmesi gerektiğine inananlar çoğunluktaydı. O günlerde Nükhet Duru yarışma şarkısının kaydını yaptıktan sonra Paris’e gideceğini açıklıyordu basına. 


Şarkısını görüntüsüyle bir bütün olarak sunabilmek için Batı’daki son gelişmeleri yakından takip etmesi gerektiğini söylüyordu. “Eurovision beni yormayacak değil ama bu çırpınışımın kendim için değil, Türkiye adına olduğunu da beni seven hayranlarıma duyurmak isterim,” demesi boşuna değildi. Her ne kadar sözlerini “Eurovision’a kimin gideceğini ancak Tanrı bilir,” diye bitirse de İrlanda’ya gidecek ekipte kendisinin de olma ihtimalinin çok ama pek çok yüksek olduğunun herkes kadar o da farkındaydı.


En az Nükhet Duru kadar iddialı olmaktan çekinmeyen bir başka isim de Neco’ydu. “Bigudi” savaşından galip çıkmış, söz yazarı Ayşe Irmak Manioğlu tarafından şarkıya bir erkeğin de söyleyebileceği şekilde, yeni bir söz daha yazılmıştı.


Öte yandan Neco, “Bigudi” şarkısını seslendirerek rakip olduğu Füsun Önal’la “Nerede O Eski Tangolar” adlı şarkı için ittifak kurmuş, şarkıyı birlikte söyleyeceklerini açıklamıştı. Ancak kısa süre sonra bu ortaklık da bozulacak ve her iki şarkıcı da şarkıyı solo olarak seslendireceklerini açıklayacaklardı. 


Özellikle bu şarkıyla Neco çok iddialıydı. Şayet şarkıyı seslendirme görevi kendisine verilirse, izleyici karşısına Valentino görüntüsüyle çıkacağını ve müthiş bir şov sunacağını anlatıyordu gazetecilere.


Finalist şarkılar, 7 Aralık 1980 günü, televizyonun “Öğleden Sonra” kuşak programının içerisinde ilk kez yayınlandı. Çiçek, böcek ve envai çeşit doğa manzarası eşliğinde, söyleyen şarkıcıların görüntüleri olmaksızın ekrana getirilen bu kayıtlar, şarkıların ilk elemeyi geçen versiyonlarıydı.    

20 Aralık’a sayılı günler kala, şarkıların ve şarkıcıların arasındaki trafik de yavaş yavaş durulmaya başlamıştı. TRT yönetimine sunulan ilk dilekçelerden bu yana bir hayli değişiklik olmuştu listede. Bir süre sonra Şenay ve Çetin Alp de yarışmadan çekildiklerini açıklamışlardı. 


İlk başta beş talibi olan “Dönme Dolap”a daha sonra her nedense talipli çıkmamış ve şarkı zaten bestecisi Ali Kocatepe’nin de başından beri istediği gibi Modern Folk Üçlüsü’ne kalmıştı. Ali Kocatepe, ekibe bir de o günlerde menajerliğini yaptığı Zerrin Özer’i dahil etmiş, bu haberi bir basın toplantısıyla açıklamıştı. 


Daha en başta jüri tarafından seçilen isimler arasında olmasına rağmen yarışmaya katılmayacağını beyan eden Zerrin Özer, böylece menajeri marifetiyle bir anda kendini yarışmanın en iddialı ekiplerinden birinin içinde bulacaktı. Finalde yarışacağı kesinleşen tek ekipti Modern Folk Üçlüsü ve Zerrin Özer. Jüri ister istemez onları seçecekti çünkü son duruma göre şarkıya başka talipli çıkmamıştı.


Kesinleşen listede jüri önüne çıkacak ekipler ve isimler şöyleydi:


Şartname gereği yarışma şarkılarının ilk versiyonlarına seslerini verenler, jürinin karşısına çıkmaya baştan hak kazanmış sayılıyorlardı. Dolayısıyla seçilen şarkıcılar listesinde adları yer almamasına rağmen Seden Kutlubay (Gürel), Ayşegül Aldinç ve Zeynep Tuğsuz da yarışmacılar arasına dahil edilmişlerdi. Daha en başında yarışmadan çekilen Sezen Aksu ise listede yer almıyordu.


Jüri, tüm yarışma şarkılarını toplam 22 farklı versiyonla dinleyecekti. Nitekim dinledi de. Büyük jürinin İstanbul Radyosunda bir araya geldiği gün, takvimler 20 Aralık Cumartesi gününü gösteriyordu. Bantlar sırayla çalındı, salondaki herkes kulak kesildi ve hemen sonrasında heyecanlı oylama başladı.


Bozuk Bantın Esrarı

“Dönme Dolap”, tek bir versiyonu olması nedeniyle oylama dışıydı. Jüri, diğer beş şarkının alternatif yorumları arasından karar verecekti. Her şarkının farklı versiyonlarından en az 28 oy alan birinci ilan edilecek, şayet oy sayısı yetersiz kalırsa ikinci tura geçilecek, ikinci turda da en az 22 oy şartı aranacaktı. Büyük jürinin üç turda tamamladığı oylama sonucu açıkladığında, ortaya çıkan tablo sürprizlerle doluydu.


Zaten başından beri iddiasız bir şarkı olan “Dostluk”, henüz fazla tanınmayan bir şarkıcı olan ve o güne dek yaptığı birkaç plakla adını duyurmaya çalışan Kayahan tarafından seslendirilecekti. Kayahan, 39 oyla finale kalmıştı.


Yine bir başka amatör şarkıcı, adını ilk kez 1979 yılında Kelebek gazetesinin düzenlediği Altın Mikrofon Yarışması’yla duyurmuş ve bir 45’lik plak yapmış olan Coşkun Demir, finalde “Miras” adlı şarkıyı seslendirmeye hak kazanmıştı. Coşkun Demir’in jüriden aldığı oy sayısı 29 idi.


Füsun Önal, herkesin beklediği üzere “Bigudi”yle final şansını yakalamış, o da ikinci turda 33 oy alarak finalistler arasına girmişti.

“Nerede O Eski Tangolar” adlı şarkıyı seslendirme hakkı Neco’nun aldığı 18 oya karşılık 21 oyla İbo’nun oluyor ve bu sonuç herkesi şaşkınlığa uğratıyordu.


Asıl sürprizse “İstanbul İstanbul” şarkısında saklıydı. Parçayı seslendirmek üzere Nükhet Duru değil, Ayşegül Aldinç seçilmişti. Üstelik 32’ye 8 oy gibi çok açık bir farkla jüri tercihini Ayşegül Aldinç’ten yana kullanmıştı.


Bu haber müzik çevrelerinde bomba etkisi yaratacaktı. Nasıl olur da finalist olmasına, hatta Türkiye’yi temsil etmesine neredeyse kesin gözüyle bakılan Nükhet Duru, bu kadar büyük bir farkla yarışma şansını amatör bir şarkıcıya kaptırabilirdi? 

Doğrusu herkesin aklı epeyce karışmıştı. Anlaşılan peşin favori gösterilmiş olmak, tıpkı 1978 yılında olduğu gibi, Nükhet Duru’ya bir kez daha yaramamıştı. Belki de işin içinde başka işler vardı. Nitekim sonuçların açıklanmasının hemen ertesinde çıkacak söylentiler, kısa zamanda suçlamalara dönüşecek ve ortalık adamakıllı karışacaktı.


Nükhet Duru ve Neco, sonuçların açıklandığı gece Ankara’daydılar. Arı Sineması’nda sahnelenen “Nükhet Duru Şov” adlı gösterinin perde arasında haber kendilerine ulaşacak ve her ikisinden de yorum almak üzere orada bekleyen basın mensuplarına, gösteriden iki saat sonra şarkıcıların bir basın toplantısı düzenleyeceği duyurulacaktı. 


Toplantıda ilk konuşan Nükhet Duru oldu: “Üzüldüm ama aklandım. Büyük jüri, 24 şarkıcıyla birlikte beni de seçtiği günden beri sürekli ‘Artık yarışmanın bir anlamı kalmadı. Nasılsa Nükhet gidecek. Boşuna yarışma yapıyorlar,’ şeklinde söylentiler dolaşmaya başlamıştı. Böylece halkımın gözünde görevimi yapmış ve aklanmış oldum. Jürinin kararına saygılıyım. Yalnız benim yarışma bandımın son derece kötü kaydedildiği ve sesimin bile duyulmadığını söylediler. İstanbul’a döner dönmez ilk işim bandımı dinlemek olacak.”


İşte asıl haber buydu. Sonuçların açıklanmasının üzerinden birkaç saat geçmeden jet hızıyla Nükhet Duru’ya ulaşan ve onun da ilk ağızda basına açıklamaktan kaçınmadığı bu haber doğruydu. Jürinin şarkıları dinlediği esnada Nükhet Duru’nun bandında problem çıkmış, bant birkaç defa başa alınmış, ancak sesteki boğukluk giderilememişti. İddialara göre o esnada bir jüri üyesi bandın anlaşılamadığını ve yeniden dinlenmesi gerektiğini söyleyecek ama bu teklifi kabul görmeyecekti. 


Peki bant nasıl bozulmuştu? Stüdyodan temiz çıkan ve TRT’ye teslim edilen bant durup dururken bozulabilir miydi? Yoksa biri ya da birileri tarafından kasıtlı olarak mı bozulmuştu? Öyle bile olsa, bandın bozuk olması eleme sebebi olabilir miydi? Bu haber, gün geçtikçe ortaya çıkacak ayrıntılarla günler boyu konuşulacak ama yine de kimse işin içinden çıkamayacaktı.


Tıpkı Nükhet Duru gibi, favoriler arasında gösterilmesine rağmen elenen Neco da kırgın, hatta kızgındı ve şöyle söylüyordu: “Sonu ‘vizyon’la biten bütün yarışmalarda görüntü ve ses bütünlüğü vardır. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, bunu Türkiye’de başarabilecek iki kişi var: Bunlardan biri benim, Öteki ise Nükhet Duru. Bu yönü ile oylama yanlış. Seçimi halk yapmalıydı.”


29 Aralık 1980 günü piyasaya çıkan Hey dergisinin başyazısında Doğan Şener, eleme günü yaşananları “Vay Nükhet Duru’nun başına gelenlere!” başlığı altında, şu cümlelerle kaleme alacaktı: “Stüdyolarda stereo olarak hazırlanan bantlar, İstanbul Radyosunun ‘ampex’lerinde mono olarak dinleniyor. Teknik düzen olarak radyo adına utanç verici bir şey. Detay yok, tiz yok, bas yok, ‘midrange’ dediğimiz orta sesler yok. Üstelik iyi ya da kötü tüm şarkıcıların sesleri duyulduğu halde Nükhet Duru’nun seslendirdiği ve Mazhar-Fuat-Özkan üçlüsünün vokal yaptığı ‘İstanbul İstanbul’ kısık sesle çalınıyor ve sisler arasından geçip giden bir gemi gibi hiçbir şey anlaşılamadan bitiyor... Böylece Türkiye’nin en iyi yorumcularından biri, radyoevindeki kumanda odasına mı, yoksa bandın hazırlandığı stüdyoya mı ait olduğu belli olmayan bir azizliğe kurban gidiyor.”

Nükhet Duru’nun elenmesi, sırlarla dolu hikâyesiyle gündeme damgasını vurmuştu. Bozuk bandın esrarı kolay kolay çözülecek gibi değildi. Üstelik o günlerde ortaya başka iddialar da atılacaktı. Söylenenlere göre Ayşegül Aldinç bir süredir jüri üyelerinden biriyle aşk yaşamakta idi. 


Nükhet Duru’nun ise yine o günlerde ülkedeki büyük bir basın kuruluşunun sahibiyle aşk yaşadığı biliniyordu. Basının Nükhet Duru’yu adeta koruma altına alan ve Ayşegül Aldinç’i seçildiğinden dolayı neredeyse suçlayan tavrında bu aşk hikayelerinin ne kadar payı olduğunu ise elbette kimse kestiremiyordu. Sözün özü, yine dedikodunun bini bir paraydı.

Gerçek “Şarlo” Elendi!

“İstanbul İstanbul”un bestecisi Cenk Taşkan’ın işin peşini bırakmaya niyeti yoktu. TRT’ye gönderilen bandın bir kopyasının elinde olduğunu ve hiçbir bozukluk bulunmadığını söylerken, jüriye dinletilen bandın nasıl bozulduğunu anlamadığını söylüyor ve gazetecilere bandın elindeki kopyasıyla pozlar veriyordu.


Bu arada Nükhet Duru da üstü kapalı göndermeler yapmaktan geri kalmıyordu. Gazetecilere anlattığı Şarlo hikâyesi boşa değildi: “Şarlo’nun yaşamının son demlerinde bir yarışma düzenlenir. Adına da ‘Şarlo’yu en iyi taklit edenler yarışması’ denir. Fakat Şarlo, kişilerin koşullanmasını ortaya çıkarmak için bir muziplik düşünür. Şarlo kılığına giren ve boyanan diğer yarışmacılarla birlikte yarışmaya kendisi de katılır. Çıkarlar jürinin önüne ve sunarlar taklitlerini. Sonuç mu? Gerçek Şarlo altıncı seçilir!”


Aynı günlerde bir başka karışıklık da “Dönme Dolap” cephesinde yaşanmaktaydı. Söylenenlere göre Zerrin Özer, sonradan dâhil olduğu ekipte vokalist konumunda kalmaktan son derece rahatsızdı. Şarkıcının iddiasına göre, şarkının ve ekibin lanse edilişinde kendi ismi hep geri plandaydı ve bu durumda kariyerinin henüz çok başında olsa da isim yapmış bir solist olarak söz konusu ekipte bulunmanın onun için bir manası yoktu. Bu yüzden Ali Kocatepe’yle arasında sürtüşme çıktığı haberleri yansıyordu basına. 


Madalyonun diğer yüzündeyse tam aksi yönde bir haber vardı: Dedikodulara göre Zerrin Özer’in Ali Kocatepe’nin emrivakisiyle gruba dâhil olmasından Modern Folk Üçlüsü hiç de memnun değildi ve hatta bu durum, üçlünün arasına kara kedi girmesine bile neden olmuştu.


“Nerede O Eski Tangolar” ekibinden gelen haberler de iç açıcı değildi. Şarkının bestecisi Olcayto Ahmet Tuğsuz ve jürinin yorumcu olarak seçtiği İbo arasında soğuk rüzgarlar esiyordu. Tuğsuz, İbo’ya eşlik edecek vokalistleri değiştirmek istiyordu. Düşündüğü isimler arasında Tuğsuz’un kuzeni Zeynep’in de olması İbo’yu çileden çıkarmıştı. İbo, Tuğsuz’un vokalistleri değiştirmeye yetkisi olmadığını iddia ediyor, şarkıcı seçimi esnasında elenen Zeynep Tuğsuz’un yarışmaya tekrar dahil olması için böyle bir fikir öne sürüldüğünü söyleyerek besteciyi itham ediyordu. 

Olcayto Ahmet Tuğsuz, o günlerde yaşananları yıllar sonra şu cümlelerle anlatacaktı: “Ben zor bir adamım. İbo da öyleydi. Hatta bir gün bir şeyler duydum. İbo yine bir şeyler söylemiş. O kadar sinirlendim ki fırlayıp evine gittim. Basına sürekli olumsuz bir şeyler söylüyordu. Oysa gelip bana söylese aramızda konuşacağız. Bunlar bize puan kaybettiriyordu. Bir anda anlaşamayan besteci ve şarkıcı olmuştuk. Nitekim bir yerden sonra ben de pes ettim.”  


“İstanbul İstanbul” cephesinde Cenk Taşkan’ın Danıştay’a başvurma kararından, şarkısını yarışmadan çekme düşüncesine kadar türlü türlü haberler ortada dolaşmaya devam ediyordu. 


Oysa bunların hiçbiri gerçeğe dönüşmeyecek, Nükhet Duru'nun ikna etmesiyle Cenk Taşkan, kararı kabullenerek yarışmaya devam etme kararı alacaktı. Buna karşın Nükhet Duru’nun demeç üzerine demeç verdiği o günlerde, yine çok belli ki Ayşegül Aldinç’i kastederek getirdiği yorum da enteresandı: “50 kişilik bir orkestrayla yurt dışına çıkacak amatör bir arkadaşın durumunu düşünün. Ne yapabilir? Heyecandan ölebilir. Ben 35 lirayla sahneye çıktığım zaman zangır zangır titrerdim.”


Bu arada yarışmaya Kıbrıs Rum Kesimi’nin de katılacak olmasından doğan rahatsızlık Dışişleri Bakanlığı’ndan bir yetkilinin basına yaptığı açıklama sonrasında gündem dışı kalmıştı. Kıbrıs’ın tüm uluslararası ilişkilerde adının Kıbrıs olarak geçtiği belirtiliyor ve her ne kadar yarışmada temsil edilen taraf Kıbrıs Rum Kesimi olsa da adının Kıbrıs diye lanse edilmesinin yarışmadan çekilmemiz için bir sebep olamayacağı ifade ediliyordu. Zaten ortalık bu kadar şenlik kıyametken kimsenin işin politik cephesiyle ilgilenecek hali de yoktu.

“Ayrı Dünyaların İnsanıyız”


Büyük jürinin seçtiği şarkıcıların görüntülü kayıtları o hafta içinde TRT Ankara Televizyonu Orkut Stüdyosu’nda yapıldı. Tüm finalistlerin belirlenen sırayla kamera karşısına geçtiği çekimler, yarışma için özel hazırlanmış olmasına rağmen sıradan eğlence programlarındakinden pek de farklı olmayan dekorun önünde gerçekleştirildi.


Çekimlerden gazetelere yansıyan karelerdeki en ilginç detay, artık yarışmayla ilgisi kalmamış olmasına rağmen Nükhet Duru’nun da çekimlerin yapıldığı gün orada olmasıydı. 


O günlerde hâlâ devam etmekte olan müzikal gösterisi nedeniyle Ankara’da bulunan Nükhet Duru, nedendir bilinmez, çekim günü finalistleri ziyarete gelmiş ve tüm yarışmacılarla gazetecilere poz verilmişti. 

Vermişti vermesine ama herkes için en şaşırtıcı olanı hiç kuşkusuz Nükhet Duru ve Ayşegül Aldinç’in aynı karede gülerek ve birbirlerine sarılarak göründükleri samimi pozdu. 


Üstelik Nükhet Duru, Ayşegül Aldinç’e “Aman heyecana kapılıp her şeyi mahvetme,” diyerek destek ve moral de vermişti. Basın, bu davranışı “Bravo Nükhet Duru’ya, bravo sportmence yarışabilene!” cümleleriyle gazete sayfalarına taşıyacak, Nükhet Duru’nun bu ani manevra değişikliğinin ardındaki sebep ise hiçbir zaman anlaşılamayacaktı.


Ayşegül Aldinç’se çekimlerden sonra basın mensuplarının sorularına şöyle cevap veriyordu: “Şarkının okunmasını önce bana teklif etti Cenk Taşkan. Bundan Nükhet Duru’nun da haberi vardı, üstelik o da istiyordu. Ben hiç ümitli değildim. Sadece bir anı olarak elimde kalması için kendi gayretlerimle stüdyoya girdim... Şu anda amatörüm. Konuya yaklaşımım amatörcedir. İşte bu nedenle, kimse benden çekinmesin. Aynı ortamda müzik yapmayacağız. Ayrı dünyaların insanıyız. Eğer o düşüncede olsaydım, şimdiye kadar çoktan müzik piyasasında çıkar ve rahatça şöhret olurdum... Bu nedenle kimse tedirgin olmasın, korkmasın.”


Finalist şarkıları yeni yorumcularıyla halka tanıtan çekimler, 28 Aralık Pazar gecesi, o günlerde televizyonun en çok izlenen dizisi olan “Dallas”tan hemen sonra yayına girdi. İlk sırada Kayahan geldi ekrana. Yanında vokalist olarak dört genç kız vardı: Şenay Algaç, Melek Köseoğlu, Mücella Bilgin ve Merih Atalay.


İkinci sırada İbo vardı. İbo da Rüya Ersavcı, Hülya-Esra Çetinel kardeşler ve Lale Argun’dan oluşan dört kişilik vokal grubuyla gelmişti ekrana.


Ayşegül Aldinç şarkısını seslendirirken vokalde deneyimli bir isim, Bora Ayanoğlu eşlik ediyordu ona. 


Elemelere gönderilen bantta Ayanoğlu’nun yanı sıra Coşkun Demir ve Arto Tunç da Aldinç’e vokal yapmıştı ancak çekim günü Tunç’un şehir dışında bulunması, Coşkun Demir’in ise bir başka şarkıyla finalist olması nedeniyle çekimde Aldinç’e sadece Bora Ayanoğlu eşlik etmişti.


Coşkun Demir ve Füsun Önal’ın vokalistleri aynıydı. O günlerde ünlü şarkıcıların sahne ve plak çalışmalarında yanlarından ayırmadıkları Jeyan-Nükhet-Sumru üçlüsü, her iki şarkının çekimlerinde de aynı kostümlerle çıktılar kamera karşısına.


Zerrin Özer ve Modern Folk Üçlüsü, daha önce söylendiğinin aksine, bir vokal grubu desteği almadan çıkmışlardı kamera karşısına.

Çekimler, jürinin de dinlemiş olduğu bantlardaki kayıtların üzerine “playback” yapılarak gerçekleştirilmişti. Büyük orkestranın ve şarkıcıların orkestra eşlikli icra çalışmaları bundan sonra başlayacaktı. Şimdilik sadece bilgi edinmiştik şarkılar hakkında. Yarışmanın bundan sonrasının çok daha heyecanlı geçeceği aşikardı.


Şarkıların ekrana geldiği gecenin sabahında, daha finalist şarkıları ve şarkıcıları beğenip beğenmediğimizi, kimi daha şanslı bulduğumuzu filan konuşmaya fırsat kalmadan, gazete manşetlerine çıkan haber, Eurovision gündemine yeni bir bomba düşürüyordu.

Gece, biz ekranda Modern Folk Üçlüsü ve Zerrin Özer’in seslendirdiği “Dönme Dolap” şarkısını izlerken Zerrin çoktan kararını vermişti. Haberin başlığı dört kelimeydi: “Zerrin özer Eurovision’dan Çekildi!”


DEVAM EDECEK
GELECEK BÖLÜM: "KIZ AMATÖR, HEYECANLANABİLİR!" 

YAZI DİZİSİNİ İLK BÖLÜMÜNDEN İTİBAREN OKUMAK İÇİN TIKLAYIN

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 21, 2020 09:06

December 20, 2020

Kızım Seni "Peri Masalı"na Vereyim mi?


Bir nesil onu “Baba” ya da daha yaygın bilinen adıyla “İstemiyorum Baba” ile tanıdı ama bizim nesil çok daha önce tanımıştı aslında. Henüz “Kızım seni Edi’ye vereyim mi, kızım seni Büdü’ye vereyim mi?” diye onu darlayan tuhaf adamlar yoktu. Özel televizyonlar, radyolar, “Top 10” listeleri, reyting rekorları kıran eğlenceli yarışma programları yoktu. Ağır başlı siyah beyaz televizyonun ağır kanlı sunucuları alabildiğine düzgün diksiyonlarıyla kibar kibar anons ederdi sıradaki sanatçıyı: “Sevgili seyircilerimiz, şimdi genç bir sanatçımız var sırada. Sözleri Tülay Aktulga’ya, bestesi Ertuğrul Çayıroğlu’na ait bir şarkı seslendirecek bizler için. Dilerseniz kendisini buraya davet edelim ve şarkısının ismini bize kendisi anons etsin. Alkışlarınızla: Rüya Ersavcı!”


O yıllarda birçok gencin yaptığı gibi o da müziğe okul yıllarında başlamış, Şehremini Lisesi Orkestrası’nın solisti olarak Milliyet Liselerarası Müzik Yarışması’na katılmıştı. Yarışmanın Türkçe icra dalında finale kalan orkestra, finalde dereceye giremese de Rüya ilk ciddi sahne tecrübesini bu yarışma sayesinde edinmiş olacaktı. Henüz 14 yaşındaki genç kız, yarışmanın jürisinde yer alan Onno Tunç’la günün birinde birlikte çalışacağını hayal bile edemezdi o gün. Daha önünde uzun, çok uzun yıllar vardı.


Hemen ertesi yıl, 1978’de kendisi gibi amatör iki şarkıcıyla birlikte ilk Eurovision Şarkı Yarışması tecrübesini yaşadı Rüya Ersavcı. Bir Mehmet Teoman-Cenk Taşkan şarkısı olan “Sakın Korkma” adlı şarkıyı Ayşegül Aldinç ve Coşkun Demir’le birlikte seslendirdi ve Ali Kocatepe’nin prodüktörlüğünü yaptığı bu parçayla Eurovision elemelerine katıldılar. 


Şarkı ilk elemeyi geçemedi ama Rüya yolunu çoktan çizmişti. İstanbul Teknik Üniversitesi Konservatuarı Temel Bilimler Bölümüne girdi ve müzik eğitimi almaya başladı.

Henüz öğrenciliği devam ederken ikinci bir Eurovision deneyimi yaşadı. Yarışmanın 1981 yılı Türkiye finalinde İbo’nun seslendirdiği “Nerede O Eski Tangolar” adlı şarkıda vokal yapıyordu.


Yazının ilk paragrafında bahsi geçen ilk şarkısı “Kal Biraz”la solo olarak ekrana ilk çıkışı ise 1982 yılında oldu. “Kal Biraz”, o dönemde plak yapılmasa da onu geniş kitlelere tanıtan şarkı olacaktı. 


1983 yılında sözleri Karen Gerson tarafından yazılan Aydın Esen bestesi “Mutluluk Şarkısı”, Rüya’nın denetimden geçen ikinci şarkısı oldu ve her iki şarkıyla Rüya uzun süre ekranlarda boy gösterdi.


O günlerde konservatuardan mezun olmuştu, kanun çalıyordu ama kendini şarkıcı olarak da geliştirmek istiyordu. Bu maksatla Timur Selçuk’un Çağdaş Müzik Merkezi adlı eğitim kurumunda şan dersleri almaya başladı. Bu eğitim 1986 yılına kadar sürdü.


1985 yılında Nisan ayında ilk kez sunucu olarak ekrana çıktı ve “Cumartesi Gecesi” adlı programı Halit Kıvanç ve Arzu Atalay’la birlikte sunmaya başladı. 


Aynı günlerde Jack London’ın bir öyküsünden Fikret Hakan’ın sahneye uyarladığı ve yönettiği “Meksikalı” adlı tiyatro oyununun müziklerine Deniz Tüney’le birlikte imza attı.  


Müzik eğitimlerini tamamlamış ve artık profesyonel adımlar atmaya hazır hale gelmişti. 1986 yılında ilk kez düzenlenen Altın Güvercin Şarkı Yarışması’nda söz ve müziği Ertuğrul Çayıroğlu’na ait olan “Merhaba” adlı şarkıyla finale kaldı. Şarkı yarışmada dereceye giremedi ama 1987 yılında Rüya bir kez daha aynı yarışmanın finalinde boy gösterecekti. Bu defa sözlerini Bora Ebeoğlu’nun yazdığı, bestesini Berç Yeremyan’ın yaptığı “Baharda Bir Pazar” adlı şarkıyı Cihan Okan ve Jeyan Erpi ile birlikte seslendiriyordu.


Aynı yılın kış aylarında ise Eurovisin Türkiye elemelerinde ikinci kez yer almış ve Özdemir Kaptan-Selçuk Başar imzalı “Keloğlan” adlı şarkıyı Arzu Ece, Harun Kolçak ve Fatih Erkoç’la birlikte seslendirmişti.


1986 yılında Klips ve Onlar’ın seslendirdiği “Halley”le aldığımız dokuzunculuk, Eurovision elemelerinde bestecilerin star isimlerden çok genç şarkıcılarla çalışmaya başlamasına neden olmuştu. Rüya Ersavcı o dönemin ismi parlayan genç şarkıcılarından biriydi. Bu nedenle 1987-1991 yılları arasında tam beş kez arka arkaya Eurovision elemelerinde görecektik ismini.


1988 yılında sözleri İlhan İrem’e, müziği Esin Engin’e ait “Diskotek” adlı şarkıyı Zeynep Draman, Tayfun Duygulu ve Hasan Alptekin’le beraber seslendirdi. 1989 yılında Cem Bezeyiş’le birlikte Grup RC olarak söz ve müziği Cem Bezeyiş’e ait iki şarkıyla, “Hep Sıfır” ve “Çaresi Yok Sensizliğin”le yarıştı.


Aynı yıl, içinde bu şarkıların da yer aldığı ilk albümü “Hep Sıfır”, Yankı Plak etiketiyle piyasaya sürüldü. Albümde iki şarkının bestesinde Rüya Ersavcı’nın imzası vardı. Sekiz şarkının bestesini Cem Bezeyiş yapmış, tüm şarkı sözlerini de yine Cem Bezeyiş yazmıştı. Düzenlemeler ise Berç Yeremyan tarafından yapılmıştı. Albüm sadece kaset formatında basıldığı ve 90’lar Türk pop müziği patlamasından hemen önce piyasaya çıktığı için yeterince ses getirmese de katıksız bir pop albümü ve pop patlamasının erken öncülerinden biri olarak müzik tarihindeki yerini alacaktı.


Rüya Ersavcı, 1990 Eurovision Şarkı Yarışması’nda sözleri Fikret Şeneş’e, müziği Şevket Uğurluel’e ait “Hep O Şarkıları Söyle” adlı şarkıyı Can Uğurluel ve Gülgün Yıldız’la birlikte seslendirdi ve bu şarkı final gecesinin sonunda jüri oylarıyla ikinciliğe layık görüldü. 1991 yılında ise sözleri Hulki Aktunç’a, bestesi Dağhan Baydur’a ait “Turkish Delight”la yarışma finalinin en güçlü birincilik adaylarından biriydi. Öyle ki, şarkının İngilizce ve “remix” versiyonları bile hazırlanmıştı ancak ne olduysa oldu ve final gecesi Rüya Ersavcı üçüncülükle yetinmek zorunca kaldı.


1990 yılında yaklaşık on yıldır birlikte olduğu Cahit Ceylan’la evlenen Rüya Ersavcı, o dönemde Cem Bezeyiş’le sahne çalışmaları yapıyordu. 1991 yılında Melih Kibar’ın prodüktörlüğünü yaptığı kabare şovda Cem Özer, Vedat Sakman ve Yusuf Azuz’la birlikte sahneye çıktı.


Uzun yıllardır müzik piyasasının içerisinde olan Rüya Ersavcı’nın asıl büyük patlaması ise 1993 yılında oldu. O günlerin fenomen televizyon yarışması “Saklambaç”ın sunucusu Nurseli İdiz’in ayrılması üzerine yeni bir sunucu arayışına giren yapımcılar, Rüya Ersavcı isminde karar kıldılar. 


Çok sevilen ve çok tutmuş bir programa sonradan dâhil olmak hiç kolay değildi ama Rüya Ersavcı bunun üstesinden gelecek ve haftalar boyu bu programla ekran başındakilere eğlenceli dakikalar geçirtecekti.


Rüya’nın yeni albümü “İzle Beni” de o günlerde piyasaya çıktı. İşte bir kuşağın hafızasında derin izler bırakacak “Baba” şarkısı bu albümde yer alıyordu. Eğlenceli, komik, absürd bir şarkıydı; “Kızım Seni Ali’ye Vereyim mi?” türküsüne gönderme yapan sözleri, modern ve dinamik “sound”uyla dikkat çeken şarkı ve bütünüyle albüm, Rüya’yı ‘90’lar pop furyasının kalabalığı içinde parlatan bir iş olacak, bir hayli ilgi görecekti.


Albümdeki şarkıların tamamı Dağhan Baydur tarafından bestelenmiş, düzenlemelere Dağhan Baydur ve Richard Thomas ortalık imza atmış, kayıtlarsa İngiltere’de yapılmıştı. Dağhan Baydur ve Nino Varon prodüktörlüğünde hayata geçirilen albümde “Turkish Delight” şarkısı da iki farklı versiyonla yer alıyordu.   


1995 yılında bu defa içinde Onno Tunç, Sezen Aksu, Melih Kibar, Aysel Gürel, Doğan Canku ve Ümit Kuzer gibi usta isimlerin bir araya geldiği bir albüm yaptı Rüya Ersavcı. Sony Müzik etiketiyle yayımlanan “Akşam Delisi” adlı bu albümde Rüya’nın kendi söz ve besteleri de vardı. Albümde Melih Kibar bestesi “Akşam Delisi” ve Sezen Aksu-Onno Tunç şarkısı “Esas Oğlan” en çok ses getiren şarkılar oldu.


1997 yılında kızı Lila’yı kucağına alan Rüya Ersavcı, 1998 yılında çocuk şarkıları seslendirdiği “Çocukça Bi’ Şey” adlı albümü yayımladı. 


Kızını kendi büyütmek istediği bu dönemde aktif müzik hayatına ara verecek ve 2002 yılında TV 8’de yayınlanmaya başlayacak “Rüya Gibi” adlı televizyon programına dek pek ortalarda görünmeyecekti. Sunuculuğunu yaptığı “Rüya Gibi”, doğal yaşam, beslenme ve spor üzerine bir programdı. Ekranlara dönüşünü müziğe dönüşü takip etti ve 2004 yılında yine çocuklara yönelik bir albüm olan “Ninniler”i yayımladı.


Sonra yine uzunca bir ara verdiyse de 2010 yılında tekli olarak yayımlanan “Adı Aşk Ya” şarkısıyla geri döndü. Şarkının orijinali bir Yunan şarkısıydı ve Rüya Ersavcı Türkçe sözleri İclal Aydın’la birlikte yazmıştı.


Aynı Yunan bestecinin, Phoebus Tassapoulos’un bir başka bestesini ise kendi yazdığı sözlerle 2013 yılında seslendirdi Rüya. Yine tekli formatında yayımlanan bu şarkı, “Rüyalarda” adını taşıyordu.


2019 yılında sözleri Emre Yalçın’a, bestesi Bertan Coşar’a ait “İki Kelime” adlı şarkıyla bir kez daha dinleyici karşısına çıktı Rüya Ersavcı.


Ve geldik 2020’ye…

Rüya Ersavcı’nın yeni şarkısı “Peri Masalı”, geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle dijital platformlarda yayımlandı. 


Şarkının sözleri Erol Özdamar’a, bestesi ve düzenlemesi ise Altay Ekren’e ait. Son derece melodik, ‘90’lar hissiyatında, hoş bir pop şarkısı “Peri Masalı”. Rüya Ersavcı’nın tınısı hiç değişmemiş sesi zaten doğrudan ‘90’lara götürüyor dinleyeni. Şarkının hikâyesindeki duygu ve kırılganlık da öyle…


Bu kadar uzun soluklu bir kariyeri, zaman zaman ara vererek de olsa devam ettirmiş, o yıllardan bu yana hafızalarımızda hep pozitif izler bırakmış Rüya Ersavcı’yı 2020’de yeni bir şarkıyla dinleyebilmek ne güzel. Müziğin dijital kalabalığı içerisinde küçük bir soluk almak, eski bir dostla kucaklaşmak iyi geldi. 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 20, 2020 08:53

December 19, 2020

Kim Yaşar Kim Yaşamaz?

Sertab Erener - "Ben Yaşarım" 


Sertab’a çok söylemişler. Demişler ki “Bu yeni düzende öyle albümle malbümle bu iş olmuyor. Dijital platformlar şarkıları listelere tek tek alıyor, pazarlama tek şarkı üzerinden gidiyor.” Demişler ama dinletememişler. Böyle anlattı bu yaz Açık Hava’da izlediğim konserinde Sertab.


Ben Sertab olsam ben de aynı şeyi yapardım. Albüm kariyerinde otuz yıla merdiven dayamış biri neden şimdilerde kerameti kendinden menkul listelere girmek için debelensin ki? Ne demişti ‘90’ların yeni yetme popçularını yanına alıp gözlerinin içine baka baka: “Müsaadenizle çocuklar”. Bu hesap işte aynen o hesap: Teklileri pistten alalım, Sertab’ın albümü geldi.


Kala Müzik tarafından yayımlanan albümün ismi: “Ben Yaşarım”. Konser albümü, “best of” ve “remix” albümleri saymazsak, bu Sertab’ın 12’nci stüdyo albümü. Diğer 11 albümden biri İngilizce, biri de alaturka proje albümüydü. Hadi onları da koyun bir kenara, albüm başına 10 şarkı desek ortalama, neresinden baksanız 100 kadar yeni şarkı kazandırmış pop müziğe. Mesele 30 yıl meselesi değil yani; 30 yılda 3 albüm yapan da var ya da 40 yılda 40 türkü söyleyip 40’ı da ahlat üstüne olan…

Sürdürülebilir bir kariyer, ancak çalışarak, değişerek, dönüşerek, gelişerek mümkün olabiliyor. “Ben Yaşarım” tam da bunun ispatı gibi.


2016 yılında yayımlanan “Kırık Kalpler Albümü”, bence kusursuz bir albüm, bir köşe taşıydı. Üzerine çıkmak bir kenara, gerisinde kalmamak bile hiç kolay değildi. Tabii bunun ticari parametrelerden tamamen bağımsız olarak söylüyorum. Yoksa, “Kırık Kalpler Albümü”, Sertab’ın en çok satan albümü olmadı elbette. “Ben Yaşarım” da öyle olmayacak muhtemelen. E zaten Sertab bunu dert etseydi, çok başka türlü bir albüm de yapabilirdi pekâlâ. Oysa o, “Kırık Kalpler Albümü” ile vardığı noktadan yola devam etmeyi tercih etmiş. 

Albümde 13 şarkı ve bir de farklı versiyon var. Bu 13 şarkıdan ikisini önceden biliyoruz, diğerleri ise bu albümle ilk kez dinleyici karşısına çıkıyor.


Albüm piyasaya çıkmadan bir süre önce, ilk klip şarkısı olarak, pandemi şartlarında çekilmiş klibiyle “Bu Dünya” servis edilmişti. Sözleri Sertab Erener’e, müziği ve düzenlemesi Emre Kula’ya ait bu şarkı, tamamıyla mesaj kaygılı, biraz da pandemi döneminin hassasiyetiyle bir şeylere dikkat çekmek için yazılmış, orası çok belli. Sanatsal üretimin içinde bir mesaj verme meselesi, verdiğiniz mesaj ne kadar doğru olursa olsun, dozu, ölçüsü, ince ayarlı hassas terazilerde tartılması gereken bir mesele. Ben kendi adıma şarkılarda çok kör parmağım gözüne mesajlar duymaktan hazzetmiyorum. “Bu Dünya” tam da bunu yapıyor oysa. “Bu dünya kimseye kalmayacak” gibi çok kullanılmış bir kalıba sırtını dayayıp “Önce insan olmaya bak,” gibi didaktik cümleler kuruyor.


Belki devir ince sözün, ironinin, dolaylı anlatımın pek de işe yaramadığı, anlaşılamadığı ya da yanlış anlaşıldığı bir devir ama yine de bu kadar düz ve klişe anlatım bu devir için bile sıkıcı. Mesaj o kadar baskın ki, geri planda kalan folk esintili hoş melodi ve sıkı düzenleme de durumu kurtarmıyor. Eskilerle kıyaslamak hiç istemiyorum ama misal sözlerini Aysel Gürel’in yazdığı “Vur Yüreğim”, hiç doğrudan bir şey söylememesine karşın çok daha fazla şey anlatır bence. Hele ki o şahane klibiyle bir araya geldiğinde.


Bunu bir kenara koyup şimdi albümün başına dönelim zira “Bu Dünya” çıkış şarkısı olmasına rağmen albümde 11’inci sırada. Buna karşın albüme adını veren şarkı açılışı da yapan şarkı oluyor: Yine sözleri Sertab Erener, beste ve düzenlemesi Emre Kula’ya ait bir şarkı “Ben Yaşarım”.

Nefis melodisi ve etkileyici sözleriyle daha ilk dinleyişte akla kazınan, boğaz yumru gibi oturan bir şarkı “Ben Yaşarım”. Sertab’ın kırgın, resitatif yorumu, özellikle “Biri seni daha çok sever bir gün umarım,” cümlesinde “gerçek bir hayat hikâyesinden” hissi uyandırıyor dinleyende.


“Ben Yaşarım”la müzikal olarak çok uyumlu ve akışkan bir şarkıyla, “Farzet”le devam ediyor albüm. Ersel Serdarlı’nın söz ve müziğini yazdığı şarkının sözlerine Sertab da katkıda bulunmuş. Düzenlemede ise Sertab Erener, Emre Kula ve Ozan Yılmaz’ın ortak imzaları var. Bilenler bilir, Ersel Serdarlı-Sertab Erener ortaklıkları yıllardır hep şahane sonuçlar veriyor. Bu şarkı da albümün en dikkat çekici şarkılarından biri. Kahrolmadan, kahretmeden, çemkirmeden, acılara boğulmadan bir veda nasıl yaşanır? Ayrılık gibi travmatik bir hadise iyimser bir dille anlatılabilir mi?.. “Farzet” böyle bir şarkı. Sözleri ters köşe, müziği fevkalade ferah.


Söz ve müziği Sertab’a, düzenlemesi ise Sertab ve Emre Kula’ya ait “Kafanı Yorma”yı sevmek ve sevmemek arasında kararsız kaldığımı söylemeliyim. Yukarıda bir başka şarkı için bahsettiğim didaktik yaklaşım, emir kipinde telkin verme durumu bu şarkıda da var. Bu aslında biraz reklam dilini de çağrıştırıyor: “Gençliğini yaşa, hayattan tat al, önce kendin ol,” filan gibi reklam sloganları vardı ya hani… İşte onlar gibi bir olumlama, kişisel gelişimcilik pazarlama durumu… Haliyle de biraz hesap kokusu getiriyor buruna, soğuk geliyor. Her ne kadar Üsküdar’a vapur kalkması, şu kuşun o taşa konması gibi metaforlar sıcak olsa da. Şarkının “naranirinarini nanana” şeklindeki nakaratı da Sertab’ın “Turuncu” albümünün kapağında trombolin marifetiyle havalara uçtuğu fotoğrafı anımsatıyor. Yani biraz eski bir neşe bu. Kim bilir, belki de demode.   


Peşi gelen “Geçer” de aslında benzeri bir olumlama içerse de daha naif, daha samimi ikna edici geliyor kulağa. Sözleri Ersel Serdarlı-Sertab Erener, bestesi Sertab Erener ve düzenlemesi Emre Kula imzası taşıyan bu şarkı, etkili melodisiyle de kalbe dokunuyor.


Sözleri Sertab tarafından yazılan “Sormaz”ın bestesini Sertab ve Emre Kula birlikte yapmışlar. Kula ayrıca düzenlemeye de imza atmış. “Rock” tınılar içeren, yüksek enerjili, tam konserlik bir parça “Sormaz”. 


Sırada albümün en iyi şarkılarından biri var. “Koyudur Karanlığı”, söz ve müziği Doğan Duru tarafından yazılmış bir şarkı, düzenlemeyi ise Ozan Yılmaz yapmış. Son dönemin en iyi şarkı yazarlarından Doğan Duru ile Sertab Erener işbirliği kağıt üzerinde bile çok iyi bir fikirken, pratikte de enfes sonuç vermiş. Adı gibi koyu karanlık ama bir o kadar da etkileyici bir şarkı, hani sözleri İngilizce olsa, bence uluslararası çapta iş yapabilecek bir melodik yapı ve armoniye sahip.  


Sertab, albüm çıktığı günlerde her bir şarkı hakkında bilgi veren kısa videolar çekmişti. Bu şarkıyla ilgili videoda da “belting” adı verilen bir vokal tekniğinden bahsediyor ve albümün bütününde bu tekniği uygulamaya çalıştığını söylüyor. Çok yumuşak söylerken çok yüksek notalara da rahatlıkla çıkabilmek olarak özetliyor bu tekniği. Özellikle de bu şarkıda bu tekniği kullandığını, bir de ilk kez bu albümü için vokal aranjmanları yazıldığını anlatıyor. Sahiden de hem bu teknik hem de vokal aranjmanları parçayı geniş zamanlı bir yere taşıyor, “modern bir klasik” tanımına yaklaştırıyor.


Sertab’ın ekibinden canım ciğerim Ahu Özışık, Açık Hava konserinden sonra bana yeni şarkılardan en çok hangisini sevdiğimi sorduğunda tereddüt etmeden “Koyudur Karanlığı” demiştim. Bizim kızların da en çok “Farzet” ve “Aç Sesini”ye yükseldiğini söyleyince, “E tabii, onlar senden daha genç,” deyiverdi Ahu yüzüme yüzüme. Sahiden de albüm çıktığında sosyal medyaya düşen yorumlarda da “Aç Sesini” bir tık öne çıkmış gibiydi. Sözleri Sertab’a, bestesi Ersel Serdarlı’ya ait “Aç Sesini”nin düzenlemesini Ozan Yılmaz yapmış. Evet, “Aç Sesini” hem sözleri hem müziğiyle bir parça sert, hacimli, eşlik etmeye çok müsait, “rock” formunda ve tabiri caizse “gaza getirici” bir şarkı. Dinleyicinin radarına hemen takılmasına şaşırmamalı.


Can Bonomo’nun sözlerini yazdığı “Anca Gidersin”in müzik ve düzenlemesi Emre Kula’ya ait. Bonomo’nun söz iklimi Sertab’ın son iki-üç yıldır müzik dünyasındaki denklerinden uzak yaşadığı eşsiz ve benzersiz adada şairane çiçekler açtırıyor; örnekleriyle sabit. Bu şarkı da bu genellemenin içinde tutulabilir rahatlıkla. Şarkının adı (neyse ki modası nihayet geçmiş) atarlı giderli şarkıları çağrıştırsa da işin aslı öyle değil. Olanca nezaketli bir vedanın sonunda yutkunarak söylenmiş iki kelime “anca gidersin”. Belki de “gitme” diyememenin kırgınlığı, öfkesi. Sözlerde bir tek “ölüm yağar üstüme” cümlesine takıldım. Neden ölüm? Bu kadar zarif bir dilin vardığı yer “sen gidersen ben ölürüm” olmamalıydı sanki ya da ben yanlış anlıyorum.


Öyle ya da böyle Sertab’ın kırgın yorumu ve düzenlemenin iniş çıkışlarıyla dinleyenin tüylerini diken iken eden bir şarkı “Anca Gidersin”. Hemen peşi sıra gelen “Belki de Aşk Lazım Değildir” de öyle. Sözleri Sezen Aksu’ya, bestesi Ayda Tunçboyacı ve İlker Bayraktar’a ait şarkının düzenlemesini Ozan Yılmaz yapmış. Sezen Aksu bu şarkıda tıpkı daha önce “Onursuz Olabilir Aşk” adlı şarkıda da yaptığı gibi, yine zamanında kendi ağzından çıkan cümleleri yalanlamış ya da o cümlelerin anti-tezini yazmış diyelim. “Aşk için ölmeli aşk o zaman aşk” cümlesini kurduğunda, o cümleye bütün kalbiyle ses veren kadın şimdi diyor ki “kimse ölmez aşktan maşktan; öyle gelir”. Tekâmül etmiş ruhun hikmetinden sual olunmaz; vardır bir bildiği.


“Belki de Aşk Lazım Değildir” hem bugünün ritim anlayışını, yaylıların klasik partisyonlarıyla birleştirmiş, sözü, melodisi ve yorumuyla taş gibi bir şarkı. Daha ilk dinleyişte boğazınıza takılıp kalması da ondan.


Sezen kendini yalanlar da Sertab geri durur mu? Sıradaki şarkı da şu alemde olan biten ne varsa hepsini aşka bağlayıveriyor. Şirin bir “rock’n roll” yürüyüşü ve “rock’n roll” vokalleriyle sıcak bir şarkı “Hepsi Aşktan”. Sözleri Sertab ve Ersel Serdarlı birlikte yazmışlar, müziği Ersel Serdarlı, düzenlemeyi Ozan Yılmaz yapmış. “Kırık Kalpler Albümü”nün koyu kıvamında “Kime Diyorum?” nasıl eğlenceli ve aydınlık bir duraktı, işte bu albümde de “Hepsi Aşktan” o duraklardan biri olmuş bence.


Sırada “Bu Dünya” var ki ondan zaten yazının başında bahsetmiştim. Peşi sıra gelen “Kız Leyla” ise albümün en eski şarkısı. Söz ve müziğini Sezen Aksu’nun yazdığı, düzenlemesini Ozan Bayraşa’nın yaptığı “Kız Leyla”, 2015 yılında Sabancı Vakfı için yapılmıştı. Bildiğim kadarıyla o dönem sadece video olarak yayımlanan parçanın bu albüme girmesine sevindim.


Ekşi Sözlük’te “work in progress” takma adlı kullanıcı bu şarkı için şöyle yazmış: “Bu memlekette kaç tane daha ‘Ünzile’ şarkısı yapılacak diye isyan ettiren, ama maalesef hala yaşanmakta olanlara ayna tutan şarkıdır.” Memlekette Leylalar ayağa kalkabilecek gücü kendinde bulana kadar daha bin şarkı yazılsa yeri. Şarkıyla olur, şiirle, yazıyla, filmle, diziyle olur… 2015’ten bu yana daha çok konuşur, yazar çizer olduk bu ve benzeri konular hakkında. Bu şarkının da tarihe kalması için bu albüme girmesi şahane olmuş.


Sözleri Can Bonomo’ya, müziği Sertab ve Emre Kula’ya ait “Belki de Dönerim”in düzenlemesi Emre Kula imzası taşıyor. Yukarıda Can Bonomo ikliminin Sertab Erener adasında açtırdığı sıcak çiçeklerden bahsetmiştim ya hani, bu şarkı da onun örneklerinden biri olarak 2018 yılında tekli olarak yayımlanmıştı. Zaten bayıldığımız bir şarkıydı, hâlâ da bayılıyoruz vesselam.

Albüm “Anca Gidersin”in “Rock Versiyon”uyla nihayete eriyor. İyi, hoş ama ben şarkıdaki o kadının sakin sakin “anca gidersin” demesini ben daha çok sevdim galiba.


Albüm geçtiğimiz günlerde plak olarak da piyasaya sürüldü ama süresinin uzunluğu nedeniyle duble bir albüm olmuş ve haliyle fiyatı da ona göre belirlenmiş. Nasıl yapsak, albüm tasarlarken artık bir plak süresini göz önüne mi alsak? Hadi o kadar para verip plağı aldınız diyelim, plağın bir yüzünü takıp üç şarkı dinlemek de tatsız oluyor çünkü. İlla duble olacaksa bari albümü 100-110 dakikaya mı denk getirsek de her yüzde en az 4-5 şarkı olsun? Sadece bir öneri.


Bu arada söylemesem olmaz, albümün kapak ve kitapçık tasarımı mükemmel. Gürdeniz Bursalı tarafından çekilen fotoğraf ressam Dicle Çiftçi tarafından bir tabloya dönüştürülmüş ve ortaya al duvara as denilecek türden bir kapak çıkmış. Kitapçığın Deniz Yükselci tarafından yapılan tasarımı da kapakla nefis bir uyum yakalamış. Hâlâ albüm kapak ve kartonetine özen gösteren birilerinin var olduğunu görmek şahane.


Şairanelikte Can Bonomo’dan aşağı kalmayacağım diye ıkına sıkına kurduğum cümleden yazının sonunda bir kez daha istifade edeceğim; e böyle cümleler kolay kurulmiii, böyle teşbihlere dakika başı yapılmiii sonuçta. Sertab sahiden bir süredir kendi adasında yaşıyor. O ıssız adada sadece kendi ekibi, kendi müziği var. Ada ıssız çünkü müzik piyasasından kimse henüz oraya taşınmayı ya da en azından kendi adasını keşfetmeyi deneyebilmiş değil (Sertab’ın kuşağından bahsediyorum, genç kuşak müzisyenleri hariç tutarım.) Hal böyleyken Sertab’ın adasından bize gönderdikleri de eşsiz ve benzersiz oluyor. Bu albüm de öyle olmuş. Aldık kabul ettik biz de. Spotify’da Tiktok’ta, orada burada, listelerde albümün şarkılarını göremez, duyamazsanız çok da şey yapmayın. Devran döner, giden gider, kalan kalır, kim yaşar kim yaşamaz bilemem ama bu albüm yaşar.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 19, 2020 08:58

December 18, 2020

"Bir İstiridyenin Kıymetli İncisi"

Nur Yoldaş - "İz Bırakanlar Vol.1" 


2020 kötü geldi, kötü gidiyor. 2021’de neler olur bilmiyoruz ama iyimser olmak için sebepler bulmaya çalışıyoruz işte. 2020 bize yeni bir Nur Yoldaş albümü getirdi mesela; geçmişten bugüne, bu ülkede yapılan müzikle biraz ilgiliyseniz, bundan kocaman bir sevinç çıkarmak pekâlâ mümkün.


Nur Yoldaş, ‘70’lerde Nur Belda olarak başladığı müzik yolculuğunu, Ergüder Yoldaş’la evlendikten sonra Yoldaş soyadıyla devam ettirdi. Çiftin ilk dönem yaptıkları “İşler ve Günler”, “Berlin Berlin”, “Boş Beşik” ve “İlyada” gibi son derece ilerici ve deneysel şarkıları ‘80’lerin hemen başında “Sultan-ı Yegâh” fırtınasına giden yolu açtı. İki albüm süren Nur Yoldaş – Ergüder Yoldaş ortaklığı, Türk pop müziğinin aslında ne olması ve nasıl olması gerektiğine dair, müzik geçmişimizde bugün dahi üstüne çıkılamamış, benzeri yapılamamış örnekler bıraktı. 


‘90’larda “Sakine” adlı üçüncü albümünü piyasaya çıkaran, sonrasında sahneye devam etse de albüm yapmayan Nur Yoldaş, geçtiğimiz yıllarda oğlu Tunç Devrim Yoldaş’ın imzasını taşıyan “Sahiden”, “Bir Gamlı Hazan” ve “Masal” adlı şarkıları yayımlamış, böylece yıllar sonra yeni şarkılarla dinleyici karşısına çıkmıştı. Bu şarkılardan “Masal”, 2018 yılında Amerika’da Hollywood Songwriting Competition adlı yarışmanın “world music” kategorisinde birincilik ödülü kazanmış, bu haber o günlerde basında yer bulmuştu.


Nur Yoldaş, son derece iyi bir şarkıcı olması bir yana, bir entelektüeldir aynı zamanda. Dünyayı, olan biteni, sanatı, tarihi bilir, yakından takip eder. Bu derece mütevazı olması da bundandır. Onun yerinde bir başkası olsaydı, “Sultan-ı Yegah”ın başarısıyla kazandığı şöhreti ve popülerliği sürdürmek için piyasanın koşullarına ayak uydurabilir ve bugün olduğundan çok daha varlıklı, şatafatlı bir hayat sürebilirdi. O ise göz önünde olmamayı göze alarak korudu ismini. Yıllar sonra geri döndüğünde hâlâ aynı sağlam yerde duruyor olmasını şüphesiz buna borçlu.


Nur Yoldaş’ın Arpej Müzik etiketiyle yayımlanan yeni albümü “İz Bırakanlar” beş şarkıdan oluşuyor. Beş şarkının beşi de Türkçe “rock” ve alternatif müziğin yakın geçmişinden bildiğimiz şarkılar. Emre Aydın’dan “Hoşça Kal”, Cem Adrian’dan “Ben Seni Çok Sevdim”, mor ve ötesi’nden “Araf”, Şebnem Ferhat’tan “Artık Kısa Cümleler Kuruyorum” ve Özlem Tekin’den “Aşk Her Şeyi Affeder mi?”


Neresinden baksanız riskli bir iş. Neden? Çünkü “rock” camiası, müzisyeninden dinleyicisine (“rock” müziğin felsefesine tamamen zıt bir biçimde) tutucudur. Kolay kolay dışarı kız vermez. Bir şarkının küçücük dokunuşlarla “rock”tan alaturkaya, poptan arabeske evrilebileceği gerçeği de nedense hiç dile getirilmez. Haliyle riskin büyüğü şarkıların “rock” kategorisinden seçilmiş olması.


İkinci risk ise yakın bir zamanda bir vesileyle yazdığım “cover” meselesi. Bugün artık müzik piyasasında tutunmaya çalışmanın en kolay yolu “cover” yapmak ve bu yüzden de suyu çıkarılmış vaziyette. Oysa “cover” yapmak içinde iddia barındıran bir teşebbüs. Şarkıya yeni bir şey katabilecek, eski halini aratmayacak bir öneriniz varsa ne âlâ; ötesi ticaret. Şarkıcı olarak yeni bir şey katabilmek için de bir şarkıcıdan fazlası, bir yorumcu olmanız gerekiyor her şeyden önce. Tabii söz konusu Nur Yoldaş olunca bu kaygı kendiliğinden bitiyor ve tam tersine “cover” şarkı nasıl söylenir dersi başlıyor. Bu paragrafı da “coverperest” genç arkadaşların gözüne sokmak için yazdım nitekim.


Hepsi sevdiğimiz şarkılar, hepsi şarkıcılarının sesinden kulaklarımıza yer etmiş şarkılar ve üstelik henüz ilk versiyonları unutulacak kadar eski de değiller. Buna karşın Nur Yoldaş sesi ve şarkıcılığı ile şarkıların üstüne çıkıyor; daha önce ondan duymaya alışık olmadığımız bir müzik türünün içinde son derece kendinden emin bir biçimde, kendi izlerini sürerek geziyor.


Düzenlemeler de “rock” formunun dışına çıkmamakla birlikte, şarkıları senfonik tınılarla besleyip, klasiğin sınırlarında dolaştırarak Nur Yoldaş’a yol veriyor. Zaten bu projedeki bir başka risk de düzenlemeler olabilir, şarkılar kulağa büsbütün yabancı gelebilir, tatsız kaçabilirdi. Yakın geçmişten birkaç “rock” şarkısının caz versiyonlarını hatırlıyorum mesela, kötü birer örnek olarak. Öyle olmamış neyse ki. Düzenlemelere kimlerin imza attığını da not düşeyim bu arada: “Hoşça Kal” Koray Üsgülen, “Ben Seni Çok Sevdim” Tolga Şanlı, “Araf” ve “Aşk Her Şeyi Affeder mi?” Deniz Beydilli, “Artık Kısa Cümleler Kuruyorum” ise Cengiz Tural, Deniz Beydilli,Koray Üsgülen ve Tolga Şanlı tarafından düzenlenmiş.    


Albümde en çok ilk klip şarkısı olarak da seçilen “Ben Seni Çok Sevdim”den etkilendim. Zaten çok sevdiğim ama Nükhet Duru’nun sesinden daha da çok sevdiğim bu şarkıyı, Duru’dan bir başkasının bu kadar etkileyici bir biçimde söyleyebileceğine açıkçası hiç ihtimal vermezdim.


Beş şarkı arasında doğru seçim olmadığını düşündüğüm tek şarkı ise “Aşk Her Şeyi Affeder mi?” oldu. Şarkının gezindiği ses aralığı, Nur Yoldaş’ın ses aralığını daraltmış, zorlamış hissine kapıldım. Bir de hep tersini savunurum ama, bu defa Yoldaş’ın sesinin mikste biraz daha aşağıda kalması daha parlak bir sonuç verebilirmiş gibi geldi bana. Özellikle de “Hoşça Kal”da.


Albümün alt başlığı “Vol.1”; yani belli ki arkası gelecek. Gelen ne olur, yine “rock” yöresinden mi seçilir şarkılar, yoksa başka bir sürpriz mi çıkar karşımıza, bunu yakın gelecekte göreceğiz ama devamının gelecek olması zaten tek başına şahane bir haber.


İyi ki Nur Yoldaş var. İyi ki Tunç Devrim Yoldaş, annesinin kaldığı yerden, aynı sağlam yerden devam etmesi için yanında. İyi ki ülkenin görüp göreceği en muazzam müzisyenlerden birinin gölgesi üzerlerinde, mirası ellerinde.    

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 18, 2020 08:23

December 17, 2020

"Bitti Ziyafetler"


Cem Belevi, ilk albümü “Bilmezsin”le sektöre giriş yaptığında takvimler 2013 yılını gösteriyordu. O zamanın pop müzik anlayışı, dinleyicinin bir pop müzik şarkıcısından beklentileri çok başkaydı. 2020’ye gelene kadar çok şey değişti. Oradan buraya gelirken kimisi yolda kaldı, yokuşu çıkamadı, kimisi değişimi görmezden gelerek yola devam etmeye çalıştı, kimisi de yanlış vitese taktı. Belevi ise sürece uyum sağlayıp, frene ve gaza doğru zamanda basanlardan oldu. Çoğunlukla kendi yazdığı şarkılarla, kariyerini kendi kendine yönlendirirken aynı kulvardaki dönemdaşları gibi paniğe kapılmadı, o panikle olmayacak işler yapmadı.


Misal, çoğunlukla tebessüm ederek, bazen saçımı başımı yolarak dinlediğim, izlediğim kimi popçuların “rap”, “trap,” hiphop” denemeleri var. Ya taklit, ya yanlama, ya olmamışlık, özentilik, ya komik duruma düşme… Oysa 2020 içinde piyasaya çıkan ve Belevi’nin Tetik’le işbirliği yaptığı “Adaleti Yok” teklisini dinlediğimde ne güldüm ne de saçımı başımı yoldum. Doğru bir isimle, doğru bir şarkıyla, doğru bir bileşimdi çünkü.


Yine yıl içerisinde yayımlanan “Kaç Kere Sever İnsan” ile “Farkında mısın?” ve “Bundan Sonra”nın akustik versiyonları da hem günü yakalayan hem de klasik pop anlayışının izlerini süren şarkılardı. Malum, artık hiçbir şarkı kolay kolay büyük patlamalar yapmıyor. Acil “hit” telaşına düşmek yerine bir stil, bir tavır çerçevesinde dişe dokunur işlerle ilerlemek lazım. Bu anlamda Cem Belevi’yi başarılı buluyorum.


Cem Belevi’nin geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan “Leyla & Mecnun” adlı yeni şarkısı da bu başarıyı perçinliyor. Ritmi, düzenlemesi, melodik yapısı, dili tamamen bugünün pop anlayışında ama bir yanıyla da Belevi’nin çizgisinin bir uzantısı gibi. Akıllıca, ticari bir iş ama avam değil.


Şarkının sözlerini Cem Belevi yazmış, beste ise Belevi ve Asil Gök’ün ortak imzasını taşıyor. Düzenlemeyi Asil Gök ve Görkem Öker birlikte yapmışlar. Asil Gök imzası, doğal olarak beraberinde Derya Uluğ ismini de getirmiş ve uzun zamandır yeni bir şarkısını duymadığımız Uluğ, “Leyla & Mecnun”un bir kublesine ses vermiş. Şarkının yayımlandığı gece Derya Uluğ ve Cem Belevi’nin birlikte açtıkları canlı yayına şöyle bir göz attım ve birlikte başka müzikal ortaklıklara da imza atabileceklerini, atmaları gerektiğini düşündüm. En azından o uyumu, kafa denkliğini hissettim.


Açıkçası bu tarz şarkılara ayılıp bayıldığımı söyleyemem (eski kafalıyım malum) ama popun güncel eğilimlerini de görmüyor değilim. O çerçeveden bakınca da Cem Belevi konumunda (yani eski ve yeni nesil pop arasında kalmış) bir genç müzisyen için “Leyla & Mecnun”un ne kadar doğru çatılmış bir şarkı olduğu ortada. Ne yalan söyleyeyim, benim bile dilime dolandı, aklıma takıldı bir zamandır.


Orhan Gencebay’ın “Leyla ile Mecnun” filmi için yaptığı şarkılardan birinde erkekler korosu “Leylaaaa” der, kızlar korosu “Mecnuuuun” diye cevap verir. Bu böyle birkaç kez tekrarlanır. Sene 1983’tür. E şimdi olmuş 2020, genç adam herhalde “Mecnun’u arama beni de oyalama, sende de Leyla yok,” diyecek. “Leylaaaaa” diye çöllere düşen Mecnun, “Mecnuuuun” diye inleyen Leyla mı kaldı?


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 17, 2020 09:14

December 14, 2020

İhtilalin Gölgesinde Eurovision

 Seninle Üç Dakika

1981 - 1. Bölüm

Küçük Jüri, Büyük Jüri, Halk Jürisi


7 Nisan 1980’de Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, yedi yıllık görev süresini doldurarak köşkten ayrılacak, yerine Cumhuriyet Senatosu başkanı İhsan Sabri Çağlayangil vekalet etmeye başlayacaktı. 


Önce Sivas’ta, ardından Çorum ve Fatsa’da başlayan olaylar güçlükle yatıştırılabilecek, çıkan çatışmalarda hayatını kaybedenlerin sayısı basına çelişkili ifadelerle yansıyacaktı. Ülkenin bütünü kadar mecliste de karışıklık hüküm sürüyor, yeni Cumhurbaşkanının seçimi konusunda bir türlü mutabakat sağlanamıyor, belirsizlik giderek artıyordu. 19 Temmuz günü eski başbakanlardan Nihat Erim, uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetti. 


Aynı günlerde henüz cinsiyet değiştirme ameliyatı olmamış Bülent Ersoy’un tanga mayosuyla Bostancı sahilinde gazetecilere yakalanması manşetlere taşınacak ve bu haber haftalarca gündem konusu olacaktı.


TRT’nin 1981 Eurovision Şarkı Yarışması’na katılma kararı 13 Haziran 1980 günü açıklanmıştı.  Türkiye finali için start 1980 yılı temmuz ayının son haftasında verildi. TRT Yönetim Kurulu yarışma şartnamesini ve bütçeyi onaylamıştı. 


Şartnameye göre yarışma yine dileyen herkese açıktı; bestecilere sipariş verme usulünden vazgeçilmişti. Bu defa üç aşamalı bir eleme yapılacaktı. Öncelikle gönderilen bütün eserler TRT’nin çeşitli ünitelerinin temsilcileri ile televizyon ve radyo prodüktörlerinden oluşan küçük jüri tarafından değerlendirilecek ve bu jüri en az 15, en çok 30 şarkıyı seçerek büyük jüriye sunacaktı. Büyük jüri, adından da anlaşılacağı üzere oldukça geniş bir çevreden seçilmiş üyelerle oluşturulacaktı. Ankara, İzmir ve İstanbul Devlet Konservatuarlarından çeşitli basın organlarına, Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğünden hafif müzik sendikalarına dek farklı gruplardan temsilcilerin yer alacağı bu kalabalık jüri, önüne sunulan eserlerin sayısını en az beş, en çok 10’a indirecekti. Finalde ise Türkiye’yi temsil edecek şarkı, 17 ilde oluşturulacak halk jürilerinin oylaması sonucu belirlenecekti. Yarışmaya katılmak için verilen son tarih ise 10 Ekim’di.

İhtilalin Gölgesinde Eurovision


11 Eylül 1980 gecesi, TRT spikeri Mesut Mertcan radyoda 23.00 haberlerini okuduktan sonra evine dönmüş, yemek yemekteydi. Telefonu çaldı. Arayan, Televizyon Daire Başkanı Muammer Yaşar Bostancı’ydı. Acilen bir toplantı yapmaları gerektiğini söylüyordu Bostancı. Kısa bir süre sonra bir askeri araba Mesut Mertcan’ı evinin önünden aldı ve doğruca Genelkurmay Başkanlığı’na götürdü. TRT Genel Müdürü Doğan Kasaroğlu da oradaydı. Saatler sabaha karşı 04.00’ı gösterirken tüm Türkiye, ordunun ülke yönetimine el koyduğu haberini Mesut Mertcan’ın radyodan okuduğu Milli Güvenlik Konseyi bildirisinden öğrenecekti.


Eurovision Şarkı Yarışması elemelerine katılmak için bestecilere verilen süre 10 Ekim Cuma akşamı saat 17.00’da dolduğunda yapılan ilk açıklama, Eser Teslim Alma Kurulu’ndan geldi. Yarışma için TRT’ye tam 84 eser teslim edilmişti. Bu sayı, önceki yıllara göre neredeyse yarı yarıya düşüktü. Üstelik eser teslim süresinin bitişinden bir gün önceye kadar sadece 12 şarkı teslim edilmiş, geri kalan bütün eserler son gün TRT’ye ulaştırılmıştı. Anlaşılan o can sıkıcı ihtilal günlerinde kimse yarışmaya katılmak için pek de can atmıyordu.

Tabii bunda önceki yıllarda alınmış kötü derecelerinde etkisi vardı mutlaka. Süper Star Ajda Pekkan’ın bile başarısız olduğu yarışmada bundan daha fazla ne yapılabileceği konuşuluyor, kimse daha parlak bir fikir bulamıyordu. Üstüne üstlük tam da o günlerde Avrupa ülkelerinde gündeme gelen Türkiye’ye vize uygulaması karamsarlığı daha da arttıracaktı.


Nitekim yarışmaya artık kendisinin gitmesi gerektiğini ısrarla savunan ve bu inançla tam sekiz şarkı hazırlayarak elemelere göndermeyi planlayan Barış Manço, vize uygulamalarını protesto etmek için yarışmaya katılmayacağını o günlerde açıklayacak ve: “Avrupa bizi istemiyor. Ulusal gururumuz söz konusudur. Bu nedenle bu yarışmaya katılmamamız gerektiğini savunuyorum,” diyerek tepkisini dile getirecekti. Görünen oydu ki, bu defa baştan ümitsizdik. Yine de tüm bunlara rağmen kendimizi bir kez daha kaptırıp, yarışmayı her şeyden çok önemseyeceğimiz günlerin eli kulağındaydı.

Eserlerin tesliminden beş gün sonra, 20 kişiden oluşan ve Bülent Özveren ve Bülent Varol’un yanı sıra Ümit Tunçağ, Yavuz Aydar, Nejat Çetinok gibi deneyimli TRT yapımcılarının da içinde olduğu küçük jüri toplanacak ve büyük jüriye sunmak üzere seçeceği 15 şarkıyı belirleyecekti. Bu süreç son derece hızlı ilerledi ve seçilen şarkı ve şarkıcıların kimler olduğu konusunda en ufak bir tahmin yürütmeye zaman kalmadı. Büyük jüri, küçük jürinin seçtiği 15 şarkıyı dinlemek üzere toplandığında, takvimler 18 Ekim’i gösteriyordu.  


İstanbul Radyosu’nda bir araya gelen tüm büyük jüri üyeleri için o gün zor bir gün olacaktı. Jüri Başkanı TRT Baş Hukuk Müşaviri Ahmet İşeri, sırayla dinlenecek her şarkıdan önce şarkının rumuzunu ve numarasını anons ediyor, üyelerden Nejat Çetinok şarkının sözlerini yüksek sesle okuyor, daha sonra şarkının dinlenmesine geçiliyordu. Oylamada her jüri üyesi önündeki formda dinlediği şarkının rumuzunun karşısına artı veya eksi işareti koyacak, böylece şarkıyı beğenip beğenmediğini ifade edecekti. Daha sonra bu artı ve eksiler toplandı ve çoğunluk oylarıyla yarı finale kalması kesinleşen altı şarkı belirlendi. Bu şarkılar ve jüriden aldıkları puanlar şöyleydi:


Sabah 09.00’da başlayan toplantıya öğle yemeği arası verildiğinde saatler 12.30’u gösteriyordu ancak jürinin işi burada bitmemişti. Yarışma şartnamesine göre jüri, yarı finale bıraktığı altı şarkıyı seslendirmesi için uygun gördüğü şarkıcılara öneri götürecekti. Yani şarkıların elemelere gönderilirken kimler tarafından seslendirdiği bu defa önemli değildi. Yemekten sonra tekrar toplanan jüri, önce finale bıraktığı altı şarkıyı yeniden dinledi, ardından da şarkıcı isimlerini belirlemek için yapılacak oylamaya geçildi.


Yapılan önerilerle, salonda bulunan kara tahtaya kadınlı erkekli kırk şarkıcının adı yazıldı. Tıpkı bir sene önce Ajda Pekkan’ın Türkiye’yi temsil etmek üzere seçilmesi sırasında yapılmış oylamaya benzer bir yöntem uygulandı ve seçilecek şarkıcıların en az 20 üyeden oy alması şartı arandı. İlk oylama sonucu barajı aşabilen çok az sayıda isim olunca, barajın altında kalan isimler için ikinci bir oylamayla yapıldı ve böylece şarkıları seslendirmesi için teklif götürülecek 24 şarkıcının adı belirlendi.


Seçilen isimlerin hemen hepsi o günlerin popüler isimleriydi. Ajda Pekkan, Nükhet Duru, Sezen Aksu, Zerrin Özer, Seyyal Taner, Şenay, Füsun Önal, Nur Yoldaş, Bilgen Bengü ve Nükhet Ruacan seçilen kadın şarkıcılardı. Erkek şarkıcılarda ise şu isimler vardı: Çetin Alp, Esin Engin, Ersan Erdura, Erol Evgin, Özdemir Erdoğan, Coşkun Demir, Mazhar-Fuat-Özkan, Atilla Atasoy, İbo, Modern Folk Üçlüsü, Neco, Engin Evin. Görülmekteydi ki bu seçimin pek de ayakları yere basan kriterleri yoktu. Sanki daha çok kişisel tercihler etkin olmuştu isimlerin belirlenmesinde. Yine de sayının bu denli fazla olması yüreklere su serpecek gibiydi. En doğru şarkıyı en doğru şarkıcıyla denkleştirme ihtimali çok fazlaydı ve bu yöntem sayesinde sonuç beklenenden de umut verici olabilirdi. 

Büyük jüri toplu halde.
Büyük jüri, aynı gün içerisindeki üçüncü seçimini de halk oylamasının gerçekleştirileceği illeri belirlemek için yaptı. İstanbul, İzmir ve Ankara asil şehirlerdi. Geriye kalan 14 şehir için, her coğrafi bölgeden iki şehir belirlenmek üzere bölge bölge kuralar kura çekildi ve böylece oylamaya katılacak iller belirlenmiş oldu. Bu iller şöyle sıralanıyordu: Bursa, Balıkesir, Aydın, Muğla, Antalya, Kahramanmaraş, Kayseri, Sivas, Giresun, Gümüşhane, Erzincan, Bitlis, Gaziantep ve Mardin. 
Yarışmanın Türkiye ayağında ikinci etap da tamamlanmıştı. İsimleri önerilen şarkıcılar, yarı finale kalan altı eseri dinlemek ve seslendirecekleri şarkıları seçmek üzere 23 Ekim Çarşamba günü İstanbul Radyosu Mesut Cemil Stüdyosu'nda bir araya geleceklerdi. Önceki yıllara kıyasla o güne dek son derece sessiz ve sakin devam eden yarışma, bundan sonraki seyrinde yine en az eskisi kadar heyecanlı ve hareketli günlere gebeydi. Bunun ilk ipuçları, jüri tarafından şarkıcılara yapılan davetin hemen ertesinde ortaya çıkacaktı.

“Nükhet Duru’ya İyi Şanslar!”


Nitekim birkaç gün içinde yine hem seçilen şarkılardan hem de seçilme yönteminden memnun olmayanların sesleri yükselmeye başlayacaktı. Önce jürinin belirlediği isimler arasında yer alan kimi şarkıcılar, yarışmaya katılmayı düşünmediklerini açıkladılar. Ajda Pekkan henüz bir önceki yarışmanın hezimetini üzerinden atabilmiş değildi. O günlerde yurtdışında ikamet ediyor olmasına rağmen gelen haberlere göre yine doğrudan doğruya kendisine görev verilirse katılmayı kabul edebileceğinin sinyallerini veriyordu. Erol Evgin, yıllardır Melih Kibar ve Çiğdem Talu’yla birlikte çalıştığını ve kendisi için hazırlanmamış bir şarkıyı seslendirmesinin uygun olmayacağını beyan ederek yarışmadan affını isteyecek, Seyyal Taner ve Nükhet Ruacan mazeret beyan etmeksizin yarışmaya katılmayacaklarını bildireceklerdi.


Sezen Aksu, finale kalan iki Ali Kocatepe bestesini de seslendirmiş olduğu halde, yarışmaya katılmayı düşünmemesinin sebebini basın mensuplarına şöyle anlatıyordu: “Ruh ve sağlık açısından hazırlıklı olmadığım için bu seneki yarışmaya katılmam olanaksız. Bir gece kulübünde bir ayı aşkın süre ile tek başıma yaptığım şov beni fizikman zayıf düşürdü. Arkasından gelen mide spazmı, İzmir Fuarı’nda sesimin kısılması, talihsiz olaylar zinciriydi. Bir serçe bunlara ne kadar dayanabilirse, ben de o kadar dayanabildim.”


Sezen Aksu’nun bu acıklı mazeretinin aksine Özdemir Erdoğan sözünü daha açık ve net söylüyor, Nükhet Duru’nun yarışmadan peşinen galip çıkacağını savunuyor ve “Benim yapacağım tek şey Nükhet Duru’ya iyi şanslar dilemek olacak,” diyordu.   


23 Ekim 1980 günü saat 16:00’da İstanbul Radyosu Mesut Cemil Stüdyosu’nda Eurovision Düzenleme Kurulu, şarkıcılar, besteciler ve söz yazarları bir araya geldi. 


Şarkıları şarkıcılara dinletmekle görevlendirilen Nejat Çetinok ve İzzet Öz, toplantının başında önce bir yoklama aldılar. İşleri nedeniyle gelemeyenlerin bir kısmı gelenleri kendi adına vekil tayin etmiş, bazıları ise gelmedikleri halde vekalet de vermemişti. Yoklamanın ardından şarkıların dinlenmesine geçildi.


Toplantı esnasında stüdyoda ses düzeninin yeterince iyi olmaması herkesi hayal kırıklığına uğratacak, şarkıların beklendiği kadar iyi olmaması da keyifleri kaçıracaktı. Üstelik şarkıların dinlenmesinden sonra yapılan açıklama büsbütün can sıkıcıydı. Her şarkıcının en fazla iki şarkı seçme ve seslendirme hakkı vardı.


Şarkıcılar altı şarkının bulunduğu bantları TRT’den imza karşılığı teslim alırken bantları kopyalamayacaklarına dair de taahhüt verdiler. Bandını teslim alan evini yolunu tuttu tutmasına ama herkesin kafası bir hayli karışmıştı doğrusu. 


TV’de 7 Gün dergisi 27 Ekim 1980 tarihli sayısında, finale kalan altı şarkının sözlerini yayımlamış ve haberde şarkılar hakkında kısa yorumlara da yer vermişti. Böylece o gün davetli olan şarkıcılar dışında henüz kimsenin dinlemediği şarkılar hakkında ilk kez detaylı bilgi sahibi oluyorduk.


“Miras”: “Miras” Doğu etkisinde bir parça. Uzun havalarımızı, mayalarımızı andıran arabesk motiflerin bulunduğu “Miras”ı belki Türk müziğini seveler beğenecekler ama “Miras” Türkiye’de yapılan bir yarışmaya katılmıyor ki… Eurovision’a katılacak.


“Nerede O Eski Tangolar”: Tango ritminin içine “rock” ritmini yerleştirerek nefis bir parça yaratmış Ahmet Tuğsuz. Ritmik bir oyunu var. Avrupai bir parça sayılabilir.


“İstanbul İstanbul”: Güzel bir parça. Özellikle vokalli bölümler çok hareketli. Bu parçanın televizyon filmi gerçekten Avrupalıyı büyüleyebilir. Eğer iyi hazırlanırsa…


“Bigudi”: Nefis bir giriş… Zıpkın gibi, Avrupai, bir müzikal havası taşıyor. Mutlaka ilk üçe girecektir.


“Dönme Dolap”: Akılda kalıcı bir melodi. Ritim hızlı ama Barı değil, Doğu kokuyor. Biraz da arabesk. Bizden izler var içinde. Girişi orijinal ama Eurovision’da ne yapabilir?

“Dostluk”: Avrupai ama vasat bir beste.


Şimdi en çok merak edilen, kimin hangi şarkıyı seslendireceği ve kimlerin jüri tarafından finale bırakılacağı idi. Bu yöntemin belki de en riskli tarafı, şarkıyı seslendirmek üzere jüri tarafından görevlendirilecek şarkıcının besteciyle anlaşamaması ihtimaliydi. Üstelik şarkıcıların hangi eserleri seslendireceklerini bildirmek için sadece dört günleri vardı. Listeler belli olduktan sonra esas çalışmalar başlayacak ve görünen o ki, kızılca kıyamet de ondan sonra kopacaktı.


DEVAM EDECEK
GELECEK BÖLÜM: "BOZUK BANTIN ESRARI" 

YAZI DİZİSİNİ İLK BÖLÜMÜNDEN İTİBAREN OKUMAK İÇİN TIKLAYIN
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 14, 2020 10:14

December 13, 2020

"Nanay Gülüm Nanay"

Demet Evgar - "Nanay" 


Yetenekli ya da yeteneksiz, eğitimli ya da eğitimsiz, becerikli ya da beceriksiz herkes oyuncu ya da şarkıcı olabilir, oluyor. Olamaz diye bir yasa da yok. Velakin bir de “ışık” diye bir şey var. Karizma desen değil, güzellik, yakışıklılık ya da sesi şahanelik de değil. Işık işte. Isı veren, sıcak bir ışık, enerji. O ışık ki gözle görülür, o sıcaklık ki arada kameralar, ekranlar, perdeler, monitörler olsa bile izleyene ulaşır. Bunun eğitimi, yeteneği, şusu busu yok. Bu başka bir şey.


Demet Evgar tartışmasız çok yetenekli ve iyi bir oyuncu, o ayrı ama ekranda, onu perdede, her nerede görsek bize geçen sıcaklığın sebebi tek başına bunlar değil. Yukarıda bahsettiğim o ışık var onda. Formüle edilemeyecek, kitaplardan öğrenilemeyecek, isteseniz de para verip edinilemeyecek bir şey bu. Aksini düşünen elbette vardır ama ben böyle düşünüyorum en azından. Onu, kendi döneminden meslektaşları arasında ayrı bir yere koyuyorum.


Oyuncu şarkı söyler mi?

Sormak bile ayıp. Söylemelidir zaten. Mesleğinin bir parçasıdır. Belki şarkıcı gibi söylemez de oyuncu gibi söyler ama söyler. Demet Evgar da söylüyordu, biliyorduk. Multitap’ın “Bu Şarkıyı Dinliyorsan” adlı şarkısındaki konukluğu, Fikret Kızılok’un “Fark Etmeden”ini solo olarak seslendirdiği video, “Aile Arasında” filmi için Ayta Sözeri ile birlikte söylediği “Yanayım Yanayım” ve oyuncuların şarkı söylediği bilumum etkinliklerdeki canlı performansları ilk aklıma gelenler. Haliyle Evgar’ın bir tekli yayımladığı haberi şaşırtıcı değil belki ama merak uyandırıcıydı. Hele ki haberin devamında söz ve müziği Sezen Aksu’ya ait yeni bir şarkıyı, Aykut Gürel prodüktörlüğünde kaydettiğini öğrenince.


İrem Records etiketiyle yayımlanan şarkının adı “Nanay”. Sezen Aksu’nun hınzır ve esprili cümlelerinin arasına çaktırmadan hayat bilgisi sıkıştırdığı çok şarkısı vardır ya hani; işte bu da onlardan biri. Türkülerden aşina olduğumuz “nanay canım nanay, nanay gülüm nanay” kısmı işin oltası. Hikâye başka aslında. Hikâye gayet teatral. Demet Evgar da oynuyor zaten. Söylerken oynuyor. Oynarken söylüyor. Şarkının eğlenceli ve kadın dayanışması mesajlı klibinde de mimik ve jestlerini büyük büyük kullanarak bunun altını çiziyor; şarkıyı, şarkıdaki kadını ete kemiğe büründürüyor. Bu haliyle bir yandan şarkıcılık taslamıyor ama bir yandan da vurguları, nüansları, şarkının yapısı itibarıyla dar ses aralığında sesini kullanma biçimiyle benim diyen şarkıcıyı aratmıyor. 


Böyle bakınca, bu şarkının Aykut Gürel’in daha önce Bergüzar Korel ve Gökçe Bahadır’la yaptığı albümlerden farklı bir proje olduğunu daha net görüyorsunuz. Orada söz konusu isimler o projelerin birer parçasıydılar ama burada proje bizzat Demet Evgar’ın kendisi gibi bir durum var. Şarkının sıfır kilometre olması, Murat Acar tarafından yapılmış düzenlemenin güncel “sound”un içinden geçmesi de bunun göstergeleri zaten.


Özetle, Demet Evgar şarkıcılık yolunda ilk adımı doğru yerden atmış görünüyor. Devam ederse şayet, umarım bu minvalde devam eder.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 13, 2020 08:59

December 12, 2020

"Senin Bana Borcun Var"

Seher Çelik – “Hayat”

Bayılıyorum Şehrazat’a… Müdanasız tavrına, dobralığına, lafını tak tak söylemesine, kafası kızdığında karşısındaki babası olsa tanımamasına. Tabii en çok da şarkı yazarlığına… Türk pop tarihinde hem çok sayıda dönem “hit”ine hem de uzun soluklu, klasik, büyük şarkılara imza atabilmiş sayılı besteciden biridir. “Kıyamam”, “Hesap Ver”, “Sürgün”, “Bahçede”, “Su Gibi”… Hangi birini sayayım?..

Herkes yazsın, söylesin bir şeyler tabii, çok ses, çok renk olsun amenna. Bu işler iki “beat” otuz sekiz başıbozuk cümleyle yapılabilir hale geldiğinden beri “hıdı hıdı dıdı dıdı” neler dinliyoruz. Bazen ciddiyetsizlik ve anlamsızlıktan da eğlence çıkarır insan, ona da amenna ama işte bir de gerçek müzik var. Sözü, müziği, düzenlemesiyle içi dolu, doygun, yetkin, evrensel, şu veya bu zamana, akıma, modaya, güne sığmayacak şarkılar… Yukarıdaki paragrafta “büyük şarkı” derken, verdiğim örneklerden de anlaşıldığı üzere, tam da bunu kastediyordum.

Geçtiğimiz günlerde, adını ilk kez duyduğumuz bir genç şarkıcının sesiyle bize ulaşan yeni Şehrazat şarkısı “Hayat” da o örnekler arasına rahatlıkla koyulabileceklerden. ‘90’larda olsaydık zaten şimdiye diğerlerinin arasında yerini almış olurdu ama bugünlerin çeri çöpü içinde ne kadar kıymet verilir, onu bilmiyorum. Ne gam! Şehrazat yapmış yine yapacağını.

Seher Çelik’in seslendirdiği “Hayat”ın düzenlemesini Erhan Bayrak yapmış ve Bayrak yine ustalığını konuşturup, şarkıyı nefis bir tango zeminine oturtmuş. Çok daha klasik, senfonik bir düzenleme de pekâlâ kaldırırdı şarkı ama genç bir şarkıcı için bu tercih çok daha doğru olmuş. Erhan Bayrak ayrıca bu projeye prodüktör olarak da imza atmış, onu da söyleyeyim.

Seher Çelik hakkında pek fazla bir şey bilmiyoruz. Basın bülteni bu konuda aydınlatıcı olmaktan uzak. Çelik’in sosyal medya hesapları da bir ipucu vermiyor. Basın bülteninde “Akademisyen, sanat yönetmeni, koro şefi, şancı, söz yazarı ve besteci kimliklerinin içinde büyüttüğü yorumcu kimliğini, okumadaki ustalığı ile tümüyle gözler önüne seriyor,” diye bahsediliyor Seher Çelik’ten ama akademik uzmanlığı nedir, müzik geçmişi nicedir, Şehrazat’la yolu nasıl kesişmiştir, o konular tamamen sır.

Bununla birlikte evet, Seher Çelik cümlede saklı iddianın altında kalmamış ve bu zor şarkının hakkını ziyadesiyle vermiş. Şarkının intervali doğrudan Nilüfer’in, bir miktarda da Demet Sağıroğlu’nun sesini anımsattı bana ama Seher Çelik’in tınısı ikisine de benzemiyor. Temiz entonasyonu, doğru vurguları, parlak ve açık bir biçimde kullandığı sesiyle Çelik, bu ilk teklisinde kırk yıllık profesyonelleri aratmıyor.

Şehrazat’a bayıldığımı size söylemiş miydim? Neyse… Bir daha söyleyeyim. “Hayat! Benim sana değil, senin bana borcun var,” gibi bir şarkı cümlesini her babayiğit kuramaz. Biraz yaşamak, biriktirmek, biraz tekâmül etmek, sırra ermek lazım. Nihayetinde bunu da ancak “şu dünyaya bir türlü sığmayanlar” bilir.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 12, 2020 07:20

Yavuz Hakan Tok's Blog

Yavuz Hakan Tok
Yavuz Hakan Tok isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Yavuz Hakan Tok's blog with rss.