Yavuz Hakan Tok's Blog

August 26, 2025

"Binmiş Ahalinin Arabasına"

SEZEN AKSU - "PAŞA GÖNÜL ŞARKILARI" 


En son söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim: Ta “Serçe”albümünden bu yana, yuvarlak hesapla 50 yıldır ilk kez yeni bir Sezen Aksualbümü beni heyecanlandırmadı, bittiğinde başa alıp yeniden dinleme isteğiuyandırmadı. Sahi, niye öyle oldu?

Olgun Serçe son yıllarda müzik kariyerini iyi yönetemiyor,bu hepimizin malumu. 2017’de yayımlanan “Biraz Pop Biraz Sezen” bence tümkülliyatının en iyi albümlerinden biriydi. Sanki jübile yaptı o albümle.Sonrası zorlama. Kulağa çok sempatik ve merak uyandırıcı gelen “Demo” projesisahiden demo olduğu şüpheli ve dahi demo olmadığı kesin şarkılarla bir yamalıbohçaya döndü. Uzadıkça uzadı ve giderek tatsız bir hale geldi. Sezen Aksu busüreçte yazdığı en baba yeni şarkılarını Okay Barış’a vermeyi tercih etti.Kendisinin yeni albüm hazırlıkları ise bir muamma, bir söylence olarakkonuşuldu durdu.

Son dönem şarkılardan anlaşıldığı üzere artık sözleri ve melodileri tasarruflu, kısa kısa şarkılar yazıyordu. Belli ki zamanın ruhuna vegerekliliklerine uymak zorunda hissetmişti kendini. Buna karşın resmi sosyalmedya hesapları açmayacak kadar da zamanın ruhundan uzak yaşıyor, ona dairhaberlerin birtakım fan hesaplarınca, kimi doğru kimi yanlış bilgikırıntılarıyla, kimi zaman da sadece dedikodu dozunda verilmesinde bir mahsur görmüyordu. Nitekim yeni albüm haberlerini de fan hesaplarından aldık. Yokalbüm şu tarihte çıkacak, yok içinde bilmem kaç şarkı olacak… Oysa bildiğimkadarıyla Gizemli Serçe'nin bir basın danışmanı da vardı ama belli ki Yalı’dan bilgi sızdırmanınresmî açıklama yapmaktan daha ciddiyetsiz olsa bile, daha sansasyonel olacağıdüşünülüyordu.


Sonra Milliyet Sanat dergisinin Haziran 2025 sayısına kapakoldu Öldürene Kadar Susan Serçe. Albümle ilgili resmi bilgilere ilk kez böyle ulaştık ya daulaştığımızı sandık. Çünkü albüm çıktığında görecektik ki dergiye verilen şarkılistesinden sonra albüme başka şarkılar da girmiş, bazı şarkılarınsa adıdeğişmişti. Basında 50 yılını devirmiş, saygın bir dergiye bile gol atmaktasakınca görülmemişti. Bu ciddiyetsizlik niyeydi?

Albümün ismi “Paşa Gönül Şarkıları”ydı. Kapakta siyah beyaz,gereksiz büyük baş boşluğuyla kadrajı anlamsız bir Sezen Aksu fotoğrafı vardı.Bilmeyen birisi tuhaf bir fontla yazılmış Sezen Aksu ismini asla okuyamazdı.Peki o kırmızı kalpler de neyin nesiydi? Sezen Aksu’nun romantizmden en uzakalbümünün kapağına iki küçük kırmızı kalp konulmuştu. Aksu’yu bu tasarımın güzel olduğuna kim ikna etmişti?


“Paşa Gönül Şarkıları” mıydı peki gerçekten? “Paşa gönlüm buşarkıları yazmak ve söylemek istedi” miydi albüme bu ismin konulmasının sebebi?Hani “paşa gönlüm istedi” tabiri aslında bir başkaldırı da içerir ya… Kimseyidinlememiş, kendi bildiğini yapmışsındır ve o gururla kullanırsın. Ne var kialbümdeki şarkılar kimseyi takmamış değil, aksine etrafındakileri gereğindenfazla dinlemiş bir Sezen Aksu “vibe”ı veriyordu. Meselabirileri şöyle demiş olmalıydı: “Sezuş biraz arenbi marenbi, hipap mipap bi’şeyler yapalım, şimdi onlar moda. Karanlık bir saaaaund olsun aaaabi.”

O yerli yersiz “Demo” sürecini yok sayarsam (ki saymakisterim), Sezen Aksu’nun bendeki son “görüldü”sü tam olarak “Biraz Pop BirazSezen” albümünün son şarkısı “Göç”. Bu albümse o şarkıda bahsedilen göçten erya da geç nasibini almış kuşakların büyük şehirlerin arka sokaklarına saçılmışsuçlu çocuklarından dem vuran “Linç”le başlıyor. Şarkının adı Aksu’nun da zamanzaman maruz kaldığı yakın dönem linç kültürüne dair bir şeyler anlatacağı hissiyaratsa da konu bambaşka. Okey, dünya kötü bir yere gidiyor, insan en ilkelhaline dönüyor ve “Bu son olsun,” diyerek ağıtlar yakmak belki de yıllar boyumemleketin his dünyasından, duygu durumundan sorumlu bakanlık yapmış birisine birgörev gibi geliyor ama şu da bir gerçek: Kaybedenler günü gelipkazanana dönüştüklerinde, önce o güne dek kaybeden olarak yaşamalarınınmüsebbibi gördüklerini giyotine gönderiyorlar. Bir yandan çok insani bu kin veöfkeyi entelektüel bir şefkatle kutsamaya kalkmak, her dönemin kazananlarının kellesinikurtarmaya yetmiyor. Siz “Ay ne güzel, sokağın çocuklarını sesini çıkarmayabaşladı, kendilerini nasıl da şahane ifade ediyorlar,” diye onları öpüpokşarken, onlar daha ne oldum demeden “Biz hep sizin üstünüzde olacağız,” noktasınageliveriyorlar (BKNZ: Ebo denilen kişinin Instagram paylaşımı). Bunun bir gençlik hezeyanı,kısa süreli iktidar sarhoşluğu olmadığını son 20-25 yıldır yaşadıklarımızdanbiliyoruz. Kime, neye, ne kadar prim vereceğini iyi hesap etmeli insan.  

Yani “Göç” gibi, her babayiğidin harcı olmayan kocaman birsenfoninin ardından “Linç” gibi son yıllarda her hafta üstümüze boca edilenyüzlerce şarkının ortak paydası “sound”da bir şarkı tasarlamak, şarkıda neanlattığından bağımsız olarak, ülke müziğinin yıllardır içinde debelendiğipespayeliğe saygı selamı çakmaktan öteye gitmezken, 50 yıllık Sezen Aksu müziğini zannedildiği gibi güncellemiyor. Aksine, bunca zaman pamuklara sardığımız, başımızın üstünde taşıdığımız birisi binmiş ahalinin arabasına da oradan bize nanik yapıyormuş hissi uyandırıyor. Bu kadar yıl sonra çıkmış yeni bir albümün enbaşına konulmasaydı bu şarkı, bir renk, bir çeşni der geçerdim ama daha açılışta duyunca,o kadar iyi niyetli olamıyorum.


Keza “Linç”in ardından gelen “Doğrucu” da bunun paşa gönlünegöre bir tercih olmadığını gösteriyor. “Doğrucu” boyunca teknolojinin deyardımıyla sesine “R&B” salınımı veren, “kaaapılaaaarı, buraaaalaaaarı” diyeşarkı söyleyen Sezen Aksu’nun “Meğer değişmiş dünyanın kodları” deyişine inanmakgelmiyor içimden. Değişimin bu kadar farkında ve bu kadar ayak uydurmaçabasındayken “Aaaa değişmiş,” demek çok yapay geliyor kulağa. Eğer Sezen Aksu'nun etrafında sahiden bir doğrucu olsaydı, ondan bu şarkıyı (en azından bu formda) dinlemezdik bence.

Biz Cesur Serçe’den yıllarca çok doğru, çok açık sözlü, biro kadar sert şarkılar duyduk. “1945” gibi, “Ünzile” gibi, “Oku-dum-da” gibi…Her biri sözünü sakınmamanın ötesinde dönemin pop müzik anlayışını umursamayan,burnunun dikine giden, bildiğini okuyan şarkılardı. Bunlar ise bugünün müzikanlayışına el pençe divan duruyor, olanca yaranma kaygısıyla yerlere kadar eğiliyor,el etek öpüyor.

Albümün üçüncü şarkısı “Gemiler” aynı zamanda Sezen Aksu’nun(ya da Yalı kalabalığının) nezdinde albümün en sevileceğine inanılan şarkısıolmalı ki üç farklı versiyonla birden konulmuş. Şarkıdaki bütün espri kırk keretekrar edilen bir nakarattan ibaret oysa: “Karalar bağladım o da geçti,ağlamadım yağdım bu da geçti.” Aksu, Yalı’nın penceresinden (ya da kendi çerçevesinden)geçen gemilerden ancak bu kadar ilham almış olsa gerek. Kısadan değil,“kıssa”dan hisse alınıyor ne çare. (Yıllar yılı “Git”ten “Gülümse”ye,“Deliveren”den “Biraz Pop Biraz Sezen”e savrulurken aldığımız hisse pek çokturya, oradan biliyorum.) İlla dinleyeceksem, bu üç versiyondan Okay Barış &Murat Bulut düzenlemesini şüphesiz tercih ederim zira diğerleri yine SezenAksu’nun sözümona farkında olmadığı ama o iki versiyona imza atan OzanBayraşa’nın da Ersay Üner’in de çok ama pek çok farkında olduğu “değişen kodlara”uygun düzenlenmiş.  

Bu arada Ersay Üner’i de Ozan Bayraşa’yı hem insan olarakhem müzisyen olarak çok ama pek çok beğenir ve severim, o ayrı. Yakın dönempopüler müziğinin en iyi müzisyenleri arasındalar bence. Bu düzenlemeler birSezen Aksu albümünde olmasaydı şayet (ne bileyim, Simge söyleseydi bu şarkıyı mesela),başım gözüm üstüneydi, onu da belirteyim.


Sezen Aksu’nun toplumsal eleştirileri ve sosyal sorumluluğu“Linç”le ve “Doğrucu”yla bitti sanmayınız. Sırada daha “Yaygara” ve “Nanik”var. “Yaygara”, ismiyle şenlik vaat eden, melodik ve ritmik yapısı ılıman,bir parça da “Kutlama” esintili bir şarkı gibi gelse de kulağa, sözler yine zehirzemberek. İyinin bile gözü göz değil, evet doğru. Zaten aslında kim sahiden iyi,kim iyiyi oynuyor, kimin iyiye boyanmış kalbinin içinde kurtçuklar kaynaşıyor,bunlar hep insanlık kadar eski sorular. “Kişi kendinden bilir işi”, demişatalar. “Yorgunum hatırlamaktan, hangi bi’ günahıma yanayım?” demiş Özü SözüBir Serçe. Olur a bazen en çok kendinize aittir büyük harflerle başkalarına malettiğiniz. Aksu kibarlık edip “şeyi şeyine” demiş olsa bile, bilinir ki s.ki ta.ağınadenktir kötünün, hiç değişmez. Godot’u zaten evvel ahir gören olmamıştır. Kendiniyedinci kattan atmak değil belki ama arsız arsız yan gelip yatmak gayetakılcıdır. Sahi, Yalı kaç katlıydı?

Tıpkı yıllar evvel kendi albümüne koyacağı halde gözünükırpmadan Rengin’e verdiği “Le Le Le” gibi “Nanik” de benzer bir şekilde, bualbümde yer alacağı belliyken Aksu tarafından önce Gülben Ergen’e verildi,malum. Ya da Gülben Ergen tarafından alındı mı demeliyim? Ergen’le radyoprogramım için röportaj yaptığımda “Şarkı almak için Serçe Hanım’ın kapısındayattığınız doğru mu?” diye sormuştum da gayet vakur “Ben şarkı için kimseninkapısında yatmam. Şarkı aldıklarım zaten dostlarımdır,” minvalinde bir cevapvermişti. Bu durumda şöyle olmuş olabilir: Sezen bir gün Nohut Oda Bakla Sofa Yalı’daGülben’e yeni albüm şarkılarını dinletiyordur. “Nanik”i de dinlerler vebirdenbire Eli Açık Serçe “Aaa bu şarkıyı önce sen okusana!” der. Gülben dedostunu kıramaz ve okur.

Gelin görün ki Gülben Ergen okuduğunda kulağa gayet tapongelen “Nanik”, bu albümde ummadığım bir şekilde sevdirdi kendini bana. Belki“Şinanay” çağrışımı, belki o yeri geldiğinde çok daha keskin ve kıvrak olabilen SezenAksu mizahının kırıntılarıdır buna sebep. Tabii şarkının künyesinde isminigördüğümüz Arto Tunçboyacıyan sadece perküsyon çalmakla yetinmeyip şarkınındüzenlemesini de el atsaymış, bu vesileyle işin içine en azından nefeslilerfilan girseymiş ne şahane olurmuş kim bilir diye düşünmekten de kendimi alamadım.


Bir Sezen Aksu albümü dinlemekte olduğumuzu nihayethatırlayacağımız şarkı ise ancak altıncı sırada karşımıza çıkıyor. “Ey Aşk”ınbu yazının yazıldığı günlerde halihazırda albümün çok açık ara en çok dinlenen şarkısıolması tesadüf değil. İki kere iki dört. Kuşkusuz ki şimdilerde Sezen Aksu’nunhayatında aşkın anlamı ve önemi 30’lu yaşlarında olduğu gibi değildir. Bu çokdoğal, çok normal. O gitmelerin, gelmelerin, geri dönmelerin ve hatta aşk içinölmelerin durulduğu, dinlendiği ve demlendiği yerde çıkagelmedi mi zaten“Onursuz Olabilir Aşk”lar, “Kimse ölmüyor aşktan maşktan”lar ve benzeriolgunluk, ermişlik cümleleri? Böylesini de aldık, kabul ettik. Neyin tanımıdeğişmiyor ki insan yaşarken, görürken ve şahit yazılırken hayata? “Ey Aşk” tamda Sezen Aksu’dan duymak isteyeceğimiz bir şarkı. Sözleriyle, melodisiyle,samimiyetiyle.      

Kendine has dili ve şarkı iklimiyle pop müziğin farklıisimlerinden biri olabilmeyi başarmış Soner Sarıkabadayı, yıllar önce Sertab’averdiği “Koparılan Çiçekler”, “Bu Böyle” ve “Açık Adres” ayarında bir şarkıyı(ki üçü de ayrı ayrı hit olmuştu) bu defa Sezen Aksu’ya vermiş. “Dümenci”şahane bir şarkı ama bahsettiğim diğer üç şarkı gibi hit olur mu, ona emindeğilim. Dünyanın kodları değişti ya, malum. Belki de Soner Sarıbadayı yerinebir Semicenk şarkısı bu albümde daha yakışık alırdı. Bence Sezen ve Yalı şürekâsıbunu bir düşünmeliydi.

Bir Semicenk şarkısı yok ama bir Ferdi Tayfur şarkısı varalbümde. “Bana Sor”, enteresan bir biçimde Ferdi Tayfur’un ölümünden öncekaydedilmiş ve ilk kez bir dizide dinleyici karşısına çıkmıştı. Derken Tayfuröldü ve badem gözlü oldu, bu “cover” da başka bir anlam kazandı. Dizi pek uzunömürlü olmadı gerçi ama “Bana Sor” epeyce uzun ömürlü Ferdi Tayfur hitlerindenbiriydi zaten. Daha önce pek çok kişi söylemişti. Mutsuz Serçe neden tekrarsöylemek istedi? Belki bu şarkının onun için özel bir anlamı vardır, bilememama bu şarkıyı söylemiş olması hiç kalp çarpıntısı yaratmadı bende. Bir “BenSevdalı Sen Belâlı” efekti olmadı yani. Dinlerken taşikardi geçirene mâniolmam, o ayrı.

“Yandı İçim” bundan dört sene kadar önce tekli olarakyayımlanmış ve “Demo 2” albümüne de girmiş bir şarkıydı. O versiyon Murat Acartarafından düzenlenmişti, bu versiyonu ise Ayda Tunçboyacıyan düzenlemiş. SezenAksu, “Demo” projesinin “quelle” alaka şarkılarından biri olarak yerinibulamamış bu şarkının şansını bir kez daha denemek istemiş olsa gerek. “Yandıİçim”den çok sonra çıkan “Kıra Döke” bu albümde yok mesela. Keza geçen yıl ilkkez “sahibinin sesinden” yayımlanan “Üşüdüm” de yok. “Yandı İçim”in buversiyonu çok farklı, çok ters köşe mi? Değil belki ama albümün bütünü içinde çoksık teneffüs edemediğimiz Yanık Serçe kokusunu almamızı sağlıyor mu, sağlıyor.


Bilmeyenler, daha doğrusu Google’lamayanlar için (bilmemekayıp değil, Google’lamamak ayıp zira) söyleyeyim: Necati Cumali’nin “Emine”şiirinde bahsi geçen Abanoz, ta Osmanlı zamanından beri genelevleriyle ünlüBeyoğlu Abanoz Sokak. Şimdilerde o evler kalmadı, sokağın adı da değişti amabir vakitler Abanoz kelimesinin akla getirdiği ilk çağrışım oydu. Genelevlerigenellikle yaşı geçkin kadınlar işletir, onlara da “mama” denirdi. Şiirde adıgeçen Afro da öylesi bir mama olmalı ki Emine daha on yedi yaşında onun eline (fuhuşbatağına) düşmüş. Neden düşmüş, nasıl düşmüş, onu anlatmıyor şair ama şunusöylüyor: “O içimizden birinin kızı, birinin kardeşi.” O vakitler (ve dahi bu vakitler)ha cüzzamlı, vebalı olmuşsun, ha “kötü kadın”. Öyle bir peşin hüküm, öyle biröteleme, lanetleme. Ama işte şair tek cümleyle yüzleştirmiş toplumu kendigerçeğiyle: “O içimizden birinin kızı, birinin kardeşi.”

Bu şiir ‘90’larda Sezen Aksu tarafından bestelenmiş, OnnoTunç tarafından düzenlenmiş ve Levent Yüksel’in 1996 yılında yayımlanan ikincialbümünde “Abanoz’daki Emine” adıyla yer almıştı. Yüksel’in ilk albümünde deAksu’nun Orhan Veli’den bestelediği “Dedikodu” vardı. O daha muzip, dahahafifmeşrepti. “Abanoz’daki Emine”yse düpedüz acı bal. Haliyle “Dedikodu” kadarbilinen, sevilen bir şarkı olmadı. İşte Sezen Aksu bu şarkıyı almış, Levent Yüksel’inalbümündeki Onno Tunç düzenlemesine birebir sadık kalındığından kelli dekünyeye “Düzenleme: Onno Tunç” yazdırarak yeniden seslendirmiş. 30 yıl önce dahamı az hassastık, daha mı az duyarlı? “Duyar kasmak” diye bir tabir yoktulügatimizde. Bugünlerde suyunu çıkardığımız “woke” kültürü nedir, hiç bilmezidik. Belki de ondandı bu şarkıya (tıpkı “Namus” şarkısına olduğu gibi) dikkatkesilmememiz. Şimdi kesilir miyiz? Sanmam. Öyle ya da böyle hepimizin eline düştüğü bir Afro var artık. Normalimiz bu. Hepimiz Emine olmuşuz ama bilerek ve isteyerek, ama farkında olmadan. E olsun, bir Sezen Aksualbümünde Onno Tunç imzasını görmüşüz ya yeniden, ne gam!

Bir de hemen peşi sıra “Sen Ağla” patlatırız, al sana birOnno göndermesi daha. Şaka değil, her şeyin başlangıcı değil miydi “SenAğlama”? Manşet hazır: “40 yıl önce ‘Sen Ağlama’ diyen Yufka Yürekli Serçe,artık ‘Sen Ağla’ diyor.” Gerçi bu şarkıyı daha önce Sıla’ya vermişti ve o da2022 yılında yayımlanan “Şarkıcı” adlı albümünde söylemişti ama o sayılmazdı. Gelingörün ki burada “Sen ağla” denilen kişi vakti zamanında “Sen ağlama” denilenkişiyle aynı değil. Yani sinekten yağ çıkarılacak bir durum yok aslında. Artık“sound”undan mı neyinden bilmem, bende “Öptüm” albümünden çıkıp gelmiş hissiuyandırdı “Sen Ağla”. Arada derede, aman aman yürek hoplatmayan, yenidensöylenmese de olurmuş dedirten bir şarkı bence.


Albümün on ikinci şarkısında “Gemiler” bir kez daha geçiyorYalı’nın penceresinden (ya da Sezen’in çerçevesinden.) Bu defa Ersay Ünermarifetiyle. Ardından da “Bahçe”ye çıkıveriyoruz. Bu şarkının da şöyle birtuhaf hikâyesi var: Cömert Serçe aslında şarkıyı Ceylan Ertem’e veriyor vehatta onun albümüne de giriyor şarkı ama yayımlanmıyor. Sonra gün oluyor devrandönüyor ve Ertem “Bahçe”nin Sezen’in sesinden daha etkili olacağını söyleyipşarkıyı sahibine geri veriyor. Böylece “Bahçe”, Sezen Aksu’nun “paşa gönlü” nasılistemişse öyle kotardığı albümünde yerini alıveriyor.

“Bir bahçeydik biz, sazlı sözlü, yediveren,” diyor şarkıdaSezen Aksu. Hah işte biz de o bahçenin şahitleriydik uzun yıllar boyunca. İçerigiremez, çitlerin arkasından seyrederdik. Kâh ağlar, kâh güler, habire alkıştutar, en çok da ceplerimizi doldururduk. O bahçede en ustalar vardı. En iyiler,en eli kalem, dili kelam tutanlar, en güngörmüşler, demini almışlar. O yüzdendizaten sokaktan her geçen hokkabazın, madrabazın, koltukçunun, piyazcının kapıdanbacadan sızamaması. Penceresinden gemiler geçen Yalı’ya toyu, çiği, muhterisi habireyağ taşıyor şimdi. Bahçe çoktan kurumuş. (BKNZ: Sezen Aksu- “Benim KaranlıkYanım”: “Kaç bahçe kuruttum bilmem. Yüzleşmedim yıllarca.")

“Bahçe” o iki cümlesiyle başka çağrışımlar yapsa da bende,aslında kulağa aşina gelen türden bir Âşık Serçe şarkısı. Ve evet, hâlâ en çokböylesi şarkılar hatırlatıyor o eski, büyülü bahçeyi.

Geldik “Şuh Nefes”e. Şarkının “Khaleena Neshofak” adınıtaşıyan orijinali Amr Diab tarafından 2004 yılında seslendirilmişti. SezenAksu’nun yazdığı Türkçe sözlerle “Şuh Nefes”e dönüşen şarkı ilk kez 2006yılında Cenk Eren’in “Kiraz Mevsimi” adlı albümünde dinleyici karşısına çıktı. Vaktizamanında o günlerdeki eşi Ahmet Utlu’nun peşinden Katmandulara, sonraMısırlara kadar giden Gezgin Serçe, bu bahaneyle gönlünü Orta Doğu müziğine fenakaptırmış ve o dönem bazı Arap şarkılarına Türkçe söz yazmıştı ki bunların en kıyametkoparanı “Bi’ Daha” olmuş idi, bilenler bilir. “Şuh Nefes”se “Bi’ Daha”dan onyıl sonra çıkmış ve onun kadar büyük bir hit olmamıştı. Şarkının Sezen Aksu versiyonubu albüme son dakikada (en azından Milliyet Sanat haberinden sonra) girdi. Hemde Mustafa Ceceli ve Murat Acar tarafından yapılmış iki ayrı düzenlemeyle. İyiki de girmiş zira buram buram Sezen kokusu geliyor bu şarkıdan. Bir yükseksanat eseri değil belki ama hoş, kıvrak, akılda kalıcı bir oryantal popşarkısı.

Tamamen uyduruyor da olabilirim ama kulaklarım beniyanıltmıyorsa “Şuh Nefes”in her iki düzenlemesinde de Sezen Aksu’nun sesi bugüneait değil. Sanki 2005-2006 yıllarında yapılmış demo kaydındaki Sezen sesi bu.Ya da belki de şarkının havasından dolayı Sezen daha enerjik söylemiştir debana öyle gelmiştir. Zira son yıllarda yine fan hesaplarından, Yalı’ya vizelivizesiz gelen gidenin çektiği videolardan gördüğümüz üzere Yorgun Serçe şarkı kayıtlarındahep bir koltukta oturur (hatta bazen uzun oturur) halde. Zaten bu albümde “ŞuhNefes” dışındaki bütün şarkılarda da Sezen’in oturarak şarkı söylediğini çoknet hissediyorsunuz. Bütünde dinleyene sirayet eden enerji düşüklüğününsebebini buna bağlayabilir miyiz? Yoksa daha romantik bir sebep mi bulmalıyım? “Sonyıllarda dünyada ve ülkede yaşananların bünyesinde yarattığı ağır hüznü veinsanlığın gidişatına duyduğu derin endişeyi Sorumlu Serçe’nin sesindekikırılganlıkta hissetmek mümkün.” Nasıl? Oldu mu?.. Gerçi Yalı’da şenlik şamatagırla, kakara kikirinin bini bir para diyorlar ama ben el âlemin yalancısıyım.Eh, el âlemin ağzı da torba değil ki ha deyince büzesin.


Son iki sırada önce “Gemiler”in Okay Barış ve Murat Bulut düzenlemesini,ardından da “Şuh Nefes”in Murat Acar düzenlemesini dinliyoruz ve 52 dakikayıtamamlayan albüm sona eriyor. Güzel hesap çünkü 33’lük plakların bir yüzü enfazla 26 dakika olabiliyor. Yani albüm bir dakika fazla olsa tek plağasığmayacak. E bunun hesabını yapmak da şart. Her şey paşa gönlün uyarıncaolmuyor işte.

Tabii ki (Tanrı korusun) Kraliçe Serçe’nin elinden,dilinden, sesinden nice şarkılar dolusu kahve içmişliğimiz var. 40 yılı çoktanaştı, 50 yıla ulaştı hatırı. Belki sözünün üstüne söz söylemek de abesleiştigal bu saatten sonra. Hani nasıl diyordu Şener Şen, “Kibar Feyzo” filminde:“Ağanın…”

Ama işte dilin kemiği yok. Kalbin de. Başında da dedim ya,bu albüm beni hiç heyecanlandırmadı. Belki heyecan duyularak yapıldığına dairen ufak bir hisse kapılsaydım dinlerken, aynı şeyi söyleyemezdim. Belki o zamanben de albüm çıktığından bu yana kırkı da aynı havadan kırk türkü söyleyen teksesli koroya katılır, ayılır bayılır, bulduğum ilk gezi teknesine atlar, aşıboyalı Yalı’nın önünde nazlı nazlı seyrederken, fonda son ses “paşa gönül”şarkılarıyla bayrakları açar, hazır ola geçer, cephe selamına dururdum. Yapardım,bilirsiniz.

Herkesin Sezen’i kendine tabii ama ne çare bendeki Sezen budeğil. Haklı olmak uğruna manaları unutanlar, belki de hatırlamaktan yorgundurlar.Kim bilebilir kimin hâlini? Ve dahi iç hisseder hakikat sırrını. Sürçülisan ettiğimdenşüphe duysaydım, bu yazıyı “affola” diyerek bitirmek isterdim.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 26, 2025 08:24

July 10, 2024

Tarkan Kurtlar Sofrasında

 TARKAN - "KUANTUM 51"


Tarkan'ı öncelikle günün avam tarz ve türlerinden uzakdurduğu, "rap"çilerle filan iş birliği yapmadığı,"sound"unu güncellerken kendi tarzının dışına çıkmadığı içinalkışlamamız gerekiyor. Gerisini sonra konuşuruz.

Böyle bir şey yazdım X’e. Yeni Tarkan albümünü ilkdinlediğimde, edindiğim ilk izlenimlerden biriydi bu. Başka izlenimler de vardıkuşkusuz ama onlardan emin olmak için albümü uzun uzun dinlemem gerekiyordu.Zaten sosyal medyada albüm/şarkı eleştirisi yapmaktan mümkün olduğuncakaçınmıştım yıllardır. Zamanın ruhu her şeyi alabildiğine çabuk ve kısa yoldansöylemeye mecbur ederken bizi, okuduğunu anlama yetisini almıştı elimizden vekısa olsun diye önü arkası kurulmamış fikir cümleleri çoğunlukla yanlışanlaşılıyordu.


Nitekim Tarkan’ın yeni albümü hakkındaki bu bir cümlelik ilkizlenimim de aldı yürüdü. Doğru anlayan kaç kişiydi bilmiyorum. Beğenenler,paylaşanlar sahiden kurduğum cümleyi mi beğenmişti yoksa Tarkan’ın yenialbümünü övdüğüme mi kanaat getirmişti ona emin değilim ama verip veriştiren,laf sokanlar kesinlikle öyle düşünüyordu, o belliydi. Çünkü herkes fikirlerikalın cümlelerle duymak ve fikrin sahibini kendi tarafında görmek istiyordu. Neredeyseyirmi beş yıldır sayısı bini aşkın müzik eleştirisi (fikir yazısı) yazmış (vehep uzun uzun, ince ince yazmaktan hiç vazgeçmemiş) benden bile beklenen buydu.


Ben Tarkan’ın albümünü övmedim. Öve de bilirim, o ayrı. BenTarkan’ın albümünü yaparken tuttuğu yolu övdüm. Çünkü evet, 50 yaşını devirmiş,devirirken de ülkede son 30 yılın popüler müziğine damga vurmuş ve hayatıboyunca “hip hop” sularına hiç yakın olmamış birinin Z kuşağına yaranmak adına“rap”çilerle iş birliği yapması sadece acizlik ve çaresizlik göstergesi olurdubence. “Rap”in bu kadar popüler ve dejenere olmadığı dönemde Burcu Güneş,Candan Erçetin ve Sezen Aksu’nun Ceza’yla yaptığı harikulade şarkılar hiç öyleolmamıştı mesela. Orada yenilikçi bir tavır ve çemberin dışına çıkma cesaretivardı çünkü. O gün çemberin dışına çıkmak sayılabilecek şey bugün içine girmeyeçalışmak anlamı taşıyor ne çare.


“Rap”in gerçekten bir alt kültür olduğu, yaşadığımızkentlerin arka sokaklarını, o sokakların çoğunlukla bilmediğimiz, haberdarolmadığımız dünyasıyla, diliyle bizi tanıştırdığı, bir tepki, bir çığlık, hattabir direniş ve karşı duruşu simgelediği zamanlardan bugüne çok şey değişti. Süreklilüks arabalardan, nasıl kazanıldığı belirsiz paralardan, ne maksatla yapıldığıaşikar gece gezmelerinden bahseden, alabildiğine cinsiyetçi bir dille kadını aşağılayan,kadına kalçalarınca değer veren, sevmeyi “manita”cılığa ve fütursuz sekseindirgeyen, madde kullanımını üstü örtülü ya da apaçık bir biçimde öven ve öfkeyi,şiddeti, kavgayı telkin eden, üstelik tüm bunları asla Türkçe’ye ait olmayanbir dilbilgisi, telaffuz ve diksiyonla, bolca küfür ve edepsiz kelimeyledillendiren “rap” şarkıları (yani bugünün listelerden düşmeyen “rap işleri) ayanbeyan ortadayken bizim bildiğimiz “rap kültürü”nden bahsetmek imkânsız. Çünkü okültür bu kültür değil. En azından bu ülkede değil.  

Her şeye rağmen, hâlâ gerçek “rap” yapanları tenzih edereksöylüyorum tüm bunları. Her genellemenin içinde mutlaka istisna payı saklıdır.


Yazının başında alıntıladığım cümle nedeniyle Tarkan’a“şakşakçılık” yaptığımı söyleyenler de oldu. Bilen bilir ama bilmeyenler içinhatırlatmak gerekiyor demek ki. Bunca yıldır yazılarım nedeniyle sektördekazandığım tanınırlığın özel hayatımda hiçbir karşılığı olmadı. Olmasını bizzatben istemedim çünkü. Müzik ortak paydası dışında ahbaplığım olan ve sayısı beşibile bulmayan kişi dışında hiçbir ünlü şarkıcıyla, aynı masada oturup yemiş içmişliğim,onu bırakın, bir kahve içmişliğim, aynı fotoğraf karesinde samimiyet pozlarıvermişliğim yok. Kimseyle enseye tokat olmadım, olmaya da heves etmedim. Hemmüziğini hem de kendisini çok sevdiklerimi, yakın hissettiklerimi bile hepbelli bir mesafeden takip ettim.


Yıllardır davet edilen lansman, basın toplantısı, konsergibi etkinliklere hep seçerek, hakkında yazmak niyetimi göz önünde tutarakgitmişimdir. Gittiklerim davet edildiklerimin beşte biri bile değildir.

Hâlâ bir müzisyenle röportaj yapmak istediğimde kendisinideğil basın danışmanını arıyorum. Bir tek kişi de çıkıp “Yavuz Hakan Tok beniiş için, röportaj için ya da bir program için değil, sadece muhabbet etmek içinaradı,” diyemez ki zaten yakın çevrem bilir, telefonla konuşmaktan çok sıkılırım. 

Son bir buçuk yıldır yaptığım radyo programına konuk ettiğimisimler sayesinde müzik çevrelerinde kredimin benim zannettiğimin çok dahaüstünde olduğunu fark ettim. O krediyi hiç kullanmadığım için bunca yıldırfarkında değilmişim. Hâlâ kullanmıyorum. Hiçbir zaman “ünlülerin yakınarkadaşı” o kişi olmadım, bu saatten sonra olmak niyetinde de değilim.            


Dolayısıyla birini ya da birinin yaptığı işi överek,gereğinden fazla yücelterek varacağım bir yer yok. Ha şunu da söyleyeyim.Yıllar içerisinde yaptığım bunca iş arasında bana en az maddi getirisi olanmüzik eleştirmenliği oldu. Yazılarımın büyük kısmını zaten kendi hesabımdan (“blog”umda)yayımladım. Gazete ve dergilerin telif ücretlerinin sembolikliğini zaten bilenbilir. Bir fenomen eskisinin zamanında yaptığı gibi üç ünlüyle tanışıp, şöyleveya böyle çevrelerinde dolanıp, sonra o zavallı hikâyeleri derme çatma birkitaba dönüştürmeyi ise aklımın ucundan bile geçirmedim.

Tabii ki yazılarımda objektiflik kadar öznellik de vardır.Eleştiri tam da böyle bir şeydir. Tarafsız olmak adına dümdüz, yorumsuz yazılanyazı eleştiri değil, haber olur. “Fikir yazısı” ise, adı üstünde öznellikiçerir. Yazanın bilgi, birikim, deneyim, beğeni ve algısının bir tezahürüdür.“Acaba bu konu hakkında ne düşünmüş?” diye merak eder, öyle okursunuz.Yazdıklarına katılırsınız, katılmazsınız, haklı bulur ya da bulmaz, değer verirya da vermezsiniz, o sizin bileceğiniz iş. Sonuçta kimin fikirleri mutlakdoğruyu gösterebilir ki? Mutlak doğru var mıdır? 

Uzun lafın kısası “şakşakçılık” lafı beni öldürmek içinkullanılabilecek en yanlış silah. Sıradakine geçelim.


Yazının en başındaki cümleyi kurmamın üzerinden birkaç gün geçti.Ben bu sırada Tarkan albümü biraz daha dinledim. Kaleme alınacak başka cümlelerbirikmeye başladı yavaş yavaş. Sonra aklıma Tarkan’ın “Geççek” şarkısı içinyazdığım yazının korkunçluğundan bahseden o yorum geldi. İddiaya göre Tarkan’ınson dönemlerinde beklentilerini karşılayamamasının sebebi ben ve benimgibilerin yaptığı böylesi olumlu yorumlarmış. Yanlış mı hatırlıyorum diye açtımyazıyı tekrar okudum. Ve ne oldu biliyor musunuz? “Geççek” yazısında Tarkan veşarkı hakkında takıldığım detayları, yazdığım olumlu ya da olumsuz eleştiricümlelerini yeni albümü için de büyük yüzdeyle birebir kurabileceğimi gördüm.


Mesela yazının başlangıç paragrafları:

Tarkan bir şarkı yayımladı, ortalık karıştı. Niye öyleoldu? Cevabı basit aslında: Çünkü o Tarkan.

Bir kere çok uzun ara verdi. Pop müzikte bir starın bukadar uzun ara vermesi feci riskli bir durumdur. Çünkü popüler müzik hiçyerinde durmaz, sürekli devinir, değişir. Dengesizdir, tutarsızdır,öngörülemezdir pop müzik. Siz “Dur bir evleneyim, bir de çocuk yapayım, amançocuğumu büyüteyim, azıcık tütü giyeyim,” filan derken bir dönüp bakarsınız eniyi yaptığınız şey hiç bilmediğiniz bir şeye dönüşmüş. Ne olacak şimdi? Ayakuydursan bir dert, uydurmasan ayrı dert.

Yani Tarkan bu kadar uzun bir aradan sonra ne yaparsayapsın ya “Nerede o eski Tarkan?” diyeceklerdi ya da “Ohooo Tarkan da çok eskidekalmış!” Zamana ayak uydurayım derken komik duruma düşmekle zamana ayakuyduramamak aynı efekti yaratır çünkü: İki uçlu otlu değnek. Üçüncü biralternatif yok muydu peki? Vardı elbet ama zordu. En çok da bu yüzden, herkesgibi ben de bütün önyargılarım cebimde, merakla bekliyordum Tarkan’ın yenişarkısını.

Bu cümlelerdeki “şarkı” kelimesinin yerine “albüm”kelimesini koyarsanız, pekâlâ yeni albüm yazısının da girişi olabilir. 


Şimdi yine“şarkı” yerine “albüm” koyarak devam edelim.

Tabii bilgisayar başındayım ya o an, şarkıyı dinledim,klibi izledim ve hemen şöyle bir baktım sosyal medyada ne yorumlar yapılıyordiye. On beş dakika ya geçmişti ya geçmemişti.

“Kötü…”

“Çok kötü…”

“Tarkan bunu senden beklemezdim.”

“Tarkan’ın şarkısı büyük hayal kırıklığı…”

“Tarkan vurdu gol oldu!”

“Tarkan farkı.”

E birebir aynı cümleler olmasa da albümün çıktığı gece debenzer yorumlar yapılmadı mı? Yapıldı.


Fikrini beyan ettin, kamuoyuna demecini verdin,rahatladın. Tamam. Artık seninle aynı fikirde olanlardan oluşan bir kitlen var.Gelsin beğeniler, “retweet”ler. İster ilk cümleden yürü ister ikinciden, farketmez. Mühim olan bir kutupta durmak, yerini göstermek. Bu, şarkıdan, türküden,Tarkan’dan Markan’dan bağımsız bir durum aslında. Bu, içinde bulunduğumuz çağındelilik hâli.

“Fikir de mi beyan etmiyek yani napak?” dediğinizi duyargibiyim. Edeceksiniz tabii; sosyal medya, en çok da Twitter bunun için var amaşu beğenme ya da beğenmeme, övme ya da yerme halleri çoktandır şirazesindenkaymış olabilir. Gerçi konumuz o değil. Elbette herkes istediğini söylesin,parmağının ucuna geleni yazsın, buna itiraz eden de evvel ahir “boomer” olsun,rahmetli Demirel’in tabiriyle “demokraaaaasi” böyle bir şey.

O zaman bu zaman Twitter X oldu ama bahsettiğim delilik haliazalmadı, aksine arttı. Hatta o kadar arttı ki üreten, besteleyen, yazan,çizen, şarkı söyleyen herkesin hevesi kaçtı. Deriniz ne kadar kalın olursaolsun (ki insanız sonuçta) hakkınızda ya da ürettiğiniz şey hakkında sosyalmedyada yapılan şuursuz, akıl dışı, mantık dışı, cahilce ve hakaretamizyorumlar bir yerden sonra neyi, ne için, kimin için yaptığınızı sorgulatıyorsize. Üzerine ince ince düşünüp, bin bir emek verdiğiniz ama daha da önemlisi okadar ince düşünebilmek ve o emeği sarf edebilmek için upuzun yollardan,yıllardan, düşmelerden kalkmalardan geçtiğiniz üretiminiz beş dakika içindeüzeri çizilip, karalanıp, tu kaka edilebiliyor. Çoğunlukla da bunu o geçtiğinizyollardan, yıllardan hiç geçmemiş, sizin ceketinizi hiç giymemiş birileriyapıyor. Geçse/giyse zaten yapmaz. Bu kadarı yetmezmiş gibi bir de anlamlandıramadığınızbir öfkenin hedefi haline geliyorsunuz.  

Sonra yeni bir şey yapmak istediğinizde buna ne derler,bunun burasına ne tepki gösterirler, şuna bir laf ederler mi derken birbakıyorsunuz, yeni bir şey yapmak gelmiyor içinizden. Ben yazı yazmakistemiyorum, beriki şarkı yazmak istemiyor, ötekinin içinden bir fotoğraf çektirmekbile gelmiyor.


Neyse… “Geççek” yazısından alıntılara devam edeyim.

Mahallenin bıçkın delikanlısı, kıvrak ritimlerin işvelierkeği, alaturka nağmelerin zarif beyefendisi… Tarkan bu üçgenden çıkmak içingeç bile kalmıştı.

Evet, hâlâ aynı şekilde düşünüyorum. Sonra da demişim ki:

Cilve yapmıyor, nağme yapmıyor, “vibrato” yapmıyor.Mahalledeki kıza laf atmıyor, aile büyüklerinin elini saygıyla öpmüyor, göbekatıp gerdan kırmıyor. Dördüncü bir köşe açıyor kariyerinde. Mahallenin sırtsıvazlayan, umut veren, destek olan güzel abisine oynuyor. Bunu yaparken debilgeliğe, bilgiçliğe soyunmuyor haliyle konumu (ya da donanımı) gereği. Birpopstar olduğunun bilincinde çünkü. Birdenbire Bülent Ortaçgil’e dönüşecek hâliyok.

Şimdi hemen açın albümden “Enseyi Karartma”yı dinleyin.“Geççek”deki Tarkan’ı orada da bulacaksınız. Albümün en cilveli şarkısı“Olay”da bile “Bizden geçti bu işler mirim,” diye düşünen, son ana kadar gemiazıya aldıktan sonra “Atın ölümü arpadan olsun,” diyen yani genç yaşların gözükaralığında değil orta yaşların temkinliliğinde bir adam var. Bu adam “Yakalarsam…”diyen o delikanlı değil artık. “Yo” da yürekten sevmenin teminatını veren adam da“Seviş Benimle” diyen genç adamdan daha ağır, daha oturaklı. Hatta “İllallah” ve“Sorma Gitsin”de “Batsın Bu Dünya” türevi bir ‘70’ler Orhan Gencebay abiliğibulmak bile mümkün.  

Ve evet bu albümde de en alaturka şarkıda bile o meşhur “vibrato”larınınaltını epeyce kısmış bir Tarkan var. Hatta belki de “eskisi gibi değil”diyenler farkında olmadan en çok bunun eksikliğini hissediyor da olabilirler.  


Dikkat edin, ne demişim? (“Şunu demek istedim”li cümlelerkurmak zorunda kalmak da ne tuhaf!) Demişim ki “Bilgeliğe, bilgiçliğesoyunmuyor haliyle konumu ya da donanımı gereği.” E ben daha ne diyeyim? Mealen“Daha ince, daha derin sözler yazmaya Tarkan’ın donanımı yetmiyor,” demişimişte. Yetse bile konumu gereği o riski almaya cesaret edemiyor. Çünkü yüzebildiğisular belli. Oralarda yüzmüş yıllar yılı. Daha derine atlarsa boğulacağınıdüşünüyor. Bu bir eleştiridir. Övgü değildir.


Dünyada popüler müzik her koldan ilerlemeye devamederken, Adele’inki gibi “old school” bir “sound” bile olaylar yaratır,milyonlar satarken bizim memlekette günün popüler müziği sadece “rap”, “trap”, “R&B”,“hiphop”tan ibaretmiş, ötesi hep demodeymiş gibi algılanıyor, yazılıpçiziliyor. Bizim çabuk sevip çabuk vazgeçen çocuk ruhumuz, ayran gönlümüz vebir türlü kendisi olamamış, hep nereye çekilirse oraya gitmiş beğenikriterlerimizde son durum bu. Allah’tan Ozan Çolakoğlu doğru bildiğini yapanmüzisyenlerden.   

Bakın bu paragrafta yazdıklarım da birebir bu albüm içinyazılabilir. Ozan Çolakoğlu’ndan başka aranjörler de var albümde ama hepsiTarkan müziği sınırları dahilinde, yani olması gerektiği gibi yapmışlarişlerini. Ben kendi tarzı, meşrebi içinde gayet iyi düzenlemeler duyuyorum albümde.Teknik olarak da son derece temiz. Ev stüdyolarından çıkmış kötü mikslenmiş,ucuz işlere mi alıştı kulaklar, ne oldu? Beyonce “country” albümü yaptıarkadaşlar. Bir nevi türkü albümü yani. En modern, en yeni “sound” diye bir şeyyok. Kaldı ki bugünlerin yenisi ‘80’lerin eskisi mesela, onu ne yapacağız?


Ve “Geççek” yazısının son paragrafı:

Kuşkusuz “Geççek” Tarkan’ın en iyi şarkısı değil. Gençyaşlarından itibaren “iyi şarkı” kategorisine rahatlıkla koyabileceğimiz “KışGüneşi”, “Biz Nereye?”, “Beni Anlama”, “Sevdanın Son Vuruşu” gibi şarkılarsöylemiş, kimilerini de yazmış, bestelemiş biri Tarkan. Öte yandan Tarkan “KılOldum Abi”, “Hepsi Senin mi?”, “Şımarık” gibi şarkılarla da Tarkan oldu.Zamanında her biri çok ama çok eleştirildi, yeni nesil bilmez. Onlar da kötübulundu, ucuz bulundu, basit bulundu kimilerince. Tartışma programlarında değilbelki ama köşe yazılarında tartışıldı, “Müzik nereye gidiyor, Türkçe nereyegidiyor?” soruları, ciddi endişeler, karamsar kaygılar havada uçuştu. Sonuçtane oldu? Bugün hâlâ o şarkıları dinliyor, dinlerken eğleniyoruz. “Geççek” de okategoriye girer ya da girmez, onu zaman gösterir, o ayrı.

Evet, hatırlayanlar çok iyi bilir ki “Hepsi Senin mi?” de“Şımarık” da zamanında sevildiği kadar tepki de görmüş şarkılardı. Hele “KılOldum Abi” yerden yere vurulmuştu. Çünkü o zamanın ruhunda toplumun büyükkesimi tarafından basit ve ucuz bulunmuş şarkılardı onlar. Bugün onları “iyişarkı” diye anıyor olmamız bu gerçeği değiştirmiyor. Yani iyilik kötülükyargıları da zaman içerisinde değişebiliyor, onu demek istiyorum. (Bu lafıkullanmaktan nefret ediyorum ama mecbur kullanacağım) Anladınız mı?


Peki biz nicedir moraller bunca kurşun gibi ağırken,asaplar bu kadar bozuk, sinirler bu kadar laçkayken “Geççek”le niye azıcık daolsun eğlenemiyor, neşelenemiyor, mutlu olamıyoruz? Beğenmeyenler beğenenleriıslak odunla dövsün mü, iyi bulanlar kötü bulanları alnının çatından vursun mu?Nasıl yapalım?

Evet yine soruyorum: Nasıl yapalım? Herkesin albüm yapmaktanöcü gibi korktuğu, zamanını, emeğini ve parasını boşa harcamak istemediği,dahası herkesin pop yapmaktan öcü gibi korktuğu, demode damgasını yemekistemediği bir dönemde önümüze şıkır şıkır, on yeni şarkıdan oluşan bir albümkonmuş. İçinde herkesin kendince sevdiği de olabilir sevmediği de.Sahiden demode kaçan şarkı da vardır, belki yeni bir öneri sunan da. Öncedinlesek mi biraz? Sonra mı deşsek, eleştirsek? Boşuna “gerisini sonrakonuşuruz,” demedim. Konuşacağız elbet. Hatta hadi gelin şimdi konuşalım.


Popüler müzikte adınızı yeni duyurmaya başladığınızda aynıişi yapan herkesten farklı, benzersiz biri olmak büyük bir avantajdır. Ne varki bu sonsuza kadar sürmez. Bir süre sonra mutlaka sizin benzersizliğiniziörnek alarak size benzemeye çalışan birileri çıkar. Başarılı olur ya da olmazama öyle ya da böyle siz eşsiz değilsinizdir artık. İşte o noktada hemen rotayıdeğiştirmek, başka formüller bulmak gerekir. Bunu yapmazsanız bir süre sonrasiz de size benzemeye çalışanlardan birine dönüşür, bir anlamda kendinizintaklidi olmaya başlarsınız. Tabii size benzeyenlere bir gol atmak ve yinebenzersiz kalabilmek de o kadar kolay değildir. Rotayı tamamen ters yöne kırmakbu defa tanınmayacak hale gelmek, insanların sizi sevme nedenlerini yok etmek gibibir risk de taşıyabilir. Tarkan’ın işvesini, cilvesini, edasını bu anlamda ZekiMüren, Türkan Şoray gibi ikonların bizde yarattığı etkiyi yaratmasını sevdik,seviyoruz tamam. Tarkan’dan kötü çocuk olmaz. Nasıl ki Türkan Şoray’dan kötükadın olmazsa. İşte tam da bu yüzden Tarkan’da “rap” ve türevleri işlemez.


Peki hem kendi gibi kalıp hem nasıl değişecek? Daha önce desöylediğim gibi bu albümde kendi gibi kalma meselesi doğru işliyor ama değişim konusundayukarıda detay detay anlattığım gibi ilk bakışta fark edilemeyecek kadar azadım atmış, son derece ürkek ve tedirgin davranmış Tarkan. Bunun ana sebebi ne“sound”, ne Tarkan’ın hali, tavrı, ne başka bir şey. Bunun ana sebebi net birbiçimde şarkılar.  

Her durumda Sezen Aksu’yu örnek göstermekten ben desıkılıyorum artık ama verilebilecek daha iyi bir örnek yok. Sezen Aksu OnnoTunç’la birlikte en tozu dumana kattığı dönemde bile artık üçüncü, dördüncü birkişiye ihtiyacı olmadığını düşünmedi. Kendisi de şahane sözler yazabilirken AyselGürel’i hep yanında tuttu mesela. Onno Tunç büyük büyük besteler yapadururken SezenAttila Özdemiroğlu’ndan da vazgeçmedi. Ortaçgil’den şarkı aldı, Fuat Güner’den,Hümeyra’dan, Livaneli’den, Ali Kocatepe’den... Kendi müziğinin içineyedirebileceği her farklılığa hep açık kaldı. Dar bir çevrede, belirli birkaçisimle albüm yapmak yanılgısına hiç düşmedi. Şiirin peşine düştü, oradanşarkılar çıkardı. Arif Sağ’dan Goran Bregoviç’e uzandı ve sonsuz bir iştahla denedi,risk aldı, hatta bu uğurda bazen baltayı taşa da vurdu. Hiçbir zaman illa kendişarkılarımı yazıp söyleyeceğim diye bir inadı olmadı. 2017’de yayınlanan sonalbümünde bile böyleydi bu ki bence bundan bugünün genç müzisyenleri de dersçıkarmalı.

Yukarıda bahsettiğim kendinin benzerine dönüşme meselesinide böyle aşmıştı Sezen. ‘90’larda bir yerden sonra ortalık minik Sezenciklerledolduğunda o, taklitlerinin bir benzeri ve kendisinin bir taklidi olmamanınyolunu bulmuş, “Deli Kızın Türküsü” albümünü yapmış, bir anlamda hepsine golatmıştı.


Peki Tarkan ne yaptı/yapıyor? Son dönemde parlamış oncaşarkı yazarı, müzisyen varken hepsini elinin tersiyle itiyor hatta görmezdengeliyor. Başka bir dünyada yaşıyormuş gibi. Buralarda ne olup bittiğini hiçtakip etmiyormuş gibi. Belki de sahiden öyledir, kim bilir?

Nasılsa Güler Özince sızmış bu kalın duvarların ardına. Onuda Tarkan’ın dijital platformlarda genç müzisyenleri gece gündüz dinleyip “Aaabak bu kız iyi şarkı yazıyor,” diyerek bulduğunu zannetmiyorum. GülerÖzince’nin şarkısı Tarkan’ın dört yanı hendekli kalesine kim bilir kimtarafından sokuldu da bir şekilde ilgisini çekti.

Sonuç itibariyle yedi yıl sonunda önümüze sunulmuş bir albümvar ve biz de Tarkan’a olan sevgimiz ve bizdeki hatırına binaen albümde nicedirdeğişmiş algılarımızın, müzik beğenilerimizin içine alabileceğimiz,sevebileceğimiz şarkı arıyoruz. Hadi şimdi şarkıları tek tek dinleyelim:


“Yo Yo”: Söz ve müziği Tarkan’a, düzenlemesi OzanÇolakoğlu’na ait. Tipik bir Tarkan şarkısı. Ritmi ve kıvraklığı nedeniylehareketli şarkı yokluğu çektiğimiz bu dönemde kulüplerde, orada burada çalınır.Açılışındaki senfonik hareket belli ki yeni Tarkan konserlerinde açılış şarkısıolsun, Tarkan sahnenin altından zırt diye yukarı fırlasın diye yapılmış.

“İllallah”: Sözleri Tarkan yazmış, bestede İskenderPaydaş’la Tarkan’ın ortak imzası var. Düzenleme de İskender Paydaş’ın. Girişini,ritmini, yürüyüşü hatta bestesini de sevdim ama sözler şarkıyı alabildiğineaşağı çekiyor. Basit bir formül vardır aslında: Bir şarkı bir eğlence yerinde,kalabalık bir mekanda çalındığında insanlar eşlik eder, bir ağızdan söyler midiye hayal edin. Ben bu şarkıyı dinlerken “Yaşamak mı bu saaaanki, oldukdüzenin köleeeesi” diye bağıra çağıra eşlik eden insanlar hayal edemiyorumasla. Hiçbir şekilde akmıyor sözler. Bir pop şarkısında düzenin kölesi olmaktanşikâyet edebilirsiniz elbette ama bunu öyle cümlelerle ifade edersiniz ki“düzen” ve “köle” kelimelerini kullanmanıza hiç gerek kalmaz. Bu biraz kör gözümparmağına olmuş.

“Olay”: Söz, müzik Tarkan, düzenleme Ozan Çolakoğlu imzasıtaşıyor. Bu şarkıda sözler su gibi akıyor mesela. Bir derinliği yok ama eşliğemüsait, melodi ve ritim de eğlenceli. Ve tabii ki yine ne eksik ne fazla, tipikmi tipik bir Tarkan şarkısı. Bence uzun vadede mekanlarda “Yo”dan bile daha fazlaçalınabilir.


“Şerbetli”: Sözler Günay Çoban, beste ve düzenleme TuraçBerkay Özer. Bu yazının yazıldığı günlerde halihazırda en çok dinlenen, sosyalmedyada etkileşim alan şarkı bu oldu. Bu arada ben de bir kuşağın “şerbetli” kelimesininanlamını bilmediğini görüp şaşkınlığa uğradım ama işte insan belli bir yaşagelince bildiği her şeyi kendinden küçük, çok küçüklerin de bildiği yanılgısınakapılıyor. Çare Google’da da değil demek ki. Güzel şarkı, klas şarkı ve muhtemelenalbümün kalıcı olacak şarkılarından biri.

“Müteşekkir”: Söz ve müziği Güler Özince’ye ait şarkı bu. DüzenlemeyiOzan Çolakoğlu yapmış. Düzenlemeyi çok sevdim. Şarkı da o başından beri yazıpçizdiğim hem aynı hem de farklı bir Tarkan formülüne en çok yaklaşan şarkıolmuş albümde. Tabii “Müteşekkir” ismini görünce ben de bir an herkes gibişarkıyı Sıla mı yazmış acaba diye düşünmedim değil. (O sırada Z kuşağı: Müteşekkirne demek, ENTER.)

“Darmaduman”: Sözler Tarkan’ın, beste Tarkan ve MuratMatthew Erdem’in. Düzenleme de Matthew tarafından yapılmış. Matthew’denbeklenmeyecek kadar arabesk tınılı bir şarkı. Akılda kalıcı bir melodi, melodiningerektirdiği türden bir düzenleme ama sözler yine sallantıda. Çok daha derin,ince, hatta şiirli sözlerle vurucu bir şarkı olabilirmiş oysa. (Emir Can İğrekvar mesela, basit ve akılda kalıcı şarkı sözlerine şiir nasıl sığdırılırın engenç örneklerinden biri.)

Sahi bir de niye Tarkan albümün neredeyse tamamında dubleşarkı söylüyor? Yani hiç net, tek bir Tarkan duymuyoruz, hep Tarkan’a eşlikeden bir Tarkan daha var. Eskiden Meral-Zuhal vardı, ikiz kardeşler. Tek sestenbirlikte şarkı söylerlerdi. Sesleri de benzerdi doğal olarak. Hah işte Tarkanda hep ikizi Tarkan’la söylemiş gibi şarkıları. Biliyorum bu bir son yıllardaçokça tercih edilen bir yöntem ama bu yer yer koro hissi veren “mix” tekniği bunabenzer şarkıların hüznünü, duygusunu eksiltiyor sanki.  


Yeri gelmişken şunu da söyleyeyim: Bir dönem sesine, şarkısöyleme biçimine hayran olduğumuz şarkıcıların yeni şarkılarında “eskisi gibideğil” diye düşünmemizin en önemli sebeplerinden biri de gelişen stüdyoteknikleri. Şarkıcılığı, sesi en yeterli, en zarar görmemiş isimler bilestüdyoda şarkıyı bir defada okuyup çıkmıyorlar artık. Bin kanal filanokuyorlar. Sonra o kanallardan kelime kelime seçilip birleştiriliyor ki bu işaranjörlüğün en önemli, en zaman alan parçası haline geldi yıllardır. Oysa eskistüdyo teknolojilerinde en fazla üç beş yer zorunlu hallerde yeniden okunur,gir çık yapılırdı. Şimdi bu zorunluluk olmaktan çıkıp bir gelenek, bir kuralhaline geldi. Eğer çok dikkat ederseniz, hassas da bir kulağınız varsa şarkıdakelimeler arasındaki duygu bağlantısızlığını, rezonans farklılıklarınıduyabiliyorsunuz. O kadar ince dinlemiyorsanız ya da dinlediğiniz ses sistemi(mesela telefonlar) o farkı hissettirmiyorsa da bütünde bir tatsızlık, birduygu kopukluğu, bir akışkanlık eksikliğini bilincinde olmaksızın alıyor kulak.Ondan sonra da diyoruz ki: “Eskiden daha çok etkilerdi beni Tarkan’ın sesi,içim titrerdi ama yeni şarkılarında hiç öyle olmuyor.”


Geldik kasetin (ya da plağın) B yüzüne.

“Ayrılık Töreni”: Aysel Gürel’in şarkı sözlerini Tarkan bestelemiş,düzenlemeyi ise Ozan Çolakoğlu yapmış. Bu şarkı sözü aslında 2021 yılında ilkkez Hakan Yeşilkaya tarafından bestelenmiş ve o şarkıyı Ömür Gedik söylemiş.Tarkan’ın bestesinde ise sözlerde yer yer değişiklikler var. Mesela"Karaladım resimde gülen yüzünü, bu sevda bir avuç kağıtta bitti” cümleleriÖmür Gedik versiyonunda yok. Onun yerine “Dört duvar sağır dilsiz hüznümü,boşluğa bıraktım bir ömür bitti” cümleleri var. Bilmiyorum artık orijinalihangisi. (Ki Müjde Ar’ın annesinin şarkı sözlerinin değiştirilmesi konusundaçok hassas olduğunu biliyoruz. Sezen Aksu Sertab’ın “Ateşle Barut”una birdörtlük ilave etmiş, bunu duyan Müjde Ar küplere binmiş ve şarkı apar toparyayından kaldırılmıştı hatırlarsanız.) Hakan Yeşilkaya’nın bu sözlere yaptığıbeste klasik formda ve düşük tempolu iken Tarkan ters köşe yapmış ve şarkıyıyüksek tempolu bir dans şarkısı gibi tasarlayıp adeta ikinci bir “Sevdanın SonVuruşu”nun peşine düşmüş. Pek yakınından geçememiş ama ben yine de sevdim buşarkıyı.

“Kalpte Savaş”: Söz ve müziği Tarkan’a, düzenlemesi AteşBerker Öngören’e ait bir şarkı. Yukarıda bir yerlerde bir Orhan Gencebay lafı etmiştim.Hah işte bu şarkı daha ilk dinlediğimde, oracıkta bir ‘70’ler Orhan Gencebayşarkısı hissi yarattı bende. Şayet daha ilk cümlesinde “Acı çekmekten zevkalmaya programlanmışız arkadaş” demeseydi nispeten daha sıcak hisler besleyebilirdimşarkıya. Bir de madem böyle bir şarkı yaptın, hakkını ver, şaşırt bizi. Koykemanı, klarneti, kanunu, yaylıları, vurmalıları, seyreyleyelim gümbürtüyü ama oda yok ne çare.


“Çınar”: Yine Aysel Gürel’in sözleri bu defa Serkan İzzetÖzdoğan tarafından bestelenmiş, düzenlemeyi ise Mert Kemancı yapmış. Bu şarkısözü (ya da şiir) Aysel Gürel’in ölümünden sadece 15-20 gün kadar önce hastaneodasında, o hasta haliyle karaladıkları arasındaydı. O dönem böyle yeni şarkısözlerinden besteler yapılmış ve “Çınar 1” adında bir albüm çıkarılmıştı. İştealbüme adını veren “Çınar” bu şiirdi ve albümde Müjdat Gezen tarafından şiir olarakokunmuştu. Tarkan o şiirin dizelerindeki bilgeliği, görmüş geçirmişliği, gönlüyüceliği ve elbette dil ustalığını alaturka bir besteyle yerine oturtmuş. Gençbir şarkı değil haliyle ama alan kendi payını alacak ve belli bir yaşa gelmişya da gelen herkes bu şarkıdan bir şekilde etkilenecek bence. Yaşımı bellietmek gibi olmasın ama ben etkilendim mesela.

“Enseyi Karartma”: Söz ve müziği Tarkan’a ait bir şarkı. DüzenlemesiAteş Berker Öngören imzası taşıyor. Albümde en sevmediğim şarkı. Yine didaktik,kör gözüm parmağına şarkı sözleri. Tamam Tarkan “Geççek”te mahallenin sırt sıvazlayangüzel abisi olmaya soyundu soyunmasına ama o bir nebze daha sempatikti. Bir abibana bu cümlelerle gelse şahsen “Dayı bi’ git işine ya,” derim, kaçarım oradan.“Bir paket sigara olmuş 70 lira, sen bana ‘enseyi karartma’ diyorsun! Ayrıca dertleribir o yana bir bu yana çalkalamak nasıl bir tavsiyedir? Bu mudur çözümün yani?”Şaka bir yana, ritmi oynamaya çok müsait olsa da pek eğlence yerlerindeçalınacak bir şarkı olmayacağını düşünüyorum. (O sırada Z kuşağı: Enseyikarartmak ne demek? ENTER)


“Sorma Gitsin”: Sözleri Günay Çoban, bestesi Tarkan’a ait buşarkının düzenlemesini yine Ateş Berker Öngören yapmış. Günay Çoban çok iyişarkılara imza atmış, iyi bir şarkı sözü yazarıdır. Bunu tartışmam ama albümde eskinesil dertlenmelerle çatılmış (ve nedense hep çoğul) cümleler birden fazla kezkarşımıza çıkarken bu Günay Çoban sözlerinde de çıkmasını yadırgadığımısöyleyebilirim. Yüzümüze bir türlü gülmeyen kalleş hayat, çilesi bitmeyendevran, kaderin çizdiği yol yüzünden habire düşerek kedere kul olmamız derkenhayat kavgası, kurtlar sofrası filan gelince peşi sıra, bir “N’oluyoruz?” diyesoruyor insan. Orhan Gencebay’a saygı selamı bir tık fazla olmadı mı? Şarkınınmelodisi de haliyle arabesk nağmelerden geçiyor. Sanki şu yeni nesil arabeskfuryasına bir parça yakınlaşmak isterken eski nesil arabeske düşmüş Tarkan’ınyolu ki alaturka çok oldu ama arabesk pek olmadı bugüne dek Tarkan. Bence budurum albümün en büyük defosu.

“Vatanımsın”: Söz ve müziği Tarkan’a ait bu şarkıyı AteşBerker Öngören düzenlemiş. Ben bu şarkıyı sevdim. Hoş, serin, naif, karmaşıkyollara hiç sapmayan, basit bir aşk şarkısı. “Beni Çok Sev”i hiç sevmemiştim,çok hesaplı, çok formüle gelmişti ama bu kez öyle olmamış. Bence uzun vadedealbümün akılda kalan şarkılarından biri olur, hatta eline gitarını alan söyler,videosunu çeker, YouTube’a yükler, demedi demeyin. Çünkü basit her zamançalışır.


Evet her bir şarkı hakkında kendi görüşlerimi yazdım. Altınıçiziyorum: “Kendi görüşlerimi”. Aynı fikirde olmamamız beni bozmaz. Sizi debozmasın, olur mu? Şahsen ben herkesin aynı fikirde olduğu bir dünyada yaşamakistemem.

Özetle Tarkan şaşırtmıyor, “Oha” hiç dedirtmiyor ama bence “Kötü,çok kötü, berbat, Tarkan bitmiş!” filan da değil. Albümü çok dinledim. Bazıalbümleri dinlerken bende o an bir şeyler yapma, bir şarkı yazma, bir resimyapma, bir heykel yontma, bir film çekme hisleri uyanırdı eskiden. Galiba “ilhamverme” denilen şey tam olarak bu. Nicedir hiçbir albüm bu hissi uyandırmıyor.Geçenlerde bir Kalben konseri izledim, o gece o konser uyandırdı mesela. Ama “Kuantum51” uyandırmadı. Bu bir ölçüt müdür, onu da bilmiyorum.

Bence Tarkan’ın önünde iki yol var şimdi. Ya konfor alanınıniçinde kalmaya devam ederek, bunca yıldır yaptıklarının ekmeğini yiyecek ya daartık şöyle bir silkinip, toparlanıp yaptıklarının en iyisinin bu kadarolmadığını gösterme gayretine girecek. Ben her şeye rağmen ikinci yolu seçmekiçin geç olmadığını düşünüyorum.

 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 10, 2024 10:48

May 29, 2024

Kim, Ne Demiş?

ZEYNEP BASTIK NE DEMİŞ? 


Zeynep Bastık Sober dergisine verdiği röportajda şöyledemiş:

“’Cover’ şarkılar söylemem ve kendi şarkılarım yokmuş gibidavranılması çok büyük bir linç konusuydu benim için.”

2014 ve 2017 yıllarında vasat iki şarkı yayınlanmış, adısanı bilinmeyen bir genç kızken, 2018’de “cover” videolar yayınlamaya başladıve ne hikmetse birdenbire izlenme sayılarında 50 milyonlar, 100 milyonlarhavada uçuşmaya başladı. 2018-2019 yıllarında sosyal medyada ve ekşi sözlükgibi çeşitli internet platformlarında “Zeynep Bastık şöyle şahane, böylemükemmel,” türevi yorumların ardı arkası kesilmedi. Hatta o yorumlarda “ZeynepBastık bugünün Sezen Aksu’sudur” bile dendi!


Müzik sektöründe dirsek çürüten herkes bilir ki böyle şeylerdurduk yerde olmaz. Zeynep Bastık son derece planlı, programlı, hesaplı vekitaplı bir şekilde, bir proje olarak yaratıldı ve piyasada bir “star” olduğualgısının oluşturulabilmesi için ne gerekiyorsa yapıldı.

İlk Harbiye konserlerinde biletlerin “sold out” olduğu vemerdiven biletlerinin satışa çıktığını Biletix, Instagram hesabından duyurdu.Biletix ne öncesinde ne de sonrasında başka bir şarkıcı için hiç böyle birduyuru yapmadı. Keşke ekran görüntüsünü alsaydım ama almamışım zamanında.

Benzer bir şekilde Spotify Instagram hesabında sadece birhafta-10 gün içerisinde dört kez Zeynep Bastık paylaşıldığını biliyorum ki şimdilerdebakın, Spotify’ın bir tek şarkıcıyı parlatmak gibi bir politikası hiç yok,aksine o hesaptan mümkün olduğunca dengeli paylaşımlar yapılıyor.

Gelin görün ki Bastık’ın kerameti kendinden menkul birbiçimde “star”lığa oynadığı o dönemde, yani 2017-2020 arasında yayınlanmış (kiben de dayanamayıp “Zeynep Bastık Bilmem Kimin Veliahdı” başlıklı bir yazıyazmıştım o günlerde) “cover” olmayan beş solo ve iki düet şarkısı vardısadece.


Elbette benzeri planlar, yoktanyere bir “star” yaratma projeleri müziğin endüstrileştiği ülkelerde yıllardıryapılıyor, yapılmakta (Taylor Swift örneğinde olduğu üzere) ve ticari bir ürünüpazarlama maksadıyla yapıldığı düşünülürse, kendi içerisinde (doğru ya da yanlış) bir mantığı olduğu da söylenebilir. Şahsi düşüncem Zeynep Bastık meselesindedozun bir hayli kaçmış olması, etik değerlerin aşılması. Üstüne üstlük ticaretmantığında bile kabul edilemeyecek bir biçimde tüketicinin yanıltılması vehaksız rekabet ortamının yaratılması.  

Yani kimse kimseyi ve kendinikandırmasın. Meselenin “cover” meselesi olmadığını herkes biliyor. ZeynepBastık zamanında onun için yaratılan illüzyona zaman içerisinde kendi deinanmaya başlamış olabilir ama işin aslı öyle değil.

EDİS NE DEMİŞ?

 


Edis, Instagram hesabında Galatasaray şampiyonlukkutlamasındaki şovundan görseller paylaşırken şöyle demiş:

“Bam bam bam.”

Alıntı yaptığı şarkısı “Çok Çok” 2017 yılında yayınlanmıştı.Hâlâ Edis’in en sevilen şarkılarından biri. Galatasaray şampiyonlukkutlamasında, 19 Mayıs kutlamasında, 30 Ağustos kutlamasında, hepsinde hâlâ buşarkıya da yer veriyor. Ne yalan söyleyeyim ben de nerede duysam hâlâ eşlikediyorum. Yanı sıra “Yalan”a, “Dudak”a, “Benim Ol”a da.


Norm Ender “Konu Kilit” adlı şarkısında “Yeni bir Tarkanolamıyor mı Edis Görgülü?” dediğinde oradaki ironiyi herkes işine geldiği gibianladı. Edis bile. Olay Tarkan'a benzemek değildi oysa. Biz bir kesim,müzikle fazladan haşır neşir dinleyici, Edis’in yeni Tarkan olmapotansiyelinden sevinçle bahsederken kastettiğimiz şey Tarkan tavrı, tarzı yada müziği değildi. Ülkede yediden yetmişe herkese hitap edebilen, herkesinsevgisini kazanmış, evin hem uslu oğlu hem haylaz çocuğu, hem masum hem gönülçelen, hem arzulanan hem şefkat gösterilen biri olabilecek şeytantüyüne sahip olmasıydı. Bu tarifte az insan gelip geçmişti. Bahsettiğimvasıflar sebebiyle yeni Türkan Şoray da diyebilirdik Edis’e ama yaptığı işitibariyle Tarkan daha doğru bir örnekti. 


Ve fakat o Tarkan olmama iddiası mıdır, ya da başarınıngetirdiği göz kamaşması, "en iyisini ben bilirim"cilik midir nedir bilinmez ama Edis herkesin sevebileceği,şarkılarını her yaş skalasından insanın dinleyebileceği ve tüm ülkenin ismindeuzlaşabileceği biri olmaktan inatla, bile isteye uzaklaştı. Son şarkısı“Ayyaş”ı ilk yayınlandığı gün bir kez dinledim ve kapattım ben mesela. Oşarkıda bana, benim yaş skalama hitap eden hiçbir şey yoktu. Ondan öncesindeyaptığı son şarkılarda da hep bir “hiphop”çı olma, o kitleyi yakalama, Sefoların,Tefoların, Mefoların yanında saf tutma gayreti bana hep üzücü geldi. Kitlesinineden daraltmaya çalıştığını hâlâ anlayabilmiş değilim. Edis’in bugün kitleselkonserlerde, büyük alanlarda sahneye çıkabilmesini o “bam bam bam”lara, "dudak"lara, "benim ol"lara borçluolduğunu fark edeceği ve şu “Tarkan olmama” kompleksinden sıyrılacağı günüsabırla bekliyorum. 

SEMİCENK NE DEMİŞ?

 


Semicenk, bir kulüp programında “playback” yaptığı içintepki gösteren seyircisine şöyle demiş:

“Satın aldığın bilette öyle bir bilgi var mıydı? Orkestraylagelecek, canlı söyleyecek filan… Böyle bir bilgi var mıydı? Ama bak buranınkonseptinin farkında olman lazım buraya gelirken. Burası ‘club’ değil mi? Yaniben de emir eriyim anlayacağın ablacığım. Bunu bana yapmayacaksın tamam mı? Bende emir eriyim. Ben de müziğe dün başlamadım çok şükür, yirmi yıldıruğraşıyorum. Yirmi yıldır bu işe emek veriyorum. Elbette elimden gelenin eniyisini bana sunulan şartlarda sizlere sunmayı çok isterim. Elimden gelen bu şuanda. Kusura bakma, özür dilerim.”  

Yani önce bir atar yapmış, sonra kendini çaresiz göstermeyidenemiş, üstüne bir miktar “yılların tecrübesi”ni konuşturup adeta küfre benzeyen birözürle olayı kendince tatlıya bağlamış.


Şimdi öncelikle meseleyi bir açıklığa kavuşturalım: Özelliklekulüp, “beach” gibi doğru düzgün sahnesi, ses tesisatı olmayan ya da kalabalıkbir müzisyen ve teknik ekibi ağırlayacak, o ekibin kaşesini verecek gücü ya daniyeti olmayan işletmelerde, mekanlarda “playback” yapılması yıllardırnormalleşmiş bir yöntem.

Zaten öylesi ortamlarda genellikle kimsenin şarkıcınınperformansıyla ilgilendiği yok. Çoğunluk şarkılara eşlik etmek, şarkılareşliğinde dans etmek ve de şarkıcıyı görmek, “oradaydım” demek için orada.Dolayısıyla “playback” yapılmış yapılmamış pek de dert edilmiyor. Şarkıcınınkaşesi bölünmüyor, mekân için de ekonomik oluyor vesaire. Alan memnun, satanmemnun. Zaten Semicenk de bunu açık etmiş konuşmasında. Ne diyor: “Buranınkonseptinin farkında olman lazım buraya gelirken.” Aslında şunu da ekleyebilirdi.“Bir giriş parası verip bütün gece bir birayla duruyorsun. Ne yapacaktık, sanasenfoni orkestrası mı getirtecektik?”


Ekonomik ve teknik gerekçeleri duruma göre anlaşılabilirbulsam bile şu soruyu sormadan edemiyorum: Şarkıcının altyapı üzerine canlısöylemesini engelleyen nedir? Alırsın stüdyonda altyapının bir çıktısını,sahnede onun üzerine söylersin en kötü ihtimalle. Zaten artık büyük büyükkonserlerde bile orkestralar çoğu kez altyapı üzerine çalıyor. Bu danormalleşti. Hatta sahne için hazırlanan altyapılarda şarkıcının vokaline dedestek atılıyor kimi kez. Bu da bir sır değil. Ama bunu bile yapmıyorsan,aklıma ister istemez kötü ihtimaller geliyor.

Bir: Şarkıcı stüdyoda auto-tune’la, üst üste kaydettiğivokallerle yarattığı, sahnede sahiden canlı söylediğinde de orkestraya sırtını dayayarak cilaladığı illüzyonun bozulmasını istemiyor.

İki: Şarkıcı “Zaten kulüpten üç kuruş para alıyoruz. Busayede de sürümden kazanıp her gece başka bir şehirde, başka bir kulüptesahneye çıkıyoruz. Onda da canlı söyleyip kendimi perişan mı edeyim? Nasılsaparayı suretim kazanıyor, sesim değil,” şeklinde düşünüyor.


Yoksa biz bilmez miyiz 25 yaşındaki Semicenk’in 20 yıldırmüzikle uğraştığını. Zamanının arabesk şarkılarından aldığın esini bugününhazır satılan elektronik sesleriyle birleştirip daha önce yapılmamış bir şeyyaptığını iddia etmek ve aslını fersah fersah aratan bir Müslüm Gürsestaklidiyle memleketin en çok dinlenen şarkılarına imza atmak için en az 20 yılgerekir. Buna konservatuarda aldığın eğitim de dahildir. Memleketteki ortalamamüzik dinleyicisinin bir yumuşak karnı vardır. Ezilmiş, yıkılmış, boynu bükük, mahzunve çaresiz, bağrı yanık, bıçkın delikanlının şarkıları hep tutar. Bu bir günOrhan olur, öbür gün Ferdi… Sonra Müslüm olur, Mahzun olur, Hakan olur, Bilalolur, Cenk olur… Böyle uzar gider.


Bunca yıldır bu işi yapıyorum. Emin olduğum bir şey var: Birmüzik yazarı, radyo programcısı, belgeselci ya da röportaj yapan bir insan (neyse ne) olarak birşarkıcıya bir sebeple ulaşma çabanızda geçtiğiniz yollar, konuştuğunuz kişiler(kendisi ya da ekibinden birileri, basın danışmanı, şusu busu) ve kat ettiğinizmesafeye harcadığınız zaman o şarkıcı hakkında her şeyden daha çok fikir sahibiolmanızı sağlıyor. Kendini nerede ve nasıl gördüğü, yaptığı işe nasıl bir bakışaçısıyla yaklaştığı ve neyi ne kadar yönetebildiği kabak gibi açığa çıkıyor. Veöylesi süreçlerde uzaktan olumsuz fikir sahibi olduklarım, sonrasında birşekilde beni haklı çıkarıyor. Semicenk’in son birkaç yılda şarkılarıylayakaladığı ivme ve gördüğü ilgi neticesinde kendini “star” olarak kabulettiğinin, öyle gördüğünün nicedir farkındaydım. Ama işte ülkenin 50 yıllıkgazetesini röportaj için sıraya sokan bir “star”ın vasat kulüplerde “playback”etalim etmesi, (kendi tabiriyle) emir eri olmasına da üzülmedim desem yalan olur.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 29, 2024 12:57

March 10, 2024

Ne Kadarı Fatih, Ne Kadarı Mabel?

MABEL MATİZ - "FATİH" 


“Yahu bu ne? Bu zamanda 25 şarkılık albüm mü olur? Kimdinleyecek bunu?”

“Şarkıların hepsi birbirine benziyor.”

“Çok sıkıcı. Dinlerken yoruldum!”

Popüler kültürde her şey o kadar satışa, ticarete, parayaendeksli ki, bir dönem ne moda edilirse onu kendi beğenimiz, zevkimizzannediyoruz. Öyle yönlendiriliyoruz. Bize dayatılanların arasından kendizevkimizi, beğenimizi çekip çıkarmamıza neredeyse izin vermiyor sistem. Şimdibunu beğenin, sonra şunu beğeneceksiniz diye dikte ediyor. Biz de güzelceoltaya takılıyoruz.

Ezhel çok iyi abi yaaa. Hooop geçtik, şimdi Ben Fero çok iyiyaaa. Zeynep Bastık diye bir kız var, dinledin mi hiç, çok şahane… Hadi toplaşın,şimdi akustik çok moda. Aaaa o da mı geçti, hadi o zaman hücum afro-beat’e.Sefo çok şahane değil mi yaa? Aaa arabesk mi moda oldu? Koşun koşun BilalSonses diye biri çıkmış şimdi herkes ondan şarkı alıyormuş. Hoop oradan geçelimhemen Semicenk’e…


Hadi siz siz olun da kalıcı olun, klasik olun bakalım buvahşi ormanın içinde. Olamıyorsunuz değil mi? Niye, hiç düşündünüz mü? Çünküyarattığınız rüzgârın geçici olduğunu, o rüzgârın bir yerde durulacağını, yenirüzgârlar yaratmak içinse değişim, gelişim gerektiğini, değişim ve gelişiminseancak kurulu düzenin dışında nefes alabileceğini öğrenemediniz. Sizden önceyapılanlarla hiç ilgilenmediğimiz, dünyanın sizinle dönmeye başladığını zannettiğiniziçin de şöyle bir geriye dönüp, bakıp, örnek almadınız, ders çıkarmadınız olanbitenden. Kim gitti, kim kaldı? Kalan niye kaldı, giden niye gitti meraketmediniz. Herkes kendi tecrübesini yaşar bu hayatta. Tarih yazılır, okuyanolsa öğreneceği ilk şey tarihin döne döne tekerrür ettiği gerçeğidir ama genelliklekimse okumaz. Tekerrürün bir parçası olunur, misyon tamamlanır, bina ekonomik ömrünüdoldurur, genç yaşta emekli olunur.


Mabel’in 25 şarkılık, ultra uzun, mega uzun, hayatın doğalakışına aykırı uzun yeni albümünün haberini ilk duyduğumda bir çırpıda bunlarıdüşündüm. Serbest çağrışımlar vadisiydi beynimin içi, yapay zekâ bir zahmet birfırın ekmek yesin de gelsindi. Uzun olan sadece albümün total süresi değildi,şarkıları da uzundu. “İntro”ları vardı şarkıların, ara nağmeleri, enstrümansoloları vardı. Affedersiniz de sene kaçtı? 89? 98?

Bu açık kafa tutuşu, zamanın ruhuna dil çıkarışı, düzeninkuralına kaidesine nanik yapışı görmemek için kör olmak lazımdı. Kör olsaydım“Bu zamanda bu kadar uzun albüm mü olur? İnsanların odaklanma ve odakta kalmasüreleri düştü yaaaannni, ona ayak uydurmak lazım,” derdim. Kör değildim.Gördüm (ya da duydum). Mabel basbayağı burnunun dikine gitmişti. Bir kuyuya taşatmıştı. 39 kişi daha bulsam, o taşı çıkarabilir miydik?


Neyse… Konuyu dağıtmayayım, sonra “yazılarında müzikdışında her şeyi yazıyor”, diyorlar. Sanki müzik dünyadan, hayattan, yaşamdanayrı tutulabilirmiş gibi. Şarkıları diyeziyle bemolüyle, nota nota incelesemokumalara doyamayacaklarmış gibi. Popüler müzik eleştirisinin popüler kültürdenve gündelik hayattan beslendiğini, eleştirinin de bir edebiyat olduğunu hiçduymamışlar, dünyadaki benzer örnekleri hiç okumamışlar gibi. Kaleme tedbirkomaya kalkana ne denir? Yallah tazyik!


Mabel’in yeni albümünün adı Fatih. E malum, zaten Mabel’inadı da aslında Fatih. Mahlasla gerçek isim, anadan doğanla sonradan olan,yaratanla yaratılan günlerden bir gün buluşur da oturup konuşursa, ne konuşur,neden bahsederler? Birbirlerinin dostu mudurlar yoksa düşmanı mı? Çok mu iyitanırlar birbirlerini yoksa aslında birer yabancı mıdırlar? Hepimiz mahlaslarlayaşamıyor muyuz aslında? Bir gün “bey” oluyoruz, bir gün “abi”. Biri “anne”diyor öteki “hala”. İsmimizin önüne ya da arkasına getirilen her bir hitapkelimesi bir başka mahlas, bir başka kimlik olmasa, her bir hitaba cevapverirken ses tonumuz, duruşumuz, bakışımız, kullandığımız kelimeler değişirmiydi? Şimdi tanıdığımızın ne kadarı Fatih, ne kadarı Mabel, onu biz neredenbilelim?


“Kolladım aklı, kolay değil,” diyor daha ilk şarkıda, “AşkımGülüm”de Mabel. Hayat oradan buradan öyle bir tepeler ki bazen, hakikaten kolayolmaz aklı korumak, kollamak. Bir kara ormanın içinden geçerek öğrenir ancak insankorkmamayı. O kara ormanın aslında kendi içi olduğunu fark ettiği gün büyür.Mabel büyümüş. Sesi de büyümüş, sözü de. Albüme böyle bir şarkıyla başlamakbunun göstergesi değil de nedir? Bir yerden sonra bolero ritminde ilerleyen“Aşkım Gülüm”, ihtişamlı bir albüm açılış şarkısından öte, bizi bekleyen 24şarkının da senfonik bir özeti. Bolerosundan mıdır nedir “Işık DoğudanYükselir” in harlı ateşi çarpıyor yüzüme dinlerken. Yakıcı ve bir o kadar da rakımıyüksek. Zaten albüm boyunca dönüp dönüp minik bir serçenin kanatlarınakonacağız, el mahkûm. “Aşkım Gülüm” bunun ilk habercisi ve zaten Mabel’in Sezen’eithafen yazdığını söylediği bir şarkı.

“Aşkım Gülüm” aynı zamanda albümdeki “featuring”lerin deilki. Mabel, söz ve müziği kendisine ait bu şarkıda Lübnanlı müzik prodüktörüZeid Hamdan’la birlikte çalışmış. Bildiğim bir isim değildi, açtım, dinledimyaptığı işleri ve Mabel’in şarkı-prodüktör eşleştirmesine o dakika saygıduydum, ceketimin önünü ilikledim. Size bir şey diyeyim mi? Diğer 24 şarkıyıbilmem ama daha ilk dinleyişte bu şarkıyı hepsinden ayrı bir yere koydum gitti.Sıkıysa bir başka şarkı gelsin de yerinden oynatsın şimdi bakalım.


Bu defa Suriyeli bir müzisyenin, Hello Psychaleppo’nun(gerçek adıyla Samer “Zimo” Saem Eldahr’ın) prodüktörlüğünü yaptığı bir şarkıvar sırada: “Uçkun”. Albümden önce tekli olarak yayımlanmış şarkılardan biribu. Bana sorsalar “Aşkım Gülüm”le kan revan doğranmışken içinde “rap” bölümlerolan bir şarkıyla, ateşten fırlayan ve etrafa saçılan kıvılcımlarla (“uçkun”unkelime anlamı bu çünkü) şoklanmak istemezdim ama Mabel öyle uygun görmüş,ikinci sıraya koymuş “Uçkun”u. Şarkının nakaratında Mabel’in “Ben küçükken çokBarış Manço dinlerdim,” dediğini duyar gibi oluyorsunuz ve fakat “aşkımdan sanane” gibi suya sabuna dokunan cümleler de var ki onlar pek de Manço’nun kalemideğil.


Oradan albümün en hoppa, en fingirdek ve en tekerlemelişarkısına geçiyoruz: “Numaracı”. Mabel şarkının bestesine Murad Güner’le ortakimza atarken düzenlemesini de Emre Malikler’le birlikte yapmış. Herkes seksenler,doksanlar müziğini över, sever ve dinlerken pek kimse de çıkıp demiyor ki “E ozaman ben de oturup öyle bir şarkı yapayım.” Diyenler de yapamıyor zaten,olmuyor. “Sound”u taklit edebilirsiniz ama ruhu asla. Albümün birçok şarkısındada hissedeceğimiz bir biçimde Mabel yer yer hem o “sound”u hem de o ruhu yakalamış,o kadar ki bazen de yakalayacağım diye zorlamış.

Misal, sıradaki iki şarkı Kayahan-Nilüfer, Sezen Aksu-Onno Tunçiş birliklerinin arşa çıktığı, kılıçların çekildiği, mermilerin namluyaverildiği günlerden, ’80 sonları ’90 başlarından çıkıp gelmiş gibi. “Adresimaynı,” diyordu Kayahan ve peşi sıra bizzat konum da atıyordu ya hani, “KaraDantel Sokağı’nda ben,” diyerek… Gençliğimiz oralarda bir yerlerde,yaşayamadığımız kadar tutkulu aşkların dilimize vurmuş ezberleriyle geçiyordu.Mabel “Kara Dantelli Gençliğimiz” derken tam olarak bunu kastetmemiş olabilirama gelip oradan vuruyor bu şarkı beni dinlerken. Kayahan sağ olsa sözleriböyle yazmazdı belki ama aynen böyle bestelerdi bu şarkıyı. Tabii muhakkak dahasert, daha köşeli bir düzenlemeyi tercih ederdi. Sanki Kayahan bestelemiş deOnno Tunç düzenlemiş, sene de olsa olsa 1988’miş diyelim o vakit.   


Albümün neredeyse tümünde, bir dönem kulağımıza çok havalımodern, sonrasında çok “kitsch” ve sert gelen o elektronik davul tınılarıbirebir taklit edilmiş. Bu nedenle de en çok Sezen Aksu’nun “Git” ve “88”albümlerini anımsatıyor “sound”. (Türkiye’de elektronik davulun öncüsü ve ağababası albüm “Ajda Pekkan & Beş Yıl Önce On Yıl Sonra”dır bu arada.) Özellikle“Müphem”, sadece “sound” olarak değil, melodik olarak da “Unut”u epeycehatırlatıyor. Eski bir iddiaydı bende, hep derdim. Eskinin her bir şarkısındanbugün üç dört şarkı çıkarmak mümkün. A’sından ayrı, B’sinden ayrı, C’sindenayrı, hatta “intro”sundan, ara nağmesinden ayrı. Çünkü şarkılarda öyle birmelodi zenginliği, bestecilik yeterliliği de olan aranjör bonkörlüğü vardıeskiden. Faraziyem gerçek olmuş, “Unut”un “intro”sundan “Müphem”in nakaratıçıkmış gibi. Belki “sound” bu kadar benzer olmasa bu yakınlık dikkatimiziçekmeyebilirdi ama ister istemez çekiyor.

Buna karşın bu satırları yazdığım günlerde yeni klip çekilen“Müphem”, daha albümün yeni çıktığı günlerden bu yana 25 şarkı içinde öndegitmeye devam ediyordu. Bunu yarattığı aşinalık duygusundan öte, Mabel’de hepçok sahici duran derin ve karanlık hüzne borçlu olsa gerek.


“Kara Dantelli Gençliğimize”nin prodüktörlüğünü SabiSaltıel, “Müphem”inkini ise Emre Malikler üstlenmiş, onu da ekleyeyim. Peşisıra gelen “Derin Olur” ise yine söz-müzik Mabel imzalı bir şarkı amaprodüktörlüğü bu defa Tolga Akdoğan’a emanet edilmiş. Desenlerinin rengini Anadolupopun sıcak sarısıyla kırmızıya çalan turuncusundan almış saykodelik gömleklibir şarkı “Derin Olur”. Mabel’in başından beri yakınında durduğu temalardıbunlar belki ama hiç bu kadar ne yapmak istediğinden emin olarak yerinibulmamıştı müziğinde. Bir zaman klipinde, sahnesinde boylu boyunca serilmiş,asılmış ya da giyilmiş kilimler buraya varan yolun üstündeydi belki de, kimbilir.  


Yine Mabel’in söz ve müziğini yazdığı “Düldül”ü İsrail’denbir prodüktör, Ari Rotem şekillendirirken Melike Şahin de sesiyle katkıdabulunmuş şarkıya. Neredeyse bu albümle eşzamanlı olarak Melike Şahin, yineMabel’e ait ama bu defa solo seslendirdiği bir şarkıyla, “Diva Yorgun”la epeycesükse yaptı, malum. O da epeyce “cathchy” bir şarkıydı ki sözlerinin tümçetrefilliğine, zor akılda kalırlığına rağmen “Düldül” de öyle.


Prodüktörlüğünü Umut Çetin’in yaptığı “Bir Serçe Üzülür”Egeli bir şarkı. Yıldızlı bir gecede, gündüzün sıcağından yorgun, nemli kumlaraser serpe yayılarak çalınan, söylenen, dalga seslerine, odun çıtırtılarınakarışan ateş başı şarkıları vardır ya hani (hâlâ var mı acaba, “vardı” mıdemeliydim yoksa?). Her şarkı giremez o repertuara. Bu şarkı girer. Hatta 1989yılında yapılmış olsaydı, Gülşah’ın Kuşadası’ndaki arkadaşları (BKNZ: GülşahSoydan “Arkadaş” filmi) kesin bu şarkıyı da çalar, söylerlerdi yani, o derece.


Prodüktörlüğünü Mabel’in İsrailli müzisyen Adi Rotem’lebirlikte üstlendiği “Çiçeğim”, Mabel’in müziğini synth-pop sularındagezdirirken bugün synth-pop denilen şeyin aslında ‘80’lerin koca bir bölümünükaplayan o “sound”dan çok da farklı olmadığını bir kez daha hatırlatıyor odönemi yaşayanlara. Kaç kişiyiz ki hatırlayan zaten? İşte bi’ Gülşah, bi’ onunKuşadası’ndaki arkadaşları, bi’de ben. (O günlerde beni niyeyse derindenetkilemiş bu “cringe” video filminden nihayet bahsedebilecek bir yer bulmuşumuzun yıllar sonra, bırakın kanırtayım. Ayrıca serbest çağrışımlarım durup durup‘80’lere, ‘90’lara uğruyorsa bunun müsebbibi ben değil, “Fatih”tir.)


Bakın mesela yine dinleyeni ‘90’lar batağına, hem de budefa tam göbeğinden düşürecek bir şarkı var sırada. ‘90’lar batağının göbeği nedemek? Tabii ki Aşkın Nur Yengi demek. Aşkın şayet o genç yaşlarında “Ayrılmam”diye, “Susma” diye, “Hesap Ver” diye, “Allah Şahit” diye dağlayıp durmasaydıciğerlerimizi, boynunu kıra kıra oryantal yapmasaydı ay inanmayarak ve dahisafaride dağ bayır dolaşırken yabanisini çağırmasaydı yanına, ‘90’lar ‘90’larolabilir miydi? Biz şimdiki biz olabilir miydik? Ya Fatih, Mabel olabilirmiydi? Olmasın mı bir gönül borcu? Ödenmesin mi bu albümde?

Çocuk yaşlarında hayran olduğun biriyle bir gün ortak işyapmak, adının onunla aynı cümlede geçmesi, sesinin onunla birlikte tınlamasıya da kaleminden çıkanın onun sesinde can bulması ne değerli, ne eşsiz birhayat deneyimidir, bilirim. Mabel bu şarkıyı Aşkın’la birlikte söyleyerek ikizafer birden kazanmış. Hem çocuk Fatih’e bir hediye vermiş hem de uzunyıllardır kolay kolay hiçbir şarkıyı beğenmeyen ya da beğendiği şarkılardinleyiciye değmeyen Aşkın Nur Yengi’yi ikna ederek stüdyoya sokmuş. Ha Aşkınşarkıyı sahiden beğenerek mi yoksa Mabel’in hatırına mı okudu orasınıbilmiyorum. Biz aldık, kabul ettik. Kendi adıma albümün “gözyaşlarım pıt”dedirten sürprizi oldu bu şarkı. Şarkının sözlerinde Mabel’le birlikte MuradGüner’in de imzası var, prodüktörlüğü ise Sabi Saltiel yapmış, onu da ilaveedeyim.   


Klibi üzerinden giydirilen hüküm yüzünden şahaneliğinin üzerindeyeterince durulmamış “Karakol”u daha ilk dinlediğimde Mabel’in başından bu yanayazdığı en derin şarkılardan biri olduğunu düşünmüştüm. Mabel’in Özgür Akgül’lebirlikte prodüktörlüğünü yaptığı şarkı albümden tam bir yıl önce tekli olarakyayınlanmış ama şarkıdan çok klibin yasaklanma haberi konuşulmuştu. Klipyayınlayan televizyon kanalının neredeyse hiç kalmadığı, sair kanalların dazaten klip yayınlamadığı bir zamanda bir klibin yasaklandığı haberi niye servisedilir, bu aslında bir gözdağından başka nedir diye sormadı kimse. Tesadüf buya, şarkıda da “Kalbim karakolda,” diyordu Mabel.


“Karakol”un hemen ardından gelen ve prodüktörlüğünü Mabel veEmin İnal’ın yaptığı “Bahçemin En Zor Gülü” kalbi karakolda o genç adamınkaleminden çıkmış bir aşk ağıtı. Şarkının başındaki ud solosu daha ilkdakikalarında dinleyeni koyu bir hüznün kapısına getirip bırakıyor zaten. Sonra“Arıyordum gözlerinde ben yolumu” cümlesiyle kapı kendiliğinden açılıyor veMabel’in en saf haline, şarkı olsun diye değil, dinlensin diye de değil, sadeceiçinden dökülsün diye yazdıklarına kulak misafiri oluyorsunuz. Mabel’inşarkının bitmiş halini ilk dinlediği dakikalarda çekilmiş görüntüsü şarkınınklibi olarak yayınlandı. Ağlıyordu ve acıyordu. Hayır acı çekmek değil,orasının, burasının, yüreğinin, kalbinin filan acıması değil… Büsbütün, tepedentırnağa acımaktı bu.

Şarkılardan duygu devşirenlerdenseniz, ya yaşadığınız birşeyleri anlattığı için dokunur size dinledikleriniz ya da yaşamamış olsanız daşarkıdaki yaşanmışlığı hissettiğiniz için. “Beni Benimle Bırak”ı dinleyipgözyaşı dökerken sadece sekiz yaşındaydım örneğin ben. Ne yaşamış olabilirdimki? Hadi o kadar dramatize etmeyeyim de başka bir örnek vereyim: Hayatta kaçkişinin selam söyleyecek “bütün aşkları” olmuştur ki o şarkı hâlâ herçalındığı, söylendiği yerde bir ağızdan olmayan aşklara selam söyleme iştahıuyandırır insanlarda? Ama Aysel’in olmuştur. Sezen’in de. Şüphesiz oyaşanmışlıklardır şarkıyı insanların içinden, damarlarından geçiren, dilinedüşüren. Mabel’in şarkılarından da duygu devşirebiliyoruz. Klipte ağladığınıgörmemiş olsak da devşirirdik, orası kesin.


Daha önce tekli olarak yayınlanan “Aferin”de Bahti ve EEIBeats şarkının hem müziğine hem de prodüksiyonuna Mabel’le ortak imza atmış.Çok katmanlı sözleri, nefis melodisiyle beni daha ilk dinlediğimde çarpan birşarkı olmuştu “Aferin”. “Gençliğimi bir acı yelin muştası vurdu,” derken Mabelne kastetti bilemem ama ben sanki tam o tabiri karşılayacak birini tanıyorum. Gençliğimizi, neşemizi,eğlencemizi çalan, hayatlarımıza kendi kalbinin karasını çalan… Neyse…

Söz ve müziğini Kalben’in yazdığı, prodüktörlüğünü SabiSaltiel’in yaptığı “Aşk Çeşmesi” var sırada. Şarkıda Kalben sesiyle de var. Aynıdönemin bu iki nevi şahsına münhasır şarkı yazarı ve şarkıcısının ortaklığınaErkin Koray müziğinin yıldız tozları serpilmiş gibi. Oryantal, kıvrak bir şarkı“Aşk Çeşmesi”. Tek başına yayımlanmış olsa oracıkta hit olurdu zira çok kolaydile düşebilirliği, ritim tutulabilirliği var. Zaman içerisinde albümünbütününden sıyrılıp öne ya çıkar ya da çıkamaz ona emin değilim ama ben iki birbirindenfarklı rengin yarattığı ve her ikisinden de izler taşıyan bu yeni, alaca rengipek sevdim, onu söyleyebilirim.


Prodüktörlüğünü Sabi Saltiel’in yaptığı “Cicim Sarhoş”, çokakılda kalıcı, ıslıkla çalmaya çok müsait “intro” melodisiyle  albümün iddiasız görünen ama kancalı şarkılarından biri. Şarkıyı alın, yapayzekayla Barış Manço’ya söyletin, sonra da koyun “Disko Manço” albümüne, aslasırıtmaz. Yıllar önce Babajim Stüdyolarında röportaj yaptığımız Mabel bana şöylebir şey anlatmıştı: “Burası biraz klostrofobik bir yer. Bana ilkgösterdiklerinde ‘Ben burada şarkı söyleyemem,’ dedim. Ama teknik ekipman çokiyi filan diyerek beni sakinleştirdiler. ‘Sana burada istediğin gibi bir dünyayaratırız,’ dediler fakat tabii kimse dünya filan yaratmadı. Ben de şarkılarıkaydetmeye başladığımızda önümdeki duvara sevdiğim, ilham aldığım birilerininfotoğraflarını yapıştırmaya başladım. İlk gün Zeki Müren fotoğrafı vardı, sonraFikret Kızılok, Aysel Gürel, en son da Barış Manço’yu koydum.”

Sahiden de o gün bir Barış Manço fotoğrafı asılıydıstüdyonun duvarında. Gelin görün ki sadece bir öykünme, ilham alma hikâyesideğil bu. Her birinden biraz ruh üflenmiş sanki Mabel’in şarkılarına.


Sırada yine daha önce tekli olarak yayımlanan “Fan” var.Hani yazının bir yerlerinde Mabel’in bu albümde bir dönemin ruhunu yakalamayıbaşarmış ve hatta bazen zorlamış diye noktaladığım bir hüküm vardı ya. İşte buşarkının birebir “Sezen Aksu ‘88”den “Sarışın”ın ritim kompozisyonuylabaşlaması o “zorlamış” dediğim yere denk geliyor. O birebirliği ilkdinlediğimde de pek sevmemiştim ben. Zira şarkı zaten başka bir yere evrilerekilerliyor ve ne sözü, ne müziği, ne hikâyesi, ne de melodik yapısı “Sarışın”abir selam gönderme maksadı taşımıyor. Haliyle de o kısım bir yama gibi duruyor.Şarkıda geçen “bu kadar nefretin aşktır” cümlesine çok katılıyorum, o ayrı. Buarada “Fan”ın aslında Hande Yener için yapıldığını da not düşeyim.


Yine melodisi çok güçlü, kıvrak bir şarkı, “Çerez” geliyorpeşi sıra. Şarkının prodüktörlüğünü yapan Can Güngör, bestesine de Mabel’leortak imza atmış. Bu şarkıda Bengü Beker’in de sesini duyuyoruz. Yıllardırsahnede olmasına karşın henüz hiç şarkı yayınlamamış Bengü Peker, bir şarkıalmak için Mabel’e ulaşmak istemiş ve ulaştığında hikâye çok başka bir yeregitmiş. Biz Bengü Beker’in sesini ilk kez bu şarkıda duyduk ama hemen peşi sırailk solo şarkısı “Yağmur Olsam” yayımlandı ve o da Mabel Matiz’e ait birşarkıydı. Şimdilerde Mabel şarkılarıyla dolu bir albüm hazırlığında BengüPeker. Şimdilik yayımlanan şarkılarından zaten anlaşıldığı üzere de gayet yerliyerinde şarkı söyleyen, iyi bir şarkıcı kazanmış durumdayız. Muhtemelen albümüçıktığında bunu net hissedeceğiz.


Yıllarca radyo programlarında Ayla Algan’ın “Koca Öküz”şarkısını “dünyada bir öküze yazılmış tek şarkı olabilir”, diye anons etmiştim.Yani tabii Hindistan’da filan illaki yazılmıştır, benimkisi mesnetsiz biriddiaydı ama Türkiye’de sahiden tekti. Mabel’in “Öküz”ü ise bir öküzü değil,gönlünün kağnısında bir öküz ağlayan bir âşığı, bir dervişi, belki de birevliyayı anlatıyor. Ya da çiçeklerini yolarak baharını engellemeye çalışanlara“has…tirin oradan” diyen, yaşadığımız ülkede zorla, yaşaya yaşaya edindiğihayat bilgisiyle ister istemez ermiş herhangi birini. Şarkının prodüktörlüğünüyapan ve bestesine de katkıda bulunan Tomer Katz, İsrailli bir müzisyenmiş.Mabel bu farklı ülkelerden farklı müzisyenleri nasıl buldu buluşturdu da hangişarkıda kiminle çalışacağına nasıl karar verdi bilmiyorum ama öyle böyle doğruyapmış ki o şarkıların her biri hem Mabel’in ikliminde soluk alıyor hem de oiklimi zenginleştiriyor.


“Enderûn’da Aşk” albümün en ayrıksı duran şarkısı. Bir ilahietkisi yaratan vokallere son derece bugüne ait “beat”ler eşlik ediyor, sözlertasavvufi bir yerlere kayıyor gibiyken “Ver mehteri” diyerek günün diline vurupkaçıyor. Bir parça Osmanlı torunu gibi görünse de, aslında o nasıltaşıyacağımızı bir türlü bilemediğimiz mirasın kilitli sandıklarını açmayayelteniyor. Hem müzikal açıdan hem de fikir açısından çok enteresan bir şarkı.Mabel bu şarkıda da prodüktör olarak Artz’la çalışmış ki Artz’ı Ezhel’ciler iyibilirler, malum.  

Prodüktörlüğünü Sabi Saltiel’in yaptığı ve Mabel’e bu defaKardelen’in eşlik ettiği “Severim”, dinleyeni hop diye Enderûn’dan çıkarıpbugüne getiriyor. Hem bir dans şarkısı hem aşka, aşkta tabulara dair sloganlaratan bir şarkı. Bir süredir hayatımızdan çıkan şarkı “intro”larını Mabel bualbümde ısrarcı bir biçimde geri çağırıyor ya, bu şarkının “intro”su da dahailk saniyelerde dinleyeni içine alan türden. Belki de mesele “intro”nun olmasıya da olmaması değildir; “intro”nun boş beleş olmaması, şarkıya hizmetetmesidir.


Prodüktörlüğünü Taner Yücel’in yaptığı “Mor Perdeler” varsırada. Yine bir dönemin elektronik davul “sound”unu dibine kadar duyuran amabu defa daha ’90 başlarına yakın duran bir şarkı. Söz ve beste anlamındaMabel’in ilk dönemlerini anımsatan şarkı, Nazan Öncel’in “Bir Hadise Var”albümünden çıkıp gelmiş duygusu uyandırdı bende.

“Öfkeliyim şu hakkıma girene,” cümlesiyle başlayan “ElbetteAnnem”, “Ölmedim lan, na burdayım, eğilmedim, yıkılmadım,” diye devam ediyor.Hem “aşarız elbette annem” diyerek karamsarlığa düşenin sırtını okşuyor hem de“uyanırsak yaşarız” diyerek uyanmaya, harekete çağırıyor. Bir direniş şarkısı.Neye mi? Üstünüze nereden basılıyorsa ona, onlara. Özellikle Mabel’in kuşağınınyıllardır tam da bu şarkıdaki ruh hallerinde gezindikleri bir gerçek. Bizimkuşak ve bizden önceki kuşak daha ziyade “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz”larafilan yaslamıştı sırtını. Oluyormuş meğerse, onu gördük. Mabel daha gerçekçi venet bir yerden, büyük büyük laflar etmeden anlatıyor bu şarkıda ortak bir derdi.Bu şarkının prodüksiyonu ise Alaca ve EEI Beats tarafından yapılmış.


Prodüksiyonu Mert Demir tarafından yapılan “Dalga”, hoş birpop şarkısı. Her şarkıyı birileriyle ilişkilendirmemden sıkılmış olabilirsinizama bende Mustafa Sandal şarkıları tadı bıraktı bu şarkı, niye saklayayım.

Şimdi albüm sona doğru yaklaştı ya, doğal olarak bu uzunmaratonun sonlarında nefesi kesilmeye başlayan bir koşucuyla karşılaşsanızşaşırmazsınız ama işte hiç de öyle olmuyor. Zira son iki şarkı da vurup geçecek.“Yeni Yaz” ki (ben onu “Köprü” diye aratıyorum ne zaman dinlemek istesem, öyletaktım niyeyse) beni albümde en çok etkileyen şarkılardan biri oldu. ÇağlarHaznedaroğlu’nun prodüktörlüğünü yaptığı “Yeni Yaz”, albümün hemen başına,“Aşkım Gülüm”den sonraya konulsaymış eminim çok daha direkt bir etki yaratırmış.Hem melodik yapı, hem “sound” hem de sözleri o şarkının dinleyende yarattığıduygu durumunu büyütebilirmiş.


Albümün son şarkısı “Veda Ettim”, Fatih’in de son sözlerigibi. İçinden geçilmiş, geçerken diz kanatılmış, dirsek çürütülmüş bir geçmişeveda şarkısı. “Vedalar sizi korkutmasın. Yeniden başlamak için önce bir hoşçakal gereklidir,” demişler ya hani, işte o hesap. Brek’in prodüktörlüğünüyaptığı bu şarkının Mabel’in tek bir gitar eşliğinde söylediği pasajla açılmasıboşuna değil. Onu öyle tanımıştık toy zamanlarında. Henüz daha albümü yokken. Oradanburaya biz de yürüdük o yolu Mabel’in şarkılarıyla. Her insan gibi o daşüphesiz gördüğümüzden ibaret değildi. Şarkılarıyla kendini belki açık etti belkidaha çok gizledi. Sonuçta dinleyenin yazan ve söyleyenle kurduğu bağ da böylebir şey değil midir? Hem çok yakın, çok samimi, hem de bir o kadar yabancı,resmi.


Nicedir bağ kuramıyorum şarkılarla. Daha doğrusu yenişarkılarla. Yeni nesil şarkı yazan, söyleyen genç arkadaşlarıma “sorun sizdedeğil, bende” demek istiyorum ama “yaşını başını aldığından gençlerianlayamayan” biri olmayı kabul etmek de kolaycı, sığ ve klişe olacak diyeendişe ediyorum. İnsanın hissetme ve hissettiğini ifade etme biçimlerinin, aslındaiçinden geçilen zaman diliminden, dillerden, sınırlardan, ülkelerden tamamenazade bir biçimde yüzyıllardır aynı olduğunu biliyorum çünkü. Öyle olmasa, odoğmadan önce yazılmış, söylenmiş bir şarkıdan canı acımazdı birinin. Birdiğeri çok ama pek çok eski bir romanda ansızın kendiyle karşılaşmazdı. Belkiinsan neslinin daha önce yaşamadığı bir süreçtir bu. Okumadan, anlamadan,dinlemeden, yaşamadan ve dahi hissetmeden yazmak ve söylemek bu teknolojinin,bu hızın, bu tüketim çarkının bir getirisidir, yeni bir şeydir. Belki de buköksüzlüktür benim için bağ kurmayı zorlaştıran. Bilmiyorum, emin değilim işte.Bu yüzden tavsiye edesim, öneresim ve hatta tekere çomak sokasım, eleştiresimbile yok nicedir, yazmıyorum.


“Fatih” albümü tam da bu halet-i ruhiyem içerisinde çıkıpgeldi ve ferahlattı beni. Çok uzun, evet ama dinledikçe, her bir şarkıyıtanıyıp ahbap oldukça, biriyle dertleşip öbürüyle kafa dağıttıkça, birindenhayat bilgisi alıp öbürüyle enseye tokat oldukça kısalıyor albüm. Uzuna,anlaması zora, sabır sebat isteyene tahammülüm hâlâ varmış diyorsunuz sonra. Derinlereinmeye cesaretim de varmış. Sonra bitince, tekrar başlatması için komutveriyorsunuz dijital dinleticiye. Bakmayın siz bu yazıyı daha yeni tamamlayıpyayımladığıma, 2023 yazında “Fatih” dinletmekten yoruldu bana dijitaldinleticim. Hâlâ da sık sık dinletiyor çünkü yerine seveceğim bir başka albümgelmedi henüz. Ve inanın bana, gönlümde her zaman herkese bir nefeslik yer olsada şu sıralar “Fatih”ten uzakta hep bir şeyler eksik.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 10, 2024 05:28

February 26, 2024

Müzik Bırakılabilen Bir Şey midir?


Deniz Tekin müziği bırakmış. Neden? Açıklaması o kadarmuğlak cümlelerle dolu ki şu veya bu sebepten diyebilmek mümkün değil. Kendinceaçık etmek istemediği sebepler olabilir, bilemeyiz. Ya da kendini ifade etmebiçimi böyledir, onu da bilemeyiz. Bir hayal kırıklığı, bir hüsran ve vazgeçişkokusu var, orası kesin. Ve fakat laf arasında “ticari müzik yapmayacağım” dademiş. Yani müziği bırakmamış da olabilir. Çünkü sanatın her dalındaürettiklerinizi tüketicilere bedelsiz sunabileceğiniz bir dolu mecra var artık.O mecralardan birinden şarkı yayınlamaya devam eder ve “ticari müzik” yapmamışolur. Olur mu? Olur.


Bir sabah uyanıp “Ben bugün sigarayı bıraktım,” der gibi“Ben bugün müziği bıraktım,” denilebilir, o günün tarihine bir not düşülebilirmi, müzik bırakılabilen bir şey midir, orası ayrı bir tartışma konusu ama gençbir insanın herhangi bir konuda bir ya da birden fazla sebepten hevesininkırılması ve umudunun kaybolması neresinden baksanız üzücü. Bununla birlikteinsanın en çok genç yaşlarında hevesinin kırıldığı da bir gerçek. Çünkü en çokgenç yaşlarda çok şey umar insan. İlerleyen yaşlarda o heves ve heyecanlarınyerini deneyimlenmiş, öğrenilmiş gerçeklerle beraber ayakları yere basan sakinve telaşsız beklentiler alır. Ve ne tuhaftır ki ummalar azaldıkça bulmalarartar.


Bu ülkede alternatif müzik yapan genç bir müzisyen en fazlane umabilir? Müziğinin milyonlarca “stream” almasını, tıklanmasını mı? Tümülkenin, herkesin onu dinlemesini, şarkılarını ezbere bilmesini mi?Konserlerinin hıncahınç dolmasını mı? Bunların hiçbirinin olmayacağını nedenseona kimse söylemez. Bunların olabilmesi için önce bu ülkeyi, bu insanı, butoprakları tanıması gerektiğini de kimse söylemez. İçinden bu coğrafyanınmakamları, motifleri, nağmeleri geçmeyen, armonisi bu topraklara değmeyen, sözünübu dilin imlâsında söylemeyen şarkıların sadece sınırlı sayıda dinleyiciyehitap edeceğini ve hep öyle kalacağını da kimse söylemez. Genç alternatifmüzisyen zamanla ya tüm bunların farkına kendi kendine varır ya da hiç varamaz.Kimileri o eşiği atlar, geçer, kimileriyse konuyu hâlâ tam anlayamamış birbiçimde eşiği atlayanlara diş biler, hatta “ben niye öyle olamadım” hayıflanmalarınaöfkeli kıskançlığını katık eder.


Şayet bu ülke insanının damarlarına nüfuz edecek bir müzikyapmıyorsanız, öyle şarkılar yazmıyorsanız, beklentilerinizi daha en başındandizginlemeyi öğrenmeniz gerekiyor. Çünkü örneği yok. Aksi örneğiyse çok. BakınMabel Matiz’e, Melike Şahin’e. Her ikisi de alternatif camianın içinden çıkıpana akıma ilerlerken bu ülkenin kadim müzik kültürünün bir yerlerinden sesverdiler. Bakın Semicenk’in ticaret erbabı kurnazlığıyla formüle edilmiş,tıklanmalara doymayan şarkılarına. Ya bir melodi, ya bir söz ya da gırtlağınızdandökülen bir nağme… Ama bu kadar da basit değil aslında. Daha köklere inen,derin bir şeyden bahsediyorum. Bohem bir biçimde ifade edilmiş duyarlılıklar nekadar içten ve samimi olsalar da sadece o dil ve duygu dünyasında yaşayan bohembireylere dokunur, toplumun ortalamasına değil. Haliyle de o kitlenin müzisyeniolursunuz. Olmanızda da bir sakınca, mahsur, kusur yoktur ayrıca. Bu da birtercihtir ve öyle olduğunuzu kabul ettiğiniz sürece kimsenin “Niye seninşarkıların herkese hitap etmiyor?” diye sormaya da hakkı yoktur.


Tam bu noktada Deniz Tekin’in daha fazla tanınmasının da buülke insanının damarlarına nüfuz etmiş şarkıların sahibi Ahmet Kaya’dan birşarkı, “Beni Vur” sayesinde olduğunu hatırlatmalıyım. Kendi şarkılarındanbiriyle müzik piyasasına giriş yapmış olsaydı aynı hızla tanınır mıydı bilemem.

Şunu da söylemem lazım ki toplumun geneline hitap edebilmişolmak sizi iyi müzisyen yapmayacağı gibi, genele hitap etmiyor olmak da iyimüzisyen olduğunuzun garantisi değildir ki bu ikincisi hep bir ön kabuldürnedense bizde.


Tüm bunlar bir yana, müzisyenler için bir de hayatsürdürmek, geçinmek diye bir gerçek var. Şarkıları tüm ülkede dinlenmeyen,bilinmeyen, ana akıma düşmemiş, yüzü magazin görmemiş müzisyenin para kazanma,müzikle yaşamını idame ettirme şansı eşyanın tabiatı gereği daha düşüktür. İçindeyaşadığımız görünürlük çağında bu durum geleneksel medya döneminden bile dahaacımasız bir gerçeklikle normalleşmiş durumda.

Ha nedir, dünyada, özellikle de müzik endüstrisi gelişmişülkelerde pasta daha büyük olduğu için çoğunluğa hitap etmeyen hatta aykırıduran müzisyenler de iyi kötü geçinebilirler. Ama müziğin hiçbir zaman endüstriolamadığı Türkiye’de bu, ne çare mümkün değil. Hiçbir zaman olmadı. Ana akımdazamanında konserlerinde kapılar çerçeveler kırılmış, plakları yüzbinler, CD’lerimilyonlar satmış, gazete ve dergilerin manşetlerinden düşmemiş insanlar dayaşadı bunu. Bir dönemin en büyük starı Erol Büyükburç, küçücük restoranlardaşarkı söylüyordu ölümünden bir süre öncesine kadar. Başka bir dolu örnek de varda ben ilk aklıma geleni yazdım. Bizdeki pasta sadece gündemde olanı doyurduhep. Üstelik bu hemen her alanda oldu. Yazarlıkta da, gazetecilikte de,televizyonculukta da, oyunculukta da… Yani bu meselenin içinden bugün ilk kezyaşanıyormuşçasına ya da ilk kez birinin başına gelmişçesine bir dram, birhaksızlığa uğramışlık hikayesi çıkarmak yerine meselenin bütününe bakmak lazım. 


Tabii yaşadığımız zamana, güne dair başka farklı dinamiklerde var. Maalesef artık müziği sosyal medyadan ayrı düşünemiyoruz ve sosyalmedyanın da çok büyük bir fenalığı var insanoğluna. Takip ettikleriniz ve sizitakip edenlerle öyle bir yankı odasının içinde düşüyorsunuz ki bir süre sonra hayatıngerçeğini o zannetmeye başlıyorsunuz. Mesela yaptığınız işi övenler,beğenenler, alkışlayanların sarmalında zamanla dünyanın en güzel işleriniyaptığınızı, dünyanın en önemli insanı olduğunuzu zannediyor, öylehissediyorsunuz. İçeri başka hiç çatlak ses sızmadığı için de bu sanrıdanuyanmanız ancak sokağın sert gerçeği suratınıza çarptığında mümkün olabiliyor.Aslında sizi o kadar da çok insan tanımıyor. Aslında kitlelerin kanaat önderifilan değilsiniz. Aslında o sözü ilk siz söylememiş, o müziği ilk siz yapmamış,o taşı ilk siz atmamış, üstelik küçük dağları da siz yaratmamışsınız.


Bunu neden söylüyorum, çünkü Deniz Tekin’le bir zaman öncesosyal medyada bir tartışma yaşamıştık. Sebebi benim bir şarkısındaki şarkısöyleme biçimini beğenmememdi. Orada bana karşı gösterdiği öfke, ağzımın payınıverme iştahı, “Sen kim oluyorsun?” demeye getiren cümleleri, çıkarımları vekendinden fütursuzca emin halleri bende tam aksine özgüveni sallantıda bir gençkadınla konuşmaya çalıştığımı hissettirmişti. Bilenler bilir, asla böyletartışmaların içinde olmam, arkama bakmadan uzaklaşırım. Belki ben de birazuzattım. Neden uzattığımı sonrasında uzun uzun düşündüm. Her şeye rağmenanlaşılabilme ihtimaline inanmıştım belki. Belki de genç kuşağın “Ne istiyorsanonu yap ve kimseyi dinleme” mottosuna alışamamıştım. Oysa kurallar, kaideler,gelenekler, göreneklerle, “el alem ne der”lerle büyütülmüş bir kuşağın mensubuolarak çok da hoşuma gidiyordu bu motto. Ama işte “kimseyi dinleme” ile“kimsenin bir şey söylemesine izin verme, söylerlerse de hemen karşı taarruzageç ve onları sustur” arasında ince bir çizgi var. Birbirine çok benzer amaaslında taban tabana zıt iki önerme. “Sen yine dinleme ama DUY” olmalı doğrusu.Duymamak, duymak istememek çok tehlikeli, zehirli bir şey çünkü.


Sözün özü bu biraz da (klişe tabiriyle) hazım meselesi. Kırankırana mücadele, haksızlığa bazen yeniliş bazen direniş, kendini zorlayazorlaya kabul ettiriş ve zaman içerisinde (sokağın gerçeğinde kim olduğunun vene kadar hacim kapladığının farkında olmak kaydıyla) kendi kurallarını koyuş.Bunların hiçbiriyle uğraşamam diyorsanız zaten “ticari müzik”e hiçbulaşmayacaktınız zira müzik ya da değil ama ticaret tam da bu mücadelelerintoplamıdır. Kimseyi pamuklara sarmıyorlar, hiç sarmadılar.


Bakıyorum Deniz Tekin’in müziği bırakması üzerine yazılanyazılara, yapılan yorumlara. Herkes alternatif müzisyen olmasından dem vurmuş. Oysaana akımdakiler de en az alternatif müzik yapanlar kadar çabaladılar zamanında.Hatta onların şartları yer yer daha ağırdı. Gazinocular Kralı’yla ters düştüğüiçin yıllarca hiçbir gazinoda iş verilmeyenler oldu. İlk albümü satmadı diyeikinci bir albüm yapamayanlar oldu. Bağlı bulunduğu firma albüm yapmakistemediği için sözleşme süresi bitene kadar albüm yapamayanlar, hatta sahneyebile çıkamayanlar oldu. Albümünü duyurmak, Kral TV’de klibini döndürmek içinbir ev, bir araba parası harcayanlar oldu. Radyocuların kapısında yatılır,gazeteciler, televizyoncular yakın markajda tutulurdu. Harbiye, Rumeli Hisarıgibi prestijli konser alanlarında sahneye çıkmak için akıl almaz stratejioyunları oynanırdı. Tüm bunlar çok uzak geçmişte yaşanmadı. Şahitleri hâlâhayatta. Sorun anlatsınlar.


Alternatif müzik yapanlar en azından böyle şeyler yaşamıyor şuanda. İstediği zaman istediği şarkısını kendi hesabına yayınlıyor, çoğu zamanprofesyonel bir PR desteğine bile ihtiyaç duymadan sosyal medyadan çatır çatırduyuruyor, bir konser menajeriyle anlaşınca da Türkiye’nin her yerinde sahneyeçıkabiliyorlar. Evet dijital dünya başka başka çelmeler takıyor onlara da ama oçelmeler konusunda da şöyle adamakıllı, yüksek sesli, kolektif bir itirazduymadım kimseden şu ana kadar. Herkes hayatından memnun görünüyor. Yani “Ben artıkşarkılarımı filanca platforma vermiyorum, çünkü haksız rekabete neden olduğunudüşünüyorum,” gibi ya da “Şu mekânları müzisyenin emeğini sömürdüğü içinprotesto ediyorum,” gibi bir ayaklanma hiç görmedim.  


Velhasıl ortada sadece alternatif müzik yapanlara hayatı zehreden,müzik yaptıklarına pişman eden bir bozuk düzen ve kötülükler silsilesi yok.Ortada bir bozuk düzen ve kötülükler silsilesi varsa şayet (ki evet var) buherkes için var. Haliyle de meseleyi Deniz Tekin özelinde, alternatif müziklehine romantize etmek bana pek de manalı gelmiyor.

Hiç kimse vazgeçilmez değildir. Birini vazgeçilmezgörüyorsanız şayet, bilin ki aslında bu sizin fikriniz de değildir. O fikrisizin kafanıza sokan, ürettikleri, yaptıkları, ettikleri, mücadelesi ve yerinebir başkasını koyamayacağınıza emin olduğunuz derecede benzersizliğiyle,vazgeçilmez gördüğünüz kişinin ta kendisidir. Bir de buradan bakmak lazım.


Durduğumuz yer, bakış açılarımız, algılarımız ve aramızdakizaman ve mesafe farkı nedeniyle belki doğru empati yapamıyor da olabilirim amaben Deniz Tekin’in yerinde olsam nokta yerinde virgül koymayı tercih ederdim. Herüreten insanın zaman zaman yorulduğunu, bıktığını, vazgeçme noktasına geldiğinive bu tükenmişliğin aslında bir şarj vazifesi gördüğünün ancak üzerinden zamangeçtikten sonra anlaşılabildiğini bana birilerinin söylemesine ihtiyaçduymazdım. Ve ahir zamanın öğretilerinin telkin ettiğinin tam aksine, hikâyeminaslında bana özel, eşsiz ve sadece bana ait, benim hikâyem olmadığını, insanlarınyaşadığı sürece birbirlerinin hikâyelerinin içinden geçtiğini fark etmek içinyanlış alınmış kararların pişmanlığını yaşayana kadar beklemezdim.

 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 26, 2024 01:18

September 18, 2023

Emir Can İğrek Röportajı

 


Kendi kuşağının en çok konser veren isimlerinden biri EmirCan İğrek. Hemen her gün İstanbul dışı konserlerinin olduğu bir takvimderöportaj için uygun zaman bulmakta bir hayli zorlandık. Üstüne üstlük turnedeşehirden şehire gezerken hastalandı ve ilaç takviyesiyle sahneye çıkabildi. Nevar ki bu durumdan hiç şikayetçi değil, aksine memnun. Nitekim “Eskidenkonserlerde gitar elimde durarak şarkı söylüyordum ama hareketli parçalarınsayısı arttıkça konserler daha hareketli geçmeye başladı. Sanırım sporcu gibiyaşamam gerekiyor artık çünkü konserler ciddi bir efor gerektiriyor. Konseryapmayı da çok seviyorum, sayısını azaltmayı da hiç istemiyorum. Çokeğleniyorum çünkü,” diyerek ikinci bir soru sormamam gerek kalmadan özetledidurumu.


Röportajı okumak için bu cümlenin üzerini tıklayabilirsiniz.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on September 18, 2023 01:50

Sufle Röportajı


Göksu Taşçeviren ve Mustafa Atik’in ODTÜ’de sıra arkadaşlığıyla başlayıp müzik ortaklığıyla devam eden macerası 10 yıldan fazladır devam ediyor. Grubun ismini tiyatroda kullanılan sufle kelimesinden yola çıkarak koymuşlar ama YouTube’da sufle araması yapılınca şarkılarının arasında onlarca tatlı tarifi videosu çıkmasından da şikayetçi değiller. Sufle’yle müzik yolculuğunu, yeni albümünü ve gelecek projelerini konuştuk.   


Röportajı okumak için bu cümlenin üzerini tıklayabilirsiniz.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on September 18, 2023 01:11

September 7, 2023

"Ama O Şarkılar Sahiden Çok Dinleniyor"


Geçenlerde bir ‘tweet’ attım, kıyamet koptu. (X’de yazılanşeylere ben hâlâ ‘tweet’ diyorum evet, ne diyeyim, Mahmut mu diyeyim?) Şöylebir şey yazmıştım:


Yorum üstüne yorum geldi, gazetelerin köşe yazılarında bu ‘tweet’alıntılandı, konu tartışmaya açıldı. Kimine göre çok haklıydım, zaten nicesinicedir bundan mustaripti ve ben onların sesi olmuştum. Bravoydu bana!Kimilerine göreyse hiç öyle bir şey yoktu, dijital platform listelerinin üstsıralarındaki şarkılar her yerde çalınıyor, dinleniyor, söyleniyordu da benhabersizdim. Yaşım yetmiyordu duymaya da anlamaya da. Hatta değişime ayakuyduramayan herkesin geride kaldığını yazan bile oldu, artık değişimdenanladığı neyse. Ne cevap vermek lazımdı? “Değişime ancak gelişimi deberaberinde getiriyorsa ayak uydurmak gereklidir. Kötüye giden, tersine işleyendeğişime ayak uydurmak (bile isteye attan inip eşeğe binmek) ancak çaresizlerinve yetersizlerin işidir,” desem yerinde bir cevap olur muydu? Bilemedim.         


Kullanımı en kolay ve en işlevsel platform olduğu için çokkişi gibi ben de müzik dinlemek ve müziği takip etmek için Spotify kullanıyorumve o yüzden de hedefimde o varmış gibi gözüküyor ama aslında her bir dijitalmüzik dinleme platformunda benzer şekillerde süregelen bir yanlışlıklar vehaksızlıklar silsilesinin izini sürüyorum. Bahis konusu ‘tweet’ bu konudaki neilk ne son tespitimdi. İyisi mi yazıya dökeyim de daha açık anlaşılsın dedim ensonunda.


Bunu daha önce de yazdım ama yine yazacağım. Kasetzamanlarında her yaşadığım yerde sık sık uğradığım en az bir kasetçi olurdu.Adamlar zaten bir süre sonra beni tanır, son uğradığımdan beri yeni gelen nekaset varsa tezgâha çıkarırlar, ben de içlerinden seçip alırdım. CDzamanlarında müzik market raflarında da her yeni çıkanı bulmak mümkündü. Çoksatma ihtimali olanlar, şirketlerce ücreti mukabil öne çıkartılması istenenalbümler göz önüne konsa bile diğerleri de bir şekilde raflarda olurdu. Yani buCD az satar biz bunu depoya koyalım, soran olursa çıkartır veririz gibi biryöntem (en azından son dönemlere kadar) yoktu. Sonra ilk dijitalplatformlarımızdan biri olan TTnet çıktı biliyorsunuz. O zaman öyle yenialbümlerin/şarkıların her hafta aynı gün aynı saatte yayımlanması diye bir şeyde yok, her gün bakardım TTnet’in yeni çıkanlarına. Her gün de sıralamadeğişir, yeniler eklenirdi. Bir sene sadece TTnet yeni çıkanlar listesini günlüktakip ederek yıl boyu çıkan bütün albümleri/şarkıları gün gün listelediğimibilirim.


Sonra Spotify geldi, mertlik bozuldu. O zaman bu zaman yeniçıkan albümlerin/şarkıların sadece bir kısmını görebiliyoruz. Her haftaperşembeyi cumaya bağlayan gece yarısı yenilenen yeni çıkan listesi sadecebelli sayıda şarkıyı gösteriyor bize çünkü. Mesela benim birçok yeni şarkıdansanatçıların ya da hayranlarının, PR’cılarının, şirketlerinin sosyal medyadayaptığı paylaşımlar sayesinde haberim oluyor. Sosyal medyada dolanarak, ‘mail’kutuma düşen basın bültenlerini tarayarak oluşturuyorum kendi yeni çıkanlistelerimi.


Peki bu adil midir? Elbette değildir. Önce üretene, şarkıyükleyene, sonra dinleyene yapılmış korkunç bir haksızlıktır. Biri çıkıp şunudese: Bu listeyi biz şu yöntemle oluşturuyoruz, mesela (eminim öyle bir şeyyoktur ama) bu işi ücret karşılığı yapıyor, parayı vereni listeye sokuyoruz.Hani bir dönem Kral TV klipleri ücret karşılığı yayınlıyordu ya. Bu bile dahaadil sayılabilir çünkü o zaman kuralı bilirsiniz ve işin etiği ayrı birtartışma konusu olmakla beraber kabul eder, o çarka girer ya da etmez,girmezsiniz. Ama bu öyle bir şey de değil. Ne kural var ne kaide ne prensip. Olisteye nasıl girilir ya da neden girilemez bunu kimse açıklayamıyor.


Aslında bu bir sorun olarak kabul edilse, çözmek hiç de zordeğil. Yaparsın birden fazla liste. Yeni Çıkanlar Pop, Yeni Çıkanlar Rock, YeniÇıkanlar Alternatif, Yeni Çıkanlar Rap vb. olur biter. Böylece her yeni çıkangörünür, patatesle avokadoyu da aynı rafta satmamış olursun. Biz de çerçöp dolulisteden cımbızla şarkı ayıklamak zorunda kalmayız. Hatta Yeni Çıkanlar Çerçöpdiye de bir liste yaparsın, isteyen patlayana kadar onları dinler.


Evet sonuçta ortada ticari bir şirket var ve ticarişirketler bütün stratejilerini maksimum kazanca endekslerler ama o şirketherkese aynı ücret karşılığı hizmet satıyorsa 15 yaşındakini ne kadar memnunediyorsa 50 yaşındakini de o kadar etmek zorunda. Misal Kral TV’nin böyle birzorunluluğu yoktu çünkü kimse Kral TV izlemek için para ödemiyordu. Ben paraödediğim bir platformda bana sevmediğim, dinlemediğim, yanından bilegeçmeyeceğim şeylerin dayatılmasını istemiyorum. Seçme hakkımın olmasınıistiyorum. Kaldı ki algoritmanın size sadece dinlediğiniz türdeki şarkıları önerdiğigibi bir rivayet var ama o iş pratikte asla öyle yürümüyor.


Aynı şey TOP 50 listeleri için de geçerli. Evet o listelergerçekten çok dinlenen şeylerden oluşuyor olabilir ki bunu kabul etmek için de manipülasyondiye bir şeyin olmadığını varsaymamız lazım. Spotify’ı en çok gençlerkullanıyor ve diyelim ki gençlerin dinlediği şarkılar sadece onlar. Zira olisteleri ne zaman eleştirsem birileri çıkıp “Ama o şarkılar sahiden çok dinleniyor,”diyor. Hadi öyle olsun. E bu durumda misal Nilüfer hiçbir zaman o listeleregiremeyecek. Nilüfer’i geçtim, Demet Akalın, Gülşen, Hande Yener gibi yakıngeçmişin liste başı şarkılarına imza atmışlar da giremeyecek. Niye? Çünkü neSemicenk’in ne Uzi’nin ne Çakal’ın şarkılarına benziyor şarkıları.   


“Varsın listelere giremesinler, ne olacak ki?” diyenlerçıkacaktır. Bunun yarattığı negatif etki o kadar büyük ki, tahmin bileedemezsiniz. Bir kere her şeyden önce listelerde olmadığınızda çok dinlenme ihtimalitamamen ortadan kalkıyor. Müzik market örneğine geri döneyim. Kaç kişi raftagörmediği bir albümü görevliye sorup depodan getirtirdi? Aynı o hesap. Kaçımızo şarkının ya da şarkıcının adını aratıp, bulup, dinliyoruz. Sıkı fanlar,meraklılar hariç herkes sadece önüne konulanı, gördüğünü dinliyor. Haliyle delistelere giremeyenlerin dinlenmeleri düşük oluyor. Böylece ortaya çıkanbaşarısızlık algısıysa yazan, besteleyen, düzenleyen, söyleyen, yayınlayanherkesi demoralize ediyor. Motivasyonlarını kaybediyorlar. Maddi manevi birzarar söz konusu. Birileri çıkıp “Amaaan filanca mı? Son yaptığı şeyler hiç tutmamış,Spotify’da dinlenmeleri çok düşük. Ona konser teklifi götürürsek zarar ederiz,”dediğinde ne olacak? Halihazırda denmediğini de iddia edemeyiz ayrıca. Dedim ya,haksız rekabet ve maddi manevi zarar artık ciddi boyutlara ulaşmış durumda.


Popüler müzik icat olunduğundan bu yana yayımlanan müzikdergileri hep birden fazla liste yaptı. Plakları, albümleri kategorilerine görelistelere dizdi. Örneğin dünya müziğine yön vermiş Billboard dergisi halen öyleyapıyor. Bakın aşağıdaki ekran görüntüsüne.


Türkiye’de bir dönem Billboard işlevi gören Hey dergisi de '80'lerde öyleydi. En çok satanlar listeleri pop ayrı, arabesk ayrı, sanat müziği, halkmüziği ayrı listelenirdi. Belkıs Akkale’yle Ajda Pekkan aynı listede olmazdı. Zirabu ülke müziğin türlerinin sadece ritimlerine göre ayrıştığı bir ülke de değil.Her şeyden önce tonalitesi farklı müzik türleri var.

Ayrıca televizyon reytingleri bile öyle şekillenmiyor mu?Total var, AB var, ABC var. Farklı statülerdeki izleyicinin izledikleri farklıkategorize ediliyor ve reklam pastası buna göre bölünüyor. Sen de yap abicimbir “Adult Pop Top 50” kategorisi, görelim. Neden Erol Evgin’le Uzi’yi aynı klasmandayarıştırıyorsun? O da olmazsa “Top 50 Pop”, “Top 50 Rock”, “Top 50 Indie” yap.Çok mu zor? Böylece herkes kendi bahçesinde oynar, kendi rakipleriyle yarışırve şaibeler, memnuniyetsizlikler de ortadan kalkar.  


Daha birkaç gün önce Spotify “Yazın Hitleri” diye bir listeyayımladı. “Aaa evet bunların hepsi çok dinlendi, ben şahidim”ciler bir yana,çok insan haklı olarak “Ben bunların ikisi üçü dışında hiçbirini bilmiyorum,bunlar nasıl hit?” diye sordu. Ben bilmiyor değilim belki ama onlar dinlediğimşarkılar değil. Ve o meşhur ‘tweet’te de yazdığım gibi memleketin en gözdetatil beldesinin orta yerinde aylardan beri dolanıp duruyorum, canlı müzik yada dj müziği yapılan mekanlarda bu şarkıları asla duymuyorum. Nerede duyuyorumbiliyor musunuz sadece? Gecenin üçünde beşinde evimin bulunduğu caddeden geçenmodifiye arabaların bangır bangır ses sistemlerinde. “Son model ses sistemlimodifiye araba sahibi görgüsüz, hadsiz, hudutsuz sürücülerinin hitleri”deseler, asla itiraz etmeyeceğim. Ha birileri de “’Beach’lerde sadece bunlarçalınıyor, siz gitmemişsiniz belli ki’ gibi bir şey yazmıştı ki o da haklı.Gitmedim, gitmem de. Çünkü bilirim, hadsizlik, hudutsuzluk ve görgüsüzlüğünoyun bahçesi sadece modifiye arabalar değil.


Gelin görün ki bu liste tarihe geçecek ve birileri 30-40 yılsonra “Hıımmm demek ki 2023 yazında bu ülkede bunlar dinlenmiş,” diyecek. Bakın“Spotify”da değil, “ülkede” diyecek. Çünkü algı öyle yaratılıyor. Bunu birvakitler TV kanalları da yapardı. Kanalın en çok izlenen dizisini ülkenin ençok izlenen dizisi diye lanse ederlerdi. İnanan da olurdu, gülüp geçen de. Amaişin aslını ben size söyleyeyim: O şarkılar Türkiye’de bu yaz en çok dinlenenşarkılar değil, Spotify’da bu yaz en çok dinlenen şarkılar. Çünkü SpotifyTürkiye değil. Türkiye’nin tamam 15-30 yaş aralığında hiç değil. İster sosyetikbir gece kulübüne gidin, isterseniz Anadolu’nun herhangi bir yerindeki birdüğün salonuna. Bakın bakalım Uzi’nin “Caney”ini dinleyen, söyleyen kimse varmı? (“Var” diyen en az bir kişi çıkacağına eminim çünkü söylenenin aksinisöylemezse çatlayacaklar güruhu her genellemenin ‘istisnalar kaideyi bozmaz’kuralıyla birlikte geçerli olduğunu bilmiyor Allah bilmiyor!) Varsa da o enfazla Halo Dayı’nın (daha doğrusu Azer Bülbül’ün) “Aman Güzel Yavaş Yürü”südürve düğün salonlarında çalınıyordur, o da bir ihtimal.    


Şu ana kadar okuduklarınızın hepsini koyun bir kenara. Tümbunlardan ayrı olarak başka bir acayiplik daha var. Şu an, şu dakika açınSpotify’ı ve başka başka ülkelerin Top 50 listelerine bir bakın. Ben baktım.Hiçbirinde 50 şarkının 45’i rap-trap-hiphop türevi şeyler değil. Evet yer yeronlar da var ama bizim “şarkı” diye adlandırdığımız formda, melodisi, armonisiolan parçalar da var bir dolu. Öyle şarkılardan oluşan albümler de var. Globaldeve dünyanın birçok ülkesinin Top 50 listesinde yer alan Jung Kook, TaylorSwift, Billie Eilish, Miley Cyrus, Harry Styles’ın şarkılarının türevlerinden yabir ya iki tane var mesela Türkiye listesinde. Çok ahım şahım şeyler değil,sıradan pop şarkılarından bahsediyorum. Dünyada Spotify Top 50 listesinde popmüzik olmayan, yani sıradan pop müzik şarkıları bile dinlenmeyen, sadecerap-trap-hiphop dinlenen tek ülke Türkiye mi yani? Bu işte bir tuhaflık yok mu?


İster istemez insanın aklına bin türlü şey geliyor. Meselesadece çok dinlenme meselesi değil mi yoksa? Yıllardır yaşadığımız ahlâkerozyonu hepimizin malumu. Hakkında daha az konuşuluyor gerçi ama bir de belirginbir kültür erozyonu var. Tıpkı ahlâk erozyonu gibi kültür erozyonun da nekadarı kendiliğinden, ne kadarı sistematik ve planlı hiçbirimiz bilmiyoruz. Umarımgünün birinde öğrendiğimizde her şey için çok geç kalmış olmayız.    

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on September 07, 2023 14:06

September 2, 2023

Hande Yener - "Afrodizyak"

"BAZEN SIĞ, BAZEN DİBİ YOK"


Hande Yener albümleri/şarkıları hakkında yazmayı seviyorum,o belli. Neredeyse her albümünü yazmışım. Neden? Çünkü Hande asla ve kat’aeleştiriye kızan, küsen, çemkiren biri değil ki hiç yüz yüze tanışmışlığımız dayok bu arada. Dahası Hande asla ve kat’a yazdıklarımı dikkate alıp, sözümekulak asmıyor. Bildiğini okumaya, burnunun dikine gitmeye devam ediyor. Bukıymetli bir şey çünkü eleştiri dinleyende farkındalık yaratmayı hedefler,üretende değil. Dinleyicinin farkındalığı ve değişimi zaten üretene dolaylıolarak yansır. Ben şahsen yazdıklarıma göre kariyerine yön veren birininsorumluluğunu taşımak istemem. Kaldı ki bu 'post-truth' devrinde kimin yazdıklarının değişmez doğru olduğunu iddia edebiliriz ki? Ben edemem mesela.


Her neyse… Yeni albüm çıkınca da Hande hayranlarındanmesajlar yağmaya başladı. “Yazacak mısınız? Ne zaman yazacaksınız?” Çokistiyorum Twitter yorumcuları gibi albümleri/şarkıları çıktığı gece masayayatırayım, kesip biçeyim ama olmuyor. Elim ağır benim. Ya da kulağım. Bin keredinleyeceğim ki haksızlık etmeyeyim. Ben elime klavyeyi alana kadar kadın yenialbüm çıkaracak (ki çıkarır, bilirsiniz) haberim yok.

Misal bu albüm çat diye düştü gecelerden bir gece dijitalalemlere. Hayır, eskiden sosyal medyada ha babam de babam yazardı Hande: “Yenialbüm şöyle geliyor, böyle geliyor. Aman da ne bomba şarkılar var, yer yerindenoynayacak, müzikte devrim olacak, bıdı bıdı bıdı…” Bu defa ne yaptı? 22 Haziran2023 günü öğleden sonra 2.52’de bir tek tweet attı: “Hazır mıyız bu gecealbüme?” Valla şahsen ben hazır değildim. Bir süre önce tekli olarak yayımlanan“Benden Bir Tane Daha Yok”ta bahsedilenin şarkının kendisi olmasını, yani oşarkıdan bir tane daha olmamasını, yapılmamasını umut etmekle meşguldüm. Ki TikTok’larda almış yürümüş bir şarkıya dair bu düşüncem basbayağı “out of date”olabilirdi, kimseye söylemiyordum o yüzden. Yapıyordum empati amabesleyemiyordum sempati ne çare.


“Afrodizyak”, Hande’nin on beşinci albümü olabilir. Nasılsaydığınıza bağlı. Ben “EP”leri, derlemeleri, “remix”leri filan saymadım. Hani“stüdyo albümü” derler ya, o hesap saydığınızda 15 ediyor. Nasıl delirdiğini degörmüşüz, ona neler olduğunu da… Bize teşekkür de etmiş, kendini kraliçe deilan etmiş. Tırnak içinde “Mükemmel” bir albüm de yapmış, yine tırnak içinde “HepsiHit” şarkılardan oluştuğunu iddia ettiği iki albüm de. Şimdi biraz libidomuzuarttırmaya niyetlenmiş, çok mu? (BKNZ: Afrodizyak kelime anlamı: Cinselduyguları veya isteği uyaran veya artıran madde.)


Albümün habercisi “Benden Bir Tane Daha Yok”u nedensevmemiştim? Şöyle izah edeyim: Mesela televizyon ya da radyoların reklamkuşaklarında bir sürü 15-20 saniyelik müzik gelip geçiyor. Bunların büyük kısmısözlü oluyor. Çoğu, reklam müziğine yıllarını vermiş, işinin ehli müzisyenlerinelinden çıkıyor. Bugün de böyle, geçmişte de böyleydi. Sözgelimi duayen bestecisıfatıyla ayrı bir yerde tuttuğumuz Onno Tunç, Melih Kibar ve AttilaÖzdemiroğlu’nun sayılamayacak kadar çok reklam müziğinde imzası vardır. Reklammüziklerini küçümseyemeyiz elbette onlara şarkı da demeyiz, şarkı diyedinlemeyiz. Melih Kibar’ın Garanti Bankası için yaptığı “Sucu Çocuk” gibi birikinci örnek yok gibidir ki o da zaten Kibar’ın sonradan yaptığı eklemelerleenstrümantal bir beste olarak yayımlanmıştır.


Besteciler reklam müzikleri yaparken pek de sanatsal birkaygının peşinde değildir zaten. Orada önemli olan reklamı yapılacak üründür.Söz de beste de ona hizmet eder. Hah işte şimdilerde de hemen hemen aynıformülle sosyal medyaya hizmet etmesi için müzikler yapılıyor. Söz de beste deo amaca hizmet ediyor. İçeriklere fon müziği olsun, içeriği yürütsün diye.Genellikle kısacık oluyor bu şarkımsı şeyler, 15 saniyelik (hikâyelik)parçalara ayrılabiliyor. Sözler de video çeken, hikâye paylaşanın takipçilerinebir mesaj vermesi kaygısı taşıyor, o minvalde sloganlar içeriyor. Reklammüziklerindeki gibi ortada bir ürün yok aslında. Ya da ürün bizzat içeriküreticinin kendisi. İşte “Benden Bir Tane Daha Yok”u ilk dinlediğimde de hiçtereddütsüz ‘bu bir içerik şarkısı’ damgasını vurmuş, bir kenara koymuştum kiTik Tokerlar zaten beni yanıltmadı. 


Ha bu arada dünyada da bu akım almış başını gidiyor, yanibunun bir günahı varsa o günah Hande Yener’e ait değil. Sosyal medya,insanlığın ilk çağlardan bugünlere dek yonta yonta, incelte incelte şekil verdiğibütün estetik değerlerini, neyin sanat neyin sanat dışı olduğuna dair yerleşikbütün yargılarını, güzellik, doğruluk, gerçeklik algılarını belki de bir dahageri dönülemeyecek bir biçimde değiştirdi. Eğitim görmüşle görmemiş arasındakiuçurum kapandı, inceyle kalın, kötüyle iyi, geçiciyle kalıcı eşitlendi. Galibabize de buna alışmaktan başka seçenek kalmadı.


Bu yukarıdan yukarıdan ahkâm kesen cümlelerden sonra “Hophop hop,” demek istemezdim ama demek zorundayım çünkü albümün ilk şarkısı buadı taşıyor. Hafif, uçucu, toplam süresinden bile kısa bir sürede yazıldığıizlenimi veren, çiklet tadında bir şarkı “Hop Hop”. Şarkının sözlerini Genco Eceryazmış, bestesinde ise Genco Ecer ve Misha’nın ortak imzası var. Misha’yı zatenbiliyoruz, yani en azından Hande takipçileri biliyor. Genco Ecer ise Hande’ninilk kez çalıştığı bir isim. Ecer’i şarkı yazarlığından çok şarkıcı olarak tanımıştık.2009 yılında bir albüm, 2010 yılında dört şarkılık bir kısaçalar yapmış,sonrasında teklilerle yoluna devam etmiş en son da 2022’de Ece Seçkin ve AnılPiyancı’yla birlikte “Karma” adını taşıyan bir şarkı yayımlamıştı. Başından buyana müziği popun seyri içerisinde hep daha modern oldu ama çok büyük bir hitçıkardı mı, ona emin değilim.  


“Hop hop hop hop” tekrarlarıyla daha ilk dinleyişte insanınbeynine kanca atan şarkı bittiğinde bir cümleye takılı kalıyorum: “Bazen sığ,bazen dibi yok.” Bu cümle albüme dair bir ipucu veriyor olabilir mi? Şu ansığda mıyız? Dibi olmayan derinliklerde ne zaman kulaç atarız? Bakalım,göreceğiz.

Sırada albümün en az sevdiğim şarkısı var. “Öp Beni”nin oilk beş saniyesinde duyduğum sesleri hangi şarkıda duysam o şarkıyısevmeyeceğime emin oluyorum zaten. Ardından nasıl bir ‘sound’ nasıl bir ritimgeleceği o kadar belli ve benim o ‘sound’ ve ritimle aram o kadar kötü ki. Çokmu ‘trendy’, çok mu güncel, kimin umurunda? Böyle şarkılardan her gün bin taneyapılıyor artık. Şarkının sözlerini Hande Yener yazmış, beste ve düzenleme yineMisha’nın. İki müzik ortağı aynı zamanda iki de sevgili malumunuz. “Yapış yapışaşka karış,” onların aşk şarkısı olabilir mi? Belki de öyledir, bilemem.


Aaaa ne oldu? Su birden derinleşti galiba. “Yara”yıdinliyorum. Sözleri Berksan, müziği Berksan, Hande Yener ve Misha imzalı birşarkı. Mis gibi şarkı işte. Hande gibi Hande. Oh be! Hande’yi tam da böylesevmiştik bir zamanlar. Üzerinden kuşlar, kremalar, kraliçeler, havaalanları, kışkışlar filan geçmeden çok önce. “Yara”yı içim ferahlamış, aydınlanmış, sevinçledolmuş taşmış dinlerken, gözümün önünden bir film şeridi gibi geçiyor o günler,o yıllar. Ne çok yormuş bizi, nasıl o tuhaf şarkıdan bu acayip şarkıya çarpmışkafamızı gözümüzü, ağzımızı burnumuzu kırmış. “Yara”, yaralarımıza pansumanolabilir mi? Tek başına ne kadar olabilirse işte.


E fazla açıkta kulaç atar, kaptırırsan kendini bir andasığda kuma toslaman çok mümkün. Sıradaki şarkı “Çatla” tam olarak o hissiyaratıyor. “Benden Bir Tane Daha Yok”un ikiz kız kardeşi geldi elinizi öpmeye,videolar dolusu dinleyin, hikâyeler dolusu mesajlar verin diye. Gelmişim55’ime. Profilime kim girmiş, kim bakmış, kim çıkamamış umurumun ucu değil.Füsun Önal’ın “Çatla patla yol saçını başını,” şarkısını çok sevmişimçocukluğumda, aradan 40 küsur sene geçmiş. Ha “Çatla”nın attığı tekrar kancasınatakılır, “Çat çat çat çat çat çatla,” diye mırıldanır mıyım ortalık yerde,dünyadan uzak, otizme yakın? Mümkündür, olabilir. Fakat ondan gayri GencoEcer’in söz ve müziğini yazdığı bu şarkı Gırgıriye’de Perran Kutman’ın lüksotomobiliyle eski mahallesine gelip eski komşularını çatlatması kadar bilehislendirmiyor beni.      


Sırada “Vazgeçtim” var. Yine bir Genco Ecer şarkısı, Mishadüzenlemesi. Üstüne Misha bu şarkıya sesiyle de dâhil olmuş. Hayır bari “yapışyapış aşka karış”ta düet yapsaydınız, şöyle göz göze diz dize de bir klip çekerbelki memleketin ilk ‘trap’ düğün şarkısına imza atmış olurdunuz. Bir ayrılıkşarkısına düet yapmak da nedir? İlla bir ters köşe, illa bir ‘cool’luk işte,Hande Yener alamet-i farikası. Yalnız şarkı bayağı hoş. Hande’nin cıvıtmadanelektronik müzik yaptığı o ilk dönemleri anımsatıyor, hatta Mete Özgencilkokusu bile geliyor inceden.  


Yok öyle nostaljik anımsamalar, iç çekmeler filan. Dön döndön, bugüne dön hemen. “Denge” başlasın. Şimdi sanıyorsunuz ki yazı boyunca bensadece klas şarkılara yükseleceğim, eğlenceli şarkılara da burun kıvıracağım,böylece ne kadar yüksek bir müzik zevkim olduğunu da göstermiş olacağım. Şu anadek öyle yaptım ya. Ama yanıldınız. “Denge” tam benim kalemim bir şarkı, çoksevdim. Zamanında “Sana kırmızı çok yakışıyor” diye zıp zıp zıplamışlığım, “AltDudak”la sokak dansı yapmışlığım, ellerimi havaya kaldırıp “Bana yanlışyerlerinden atmaaaa,” diye avaz avaz bağırmışlığım çok. Koyarım bu şarkıyı da o‘playlist’e, hiç de gocunmam, dinler, eğlenirim. Şarkının sözlerini Handeyazmış, bestesi Misha’nın. (Albümde bir şarkı hariç bütün düzenlemelerMisha’nın zaten, tekrar tekrar yazmayayım.) “Denge”, afro havası, Latinnefeslileri ve “Hop Hop” tan ve “Çatla”dan bile çok kanca atan zırtapozsözleriyle albümün sığ tarafının en parlak işi bence.


“Sus” geliyor sonra. Bu şarkı özelinde değil belki ama ençok bu şarkı yüzünden şunu yazmak isterim: Tamam kimseden artık yaylı grupları,elektrosu ayrı, akustiği, bası ayrı gitarlar, nefesliler, renk sazlarıyla soslanmışkarmaşık armoniler filan beklemiyoruz (yani en azından bu tür müziktebeklemiyoruz) ama bir şarkının altı bu kadar da boş olmaz ki be canım. Şarkıboyunca hiç değişmeyen ritim, iki akor, birkaç elektronik ses, sample, oldusana şarkı. Ha pardon tabii bir de kanca. Bu şarkının kancası da “sus sus sus”tekrarları. Söz ve müziği yine Genco Ecer’e ait, (tırnak içinde) “düzenleme”ise Negro tarafından yapılmış. Hani niye bu şarkıyı Misha düzenlememiş de Negrodüzenlemiş, diğer düzenlemelere kıyasla nasıl bir fark yaratmış, nasıl bir kuşkondurmuş diye sorsanız bir cevap veremem.  


Yine aynı tatsızlıkta bir başka şarkı da peşi sıra gelen“Havale”. Tek numarası “havale havale” tekrarları ki onları da “havale havale”değil, “havaye havaye” şeklinde söylemiş Hande. Galiba birini Allah’a havaleetmenin yöreselliği, alaturkalığı onun da içine sinmemiş şarkıyı söylerken.Zamanında Bodrum’a gitmenin havası yanında İstanbul’da yaşamanın vasatlığını da“Yiiiiiistanbul’da da yaşadık,” diyerek bertaraf etmişti ya, onun gibi bir şey.

“Belki”nin sözleri Hande’ye, bestesi Misha’ya ait. Söz vemelodik yapı olarak yine Hande’nin elektronik dönemini hatırlatan bir şarkı.Hani Erol Temizel düzenlemiş olsa “Hipnoz” albümüne filan girerdi rahat amatabii bu afro haliyle pek mümkün değil.


Geçenlerde Hande Yener’le radyo programım için bir telefonbağlantısı yaptık. O röportajda dayanamadım, sordum: “Tamam günü yakalıyorsunher zaman ama sen aynı zamanda iyi bir şarkıcısın ya, o tarafına vurgu yapanözel bir albüm filan yapmayı düşünmüyor musun? Caz olur senfonik bir albümolur, ‘rock’ olur, ne bileyim ben.” Hande ne cevap verse beğenirsiniz?“Kariyerimi bitirmek istediğim zaman yaparım.” Bunu gülerek söyledi tabii,memlekette o tür şeyleri kimsenin dinlenmediğinden dem vurdu mealen. Bu yazıyıyazmak için albümü bir kez daha dinlerken o sözleri geldi aklıma. “OlurunaBıraktım” her ne kadar güncel bir ‘sound’un içinden geçiyor ve hiç o hissivermiyor gibi görünse de pekâlâ pop-caz kalıplarına sokulabilecek bir şarkımesela. Bazen vasat görünen, “bundan bir şey olmaz” dedirten bir şarkıya öylebir düzenleme yapılır ki şarkı uçar, şarkıcıyı da uçurur. Hande’nin kimi kezbizim de net bir şekilde gördüğümüz ama çoğu zaman kendisinin büyük harflerle anlatarakaltını çizdiği yenilikçi ve cesur tavrı böyle şeyleri de kaldırır sanki.


Bak nasıl da tam yerine denk geldi, “Yoksa” başladı. Bencealbümün tartışmasız en iyi şarkısı. Tamam kabul, şarkının doğrudan ben ve benimyaş skalamdakilerine dokunan bir “vibe”ı var. O tırmanan melodisi, kreşendosu,gitar solosu ve Hande’nin 2002-2004 albümlerinde içimize işlemiş ses rengininaradan bunca yıl hiç geçmemiş gibi yerli yerinden tınlaması. Üstelik “Yoksa”söz ve müziği Hande Yener’e ait bir şarkı. Yıllardır şarkı yazmak için elinekalem almayan Hande, bu şarkıyla başlamış yeniden yazmaya. Yıllar sonra yazdığıilk şarkının “Yoksa” olması kaderin bir cilvesi sanki. İçindeki ses “İşte gerçekHande bu aslında,” demiş ama “Hop Hop”ların “Çatla”ların, “Yapış Yapış”ların(evet ben o şarkının adını böyle koydum) gürültüsünde gümbürtüye gitmiş gibi.


Ha diyeceksiniz ki Hande tutsa, bu şarkıyla albümü tanıtmayaçıksaydı ne olurdu? Söyleyeyim: Malum kuşak anında kulağını tıkardı çünkü onlarbir dönemin şarkılarına ayılıp bayılır, durduk yere trendlere sokarken bugünaynı ruhla yapılmış yeni şarkıları duyunca nedendir bilinmez artlarına bakmadankaçıyorlar, bu da acı mı tatlı mı bilemediğim bir gerçek.

Az önce bahsettiğim röportajdan bir alıntı daha yapacağımşimdi. Şöyle dedi Hande: “Ben o ticari şarkıları insanlar ‘beach’lerde,arabada, tatile çıkarken eğlensinler diye yapıyorum. Çünkü gidecek bu seferabidik gubidik tipleri dinleyecekler, onu da istemiyorum. İnan ki o yüzdenkoyuyorum o şarkıları da albüme, ‘Çatla’yı filan. Sezen Aksu da yapardı böyleşeyler hatırlarsan. Komik şarkılar da koyardı albümüne, mizahi, eğlenceli amadibine kadar böyle buram buram sanat olan şarkıları da koyardı. Bir albümdehepsini bulabilmelisin. Albümün amacı o bence zaten.”  


Evet, tabii ama misal komik şarkı diyebileceğimiz “SeniYerler”in müthiş düzenlemesi, vokal kompozisyonu, “Onu Alma Beni Al”ın Anadolutürkülerinden ilham almış söz dizimi, hikâyesi, “Âdem Olan Anlar”, “HominiPufidi Tumba”, “Oh Oh” ve “Ayar” gibi şarkılarda saklı veya açık toplumsaleleştiri ve taşlamalar bir yana, “Denge”, “Hop Hop”, “Çatla” gibi şarkılarınhem sözleri hem besteleri hem de düzenlemelerindeki sade suya tiritlik biryana. Derinlik çalışmıyor artık, onun hepimiz farkındayız. Sezen bile 2 dakika58 saniyelik bir şarkıda 12 kere “kıra döke”, 12 kere de “yan yan derdine”diyebiliyor. Maksat tüy gibi hafif olsun, ağırlık yapmasın. Zamanındauydurulmuş “Türkçe sözlü hafif müzik” tabiri karşılığını yeni yeni mi buluyorne?


Neyse, hafifleyelim o zaman. Sırada “Değmez” var. Söz vemüziği Tepki tarafından yazılmış bir şarkı. Yine hafif, uçucu, esintili, ritmik,eğlenceli bir şarkı. “Denge”nin yanına konulabilir, tam da Hande’nin istediğigibi dinleyeni eğlendirebilir, “bırak bırak bırak” kancasıyla da akıllardakalabilir.  

Ben ve benim gibi düşünenlerin memnun kalacağı iki şarkıdaha var sırada. Tabii bu şarkılar sona atılmış ama biz zaten kaset dinleyerekbüyümüşüz, o sabır bizde var, sonuna kadar dinler, seveceğimizi arar, bulur,çıkartırız. “Beni Öyle Sev”in sözleri Berksan’a, bestesi Misha’ya ait. Ağırtempolu, etkili ama dram kesmeyen bir aşk şarkısı “Beni Öyle Sev”. Söz vemüziği Genco Ecer’e ait “Hoşça Kal” (yaa öğreten adamlık yapmak istemiyorum amabu iki kelime ayrı yazılıyor, söylemeden geçemeyeceğim) Ajda vibe’ında, şık birdisko parçası.


Ve albüm “Benden Bir Tane Daha Yok”la sona eriyor. SarozKörfezi’nin denizi de böyledir. İki adım atarsınız boyunuzu geçer, yüzmeyebaşlarsınız, bir anda sığlaşır, kolunuz bacağınız dipteki kuma değer. Denilirki Çanakkale Savaşı sonrası denizin dibi temizlenmiş, o yüzden de yer yer sığ,yer yer derin kalmış. Rivayet işte. Hande de 2000 yılından bu yana, 23 yıldırmüzik dünyasında savaş veriyor sonuçta. Onun müziği de yer yer sığ, yer yerderin kalabilir. Kaldı ki sürekli sığda denize girmek can sıkar, sürekliderinlerde yüzmekse yorar, değil mi ama?

Tamam farkındayım, bu “derinlik-sığlık” metaforunu çok fazlakullandım yazı boyunca ama ne yapayım Hande de öyle yapıyor, şarkılarında aynıkelimeleri, aynı cümleleri defalarca kullanıyor ki akılda kalsın. Denge dedenge de denge yani başka bir şey değil.


Sonuç itibariyle şunu söylemem lazım: Kariyerinizi nasılyöneteceğiniz sizin bileceğiniz iştir. 30-40 yıla yedi-sekiz albüm sığdırır,çizginizi yukarı aşağı kaydırmadan, saygın ama az görünür, az konuşulur vekemik dinleyiciyle, sevenlerle birlikte yürürsünüz. Bu bir tercihtir. 23 yıla15 albüm, sayısız tekli sığdırmak, inişli çıkışlı bir grafik çizme riskini gözealmak pahasına çok konuşulmak, çok görünmek, sürekli değişen dinleyicikitlelerini tavlamaya çalışmak da bir başka tercihtir. Dinleyici bugün “sakındeğişme, hep seni sevdiğimiz gibi kal” derken, yarın “değiş artık, sürekliaynısın, sıkıldık senden” diyebilir ki popüler müziğin zemini kaygan,dinleyicisinin tabiatı oynak, talepkâr hatta histeriktir bazen. Peki hemdeğişip hem değişmemek mümkün değil midir sahiden? İkisinin ortası yok mudur?Oradan da üçüncü bir tercih çıkarılamaz mı mesela? Bence Hande bir gün orayagelecek. Benim hâlâ umudum var.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on September 02, 2023 10:54

August 21, 2023

Gülşen & Edis - "Sor"

"ALO? HER GECE GEZENLERLE Mİ GÖRÜŞÜYORUM?" 
“Herkesi zalim kendini alim hissetmen bile normal.”

Şarkı bu cümleyle başladığı için cümledeki “bile”kelimesinin sebebini bilemiyoruz. Kızımız herkesi zalim kendini alimzannetmesinin yanı sıra birtakım şeyleri daha hissediyor olmalı. Serdar onlarahiç girmiyor ama herkesi zalim kendini alim hissetmesini normal bulduğunusöyleyerek başlıyor şarkıya. Muhtemelen kız durup durup “Ay kendimi çok âlimhissediyorum ama herkesi de çok zalim hissediyorum,” diyor ya da demese bileöyle davranıyor olmalı ki Serdar lafa buradan giriyor. Bununla kalmıyor, birsonraki cümlede bu durumu neden normal bulduğunu da açıklıyor.

“Çünkü dışarıda senin gibiler için özel idman yapıyorlar.”

Demek ki olay “içeride” geçiyor. Kız içeride kendini alimherkesi zalim hissederken dışarıda birileri bu konuda yetkinlik, alışkanlıkkazanmak için düzenli olarak talim (idman) yapıyor. Tuhaf mı? Neden olsun? Sizhiç kendini alim herkesi zalim zannedenler için dışarı çıkıp özel idmanyapmadınız mı? Yapmamış olabilirsiniz, haklısınız. Zaten bu sıradan bir idmanda değil, “özel idman” sonuçta.


“Deli huyundan ya da suyundan mıdır anlamadım bu işi. Ne buhırçınlık ne bu kalbin can çekişi?”

Bu cümlelerle kıza dair yeni veriler düşüyor önümüze.Öncelikle “deli huylu” olduğunu öğreniyoruz. Sonrasında hırçın olduğunu.Hırçınlığının sebebi deli huyu, suyu olabilir mi, bunu sorguluyor Serdar.Buraya kadar kısmen anlıyoruz. Peki “kalbin can çekişi” ne ola ki? Ortada birkalp var ve “can çekişmek” tabirinden anladığımız kadarıyla ölmek, bitmek,tükenmek üzere ama bahis konusu kalp kimin kalbi orası belli değil. Çünkü“kalbinin” ya da “kalbimin” demiyor. Yani kendi kalbinden mi kızın kalbinden mibahsediyor bilemiyoruz. Kızın deli huyu ve hırçınlığı yüzünden Serdar’ın ölmek,bitmek, tükenmek üzere olduğu şeklinde yorumlamak daha makul.

“Oturuşu, dokunuşu, kendini savuruşu yüzyıllar boyu aynı.”

Şu ana kadar kıza birebir hitap eden Serdar birden bizedönüp kızı bize şikâyet etmeye başlıyor. İşin içine “yüzyıllar” kelimesigirince ortaya iki ihtimal çıkıyor. Birisi Serdar’la kızın arasında genişzamanlara yayılan mitolojik bir aşk var ve yüzyıllardır devam ediyor. Diğerihtimalse cümleyi şöyle yorumlamak: “Bu kadın milleti hiç değişmiyor.Yüzyıllardır hep aynı şekilde oturuyor, dokunuyor ve kendini savuruyor.” Birerkek serzenişi olarak mantıklı olabilir. Olabilir olmasına da kadınlarınoturuşunu niye dert ediyoruz biz erkekler olarak? Nasıl oturuyorlar olabilir kibiz bundan serzeniş çıkarıyoruz? Ya kendini savuruşları? Bu yaşıma dek saçınısavuran, ne bileyim eteğini savuran filan çok gördüm ama hiç kendini savuranbir insan görmediğim için bu cümleye bir açıklık getiremiyorum.


“Sürmedi ilelebet, her şeye muhalefet olmana bir sebep varmı?”

Serdar bizi bıraktı ve tekrar kıza saydırmaya başladı. “Herşeye muhalefet olmana bir sebep var mı?” çok açık ve anlaşılır ama ilelebetyani sonsuza dek sürmeyen ne, orası muamma. Kız her şeye muhalefet ettiği içinbir şeyler ilelebet sürmemiş gibi anlıyorum. Aşklarından bahsediyor sanırım.Zaten kızın deli huylu ve hırçın olduğunu öğrenmiştik. Her şeye muhalefetolmasının sebebi de bu olabilir. Çözüyoruz kızı yavaş yavaş.


“Bunu külahıma, bir de günahıma girip anlatacak o yürekbelki de vardır ama denemen lazım.”

Çetrefilli bir cümleyle karşı karşıyayız. Parça parçaçözümleyelim. Serdar “Bunu külahıma anlat,” demeye getiriyor ki bu da“söylediklerin hiç inandırıcı değil, sana inanmıyorum,” manasına geliyor. Fakatanladığımız kadarıyla Serdar’ın bakış açısında birinin külahına bir şeyanlatması için önce yürek sahibi olması lazım. Tam karşılığı değil ama şöyleyorumlayabiliriz: “Nerede sende beni kandıracak yürek?” Yani mesele kızınkandırması değil, kandıracak yüreğinin olmaması. Oraya takılmış Serdar. Ancakkülahı bir kenara koyarsak “günahıma gir de anlat” tamamen yeni, daha önce hiçduymadığımız bir tabir. Bu tabir aynı cümlenin içinde geçtiği için de kızınSerdar’ın bir de günahına girip anlatacak yüreği de yokmuş diyebiliriz. Vefakat bu kadar net kestirip atmıyor Serdar ve “belki de vardır ama denemenlazım,” diyor. Off beynim yandı, sonraki cümleye geçeyim en iyisi.


“Ama sen korkaksın hiç bulaşma, yaklaşmazsın gerçekaşklara.”

Yani külahıma anlatmayı da günahıma girip anlatmayı dadeneyemezsin zaten çünkü korkaksın, o yüzden hiç bulaşma. Bunları yapabilsenbelki gerçek aşklara yaklaşabilirdin ama yaklaşamazsın, hatta yaklaşmazsın.Bakın iki kelime arasındaki bir eksik “a” harfi çok şey değiştiriyor.“Yaklaşmazsın” dediğine göre aslında gerçek aşklara yaklaşabilir, bunayeterliliği var ama tercih etmiyor gibi anlayabiliriz.

“Demiş ki benden uzak olsun.”

Serdar yine kızı bırakıp bize döndü, bize anlatıyor, kızışikâyet ediyor.

“Peki niye her gün ağlıyorsun?”

Hoop tekrar kıza hitap etmeye başladı. Sahi kız neden hergün ağlıyormuş, biz de merak ettik. Cevap Serdar’dan yine kıza hitaben geliyor:

“Sebebini sen her gece gezenlere aç bir sor.”

“Aç bir sor,” dediğine göre telefonla sormasını salıkveriyor. Şöyle bir telefon konuşması canlanıyor gözümüzde:

“Alo? Her gece gezenlerle mi görüşüyorum?”

“Evet buyurun, biziz.”

“Ben niye her gün ağlıyorum?”

“Çünkü siz Serdar için “benden uzak olsun” demişsiniz amaSerdar zaten sizden uzaklaştı, her gece bizimle geziyor. O mekân senin bu mekânbenim fink atıyoruz. Siz de Serdar’ın mekânlardan attığı postları görüp ağlıyorolabilirsiniz.”

“Aaa evet, mantıklı. Çok teşekkürler.”


Böylece şarkıya son notayı her gece gezenler koyuyor ve olandeli huylu, hırçın, oturuşu, dokunuşu ve kendini savuruşu yüzyıllar boyu aynıkalmış kıza oluyor. Kafiye uysun, melodinin suyuna gitsin, bıdır bıdır aksındiye bir araya getirilmiş kelimelerin arasından kıza esaslı bir ders çıkıyor.Tabii bize de. Şayet herkesi zalim, kendimizi alim hissedip durur, deli huyluve hırçın olur, sevdiğimizin külahına anlatacak ve dahası günahına giripanlatacak yüreğimizin olup olmadığını denemez, bir de üstüne gerçek aşklarayaklaşmazsak, sonumuz her gece gezenlere telefon açıp niye her gün ağladığımızısormak ve ağzımızın payını almak olur.

Şarkının söz analizini böylece tamamladığımıza göre şimdigelelim besteye. Şarkı aslında bir Eurovision şarkısından adapte edilmiş, yanieski tabirle bir aranjman. Orijinal versiyonu 2005 yılı Eurovision ŞarkıYarışması’nda İspanya adına yarışan Son De Sol grubu tarafından seslendirilen“Brujeria” adlı şarkı. Türkiye’yi Gülseren’in “Rimi Rimi Ley”le temsil ettiği oyarışmada İspanya “Brujeria”yla sadece 28 puan alarak 24 ülke arasında 21.olmuş. Düşünün ki “Rimi Rimi Ley” bile 13. olmuştu.


“Brujeria”nın bestecisi İspanyol müzisyen Alfredo Panebianco.Şarkının İspanyolca sözlerini de o yazmış, Türkçe’ye Serdar Ortaç tarafındanadapte edilmiş. Pek çok İspanyolca şarkı gibi bu şarkıda da çok laf, çok bıdıbıdı, nefes aralıksız cümleler olunca Serdar da Türkçe sözleri yazarken manaya,imlâya, konu bütünlüğüne filan çok takılmamış ki zaten şarkı yazarken böyleşeylere çok takılsaydı bütün o “aşk bu kızılötesi yaralı müzesi”, “topu topubir deste, ara sıra bir besle”ler filan Türkçe pop literatürümüze girmemişolurdu.


“Sor”, Serdar Ortaç’ın 2006 yılında yayımlanan “Mesafe”albümünün çıkış şarkısıydı ve albümde şarkının iki farklı versiyonu vardı.Orijinal versiyonu Erdem Kınay düzenlemişti, “Turca” versiyonu ise SuatAydoğan. Tekrar dinleyince şunu gördüm ki her iki versiyon da şarkınınorijinalinden daha pop, daha dinamik ve evrensel. Orijinaliyse epeyce yerel, fenahalde İspanyol.


Zamanında tutmuş şarkıları farklı birilerine söyletipgüncellemenin ve bunları bir albümde toplamanın işe yarar, para getirir birformül olduğu keşfedildiğinden beri saygı albümleri saygıdan çok kaygı içinyapılır oldu. Kim hangi şarkıyı söylerse iş yapar, hangi şarkının günün“sound”unda parlar filan gibi kaygılar, saygı gösterilecek kişinin en iyibesteleri/sözleri/şarkıları hangileridir ve bunları hangi şarkıcılarlaeşleştirir, nasıl güncellersek kişiyi onore etmiş oluruzun önüne geçti. Buyüzden de misal Fikret Şeneş gibi bir söz yazarının saygı albümünde FikretŞeneş hayatta olsaydı kapısının önünden geçemeyecek isimleri görmek mümkünolabiliyor. Şeneş’in söz yazarlığı kariyeri boyunca en önem verdiği şeylerinbaşında prozodi gelirken “saygı” albümünde şarkılarının prozodilerini bozanşarkıcılara şans verilebiliyor. Neyse, konumuz o değil…


Serdar Ortaç için yapılan ilk saygı albümü “Serdar OrtaçŞarkıları Vol.1” adıyla 2022 yılında yayımlanmıştı. Şimdi “Vol.2” geliyor amadönemin pazarlama şartları gereği yavaş yavaş, şarkı şarkı geliyor. Nitekimgeçtiğimiz günlerde albümden iki şarkı yayımlandı. Saygı albümlerini şarkışarkı yayımlamak saygı gösterilenin değil, şarkıları söyleyenlerin lehineişleyen ve saygı albümünün amacını tamamen boşa çıkaran bir yöntem. Bunu çokkez gördük. Şimdi de aynı şey oluyor. İki şarkı dedim ya... Biri AleynaTilki’nin söylediği “Ayrı Gitme”, diğeri Gülşen ve Edis düeti “Sor”. Dijitalplatformlarda her iki şarkı da şarkıcıların yeni şarkıları gibi boy gösteriyor.Ne bir kapak, logo, tasarım bütünlüğü ne de Serdar Ortaç ismi var ortada. Saygınınböylesi!


Yazının konusu “Sor” şarkısı. 2020 yılında “Nirvana” içinbir araya gelen Gülşen ve Edis “Sor” için ikinci kez bir araya gelmiş. DüzenlemeyiZeki Arkun ve Elber Tutkus, prodüksiyonu Ozinga Müzik ve DMC yapmış. Biri‘90’lardan gelme, diğeri 2010’lardan çıkma, enerjisi yüksek, görseli güzel yıldızbir araya gelince, şarkı zaten öyle ya da böyle dillere yapışmış bir şarkı daolunca, düete uygun olup olmadığının, düetin amacının ne olduğunun pek önemikalmıyor. Bir de sansasyonel, yüksek bütçeli bir klip çekilmiş ki tam olsun.Olmuş da.


Ha bu arada, “saygının böylesi” dedim ama şarkının klibindeSerdar Ortaç’a bir saygı selamı gönderilmiş, onun da hakkını yemeyeyim.Memleketin klip arşivinde en ikonik, en unutulmaz sahne hangisi diye 100 kişiyesorsak, “Çıkar telefonunu,” diyen amcalar da dâhil olmak üzere herkes ilk önce SerdarOrtaç’ın İlknur Soydaş’ın göbeğinden zeytin yediği o sahneyi söyleyecektir. Merveİldeniz’in göğüs nahiyesine yoğurt döküldüğü sahneden bile çok akıldakalmıştır. İşte Gülşen ve Edis de o zeytin sahnesinin bir benzerini kirazlaçekmişler. Bu vefa örneğini de alkışlamadan geçmeyelim, değil mi ama?    


“Sor”un düzenlemesi bir parça gürültülü, evet. Sanki şarkıyıoto sanayi sitesinde kaydetmişler de dışarıdan gelen gürültüler de kayda girmişgibi. Neyse ki aranjedeki “Çok acayip bir şey yaptık abi yaaa” kafasınıdinleyicinin kulağına sokacağız diye Edis ve Gülşen’in seslerini gömmemişler.Şarkıcının sesini gömmek bir batı adetidir ve bu topraklarda bunu dayatmakTürkiye’de çaya süt koyarak içmek gibi züppece bir şeydir. Damak tadı nasılcoğrafyaya göre değişirse, kulak tadı da değişir ve eski köyde yeni adetçalışmaz. Yeri gelmişken bunu da tekrar söylemiş olayım.


Ben “Nirvana”nın buz beyazı soğuğundan sonra bu şarkıda Gülşenve Edis’den çıkan sıcak ve parlak ateşi sevdim. Özellikle Edis’in popşarkılarında nasıl kendini bulduğunu bir kez daha görmek iyi oldu. Keşke bunuEdis de görse. Şu dönemde kendi kulvarında rakipsiz bir popstar olması çokmümkünken Sefolarla Murdalarla aynı kulvarda koşmaya heves etmesini mümkünü yokanlamıyorum. Çok yakın bir zamanda bir konserine de gittim. “Çok Çok”, “BenimOl” ve benzerlerindeki Edis, “Arıyorum”, “Bana mı?” ve benzerlerindeki Edis’inçok ötesinde, çok daha klas ve her şeyden önemlisi kendi gibi. Bazen beyefendi,bazen “cool”, bazen bir “rocker” kadar havalı ama asla kentin varoşlarının,karanlık arka sokaklarının çocuğu değil. “Sor”da da o Edis’i duydum ve bir kezdaha buna emin oldum.


Gülşen’se bildiğimiz gibi. Hem seksi hem kırılgan hem içlihem atarlı, olmazsa olmaz Sezen dudak büzmeleriyle tipik Gülşen. Yıllardırsadece sahne kıyafetleriyle konuşulmayı, oradan soyadıyla müsemma ve bir yerdensonra tadı kaçmış bir bayraktarlık çıkarmayı içine nasıl ve neden sindiriyorbilmiyorum ama fanatiklerinin ondan yeni şarkılar beklediğini biliyorum. Gençisimlerin üç haftada bir yeni içerik ürettiği şu zamanda uzun uzun bekletmelerkıdemli isimler için bir “cool”luk göstergesi midir, Gülşen bu konuda kendineTarkan’ı mı örnek almaktadır, ikisinin ortak noktası olan Ozan Çolakoğlu buişin neresindedir, inanın onları da bilmiyorum. Belki de “Sor”da bahsi geçen“kendini savuruş” böyle bir şeydir, ne bileyim ben.


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 21, 2023 03:12

Yavuz Hakan Tok's Blog

Yavuz Hakan Tok
Yavuz Hakan Tok isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Yavuz Hakan Tok's blog with rss.