Yavuz Hakan Tok's Blog, page 9
May 4, 2020
İsrail'e Ajda mı Gidecek?
Seninle Üç Dakika
1979 - 1. Bölüm
Eurovision İstanbul’da
1 Ekim 1978 günü “Süper Star”ımız Ajda Pekkan son uluslararası hamlesiyle gazetelerin manşetlerindeydi.
2 Ekim 1978 tarihli Milliyet gazetesi haberi.
Bir gece önce ünlü şovmen Rudi Carrel’in Alman Televizyonu’nun birinci kanalında yayınlanan programına konuk olan Pekkan “La Voyage" adlı şarkısını seslendirerek büyük sükse yapmış, onunla bir kez daha gurur duymamızı sağlamıştı.
Özellikle Bremen ve çevresinde yaşayan otuz bin Türk’ün ekran başına kilitlendiği, hatta sırf bu programı izlemek için tarihi çok öncesinden belli olan düğünlerini iptal edenler olduğu da gelen haberler arasındaydı.
8 Ekim 1978 tarihli Milliyet gazetesi haberi.
Aynı gün Eminönü arabalı vapur iskelesi ve Sultanahmet’te çöp varillerine konulan üç ayrı bombanın patlaması sonucu 1 kişi öldü, 12 kişi yaralandı. 8 Ekim’de Ankara’da, Türkiye İşçi Partisi üyesi 7 genç öldürüldü. Bu olay tarihe Bahçelievler katliamı olarak geçecekti.
10 Ekim 1978 tarihli Hürriyet gazetesi haberi.
Ülke genelinde hemen her gün onlarca anarşi hadisesi yaşanıyor, çıkan olaylarda mutlaka bir ya da birkaç kişi hayatını kaybediyor, bu kargaşa gün geçtikçe daha fazla insanın canına mal oluyordu.
6 Ekim 1978 tarihli Hürriyet gazetesi haberi.
15 Ekim’de Necmettin Erbakan, Milli Selamet Partisi’nin Büyük Kongre’sinde yaptığı konuşmada “Anarşi Adalet Partisi zamanında çıkmıştır,” diyerek yakın zamana kadar hükümet ortağı olduğu Demirel’e yüklenecek ve sözlerini şöyle sürdürecekti: “Bre renksiz, bre liberal Demirel, bu komünistleri sen yetiştirdin, onlara sen bahçıvanlık ettin.”
16 Ekim 1978 tarihli Milliyet gazetesi haberi.
24 Ekim 1978’de Türk lirası bir kez daha devalüe edildi. Bir gün önce cebinde 100 lira olan bir vatandaşın cebinde ertesi gün 62 lira kalmıştı.
25 Ekim 1978 tarihli Milliyet gazetesi haberi.
10 Ekim’de Avrupa Yayın Birliği tarafından Cenevre’de yapılan Eurovision Yürütme Grubu toplantısında Türkiye’nin 1979 yılında yapılacak yarışmaya katılmasının önü açılmıştı. Kesinleşen karar 26 Ekim’de Televizyon Daire Başkanı Yılmaz Dağdeviren tarafından açıklandı.
27 Ekim 1978 tarihli Milliyet gazetesi haberi.
Aslında TRT Yönetimi yarışmaya 1979 yılında katılma kararını, 1978 finalinden kısa bir süre sonra almış ve kamuoyunda da açıklamıştı. Ancak sonrasında zamanı geldiği halde TRT'den bir ses çıkmayınca, bekleyen herkes neredeyse umudunu kesmişti.
4 Eylül 1978 tarihli Hey dergisi Tele Magazin ilavesi haberi.
Neyse ki 1979 Eurovision Şarkı Yarışması şartnamesi kamuoyuna kasım ayının ilk haftasında açıklandı. TRT Yönetim Kurulu üyeleri Sarper Özsan, Faruk Güvenç ve Televizyon Daire Başkanı Yılmaz Dağdeviren'in hazırladığı şartname ortaya çıkar çıkmaz yine tartışmalar başlayacaktı.
Öncelikle çok geç kalındığı konusunda herkes hemfikirdi. Bestecilerden eserlerini 11 Aralık tarihi itibariyle TRT yönetimine teslim etmeleri isteniyordu ki bu da önlerinde iki aydan bile az bir süre olduğu anlamına geliyordu.
7 Kasım 1978 tarihli Cumhuriyet gazetesi haberi.
Şartnamede önceki yıllardan farklı olarak çok önemli bir değişiklik yapılmıştı. Ülkeyi temsil edecek şarkı bu defa sadece halk oylaması ile seçilecekti. TRT tarafından görevlendirilen jüri sadece ön eleme ve yarı final elemelerinde söz sahibi olacak, finalde ise seçim halk jürilerine bırakılacaktı. Ön elemeleri yapacak jüri ise bu kez sadece 3 üyeden oluşacaktı. Bunun maksatla ilk etapta belirlenen 3 isimse Mithat Fenmen, Gürer Aykal ve Süheyl Denizci olmuştu.
17 Kasım 1978 tarihli Hafta Sonu gazetesi haberi.
Bir diğer değişiklik de şartnamenin yayımlanmasından kısa bir süre sonra Televizyon Daire Başkanlığı tarafından İstanbul Televizyonu Prodüksiyon Müdürlüğü'ne gönderilecek yazıyla ortaya çıkacaktı. Daha önce hep Ankara’da yapılan yarışma 1979’da İstanbul’a taşınıyor ve bu görev artık iyiden iyiye donanım kazanmış olan İstanbul Televizyonu’na veriliyordu. Bu karar müzik çevrelerinde büyük memnuniyet yarattı çünkü daha önceki yarışmalarda yer alan herkes günlerce İstanbul ve Ankara arasında mekik dokumak zorunda kalmıştı.
23 Kasım 1978 tarihli Milliyet gazetesi haberi.
Kulisler bir kez daha hareketlenmişti. Yarışmanın nasılsa yapılacağını önceden kestirip, hazırlıklarına erken başlayanlar şarkılarının son rötuşlarını tamamlarken, şartname açıklanınca harekete geçenler, önlerindeki kısacık zaman zarfında ellerinden geleni yapabilmek için çabalıyorlardı. Yarışmaya katılacağını açıklayanlar, hatta katılacağı bestenin ayrıntılarını verenler, kesinlikle katılmayacağını beyan edenler kadar, kararını gizli tutmayı yeğleyenler de gündem konusu oldu bir süre.
Yarışmaya katılacağını açıklamaktan çekinmeyen isimler arasında en dikkat çekici olanı hiç kuşkusuz Nükhet Duru’ydu. 1978 yılı elemelerinde kesin favori gösterilirken üçüncülükle yetinmek zorunda kalan Nükhet Duru ve Modern Folk Üçlüsü ve besteci Ali Kocatepe, temmuz ayında Kore’de düzenlenen Seul Şarkı Festivali’ne yine “Dostluğa Davet”le katılmış, TRT temsilcisi Yıleri Atamer’in de jüri üyesi olarak görevlendirildiği bu yarışmaya Grup Anadolu Majör’ün katılması adeta TRT’nin bir özrü, jesti gibi olmuştu.
10 Temmuz 1978 tarihli TV'de 7 Gün dergisi haberi.
Seul Şarkı Festivali’nde Grup Anadolu Majör’ün klasmanda büyük ödül (Grand Prix)’den sonraki ikinci önemli ödül olan birinciliği alması ise “Acaba Eurovision’a Grup Anadolu Majör gitse sonuç farklı mı olurdu?” sorusunu bir kez daha gündeme getirmişti.
10 Temmuz 1978 tarihli Hey dergisi Tele Magazin ilavesi haberi.
Nükhet Duru, 1979 yılı elemelerine yine bir Ali Kocatepe bestesi ile katılacağını açıklarken ister istemez gözler bir kez daha onların üzerine çevrilecekti. İlhan İrem, Asu Maralman, Sibel Egemen, İbo, Ali Rıza Binboğa, Ersan Erdura, Sertar Bağcan, Işıl German, Ayşe Mine, Attila Atasoy ve Bilgen Bengü de yarışmaya katılacağını açıklayan isimler arasındaydı.
1 Aralık 1978 tarihli Hürriyet gazetesi haberi.
Buna karşın hazırlığı olmadığı ya da önceki yıllarda yaşananlardan yola çıkarak yarışmayı adil bulmadığı gerekçesiyle katılmayacağını söyleyenlerin sayısı da az değildi.
27 Kasım 1978 tarihli TV'de 7 Gün dergisi haberi.
İsrail’e Ajda mı Gidecek?
Katılanlar, katılmayanlar meselesi basının gündeminde yer tutarken 4 Aralık 1978 tarihli TV’de 7 Gün dergisi, “Eurovision’da Son Durum: Bütün Hesaplar Ajda Üzerine” başlıklı haberini kapağına taşıyarak gündemi kısa bir süreliğine değiştirecekti.
Habere göre Ajda Pekkan’ın son birkaç yıldır yurt dışında attığı başarılı adımlar, son olarak Almanya’daki televizyon programının hemen ardından Fransa’da tamamı Fransızca şarkılardan oluşan bir albüm çıkarması TRT yetkililerinin düşüncesini pekiştirmişti.
11 Kasım 1978 tarihli Milliyet gazetesi haberi.
Eurovision’a Ajda Pekkan’ı gönderirsek bu kez hezimete uğramayacağımız kesindi. Ama nasıl?.. Başından beri yarışmaya adını hiç karıştırmamış Pekkan’ın böyle bir fikri ancak kendisine TRT tarafından görev verilirse kabul edeceği söyleniyordu. Yani Süper Star’dan elemelere katılması beklenemezdi.
Bir şekilde kuş uçurulmuş, TRT’nin fikri o günlerde Paris’te olan Pekkan’a menajeri vasıtasıyla duyurulmuştu. Hatta bağlı olduğu plak firması Philips’in Fransa cephesinde bu konuda bir ön hazırlık yapılmaya başlanmıştı bile.
Derginin haberine göre Ajda Pekkan 6 Aralık’ta Türkiye’ye gelecek, hemen ertesi gün ise Ankara’ya uçacak, TRT yetkilileri ile yüz yüze görüşecekti. Düğüm o zaman çözülecek, şayet Ajda ile anlaşma sağlanırsa, belki de şartname yayımlanmış olmasına rağmen elemeler iptal edilecekti.
Ajda sahiden de o günlerde Fransa’dan Türkiye’ye döndü ve Ankara’ya da gitti. Çünkü 8 Aralık gecesi Ankara Oteli’nde gerçekleştirilecek Parlamento Muhabirleri Derneği’nin balosunda sahneye çıkacaktı.
11 Aralık 1978 tarihli Milliyet gazetesi haberi. Ajda Ankara’da TRT yetkilileri ile sahiden görüştü mü, görüştüyse neden anlaşma sağlanamadı, bunu hiç bilemedik. Ancak yarışma gündeminde Pekkan’ın ismi bir süre daha yer almaya devam etti. Öyle ki yarı final sonuçları belli olduğunda bile TRT'nin finalde seçilecek parçayı Ajda Pekkan'ın seslendirmesini isteyeceğine dair fısıltılar kolay kolay kesilmeyecekti.
22 Aralık 1978 tarihli Hafta Sonu gazetesi haberi.
Şartnameye göre eserlerin son teslim tarihi olan 11 Aralık Pazartesi günü TRT’ye teslim edilen şarkı sayısı 174 olarak açıklandı. Eserlerin büyük çoğunluğu son gün, hatta son saatlerde teslim edilmiş, bu da finalist şarkıların ne denli alelacele hazırlandığının bir başka göstergesi olmuştu. Yarı finale en az 12, en fazla 14 şarkı bırakılacaktı.
12 Aralık 1978 tarihli Milliyet gazetesi haberi.
İstanbul Televizyonu’ndan Meral Savcı, Cengiz Baysal ve Namık Kasapbaşoğlu, 1979 Eurovision Tertip Komitesi’ni oluşturuyorlardı. Komite teslim edilen eserlerin bantlarını da yanına alarak İstanbul’dan Ankara’ya hareket etti ve ertesi gün Seçici Kurul Ankara'ya getirilen bantları dinlemek üzere toplandı.
Seçici Kurul üyeleri Mithat Fenmen, Süheyl Denizci ve Günnur Perin.
İki gün sürecek toplantılara kurul üyelerinden Gürer Aykal o günlerde Sovyetler Birliği'nde olduğu için onun yerine ilk yedek üye olan müzisyen Günnur Perin katılacaktı. Dedikoduların önünü almak için iki gün boyunca toplantıların yapıldığı odaya bantları çalmak için görevlendirilen bir teknisyen ve üyelere servis yapan bir garson dışında kimsenin girmesine izin verilmedi.
18 Aralık 1978 tarihli Cumhuriyet gazetesi haberi.
Seçici Kurul’un yarı finalde yarışmak üzere belirlediği 14 şarkının isimleri 15 Aralık günü TRT Genel Müdürü Cengiz Taşer taraından kamuoyuna açıklandı.
16 Aralık 1978 tarihli Milliyet gazetesi haberi.
Açıklamaya göre finale kalan şarkılar, şarkıları seslendirecekler, söz yazarları ve bestecilerin adları şöyle sıralanıyordu:
Yunan Propagandası
Ortaya çıkan tablo yine sürprizlerle doluydu. Finalde yer almasına kesin gözüyle bakılan Nükhet Duru’nun listede adı geçmiyordu. İddialı bir ekip olan Asu Maralman, İbo ve Sibel Egemen üçlüsünün yarışmaya gönderdiği her iki Selmi Andak bestesi de finale kalamamıştı.
Sibel Egemen, İbo ve Asu Maralman
Attila Atasoy ve Ayşe Mine’nin birlikte seslendirdiği Dağhan Baydur bestesi de ilk turda elenenler arasındaydı. 1975 ve 1978 yıllarından sonra şansını bir kez daha deneyen Ali Rıza Binboğa ve tıpkı Binboğa gibi 1975’de adını duyuran Yeliz ve Serter Bağcan, genç besteci Kayahan’ın bir bestesiyle elemelere katılan Bilgen Bengü de elenmişti.
Bilgen Bengü, Kayahan ve Ümit Eroğlu
Finale kalanlar arasında en deneyimli topluluk Beyaz Kelebekler’di. İlhan İrem ve Işıl German da nispeten popüler isimlerdi. Müzik piyasasının içinde şu veya bu şekilde yer alıp da henüz çok fazla adından söz ettirememiş Ercan Turgut, Grup Stüdyo ile beraber, o günlerde çok gözde olan “Disko-Fasıl” türünün temsilcileri İstanbul Şarkıcıları ise deneyimsiz solistleri Serpil Eroymak’la birlikte finale kalmışlardı.
Serpil Eroymak ve İstanbul Şarkıcıları
Zamanla Türk popunun en önemli işbirliklerinden biri haline dönüşecek olan Nur Yoldaş ve Ergüder Yoldaş ikilisinin erken dönem çalışmalarından biri, ilk kez bu yarışma sayesinde dinleyici önüne çıkacaktı.
Nur Yoldaş
Uzun süredir müziğin içinde olmalarına rağmen henüz çok fazla isim yapmamış Çetin Alp, Saadet Sun ve Cantekin de finalistler arasındaydılar.
Saadet Sun
Bir önceki sene yapılan yarışmada jüri üyesi olan ünlü besteci Selçuk Sun, kızı Sibel Sun’un seslendirdiği bir şarkıyla elemeleri geçmişti. Yine bir önceki yıl yapılan yarışmada bestesi Serpil Barlas tarafından seslendirilen Behiç Altındağ, bu kez eşi Füsun Altındağ ve Serap Tezcan’la birlikte finalde yarışma hakkını kazanmıştı.
Behiç ve Füsun Altındağ
Daha önce adı sanı pek duyulmamış Kuzenler adlı topluluk iki şarkısıyla, Seçici Kurul tarafından belirlenen 14 şarkılık listede boy gösteriyordu. Birkaç kez televizyonda görünerek tanınan 21. Peron adlı topluluk ise İzmirli genç müzisyen Maria Rita Epik’le kurduğu ortaklık sonucu finale kalmıştı.
Maria Rita Epik ve 21. Peron
Yarı finalistlerin belli olmasının hemen ardından yine dedikodu çarkları çalışmaya başlayacaktı. Önceki yıl Seçici Kurul ve TRT Yönetim Kurulu arasında yaşanan anlaşmazlığın bu sene yaşanmaması için Seçici Kurul’un seçtiği parçalar, kamuoyuna açıklanmadan evvel TRT Yönetim Kurulu’nun onayına sunulmuş ve TRT Yönetim Kurulu parçaları dinlerken yine tartışmalar çıkmıştı.
Tartışma yaratan parça Ergüder Yoldaş’ın bestesi “İlyada”ydı. Aynı zamanda konservatuarlı bir müzisyen olan TRT Yönetim Kurulu üyesi Sarper Özsan, “İlyada”nın yarışma dışı bırakılmasını savunuyor, gerekçesini de şöyle açıklıyordu: “Bir Yunan destanının propagandası yapılıyor. Biz TRT olarak buna neden alet olalım?”
Kurulda Özsan’la aynı fikirde olmayan üyeler de sesini yükseltince bir buçuk saat süren tartışmalara son noktayı TRT Genel Müdürü Cengiz Taşer koyacaktı: “Biz bu parçayı reddedersek, geçen yılki ‘İnsanız Biz’ adlı parça gibi Danıştay’dan geri döner. Buna meydan vermemek gerekir.”
Haberin yayımlanmasından bir hafta sonra Sarper Özsan TV'de 7 Gün dergisine göndereceği tekzip yazısında sözlerinin çarpıtıldığını, "İlyada" ile ilgili olarak "Yunan propagandası" tabirini kullanmadığını, dahası sadece "İlyada"ya değil, 14 parçanın tamamına red oyu verdiğini söyleyecek ve şu cümleleri kullanacaktı:
"Bin bir sorun içinde çalkalanan memleketimizde toplumumuzun dertleriyle hiç bir ilgisi bulunmayan, halktan kopuk, hatta yer yer zararlı sözler, parçaları reddetmemin ilk anda sıralanabilecek gerekçeleridir."
Sarper Özsan
Bir başka finalist ise şarkı değil, şarkıcı yüzünden tartışma konusu olmuştu. İlhan İrem, kendi bestelediği ve seslendirdiği şarkıyla finale kalmıştı ama İrem’in yakın zamanda askerlik görevini yerine getirmek üzere silah altına alınacağı biliniyordu. Bu durum elemelerde sıkıntı yaratabilirdi. Bu yüzden Yönetim Kurulu kararına İlhan İrem’in ancak Genel Kurmay Başkanlığı’ndan askerlik durumunun yarışmaya katılmasına engel olmayacağına dair bir yazı getirirse finalist olabileceği şerhini düşmüştü.
İlhan İrem
Bununla beraber İlhan İrem’in tek derdi askerlik değildi. Çıkan haberlere göre İrem, elemeyi geçen bestesini aslında son 33’lüğü için kaydetmişti ve plak piyasaya sunulmaya hazırdı. Bağlı bulunduğu Yavuz Plak, plağı bekletmek istemiyor ancak yarışma şartnamesi gereği parçaların daha önce yayımlanmamış olma zorunluluğu olduğu için plağın piyasaya çıkmaması gerekiyordu. Bu durum İlhan İrem’in başını bir hayli ağrıtacaktı.
Beyaz Kelebekler de dedikodulardan payını alacaktı. Grup sekiz kişiden oluşuyordu ve televizyonda yarı finali kazananlar açıklanırken sekiz grup üyesinin de adı sayılmıştı. Ancak yarışma şartnamesi sahne üzerinde altı kişiden fazlasına izin vermiyordu.
22 Aralık 1978 tarihli Hafta Sonu gazetesi haberi.
Yarışmanın startının verildiği günlerde çok yoğun bir turne programı olan ekip, besteci Cenk Taşkan’la bir arada çalışacak fırsat bulamamış, bu soruna da şöyle bir çözüm getirilmişti: Cenk Taşkan şarkıyı stüdyoya girip kendisi seslendirmiş, vokalleri de Grup Doğuş’a yaptırmıştı. Sonra bu bant Beyaz Kelebekler’e gönderilmiş, ekip şarkıya böylece hazırlanmış, İstanbul’a gelir gelmez de stüdyoya girip kaydetmişti ama şarkının öncesinde Grup Doğuş tarafından seslendirildiği bilgisi stüdyodan sızınca, dedikodu alıp başını gitmişti. TRT’ye Beyaz Kelebekler diye gönderilen bantta aslında Grup Doğuş’un mu sesi vardı?
Finale kalan şarkılar hakkında ortaya çıkan bir başka enteresan haber de Cantekin cephesinden gelecekti. Diş hekimliği ve şarkıcılığı bir arada yürüten Cantekin, muhasebe müdürlüğü ve besteciliği bir arada yürüten Çetin Kaya’nın bir bestesiyle finale kalmıştı.
Oysa aynı şarkı bir sene önceki yarışmaya da gönderilmiş ve daha başından elenmiş, yarı finale kalamamıştı. Bu durumu Cantekin şöyle açıklıyordu: “Şarkının ilk halini biz de beğenmemiştik. Orkestra hızlı çalıyordu. Sanki neşeli bir melodi idi de ben hüzünlü söylüyordum. Kazanamadık tabi. Bir yıl boyunca parça üzerinde çalıştık. Ortaya geçen yılkine hiç benzemeyen, tamamen farklı bir yapıt çıktı. Ve ilk 14 arasına girmeyi başardım.”
Zaman çok dardı. Finale kalan şarkıların görüntü kayıtları 18 – 21 Aralık tarihleri arasında İstanbul Televizyonu’nun Maçka stüdyolarında yapılacak, bu çekimler 24 Aralık Cuma gecesi ekrana getirilecekti. Seçici Kurul’un finale bırakacağı eserleri de aynı gün seçmesi kararlaştırılmıştı. O gece hem 14 şarkıyı ilk kez dinleyecek, hem de finale kalan 6 şarkıyı öğrenecektik. Heyecan doruktaydı.
DEVAM EDECEK
GELECEK BÖLÜM: "SEKS İÇGÜDÜLERİ"
1979 - 1. Bölüm
Eurovision İstanbul’da

1 Ekim 1978 günü “Süper Star”ımız Ajda Pekkan son uluslararası hamlesiyle gazetelerin manşetlerindeydi.

Bir gece önce ünlü şovmen Rudi Carrel’in Alman Televizyonu’nun birinci kanalında yayınlanan programına konuk olan Pekkan “La Voyage" adlı şarkısını seslendirerek büyük sükse yapmış, onunla bir kez daha gurur duymamızı sağlamıştı.
Özellikle Bremen ve çevresinde yaşayan otuz bin Türk’ün ekran başına kilitlendiği, hatta sırf bu programı izlemek için tarihi çok öncesinden belli olan düğünlerini iptal edenler olduğu da gelen haberler arasındaydı.

Aynı gün Eminönü arabalı vapur iskelesi ve Sultanahmet’te çöp varillerine konulan üç ayrı bombanın patlaması sonucu 1 kişi öldü, 12 kişi yaralandı. 8 Ekim’de Ankara’da, Türkiye İşçi Partisi üyesi 7 genç öldürüldü. Bu olay tarihe Bahçelievler katliamı olarak geçecekti.

Ülke genelinde hemen her gün onlarca anarşi hadisesi yaşanıyor, çıkan olaylarda mutlaka bir ya da birkaç kişi hayatını kaybediyor, bu kargaşa gün geçtikçe daha fazla insanın canına mal oluyordu.

15 Ekim’de Necmettin Erbakan, Milli Selamet Partisi’nin Büyük Kongre’sinde yaptığı konuşmada “Anarşi Adalet Partisi zamanında çıkmıştır,” diyerek yakın zamana kadar hükümet ortağı olduğu Demirel’e yüklenecek ve sözlerini şöyle sürdürecekti: “Bre renksiz, bre liberal Demirel, bu komünistleri sen yetiştirdin, onlara sen bahçıvanlık ettin.”

24 Ekim 1978’de Türk lirası bir kez daha devalüe edildi. Bir gün önce cebinde 100 lira olan bir vatandaşın cebinde ertesi gün 62 lira kalmıştı.

10 Ekim’de Avrupa Yayın Birliği tarafından Cenevre’de yapılan Eurovision Yürütme Grubu toplantısında Türkiye’nin 1979 yılında yapılacak yarışmaya katılmasının önü açılmıştı. Kesinleşen karar 26 Ekim’de Televizyon Daire Başkanı Yılmaz Dağdeviren tarafından açıklandı.

Aslında TRT Yönetimi yarışmaya 1979 yılında katılma kararını, 1978 finalinden kısa bir süre sonra almış ve kamuoyunda da açıklamıştı. Ancak sonrasında zamanı geldiği halde TRT'den bir ses çıkmayınca, bekleyen herkes neredeyse umudunu kesmişti.

Neyse ki 1979 Eurovision Şarkı Yarışması şartnamesi kamuoyuna kasım ayının ilk haftasında açıklandı. TRT Yönetim Kurulu üyeleri Sarper Özsan, Faruk Güvenç ve Televizyon Daire Başkanı Yılmaz Dağdeviren'in hazırladığı şartname ortaya çıkar çıkmaz yine tartışmalar başlayacaktı.
Öncelikle çok geç kalındığı konusunda herkes hemfikirdi. Bestecilerden eserlerini 11 Aralık tarihi itibariyle TRT yönetimine teslim etmeleri isteniyordu ki bu da önlerinde iki aydan bile az bir süre olduğu anlamına geliyordu.

Şartnamede önceki yıllardan farklı olarak çok önemli bir değişiklik yapılmıştı. Ülkeyi temsil edecek şarkı bu defa sadece halk oylaması ile seçilecekti. TRT tarafından görevlendirilen jüri sadece ön eleme ve yarı final elemelerinde söz sahibi olacak, finalde ise seçim halk jürilerine bırakılacaktı. Ön elemeleri yapacak jüri ise bu kez sadece 3 üyeden oluşacaktı. Bunun maksatla ilk etapta belirlenen 3 isimse Mithat Fenmen, Gürer Aykal ve Süheyl Denizci olmuştu.

Bir diğer değişiklik de şartnamenin yayımlanmasından kısa bir süre sonra Televizyon Daire Başkanlığı tarafından İstanbul Televizyonu Prodüksiyon Müdürlüğü'ne gönderilecek yazıyla ortaya çıkacaktı. Daha önce hep Ankara’da yapılan yarışma 1979’da İstanbul’a taşınıyor ve bu görev artık iyiden iyiye donanım kazanmış olan İstanbul Televizyonu’na veriliyordu. Bu karar müzik çevrelerinde büyük memnuniyet yarattı çünkü daha önceki yarışmalarda yer alan herkes günlerce İstanbul ve Ankara arasında mekik dokumak zorunda kalmıştı.

Kulisler bir kez daha hareketlenmişti. Yarışmanın nasılsa yapılacağını önceden kestirip, hazırlıklarına erken başlayanlar şarkılarının son rötuşlarını tamamlarken, şartname açıklanınca harekete geçenler, önlerindeki kısacık zaman zarfında ellerinden geleni yapabilmek için çabalıyorlardı. Yarışmaya katılacağını açıklayanlar, hatta katılacağı bestenin ayrıntılarını verenler, kesinlikle katılmayacağını beyan edenler kadar, kararını gizli tutmayı yeğleyenler de gündem konusu oldu bir süre.

Yarışmaya katılacağını açıklamaktan çekinmeyen isimler arasında en dikkat çekici olanı hiç kuşkusuz Nükhet Duru’ydu. 1978 yılı elemelerinde kesin favori gösterilirken üçüncülükle yetinmek zorunda kalan Nükhet Duru ve Modern Folk Üçlüsü ve besteci Ali Kocatepe, temmuz ayında Kore’de düzenlenen Seul Şarkı Festivali’ne yine “Dostluğa Davet”le katılmış, TRT temsilcisi Yıleri Atamer’in de jüri üyesi olarak görevlendirildiği bu yarışmaya Grup Anadolu Majör’ün katılması adeta TRT’nin bir özrü, jesti gibi olmuştu.

Seul Şarkı Festivali’nde Grup Anadolu Majör’ün klasmanda büyük ödül (Grand Prix)’den sonraki ikinci önemli ödül olan birinciliği alması ise “Acaba Eurovision’a Grup Anadolu Majör gitse sonuç farklı mı olurdu?” sorusunu bir kez daha gündeme getirmişti.

Nükhet Duru, 1979 yılı elemelerine yine bir Ali Kocatepe bestesi ile katılacağını açıklarken ister istemez gözler bir kez daha onların üzerine çevrilecekti. İlhan İrem, Asu Maralman, Sibel Egemen, İbo, Ali Rıza Binboğa, Ersan Erdura, Sertar Bağcan, Işıl German, Ayşe Mine, Attila Atasoy ve Bilgen Bengü de yarışmaya katılacağını açıklayan isimler arasındaydı.

Buna karşın hazırlığı olmadığı ya da önceki yıllarda yaşananlardan yola çıkarak yarışmayı adil bulmadığı gerekçesiyle katılmayacağını söyleyenlerin sayısı da az değildi.

İsrail’e Ajda mı Gidecek?
Katılanlar, katılmayanlar meselesi basının gündeminde yer tutarken 4 Aralık 1978 tarihli TV’de 7 Gün dergisi, “Eurovision’da Son Durum: Bütün Hesaplar Ajda Üzerine” başlıklı haberini kapağına taşıyarak gündemi kısa bir süreliğine değiştirecekti.

Habere göre Ajda Pekkan’ın son birkaç yıldır yurt dışında attığı başarılı adımlar, son olarak Almanya’daki televizyon programının hemen ardından Fransa’da tamamı Fransızca şarkılardan oluşan bir albüm çıkarması TRT yetkililerinin düşüncesini pekiştirmişti.

Eurovision’a Ajda Pekkan’ı gönderirsek bu kez hezimete uğramayacağımız kesindi. Ama nasıl?.. Başından beri yarışmaya adını hiç karıştırmamış Pekkan’ın böyle bir fikri ancak kendisine TRT tarafından görev verilirse kabul edeceği söyleniyordu. Yani Süper Star’dan elemelere katılması beklenemezdi.

Bir şekilde kuş uçurulmuş, TRT’nin fikri o günlerde Paris’te olan Pekkan’a menajeri vasıtasıyla duyurulmuştu. Hatta bağlı olduğu plak firması Philips’in Fransa cephesinde bu konuda bir ön hazırlık yapılmaya başlanmıştı bile.

Derginin haberine göre Ajda Pekkan 6 Aralık’ta Türkiye’ye gelecek, hemen ertesi gün ise Ankara’ya uçacak, TRT yetkilileri ile yüz yüze görüşecekti. Düğüm o zaman çözülecek, şayet Ajda ile anlaşma sağlanırsa, belki de şartname yayımlanmış olmasına rağmen elemeler iptal edilecekti.

Ajda sahiden de o günlerde Fransa’dan Türkiye’ye döndü ve Ankara’ya da gitti. Çünkü 8 Aralık gecesi Ankara Oteli’nde gerçekleştirilecek Parlamento Muhabirleri Derneği’nin balosunda sahneye çıkacaktı.


Şartnameye göre eserlerin son teslim tarihi olan 11 Aralık Pazartesi günü TRT’ye teslim edilen şarkı sayısı 174 olarak açıklandı. Eserlerin büyük çoğunluğu son gün, hatta son saatlerde teslim edilmiş, bu da finalist şarkıların ne denli alelacele hazırlandığının bir başka göstergesi olmuştu. Yarı finale en az 12, en fazla 14 şarkı bırakılacaktı.

İstanbul Televizyonu’ndan Meral Savcı, Cengiz Baysal ve Namık Kasapbaşoğlu, 1979 Eurovision Tertip Komitesi’ni oluşturuyorlardı. Komite teslim edilen eserlerin bantlarını da yanına alarak İstanbul’dan Ankara’ya hareket etti ve ertesi gün Seçici Kurul Ankara'ya getirilen bantları dinlemek üzere toplandı.

İki gün sürecek toplantılara kurul üyelerinden Gürer Aykal o günlerde Sovyetler Birliği'nde olduğu için onun yerine ilk yedek üye olan müzisyen Günnur Perin katılacaktı. Dedikoduların önünü almak için iki gün boyunca toplantıların yapıldığı odaya bantları çalmak için görevlendirilen bir teknisyen ve üyelere servis yapan bir garson dışında kimsenin girmesine izin verilmedi.

Seçici Kurul’un yarı finalde yarışmak üzere belirlediği 14 şarkının isimleri 15 Aralık günü TRT Genel Müdürü Cengiz Taşer taraından kamuoyuna açıklandı.

Açıklamaya göre finale kalan şarkılar, şarkıları seslendirecekler, söz yazarları ve bestecilerin adları şöyle sıralanıyordu:

Yunan Propagandası
Ortaya çıkan tablo yine sürprizlerle doluydu. Finalde yer almasına kesin gözüyle bakılan Nükhet Duru’nun listede adı geçmiyordu. İddialı bir ekip olan Asu Maralman, İbo ve Sibel Egemen üçlüsünün yarışmaya gönderdiği her iki Selmi Andak bestesi de finale kalamamıştı.

Attila Atasoy ve Ayşe Mine’nin birlikte seslendirdiği Dağhan Baydur bestesi de ilk turda elenenler arasındaydı. 1975 ve 1978 yıllarından sonra şansını bir kez daha deneyen Ali Rıza Binboğa ve tıpkı Binboğa gibi 1975’de adını duyuran Yeliz ve Serter Bağcan, genç besteci Kayahan’ın bir bestesiyle elemelere katılan Bilgen Bengü de elenmişti.

Finale kalanlar arasında en deneyimli topluluk Beyaz Kelebekler’di. İlhan İrem ve Işıl German da nispeten popüler isimlerdi. Müzik piyasasının içinde şu veya bu şekilde yer alıp da henüz çok fazla adından söz ettirememiş Ercan Turgut, Grup Stüdyo ile beraber, o günlerde çok gözde olan “Disko-Fasıl” türünün temsilcileri İstanbul Şarkıcıları ise deneyimsiz solistleri Serpil Eroymak’la birlikte finale kalmışlardı.

Zamanla Türk popunun en önemli işbirliklerinden biri haline dönüşecek olan Nur Yoldaş ve Ergüder Yoldaş ikilisinin erken dönem çalışmalarından biri, ilk kez bu yarışma sayesinde dinleyici önüne çıkacaktı.

Uzun süredir müziğin içinde olmalarına rağmen henüz çok fazla isim yapmamış Çetin Alp, Saadet Sun ve Cantekin de finalistler arasındaydılar.

Bir önceki sene yapılan yarışmada jüri üyesi olan ünlü besteci Selçuk Sun, kızı Sibel Sun’un seslendirdiği bir şarkıyla elemeleri geçmişti. Yine bir önceki yıl yapılan yarışmada bestesi Serpil Barlas tarafından seslendirilen Behiç Altındağ, bu kez eşi Füsun Altındağ ve Serap Tezcan’la birlikte finalde yarışma hakkını kazanmıştı.

Daha önce adı sanı pek duyulmamış Kuzenler adlı topluluk iki şarkısıyla, Seçici Kurul tarafından belirlenen 14 şarkılık listede boy gösteriyordu. Birkaç kez televizyonda görünerek tanınan 21. Peron adlı topluluk ise İzmirli genç müzisyen Maria Rita Epik’le kurduğu ortaklık sonucu finale kalmıştı.

Yarı finalistlerin belli olmasının hemen ardından yine dedikodu çarkları çalışmaya başlayacaktı. Önceki yıl Seçici Kurul ve TRT Yönetim Kurulu arasında yaşanan anlaşmazlığın bu sene yaşanmaması için Seçici Kurul’un seçtiği parçalar, kamuoyuna açıklanmadan evvel TRT Yönetim Kurulu’nun onayına sunulmuş ve TRT Yönetim Kurulu parçaları dinlerken yine tartışmalar çıkmıştı.

Tartışma yaratan parça Ergüder Yoldaş’ın bestesi “İlyada”ydı. Aynı zamanda konservatuarlı bir müzisyen olan TRT Yönetim Kurulu üyesi Sarper Özsan, “İlyada”nın yarışma dışı bırakılmasını savunuyor, gerekçesini de şöyle açıklıyordu: “Bir Yunan destanının propagandası yapılıyor. Biz TRT olarak buna neden alet olalım?”

Kurulda Özsan’la aynı fikirde olmayan üyeler de sesini yükseltince bir buçuk saat süren tartışmalara son noktayı TRT Genel Müdürü Cengiz Taşer koyacaktı: “Biz bu parçayı reddedersek, geçen yılki ‘İnsanız Biz’ adlı parça gibi Danıştay’dan geri döner. Buna meydan vermemek gerekir.”

Haberin yayımlanmasından bir hafta sonra Sarper Özsan TV'de 7 Gün dergisine göndereceği tekzip yazısında sözlerinin çarpıtıldığını, "İlyada" ile ilgili olarak "Yunan propagandası" tabirini kullanmadığını, dahası sadece "İlyada"ya değil, 14 parçanın tamamına red oyu verdiğini söyleyecek ve şu cümleleri kullanacaktı:
"Bin bir sorun içinde çalkalanan memleketimizde toplumumuzun dertleriyle hiç bir ilgisi bulunmayan, halktan kopuk, hatta yer yer zararlı sözler, parçaları reddetmemin ilk anda sıralanabilecek gerekçeleridir."

Bir başka finalist ise şarkı değil, şarkıcı yüzünden tartışma konusu olmuştu. İlhan İrem, kendi bestelediği ve seslendirdiği şarkıyla finale kalmıştı ama İrem’in yakın zamanda askerlik görevini yerine getirmek üzere silah altına alınacağı biliniyordu. Bu durum elemelerde sıkıntı yaratabilirdi. Bu yüzden Yönetim Kurulu kararına İlhan İrem’in ancak Genel Kurmay Başkanlığı’ndan askerlik durumunun yarışmaya katılmasına engel olmayacağına dair bir yazı getirirse finalist olabileceği şerhini düşmüştü.

Bununla beraber İlhan İrem’in tek derdi askerlik değildi. Çıkan haberlere göre İrem, elemeyi geçen bestesini aslında son 33’lüğü için kaydetmişti ve plak piyasaya sunulmaya hazırdı. Bağlı bulunduğu Yavuz Plak, plağı bekletmek istemiyor ancak yarışma şartnamesi gereği parçaların daha önce yayımlanmamış olma zorunluluğu olduğu için plağın piyasaya çıkmaması gerekiyordu. Bu durum İlhan İrem’in başını bir hayli ağrıtacaktı.

Beyaz Kelebekler de dedikodulardan payını alacaktı. Grup sekiz kişiden oluşuyordu ve televizyonda yarı finali kazananlar açıklanırken sekiz grup üyesinin de adı sayılmıştı. Ancak yarışma şartnamesi sahne üzerinde altı kişiden fazlasına izin vermiyordu.

Yarışmanın startının verildiği günlerde çok yoğun bir turne programı olan ekip, besteci Cenk Taşkan’la bir arada çalışacak fırsat bulamamış, bu soruna da şöyle bir çözüm getirilmişti: Cenk Taşkan şarkıyı stüdyoya girip kendisi seslendirmiş, vokalleri de Grup Doğuş’a yaptırmıştı. Sonra bu bant Beyaz Kelebekler’e gönderilmiş, ekip şarkıya böylece hazırlanmış, İstanbul’a gelir gelmez de stüdyoya girip kaydetmişti ama şarkının öncesinde Grup Doğuş tarafından seslendirildiği bilgisi stüdyodan sızınca, dedikodu alıp başını gitmişti. TRT’ye Beyaz Kelebekler diye gönderilen bantta aslında Grup Doğuş’un mu sesi vardı?

Finale kalan şarkılar hakkında ortaya çıkan bir başka enteresan haber de Cantekin cephesinden gelecekti. Diş hekimliği ve şarkıcılığı bir arada yürüten Cantekin, muhasebe müdürlüğü ve besteciliği bir arada yürüten Çetin Kaya’nın bir bestesiyle finale kalmıştı.

Oysa aynı şarkı bir sene önceki yarışmaya da gönderilmiş ve daha başından elenmiş, yarı finale kalamamıştı. Bu durumu Cantekin şöyle açıklıyordu: “Şarkının ilk halini biz de beğenmemiştik. Orkestra hızlı çalıyordu. Sanki neşeli bir melodi idi de ben hüzünlü söylüyordum. Kazanamadık tabi. Bir yıl boyunca parça üzerinde çalıştık. Ortaya geçen yılkine hiç benzemeyen, tamamen farklı bir yapıt çıktı. Ve ilk 14 arasına girmeyi başardım.”

Zaman çok dardı. Finale kalan şarkıların görüntü kayıtları 18 – 21 Aralık tarihleri arasında İstanbul Televizyonu’nun Maçka stüdyolarında yapılacak, bu çekimler 24 Aralık Cuma gecesi ekrana getirilecekti. Seçici Kurul’un finale bırakacağı eserleri de aynı gün seçmesi kararlaştırılmıştı. O gece hem 14 şarkıyı ilk kez dinleyecek, hem de finale kalan 6 şarkıyı öğrenecektik. Heyecan doruktaydı.
DEVAM EDECEK
GELECEK BÖLÜM: "SEKS İÇGÜDÜLERİ"
Published on May 04, 2020 06:03
May 2, 2020
"Damcıoğlu Nurhan Ben Geldim!"

‘80'lerde TRT stüdyolarının zombi gibi oturan seyircileri karşısında fingir fingir şarkı söyleyebilen Nurhan Damcıoğlu bir devrimcidir.
Yukarıdaki cümleyi 10 Nisan 2016’da Twitter’a yazmışım. Artık o gün ne izlediysem, hiç hatırlamıyorum. Geçtiğimiz günlerde Nurhan Damcıoğlu bu “tweet”imi kalpli ıslık emojisiyle yanıtlayıverdi apansız. Meğer üç yıllık bir aradan sonra tekrar Twitter kullanmaya başlamış o gün. Sonra baktım, o her zamanki enerjisi ve neşesiyle her yazana cevap veriyor, şarkılarını paylaşıyor bir yandan, pek hoşuma gitti. Çok severim çünkü ben Nurhan Damcıoğlu’nu.
Uzun yıllardır tanıdığımız, sevdiğimiz ve hep tanıdığımız, sevdiğimiz gibi kalmasını istediğimiz yıldızlar vardır. Haksızlıktır bu. Kim aynı kalabiliyor ki hayat akıp giderken… Gelin görün bazıları sahiden de tanıdığımız gibi kalmayı başarırlar bir şekilde. Onlar özeldir, ayrıcalıklıdır. Nurhan Damcıoğlu da onlardan biri işte. Adeta dünyaya bir armağan olarak gönderilmiş bir coşku topu, bir güzellik.

O Nurhan Damcıoğlu ki Türkiye’de kanto denilince ilk akla gelen isimdir. Amelyaları, Peruzları, Şamran Hanımları kimse anımsamaz çünkü onlar Direklerarası’nda, Şehzabaşı’nda, 19. yüzyılın ikinci yarısının İstanbul’unda kalmıştır. Onların o vakitler söylediği kantoları uzun yıllar sonra araştırıp bulan, yeniden söyleyip gündeme getiren ve bugünlere ulaşmasını sağlayansa Nurhan Damcıoğlu’dur.

Peki kanto nedir? İtalyanca’da şarkı, ezgi, melodi anlamına gelen bu kelimenin Türkçe’de bir müzik türü tanımına nasıl dönüştüğünü bilmiyoruz ama Türkçe’de kanto denilince akla neşeli, eğlenceli, hoppa ve teatral şarkılar geliyor; onu biliyoruz. Ayrıca bir dönem ülkede çok popüler olan operet şarkılarının bazıları da kantodan sayılmıştır ki bu da anlaşılabilir bir şey zira operet şarkıları ile kantoların yapısal olarak birbirine yakın olduğu bir gerçek.

Nurhan Damcıoğlu Ankara’da doğar, bale eğitimi alarak, Radyo Çocuk Kulübü Korosu’nda şarkı söyleyerek daha küçücük yaşında sanat yolculuğuna başlar. 8 yaşında Ankara Devlet Tiyatrosu Çocuk Bölümüne girer. Orta okuldan sonra eğitimini bırakarak tamamen tiyatroya yönelir. Hem tiyatro hem operada irili ufaklı roller oynar.

Ailenin 8 çocuğundan biridir Nurhan. Haliyle de kolay bir çocukluk değildir onunki. Maddi sıkıntıları olan bir ailedir, baba Mustafa Bey işi gereği çoğunlukla şehir dışındadır, anne Hafize Hanım ise önceleri Çocuk Esirgeme Kurumu’nda, sonraları Devlet Operası’nda terzilik yapar. 8 kardeşin her biri yaşları elverdiğince çalışıp katkı sağlar aileye. Kimi tiyatroda, kimi radyoda, kimi kitap, kimi gazoz ve gazete satarak… Zaman içerisinde hepsi iş güç sahibi olduklarında tiyatroya devam eden bir tek Nurhan olur.

Ankara Devlet Tiyatrosu oyunlara çıkarken, İstanbul’da ilk kez 1963 yılında Arena Tiyatrosu’nun “Boing Boing” adlı oyununda rol alır. Bir anlamda misafir sanatçıdır.

Ankara Devlet Tiyatrosu Müdürü Cüneyt Gökçer tarafından Eskişehir’e, o yıllarda yeni açılan Şehir Tiyatrosu kadrosuna da misafir sanatçı olarak gönderilmiştir. “Boing Boing” deki başarısı ona 1964 yılında Arena Tiyatrosu’nun “Karolin Kayboldu” adlı bir başka oyunda daha rol verilmesini sağlar. Eskişehir’de önce “Aceleci Kalp”, sonra “Sultan Gelin” adlı oyunlarda oynar.

Sonrasında artık tamamen İstanbul’a yerleşir. Geçimini tiyatrodan sağlamakta, küçük kardeşlerini okutmakta, ailesine para göndermektedir.

Mücap Ofluoğlu’nun idaresindeki Arena Tiyatrosu’nun yanı sıra Muammer Karaca, Gülriz Sururi – Engin Cezzar, Nisa Serezli - Ayfer Feray tiyatrolarında çeşitli oyunlarda sahneye çıkar.

“Muhalif Odacı”, “Zilli Zarife”, “Kaktüs Çiçeği”, “Diplomatik Bagaj”, “Rafadan” ve “Öteki Adam”, bu dönemde rol aldığı oyunlardan bazılarıdır.

“Boing Boing” oyunu sayesinde tanışıp dost olduğu Çolpan ve Sadri Alışık çifti, onun İstanbul’a yerleşmeye karar vermesinde önemli rol oynar ve yerleştikten sonra da tutunabilmesi için büyük destek verirler. Sinemayla da bu sayede tanışır. Hem filmlerde seslendirme yapar hem de bu dönemde dört filmde rol alır: "Yankesicinin Aşkı", "Kolejli Kızlar", "Boyacı" ve "Siyahlı Kadın". Ufak rollerdir bunlar ama zaten Damcıoğlu da sinemaya pek ısınamaz.

1968 yılında tiyatrosunda oynadığı Mücap Ofluoğlu’nun desteğiyle gelen bir teklifi değerlendirip kantocu olarak sahneye çıkmaya karar verir Nurhan Damcıoğlu. İlk kez Toto Karaca’nın bir oyunda seslendirdiği “Fındık Kurdu” kantosunu duymuş ve kantoya gönül vermiştir. Tango bestecisi Fehmi Ege ona arşivini açar ve yıllardır söylenmemiş, arşivlerde kalmış nice kantoya böylece ulaşır, sahneye hazırlanır.

İlk olarak dönemin meşhur gece kulübü Kulüp 12’de Muzaffer Akgün’ün alt kadrosunda kanto söyler ve bir anda dikkatleri üzerine çeker. 1969 Mart ayında Kulüp BB’de bu defa programın as yıldızıdır ve gazete ilanlarında “yılın showcusu” olarak lanse edilmektedir.

O günlerde tiyatro oyunculuğu ile kantoculuğu bir arada sürdürmekte ise de bir süre sonra tiyatroyu tamamen bırakır. Yeni açılan Fuaye Kulüp’teki programı ile yıldızı iyiden iyiye parlayacak ve ‘70’lere bu sükseyle girecektir.

Kanto kuşağının yaşayan son temsilcilerinden öğrenebileceği bütün kantoları öğrenmiş, repertuvarına katmıştır. Ancak kanto söylemek sadece şarkı söylemekten ibaret bir iş değildir; bir parça dans becerisi de gerektirir. O da Nurhan Damcıoğlu’nda fazlasıyla vardır. Kendine özgü dans figürleriyle izleyenleri adeta büyüler.

Böylece gösteri dünyasında, eğlence hayatında kendine benzersiz bir kulvar açar. Dönemin büyük gazinolarında çalışmaya başlaması için çok fazla zaman geçmesine gerek kalmayacaktır.

1971 yılında ilk plağını yapar. Onun imza kantolarından biri olacak “Yangın Var” ve “Ufacıksın”ın yer aldığı bu plak Sahibinin Sesi etiketiyle yayımlanır.

Ardından aynı firma hesabına iki kanto plağı daha yayımlanır: Tam beş kantonun birden, “Ebegümeci”, “Kabağı da Boynuma Takarım”, “Fındıkkurdu”, “Dondurma” ve “Süs Saltanat”ın yer aldığı 45’lik ve ardından “Külhan / Daktilo Daktilo” 45’liği…

Bu plaklar Nurhan Damcıoğlu’nun “ay ay ay”larla, “amaaaan”larla, “Allaaaaaah’larla süslü şahsına münhasır şarkıcılık biçiminin, sesindeki taşkın enerjinin geniş kitlelere ulaşmasını sağlar. Zamanla taklitleri çıksa da hiçbiri kalıcı olamayacaktır. Kendi kanto stilini yaratan Nurhan Damcıoğlu uzun yıllar boyunca kulvarında neredeyse tek isim olmayı sürdürür.

1972 yılının aralık ayında orta oyununun duayeni İsmail Dümbüllü ve Direklerarası’nın son temsilcileri Niko ve Anjel’le birlikte çıktığı televizyon programı hem adının daha fazla duyulmasını sağlar hem de geleneğin ustalarının bu genç kantocuya el verdiğini göstermesi açısından onun için bir dönüm noktası olur.

Televizyonun yaygınlaşmasıyla birlikte Nurhan Damcıoğlu, özellikle ramazan aylarında, eski eğlencelerin anlatıldığı programların vazgeçilmezi haline gelir. Zira kanto, Direklerarası geleneğinde biraz da ramazan eğlencesi olarak yer etmiştir hafızalarda.

Bu noktada Direklerarası’nı bilmeyenler için şöyle kısa bir açıklama yapmakta fayda var: Bugün Yenikapı – Hacıosman metrosunun Vezneciler durağından çıktığınızda önünüzde boylu boyunca uzanan caddenin bir ucu Beyazıt’a gider, bir ucu Şehzadebaşı’na. İşte o Şehzadebaşı’nda doğru uzanan kısım bir dönem Direklerarası olarak bilinen meşhur caddedir.

Hani nasıl bugün Moda, bir zaman önce İstiklal Caddesi filan şehrin eğlence merkezi olmuşsa, o zamanlarda da yan yana dizili sütunlu yapılar nedeniyle Direklerarası diye anılan o caddededir bütün tiyatrolar, kumpanyalar… Hatta şehrin ilk sinema salonu da orada açılmıştır. İşte kantonun doğduğu ve büyüdüğü yer de Direklerarası’dır.

Dönelim tekrar Nurhan Damcıoğlu’na…
1972 yılında bir kez daha sinema perdesinde boy gösterir. Artık meşhur bir kantocu olduğu için “Tuzsuz Deli Bekir” adlı bu filmde sadece rol yapmakla kalmaz, kanto da söyler. 1974 yılında rol aldığı “Sayılı Kabadayılar” filminde de öyle.

‘70’lerin başında Sahibinin Sesi firması hesabına yapılmış 3 kanto 45’liğinin sonrasında transfer olduğu Boncuk Plak’tan önce yine kanto söylediği bir 45’lik yayımlanır: “Elmalı / Dünyaya Geldim Gülmek İçin”.

1973 yılında aynı firmadan çıkan ikinci 45’liğinde ise ilk kez aranjman söyler. Plakta yer alan “Şeytan Diyor ki” ve “Aşkın En Güzeli” adlı şarkıların Türkçe sözleri Fikret Şeneş tarafından yazılmıştır.

Hey dergisinde yayımlanan plak eleştirisi bu 45’lik için şu ifadeler kullanılır:
“Kantodan kalan bazı telaffuz hataları dışında Nurhan Damcıoğlu başarılı. Aynı başarı sözler ve aranjmanda da kendini gösteriyor. İlk kez kanto dışında bir denemeye giren Nurhan Damcıoğlu için gerçekten başarılı bir çıkış.”

1974 yılında Yavuz Plak hesabına yapacağı iki 45’liğin biri kanto, biri aranjman türünde olacaktır. Kanto plağı epey enteresandır. Kıbrıs Barış Harekatı’nın milli duygularımızı coşturduğu o günlerde Damcıoğlu da o coşkuya kantolarıyla katılmak istemiş, “Kabağı da Boynuma Takarım” ve “Koşa Koşa” kantoları Ülkü Aker’in yeniden yazdığı sözlerle “Zafer Kantosu” ve “Yunan’ın Haline Vay” adlı iki hamasi kantoya dönüşüvermiştir.

Kantoların birisi “Yuları da boynuna takarız, Yunan’ı da böyle kovarız” cümlesiyle başlar, diğeri “Koşa koşa coşa coşa girdik dostlar vay vay aman aman işte Kıbrıs’a” diye… Kanto kanto olalı böylesi bir siyasi misyon üstlenmemiştir herhalde. Bu da ilk ve son olur zaten.

Aynı yıl Yavuz Plak’tan çıkan ikinci 45’likte ise sözlerini Ülkü Aker’in yazdığı iki aranjman şarkı vardır: “Belki Bugün Belki Yarın” ve “Diyemem Diyemem”.

Nurhan Damcıoğlu 1975 yılında bu defa Gönül Plak’a transfer olur o firmadan da önce bir kanto 45’liği olan “Bahçelerde Gezelim / Koşa Koşa”, ardından da aranjman şarkılardan oluşan üç 45’lik yayımlanır: “Öyle mi Böyle mi? / Yandım Dostlar”, “Yanlış Kapı Çaldın / Fakir Kızı” ve “İçtikçe İçiyorum / Az mı Çektim Ben Senden”. Bu plaklardaki parçaların tamamının sözleri Ülkü Aker tarafından yazılmıştır.

Ne var ki aranjman denemeleri kantolar kadar ilgi görmez. Onun o coşkun ve taşkın şarkıcılığı karşılığını en çok kantoda bulur çünkü. Ben kendi adıma Damcıoğlu’nun aranjman plakları içinde en çok “Öyle mi Böyle mi? / Yandım Dostlar” 45’liğini severim ki o şarkılar da kanto havasına çok yakın olduğu için sanki diğer aranjman şarkılarından daha çok yakışmıştır ona.

Bu arada sahnelerde de fırtına gibi esmekte, gazinodan gazinoya koşmakta, yılın neredeyse her günü çalışmaktadır. Zeki Müren’den Gönül Yazar’a, Sevim Tuna’dan Behiye Aksoy’a, dönemin hemen hemen tüm assolistlerinin kadrolarında sahneye çıkar, kadroların aranılan ve istenilen isimlerinden biri olarak anılır.

1976’da ilk 33’lüğü “Kantolar”, Balet Plak hesabına yayımlanır. “Ben Kalender Meşrebim”, “Katina”, “Dingala”, “Çadırımın Üstüne”, “Karşıyakalı” gibi birbirinden eğlenceli kantolar ve kanto havasına uygun şarkılarla çok şenlikli bir albümdür bu.

1977’de yılında ise bu defa Türküola Plak etiketiyle “Direklerarası’nda 12 Koca” albümü yayımlanır. “Ali Baba”, “Kanamam”, “Arabacı”, “Naciye” ama en çok da “Tavuk”la, Damcıoğlu sevenlerini bir kez daha ziyadesiyle memnun eder.

Siyah beyaz televizyonda eğlence programlarının vazgeçilmez isimlerinden biri olan Nurhan Damcıoğlu, zaman zaman solo programlar da yapar.

1978 yılında ise "Kadın ve Balık" adlı bir televizyon filminde ilk kez kantocu kimliğinden farklı bir biçimde çıkar izleyici karşısına.

O güne dek Yeşilçam’da sadece beş filmde rol almış, sinema perdesinde fazla görünmemiştir. 1981 yılında Sait Faik’in aynı adlı eserinden uyarlanan "Kayıp Aranıyor" adlı dört bölümlük dizide başrolü Orçun Sonat ile paylaşarak bir kez daha ekranda oyuncu olarak ekrana gelir.

1980 yılında günün modası disko ritmine göre aranje edilmiş kantolardan oluşan “Disko Kanto” albümü piyasaya çıkar ama sadece Almanya’da.

Bağlı olduğu plak firması Türküola, zaten Almanya bağlantılı bir firmadır ve tıpkı Barış Manço’nun aynı yıl piyasaya çıkan “Disko Manço” albümü gibi “Disko Kanto”yu da sadece Almanya’da yayımlamıştır. 1986 yılında yayımlanan “Zilli” adlı albüm de aynı akıbete uğrayacaktır.

“Disko Kanto”nun Almanya baskısı plakları bir şekilde Türkiye’ye girmiştir ama “Zilli” plağında aynı şey olmaz. Neyse ki 1991 yılında Özer Plak, Türküola lisansı ile “Zilli” albümünü kaset olarak piyasaya sürecektir.

‘80’lerin ilk yarısında ‘70’lere nispetle televizyonda çok daha az boy göstermeye başlamıştır. Bayramdan bayrama eğlence programlarına çağrılır ve o dönemde hiç solo program teklifi gelmez. Çünkü dönemin Denetleme Kurulu, kantoların sözlerini müstehcen ve uygunsuz bulmaktadır. Yıllarca ekranda söylediği kantolar artık yasaklıdır.

Bir süre Almanya’da yaşar, orada sahneye çıkar, Türkiye döndüğünde ise ekranda bu kez oyuncu olarak boy gösterir. 1984 yılında Ferhan Şensoy’un televizyon için hazırladığı Köşe Dönücü adlı mini dizide rol alır.

Peşi sıra da yine Ferhan Şensoy’la başrolü paylaştığı Hayrola Karyola adlı oyunla 14 yıl aradan sonra tiyatro sahnesine geri döner.

1987 yılında son kez bir sinema filminde rol alır. O yıl Hürriyet gazetesinde fotoroman olarak da yayımlanan “Babamız Eğleniyor” adlı bu film Damcıoğlu’nun zaten başından beri arasının iyi olmadığı sinemaya vedası olur.

TRT’deki kanto yasağı zamanla ortadan kalkar. 1988 yılında "Bıldırcın Yemi" adlı bir televizyon filminde rol alan Damcıoğlu, sonrasında tekrar kantolarıyla eğlence programlarında boy göstermeye başlayacaktır.

1989 yılında Kandemir Konduk’un yazdığı "Yarı Şaka Yarı Ciddi" adlı güldürü programında oyuncu olarak yer alan Nurhan Damcıoğlu 1992 yılında uzunca bir aradan sonra tekrar müzik marketlerde raflara çıkacak bir albüme imza atar.

Raks Müzik etiketiyle yayımlanan bu albümde günün pop müzik modasına ayak uydurmuş, dahası kantoya “rap”i karıştırmıştır. “Albümün kapağında boşuna “Rapkanto” yazmıyordur.

Daha bizim “diss” nedir öğrenmemize seneler vardır mesela, Nurhan Damcıoğlu hem gazino dünyasına hem de onu taklit etmeye çalışanlara “diss” atar “Nurhaniye” adlı “rapkanto”da:
“Giderek yayıldık sağa solaAldılar beni kadrolaraSolistler üstte, ötekiler alttaDolaştık senelerde sağda soldaKopyalarım çıktı mini miniYapayım derken incindi belleri”
Şarkı sözlerinin bir kısmını o günlerde evli olduğu tiyatro oyuncusu Atilla Olgaç yazar, besteleri ve düzenlemeleri Aykut Gürel yapar. Bildik Damcıoğlu kantoları da güncel ritim ve düzenlemelerle çıkar bu albümde karşımıza.

Tabii pop müzik kendi yeni kuşağını yaratmaktadır artık ve kantolar, içine “rap” katılmış haliyle bile bu yeni kuşağın ilgisini pek çekmez. Oysa Damcıoğlu o gençlerin her birine taş çıkaracak kadar enerjiktir hâlâ. Nerede görsek ağzımız açık izlemeye devam ederiz. Özel televizyonların yaygınlaşmasıyla birlikte ramazan eğlence programları hazırlanırken televizyoncular Damcıoğlu’nu kendi ekranlarında çıkarmak için adeta yarışa girerler. Biraz da kızar bu duruma: “Ben Ramazan pidesi miyim?” der hatta bütün muzipliğiyle sitem ederek.

‘90’lı yıllarda "Mahallenin Muhtarları" ve "Baba Evi" gibi dönemin çok popüler iki televizyon dizisinde boy gösterir. Ne var ki dizindeki rahatsızlık nedeniyle zor günler geçirdiği bir dönem başlar. Üç yıl kadar sahneye çıkamaz bu yüzden ve 1996 yılında geçirdiği bir dizi ameliyat sonrası yaşadığı moral bozukluğuyla artık jübilesini yapmak istediğini açıklar. Dans etmeden kanto söyleyecek değildir ya. Kantonun ve dansın onu bırakmaya hiç niyetli olmadıklarını ise zaman gösterecektir şüphesiz.

O yıllarda müzikte yaşanan kaset furyasında Nurhan Damcıoğlu da müzik yapımcılarının tuhaflıklarından nasibini alıverir. 1997 yılında Armoni Müzik etiketiyle “Kantolar” adlı bir kaset yayımlanır. Bu kasetin kapağında Nurhan Damcıoğlu ve Şener Şen’in adları ve ayrı ayrı fotoğrafları vardır. Hatırlıyorum, ben bile tufaya düşüp almıştım o kaseti, “Aaa bu ne acaba, yeni bir şey mi?” diye. Dinleyince de şaşkınlığa uğramıştım.

İşin gerçeğini bilmiyorum ama muhtemelen olay şöyle gelişir: Yayım tarihi tam olarak bilinmese de ’60 sonları ’70 başlarında Aras Plak etiketiyle piyasaya çıkmış “Kantolar” adında bir plak var. Bu plakta sahiden de bazı kantolarda Şener Şen’in de sesi var. Henüz sinemaya geçmemiş ve tanınmamış bir tiyatro oyuncusu olarak Şener Şen’in bir plak için birkaç kanto söylemiş olması makul ve mantıklı. Zira kanto zaten teatral bir şey ama plağın asıl solisti Suzan Bizimer. O bir şarkıcı ama kantocu değil. Zaten plak Şehzadebaşı Saz Heyeti’nin plağı. Solistler bir nevi misafir sanatçı.

Üzerinden 25 yıla yakın zaman geçmişken bu plak bir şekilde birilerinin aklına gelir (ya da yayın hakkı devralınır, bilemiyorum) ve yeniden yayımlanmasına karar verilir (tabii kaset formatında çünkü günün modası kaset.) Ve fakat kadın solistin kim olduğu tespit edilemez ya da bilinir de özellikle kullanılmaz. Çünkü neden? Çünkü kanto denince akla sadece Nurhan Damcıoğlu gelir. Bir cahillik mi, bir ticari hinlik mi artık bilinmez… Kaset, Nurhan Damcıoğlu ve Şener Şen’in söylediği kantolardan oluşan bir albümmüş gibi sürülür piyasaya. Tabii ne Damcıoğlu’nun ne de Şen’in bundan haberi vardır.

Bu albüm 1996 yılında “Kantolar” adıyla ve Sera Müzik etiketiyle CD olarak da yayımlanır. Bu defa Şehzadebaşı Saz Heyeti’nin çaldığı, Suzan Bizimer ve Şener Şen’in söylediği kantoların sekiz tanesine ilaveten iki de gerçekten Nurhan Damcıoğlu’nun söylediği kanto konulmuştur. Gönül Plak’tan yayımlanmış “Bahçelerde Gezelim / Koşa Koşa” 45’liğinde yer alan kantolardır bunlar. (Şimdilerde aynı albümü Nurhan Damcıoğlu’nun bir fotoğrafıyla oluşturulmuş bir kapakla ve Uluçınar Müzik etiketiyle dijital platformlarda bulmak mümkün.)

Nurhan Damcıoğlu 2004 yılında Sadri Alışık Tiyatrosu’nda “Amerikan Hala” adı oyunda rol alarak bir kez daha tiyatro sahnesine döner. Aynı yıl Avrupa Yakası dizisinin ilk sezonunda Azimet Yenge rolüyle yer alır. 2005 yılında ise başrollerinde Candan Erçetin ve Beyazıt Öztürk’ün yer aldığı Yıldızların Altında adlı müzikalde önemli rollerden birini oynamaktadır.

Oynadığı rol ve müzikalin genel konsepti icabı bu defa alaturka şarkılar söyler Damcıoğlu ama onu özleyenleri kendine has şarkıcılık biçimi ve dansından da mahrum bırakmaz. Öyle ki “Nasıl Geçti Habersiz” gibi hüzünlü bir şarkıyı söylerken bile yerinde duramaz, “Hani o saçlarına taç yaptığım çiçekler” dedikten hemen sonra “ay ay ay” dememek için kendini zor tutuyor gibidir.

Müzikal çok uzun soluklu olmaz ama Damcıoğlu adı bir kez daha gündemdedir. Aynı yıl içerisinde Bonus Card reklamlarında kanto söyleyerek görünür, enerjisiyle herkesi kendine bir kez daha hayran bırakır.

Yıllar sonra sahnelere geri dönüşünü 2008 yılında bir de yeni albümle taçlandırır Damcıoğlu. “İki Tık Tık Bir Şık Şık” adı verilen ve TMF etiketiyle yayımlanan bu albümde Damcıoğlu, yıllardır onun sesinden tanıyıp sevdiğimiz bildik kantoları, 2000’lı yılların pop müzik anlayışıyla Özkan Turgay tarafından yapılmış düzenlemelerle seslendirir.

Aynı yıl Nurhan Damcıoğlu sevenleri bir sürpriz daha beklemektedir. Türküola Plak, Damcıoğlu’nun eski kayıtlarından oluşan çift diskli bir albüm yayımlar.

Adı yine “Kantolar”dır ama içinde hem “Disko Kanto” hem de “Zilli” albümlerinin tamamı ve de daha önce yayımlanmamış parçalar vardır. Damcıoğlu’nun ‘70’lerde televizyon programları için yaptığı bazı kayıtlardır bunlar: “Lüküs Hayat”, “Nurhan Geldi Sahneye”, “Traş Etme”, “Koşa Koşa” kantosunun farklı bir versiyonu…

Ve tüm bunlardan daha enteresanı, kardeşi Burhan Damcıoğlu ile birlikte kaydettiği tek şarkı olan “Dur Desem de” adlı aranjman parçanın ilk kez bir albümle dinleyiciye ulaşmasıdır. Albümün kapak tasarımı bir faciadır, ses kalitesi de yer yer sorunludur ama Damcıoğlu sevenler için bulunmaz bir hazine olur bu albüm.

2009 yılında ise Mucize Nağmeler adlı televizyonda programında söylediği şarkılardan biri, Erol Büyükburç ile birlikte seslendirdiği “Bir Başka Sevgiliyi” adlı şarkı, programla aynı adı taşıyan albümde yer alır. Damcıoğlu’nun şu ana dek yayımlanmış son kaydı da bu olur.

İzmir’e yerleştikten sonra daha sakin bir hayatı tercih eden Nurhan Damcıoğlu, ara ara yine özel gecelerde, konserlerde ve televizyon programlarında izleyici karşısına çıkar.

Çocukluğu imkansızlıklarla geçmiş, hiç oyuncağı olmamış, radyo stüdyolarında, tiyatro kulislerinde, sahnede büyümüş, şöhret olduktan sonra da yıllarca nefes almadan çalışmıştır. İlk evliliği mutsuzlukla bitmekle kalmaz, ona bir dolu ekonomik sorun da getirir. Birden fazla kez ciddi trafik kazaları geçirir, dizindeki sakatlıkla savaşır. Uzun yıllar sonra aslında 8 değil, 9 kardeş olduklarını ve kardeşlerinden birinin bir aileye bebekken evlatlık verildiğini öğrenir.

Bir film senaryosundan fazlası gibidir hayat hikayesi. Tüm bunlara karşın hep neşeli, hep cıvıl cıvıl, şen şakrak görünür, hayata tutunur ve onu izleyenleri / dinleyenleri her defasında mutlu eder. Yaş aldıkça eksilmez enerjisi; yeni projeler peşinde koşmaya devam eder. Nitekim 2019 yılında Oda TV’den Özlem Özdemir’e verdiği video röportajında yeni bir müzikal şov hazırlığı içinde olduğunu açıklar.

1 Mayıs Nurhan Damcıoğlu’nun doğum günüydü. İyi ki bu dünyaya gelmiş, iyi ki bize neşe ve mutluluk vermiş. Tesadüf bu ya bir taraftan da Ramazan ayındayız. O zaman söylesin Nurhan Damcıoğlu o şen sesiyle: “Damcıoğlu Nurhan ben geldim, sizlere neşe getirdim, kantoculuktur hünerim, şarkı da söyler, raks ederim!”
Published on May 02, 2020 10:31
May 1, 2020
Çağrı - "Dip"
"Yalan mı Bu Dünya?"

Kendi adını taşıyan ilk albümünü 2009 yılında yayımlayan Çağrı, 2011’de “Bana Dokunma”, 2012’de “Neden Mutlu Değilim?”, 2013’de “Aferin” teklileriyle yoluna devam etti ve sonra yedi yıl ortalarda görünmedi. Bu pek ağır adımlarla ve müzikal tavır olarak da istikrarsız ilerleyişin yeni durağı, geçtiğimiz günlerde UBM etiketiyle yayımlanan “Dip” adlı teklisi oldu.

Bu “müzik yapmadan duramam, yaşayamam” değil de “canım istediğinde yaparım işte bir şeyler” hâli popüler müzik piyasası içerisinde pek akılcı bir davranış biçimi değil. Bir inandırıcılık sorununu da beraberinde getiriyor çünkü. Bununla beraber bu defa sırtını sağlam yere yaslamış bir Çağrı var karşımızda ki bu da uzun bir aradan sonra yeniden başlamak için doğru bir taktik olabilir.

“Dip”in söz ve müziği Sezen Aksu’ya, düzenlemesi Ozan Bayraşa’ya ait. Bir süredir üzerindeki ağırlığı atmış, bugünün pop müzik matematiğine kendi meşrebince ayak uydurmuş yeni sürüm Sezen Aksu şarkıları duymaya başladık. “Dip” de bunlardan biri. Basit ve kolay algılanabilir bir yapısı, çatısı var lakin bu sadeliğin içinde bile Sezen şairaneliğinin sille tokadı eksik değil.

Ozan Bayraşa’nın düzenlemesi ise şarkıyı adeta uçurmuş. Yakın geçmişte Simge’yle ortak çalışmalarında harikalar yaratmış Bayraşa bir süredir ortalarda görünmüyor ve doğrusu bu ya, eksikliği hissediliyordu. Onun gibi yaratıcı ve yenilikçi, duygusu ve cesareti yüksek müzisyenler şu sıralar müzikte en çok ihtiyacımız olan şey çünkü. Nitekim bu şarkıda da Ozan Bayraşa’nın imzası çok belirgin bir şekilde kendini hissettiriyor.
Baskın bir şarkı yazarı ve baskın bir aranjörün bir araya geldiği yerde Çağrı’ya doğru bir ses vermek ve doğru bir görselle pekiştirmekten başka iş düşmemiş. Gerçi Çağrı’nın sesini yer yer duymakta zorlanıyorsunuz dinlerken. Bu bir “mix” tercihi; ben her zaman şarkıcıyı altyapıdan bir tık daha fazla duyabilmek isteyenlerdenim. Bunu bir kenara koyarsak, taşların yerine oturduğunu ve bir paket olarak ortaya tekrar tekrar dinleme isteği uyandırabilen, tertemiz bir iş çıktığını söyleyebiliriz.
Published on May 01, 2020 13:40
April 25, 2020
1978 Ekstra

1978 Eurovision Şarkı Yarışması Türkiye finalinde ilk elemeyi geçen 12 şarkının 2’si hiç yayımlanmadı. Bunlar Cahit Oben’in “Dosta Mektup” ve Cengiz Orçun’un “Barış” adlı parçalarıydı.


Serpil Barlas ve İkinci Baskı’nın seslendirdiği “Yaşamana Bak”, Aydın Tansel’in seslendirdiği “Hiç Şansım Yok”, Grup Karma’nın şarkısı “İmkânsız”, Grup Sekstet’in şarkısı “İnsanız Biz” yarışmadan sonra 45’lik plak olarak yayımlanan şarkılar arasındaydı. Ancak bu şarkıların hiçbiri sonraki yıllarda yeniden seslendirilmedi.


Grup Anadolu Majör tarafından seslendirilen ve yarışmadan sonra yine 45’lik plak olarak yayımlanan “Dostluğa Davet” de daha sonra hiç yeniden seslendirilmeyen şarkılardan biri olarak kalacaktı.

Şarkının orijinal kaydının enstrümantal versiyonu ise 1979 yılında yayımlanan “Besteleriyle Ali Kocatepe” adlı albümde dinleyici karşısına çıkmıştı.
Herhangi bir albümde yayımlanmamış olmakla beraber Boğaziçi Caz Korosu'nun Ali Kocatepe'nin 50. Sanat Yılı konserleri için yaptığı şu şahane düzenlemeyi de anlamadan geçemeyeceğim.
Tıpkı “Dostluğa Davet” gibi, yarı finalde Nükhet Duru’nun seslendirdiği bir diğer şarkı olan “Anılar” da yarışmadan sonra 1 Numara Plakçılık hesabına 45’lik olarak yayımlanmıştı.

Yıllar içerisinde bir Nükhet Duru klasiğine dönüşecek şarkı, Duru’nun aynı yıl yayımlanan “Melankoli” adlı ikinci 33’lük plağında ve 1981 yılında yayımlanan, bir nevi “best of” sayılabilecek “En Sevilen Şarkılarıyla Nükhet Duru” albümlerinde de yer alıyordu.


1988 yılında ise Nükhet Duru “Anılar”ı tam 10 yıl sonra yeniden seslendirdi ve düzenlemesi Aykut Gürel tarafından yapılmış bu yeni versiyon, Duru’nun “Benim Şarkılarım” adı verilmiş ve sadece kaset formatında yayımlanmış albümünde yer aldı.
Bu versiyonun üzerinden bir 10 yıl daha geçtikten sonra, 1998 yılında Nükhet Duru “Anılar”ı bu defa “Bir Nefes Gibiler” adlı albümü için bir kez daha seslendirdi. Bu albümdeki düzenleme ise Cenk Taşkan tarafından yapılmıştı.
Yine 1998 yılında yayımlanan “Remix 2” adlı Nükhet Duru kısaçalarında ise “Anılar” 3 farklı “remix” versiyonla karşımıza çıktı. Her 3 “remix” de Andy Chatterley ve Richard Sciesse tarafından Londra’da yapılmıştı. “Radio Mix” de Nükhet Duru şarkıyı Türkçe seslendiriyordu.
Şarkının “Latin Dance Mix” versiyonu Farah Yurtözü’nün yazdığı sözlerle İspanyolca olarak kaydedilmişti.
“Anılar”ın kısaçalarda yer alan üçüncü versiyonu olan “Club Mix” versiyonu da İspanyolca'ydı.
2006 yılında ise "Anılar"ın yine Nükhet Duru tarafından seslendirilmiş bir canlı kaydı yayımlandı. Duru'nun 2005 yılında Surp Vartanants Korosu eşliğinde Cenk Taşkan'ın 35. Sanat Yılı vesilesiyle verdiği "Sevgiyle El Ele" başlıklı konserin kaydının yer aldığı ve konserle aynı adı taşıyan çift disklik albümde, Nükhet Duru şarkıyı Cenk Taşkan'ın yönettiği orkestra eşliğinde söylüyordu.
Yarı finalde Ali Rıza Binboğa’nın seslendirdiği “Baharım Sensin”, ilk kez 1978 yılında 45’lik plak olarak dinleyici karşısına çıkmıştı.

45’likte “Baharım Sensin” adıyla yer alan şarkıya Binboğa 1979 yılında piyasaya çıkan “Yaramaz Çocuk” adlı albümünde de yer verdi. Kayıt aynıydı ama şarkının adı bu defa “Baharım Sensin” olmuştu.

“Baharım Sensin”i ilk kez yeniden seslendiren ise Yavuz Bingöl oldu. Bingöl’ün 1997 yılında piyasaya çıkan ve şarkıyla aynı adı taşıyan albümde yer alan versiyonun düzenlemesi de Yavuz Bingöl tarafından yapılmıştı.
Uzun yıllar Türkiye’de yaşayan ve müzik yapan İngiliz müzisyenler Andy Clayburn ve Paul Dwyer ya da bilinen adlarıyla EndiPol, 2009 yılında yayımladıkları “Ya Bugün Ya da Yarın” adlı albümlerinde “Baharım Sensin”e de yer verdiler ve kendi yaptıkları bu yeni düzenleme ile şarkıyı yeniden seslendirirken Ali Rıza Binboğa da onlara eşlik etti.
“Baharım Sensin”in yakın tarihli bir başka versiyonu ise Çağlar Öngel tarafından seslendirildi ve 2018 yılında dijital tekli olarak yayımlandı. Bu düzenlemenin kimin tarafından yapıldığını bilmiyorum. Dahası bu kaydın bütün dijital platformlarda yer almasına rağmen yasal olup olmadığına da emin değilim zira şarkının künyesinde söz ve müziğin “anonim” olduğu yazıyor.
Yarı finalde Ayça ve Elma Şekerleri tarafından seslendirilen, finale kalamasa da halk tarafından çok sevilen “Küçük Kız” da yarışmadan hemen sonra 45’lik plak olarak yayımlanmıştı.

Aynı yıl içerisinde aynı müzik firması, yâni Bip Plak, aynı şarkının iki farklı versiyonla yer aldığı bir de komedi plağı yayımladı. Bu plakta iki tiyatro oyuncusu, İbrahim Alben ve Volkan Saraçoğlu’ndan kurulu Kaygısızlar adlı ikili “Küçük Kız” parçasını aynı altyapı üzerine farklı sözlerle yeniden söylüyorlardı.

Plağın A yüzünde yer alan “Mukaddes”, o günlerin çok popüler televizyon dizisi Zengin ve Yoksul’daki baş karakterlerden biri olan Tom’un ölümü üzerine yazılmış bir parodiydi ve sözler Ahmet Üstel tarafından yazılmıştı.
Plağın B yüzünde ise aynı şarkı bu defa İbrahim Alben’in yazdığı sözlerle “Sülü'cüm” olmuştu. Bu da dönemin siyasi figürleri Süleyman Demirel, Bülent Ecevit ve Necmettin Erbakan’ın taklitlerinin de yer aldığı bir siyasi taşlamaydı.
1978 yılı Eurovision Şarkı Yarışması Türkiye elemelerinde yarı finalde elenmesine rağmen halk tarafından çok sevilecek bir başka şarkı ise “Bu Gece” olacaktı. Rezzan Yücel’in seslendirdiği şarkının plağı yarışmadan kısa bir süre sonra piyasaya çıktı ve çok satıldı.

Şarkıyı Rezzan Yücel’den çok sonra ilk kez yeniden seslendiren ise Demet Sağıroğlu oldu. Şarkının bestecisi Melih Kibar’ın bu kez düzenlemesini de yaptığı bu versiyon, 2001 yılında yayımlanan ve Kibar’ın imzasını taşıyan “Yadigâr” adlı albümde yer aldı.
“Bu Gece”nin orijinal 45’lik kaydı kullanılarak yapılmış “remix” versiyonu ise 2006 yılında yayımlanan “Bir Zamanlar Remix” adlı albümde yer aldı. Bu versiyon Murat Uncuoğlu ve Emre HC tarafından yapılmıştı.
2011 yılında şarkıyı bu defa Pınar Aylin yeniden seslendirdi. Aylin’in “Hit ‘70’ler” adlı albümünde yer alan bu versiyonda düzenleme Ünal Yüksel tarafından yapılmıştı.
“Bu Gece” 2016 yılında Engin Ciğercioğulları tarafından bir kez daha kayda alındı. Düzenlemesi de Engin Ciğercioğulları tarafından yapılan bu versiyon, Ciğercioğulları’nın “Yay” adı verilmiş albümünde yer aldı.
Türkiye elemelerinde birinci gelerek yarışmada ülkeyi temsil etme hakkını kazanan “Sevince” o günlerde Türkçe ve İngilizce versiyonlarının yer aldığı bir 45’lik plakla dinleyici karşısına çıkmıştı.

Şarkıyı daha sonra yeniden seslendiren kimse olmadı. Ta ki 2006 yılına kadar. “Sevince”nin bestecisi Dağhan Baydur, şarkıyı Bara Yöngün Tümer’ün düzenlemesiyle bu defa solo olarak 2006'da yeniden seslendirdi ve bu kayıt, o yıl yayımlanan “Karmakarışık” adlı toplama albümde yer aldı. Söylemeden geçemeyeceğim ki şarkının bu “rock’n roll” düzenlemesi dinleyenlere “Acaba yarışmaya bu düzenlemeyle gitse sonuç farklı mı olurdu?” dedirtiyordu.
Yazının sonuna bir de “bonus” kayıt koymak istedim. “Sevince”nin İngilizce versiyonunu Grup Nazar seslendiriyor bu kayıtta ama bir farkla. Bu kez Nilüfer yok ve Nilüfer’in söylediği kısımları da Zeynep Tuğsuz seslendiriyor. Hiç yayımlanmamış bu kaydı ilk kez dinleyeceksiniz. İşte Nilüfer’siz “Darling”.
Published on April 25, 2020 05:38
April 19, 2020
Türk'ün Dostu Çok Azmış
Seninle Üç Dakika
1978 - 4. Bölüm
Peri Bacaları
Grup Karma, Eurovision için kurulmuş bir gruptu ama grubun iki erkek üyesi, Dağhan Baydur ve Olcayto Ahmet Tuğsuz birbirlerini çok daha uzun süredir tanıyordu.
Tarsus Amerikan Koleji’nde eğitim alırken okul orkestrasıyla Liselerarası Müzik Yarışması’na katılıp grubuyla üçüncülük alan Olcayto Ahmet Tuğsuz daha sonra İstanbul’da üniversite eğitimi almış, tiyatroya olan merakı onu 1970 yılında Gülriz Sururi - Engin Cezzar topluluğunun sahnelediği “Hair” müzikalinde rol almaya kadar götürmüştü. Dağhan Baydur’la da o oyun sayesinde tanışmıştı. Zira Baydur da bu müzikal oyunun çoğunluğu gençlerden oluşan kadrosunda yer alıyordu.
Galatasaray Lisesi’nde okurken Young Beatles adlı grubuyla ilk sahne deneyimini yaşayan Dağhan Baydur, 1967 yılında Türkiye’nin ilk diskoteği Club 33’te “dj”lik ve yöneticilik yapmış, başka bir alanda üniversite eğitimi almış olsa da müzikle de hep yakın temasta olmuştu.
Ahmet ve Dağhan’ın “Hair” müzikali ile başlayan dostluğu zaman içerisinde bir müzikal ortaklığa dönüşecek ve 1973 yılında Dağhan ve Ahmet ikilisi olarak bir de 45'lik plak çıkaracaklardı.
“Bir Beste Yapsak” ve “İşte O Zaman Evlenirsin” adlı iki şarkının yer aldığı bu 45’lik plağın prodüktörü Nino Varon’du. Grunberg Şirketler Grubu’nda prodüktör olarak çalışan Nino Varon’un o günlerde müzik dünyasına lanse ettiği bir başka genç isimse Nilüfer olmuştu.
1970 yılında Hafta Sonu gazetesi tarafından üçüncü kez düzenlenen Altın Ses Yarışması’nın kızlar kategorisinde birinciliği kazanan Nilüfer, henüz 15 yaşındaydı ve İtalyan Lisesi öğrencisiydi.
Nino Varon’un o yarışma sayesinde keşfedip hemen plak teklifi yaptığı bu genç kızın ilk 45’liği “Kalbim Bir Pusula / Ağlıyorum Yine”, 1972 yılında piyasaya çıkmış ve büyük ilgi görmüştü. Ardı ardına yaptığı plaklarla dönemin en popüler şarkıcılarından biri haline gelmişti Nilüfer. Hem sevilen bir ses hem de yaşından beklenmeyecek kadar güçlü bir şarkıcıydı.
Nino Varon ve Nilüfer
Dağhan ve Ahmet, 1977 yılında ilk duyuruları yapılan Eurovison 1978 Şarkı Yarışması Türkiye elemeleri için bir şarkı hazırlamaya giriştiklerinde, bu şarkının tıpkı Abba ya da Brotherhood of Man gibi kadın ve erkek solistlerden oluşan bir grup tarafından seslendirilmesinin elemelerde şanslarını arttıracağını düşünmüşlerdi. Ahmet’in ilk aklına gelen yeğeni Zeynep Tuğsuz olmuştu. O günlerde Dame de Sion’da öğrenci olan Zeynep, küçük yaşlarından itibaren piyano dersleri almış, Belediye Konservatuvarına devam etmiş, sonrasında reklam cıngılları seslendirmişti.
1975 elemelerinde başına gelenlerden sonra yarışmaya bir kez daha katılmayı hiç düşünmeyen Nilüfer, kendisine gelen teklifi, parçayı çok beğenmesi üzerine kabul etmiş ve böylece Grup Nazar’ın dördüncü üyesi olmuştu.
Ve bütün ülke Grup Nazar’ı konuşuyordu şimdi. İlk Eurovision tecrübemizde büyük bir hezimete uğramış olsak da bu genç ve dinamik grupla, bu Batı normlarındaki hareketli parçayla belki de bu defa çok başka bir sonuç alacaktık.
Üstelik çok daha deneyimliydik artık. Şarkının tanıtım filmini renkli çekebilme imkânımız bile vardı. Nitekim Grup Nazar ve TRT ekibi bu maksatla 8 Mart Çarşamba sabahı Ankara’dan hareket etti. İstikamet Ürgüp’tü. “Sevince”nin tanıtım filmi Ürgüp’te, Peri Bacaları’nda çekilecekti.
Çekimler tamamlanıp ekip geri dönüş için yola çıktığında takvimler 13 Mart Pazartesi günü gösteriyordu. Çekimleri gün gün takip eden basın mensuplarından biri olan Taner Dedeoğlu, izlenimlerini TV’de 7 Gün dergisi için şöyle kaleme alıyordu:
“Nazar grubu yarışma parçaları ‘Sevince’yi Ihlara Vadisi, Üç Hisar, Göreme Müzesi ve Sivrihisar gibi doğanın bütün güzelliklerini bir arada toplayan Peri Bacaları diyarında söylediler. Bir hafta boyunca Avrupalıların hayran kalacakları bu tarih hazinesinde geceli gündüzlü çalıştılar. İki amaçları vardı: Nazar’ı Eurovision’u izleyecek Avrupalılara sevdirmek hem de Batı ekranlarında Türkiye’nin turistik propagandasını en güzel şekilde yapmak. Gördüğümüz kadarıyla da başardılar bunu. Gerçekten nefis bir tanıtım filmi hazırladılar.”
Hep böyleydik. Uzun yıllar boyu da böyle kalacaktık. Her defasında o üç dakikalık şarkı müddetince fonda göstereceğimiz tarihi ve turistik manzaraların Avrupalıların Türkiye’ye hayran olmasına yeteceğini düşünüp, her biri birer turistik reklam filmi mantığında tanıtım filmleri çekecektik. “Sevince”nin filmi bunların ne ilki ne de sonuncusu olacaktı.
Arabayla Geze GezeGrup Nazar’ın Paris’e gidişi iki ayrı kafileyle oldu. Birinci kafilede gruptan Olcayto Ahmet Tuğsuz ve Dağhan Baydur, yanlarında TRT ekibinden Bülent Özveren, Bülent Varol ve İskender Salgırlı vardı. Beş kişilik ekip, 11 Nisan Salı günü İstanbul’dan karayoluyla Paris’e gitmek üzere hareket etti. Bu kadar erken yola çıkılmasının sebebi, “arabayla geze geze gitmek, birkaç ülke daha görüp, bir taşla iki kuş vurmak”tı.
Olcayto Ahmet Tuğsuz’un Mecidiyeköy’deki yazıhanesinde bir araya gelen ekip, önlerine bir harita koyup güzergahı belirledi ve sabahın erken saatlerinde yola çıktı. Grup Nazar’ın kızları Nilüfer ve Zeynep Tuğsuz, bu yolculuğa katılamayacak ve Paris’e ancak birkaç gün sonra uçakla gidebileceklerdi. Zeynep henüz lise öğrencisiydi. Okulda fazla devamsızlığı olmasın diye mümkün olduğunca geç gitmesi uygun görülmüştü.
Nilüfer ise gribe yakalanmış, birkaç gün boyunca yorgan döşek yatmış, bu sebeple yarışma gecesi giyeceği kostümün terzi provalarına bile gidememiş ve kostüm henüz tamamlanamamıştı. Hatta bu yüzden, uçak korkusu olmasına rağmen, uçakla gitmekten başka şansı da kalmamıştı.
Nilüfer, Zeynep Tuğsuz ve TRT ekibinin kalan kısmı 13 Nisan günü Fransa’ya uçtu. Grup Nazar Fransa yolculuğundan önce bütün hazırlıklarını tamamlamıştı. Yarışma gecesi giyecekleri kostümler modacı Cemil İpekçi tarafından hazırlanmıştı. Koreografide ufak tefek değişiklikler yapılmış, bunun için grup yine Haldun Dormen’le uzun uzun çalışmıştı.
Şarkının Onno Tunç tarafından yapılmış düzenlemesinde ise hiçbir değişikliğe gidilmemiş, Dağhan Baydur’un yazdığı İngilizce sözlerle “Darling” adı verilmiş İngilizce versiyon da kayda alınmıştı. Şarkının tanıtım 45’liğinin bir yüzünde Türkçe, bir yüzünde İngilizce versiyonu olacak ve bu plak, tanıtım dosyasının içinde yer alırken, Türkiye’de de Balet Plak etiketiyle satışa sunulacaktı.
Grup Nazar elemanları gitmeden önce rakip ülkelerin tanıtım filmlerini izlemişlerdi. Tanıtım filmlerinden edindikleri izlenim onları umutlandırmıştı. Bu umutlarını, Paris’e gitmeden hemen önce Hey dergisi muhabiri Haluk Aktar’a şöyle anlatıyorlardı: “Eğer bazı politik oyunlar olmaz, yarışma parçaları salt müzik ve şov yönünden değerlendirilirse, kesinlikle ilk 10 içine girebiliriz. Hatta daha da yukarılarda yer alabiliriz, yeter ki jüri objektif hareket etsin ve her ülkeye gerçekten hak ettiği puanı versin. Eğer ilk 10 içine giremezsek ne olur? Üzülürüz hiç kuşkusuz ama kendimize güvendiğimiz ve gerçek yerimizin burası olmadığını bildiğimiz için ülkemize yüzümüz ak olarak döneriz yine de.”
Grup elemanlarının ayrı ayrı Paris’e gitmesi, birkaç zamandır ortada dolaşmakta olan dedikoduların artmasına neden olacaktı. Söylenenlere göre Olcayto Ahmet Tuğsuz ve Dağhan Baydur, başından beri Nilüfer’in çok fazla ön plana çıkmasından rahatsızdılar. Nazar’ın “Nilüfer’in grubu” diye lanse edilmesi canlarını sıkıyordu.
TV’de 7 Gün dergisi adına yarışmayı izlemek için Paris’e giden gazeteci Erdoğan Sevgin’in iddiasına göre Nilüfer de ekibin diğer üyelerinin kendisini dışlamasından rahatsızdı. Dağhan, Ahmet ve Zeynep, her üçü de Fransızca bildikleri için etraftaki herkesle, gazetecilerle iletişim kurarken Nilüfer konuşulanların dışında kalıyordu. Nilüfer’in yağmurlu Paris havasını bahane ederek zorunlu olmadıkça otel odasından çıkmaması da Sevgin’in iddiasını güçlendiriyordu. Grup Nazar sadece provalarda ve gazeteciler karşısında bir araya geliyor ama onun dışında hiç birlikte vakit geçirmiyorlardı.
Nitekim grubun sadece yarışma için bir araya geldiği bilinmesine rağmen, o günlerde basında Grup Nazar’ın yarışmadan sonra Nüket Ruacan’la çalışmaya başlayacağı ve Nilüfer’den ayrılacağı yolunda haberlere yer verilecekti. İddialara göre Ruacan zaten Nilüfer’den önce Grup Nazar’ın dördüncü elemanı olarak düşünülen isimdi.
Hürriyet gazetesi yazarı “Grup Nazar’da Artık Nilüfer Olmayacak!” başlıklı haberinde isim vermeden, “müzik otoriterleri”nin şu sözlerini aktarıyordu: “Dağhan Baydur Eurovision elemelerine katılmak için Ali Kocatepe ile birleşmek istedi. Kocatepe ilk önceleri bunu kabul etti ama daha sonra kontratlı sanatçısı Nüket Ruacan’ı onların grubundan geri çekti. Bu arada Nino Varon araya girdi ve Grup Nazar’a Nilüfer alındı. Bundan amaç Nilüfer’in isminden istifade etmekti ve edildi de…”
Grup Nazar üyelerinin Paris’e gitmeden önce izlediği tanıtım filmleri TRT’de 16 Nisan Pazar günü gündüz kuşağında Tele Pazar programının içerisinde iki bölüm halinde yayınlandı. Böylece rakiplerimizi biz de tanımış oluyorduk. Şimdi artık yapılacak tek şey 22 Nisan gecesini beklemekti.
Yarışma, Paris’teki Palais Des Congres’nin 4500 kişilik konser salonunda yapılacaktı. Böylesi bir yarışma için gerekli her şeyi bünyesinde barındıran bu görkemli Kongre Sarayı, başından sonuna dek bütün organizasyonun kusursuz bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlayacak ve Fransa yarışmanın ev sahibi olarak büyük takdir toplayacaktı.
Konser salonunun sahnesi, basın tarafından “bütün Eurovision Şarkı Yarışması tarihinin en etkileyici, en ihtişamlı dekorlarından biri” diye adlandırılacaktı. Bunda hiç kuşkusuz sahne üzerine kurulan ve yarım bir gemiyi andıran platformun payı büyüktü. Orkestranın üzerinde yer aldığı bu platform, kendi ekseni etrafında dönebiliyordu ve her şarkının ilk saniyelerinde hareket ederek, sahneye o zamanın şartlarında müthiş bir görsellik katıyordu.
Gazeteci Erdoğan Sevgin TV’de 7 Gün dergisi için kaleme aldığı yazısında yarışmanın yapılacağı salonu şöyle anlatıyordu: “Tavanı içine iki kat sığacak yükseklikte. Yerler halıyla kaplı, ışık içinde. Koltuklarsa sanki oturmak için değil, uyumak için yapılmış. İsterseniz sigara içebilirsiniz salonda. Nereye atayım diye düşünmeyin izmariti. Çekin uçaktaki gibi koltuğun yanındaki tablayı, bastırın izmaritinizi. Aynı anda 4500 kişi sigara içse bile duman yok salonda. Havalandırıcı anında emiyor.”
Bir kongre / konser salonunun halı kaplı ve havalandırmalı olmasının bile bizim için haber değeri taşıdığı günlerdi. İmkânlarımız ve teknolojimiz onlardan gerideydi belki ama Avrupa’yla en azından müziğimizi kullanarak aşık atabilirdik. İşte tam da bu yüzden yarışmadaydık.
Nilüfer ve Yeşil Giresunlu, Irene Sheer'in basın toplantısında.
Türk ekibi, Kongre Sarayı’na çok yakın olan Concorde - La Fayette Otelinde kalıyordu. Ekipte grubun dışında Olcayto Ahmet Tuğsuz’un kız kardeşi Ayşe Tuğsuz, orkestra şefimiz Onno Tunç ve eşinin yanı sıra Nilüfer’in eşi ve prodüktörü Yeşil Giresunlu da vardı. Yarışmaya katılan hemen bütün ekipler, peşlerinde dev bir plakçı, menajer, danışman ordusuyla gezerken, Türk kafilesi Paris’te neredeyse sahipsizdi.
Dağhan Baydur ve Olcayto Ahmet Tuğsuz, rehberleriyle Paris'te gezerken.
TRT maddi olarak sadece otelde yatma ve kahvaltı parasını karşılıyor, öğle ve akşam yemekleri, orada yapılacak diğer tüm masraflar ekibin cebinden gidiyordu. Uzun yıllar böyle devam edecek bu durum, her defasında ekiplerimizi diğer ekiplerin yanında mahzun bırakacak, bu hal ister istemez kulis ve lobi faaliyetlerinde yetersiz kalmamızın başlıca sebeplerinden biri olacaktı.
Keza Grup Nazar’ın ve şarkımızın tanıtımı için gerekli dosyalar, TRT tarafından değil, Nilüfer’in bağlı olduğu Odeon Plak firması tarafından hazırlatılmıştı. Bu dosyalarda Grup Nazar elemanlarının özgeçmişleri, fotoğraflar ve şarkının 45’liği bulunuyordu. Her dosyanın kapağına bir de nazar boncuğu iliştirilmişti. Zaten kafilemizin yarışma öncesi yapabileceği tek tanıtım faaliyeti de kendi astıkları afişler ve yine kendi dağıttıkları nazar boncukları olacaktı.
Henüz sadece jüriler yoluyla oylama yapıldığı o yıllarda, yarışma için orada bulunan basın mensupları tarafından geçilen haberler final gecesi puanlamalara ne derece etki ediyordu, tartışılırdı elbette. Ancak amaç ülkenin adından bir şekilde söz ettirmekse (ki öyleydi) bu konuda başarılı olabilmek için uzun yıllar sürecek bir deneyime ihtiyacımız olacaktı. Henüz ülkede müziğin endüstriye dönüşmediği, “promosyon” kelimesinin lügatlere girmediği o günlerde, şüphe yok ki bundan habersizdik. El yordamıyla yaptığımız her şey ise kelimenin tam anlamıyla yetersiz kalıyordu.
O günlerde 1975 yılı Eurovision maceramızın baş aktörlerinden biri olan Erkan Özerman’ın ismi bir kez daha gündeme geldi. Söz yazarı ve besteciler meslek birliği SACEM’in kokteylinin yapıldığı gece, Erkan Özerman da oradaydı. Davetten sonra ekibimizi Paris’in ünlü otellerinden George 5’e götürecek, onları orada, o günlerde Paris’te yaşamakta olan ‘60’ların ünlü yıldızı Tülay German’la tanıştıracak ve Tülay German’ın da birkaç şarkı söyleyerek sahneye çıkacağı gece, meşhur Olympia müzikholünde devam edecekti.
Nilüfer ve Tülay German
Olympia’da o gece Arjantinli şarkıcı Jairo’nun konseri vardı. Hem konserden hem de Olympia’dan çok etkilenen Nilüfer, gecenin sonunda “Böyle seyircisi olan bir ülkede elbette sanatçı yetişir,” demekten kendini alamayacaktı.
Grup Nazar provada.
Provalar gayet olumlu geçiyor, her yarışmada olduğu gibi bunda da ekiplerin provalardaki canlı performansları, tahmin sıralamalarının sıklıkla değişmesine neden oluyordu.
Bahislerde Türkiye’nin esamisi okunmuyorsa da Grup Nazar her provadan sonra kendine daha çok güveniyor, neredeyse ilk üçe girmeyi bekliyor, bunu oradaki Türk gazetecilere beyan etmekte de bir sakınca görmüyordu.
Nilüfer ve Yeşil Giresunlu provada.
Böylesi haberler ülkede heyecanla yarışma gecesini bekleyenlerin umudunu bir kat daha arttırıyor, birincilik olmasa bile en azından ilk onda yer alacağımıza bizi inandırıyordu. Bunu başarıp başaramayacağımızı ise 22 Nisan gecesi hep beraber görecektik.
“Türk’ün Dostu Çok Azmış!”
Nihayet o gün gelip çatmıştı. Türkiye saatiyle 22:00’da canlı yayına geçildiğinde göz kamaştırıcı salon tam anlamıyla bir renk cümbüşü içerisindeydi. Eurovision tarihinde ilk kez yarışma iki sunucu tarafından sunuluyordu. Her ikisi de Fransız Televizyonunun deneyimli sunucuları olan Denise Fabre ve Leon Zitrone, gece boyunca biri Fransızca, diğeri İngilizce konuşarak anonsları yaptılar.
Bu yıl özel tanıtım filmleri hazırlanmamış, onun yerine her ülke sahne almadan önce, ülke bayrağının görüntüsü ekrana getirilmişti. Ekiplerin kulisten sahneye çıkışları, sahneyi bir önceki ekipten devralmaları da sahne arkasında yer alan kameralarla ekrana getiriliyordu.
Baccara
Ekipler arasında ünlü isimler hemen göze çarpıyordu. İtalya’dan Ricchi E Poveri grubu, Almanya adına yarışan ve 1973 yılında hit şarkısı “Goddbye Mama”yla dünya listelerinde fırtına gibi esen Ireen Sheer, Lüksemburg’u temsilen sahne alan ama aslında İspanyol olan Baccara grubu, yarışmanın tanıdık isimleriydi.
Ireen Sheer
Resmi dil zorunluluğu nedeniyle şarkısının anlaşılamayacağından korkan kimi ekipler kelime oyunlarından medet ummuştu. “Boom Boom”, “Dai li Dou”, “t’s OK”, “A-Ba-Ni-Bi” gibi tuhaf isimli şarkılar vardı finalist şarkılar arasında.
Grup Nazar on ikinci sırada sahne aldı. Bir önceki ülke Hollanda’nın performansı bittiğinde kulisteki kamera Grup Nazar’ı kulis koridorlarından yürüyüp asansöre binerken görüntülüyordu. Kulis salonun üç kat altındaydı ve finalistler asansörle yukarı çıkıyorlardı.
O görüntülerde ekran başında izleyen belki de kimsenin fark etmediği detayı ise Olcayto Ahmet Tuğsuz yıllar sonra gülerek şöyle anlatacaktı: “Tam sahneye çıkacağımız sırada kameralar bizi görüntülüyor ve Nilüfer en önde, koşar adımlarla sahneye doğru ilerliyor. Sanki o solist de biz onun ekibiymişiz gibi. Bizim Zeynep de hızlı hızlı yürüyor, hatta hamle yapıp onu geçiyor. Şimdi izleyince fark ediyorum bu durumu. Demek ki o günlerde onların arasında da böyle bir rekabet varmış. Aslında Nilüfer’le aramızda çok önemli bir şey olmadı ama pek de anlaşamamıştık. Kabul etmeli ki çok büyük bir organizasyon, Avrupa’nın dört bir yanından plak şirketlerinin temsilcileri geliyor. Nilüfer belki de orada kendini bir şekilde göstermek çabasındaydı. Aslında kendi çapında haksız da sayılmazdı. Bizim böyle bir iddiamız yoktu haliyle, biz şarkıya yoğunlaşmıştık.”
Nilüfer’le grubun diğer elemanları arasında basının da gözünden kaçmayan gerilim, neyse ki sahneye yansımayacaktı. Onno Tunç yönetimindeki orkestra şarkıya girdiğinde sahnede mikrofon sehpalarının önünde sıralanmış dört genç duruyordu. “Ünlü kreatör” Cemil İpekçi imzalı kıyafetleri, tam da günün modasına uygun çizgiler taşıyordu.
Yarışmadan sonra Grup Nazar kıyafetleri nedeniyle eleştirilecek, özellikle Nilüfer’in kostümünün onu hamile gibi gösterdiği konuşulacaktı ya, birbirinin aynısı olmadığı halde aynı desen ve renkleri taşıyan siyah beyaz kıyafetleri ve göğüslerine iliştirilmiş kırmızı kumaş güllerle Grup Nazar sahnede gayet göz alıcı duruyordu. Performansları da diğer finalistlerden hiç de aşağı değil, hatta birçoğundan daha iyiydi.
Aylar süren macera yine üç dakikalık bir performansla sona ermişti. Geride kalan onca dedikodu, tartışma, gürültü patırtıyı çoktan unutmuş, o üç dakika boyunca ekran başında nefeslerimizi tutmuştuk. Çok heyecanlı, bir o kadar da umutluyduk şimdi. Bakalım puanlamada neler olacaktı?
Stephane Grappelli ve Oscar Peterson
Puanlamadan hemen önce, caz müziğinin dev isimlerinden oluşan bir ekibin performansı bant kayıt olarak geldi ekrana. Yarışmanın ev sahibi Fransa, organizasyonun tamamında gösterdiği iddiayı “interval act” esnasında da böylece gösterecekti. Fransız caz kemancısı Stephane Grappelli, caz piyanisti Oscar Peterson’ın triosu eşliğinde “My Heart Stood Still” ve Amerikalı keman virtüözü Yehudi Menuhin’le birlikte de “Pick Yourself Up” adlı parçaları çaldı. Bu performanslardan hemen sonraysa ülkelerden puanlama sonuçları alınmaya başlandı.
Yehudi Menuhin ve Stephane Grappelli
İşte milletçe bütün umudumuzun, heyecanımızın, keyfimizin söndüğü dakikalar o dakikalardı. Daha ikinci jüriden, Norveç’ten 1 puan alınca kalbimiz yerinden çıkacak gibi olmuştu ama sonrasında Türkiye’ye tek puan veren ülke İngiltere olacak ve onun verdiği 1 puanla beraber aldığımız toplam 2 puan, bizi sonuç listesinin ancak on sekizinci sırasına yerleştirebilecekti. Bir hayal daha bitmiş, bir rüyadan daha sert bir tokatla uyandırılmıştık.
Yarışmanın birinciliğini, kimsenin favoriler arasında saymadığı İsrail, “A-Ba-Ni-Bi” adlı şarkıyla kazanmıştı. Şarkıyı seslendiren Izhar Cohen ve ekibi, açık ara farkla ülkesine birinciliği götürüyor, böylece Eurovision tarihinde ilk kez yarışma Avrupa kıtasının dışına taşıyordu.
İkinciliği Jean Valle adlı şarkıcının seslendirdiği “L'amour Ça Fait Chanter La Vie” adlı şarkıyla Belçika, üçüncülüğü ise Joel Provost tarafından seslendirilen “Il Y Aura Toujours Des Violons” adlı şarkıyla Fransa alacak, herkesin favori gördüğü ünlü isimler listenin alt sıralarında kalarak şaşkınlık yaratacaktı.
Canlı yayının sona erdiği dakikalarda Avrupa’da ekran başındaki milyonlarca izleyicinin kaç tanesi ülkeleri kazanamadığı için üzüldü, kaç tanesi aldığı iyi puanlar için sevinç duydu bilinmez ama Türkiye’de hemen herkesin, üzülmek ne kelime, kahrolduğu kesindi.
Yarışmadan sonra Nilüfer, bir süre Paris’te kalmayı ve yarışmadan önce gezemediği şehri gezmeyi tercih edecek, ekibin diğer kısmı ise sessiz sedasız yurda dönecekti.
Türkiye’de herkes bu konuda hemfikirdi: Yarışma politikti ve biz bir kez daha politikanın kurbanı olmuştuk. Yarışmadan bir sonraki hafta yayımlanan Ses Dergisi’nin kapağında kocaman harflerle şöyle yazıyordu: “Politika bataklığı Nazar’ı da yuttu. Türk’ün dostu çok azmış.”
Herkesin aklında tek bir soru vardı şimdi: “Bir kez daha hezimet yaşadığımıza göre 1975’den sonra olduğu gibi yine bir müddet ara mı verecektik? Belki de artık bu meşum yarışmaya katılmaktan büsbütün vazgeçecektik… Yoksa ısrarla katılmaya devam mı edecektik? Ne yapacaktık?..
Henüz yaramız çok tazeydi. Zaman hem ilaç olacak hem de gelecek günlerde neler olacağını bize gösterecekti. Bekleyecek ve hep birlikte görecektik. DEVAM EDECEK
GELECEK BÖLÜM: "İSRAİL'E AJDA MI GİDECEK?"
1978 - 4. Bölüm
Peri Bacaları

Grup Karma, Eurovision için kurulmuş bir gruptu ama grubun iki erkek üyesi, Dağhan Baydur ve Olcayto Ahmet Tuğsuz birbirlerini çok daha uzun süredir tanıyordu.
Tarsus Amerikan Koleji’nde eğitim alırken okul orkestrasıyla Liselerarası Müzik Yarışması’na katılıp grubuyla üçüncülük alan Olcayto Ahmet Tuğsuz daha sonra İstanbul’da üniversite eğitimi almış, tiyatroya olan merakı onu 1970 yılında Gülriz Sururi - Engin Cezzar topluluğunun sahnelediği “Hair” müzikalinde rol almaya kadar götürmüştü. Dağhan Baydur’la da o oyun sayesinde tanışmıştı. Zira Baydur da bu müzikal oyunun çoğunluğu gençlerden oluşan kadrosunda yer alıyordu.

Galatasaray Lisesi’nde okurken Young Beatles adlı grubuyla ilk sahne deneyimini yaşayan Dağhan Baydur, 1967 yılında Türkiye’nin ilk diskoteği Club 33’te “dj”lik ve yöneticilik yapmış, başka bir alanda üniversite eğitimi almış olsa da müzikle de hep yakın temasta olmuştu.

Ahmet ve Dağhan’ın “Hair” müzikali ile başlayan dostluğu zaman içerisinde bir müzikal ortaklığa dönüşecek ve 1973 yılında Dağhan ve Ahmet ikilisi olarak bir de 45'lik plak çıkaracaklardı.

“Bir Beste Yapsak” ve “İşte O Zaman Evlenirsin” adlı iki şarkının yer aldığı bu 45’lik plağın prodüktörü Nino Varon’du. Grunberg Şirketler Grubu’nda prodüktör olarak çalışan Nino Varon’un o günlerde müzik dünyasına lanse ettiği bir başka genç isimse Nilüfer olmuştu.

1970 yılında Hafta Sonu gazetesi tarafından üçüncü kez düzenlenen Altın Ses Yarışması’nın kızlar kategorisinde birinciliği kazanan Nilüfer, henüz 15 yaşındaydı ve İtalyan Lisesi öğrencisiydi.

Nino Varon’un o yarışma sayesinde keşfedip hemen plak teklifi yaptığı bu genç kızın ilk 45’liği “Kalbim Bir Pusula / Ağlıyorum Yine”, 1972 yılında piyasaya çıkmış ve büyük ilgi görmüştü. Ardı ardına yaptığı plaklarla dönemin en popüler şarkıcılarından biri haline gelmişti Nilüfer. Hem sevilen bir ses hem de yaşından beklenmeyecek kadar güçlü bir şarkıcıydı.

Dağhan ve Ahmet, 1977 yılında ilk duyuruları yapılan Eurovison 1978 Şarkı Yarışması Türkiye elemeleri için bir şarkı hazırlamaya giriştiklerinde, bu şarkının tıpkı Abba ya da Brotherhood of Man gibi kadın ve erkek solistlerden oluşan bir grup tarafından seslendirilmesinin elemelerde şanslarını arttıracağını düşünmüşlerdi. Ahmet’in ilk aklına gelen yeğeni Zeynep Tuğsuz olmuştu. O günlerde Dame de Sion’da öğrenci olan Zeynep, küçük yaşlarından itibaren piyano dersleri almış, Belediye Konservatuvarına devam etmiş, sonrasında reklam cıngılları seslendirmişti.

1975 elemelerinde başına gelenlerden sonra yarışmaya bir kez daha katılmayı hiç düşünmeyen Nilüfer, kendisine gelen teklifi, parçayı çok beğenmesi üzerine kabul etmiş ve böylece Grup Nazar’ın dördüncü üyesi olmuştu.

Ve bütün ülke Grup Nazar’ı konuşuyordu şimdi. İlk Eurovision tecrübemizde büyük bir hezimete uğramış olsak da bu genç ve dinamik grupla, bu Batı normlarındaki hareketli parçayla belki de bu defa çok başka bir sonuç alacaktık.

Üstelik çok daha deneyimliydik artık. Şarkının tanıtım filmini renkli çekebilme imkânımız bile vardı. Nitekim Grup Nazar ve TRT ekibi bu maksatla 8 Mart Çarşamba sabahı Ankara’dan hareket etti. İstikamet Ürgüp’tü. “Sevince”nin tanıtım filmi Ürgüp’te, Peri Bacaları’nda çekilecekti.

Çekimler tamamlanıp ekip geri dönüş için yola çıktığında takvimler 13 Mart Pazartesi günü gösteriyordu. Çekimleri gün gün takip eden basın mensuplarından biri olan Taner Dedeoğlu, izlenimlerini TV’de 7 Gün dergisi için şöyle kaleme alıyordu:

“Nazar grubu yarışma parçaları ‘Sevince’yi Ihlara Vadisi, Üç Hisar, Göreme Müzesi ve Sivrihisar gibi doğanın bütün güzelliklerini bir arada toplayan Peri Bacaları diyarında söylediler. Bir hafta boyunca Avrupalıların hayran kalacakları bu tarih hazinesinde geceli gündüzlü çalıştılar. İki amaçları vardı: Nazar’ı Eurovision’u izleyecek Avrupalılara sevdirmek hem de Batı ekranlarında Türkiye’nin turistik propagandasını en güzel şekilde yapmak. Gördüğümüz kadarıyla da başardılar bunu. Gerçekten nefis bir tanıtım filmi hazırladılar.”

Hep böyleydik. Uzun yıllar boyu da böyle kalacaktık. Her defasında o üç dakikalık şarkı müddetince fonda göstereceğimiz tarihi ve turistik manzaraların Avrupalıların Türkiye’ye hayran olmasına yeteceğini düşünüp, her biri birer turistik reklam filmi mantığında tanıtım filmleri çekecektik. “Sevince”nin filmi bunların ne ilki ne de sonuncusu olacaktı.
Arabayla Geze GezeGrup Nazar’ın Paris’e gidişi iki ayrı kafileyle oldu. Birinci kafilede gruptan Olcayto Ahmet Tuğsuz ve Dağhan Baydur, yanlarında TRT ekibinden Bülent Özveren, Bülent Varol ve İskender Salgırlı vardı. Beş kişilik ekip, 11 Nisan Salı günü İstanbul’dan karayoluyla Paris’e gitmek üzere hareket etti. Bu kadar erken yola çıkılmasının sebebi, “arabayla geze geze gitmek, birkaç ülke daha görüp, bir taşla iki kuş vurmak”tı.

Olcayto Ahmet Tuğsuz’un Mecidiyeköy’deki yazıhanesinde bir araya gelen ekip, önlerine bir harita koyup güzergahı belirledi ve sabahın erken saatlerinde yola çıktı. Grup Nazar’ın kızları Nilüfer ve Zeynep Tuğsuz, bu yolculuğa katılamayacak ve Paris’e ancak birkaç gün sonra uçakla gidebileceklerdi. Zeynep henüz lise öğrencisiydi. Okulda fazla devamsızlığı olmasın diye mümkün olduğunca geç gitmesi uygun görülmüştü.

Nilüfer ise gribe yakalanmış, birkaç gün boyunca yorgan döşek yatmış, bu sebeple yarışma gecesi giyeceği kostümün terzi provalarına bile gidememiş ve kostüm henüz tamamlanamamıştı. Hatta bu yüzden, uçak korkusu olmasına rağmen, uçakla gitmekten başka şansı da kalmamıştı.

Nilüfer, Zeynep Tuğsuz ve TRT ekibinin kalan kısmı 13 Nisan günü Fransa’ya uçtu. Grup Nazar Fransa yolculuğundan önce bütün hazırlıklarını tamamlamıştı. Yarışma gecesi giyecekleri kostümler modacı Cemil İpekçi tarafından hazırlanmıştı. Koreografide ufak tefek değişiklikler yapılmış, bunun için grup yine Haldun Dormen’le uzun uzun çalışmıştı.

Şarkının Onno Tunç tarafından yapılmış düzenlemesinde ise hiçbir değişikliğe gidilmemiş, Dağhan Baydur’un yazdığı İngilizce sözlerle “Darling” adı verilmiş İngilizce versiyon da kayda alınmıştı. Şarkının tanıtım 45’liğinin bir yüzünde Türkçe, bir yüzünde İngilizce versiyonu olacak ve bu plak, tanıtım dosyasının içinde yer alırken, Türkiye’de de Balet Plak etiketiyle satışa sunulacaktı.
Grup Nazar elemanları gitmeden önce rakip ülkelerin tanıtım filmlerini izlemişlerdi. Tanıtım filmlerinden edindikleri izlenim onları umutlandırmıştı. Bu umutlarını, Paris’e gitmeden hemen önce Hey dergisi muhabiri Haluk Aktar’a şöyle anlatıyorlardı: “Eğer bazı politik oyunlar olmaz, yarışma parçaları salt müzik ve şov yönünden değerlendirilirse, kesinlikle ilk 10 içine girebiliriz. Hatta daha da yukarılarda yer alabiliriz, yeter ki jüri objektif hareket etsin ve her ülkeye gerçekten hak ettiği puanı versin. Eğer ilk 10 içine giremezsek ne olur? Üzülürüz hiç kuşkusuz ama kendimize güvendiğimiz ve gerçek yerimizin burası olmadığını bildiğimiz için ülkemize yüzümüz ak olarak döneriz yine de.”

Grup elemanlarının ayrı ayrı Paris’e gitmesi, birkaç zamandır ortada dolaşmakta olan dedikoduların artmasına neden olacaktı. Söylenenlere göre Olcayto Ahmet Tuğsuz ve Dağhan Baydur, başından beri Nilüfer’in çok fazla ön plana çıkmasından rahatsızdılar. Nazar’ın “Nilüfer’in grubu” diye lanse edilmesi canlarını sıkıyordu.

TV’de 7 Gün dergisi adına yarışmayı izlemek için Paris’e giden gazeteci Erdoğan Sevgin’in iddiasına göre Nilüfer de ekibin diğer üyelerinin kendisini dışlamasından rahatsızdı. Dağhan, Ahmet ve Zeynep, her üçü de Fransızca bildikleri için etraftaki herkesle, gazetecilerle iletişim kurarken Nilüfer konuşulanların dışında kalıyordu. Nilüfer’in yağmurlu Paris havasını bahane ederek zorunlu olmadıkça otel odasından çıkmaması da Sevgin’in iddiasını güçlendiriyordu. Grup Nazar sadece provalarda ve gazeteciler karşısında bir araya geliyor ama onun dışında hiç birlikte vakit geçirmiyorlardı.

Nitekim grubun sadece yarışma için bir araya geldiği bilinmesine rağmen, o günlerde basında Grup Nazar’ın yarışmadan sonra Nüket Ruacan’la çalışmaya başlayacağı ve Nilüfer’den ayrılacağı yolunda haberlere yer verilecekti. İddialara göre Ruacan zaten Nilüfer’den önce Grup Nazar’ın dördüncü elemanı olarak düşünülen isimdi.

Hürriyet gazetesi yazarı “Grup Nazar’da Artık Nilüfer Olmayacak!” başlıklı haberinde isim vermeden, “müzik otoriterleri”nin şu sözlerini aktarıyordu: “Dağhan Baydur Eurovision elemelerine katılmak için Ali Kocatepe ile birleşmek istedi. Kocatepe ilk önceleri bunu kabul etti ama daha sonra kontratlı sanatçısı Nüket Ruacan’ı onların grubundan geri çekti. Bu arada Nino Varon araya girdi ve Grup Nazar’a Nilüfer alındı. Bundan amaç Nilüfer’in isminden istifade etmekti ve edildi de…”

Grup Nazar üyelerinin Paris’e gitmeden önce izlediği tanıtım filmleri TRT’de 16 Nisan Pazar günü gündüz kuşağında Tele Pazar programının içerisinde iki bölüm halinde yayınlandı. Böylece rakiplerimizi biz de tanımış oluyorduk. Şimdi artık yapılacak tek şey 22 Nisan gecesini beklemekti.

Yarışma, Paris’teki Palais Des Congres’nin 4500 kişilik konser salonunda yapılacaktı. Böylesi bir yarışma için gerekli her şeyi bünyesinde barındıran bu görkemli Kongre Sarayı, başından sonuna dek bütün organizasyonun kusursuz bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlayacak ve Fransa yarışmanın ev sahibi olarak büyük takdir toplayacaktı.

Konser salonunun sahnesi, basın tarafından “bütün Eurovision Şarkı Yarışması tarihinin en etkileyici, en ihtişamlı dekorlarından biri” diye adlandırılacaktı. Bunda hiç kuşkusuz sahne üzerine kurulan ve yarım bir gemiyi andıran platformun payı büyüktü. Orkestranın üzerinde yer aldığı bu platform, kendi ekseni etrafında dönebiliyordu ve her şarkının ilk saniyelerinde hareket ederek, sahneye o zamanın şartlarında müthiş bir görsellik katıyordu.

Gazeteci Erdoğan Sevgin TV’de 7 Gün dergisi için kaleme aldığı yazısında yarışmanın yapılacağı salonu şöyle anlatıyordu: “Tavanı içine iki kat sığacak yükseklikte. Yerler halıyla kaplı, ışık içinde. Koltuklarsa sanki oturmak için değil, uyumak için yapılmış. İsterseniz sigara içebilirsiniz salonda. Nereye atayım diye düşünmeyin izmariti. Çekin uçaktaki gibi koltuğun yanındaki tablayı, bastırın izmaritinizi. Aynı anda 4500 kişi sigara içse bile duman yok salonda. Havalandırıcı anında emiyor.”

Bir kongre / konser salonunun halı kaplı ve havalandırmalı olmasının bile bizim için haber değeri taşıdığı günlerdi. İmkânlarımız ve teknolojimiz onlardan gerideydi belki ama Avrupa’yla en azından müziğimizi kullanarak aşık atabilirdik. İşte tam da bu yüzden yarışmadaydık.

Türk ekibi, Kongre Sarayı’na çok yakın olan Concorde - La Fayette Otelinde kalıyordu. Ekipte grubun dışında Olcayto Ahmet Tuğsuz’un kız kardeşi Ayşe Tuğsuz, orkestra şefimiz Onno Tunç ve eşinin yanı sıra Nilüfer’in eşi ve prodüktörü Yeşil Giresunlu da vardı. Yarışmaya katılan hemen bütün ekipler, peşlerinde dev bir plakçı, menajer, danışman ordusuyla gezerken, Türk kafilesi Paris’te neredeyse sahipsizdi.

TRT maddi olarak sadece otelde yatma ve kahvaltı parasını karşılıyor, öğle ve akşam yemekleri, orada yapılacak diğer tüm masraflar ekibin cebinden gidiyordu. Uzun yıllar böyle devam edecek bu durum, her defasında ekiplerimizi diğer ekiplerin yanında mahzun bırakacak, bu hal ister istemez kulis ve lobi faaliyetlerinde yetersiz kalmamızın başlıca sebeplerinden biri olacaktı.

Keza Grup Nazar’ın ve şarkımızın tanıtımı için gerekli dosyalar, TRT tarafından değil, Nilüfer’in bağlı olduğu Odeon Plak firması tarafından hazırlatılmıştı. Bu dosyalarda Grup Nazar elemanlarının özgeçmişleri, fotoğraflar ve şarkının 45’liği bulunuyordu. Her dosyanın kapağına bir de nazar boncuğu iliştirilmişti. Zaten kafilemizin yarışma öncesi yapabileceği tek tanıtım faaliyeti de kendi astıkları afişler ve yine kendi dağıttıkları nazar boncukları olacaktı.

Henüz sadece jüriler yoluyla oylama yapıldığı o yıllarda, yarışma için orada bulunan basın mensupları tarafından geçilen haberler final gecesi puanlamalara ne derece etki ediyordu, tartışılırdı elbette. Ancak amaç ülkenin adından bir şekilde söz ettirmekse (ki öyleydi) bu konuda başarılı olabilmek için uzun yıllar sürecek bir deneyime ihtiyacımız olacaktı. Henüz ülkede müziğin endüstriye dönüşmediği, “promosyon” kelimesinin lügatlere girmediği o günlerde, şüphe yok ki bundan habersizdik. El yordamıyla yaptığımız her şey ise kelimenin tam anlamıyla yetersiz kalıyordu.

O günlerde 1975 yılı Eurovision maceramızın baş aktörlerinden biri olan Erkan Özerman’ın ismi bir kez daha gündeme geldi. Söz yazarı ve besteciler meslek birliği SACEM’in kokteylinin yapıldığı gece, Erkan Özerman da oradaydı. Davetten sonra ekibimizi Paris’in ünlü otellerinden George 5’e götürecek, onları orada, o günlerde Paris’te yaşamakta olan ‘60’ların ünlü yıldızı Tülay German’la tanıştıracak ve Tülay German’ın da birkaç şarkı söyleyerek sahneye çıkacağı gece, meşhur Olympia müzikholünde devam edecekti.

Olympia’da o gece Arjantinli şarkıcı Jairo’nun konseri vardı. Hem konserden hem de Olympia’dan çok etkilenen Nilüfer, gecenin sonunda “Böyle seyircisi olan bir ülkede elbette sanatçı yetişir,” demekten kendini alamayacaktı.

Provalar gayet olumlu geçiyor, her yarışmada olduğu gibi bunda da ekiplerin provalardaki canlı performansları, tahmin sıralamalarının sıklıkla değişmesine neden oluyordu.

Bahislerde Türkiye’nin esamisi okunmuyorsa da Grup Nazar her provadan sonra kendine daha çok güveniyor, neredeyse ilk üçe girmeyi bekliyor, bunu oradaki Türk gazetecilere beyan etmekte de bir sakınca görmüyordu.

Böylesi haberler ülkede heyecanla yarışma gecesini bekleyenlerin umudunu bir kat daha arttırıyor, birincilik olmasa bile en azından ilk onda yer alacağımıza bizi inandırıyordu. Bunu başarıp başaramayacağımızı ise 22 Nisan gecesi hep beraber görecektik.

“Türk’ün Dostu Çok Azmış!”
Nihayet o gün gelip çatmıştı. Türkiye saatiyle 22:00’da canlı yayına geçildiğinde göz kamaştırıcı salon tam anlamıyla bir renk cümbüşü içerisindeydi. Eurovision tarihinde ilk kez yarışma iki sunucu tarafından sunuluyordu. Her ikisi de Fransız Televizyonunun deneyimli sunucuları olan Denise Fabre ve Leon Zitrone, gece boyunca biri Fransızca, diğeri İngilizce konuşarak anonsları yaptılar.

Bu yıl özel tanıtım filmleri hazırlanmamış, onun yerine her ülke sahne almadan önce, ülke bayrağının görüntüsü ekrana getirilmişti. Ekiplerin kulisten sahneye çıkışları, sahneyi bir önceki ekipten devralmaları da sahne arkasında yer alan kameralarla ekrana getiriliyordu.

Ekipler arasında ünlü isimler hemen göze çarpıyordu. İtalya’dan Ricchi E Poveri grubu, Almanya adına yarışan ve 1973 yılında hit şarkısı “Goddbye Mama”yla dünya listelerinde fırtına gibi esen Ireen Sheer, Lüksemburg’u temsilen sahne alan ama aslında İspanyol olan Baccara grubu, yarışmanın tanıdık isimleriydi.

Resmi dil zorunluluğu nedeniyle şarkısının anlaşılamayacağından korkan kimi ekipler kelime oyunlarından medet ummuştu. “Boom Boom”, “Dai li Dou”, “t’s OK”, “A-Ba-Ni-Bi” gibi tuhaf isimli şarkılar vardı finalist şarkılar arasında.

Grup Nazar on ikinci sırada sahne aldı. Bir önceki ülke Hollanda’nın performansı bittiğinde kulisteki kamera Grup Nazar’ı kulis koridorlarından yürüyüp asansöre binerken görüntülüyordu. Kulis salonun üç kat altındaydı ve finalistler asansörle yukarı çıkıyorlardı.

O görüntülerde ekran başında izleyen belki de kimsenin fark etmediği detayı ise Olcayto Ahmet Tuğsuz yıllar sonra gülerek şöyle anlatacaktı: “Tam sahneye çıkacağımız sırada kameralar bizi görüntülüyor ve Nilüfer en önde, koşar adımlarla sahneye doğru ilerliyor. Sanki o solist de biz onun ekibiymişiz gibi. Bizim Zeynep de hızlı hızlı yürüyor, hatta hamle yapıp onu geçiyor. Şimdi izleyince fark ediyorum bu durumu. Demek ki o günlerde onların arasında da böyle bir rekabet varmış. Aslında Nilüfer’le aramızda çok önemli bir şey olmadı ama pek de anlaşamamıştık. Kabul etmeli ki çok büyük bir organizasyon, Avrupa’nın dört bir yanından plak şirketlerinin temsilcileri geliyor. Nilüfer belki de orada kendini bir şekilde göstermek çabasındaydı. Aslında kendi çapında haksız da sayılmazdı. Bizim böyle bir iddiamız yoktu haliyle, biz şarkıya yoğunlaşmıştık.”

Nilüfer’le grubun diğer elemanları arasında basının da gözünden kaçmayan gerilim, neyse ki sahneye yansımayacaktı. Onno Tunç yönetimindeki orkestra şarkıya girdiğinde sahnede mikrofon sehpalarının önünde sıralanmış dört genç duruyordu. “Ünlü kreatör” Cemil İpekçi imzalı kıyafetleri, tam da günün modasına uygun çizgiler taşıyordu.

Yarışmadan sonra Grup Nazar kıyafetleri nedeniyle eleştirilecek, özellikle Nilüfer’in kostümünün onu hamile gibi gösterdiği konuşulacaktı ya, birbirinin aynısı olmadığı halde aynı desen ve renkleri taşıyan siyah beyaz kıyafetleri ve göğüslerine iliştirilmiş kırmızı kumaş güllerle Grup Nazar sahnede gayet göz alıcı duruyordu. Performansları da diğer finalistlerden hiç de aşağı değil, hatta birçoğundan daha iyiydi.
Aylar süren macera yine üç dakikalık bir performansla sona ermişti. Geride kalan onca dedikodu, tartışma, gürültü patırtıyı çoktan unutmuş, o üç dakika boyunca ekran başında nefeslerimizi tutmuştuk. Çok heyecanlı, bir o kadar da umutluyduk şimdi. Bakalım puanlamada neler olacaktı?

Puanlamadan hemen önce, caz müziğinin dev isimlerinden oluşan bir ekibin performansı bant kayıt olarak geldi ekrana. Yarışmanın ev sahibi Fransa, organizasyonun tamamında gösterdiği iddiayı “interval act” esnasında da böylece gösterecekti. Fransız caz kemancısı Stephane Grappelli, caz piyanisti Oscar Peterson’ın triosu eşliğinde “My Heart Stood Still” ve Amerikalı keman virtüözü Yehudi Menuhin’le birlikte de “Pick Yourself Up” adlı parçaları çaldı. Bu performanslardan hemen sonraysa ülkelerden puanlama sonuçları alınmaya başlandı.

İşte milletçe bütün umudumuzun, heyecanımızın, keyfimizin söndüğü dakikalar o dakikalardı. Daha ikinci jüriden, Norveç’ten 1 puan alınca kalbimiz yerinden çıkacak gibi olmuştu ama sonrasında Türkiye’ye tek puan veren ülke İngiltere olacak ve onun verdiği 1 puanla beraber aldığımız toplam 2 puan, bizi sonuç listesinin ancak on sekizinci sırasına yerleştirebilecekti. Bir hayal daha bitmiş, bir rüyadan daha sert bir tokatla uyandırılmıştık.

Yarışmanın birinciliğini, kimsenin favoriler arasında saymadığı İsrail, “A-Ba-Ni-Bi” adlı şarkıyla kazanmıştı. Şarkıyı seslendiren Izhar Cohen ve ekibi, açık ara farkla ülkesine birinciliği götürüyor, böylece Eurovision tarihinde ilk kez yarışma Avrupa kıtasının dışına taşıyordu.
İkinciliği Jean Valle adlı şarkıcının seslendirdiği “L'amour Ça Fait Chanter La Vie” adlı şarkıyla Belçika, üçüncülüğü ise Joel Provost tarafından seslendirilen “Il Y Aura Toujours Des Violons” adlı şarkıyla Fransa alacak, herkesin favori gördüğü ünlü isimler listenin alt sıralarında kalarak şaşkınlık yaratacaktı.

Canlı yayının sona erdiği dakikalarda Avrupa’da ekran başındaki milyonlarca izleyicinin kaç tanesi ülkeleri kazanamadığı için üzüldü, kaç tanesi aldığı iyi puanlar için sevinç duydu bilinmez ama Türkiye’de hemen herkesin, üzülmek ne kelime, kahrolduğu kesindi.

Yarışmadan sonra Nilüfer, bir süre Paris’te kalmayı ve yarışmadan önce gezemediği şehri gezmeyi tercih edecek, ekibin diğer kısmı ise sessiz sedasız yurda dönecekti.

Türkiye’de herkes bu konuda hemfikirdi: Yarışma politikti ve biz bir kez daha politikanın kurbanı olmuştuk. Yarışmadan bir sonraki hafta yayımlanan Ses Dergisi’nin kapağında kocaman harflerle şöyle yazıyordu: “Politika bataklığı Nazar’ı da yuttu. Türk’ün dostu çok azmış.”

Herkesin aklında tek bir soru vardı şimdi: “Bir kez daha hezimet yaşadığımıza göre 1975’den sonra olduğu gibi yine bir müddet ara mı verecektik? Belki de artık bu meşum yarışmaya katılmaktan büsbütün vazgeçecektik… Yoksa ısrarla katılmaya devam mı edecektik? Ne yapacaktık?..

Henüz yaramız çok tazeydi. Zaman hem ilaç olacak hem de gelecek günlerde neler olacağını bize gösterecekti. Bekleyecek ve hep birlikte görecektik. DEVAM EDECEK
GELECEK BÖLÜM: "İSRAİL'E AJDA MI GİDECEK?"
Published on April 19, 2020 05:43
April 14, 2020
Vicdan mı Cüzdan mı?
Seninle Üç Dakika
1978 - 3. Bölüm
“Aşırı Dekolte”
Gösterilen tüm özene ve günler öncesinden yapılan hazırlıklara rağmen, yarışma süresince her şey yolunda gitmedi. Yine de bir önceki yarışmayla kıyaslandığında kaydedilen ilerleme o kadar net görünüyordu ki, bundan aldığı cesaretle olsa gerek, Televizyon Daire Başkanı Yılmaz Dağdeviren gecenin sonunda yapacağı konuşmada “Şayet bu sene Türkiye kazanırsa ve seneye yarışmayı düzenlemek görevi TRT’ye verilirse, bu işin altından rahatlıkla kalkarız,” diyerek gövde gösterisinde bulunmaktan geri kalmayacaktı.
Canlı yayının başında gecenin sunucularından biri olan Bülent Özveren salondaki davetlilerin bazılarıyla sohbet ederek, gece hakkındaki yorum ve fikirlerini sormuş, ancak bu bölüm fazla uzayarak hem ekran başındakilerin hem de kuliste beklemekte olan ekiplerin heyecanını bir kat daha arttırmıştı.
Serpil Barlas ve İkinci Baskı elemanları makyaj odasında son hazırlıklarını yaparken.
Yarışma, salonda 4, kuliste 2 ve Seçici Kurul odasında 1 olmak üzere toplam 7 kamerayla renkli olarak filme alınıyordu. Şef Dieter Brux yönetimindeki büyük orkestra sahnenin önündeki boşluğa yerleştirilmişti. Yarışmanın sunuculuğunu Bülent Özveren’le birlikte TRT spikerlerinden Tamer Durukan yapıyordu. Finalistlerin performansları arasında yarışmanın başından bu yana yaşananları anlatan karikatürlerden oluşan ve tiyatro oyuncusu Sema Aybars tarafından seslendirilen kısa filmler ekrana getiriliyordu. Canlı yayın yönetmenleri ise İskender Salgırlı ve Faruk Üçok idi.
Nükhet Duru'nun makyajı yapılırken.
İlk sırada Grup Anadolu Majör geldi sahneye. Nükhet Duru, finalden bir süre İzmir’e gitmiş ve tasarımlarında Türk motifleri kullanmasıyla meşhur olan modacı Zuhal Yorgancıoğlu’na tam 245 bin lira ödeyerek, üç farklı kostüm sipariş etmişti. Finalde de o elbiselerden birini giymiş, diğerlerini de şayet yarışmayı kazanıp da Fransa’ya gitme ihtimaline karşı yedeğe almıştı.
İkinci sırada Grup Nazar vardı. Grup Nazar elemanları da tıpkı Grup Anadolu Majör gibi birbirleriyle uyumlu kostümlerle çıkıyorlardı izleyici karşısına. Kostümler Nilüfer’in modacısı Übeyde Hanım tarafından hazırlanmış, hazırlanırken de Yves Saint Laurent’in “Harem” adlı koleksiyonundan esinlenilmişti.
Sırada Grup Karma vardı. Yarışmanın en iddiasız ekibi, şarkısını da iddiasız bir biçimde seslendirecek, ayrıca bir şov yapmayacaktı çünkü grubun elemanları aynı zamanda enstrüman çalıyorlardı. Bu yüzden de şarkıyı sahne üzerinde değil, orkestranın arasında söyleyeceklerdi. Grubun üç elemanı da birer pantolon gömlek ve yelekle le izleyici karşısına çıkıyorlardı.
Dördüncü sırada Grup Sekstet geldi sahneye. Gecenin en iddialı ve en hareketli şovunu onlar hazırlamıştı. Seslendirdikleri şarkının hikâyesine uygun beyaz kostümleri ile grubun her bir solisti bir tipleme olmuştu. Kerem Yılmazer uzaylı, Funda Anapa Uzakdoğulu, Ertan Anapa mağara adamı, Esmeray Afrikalı, İskender Doğan çocuk, Melike Demirağ ise Kızılderiliydi. Bu kompozisyondaki bir başka ilginç detaysa Funda Anapa’nın beş aylık hamile olması fakat bol elbisesiyle hamileliğini gizlemesiydi.
Son sırada Serpil Barlas ve İkinci Baskı vardı. Barlas’ın ekibinde finalden hemen önce bir değişiklik olmuştu. Yarı finalde Cahit Oben’in ekibinde yer alan Arzu Özkaraman (Ece) İkinci Baskı’ya transfer edilmişti. İkinci Baskı’nın üç elemanı kırmızı, Serpil Barlas ise lacivert kostümüyle sahnedeydi.
Şarkıların icraları sırasında herhangi bir sorun yaşanmamış, her ekip sahne üzerinde elinden geleni yapmıştı yapmasına ama final gecesine dair yapılacak yorumlarda orkestranın yeterli prova yapamamasından kaynaklanan zayıflığı konu edilecek ve özellikle orkestra şefi Dieter Brux eleştiri oklarının hedefi olacaktı. Ses düzeni nedeniyle şarkıcıların seslerinin yeterince duyulmaması da eleştiri konularından biri olacaktı.
Şef Dieter Brux yönetimindeki orkestra provada.
Ekiplerin gerek icraları, gerek dansları, gerekse özel hazırlanmış kostümleri genel olarak beğenilirken, Grup Nazar’ın Haldun Dormen tarafından hazırlanan koreografisi “zayıf”, Serpil Barlas’ın tek omzunu açıkta bırakan kostümü “aşırı dekolte”, “İnsanız Biz” ekibinin içinden bir atom bombası çıkan kocaman bir dünya küresiyle yaptıkları şov “etkileyici” diye nitelendirilecekti basın tarafından.
Serpil Barlas ve İkinci Baskı
Üçer dakikalık beş şarkı, kısa bir sürede birer birer arz-ı endam etmiş, şimdi iş jüriye kalmıştı. Salonda ayrılmış özel locadan yarışmayı izleyen jüri üyeleri, kamera takibiyle, binanın üst katında kendileri için ayrılmış karar odasına doğru ilerlerken, sahnede gösteri yapacak folklor ekibi yerini almıştı bile.
Grup Sekstet final gecesi kuliste.
Kameralar zaman zaman kulis olarak ayrılmış bölüme yönlendiriliyor, ekran başındakiler kulisteki heyecanlı bekleyişin enstantanelerini de iyi kötü görebiliyorlardı. Türkiye’yi temsil edecek şarkının seçimi için aylardır süren maratonun son dakikalarıydı bunlar. Heyecan, kelimenin tam anlamıyla doruktaydı.
Daha önce istifa edeceğini açıklamasına rağmen bunu gerçekleştirmeyen Gürer Aykal ve dedikoduların ayyuka çıkmasından dolayı son ana kadar gelmesi beklenmeyen Şerif Yüzbaşıoğlu da dahil olmak üzere, beş kişilik jüri o gece, tam kadro oradaydı. Bununla birlikte final başlamadan önce görüntü alan basın mensuplarının kadrajına bir altıncı kişi daha girmiş ve orada bulunanları şaşırtmıştı.
Süheyl Denizci, Önder Bali, Gürer Aykal, Mithat Fenmen, Şerif Yüzbaşıoğlu ve Selçuk Sun
Müzisyen Süheyl Denizci’ydi bu kişi. Denizci, yedek jüri üyesi olarak TRT tarafından çağırılmıştı. Belli ki hem TRT Yönetim Kurulu ile hem de kendi içinde sorunlar yaşayan jüri üyelerinin tam da finalden önce fire vermesinden korkuluyordu. Nitekim Şerif Yüzbaşıoğlu’nun hakkında çıkmış olan şaibeler nedeniyle jüriden çekileceği, hatta kimi söylentilere göre de TRT tarafından görevine son verildiği söyleniyordu. Neyse ki böyle bir şey yaşanmayacak ve son kararı yine aynı beş kişi verecekti.
O dönemde Hey dergisi için yazılar yazmakta olan ünlü sunucu ve şovmen Orhan Boran, karar odasındaki kameradan canlı yayında ekrana yansıyan görüntülerle ilgili olarak şu satırları kaleme alacaktı:
“Jüri üyelerinin birincilik seçimi yaptıkları odada heyecan dozu belirli bir görünüm yerine, düğündeki kız ve oğlan tarafı büyüklerinin yorgunluk giderme rehaveti içinde koltuklarına yayılıp, neredeyse bezginlik içinde oturmaları, gecenin heyecanını oldukça ufaladı.”
Grup Karma kuliste.
O bezginliğin ve rehavetin arkasında neler yaşandığını, nasıl kızılca kıyametin koptuğunu ise henüz hiç kimse bilmiyordu. Tüm bunlar birkaç gün içinde ortaya çıkacaktı.
Ve nihayet jüri üyeleri stüdyoya inmiş, hazırladıkları iki zarfı Bülent Özveren’in eline tutuşturmuşlardı. Bülent Özveren sonuçların bulunduğu zarfı eline aldı, diğerini cebine koydu ve Yılmaz Dağdeviren’i sahneye davet etti.
Jüri üyeleri ve Yılmaz Dağdeviren sahnede.
Yılmaz Dağdeviren zarfı açıp sonuçları beşinciden birinciye doğru açıklamaya başladığında nefesler tutulmuştu. Dağdeviren’in zarfı açtığı dakikalarda gizleyemediği şaşkınlığı dikkatli izleyicilerin gözünden kaçmamıştı. Neydi onu bu kadar şaşırtan?
Grup Anadolu Majör sahnede.
Beşinci Serpil Barlas ve İkinci Baskı, dördüncü Grup Karma olmuştu. Üçüncü ekibin adı okunduğunda ise hem salondan hem de kulisten şaşkınlık nidaları yükselecekti. Nükhet Duru ve Modern Folk Üçlüsü’nden oluşan Grup Anadolu Majör üçüncü olmuştu.
Grup Sekstet sahnede.
Yarışmaya Danıştay kararıyla son anda dahil olabilen “Biz” ekibi ikincilikle yetinecek, birincilikse Grup Nazar’ın olacaktı.
Grup Nazar plaketlerini alırken.
Kulisteki tüm ekipler sahneye çağrıldı. Salonda alkış kıyamet gidiyor, kulisteki kalabalık sahneyi doldurdukça, birbirlerini tebrik edenler, sevinen ve üzülenlerin gürültüsü canlı yayından ülkenin dört bir yanındaki evlere dek ulaşıyordu. Ödül töreni bu karambol içerisinde yapıldı ve canlı yayın, birinciliği kazanan şarkının tekrar seslendirilmesiyle sona erdi.
İkinci Zarfın Sırrı
Yarışmadan sonra Orkut Stüdyosu’nda verilen kokteyle bütün ekipler ve geceye emeği geçenler katıldı. Sonrasında kimileri Ankara’nın farklı eğlence yerlerinde, kimileriyse otel odalarında sabahın ilk ışıklarına dek yarışmanın heyecan ve gerilimini atmaya çalışacaktı.
Safiye Filiz ve Nilüfer.
Grup Karma ekibi şehir merkezinin dışında kalan Atatürk Orman Çiftliği içerisindeki Marmara Oteli’nde kalıyordu. Ekip, geç saatlerde otelin gece kulübüne indiğinde sahnede Türk müziği solisti Safiye Filiz vardı. Safiye Filiz’in kendisine uzattığı mikrofonu geri çevirmeyen Nilüfer, o günlerde çok popüler olan “Kim Arar Seni” şarkısını seslendirirken, aynı dakikalarda Ankara’nın bir başka gece kulübü Apple’da Grup Karma ve İkinci Baskı’nın elemanları yüksek sesli müzik eşliğinde keyifle dans ediyorlardı.
Arzu Özkaraman (Ece) ve Özkan Uğur Apple Gece Kulübü'nde.
Aynı gece kulübündeki masalardan birinde Bülent Özveren, yanında oturan Yılmaz Dağdeviren’e cebindeki zarfı çıkarıp verdi. Bu zarf ona canlı yayında Jüri Başkanı tarafından verilen iki zarftan biriydi. Zarflardan birinde sonuçlar vardı ve yayın sırasında Yılmaz Dağdeviren tarafından açılmıştı. Diğer zarfı ise Bülent Özveren o esnada cebine koymuş ve o anda bunu fark edenler için o zarf adeta bir sır olarak kalmıştı. Peki o zarfta ne vardı?
Bülent Özveren
“5 Şubat 1978 akşamı 1978 Eurovision yarışmasında birinciliği alan parçanın kaydının, Avrupa Eurovision merkezine gönderilmeden önce, yeniden kaydedilmesi jüri tarafından önemle önerilmektedir. Saygıyla arz olunur.”
Zarftan çıkan notta bunlar yazıyordu. Peki bu ne demekti? Jüri, birinciliği verdiği parçanın yarışma esnasındaki icrasının Avrupa’ya gönderilmesinde nasıl bir mahsur görmüştü? Böyle bir uyarıyı yapmaya neden gerek duyulmuştu? İşin burası TRT yetkilileri ve jürinin arasında bir muamma olarak kaldı.
Ödül töreninde Grup Nazar
Gerçi asıl ilginç ayrıntı öneri zarfında değil, sonuçların yer aldığı zarftaydı. Yönetmeliğe göre kararın en az dörde bir oy çoğunluğuyla kabul edilmiş olması gerekiyordu. Bu sonuca ulaşmak için nasıl bir yöntem izleneceği ise yönetmelikte açıkça ifade edilmemişti. Oylama için karar odasına çıkıldığında jüri üyeleri kendi aralarında gizli oylama yapmaya karar verdiler. Bu fikir Selçuk Sun’dan çıkmıştı. Her üye gizli oyla finalist şarkılara birden beşe kadar puan verecek, toplam puanı yüksek olan şarkının jüri kararıyla birinci seçildiği ilan edilecekti.
Grup Nazar birinciliği kutlarken.
Ne var ki puanlama toplamında sonuç ortaya çıkınca Selçuk Sun itiraz etmiş ve karara katılmadığını söylemiş, bu yüzden de kararın yazılı olduğu kağıda şerh düşülmesini istemişti. Gerçekten de sonuçların yazılı olduğu kağıtta “1.Sevince” yazan satırın hemen hizasında şöyle bir not vardı: “5 üyeden 4 oy aldı”.
Jürinin karar metni
Oylamadan sonra jüri üyeleri puanlama işlemlerinin yapıldığı kağıtları imha ederek, basının eline geçmemesini sağlayacak, böylece kimse hangi üyesinin hangi finaliste kaç puan verdiğini öğrenemeyecekti. Ancak daha o gece canlı yayın bittikten sonra basına konuşan Selçuk Sun, jüri içindeki anlaşmazlığı açığa çıkarıyordu: “Dönen dolapları iki gün sonra açıklayacağım. Adım adım bu sonuca gidildi. Üzgünüm.”
Aynı gece bir başka tepki de Gürer Aykal’dan gelecek ve Aykal, Hürriyet gazetesi muhabirine şunları söyleyecekti: “Türk hafif müziği kazansın diye uğraştık. Tutup 1 not vererek önemli bir parçayı mahkûm ettiler. Böylece pırıl pırıl çocuklardan oluşan Nazar ekibinin üzerine de gölge düşürdüler. Önceden beri böyle davransalardı ya da oylama açık olsaydı ne yapacağımızı bilirdik.”
Her iki jüri üyesinin işaret ettiği isimler aynıydı. Şerif Yüzbaşıoğlu ve Önder Bali, yarı finalde 5 verdikleri Grup Anadolu Majör’ün parçasına final oylamasında 1 puan vermiş ve toplamda grubun üçüncü sıraya yerleşmesine neden olmuşlardı. Diğer üyeler bu 1’er puanın kasıtlı verildiğini söylüyorlardı.
Sunucu Bülent Özveren ve jüri üyelerinden Şerif Yüzbaşıoğlu, Gürer Aykal ve Önder Bali sahnede.
Nitekim jürinin imha etme kararı verdiği gizli oylar birkaç güne kalmadan basının eline geçecek ve tartışma iyice alevlenecekti. Söylenenler doğruydu. Şerif Yüzbaşıoğlu ve Önder Bali, bütün finalistlere birebir aynı oyları vermişler, Anadolu Majör’e 1’er puan vererek de olası bir birinciliğin önüne set çekmişlerdi. Oy tablosu bunu açıkça gösteriyordu.
TV’de 7 Gün dergisi yazarı Sezai Solelli, “Oy mu Oyun mu?” başlıklı yazısında bu durumu şu cümlelerle sorguluyordu:
“Bu iki jüri üyesi üzerinde aynı parça hakkında 25 gün içinde meydana gelen bu görüş ve his tornistanı nasıl izah edilebilir? Dikkat edin, ‘Grup Nazar’ı bu defa çok beğendik’ deyip, 25 gün önce onunla aynı ayar tuttukları Anadolu Majör’e 4 oy vermiyorlar, hatta 3 vermiyorlar, 2 de vermiyorlar. Birdenbire Anadolu Majör’ü beş finalistin en kötüsü bulup 1 veriyorlar.”
Gizli oyların ortalığa çıkmasından sonra jürinin itham edilen iki üyesi Hürriyet gazetesine verdikleri röportajda kendilerini şöyle savunuyorlardı: “Başta şunu söylemek gerekir ki final günü Anadolu Majör vokal yönünden çok zayıftı ve yanlışlıklar yaptı. ‘Dostluğa Davet’ popüler müzik anlayışı içinde yeri ve yapısı açısından zayıftır bu da değerlendirmede en büyük etken oldu. Yapılan yarışma uluslararası değil de ulusal yarışma niteliğinde olsaydı, ‘Dostluğa Davet’ ufak tefek temalarla dahi olsa Türk popüler müziğine yön veriyor oluşu bakımından daha büyük bir ödülle değerlendirilebilirdi.”
Diğer bir jüri üyesi Selçuk Sun ise birkaç gün sonra yaptığı basın toplantısında şunları söyleyecekti: “Ben hiçbir grubun tarafını tutmuyorum. Kim giderse başarılı olmasını dilerim ama Yüzbaşıoğlu ve Bali tarafından yapılan bu terbiyesizliğe sessiz kalamam. Ankaralı 3 jüri üyesi Nükhet’e 14 oy verirken Nilüfer’e 10 oy verdiler. İstanbullular ise Nilüfer’e 10 oy verirken Nükhet’e 2 toplam oy verdiler. Buradaki olay açıklığa kavuşsun. Üyeler Yönetim Kuruluna çağrılmalı ve konuşmalıdırlar. Namuslu olan doğruyu konuşur.”
Selçuk Sun
Aynı günlerde Hürriyet gazetesine manşetten giren “Eurovision Tartışması Sürüyor” başlıklı ve Yavuz Gökmen imzalı haber ise meseleyi bir komplo teorisiyle açıklıyordu.
Gökmen’in ortaya attığı iddiaya göre işin içinde Nilüfer’in bağlı olduğu Grunberg Şirketler Grubu ve Nilüfer’in hem yapımcısı hem de eşi olan Yeşil Giresunlu vardı. Şirket, Nilüfer’in içinde bulunduğu ekibi birinci yapmak için iki jüri üyesi ile anlaşmış ve o iki üye bu yüzden Anadolu Majör’e 1 puan vermişti. Hatta finalden hemen önce ortaya çıkan Şerif Yüzbaşıoğlu’nun “Dostluğa Davet” şarkısının altyapısında çalması haberi de Yüzbaşıoğlu üzerindeki şüphelerin yönünü değiştirmek için özellikle ortaya atılmıştı.
Selçuk Sun’un basın toplantısında kendilerine yönelttiği suçlamalar karşısında birkaç gün sonra bu kez Şerif Yüzbaşıoğlu ve Önder Bali basının karşısına geçecek ve onlar da Selçuk Sun’u suçlayacaktı.
Söylediklerine göre Selçuk Sun final gecesinden önce Anadolu Majör’ün provalarını izlemek için Bülent Özveren’le birlikte stüdyoya gitmiş, provayı başından sonuna dek izleyip grubun performansıyla ilgili bazı yorumlar getirmiş, gruba bir nevi destek olduğunu göstermiş, fakat Yüzbaşıoğlu kendisine bu durumu sorduğunda provaya gittiğini inkâr etmişti: “Bütün bu konuşmalar bizim ve gazetecilerin önünde geçti. Kendine karşı olan saygınlığını bu derece yitirmiş bulunan Sayın Selçuk Sun’a acımaktan başka bir şey yapamayız.”
Şerif Yüzbaşıoğlu
Vicdan mı Cüzdan mı?
Dedikodular, açıklamalar, basın toplantıları gırla giderken yarışma sürecinde ikinci kez Danıştay’ın kapısı çalınacaktı. “Dostluğa Davet”in bestecisi Ali Kocatepe, sonuç hakkında yürütmeyi durdurma kararı çıkarılması için Danıştay’a başvurduğunu açıkladı.
Ali Kocatepe ve Nükhet Duru
“Benim sorunum Nazar grubu ya da başkalarıyla değil. ‘Sevince’ adlı parça en beğendiğim şarkıydı. Nilüfer ve arkadaşlarının Paris’te ülkemizi en iyi şekilde temsil edeceklerine inanıyorum. Benim sorunum iki jüri üyesi ile. Bu konudaki karar da başvurduğum Danıştay tarafından verilecektir,” diyordu Ali Kocatepe.
İster istemez tartışmaların ortasında kalan ve birincilik sevincine gölge düşen Nilüfer ise düşündüklerini şöyle açıklıyordu basına: “Çıkartılan dedikodular ve sürmekte olan konuşmalar bizi hiç ilgilendirmiyor. Bir yarışmaya katıldık. Herkes gibi de iyi derece alalım diye çaba sarf ettik. Sonuçta Seçici Kurul bizi birinciliğe layık gördü. Başka bir arkadaşım da kazansa inanın sevinirdim. Çünkü her yarışmanın bir galibi bir de mağlubu olur.”
Her şeye rağmen bütün bu spekülasyonların sonucu değiştirmesi ihtimali pek mümkün görünmüyordu. Güneş Tecelli, TV’de 7 Gün dergisinin 13 Şubat 1977 tarihli sayısında bu durumu şöyle açıklıyordu:
“Ne der TRT şartnamesi: Birinci seçilecek parça için Seçici Kurul’u oluşturan 5 üyeden 4’ünün olurunu almalıdır… Pazar gecesi de böyle olmuştur. TRT jürisi birinci gelen parçayı yarışma şartnamesine uygun olarak 5’de 4 oyla seçmiş… Bunu zabıt halinde altında imzaları, TRT Yönetim Kurulu’na verilmek üzere TRT Genel Müdürlüğü’ne teslim etmişler… Sonuç itibariyle TRT, bu kişileri seçmiş, TRT adına oy kullanma hakkını vermemiş mi? Kimine göre ‘vicdanın’, kimine göre ‘cüzdanın’ sesini dinleyerek jüri bu görevi yerine getirmiştir. Mesele bu. Gerisi, ortaya belgeler çıkmadıkça, havada kalmaya mahkumdur. Ve Grup Nazar, Paris yolcusudur.”
Nitekim bütün bu tartışmalar, kavga gürültü geride kalırken, 8 Mart 1978 Çarşamba günü sabahı Grup Nazar, “Sevince”nin tanıtım filminin çekimi için Kapadokya’ya hareket edecekti.
Nükhet Duru ve Doğan Canku nişan törenlerinde.
Aynı günlerde yarışma finalistlerinden Serpil Barlas, 20 gün önce Kıbrıs’ta tanıştığı Amerikalı pilotla evleneceğini ve artık evinin kadını olacağını müjdeleyecek, Nükhet Duru ve Doğan Canku’nun mütevazı nişan törenlerinde, çiftin nişan yüzüklerini Canku’nun babası Şeref Canku takacak, Grup Karma’nın 24 yaşındaki üyesi Özkan Uğur, dört yıldır evli olduğu Naz Gülesin’den ayrılmak için mahkemeye başvuracak, Grup Sekstet, televizyon için hazırladıkları şov programı projesinde o günlerde Domates Güzeli olarak ünlenen Ayşen Gruda’yı da gruba dâhil edeceklerini açıklayacak, Levent ve Behiç Altındağ kardeşler, Serpil Barlas’ın yarışma parçasını televizyonda tek başına seslendirmesine kızıp, TRT’ye protesto çekecekti.
Oysa ne Grup Karma’nın ne Serpil Barlas ve İkinci Baskı’nın, ne Grup Sekstet’in ortaklıkları devam edecek, ne de Nükhet Duru – Doğan Canku beraberliği uzun ömürlü olacaktı. Her birinin ayrılık haberleri birbirinin peşi sıra basında yer bulurken şimdi gözler Grup Nazar’ın üzerindeydi. Büyük finale çok az bir zaman kalmıştı.
DEVAM EDECEK
GELECEK BÖLÜM: "TÜRK'ÜN DOSTU ÇOK AZMIŞ"
1978 - 3. Bölüm
“Aşırı Dekolte”

Gösterilen tüm özene ve günler öncesinden yapılan hazırlıklara rağmen, yarışma süresince her şey yolunda gitmedi. Yine de bir önceki yarışmayla kıyaslandığında kaydedilen ilerleme o kadar net görünüyordu ki, bundan aldığı cesaretle olsa gerek, Televizyon Daire Başkanı Yılmaz Dağdeviren gecenin sonunda yapacağı konuşmada “Şayet bu sene Türkiye kazanırsa ve seneye yarışmayı düzenlemek görevi TRT’ye verilirse, bu işin altından rahatlıkla kalkarız,” diyerek gövde gösterisinde bulunmaktan geri kalmayacaktı.

Canlı yayının başında gecenin sunucularından biri olan Bülent Özveren salondaki davetlilerin bazılarıyla sohbet ederek, gece hakkındaki yorum ve fikirlerini sormuş, ancak bu bölüm fazla uzayarak hem ekran başındakilerin hem de kuliste beklemekte olan ekiplerin heyecanını bir kat daha arttırmıştı.

Yarışma, salonda 4, kuliste 2 ve Seçici Kurul odasında 1 olmak üzere toplam 7 kamerayla renkli olarak filme alınıyordu. Şef Dieter Brux yönetimindeki büyük orkestra sahnenin önündeki boşluğa yerleştirilmişti. Yarışmanın sunuculuğunu Bülent Özveren’le birlikte TRT spikerlerinden Tamer Durukan yapıyordu. Finalistlerin performansları arasında yarışmanın başından bu yana yaşananları anlatan karikatürlerden oluşan ve tiyatro oyuncusu Sema Aybars tarafından seslendirilen kısa filmler ekrana getiriliyordu. Canlı yayın yönetmenleri ise İskender Salgırlı ve Faruk Üçok idi.

İlk sırada Grup Anadolu Majör geldi sahneye. Nükhet Duru, finalden bir süre İzmir’e gitmiş ve tasarımlarında Türk motifleri kullanmasıyla meşhur olan modacı Zuhal Yorgancıoğlu’na tam 245 bin lira ödeyerek, üç farklı kostüm sipariş etmişti. Finalde de o elbiselerden birini giymiş, diğerlerini de şayet yarışmayı kazanıp da Fransa’ya gitme ihtimaline karşı yedeğe almıştı.
İkinci sırada Grup Nazar vardı. Grup Nazar elemanları da tıpkı Grup Anadolu Majör gibi birbirleriyle uyumlu kostümlerle çıkıyorlardı izleyici karşısına. Kostümler Nilüfer’in modacısı Übeyde Hanım tarafından hazırlanmış, hazırlanırken de Yves Saint Laurent’in “Harem” adlı koleksiyonundan esinlenilmişti.
Sırada Grup Karma vardı. Yarışmanın en iddiasız ekibi, şarkısını da iddiasız bir biçimde seslendirecek, ayrıca bir şov yapmayacaktı çünkü grubun elemanları aynı zamanda enstrüman çalıyorlardı. Bu yüzden de şarkıyı sahne üzerinde değil, orkestranın arasında söyleyeceklerdi. Grubun üç elemanı da birer pantolon gömlek ve yelekle le izleyici karşısına çıkıyorlardı.
Dördüncü sırada Grup Sekstet geldi sahneye. Gecenin en iddialı ve en hareketli şovunu onlar hazırlamıştı. Seslendirdikleri şarkının hikâyesine uygun beyaz kostümleri ile grubun her bir solisti bir tipleme olmuştu. Kerem Yılmazer uzaylı, Funda Anapa Uzakdoğulu, Ertan Anapa mağara adamı, Esmeray Afrikalı, İskender Doğan çocuk, Melike Demirağ ise Kızılderiliydi. Bu kompozisyondaki bir başka ilginç detaysa Funda Anapa’nın beş aylık hamile olması fakat bol elbisesiyle hamileliğini gizlemesiydi.
Son sırada Serpil Barlas ve İkinci Baskı vardı. Barlas’ın ekibinde finalden hemen önce bir değişiklik olmuştu. Yarı finalde Cahit Oben’in ekibinde yer alan Arzu Özkaraman (Ece) İkinci Baskı’ya transfer edilmişti. İkinci Baskı’nın üç elemanı kırmızı, Serpil Barlas ise lacivert kostümüyle sahnedeydi.
Şarkıların icraları sırasında herhangi bir sorun yaşanmamış, her ekip sahne üzerinde elinden geleni yapmıştı yapmasına ama final gecesine dair yapılacak yorumlarda orkestranın yeterli prova yapamamasından kaynaklanan zayıflığı konu edilecek ve özellikle orkestra şefi Dieter Brux eleştiri oklarının hedefi olacaktı. Ses düzeni nedeniyle şarkıcıların seslerinin yeterince duyulmaması da eleştiri konularından biri olacaktı.

Ekiplerin gerek icraları, gerek dansları, gerekse özel hazırlanmış kostümleri genel olarak beğenilirken, Grup Nazar’ın Haldun Dormen tarafından hazırlanan koreografisi “zayıf”, Serpil Barlas’ın tek omzunu açıkta bırakan kostümü “aşırı dekolte”, “İnsanız Biz” ekibinin içinden bir atom bombası çıkan kocaman bir dünya küresiyle yaptıkları şov “etkileyici” diye nitelendirilecekti basın tarafından.

Üçer dakikalık beş şarkı, kısa bir sürede birer birer arz-ı endam etmiş, şimdi iş jüriye kalmıştı. Salonda ayrılmış özel locadan yarışmayı izleyen jüri üyeleri, kamera takibiyle, binanın üst katında kendileri için ayrılmış karar odasına doğru ilerlerken, sahnede gösteri yapacak folklor ekibi yerini almıştı bile.

Kameralar zaman zaman kulis olarak ayrılmış bölüme yönlendiriliyor, ekran başındakiler kulisteki heyecanlı bekleyişin enstantanelerini de iyi kötü görebiliyorlardı. Türkiye’yi temsil edecek şarkının seçimi için aylardır süren maratonun son dakikalarıydı bunlar. Heyecan, kelimenin tam anlamıyla doruktaydı.


Müzisyen Süheyl Denizci’ydi bu kişi. Denizci, yedek jüri üyesi olarak TRT tarafından çağırılmıştı. Belli ki hem TRT Yönetim Kurulu ile hem de kendi içinde sorunlar yaşayan jüri üyelerinin tam da finalden önce fire vermesinden korkuluyordu. Nitekim Şerif Yüzbaşıoğlu’nun hakkında çıkmış olan şaibeler nedeniyle jüriden çekileceği, hatta kimi söylentilere göre de TRT tarafından görevine son verildiği söyleniyordu. Neyse ki böyle bir şey yaşanmayacak ve son kararı yine aynı beş kişi verecekti.

O dönemde Hey dergisi için yazılar yazmakta olan ünlü sunucu ve şovmen Orhan Boran, karar odasındaki kameradan canlı yayında ekrana yansıyan görüntülerle ilgili olarak şu satırları kaleme alacaktı:
“Jüri üyelerinin birincilik seçimi yaptıkları odada heyecan dozu belirli bir görünüm yerine, düğündeki kız ve oğlan tarafı büyüklerinin yorgunluk giderme rehaveti içinde koltuklarına yayılıp, neredeyse bezginlik içinde oturmaları, gecenin heyecanını oldukça ufaladı.”

O bezginliğin ve rehavetin arkasında neler yaşandığını, nasıl kızılca kıyametin koptuğunu ise henüz hiç kimse bilmiyordu. Tüm bunlar birkaç gün içinde ortaya çıkacaktı.

Ve nihayet jüri üyeleri stüdyoya inmiş, hazırladıkları iki zarfı Bülent Özveren’in eline tutuşturmuşlardı. Bülent Özveren sonuçların bulunduğu zarfı eline aldı, diğerini cebine koydu ve Yılmaz Dağdeviren’i sahneye davet etti.

Yılmaz Dağdeviren zarfı açıp sonuçları beşinciden birinciye doğru açıklamaya başladığında nefesler tutulmuştu. Dağdeviren’in zarfı açtığı dakikalarda gizleyemediği şaşkınlığı dikkatli izleyicilerin gözünden kaçmamıştı. Neydi onu bu kadar şaşırtan?

Beşinci Serpil Barlas ve İkinci Baskı, dördüncü Grup Karma olmuştu. Üçüncü ekibin adı okunduğunda ise hem salondan hem de kulisten şaşkınlık nidaları yükselecekti. Nükhet Duru ve Modern Folk Üçlüsü’nden oluşan Grup Anadolu Majör üçüncü olmuştu.

Yarışmaya Danıştay kararıyla son anda dahil olabilen “Biz” ekibi ikincilikle yetinecek, birincilikse Grup Nazar’ın olacaktı.

Kulisteki tüm ekipler sahneye çağrıldı. Salonda alkış kıyamet gidiyor, kulisteki kalabalık sahneyi doldurdukça, birbirlerini tebrik edenler, sevinen ve üzülenlerin gürültüsü canlı yayından ülkenin dört bir yanındaki evlere dek ulaşıyordu. Ödül töreni bu karambol içerisinde yapıldı ve canlı yayın, birinciliği kazanan şarkının tekrar seslendirilmesiyle sona erdi.
İkinci Zarfın Sırrı

Yarışmadan sonra Orkut Stüdyosu’nda verilen kokteyle bütün ekipler ve geceye emeği geçenler katıldı. Sonrasında kimileri Ankara’nın farklı eğlence yerlerinde, kimileriyse otel odalarında sabahın ilk ışıklarına dek yarışmanın heyecan ve gerilimini atmaya çalışacaktı.

Grup Karma ekibi şehir merkezinin dışında kalan Atatürk Orman Çiftliği içerisindeki Marmara Oteli’nde kalıyordu. Ekip, geç saatlerde otelin gece kulübüne indiğinde sahnede Türk müziği solisti Safiye Filiz vardı. Safiye Filiz’in kendisine uzattığı mikrofonu geri çevirmeyen Nilüfer, o günlerde çok popüler olan “Kim Arar Seni” şarkısını seslendirirken, aynı dakikalarda Ankara’nın bir başka gece kulübü Apple’da Grup Karma ve İkinci Baskı’nın elemanları yüksek sesli müzik eşliğinde keyifle dans ediyorlardı.

Aynı gece kulübündeki masalardan birinde Bülent Özveren, yanında oturan Yılmaz Dağdeviren’e cebindeki zarfı çıkarıp verdi. Bu zarf ona canlı yayında Jüri Başkanı tarafından verilen iki zarftan biriydi. Zarflardan birinde sonuçlar vardı ve yayın sırasında Yılmaz Dağdeviren tarafından açılmıştı. Diğer zarfı ise Bülent Özveren o esnada cebine koymuş ve o anda bunu fark edenler için o zarf adeta bir sır olarak kalmıştı. Peki o zarfta ne vardı?

“5 Şubat 1978 akşamı 1978 Eurovision yarışmasında birinciliği alan parçanın kaydının, Avrupa Eurovision merkezine gönderilmeden önce, yeniden kaydedilmesi jüri tarafından önemle önerilmektedir. Saygıyla arz olunur.”
Zarftan çıkan notta bunlar yazıyordu. Peki bu ne demekti? Jüri, birinciliği verdiği parçanın yarışma esnasındaki icrasının Avrupa’ya gönderilmesinde nasıl bir mahsur görmüştü? Böyle bir uyarıyı yapmaya neden gerek duyulmuştu? İşin burası TRT yetkilileri ve jürinin arasında bir muamma olarak kaldı.

Gerçi asıl ilginç ayrıntı öneri zarfında değil, sonuçların yer aldığı zarftaydı. Yönetmeliğe göre kararın en az dörde bir oy çoğunluğuyla kabul edilmiş olması gerekiyordu. Bu sonuca ulaşmak için nasıl bir yöntem izleneceği ise yönetmelikte açıkça ifade edilmemişti. Oylama için karar odasına çıkıldığında jüri üyeleri kendi aralarında gizli oylama yapmaya karar verdiler. Bu fikir Selçuk Sun’dan çıkmıştı. Her üye gizli oyla finalist şarkılara birden beşe kadar puan verecek, toplam puanı yüksek olan şarkının jüri kararıyla birinci seçildiği ilan edilecekti.

Ne var ki puanlama toplamında sonuç ortaya çıkınca Selçuk Sun itiraz etmiş ve karara katılmadığını söylemiş, bu yüzden de kararın yazılı olduğu kağıda şerh düşülmesini istemişti. Gerçekten de sonuçların yazılı olduğu kağıtta “1.Sevince” yazan satırın hemen hizasında şöyle bir not vardı: “5 üyeden 4 oy aldı”.

Oylamadan sonra jüri üyeleri puanlama işlemlerinin yapıldığı kağıtları imha ederek, basının eline geçmemesini sağlayacak, böylece kimse hangi üyesinin hangi finaliste kaç puan verdiğini öğrenemeyecekti. Ancak daha o gece canlı yayın bittikten sonra basına konuşan Selçuk Sun, jüri içindeki anlaşmazlığı açığa çıkarıyordu: “Dönen dolapları iki gün sonra açıklayacağım. Adım adım bu sonuca gidildi. Üzgünüm.”

Aynı gece bir başka tepki de Gürer Aykal’dan gelecek ve Aykal, Hürriyet gazetesi muhabirine şunları söyleyecekti: “Türk hafif müziği kazansın diye uğraştık. Tutup 1 not vererek önemli bir parçayı mahkûm ettiler. Böylece pırıl pırıl çocuklardan oluşan Nazar ekibinin üzerine de gölge düşürdüler. Önceden beri böyle davransalardı ya da oylama açık olsaydı ne yapacağımızı bilirdik.”

Her iki jüri üyesinin işaret ettiği isimler aynıydı. Şerif Yüzbaşıoğlu ve Önder Bali, yarı finalde 5 verdikleri Grup Anadolu Majör’ün parçasına final oylamasında 1 puan vermiş ve toplamda grubun üçüncü sıraya yerleşmesine neden olmuşlardı. Diğer üyeler bu 1’er puanın kasıtlı verildiğini söylüyorlardı.

Nitekim jürinin imha etme kararı verdiği gizli oylar birkaç güne kalmadan basının eline geçecek ve tartışma iyice alevlenecekti. Söylenenler doğruydu. Şerif Yüzbaşıoğlu ve Önder Bali, bütün finalistlere birebir aynı oyları vermişler, Anadolu Majör’e 1’er puan vererek de olası bir birinciliğin önüne set çekmişlerdi. Oy tablosu bunu açıkça gösteriyordu.

TV’de 7 Gün dergisi yazarı Sezai Solelli, “Oy mu Oyun mu?” başlıklı yazısında bu durumu şu cümlelerle sorguluyordu:
“Bu iki jüri üyesi üzerinde aynı parça hakkında 25 gün içinde meydana gelen bu görüş ve his tornistanı nasıl izah edilebilir? Dikkat edin, ‘Grup Nazar’ı bu defa çok beğendik’ deyip, 25 gün önce onunla aynı ayar tuttukları Anadolu Majör’e 4 oy vermiyorlar, hatta 3 vermiyorlar, 2 de vermiyorlar. Birdenbire Anadolu Majör’ü beş finalistin en kötüsü bulup 1 veriyorlar.”

Gizli oyların ortalığa çıkmasından sonra jürinin itham edilen iki üyesi Hürriyet gazetesine verdikleri röportajda kendilerini şöyle savunuyorlardı: “Başta şunu söylemek gerekir ki final günü Anadolu Majör vokal yönünden çok zayıftı ve yanlışlıklar yaptı. ‘Dostluğa Davet’ popüler müzik anlayışı içinde yeri ve yapısı açısından zayıftır bu da değerlendirmede en büyük etken oldu. Yapılan yarışma uluslararası değil de ulusal yarışma niteliğinde olsaydı, ‘Dostluğa Davet’ ufak tefek temalarla dahi olsa Türk popüler müziğine yön veriyor oluşu bakımından daha büyük bir ödülle değerlendirilebilirdi.”

Diğer bir jüri üyesi Selçuk Sun ise birkaç gün sonra yaptığı basın toplantısında şunları söyleyecekti: “Ben hiçbir grubun tarafını tutmuyorum. Kim giderse başarılı olmasını dilerim ama Yüzbaşıoğlu ve Bali tarafından yapılan bu terbiyesizliğe sessiz kalamam. Ankaralı 3 jüri üyesi Nükhet’e 14 oy verirken Nilüfer’e 10 oy verdiler. İstanbullular ise Nilüfer’e 10 oy verirken Nükhet’e 2 toplam oy verdiler. Buradaki olay açıklığa kavuşsun. Üyeler Yönetim Kuruluna çağrılmalı ve konuşmalıdırlar. Namuslu olan doğruyu konuşur.”

Aynı günlerde Hürriyet gazetesine manşetten giren “Eurovision Tartışması Sürüyor” başlıklı ve Yavuz Gökmen imzalı haber ise meseleyi bir komplo teorisiyle açıklıyordu.

Gökmen’in ortaya attığı iddiaya göre işin içinde Nilüfer’in bağlı olduğu Grunberg Şirketler Grubu ve Nilüfer’in hem yapımcısı hem de eşi olan Yeşil Giresunlu vardı. Şirket, Nilüfer’in içinde bulunduğu ekibi birinci yapmak için iki jüri üyesi ile anlaşmış ve o iki üye bu yüzden Anadolu Majör’e 1 puan vermişti. Hatta finalden hemen önce ortaya çıkan Şerif Yüzbaşıoğlu’nun “Dostluğa Davet” şarkısının altyapısında çalması haberi de Yüzbaşıoğlu üzerindeki şüphelerin yönünü değiştirmek için özellikle ortaya atılmıştı.

Selçuk Sun’un basın toplantısında kendilerine yönelttiği suçlamalar karşısında birkaç gün sonra bu kez Şerif Yüzbaşıoğlu ve Önder Bali basının karşısına geçecek ve onlar da Selçuk Sun’u suçlayacaktı.

Söylediklerine göre Selçuk Sun final gecesinden önce Anadolu Majör’ün provalarını izlemek için Bülent Özveren’le birlikte stüdyoya gitmiş, provayı başından sonuna dek izleyip grubun performansıyla ilgili bazı yorumlar getirmiş, gruba bir nevi destek olduğunu göstermiş, fakat Yüzbaşıoğlu kendisine bu durumu sorduğunda provaya gittiğini inkâr etmişti: “Bütün bu konuşmalar bizim ve gazetecilerin önünde geçti. Kendine karşı olan saygınlığını bu derece yitirmiş bulunan Sayın Selçuk Sun’a acımaktan başka bir şey yapamayız.”

Vicdan mı Cüzdan mı?
Dedikodular, açıklamalar, basın toplantıları gırla giderken yarışma sürecinde ikinci kez Danıştay’ın kapısı çalınacaktı. “Dostluğa Davet”in bestecisi Ali Kocatepe, sonuç hakkında yürütmeyi durdurma kararı çıkarılması için Danıştay’a başvurduğunu açıkladı.

“Benim sorunum Nazar grubu ya da başkalarıyla değil. ‘Sevince’ adlı parça en beğendiğim şarkıydı. Nilüfer ve arkadaşlarının Paris’te ülkemizi en iyi şekilde temsil edeceklerine inanıyorum. Benim sorunum iki jüri üyesi ile. Bu konudaki karar da başvurduğum Danıştay tarafından verilecektir,” diyordu Ali Kocatepe.

İster istemez tartışmaların ortasında kalan ve birincilik sevincine gölge düşen Nilüfer ise düşündüklerini şöyle açıklıyordu basına: “Çıkartılan dedikodular ve sürmekte olan konuşmalar bizi hiç ilgilendirmiyor. Bir yarışmaya katıldık. Herkes gibi de iyi derece alalım diye çaba sarf ettik. Sonuçta Seçici Kurul bizi birinciliğe layık gördü. Başka bir arkadaşım da kazansa inanın sevinirdim. Çünkü her yarışmanın bir galibi bir de mağlubu olur.”

Her şeye rağmen bütün bu spekülasyonların sonucu değiştirmesi ihtimali pek mümkün görünmüyordu. Güneş Tecelli, TV’de 7 Gün dergisinin 13 Şubat 1977 tarihli sayısında bu durumu şöyle açıklıyordu:

“Ne der TRT şartnamesi: Birinci seçilecek parça için Seçici Kurul’u oluşturan 5 üyeden 4’ünün olurunu almalıdır… Pazar gecesi de böyle olmuştur. TRT jürisi birinci gelen parçayı yarışma şartnamesine uygun olarak 5’de 4 oyla seçmiş… Bunu zabıt halinde altında imzaları, TRT Yönetim Kurulu’na verilmek üzere TRT Genel Müdürlüğü’ne teslim etmişler… Sonuç itibariyle TRT, bu kişileri seçmiş, TRT adına oy kullanma hakkını vermemiş mi? Kimine göre ‘vicdanın’, kimine göre ‘cüzdanın’ sesini dinleyerek jüri bu görevi yerine getirmiştir. Mesele bu. Gerisi, ortaya belgeler çıkmadıkça, havada kalmaya mahkumdur. Ve Grup Nazar, Paris yolcusudur.”

Nitekim bütün bu tartışmalar, kavga gürültü geride kalırken, 8 Mart 1978 Çarşamba günü sabahı Grup Nazar, “Sevince”nin tanıtım filminin çekimi için Kapadokya’ya hareket edecekti.

Aynı günlerde yarışma finalistlerinden Serpil Barlas, 20 gün önce Kıbrıs’ta tanıştığı Amerikalı pilotla evleneceğini ve artık evinin kadını olacağını müjdeleyecek, Nükhet Duru ve Doğan Canku’nun mütevazı nişan törenlerinde, çiftin nişan yüzüklerini Canku’nun babası Şeref Canku takacak, Grup Karma’nın 24 yaşındaki üyesi Özkan Uğur, dört yıldır evli olduğu Naz Gülesin’den ayrılmak için mahkemeye başvuracak, Grup Sekstet, televizyon için hazırladıkları şov programı projesinde o günlerde Domates Güzeli olarak ünlenen Ayşen Gruda’yı da gruba dâhil edeceklerini açıklayacak, Levent ve Behiç Altındağ kardeşler, Serpil Barlas’ın yarışma parçasını televizyonda tek başına seslendirmesine kızıp, TRT’ye protesto çekecekti.

Oysa ne Grup Karma’nın ne Serpil Barlas ve İkinci Baskı’nın, ne Grup Sekstet’in ortaklıkları devam edecek, ne de Nükhet Duru – Doğan Canku beraberliği uzun ömürlü olacaktı. Her birinin ayrılık haberleri birbirinin peşi sıra basında yer bulurken şimdi gözler Grup Nazar’ın üzerindeydi. Büyük finale çok az bir zaman kalmıştı.

DEVAM EDECEK
GELECEK BÖLÜM: "TÜRK'ÜN DOSTU ÇOK AZMIŞ"
Published on April 14, 2020 05:01
April 6, 2020
Kağıttan Kanatlar
Eflatun – “Uçsuz Bucaksız”

Eflatun, pop müziğin ana akımında, kalabalığın tam ortasında boy gösteren çok sayıda şarkı yazmış ama kendi şarkıcılık kariyerinde daha sakin suları tercih etmiş bir müzisyen. Yaptığı işten ve kendinden emin herkes gibi büyük harflere, “yaldızlı imgelere, toplara tüfeklere” ihtiyaç duymuyor.

2019 yılı ekim sonunda piyasaya çıkan yeni kısaçalarında da aynı çizgide ilerleyen bir Eflatun var. Aşk Müzik Yapım etiketiyle yayımlanan ve “Uçsuz Bucaksız” adı verilmiş kısacalarda üç şarkı yer alıyor. “Uçsuz Bucaksız” ve “En Güzel Ben Sevdim”, söz, müzik ve düzenlemelerinde Eflatun’un imzası olan şarkılar. ‘80’lerin hafif Türk sanat müziği akımında epeyce çok sevilmiş, çok fazla şarkıcı tarafından seslendirilmiş ama en çok Emel Sayın’ın sesinden kulaklarımıza yer etmiş “Yağdır Mevlâm Su” ise üçüncü şarkı olarak bir sürpriz gibi çıkıyor karşımıza.

“En Güzel Ben Sevdim”, Türkçe müzikte son yıllarda duyduğum en güzel aşk şarkılarından biri olabilir. Nişanlı düğünlü, hesaplı kitaplı o malum şarkıların samimiyetsizliği bir yandan, çemkiren şarkıların kötücül dili bir yandan derken masumiyetini, saflığını, zarafetini ve gerçekliğini kaybetmiş aşkların pazar yeri oldu nicedir Türkçe müzik. “En Güzel Ben Sevdim” bir dinleyişte kulakta kalan naif melodisi, yapaylıktan uzak ve içten, sitemkar ama zarif dili, sade ve özenli düzenlemesi, temiz icrası ile samimiyetinden şüphe duyurmayan bir şarkı olmuş.
“Uçsuz Bucaksız” da ona keza, bu defa bir ayrılık hikâyesi anlatmasına karşın, aynı olumlu dili kullanan pozitif bir şarkı. Eflatun bu şarkılarda hem başından beri sürdürdüğü çizgisini korurken hem de düzenlemelerde günün ritim ve “sound” anlayışını da göz ardı etmemiş. Nitekim üçüncü parça “Yağdır Mevlâm Su” da alaturka bir şarkı olmasına rağmen bu çizgide bir düzenlemeyle işlenmiş. Şarkı bu haliyle hangi kitleye hitap eder onu bilemedim ama zaten Eflatun’un ticari bir kaygı gütmediği de ortada.

“Uçsuz Bucaksız” kısaçaları yayımlanmasının üzerinden beş ay geçmesine karşın şu karantina günlerinde keşfedilecek şarkılar / albümler listesine rahatlıkla eklenebilir.
Published on April 06, 2020 09:44
April 5, 2020
"Dünyaya Bizi Hayvan Diye İlan Edemezler!"
Seninle Üç Dakika
1978 - 2. Bölüm
Çayla Kutlanan Taze Aşk
Grup Nazar
Finale kalan 12 şarkı ilk kez 16 Aralık 1977 Cuma gecesi ekrana getirilecek, aynı yayın cumartesi gecesi de tekrar edilecek, böylece şarkılar halka tanıtılmış olacaktı. Ne var ki halk bu defa sadece seyirciydi. Bu 12 şarkı arasından hangi 6 tanesinin finale bırakılacağına sadece TRT’nin görevlendirdiği beş kişilik jüri karar verecekti.
Jüri (Seçici Kurul) üyeleri Şerif Yüzbaşıoğlu, Önder Bali, Gürer Aykal, Mithat Fenmen ve Selçuk Sun
Şarkıların görüntülü kayıtları 13 ve 14 Aralık günleri Ankara’da, TRT’nin Kavaklıdere’deki stüdyolarında gerçekleştirildi. Şarkıcılar ve gruplar şarkılarını özel olarak hazırlanan sade bir dekorun önünde, “playback” eşliğinde söylermiş gibi yaptılar.
Ayça ve Elma Şekerleri
TRT yönetimi orkestra şefi olarak yine Timur Selçuk isminde karar kılmış ve görevlendirme yapmışsa da 1975’den farklı olarak yarışmanın bu aşamasında orkestra devreye girmeyecek, Timur Selçuk’un ve orkestranın işi 6 şarkının seçilmesinden sonra başlayacaktı.
Herkesin merakla beklediği 12 şarkının çekimleri, gazete ve dergilere haliyle dedikodularla birlikte haber olacaktı. Bu dedikoduların başında da Nükhet Duru – Doğan Canku aşkı geliyordu kuşkusuz.
Nükhet Duru ve Doğan Canku
Günün pop yıldızları arasında başı çekenlerden biri olan Nükhet Duru’nun adı şöhreti yakaladığından beri, şöhrete ulaşmasında büyük pay sahibi olan Mehmet Teoman’la birlikte anılıyordu. Yarı finalde Nükhet Duru’nun solo olarak seslendireceği “Anılar” adlı şarkının sözleri de Mehmet Teoman’a aitti. Ne var ki ikisinin kısa bir süre önce yollarını ayırdıkları ve Nükhet Duru’nun Doğan Canku ile aşk yaşamaya başladığı konuşuluyordu.
Nitekim çekimlerde bu dedikodunun gerçek olduğu ortaya çıkmış, Duru ve Canku yakınlaşmalarını meraklı gözlerden saklama ihtiyacı duymamışlardı. Nitekim o günlerde yayımlanan TV’de 7 Gün dergisi bu haberi kapağına taşıyacak ve TRT stüdyosunda çekilmiş fotoğraflar eşliğinde “İki Bardak Çayla Kutlanan Taze Aşk” başlığıyla verecekti.
Bu haber basın için bulunmaz nimetti. Zira Nükhet Duru yarı finalde eski sevgilisinin yazdığı bir şarkıyı seslendirirken, yeni sevgilisinin içinde bulunduğu grupla da bir başka şarkı seslendiriyordu.
Bir başka dedikodu konusu ise bir süre öncesine kadar aşkları magazin basınında gündeme gelen Serpil Barlas ve TRT yapımcısı Bülent Varol idi. Serpil Barlas’ın finale kalmasında bu aşkın rolü olduğu da yazılıp çizilmişti ama çift beklenmedik bir biçimde ayrılmıştı. Çekimler arasında aynı stüdyoda bulunan Serpil Barlas ve Bülent Varol, birbirlerini görmezden gelmişlerdi.
Ayça ve Elma Şekerleri sempatiklikleri, Cengiz Orçun ise görme engelli oluşu nedeniyle basının ilgi odağındaydılar.
Ali Rıza Binboğa çekimde kendisine eşlik edecek üç vokalist kızı apar topar Ankara’dan bulmuş, Rezzan Yücel ise şarkısının hikâyesi gereği Paris’te geçen bir geceyi canlandırabilmek amacıyla çekimde kullanılacak 75 yıllık antika laternayı İstanbul’dan getirtmişti.
Nilüfer’in de içinde bulunduğu Grup Nazar, şarkısını seslendirirken dans edecekti ve bunun için grup üyeleri Haldun Dormen yönetiminde koreografi çalışmışlardı.
Daha şarkıları jüriden başka kimse duymamıştı ama yazılıp çizilenler, tahminler hep aynı isimleri işaret ediyordu. Nükhet Duru ve Modern Folk Üçlüsü, Nilüfer’li Grup Nazar ve Esmeray, Funda & Ertan Anapa, Melike Demirağ, İskender Doğan ve Kerem Yılmazer’den kurulu “Biz” ekibinin finale kalmasına adeta kesin gözüyle bakılıyordu.
Grup Sekstet
16 Aralık 1977 Cuma gecesi şarkıların tek tek tanıtılacağı program ana haber bülteninin hemen ardından, saat 20:45’de yayınlanmaya başladı. Programın jeneriğinde tıpkı 1975 yılında olduğu gibi yine Melih Kibar’ın bu maksatla bestelediği “Çoban Yıldızı” adlı bestesi çalındı, ardından ekranda sunucu Bülent Özveren göründü. Özveren yarışma hakkında yaptığı açıklamalardan sonra ise sırayla her bir şarkıyı ekran başındakilere sunacaktı.
1. Serpil Barlas & İkinci Baskı – “Yaşamana Bak”
2. Cengiz Orçun – “Barış”
(Bu şarkının ne ses ne görüntü kaydına ulaşabildim.)
3. Ertan Anapa & Funda Anapa & Esmeray & Melike Demirağ & İskender Doğan & Kerem Yılmazer – “Biz”
4. Aydın Tansel – “Hiç Şansım Yok”
5. Grup Anadolu Majör – “Dostluğa Davet”
6. Grup Karma – “İmkansız”
7. Rezzan Yücel – “Bu Gece”
8. Ayça ve Elma Şekerleri – “Küçük Kız”
9.Grup Nazar – “Sevince”
10. Nükhet Duru – “Anılar”
11. Ali Rıza Binboğa – “Baharım Sensin”
12. Cahit Oben – “Dosta Mektup”
(Maalesef bu şarkının da ses ya da görüntü kaydı yok elimde.)
Cuma ve cumartesi gecesi şarkıların ekrana gelmesinden hemen sonra, pazar sabahı Seçici Kurul toplandı. TRT koridorlarında tüm gün süren trafikten ve gerilimden halkın haberi yoktu. Ancak pazar gecesi yine ana haber sonrasında finale bırakılan şarkıların ekrana getirilmesiyle bir yerlerde bir terslik ortaya çıktı. Çünkü finale beklendiği gibi 6 değil, sadece 4 şarkı kalmıştı: “Dostluğa Davet”, “Sevince”, “İmkânsız” ve “Yaşamana Bak”.
“Dünyaya Bizi Hayvan Diye İlan Edemezler!”
İşin aslı hemen ertesi gün ortaya çıktı. Jüri finale aslında 5 şarkı bırakmış, aynı gün sabah saatlerinde kararını TRT’ye bildirmiş, hemen ardından da TRT Yönetim Kurulu toplanarak finale bırakılan parçaları değerlendirmişti.
İşte ne olduysa o toplantıda olmuştu. Yönetim Kurulu üyelerinden Sezai Orkunt “Önemli olan bizi hayvan yerine koyan bir parçanın Avrupa’da bizi temsil edemeyeceğidir,” diyerek yumruğunu masaya vurmuş ve sözlerine şöyle devam etmişti: “Sizleri bilmem ama ben kendimi hayvan olmaktan tenzih ederim. Dünyaya bizi hayvan diye ilan edemezler!”
Grup Sekstet
Sezai Orkunt’un bahsettiği parça “Biz”di ve Yönetim Kurulu üyeleri arasında Orkunt gibi düşünen başkaları da vardı. Onlara göre bu parçanın sözleri TRT yayın ilkelerine aykırıydı ve bu yüzden yarışma dışı bırakılması gerekiyordu. Nitekim yapılan oylama neticesinde 4’e karşı 6 oyla şarkının finalist şarkılar arasından çıkarılmasına karar verilmiş, bu yüzden de pazar gecesi finale 4 şarkının kaldığı duyurulmuştu.
Haber, müzik dünyasında bomba etkisi yarattı. TRT Yönetim Kurulu bu kararını yönetmenliğin 41. maddesine dayandırıyor ve şarkının sözlerinin “umuma, ahlâka ve adaba aykırı” olduğunu iddia ediyordu. Jüri üyeleri kendi seçimlerinin Yönetim Kurulu tarafından değiştirilmesi nedeniyle rahatsızdı. “Biz” cephesi ise meseleyi Danıştay’a taşıma kararı vermişti.
29 Aralık 1977 tarihinde Meclis’te CHP grup başkanvekilleri Altan Öymen ve Hayrettin Uysal’ın, Başbakan Süleyman Demirel başkanlığındaki İkinci Milliyetçi Cephe hükümeti hakkında gensoru açılması için verdiği önerge, 31 Aralık günü yapılan güvenoyu neticesi hükümetin düşmesiyle sonuçlandı.
O gece Türkiye yeni bir yıla televizyonda 12’den hemen önce Ajda Pekkan, hemen sonra da Zeki Müren’le girerken, 1 Ocak günü Demirel Çankaya Köşkü’ne çıkarak Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e istifasını sunacaktı.
Ocak ayının ortalarına gelindiğinde Eurovision Türkiye finalinin 5 Şubat’ta yapılacağı kesinleşmişti ama yarı final elemelerine dair tartışmalar hâlâ deva ediyordu. 11 Ocak’ta bir basın toplantısı yapan TRT Yönetim Kurulu üyesi Sezai Orkunt ortaya yeni iddialar atacak ve “Mesela Bülent Özveren’in Yönetim Kurulu üyelerinden Adnan Saygun’un evine beraberinde iki jüri üyesi ile birlikte giderek bazı tavsiyelerde bulunduğu, bizzat sayın Saygun tarafından Yönetim Kurulu’muza bildirilmiştir. Ayrıca mesela Nükhet Duru grubunun Eurovision yarışmasına Türkiye’yi temsilen katılacağını ben bir ay önceden biliyordum,” diyecekti.
TRT Genel Müdür Vekili Doğan Erden ise hemen ertesi günü yaptığı açıklamada bu iddiaların asılsız ve dayanaksız olduğunu, Seçici Kurul üyelerinin çirkin bir zan altında bırakıldığını söylüyordu.
Tartışmalar süredursun, 16 Ocak günü başlaması gereken orkestra provalarının ilk günü bir de orkestra krizi çıkacaktı ortaya. Timur Selçuk şefliğinde Devlet Senfoni Orkestrası üyelerinin bir araya geldiği gün orkestradaki huzursuzluk, TRT’nin şarkı sayısı 4’e düştüğü için orkestra üyelerine önceden vaat ettiği meblağda para ödemeyeceğinin ortaya çıkmasıyla başlamış ve yükselen sesler sonrasında prova yapılamadan orkestra üyeleri salonu terk etmişti.
Bunun üzerine TRT Yönetimi bu defa Devlet Operası Orkestrası ile anlaşma yoluna gitti ve ilk prova tarihi 24 Ocak belirlendi. Müzisyenler arası dayanışma gereği Devlet Operası Orkestrası’nın TRT’nin bu teklifini kabul etmeyeceğini düşünen Timur Selçuk durumu gazetecilerden öğrenmiş ve çok şaşırmıştı. Üstelik orkestra şefliğine de Onno Tunç’un getirildiği söyleniyor, yine kendisine TRT tarafından resmi bir bildiri yapılmamışken duyduğu bu haber karşısında Timur Selçuk “O, Onno’nun bileceği iş,” demekle yetiniyordu.
Haberin duyulmasının hemen ertesinde Ankara’ya gidip TRT yetkilileri ile görüşen Timur Selçuk orkestra şefliği görevinden istifa ederken, onun yerine geçmesi düşünülen Onno Tunç’un finalist parçaların düzenlemelerini yapmasına karar verilmişti.
Zaten 3 parçanın düzenlemesini o yapmıştı, şimdi bunların arasında “İmkânsız” da dâhil oluyordu. Orkestra şefliği için ise TRT yönetimi bambaşka bir isimde karar kılmıştı. Final gecesi orkestrayı Devlet Operası Koro Şefi ve Devlet Tiyatroları Müzik Direktörü olan Alman müzisyen Dieter Brux yönetecekti.
Tam da orkestra provalarının başladığı gün, 24 Ocak günü Danıştay’dan beklenen karar çıktı. Dört uzman üyenin hazırladığı bilirkişi raporunu dikkate alan mahkeme, “Biz” adlı şarkının sözlerinin TRT yayın ilkelerine aykırı olmadığına hükmetmişti. “Biz” beşinci finalist olarak yarışmaya tekrar dâhil oluyordu.
“Laternacı Kâzım Çalsa…”
TRT Yönetim Kurulu emekli Oramiral Sezai Orkunt’un spekülasyon yaratan iddiası karşısında Nükhet Duru da sessiz kalmamış ve gazetelere şu beyanatı vermişti: “Biz amatör değiliz. Şu kadar yıllık tecrübe ve şöhretimizi şarkımıza destek yapıp bu yarışmaya girdik. Kazanırsak ünümüz biraz daha artar. Asıl mesele bu yarışmanın milli bir dava oluşundadır. Kazanırsak başarımıza, kaybedersek mevcut şöhretimize çamur atmaya kimsenin hakkı yoktur. Bu yüzden sayın Sezai Orkunt’u söylediği sözlerden ötürü dava ediyoruz.”
Grup Anadolu Majör
Neyse ki bu konuda bir dava açılmasına gerek kalmayacak ve birkaç gün sonra Nükhet Duru, Ali Kocatepe ve Sezai Orkunt’un Ankara’da bir otel lobisinde bir araya geldikleri ve Orkunt’un Duru’dan özür dilediği haberi, Hürriyet gazetesinde manşetten verilecekti.
4 finalist şarkının rekabetinde odak noktası şüphesiz Nilüfer ve Nükhet Duru’ydu. Her şeye rağmen Nükhet Duru şarkıya ve içinde yer aldığı ekibe o kadar güveniyordu ki, finalden hemen önce Nilüfer’e açık açık meydan okuyarak “Paris’e biz gideceğiz,” demişti.
Nilüfer de “Kimin ne kadar soluğu olduğu 5 Şubat’ta milyonlarca televizyon izleyicisi tarafından görülecek ekranda,” diyerek rakip ekipten daha az iddialı olmadığını gösteriyordu cümle aleme. Zaman daralıyor, rekabet kızışıyordu.
Finale sadece bir hafta kala ortaya başka bir iddia daha atıldı. Başından bu yana bir plak şirketinde hissesi olduğu için tarafsız olamayacağı hatta olmadığı konusunda hakkında şüpheli sözler söylenen jüri üyesi Şerif Yüzbaşıoğlu, “Dostluğa Davet” adlı şarkının “playback” kaydında piyano çalmıştı ve bu iddia altında aranjör Onno Tunç’un imzası olan bir belgeyle gazetelere haber oluyordu. Bir jüri üyesinin finalist parçalardan birinde müzisyen olarak yer alması doğru muydu?
Gazetelere “skandal” olarak yansıyan bu haber karşısında Onno Tunç “Biz parçaları çaldığımız zaman ortada ne Eurovision vardı ne de jüri. Profesyonel insanlar her parça teklifini şartları uygun bulurlarsa kabul ederler. Parçanın altyapısında çalarlar. Altyapıda çalmak hiçbir şey ifade etmez” diyecek, Şerif Yüzbaşıoğlu ise kendini şöyle savunacaktı: “Anadolu Majör’ün parçasında çaldığımı jüri olmam teklif edildiğinde TRT ilgililerine söyledim. ‘Bu parça Eurovision’a gidebilir,’ dedim. ‘Önemli değil,’ dediler. Gerçekten önemli değil, çünkü mesele ciddi değildir. Eurovision’un yapılmasını istemeyenlerin provokasyonudur. Ben değil, Laternacı Kazım çalsa, bu parça finale gelirdi.”
Şerif Yüzbaşıoğlu
Öte yandan TRT hummalı bir çalışmayla büyük finale hazırlanıyordu. 1975 yarışmasının yapıldığı günlerde TRT’nin elinde renkli çekim yapabilecek teknik imkânlar yoktu. Bu nedenle Semiha Yankı’nın tanıtım filmi bile siyah beyaz çekilmişti. Oysa bu kez, TRT’nin yakın bir tarihte satın aldığı iki adet naklen yayın arabası, yayının renkli olarak yayınlanmasa bile renkli olarak kaydedilmesine imkân sağlayacaktı.
Ankara Televizyonu’nun emektar Orkut Stüdyosu, yarışma için yeniden düzenleniyordu. Sahne biraz daha genişletilmiş, kameraların rahat hareket edebilmesine imkân sağlanmış, reji odası büyütülmüştü. Dekorda mavi rengin tonları zemin olarak kullanılmış, krem rengi tonlarında ve bal petekleri görüntüsünde küçük kutucuklarla da sahneye derinlik kazandırılmıştı. Orkestranın rahat yerleşebilmesi için tıpkı 1975 yılında yapıldığı gibi salonun ön sıralarındaki koltuklar söküldü, orkestra için özel sandalyeler yaptırıldı.
Yayından sorumlu ekip bu kez işi daha sıkı tutuyor, elindeki kısıtlı imkanlara rağmen, finalin kusursuz geçebilmesi için olabildiğince tedbir alıyordu. Binanın üst katındaki odalardan biri, jürinin karar aşamasında kullanması için “karar odası” olarak hazırlanmış, stüdyonun lobisinde bir bölüm tüm şarkıcı, söz yazarı ve bestecilerin yarışma süresince durabilmesi için “green room” olarak ayrılmıştı. Hem karar odasına hem de kulis haline getirilen bu bölüme kameralar yerleştirildi. Böylece ekran başındakilerin final heyecanını salon dışından görüntülerle de takip edebilmesi sağlanacaktı.
Televizyon Daire Başkanı Yılmaz Dağdeviren, final gecesi salonda yer alacak davetlilerin isimlerini tek tek kendisi tespit etmişti. Davetli olarak geceye katılacak erkeklerin smokin, kadınların tuvalet giymesi zorunluluğu davetiyelerde belirtiliyordu. Böylece gecenin bir balo havasında geçmesi sağlanacaktı.
5 Şubat gecesi ülkede milyonlarca insan televizyon başında yerini almış, Orkut Stüdyosundaki heyecan ise had safhaya varmıştı. Dananın kuyruğu kopacak, 1975 yılında yaşadığımız hezimeti bize unutturacağını umduğumuz şarkı, birkaç saat içerisinde belli olacaktı.
Onca gürültü patırtıya, dedikodulara ve tartışmalara rağmen büyük final gelmiş çatmıştı işte. Saatler 20:40’ı vurduğunda kameralar çalıştı ve naklen yayın ülkenin dört bir yanında izlenmeye başladı.
DEVAM EDECEK
GELECEK BÖLÜM: "VİCDAN MI CÜZDAN MI?"
1978 - 2. Bölüm
Çayla Kutlanan Taze Aşk

Finale kalan 12 şarkı ilk kez 16 Aralık 1977 Cuma gecesi ekrana getirilecek, aynı yayın cumartesi gecesi de tekrar edilecek, böylece şarkılar halka tanıtılmış olacaktı. Ne var ki halk bu defa sadece seyirciydi. Bu 12 şarkı arasından hangi 6 tanesinin finale bırakılacağına sadece TRT’nin görevlendirdiği beş kişilik jüri karar verecekti.

Şarkıların görüntülü kayıtları 13 ve 14 Aralık günleri Ankara’da, TRT’nin Kavaklıdere’deki stüdyolarında gerçekleştirildi. Şarkıcılar ve gruplar şarkılarını özel olarak hazırlanan sade bir dekorun önünde, “playback” eşliğinde söylermiş gibi yaptılar.

TRT yönetimi orkestra şefi olarak yine Timur Selçuk isminde karar kılmış ve görevlendirme yapmışsa da 1975’den farklı olarak yarışmanın bu aşamasında orkestra devreye girmeyecek, Timur Selçuk’un ve orkestranın işi 6 şarkının seçilmesinden sonra başlayacaktı.

Herkesin merakla beklediği 12 şarkının çekimleri, gazete ve dergilere haliyle dedikodularla birlikte haber olacaktı. Bu dedikoduların başında da Nükhet Duru – Doğan Canku aşkı geliyordu kuşkusuz.

Günün pop yıldızları arasında başı çekenlerden biri olan Nükhet Duru’nun adı şöhreti yakaladığından beri, şöhrete ulaşmasında büyük pay sahibi olan Mehmet Teoman’la birlikte anılıyordu. Yarı finalde Nükhet Duru’nun solo olarak seslendireceği “Anılar” adlı şarkının sözleri de Mehmet Teoman’a aitti. Ne var ki ikisinin kısa bir süre önce yollarını ayırdıkları ve Nükhet Duru’nun Doğan Canku ile aşk yaşamaya başladığı konuşuluyordu.

Nitekim çekimlerde bu dedikodunun gerçek olduğu ortaya çıkmış, Duru ve Canku yakınlaşmalarını meraklı gözlerden saklama ihtiyacı duymamışlardı. Nitekim o günlerde yayımlanan TV’de 7 Gün dergisi bu haberi kapağına taşıyacak ve TRT stüdyosunda çekilmiş fotoğraflar eşliğinde “İki Bardak Çayla Kutlanan Taze Aşk” başlığıyla verecekti.

Bu haber basın için bulunmaz nimetti. Zira Nükhet Duru yarı finalde eski sevgilisinin yazdığı bir şarkıyı seslendirirken, yeni sevgilisinin içinde bulunduğu grupla da bir başka şarkı seslendiriyordu.

Bir başka dedikodu konusu ise bir süre öncesine kadar aşkları magazin basınında gündeme gelen Serpil Barlas ve TRT yapımcısı Bülent Varol idi. Serpil Barlas’ın finale kalmasında bu aşkın rolü olduğu da yazılıp çizilmişti ama çift beklenmedik bir biçimde ayrılmıştı. Çekimler arasında aynı stüdyoda bulunan Serpil Barlas ve Bülent Varol, birbirlerini görmezden gelmişlerdi.

Ayça ve Elma Şekerleri sempatiklikleri, Cengiz Orçun ise görme engelli oluşu nedeniyle basının ilgi odağındaydılar.

Ali Rıza Binboğa çekimde kendisine eşlik edecek üç vokalist kızı apar topar Ankara’dan bulmuş, Rezzan Yücel ise şarkısının hikâyesi gereği Paris’te geçen bir geceyi canlandırabilmek amacıyla çekimde kullanılacak 75 yıllık antika laternayı İstanbul’dan getirtmişti.

Nilüfer’in de içinde bulunduğu Grup Nazar, şarkısını seslendirirken dans edecekti ve bunun için grup üyeleri Haldun Dormen yönetiminde koreografi çalışmışlardı.

Daha şarkıları jüriden başka kimse duymamıştı ama yazılıp çizilenler, tahminler hep aynı isimleri işaret ediyordu. Nükhet Duru ve Modern Folk Üçlüsü, Nilüfer’li Grup Nazar ve Esmeray, Funda & Ertan Anapa, Melike Demirağ, İskender Doğan ve Kerem Yılmazer’den kurulu “Biz” ekibinin finale kalmasına adeta kesin gözüyle bakılıyordu.

16 Aralık 1977 Cuma gecesi şarkıların tek tek tanıtılacağı program ana haber bülteninin hemen ardından, saat 20:45’de yayınlanmaya başladı. Programın jeneriğinde tıpkı 1975 yılında olduğu gibi yine Melih Kibar’ın bu maksatla bestelediği “Çoban Yıldızı” adlı bestesi çalındı, ardından ekranda sunucu Bülent Özveren göründü. Özveren yarışma hakkında yaptığı açıklamalardan sonra ise sırayla her bir şarkıyı ekran başındakilere sunacaktı.

1. Serpil Barlas & İkinci Baskı – “Yaşamana Bak”
2. Cengiz Orçun – “Barış”
(Bu şarkının ne ses ne görüntü kaydına ulaşabildim.)
3. Ertan Anapa & Funda Anapa & Esmeray & Melike Demirağ & İskender Doğan & Kerem Yılmazer – “Biz”
4. Aydın Tansel – “Hiç Şansım Yok”
5. Grup Anadolu Majör – “Dostluğa Davet”
6. Grup Karma – “İmkansız”
7. Rezzan Yücel – “Bu Gece”
8. Ayça ve Elma Şekerleri – “Küçük Kız”
9.Grup Nazar – “Sevince”
10. Nükhet Duru – “Anılar”
11. Ali Rıza Binboğa – “Baharım Sensin”
12. Cahit Oben – “Dosta Mektup”
(Maalesef bu şarkının da ses ya da görüntü kaydı yok elimde.)
Cuma ve cumartesi gecesi şarkıların ekrana gelmesinden hemen sonra, pazar sabahı Seçici Kurul toplandı. TRT koridorlarında tüm gün süren trafikten ve gerilimden halkın haberi yoktu. Ancak pazar gecesi yine ana haber sonrasında finale bırakılan şarkıların ekrana getirilmesiyle bir yerlerde bir terslik ortaya çıktı. Çünkü finale beklendiği gibi 6 değil, sadece 4 şarkı kalmıştı: “Dostluğa Davet”, “Sevince”, “İmkânsız” ve “Yaşamana Bak”.

“Dünyaya Bizi Hayvan Diye İlan Edemezler!”
İşin aslı hemen ertesi gün ortaya çıktı. Jüri finale aslında 5 şarkı bırakmış, aynı gün sabah saatlerinde kararını TRT’ye bildirmiş, hemen ardından da TRT Yönetim Kurulu toplanarak finale bırakılan parçaları değerlendirmişti.

İşte ne olduysa o toplantıda olmuştu. Yönetim Kurulu üyelerinden Sezai Orkunt “Önemli olan bizi hayvan yerine koyan bir parçanın Avrupa’da bizi temsil edemeyeceğidir,” diyerek yumruğunu masaya vurmuş ve sözlerine şöyle devam etmişti: “Sizleri bilmem ama ben kendimi hayvan olmaktan tenzih ederim. Dünyaya bizi hayvan diye ilan edemezler!”

Sezai Orkunt’un bahsettiği parça “Biz”di ve Yönetim Kurulu üyeleri arasında Orkunt gibi düşünen başkaları da vardı. Onlara göre bu parçanın sözleri TRT yayın ilkelerine aykırıydı ve bu yüzden yarışma dışı bırakılması gerekiyordu. Nitekim yapılan oylama neticesinde 4’e karşı 6 oyla şarkının finalist şarkılar arasından çıkarılmasına karar verilmiş, bu yüzden de pazar gecesi finale 4 şarkının kaldığı duyurulmuştu.

Haber, müzik dünyasında bomba etkisi yarattı. TRT Yönetim Kurulu bu kararını yönetmenliğin 41. maddesine dayandırıyor ve şarkının sözlerinin “umuma, ahlâka ve adaba aykırı” olduğunu iddia ediyordu. Jüri üyeleri kendi seçimlerinin Yönetim Kurulu tarafından değiştirilmesi nedeniyle rahatsızdı. “Biz” cephesi ise meseleyi Danıştay’a taşıma kararı vermişti.

29 Aralık 1977 tarihinde Meclis’te CHP grup başkanvekilleri Altan Öymen ve Hayrettin Uysal’ın, Başbakan Süleyman Demirel başkanlığındaki İkinci Milliyetçi Cephe hükümeti hakkında gensoru açılması için verdiği önerge, 31 Aralık günü yapılan güvenoyu neticesi hükümetin düşmesiyle sonuçlandı.

O gece Türkiye yeni bir yıla televizyonda 12’den hemen önce Ajda Pekkan, hemen sonra da Zeki Müren’le girerken, 1 Ocak günü Demirel Çankaya Köşkü’ne çıkarak Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’e istifasını sunacaktı.

Ocak ayının ortalarına gelindiğinde Eurovision Türkiye finalinin 5 Şubat’ta yapılacağı kesinleşmişti ama yarı final elemelerine dair tartışmalar hâlâ deva ediyordu. 11 Ocak’ta bir basın toplantısı yapan TRT Yönetim Kurulu üyesi Sezai Orkunt ortaya yeni iddialar atacak ve “Mesela Bülent Özveren’in Yönetim Kurulu üyelerinden Adnan Saygun’un evine beraberinde iki jüri üyesi ile birlikte giderek bazı tavsiyelerde bulunduğu, bizzat sayın Saygun tarafından Yönetim Kurulu’muza bildirilmiştir. Ayrıca mesela Nükhet Duru grubunun Eurovision yarışmasına Türkiye’yi temsilen katılacağını ben bir ay önceden biliyordum,” diyecekti.

TRT Genel Müdür Vekili Doğan Erden ise hemen ertesi günü yaptığı açıklamada bu iddiaların asılsız ve dayanaksız olduğunu, Seçici Kurul üyelerinin çirkin bir zan altında bırakıldığını söylüyordu.

Tartışmalar süredursun, 16 Ocak günü başlaması gereken orkestra provalarının ilk günü bir de orkestra krizi çıkacaktı ortaya. Timur Selçuk şefliğinde Devlet Senfoni Orkestrası üyelerinin bir araya geldiği gün orkestradaki huzursuzluk, TRT’nin şarkı sayısı 4’e düştüğü için orkestra üyelerine önceden vaat ettiği meblağda para ödemeyeceğinin ortaya çıkmasıyla başlamış ve yükselen sesler sonrasında prova yapılamadan orkestra üyeleri salonu terk etmişti.


Haberin duyulmasının hemen ertesinde Ankara’ya gidip TRT yetkilileri ile görüşen Timur Selçuk orkestra şefliği görevinden istifa ederken, onun yerine geçmesi düşünülen Onno Tunç’un finalist parçaların düzenlemelerini yapmasına karar verilmişti.

Zaten 3 parçanın düzenlemesini o yapmıştı, şimdi bunların arasında “İmkânsız” da dâhil oluyordu. Orkestra şefliği için ise TRT yönetimi bambaşka bir isimde karar kılmıştı. Final gecesi orkestrayı Devlet Operası Koro Şefi ve Devlet Tiyatroları Müzik Direktörü olan Alman müzisyen Dieter Brux yönetecekti.

Tam da orkestra provalarının başladığı gün, 24 Ocak günü Danıştay’dan beklenen karar çıktı. Dört uzman üyenin hazırladığı bilirkişi raporunu dikkate alan mahkeme, “Biz” adlı şarkının sözlerinin TRT yayın ilkelerine aykırı olmadığına hükmetmişti. “Biz” beşinci finalist olarak yarışmaya tekrar dâhil oluyordu.

“Laternacı Kâzım Çalsa…”
TRT Yönetim Kurulu emekli Oramiral Sezai Orkunt’un spekülasyon yaratan iddiası karşısında Nükhet Duru da sessiz kalmamış ve gazetelere şu beyanatı vermişti: “Biz amatör değiliz. Şu kadar yıllık tecrübe ve şöhretimizi şarkımıza destek yapıp bu yarışmaya girdik. Kazanırsak ünümüz biraz daha artar. Asıl mesele bu yarışmanın milli bir dava oluşundadır. Kazanırsak başarımıza, kaybedersek mevcut şöhretimize çamur atmaya kimsenin hakkı yoktur. Bu yüzden sayın Sezai Orkunt’u söylediği sözlerden ötürü dava ediyoruz.”

Neyse ki bu konuda bir dava açılmasına gerek kalmayacak ve birkaç gün sonra Nükhet Duru, Ali Kocatepe ve Sezai Orkunt’un Ankara’da bir otel lobisinde bir araya geldikleri ve Orkunt’un Duru’dan özür dilediği haberi, Hürriyet gazetesinde manşetten verilecekti.

4 finalist şarkının rekabetinde odak noktası şüphesiz Nilüfer ve Nükhet Duru’ydu. Her şeye rağmen Nükhet Duru şarkıya ve içinde yer aldığı ekibe o kadar güveniyordu ki, finalden hemen önce Nilüfer’e açık açık meydan okuyarak “Paris’e biz gideceğiz,” demişti.

Nilüfer de “Kimin ne kadar soluğu olduğu 5 Şubat’ta milyonlarca televizyon izleyicisi tarafından görülecek ekranda,” diyerek rakip ekipten daha az iddialı olmadığını gösteriyordu cümle aleme. Zaman daralıyor, rekabet kızışıyordu.

Finale sadece bir hafta kala ortaya başka bir iddia daha atıldı. Başından bu yana bir plak şirketinde hissesi olduğu için tarafsız olamayacağı hatta olmadığı konusunda hakkında şüpheli sözler söylenen jüri üyesi Şerif Yüzbaşıoğlu, “Dostluğa Davet” adlı şarkının “playback” kaydında piyano çalmıştı ve bu iddia altında aranjör Onno Tunç’un imzası olan bir belgeyle gazetelere haber oluyordu. Bir jüri üyesinin finalist parçalardan birinde müzisyen olarak yer alması doğru muydu?

Gazetelere “skandal” olarak yansıyan bu haber karşısında Onno Tunç “Biz parçaları çaldığımız zaman ortada ne Eurovision vardı ne de jüri. Profesyonel insanlar her parça teklifini şartları uygun bulurlarsa kabul ederler. Parçanın altyapısında çalarlar. Altyapıda çalmak hiçbir şey ifade etmez” diyecek, Şerif Yüzbaşıoğlu ise kendini şöyle savunacaktı: “Anadolu Majör’ün parçasında çaldığımı jüri olmam teklif edildiğinde TRT ilgililerine söyledim. ‘Bu parça Eurovision’a gidebilir,’ dedim. ‘Önemli değil,’ dediler. Gerçekten önemli değil, çünkü mesele ciddi değildir. Eurovision’un yapılmasını istemeyenlerin provokasyonudur. Ben değil, Laternacı Kazım çalsa, bu parça finale gelirdi.”

Öte yandan TRT hummalı bir çalışmayla büyük finale hazırlanıyordu. 1975 yarışmasının yapıldığı günlerde TRT’nin elinde renkli çekim yapabilecek teknik imkânlar yoktu. Bu nedenle Semiha Yankı’nın tanıtım filmi bile siyah beyaz çekilmişti. Oysa bu kez, TRT’nin yakın bir tarihte satın aldığı iki adet naklen yayın arabası, yayının renkli olarak yayınlanmasa bile renkli olarak kaydedilmesine imkân sağlayacaktı.

Ankara Televizyonu’nun emektar Orkut Stüdyosu, yarışma için yeniden düzenleniyordu. Sahne biraz daha genişletilmiş, kameraların rahat hareket edebilmesine imkân sağlanmış, reji odası büyütülmüştü. Dekorda mavi rengin tonları zemin olarak kullanılmış, krem rengi tonlarında ve bal petekleri görüntüsünde küçük kutucuklarla da sahneye derinlik kazandırılmıştı. Orkestranın rahat yerleşebilmesi için tıpkı 1975 yılında yapıldığı gibi salonun ön sıralarındaki koltuklar söküldü, orkestra için özel sandalyeler yaptırıldı.

Yayından sorumlu ekip bu kez işi daha sıkı tutuyor, elindeki kısıtlı imkanlara rağmen, finalin kusursuz geçebilmesi için olabildiğince tedbir alıyordu. Binanın üst katındaki odalardan biri, jürinin karar aşamasında kullanması için “karar odası” olarak hazırlanmış, stüdyonun lobisinde bir bölüm tüm şarkıcı, söz yazarı ve bestecilerin yarışma süresince durabilmesi için “green room” olarak ayrılmıştı. Hem karar odasına hem de kulis haline getirilen bu bölüme kameralar yerleştirildi. Böylece ekran başındakilerin final heyecanını salon dışından görüntülerle de takip edebilmesi sağlanacaktı.

Televizyon Daire Başkanı Yılmaz Dağdeviren, final gecesi salonda yer alacak davetlilerin isimlerini tek tek kendisi tespit etmişti. Davetli olarak geceye katılacak erkeklerin smokin, kadınların tuvalet giymesi zorunluluğu davetiyelerde belirtiliyordu. Böylece gecenin bir balo havasında geçmesi sağlanacaktı.

5 Şubat gecesi ülkede milyonlarca insan televizyon başında yerini almış, Orkut Stüdyosundaki heyecan ise had safhaya varmıştı. Dananın kuyruğu kopacak, 1975 yılında yaşadığımız hezimeti bize unutturacağını umduğumuz şarkı, birkaç saat içerisinde belli olacaktı.

Onca gürültü patırtıya, dedikodulara ve tartışmalara rağmen büyük final gelmiş çatmıştı işte. Saatler 20:40’ı vurduğunda kameralar çalıştı ve naklen yayın ülkenin dört bir yanında izlenmeye başladı.
DEVAM EDECEK
GELECEK BÖLÜM: "VİCDAN MI CÜZDAN MI?"
Published on April 05, 2020 14:22
March 29, 2020
Sadece Türkçe
Seninle Üç Dakika
1978 - 1. Bölüm
Yedek Liste
1977 yılının haziran ayında bir süredir siyaset kulislerinin meydan savaşına dönüşen TRT Genel Müdürlüğü krizi, Şaban Karataş’ın görevden alınıp yerine 1970 yılından beri TRT Genel Müdürlüğü İdari ve Mali Yardımcılığı görevinde bulunan Cengiz Taşer’in vekaleten atanmasıyla yeni bir dönemece girecekti.
Cengiz Taşer
Bu görevlendirmeden bir süre sonra daha önce görevden alınan Televizyon Daire Başkanı Yılmaz Dağdeviren için Danıştay’ın verdiği göreve iade kararı uygulanacaktı. Dağdeviren tekrar koltuğuna oturduktan kısa bir süre sonra yaptığı basın toplantısında 1978 yılı Eurovision Şarkı Yarışması’na katılmak üzere EBU’ya derhal başvuruda bulunacaklarını da açıkladı. Takvimler 30 Temmuz 1977 gününü gösteriyordu.
1 Ağustos 1977 tarihli Hey dergisi TV Magazin eki haberi.
Ne var ki bu kararın Avrupa Yayın Birliği tarafından onaylanması için bir hayli çaba sarf edilmesi gerekecekti. O yıllarda yarışma şartnamesi katılabilecek ülke sayısını 20 ile sınırlandırıyordu. Bir önceki yıl katılan bütün ülkeler öncelikli olarak katılma hakkına sahipti. 1977 yılında yarışan 18 ülkenin tamamının yarışmaya katılması durumunda sadece iki ülkenin daha 1978 yarışmasına katılma şansı vardı ki bu noktada hazırlanmış yedek liste devreye girecekti. Resmi başvurusunu bir hayli geç yapan Türkiye yedek listede, Danimarka, Yugoslavya ve Tunus’tan sonra dördüncü sırada yer alıyordu.
12 Eylül 1977 tarihli Hey dergisi TV Magazin eki haberi.
Türkiye’nin yarışmaya katılıp katılmayacağı kesinleşmemiş olsa da TRT yönetimi Eylül ayında yarışma şartnamesini yayımladı ve duyuruyu yaptı. Buna göre yarışmaya katılmak isteyenler en geç 1 Aralık 1977 gününe kadar eserlerini teslim edeceklerdi. Zaman darlığı nedeniyle süreç hızlı işleyecek, bu nedenle de ilk elemeyi ve yarı finale kalacak eserleri TRT tarafından oluşturulan Seçici Kurul belirleyecek, finalde de aynı kurul Türkiye’yi temsil edecek eseri belirleyecek, 1975 yılında olduğu gibi ayrıca bir halk oylaması yapılmayacaktı. TRT yönetimi oluşturulacak Seçici Kurul için de 5 asil 5 de yedek üye belirlemişti. Yarışmanın TRT içindeki görevlileri olarak ise tıpkı 1975 yılında olduğu gibi yine yönetmen İskender Salgırlı ve mali işlerden sorumlu olmak üzere Erol Okman tayin edilmişti.
3 Ekim 1977 tarihli Hey dergisi TV Magazin eki haberi.
Şartnamenin yayımlanması ile birlikte müzik dünyası hareketlenmiş, besteciler, söz yazarları ve şarkıcılar arasında hummalı bir trafik başlamıştı. Televizyon Daire Başkanı Yılmaz Dağdeviren ekibiyle birlikte, 25 ve 26 Ekim tarihlerinde Cenevre’de yapılan Avrupa Yayın Birliği İcra Kurulu toplantısına için katıldı. Dağdeviren toplantılardan hemen sonra kendisiyle telefon yoluyla irtibata geçen TV’de 7 Gün dergisi muhabirine şu haberi verecekti: “Çetin bir kulis çalışmasından sonra Eurovision’a katılabiliyoruz. Şu anda bu konuda daha ayrıntılı bilgi vermem mümkün değil ama yirminci ülke, yani son ülke olarak yarışmaya katılabileceğiz.”
31 Ekim 1977 tarihli TV'de 7 Gün dergisi haberi.
Nitekim konunun ayrıntıları Yılmaz Dağdeviren’in Türkiye’ye dönüşü sonrası, 28 Ekim günü yaptığı basın toplantısında ortaya çıkacaktı. Yedek listedeki Danimarka ve Yugoslavya ile 20 ülke kontenjanı tamamlanmış, ancak Yugoslavya’nın katılmaktan vazgeçmesi üzerine Avrupa Yayın Birliği, Tunus ve Türkiye arasında bir seçim yapmak durumunda kalmıştı. Bu noktada TRT ekibinin kulis faaliyetleri ve birtakım teknik nedenler Türkiye’nin lehine karar alınmasını sağlamıştı. Yarışmaya kesin olarak katılıyorduk artık.
Sadece Türkçe
Yılmaz Dağdeviren
Cenevre’deki toplantıda, bir yıl önce alınmış bir karar da tekrar gündeme gelecek ve yarışmada her ülkenin kendi dili ile yarışması kuralı çıkan tartışmalar neticesi oylamaya sunulacaktı. Karar 10’a karşı 11 oyla alındı. Böylece ülkelerin sadece kendi resmi dillerinde yarışması bir kurala dönüştürülmüş oluyordu. Bu kuralın 1 oy farkla kabul edilmesinde TRT ekibinin verdiği 1 oyun da payı vardı. Böylece yıllar yılı sürüp gidecek Eurovision hezimetlerimizin başlıca nedenlerinden biri kabul edeceğimiz dil sorununu başımıza kendimiz musallat etmiş oluyorduk. Artık sadece Türkçe şarkılarla katılabilecektik.
31 Ekim 1977 tarihli TV'de 7 Gün dergisi haberi
Eurovision sadece bir şarkı yarışması olmanın ötesinde adeta bir milli dava, bir onur ve gurur meselesiydi Türkiye için. Hele ki ilk tecrübemizde sonuncu olmamız ve iki sene yarışmadan uzak kalmamız iyiden iyiye coşturmuştu milli duygularımızı. Yarışmaya dair olan biten her şeyi çok önemsiyorduk bu yüzden.
7 Kasım 1977 tarihli Hey dergisi haberi
Herhangi birisinin elemelere şarkı göndereceğini beyan etmesi bile haber oluyordu ve adını duyurma derdindeki isimsiz şarkıcı ve bestecilerden tutun da o günlerde müzik listelerinin zirvesinde gezinen isimlere kadar hemen herkes bu furyadan geri kalmamak için karınca kararınca bir şeyler ya yapıyor ya da yapmasa bile en azından yapacağını söylüyordu.
14 Kasım 1977 tarihli Hey dergisi haberi
Çıkan haberler içinde en dikkat çekeni hiç kuşkusuz Nükhet Duru ve Modern Folk Üçlüsü’nün yarışma için güç birliği yaptıkları yolundaki haberdi. Zaten çok sevilen ve ilgi gören Modern Folk Üçlüsü’nün o günlerde hem televizyon hem de sahnede yaptığı şovlarla göz dolduran Nükhet Duru’yla ortaklığı yarışmaya hazırlanan bir dolu ismin içine şimdiden kurt düşürmüştü bile.
3 Aralık 1977 tarihli Milliyet gazetesi haberi
Yarışma iki aşamada yapılacak, ilk elemede 12 eser finale bırakılacak, sonra bu sayı 6’ya indirilecek ve birinci olacak şarkı bu 6 finalist arasından seçilecekti. Yarışmaya şarkı gönderme süresi sona erdiğinde takvimler 1977 yılı aralık ayının ilk günlerini gösteriyordu. Tam 232 eser teslim edilmişti jüriye. Ve jürinin bu 232 şarkıyı tek tek dinleyip aralarından 12 tanesini seçmek için sadece 5 günü vardı.
3 Aralık 1977 tarihli Milliyet gazetesi haberi
Mithat Fenmen, Gürer Aykal, Selçuk Sun, Şerif Yüzbaşıoğlu ve Önder Bali’den oluşan beş kişilik jürinin yarı finale bıraktığı eserler 6 Aralık 1977 gecesi TRT’de yayınlanan “Eurovision İçin” adlı programda Bülent Özveren tarafından açıklandı. Açıklanan sıraya göre finalist şarkılar, şarkıcılar, söz yazarı ve besteciler şöyle sıralanıyordu:
Rumuz: “Gıcır”
Resmi açıklama yapılmadan önce TRT koridorlarında dolaşan fısıltılara göre yarışmaya gönderilen eserler arasında profesyoneller kadar amatörlerin de isimleri geçiyordu. Ancak finale kalanlara bakıldığında amatör isim sayısı epeyce azdı. Jürinin seçimini yaparken şarkılar hakkında bildiği tek şeyin rumuzlar olduğu göz önüne alınırsa, bunun bir tesadüf olduğunu söyleyebilmek de mümkündü.
7 Aralık 1977 tarihli Milliyet gazetesi haberi
Oysa bazı çevrelerde, amatör isimlerin maddi imkansızlıklar nedeniyle şarkılarını tek bir piyano eşliğinde seslendirdiği, profesyonellerinse ellerindeki imkanları sonuna kadar kullanarak, profesyonel kayıtlarla eserlerini hazırladıkları ve böylece daha en baştan avantajlı duruma geçtikleri konuşuluyordu. 1975 yılındaki şartname elemelere katılan bütün eserlerin tek bir piyanoyla seslendirilmesini zorunlu kılarak bu kural bu sene kaldırılmıştı. Üstelik ne kadar rumuz kullanılırsa kullanılsın, bazı seslerin, bazı beste ve aranjman stillerinin jüri üyelerine tanıdık gelmemesi de imkansızdı. Bu yarışmada tüm bunların farkına varılacak ve TRT yönetimi, sonraki yıllarda bu dedikoduların önünü alabilmek için başka başka taktikler deneyecekti.
Nükhet Duru
Beklenen olmuş, o yıllarda popüler müziğin en gözde isimlerinden biri olan Nükhet Duru, iki şarkıyla birden finale kalmıştı. Şarkılardan birini Modern Folk Üçlüsü’yle birlikte (Grup Anadolu Majör olarak), diğerini ise solo olarak seslendiriyordu.
Nükhet Duru ve Modern Folk Üçlüsü
Henüz ilk elemeyi geçenler açıklanmamışken bile finale kalacağına kesin gözle bakılan Nükhet Duru, ister istemez yarışma boyu en çok gündem konusu yapılan isimlerin başında gelecekti. Üstelik seslendireceği her iki şarkının bestecisi de (Cenk Taşkan ve Ali Kocatepe), pop müziğin önemli isimleriydi ve bunun da etkisiyle müzik çevreleri her iki şarkıya da daha dinlemeden şans tanımaya başlamışlardı.
Mehmet Teoman, Nükhet Duru ve Cenk Taşkan
Semiha Yankı’nın Türkiye’yi tek başına temsil ettiği 1975 yılındaki yarışmayı Hollandalı bir grubun kazanması, aynı şekilde 1977’de de Brotherhood Of Man grubunun birinciliği ve yarışmanın genelinde görülen grup hakimiyeti jüriyi de etkilemiş olacaktı ki 1978 Türkiye finaline seçilen şarkıların büyük kısmı gruplar tarafından seslendiriliyordu.
İskender Doğan, Ertan Anapa, Funda Anapa, Kerem Yılmazer, Esmeray ve Melike Demirağ
En az Modern Folk Üçlüsü ve Nükhet Duru kadar ilgi çekecek bir başka grup, popüler müziğin o günlerde çok gündemde olan altı şarkıcısı tarafından oluşturulmuştu. Melike Demirağ, İskender Doğan, Ertan Anapa, Funda Anapa, Esmeray ve Kerem Yılmazer’den kurulu bu grup (daha sonra Grup Sekstet olarak da anılacaklardı) epeyce güçlü görünüyordu.1975 yarışmasının hit şarkılarından biri olan “Delisin”de de imzası bulunan Atila Özdemiroğlu ve Şanar Yurdatapan o günlerin popüler müzik piyasasında azımsanmayacak bir etkiye sahipti ve tüm bunlar bu ekibin de şansının yüksek görülmesini sağlıyordu.
Dağhan Baydur, Olcayto Ahmet Tuğsuz, Zeynep Tuğsuz ve Nilüfer
Henüz çok genç olmasına rağmen büyük bir yıldız olma yolunda hızla ilerleyen Nilüfer ise, besteci Dağhan Baydur’un teklifiyle Grup Nazar ekibine son anda dâhil olmuştu. Grup Nazar, adını henüz kimsenin duymadığı ancak sonraki yıllarda özellikle Eurovision sayesinde sıklıkla duyacağı Olcayto Ahmet Tuğsuz’un yanı sıra Zeynep Tuğsuz ve Dağhan Baydur’dan oluşuyordu. 1975’de başına gelenlerden sonra bir daha yarışmaya katılmayı düşünmeyen Nilüfer, şarkıyı çok beğendiği için bu kararından caymış ve ilk elemeyi geçerek yarışmanın iddialı finalistlerden biri olmuştu.
Nilüfer
1975 yılındaki elemelerde epeyce fırtına estirmiş Ali Rıza Binboğa bu sene bir kez daha yarışmadaydı. Binboğa yarışmanın yapılacağını duyunca, yeni 33’lüğü için hazırladığı şarkılardan ikisini alelacele TRT’ye gönderecek, gönderdiği şarkılardan biriyle finale kaldığını öğrenince de “Bu yarışmaya katılmaya önceden karar verseydim, elimde birçok parça vardı. Daha güzellerini seçmeye çalışırdım. Haliyle o zaman da finalde daha etkili olurdum,” diyecekti.
Ali Rıza Binboğa
Hem 1975 finalinde yer alan, hem de 1978 ön elemelerini kazanan isimlerden biri de Cahit Oben’di. O da modaya uymuş, şarkısını solo seslendirmek yerine, kendi oluşturduğu bir grupla yarışmaya katılmayı uygun görmüştü. Yarışmada Cahit Oben’e Abdullah Özbayrakçıoğlu, Aydın Arkun ve Arzu Özkaraman’dan oluşan vokal grubu eşlik edecekti. O günlerde yaptığı iki 45’likle adından iyi kötü söz ettiren Arzu Özkaraman, yıllar sonra Eurovision’da Türkiye’yi iki kez temsil edecek Arzu Ece’den başkası değildi.
Arzu Özkaraman, Cahit Oben, Aydın Arkun ve Abdullah Özbayrakçıoğlu
Tüm ‘70’li yıllar boyunca ülke müzik piyasasına damgasını vuracak ve aranjman furyasına karşı yerli malı şarkılarla popüler müziğe yön verecek Melih Kibar ve Çiğdem Talu, o günlerde yeni yeni lanse etmeye çalıştıkları bir şarkıcıyla yarışacaklardı yarı finalde.
Melih Kibar, Çiğdem Talu ve Rezzan Yücel
O güne dek birkaç plak dolduran, daha sonra evlenip müziği bırakan ve bir süre sonra tekrar müziğe dönme kararı alan Rezzan Yücel, “Bu Gece”yle hem finalde şansını deneyecek hem de Eurovision Şarkı Yarışması Türkiye finallerinin popüler müzik klasikleri arasına sokacağı birkaç şarkıdan biri haline gelecek bu şarkıyla adını bütün ülkeye duyuracaktı.
Rezzan Yücel
O günlerin popüler erkek şarkıcılarından biri olan Aydın Tansel, kız kardeşi Şebgün’ün adını rumuz olarak kullandığı şarkısıyla hem besteci hem söz yazarı, hem de yorumcu olarak yarışacaktı 1978 Türkiye finalinde. Şarkısının ismi “Hiç Şansım Yok”tu ve Aydın Tansel finale kaldığını öğrenince, şarkısının ismine de gönderme yaparak, iddialı konuşmaktan çekindiğini açıklayacaktı.
Aydın Tansel
Jürinin finale bıraktığı şarkılar arasında en beğendiklerinden biri olduğu söylenen “Yaşamana Bak” adlı şarkı ise o günlerin bir başka popüler ismi Serpil Barlas tarafından seslendiriliyordu.
Serpil Barlas
Barlas’a eşlik eden İkinci Baskı adlı vokal grubu ise şarkının bestecisi olan Behiç Altındağ, kardeşi Levent Altındağ, Burçin Karataş ve Nilüfer Kutun’dan oluşuyordu.
Behiç Altındağ, Burçin Karataş, Nilüfer Kutun, Levent Altındağ
Grup Karma’yı oluşturan Galip Boransu, Cengiz Teoman ve Özkan Uğur yarı finalin çok fazla tanınmamış isimleri arasındaydılar. Grup olarak yaklaşık iki yıldır süren beraberliklerini, böylesi bir yarışmayla profesyonel bir platformda sergileyecek olmanın heyecanını taşıdıklarını söylüyorlardı.
Grup Karma
Yarı finalin en enteresan şarkılarından biri hiç kuşkusuz “Küçük Kız” olacaktı. 5 kişilik jürinin 5 günde 232 eser arasından ince eleyip sık dokuyarak seçtiği şarkılardan biri olan “Küçük Kız”, henüz 11 yaşındaki Ayça Oktay ve yaş ortalaması 8 olan dört çocuktan kurulu vokal grubu Elma Şekerleri tarafından seslendiriliyordu.
Ayça Oktay
Neresinden baksanız bir çocuk şarkısı olan bu şarkıyı, şarkının bestecisi Baha Boduroğlu, o günlerin popüler çizgi filmi “Gıcır’la Bıcır” dan esinlenerek “Gıcır” rumuzuyla yarışmaya göndermişti.
Ayça ve Elma Şekerleri
Elma Şekerleri’ni oluşturan çocuklardan ikisi, şarkının düzenlemesini yapan Ertuğrul Çayıroğlu’nun kızları Tülin ve Şebnem Çayıroğlu, bir diğeri o günlerde Baha Boduroğlu’yla evli olan Güzin Boduroğlu’nun kızı Aslı Gelenbe'ydi. Grubun tek erkek elemanı ise Tuğrul Dağcı’nın (Oktay Yurdatapan) yeğeni olan Taner Karataş’tı.
Baha Boduroğlu, Aslı Gelenbe ve Güzin Boduroğlu
O yıl yarışmanın çok sevilen ama çok da tartışılan şarkılarından biri olacak “Küçük Kız”ı seslendiren bu minik şarkıcılar, kim bilir belki de ne yaptıklarının, neyin içinde olduklarının bile farkında olmadan gelip geçeceklerdi Eurovision Türkiye tarihinden.
Cengiz Orçun
Yarışmanın adı sanı pek duyulmamış, iddiasız isimlerinden biri de Cengiz Orçun’du. Yarışma sonuçlarının açıklanmasından birkaç ay önce solo bir programla televizyona çıkıp adından söz ettirmişti ettirmesine ama şarkıların tanıtımlarının yayınlandığı gün sunucu Bülent Özveren bile “Adını hiç duymadım, amatör biri olsa gerek,” diyerek anons edecekti Cengiz Orçun’u. Görme engelli (o günlerde kullanılan tabirle "âmâ") bir müzisyen olan Cengiz Orçun, gazetelerde de şarkısından ziyade bu nedenle haber konusu edilecekti.
24 Aralık 1977 tarihli Milliyet gazetesi haberi Ülkede siyasi kutuplaşmaların ve beraberinde gelen anarşi olaylarının her gün manşetlere çıktığı o günlerde halk evlerine kapanmış, 70’lerin ilk yarısını ihtişamla geçiren sinema ve gazinolar, salonlarını tekrar doldurabilmek için ellerinde kalan tek kozu, seks unsurunu kullanmaya başlamışlardı.
Orta halli müşterisini ve aileleri kaybeden gazinolar, sesin değil görüntünün yükselen değer olduğu kadrolarla ayakta kalmaya çabalarken, sinema işletmecileri hala açık kalabilen salonlarda erotik filmlerle hasılat yapmaya çalışıyorlardı.
Halkın tek eğlencesi televizyondu artık. Hiç bilmediğimiz, görmediğimiz dünyalarla, hayatlarla bizi tanıştıran, dünyanın dört bucağını evimize taşıyan televizyonu, topyekûn ve süratle yaşayacağımız bir değişimin en önemli sebebi olacağından habersiz, evlerimizin baş köşelerine konuk ettiğimiz, üzerine dantel örtüler serip, gözümüzden sakındığımız o günlerde, ekrandan bize sunulan her şeyi ama her şeyi çok önemsiyorduk şüphesiz.
Belgeselinden eğlencesine, sporundan filmine, beyaz camdan odalarımıza dolan her görüntü, her ses, mutlaka hafızamıza yer ediyordu. Ekranda görünen herkesin, sunucuların, spikerlerin, şarkıcıların, hatta hiç ekrana çıkmayan, sadece kamera gerisinde çalışan TRT görevlilerinin bile gazete ve dergilere sayfalar dolusu haber yapılması, kapak olması boşuna değildi.
Bu derece önemsediğimiz, hayatlarımızda yer verdiğimiz televizyon, zaten enerji tasarrufu nedeniyle günde 4 saate düşürülmüş yayını esnasında müziğe, hele ki popüler müziğe o kadar az veriyordu ki, Eurovision Şarkı Yarışması, ülkedeki birçok pop müzik meraklısı için adeta bir şenlikti. Nitekim şimdi herkes 16 Aralık gecesi ekrana gelecek finalist şarkıları bekliyordu heyecanla.
DEVAM EDECEK
GELECEK BÖLÜM: "DÜNYAYA BİZİ HAYVAN DİYE İLAN EDEMEZLER!"
1978 - 1. Bölüm
Yedek Liste

1977 yılının haziran ayında bir süredir siyaset kulislerinin meydan savaşına dönüşen TRT Genel Müdürlüğü krizi, Şaban Karataş’ın görevden alınıp yerine 1970 yılından beri TRT Genel Müdürlüğü İdari ve Mali Yardımcılığı görevinde bulunan Cengiz Taşer’in vekaleten atanmasıyla yeni bir dönemece girecekti.

Bu görevlendirmeden bir süre sonra daha önce görevden alınan Televizyon Daire Başkanı Yılmaz Dağdeviren için Danıştay’ın verdiği göreve iade kararı uygulanacaktı. Dağdeviren tekrar koltuğuna oturduktan kısa bir süre sonra yaptığı basın toplantısında 1978 yılı Eurovision Şarkı Yarışması’na katılmak üzere EBU’ya derhal başvuruda bulunacaklarını da açıkladı. Takvimler 30 Temmuz 1977 gününü gösteriyordu.

Ne var ki bu kararın Avrupa Yayın Birliği tarafından onaylanması için bir hayli çaba sarf edilmesi gerekecekti. O yıllarda yarışma şartnamesi katılabilecek ülke sayısını 20 ile sınırlandırıyordu. Bir önceki yıl katılan bütün ülkeler öncelikli olarak katılma hakkına sahipti. 1977 yılında yarışan 18 ülkenin tamamının yarışmaya katılması durumunda sadece iki ülkenin daha 1978 yarışmasına katılma şansı vardı ki bu noktada hazırlanmış yedek liste devreye girecekti. Resmi başvurusunu bir hayli geç yapan Türkiye yedek listede, Danimarka, Yugoslavya ve Tunus’tan sonra dördüncü sırada yer alıyordu.

Türkiye’nin yarışmaya katılıp katılmayacağı kesinleşmemiş olsa da TRT yönetimi Eylül ayında yarışma şartnamesini yayımladı ve duyuruyu yaptı. Buna göre yarışmaya katılmak isteyenler en geç 1 Aralık 1977 gününe kadar eserlerini teslim edeceklerdi. Zaman darlığı nedeniyle süreç hızlı işleyecek, bu nedenle de ilk elemeyi ve yarı finale kalacak eserleri TRT tarafından oluşturulan Seçici Kurul belirleyecek, finalde de aynı kurul Türkiye’yi temsil edecek eseri belirleyecek, 1975 yılında olduğu gibi ayrıca bir halk oylaması yapılmayacaktı. TRT yönetimi oluşturulacak Seçici Kurul için de 5 asil 5 de yedek üye belirlemişti. Yarışmanın TRT içindeki görevlileri olarak ise tıpkı 1975 yılında olduğu gibi yine yönetmen İskender Salgırlı ve mali işlerden sorumlu olmak üzere Erol Okman tayin edilmişti.

Şartnamenin yayımlanması ile birlikte müzik dünyası hareketlenmiş, besteciler, söz yazarları ve şarkıcılar arasında hummalı bir trafik başlamıştı. Televizyon Daire Başkanı Yılmaz Dağdeviren ekibiyle birlikte, 25 ve 26 Ekim tarihlerinde Cenevre’de yapılan Avrupa Yayın Birliği İcra Kurulu toplantısına için katıldı. Dağdeviren toplantılardan hemen sonra kendisiyle telefon yoluyla irtibata geçen TV’de 7 Gün dergisi muhabirine şu haberi verecekti: “Çetin bir kulis çalışmasından sonra Eurovision’a katılabiliyoruz. Şu anda bu konuda daha ayrıntılı bilgi vermem mümkün değil ama yirminci ülke, yani son ülke olarak yarışmaya katılabileceğiz.”

Nitekim konunun ayrıntıları Yılmaz Dağdeviren’in Türkiye’ye dönüşü sonrası, 28 Ekim günü yaptığı basın toplantısında ortaya çıkacaktı. Yedek listedeki Danimarka ve Yugoslavya ile 20 ülke kontenjanı tamamlanmış, ancak Yugoslavya’nın katılmaktan vazgeçmesi üzerine Avrupa Yayın Birliği, Tunus ve Türkiye arasında bir seçim yapmak durumunda kalmıştı. Bu noktada TRT ekibinin kulis faaliyetleri ve birtakım teknik nedenler Türkiye’nin lehine karar alınmasını sağlamıştı. Yarışmaya kesin olarak katılıyorduk artık.
Sadece Türkçe

Cenevre’deki toplantıda, bir yıl önce alınmış bir karar da tekrar gündeme gelecek ve yarışmada her ülkenin kendi dili ile yarışması kuralı çıkan tartışmalar neticesi oylamaya sunulacaktı. Karar 10’a karşı 11 oyla alındı. Böylece ülkelerin sadece kendi resmi dillerinde yarışması bir kurala dönüştürülmüş oluyordu. Bu kuralın 1 oy farkla kabul edilmesinde TRT ekibinin verdiği 1 oyun da payı vardı. Böylece yıllar yılı sürüp gidecek Eurovision hezimetlerimizin başlıca nedenlerinden biri kabul edeceğimiz dil sorununu başımıza kendimiz musallat etmiş oluyorduk. Artık sadece Türkçe şarkılarla katılabilecektik.

Eurovision sadece bir şarkı yarışması olmanın ötesinde adeta bir milli dava, bir onur ve gurur meselesiydi Türkiye için. Hele ki ilk tecrübemizde sonuncu olmamız ve iki sene yarışmadan uzak kalmamız iyiden iyiye coşturmuştu milli duygularımızı. Yarışmaya dair olan biten her şeyi çok önemsiyorduk bu yüzden.

Herhangi birisinin elemelere şarkı göndereceğini beyan etmesi bile haber oluyordu ve adını duyurma derdindeki isimsiz şarkıcı ve bestecilerden tutun da o günlerde müzik listelerinin zirvesinde gezinen isimlere kadar hemen herkes bu furyadan geri kalmamak için karınca kararınca bir şeyler ya yapıyor ya da yapmasa bile en azından yapacağını söylüyordu.

Çıkan haberler içinde en dikkat çekeni hiç kuşkusuz Nükhet Duru ve Modern Folk Üçlüsü’nün yarışma için güç birliği yaptıkları yolundaki haberdi. Zaten çok sevilen ve ilgi gören Modern Folk Üçlüsü’nün o günlerde hem televizyon hem de sahnede yaptığı şovlarla göz dolduran Nükhet Duru’yla ortaklığı yarışmaya hazırlanan bir dolu ismin içine şimdiden kurt düşürmüştü bile.

Yarışma iki aşamada yapılacak, ilk elemede 12 eser finale bırakılacak, sonra bu sayı 6’ya indirilecek ve birinci olacak şarkı bu 6 finalist arasından seçilecekti. Yarışmaya şarkı gönderme süresi sona erdiğinde takvimler 1977 yılı aralık ayının ilk günlerini gösteriyordu. Tam 232 eser teslim edilmişti jüriye. Ve jürinin bu 232 şarkıyı tek tek dinleyip aralarından 12 tanesini seçmek için sadece 5 günü vardı.

Mithat Fenmen, Gürer Aykal, Selçuk Sun, Şerif Yüzbaşıoğlu ve Önder Bali’den oluşan beş kişilik jürinin yarı finale bıraktığı eserler 6 Aralık 1977 gecesi TRT’de yayınlanan “Eurovision İçin” adlı programda Bülent Özveren tarafından açıklandı. Açıklanan sıraya göre finalist şarkılar, şarkıcılar, söz yazarı ve besteciler şöyle sıralanıyordu:

Rumuz: “Gıcır”
Resmi açıklama yapılmadan önce TRT koridorlarında dolaşan fısıltılara göre yarışmaya gönderilen eserler arasında profesyoneller kadar amatörlerin de isimleri geçiyordu. Ancak finale kalanlara bakıldığında amatör isim sayısı epeyce azdı. Jürinin seçimini yaparken şarkılar hakkında bildiği tek şeyin rumuzlar olduğu göz önüne alınırsa, bunun bir tesadüf olduğunu söyleyebilmek de mümkündü.

Oysa bazı çevrelerde, amatör isimlerin maddi imkansızlıklar nedeniyle şarkılarını tek bir piyano eşliğinde seslendirdiği, profesyonellerinse ellerindeki imkanları sonuna kadar kullanarak, profesyonel kayıtlarla eserlerini hazırladıkları ve böylece daha en baştan avantajlı duruma geçtikleri konuşuluyordu. 1975 yılındaki şartname elemelere katılan bütün eserlerin tek bir piyanoyla seslendirilmesini zorunlu kılarak bu kural bu sene kaldırılmıştı. Üstelik ne kadar rumuz kullanılırsa kullanılsın, bazı seslerin, bazı beste ve aranjman stillerinin jüri üyelerine tanıdık gelmemesi de imkansızdı. Bu yarışmada tüm bunların farkına varılacak ve TRT yönetimi, sonraki yıllarda bu dedikoduların önünü alabilmek için başka başka taktikler deneyecekti.

Beklenen olmuş, o yıllarda popüler müziğin en gözde isimlerinden biri olan Nükhet Duru, iki şarkıyla birden finale kalmıştı. Şarkılardan birini Modern Folk Üçlüsü’yle birlikte (Grup Anadolu Majör olarak), diğerini ise solo olarak seslendiriyordu.

Henüz ilk elemeyi geçenler açıklanmamışken bile finale kalacağına kesin gözle bakılan Nükhet Duru, ister istemez yarışma boyu en çok gündem konusu yapılan isimlerin başında gelecekti. Üstelik seslendireceği her iki şarkının bestecisi de (Cenk Taşkan ve Ali Kocatepe), pop müziğin önemli isimleriydi ve bunun da etkisiyle müzik çevreleri her iki şarkıya da daha dinlemeden şans tanımaya başlamışlardı.

Semiha Yankı’nın Türkiye’yi tek başına temsil ettiği 1975 yılındaki yarışmayı Hollandalı bir grubun kazanması, aynı şekilde 1977’de de Brotherhood Of Man grubunun birinciliği ve yarışmanın genelinde görülen grup hakimiyeti jüriyi de etkilemiş olacaktı ki 1978 Türkiye finaline seçilen şarkıların büyük kısmı gruplar tarafından seslendiriliyordu.

En az Modern Folk Üçlüsü ve Nükhet Duru kadar ilgi çekecek bir başka grup, popüler müziğin o günlerde çok gündemde olan altı şarkıcısı tarafından oluşturulmuştu. Melike Demirağ, İskender Doğan, Ertan Anapa, Funda Anapa, Esmeray ve Kerem Yılmazer’den kurulu bu grup (daha sonra Grup Sekstet olarak da anılacaklardı) epeyce güçlü görünüyordu.1975 yarışmasının hit şarkılarından biri olan “Delisin”de de imzası bulunan Atila Özdemiroğlu ve Şanar Yurdatapan o günlerin popüler müzik piyasasında azımsanmayacak bir etkiye sahipti ve tüm bunlar bu ekibin de şansının yüksek görülmesini sağlıyordu.

Henüz çok genç olmasına rağmen büyük bir yıldız olma yolunda hızla ilerleyen Nilüfer ise, besteci Dağhan Baydur’un teklifiyle Grup Nazar ekibine son anda dâhil olmuştu. Grup Nazar, adını henüz kimsenin duymadığı ancak sonraki yıllarda özellikle Eurovision sayesinde sıklıkla duyacağı Olcayto Ahmet Tuğsuz’un yanı sıra Zeynep Tuğsuz ve Dağhan Baydur’dan oluşuyordu. 1975’de başına gelenlerden sonra bir daha yarışmaya katılmayı düşünmeyen Nilüfer, şarkıyı çok beğendiği için bu kararından caymış ve ilk elemeyi geçerek yarışmanın iddialı finalistlerden biri olmuştu.

1975 yılındaki elemelerde epeyce fırtına estirmiş Ali Rıza Binboğa bu sene bir kez daha yarışmadaydı. Binboğa yarışmanın yapılacağını duyunca, yeni 33’lüğü için hazırladığı şarkılardan ikisini alelacele TRT’ye gönderecek, gönderdiği şarkılardan biriyle finale kaldığını öğrenince de “Bu yarışmaya katılmaya önceden karar verseydim, elimde birçok parça vardı. Daha güzellerini seçmeye çalışırdım. Haliyle o zaman da finalde daha etkili olurdum,” diyecekti.

Hem 1975 finalinde yer alan, hem de 1978 ön elemelerini kazanan isimlerden biri de Cahit Oben’di. O da modaya uymuş, şarkısını solo seslendirmek yerine, kendi oluşturduğu bir grupla yarışmaya katılmayı uygun görmüştü. Yarışmada Cahit Oben’e Abdullah Özbayrakçıoğlu, Aydın Arkun ve Arzu Özkaraman’dan oluşan vokal grubu eşlik edecekti. O günlerde yaptığı iki 45’likle adından iyi kötü söz ettiren Arzu Özkaraman, yıllar sonra Eurovision’da Türkiye’yi iki kez temsil edecek Arzu Ece’den başkası değildi.

Tüm ‘70’li yıllar boyunca ülke müzik piyasasına damgasını vuracak ve aranjman furyasına karşı yerli malı şarkılarla popüler müziğe yön verecek Melih Kibar ve Çiğdem Talu, o günlerde yeni yeni lanse etmeye çalıştıkları bir şarkıcıyla yarışacaklardı yarı finalde.

O güne dek birkaç plak dolduran, daha sonra evlenip müziği bırakan ve bir süre sonra tekrar müziğe dönme kararı alan Rezzan Yücel, “Bu Gece”yle hem finalde şansını deneyecek hem de Eurovision Şarkı Yarışması Türkiye finallerinin popüler müzik klasikleri arasına sokacağı birkaç şarkıdan biri haline gelecek bu şarkıyla adını bütün ülkeye duyuracaktı.

O günlerin popüler erkek şarkıcılarından biri olan Aydın Tansel, kız kardeşi Şebgün’ün adını rumuz olarak kullandığı şarkısıyla hem besteci hem söz yazarı, hem de yorumcu olarak yarışacaktı 1978 Türkiye finalinde. Şarkısının ismi “Hiç Şansım Yok”tu ve Aydın Tansel finale kaldığını öğrenince, şarkısının ismine de gönderme yaparak, iddialı konuşmaktan çekindiğini açıklayacaktı.

Jürinin finale bıraktığı şarkılar arasında en beğendiklerinden biri olduğu söylenen “Yaşamana Bak” adlı şarkı ise o günlerin bir başka popüler ismi Serpil Barlas tarafından seslendiriliyordu.

Barlas’a eşlik eden İkinci Baskı adlı vokal grubu ise şarkının bestecisi olan Behiç Altındağ, kardeşi Levent Altındağ, Burçin Karataş ve Nilüfer Kutun’dan oluşuyordu.

Grup Karma’yı oluşturan Galip Boransu, Cengiz Teoman ve Özkan Uğur yarı finalin çok fazla tanınmamış isimleri arasındaydılar. Grup olarak yaklaşık iki yıldır süren beraberliklerini, böylesi bir yarışmayla profesyonel bir platformda sergileyecek olmanın heyecanını taşıdıklarını söylüyorlardı.

Yarı finalin en enteresan şarkılarından biri hiç kuşkusuz “Küçük Kız” olacaktı. 5 kişilik jürinin 5 günde 232 eser arasından ince eleyip sık dokuyarak seçtiği şarkılardan biri olan “Küçük Kız”, henüz 11 yaşındaki Ayça Oktay ve yaş ortalaması 8 olan dört çocuktan kurulu vokal grubu Elma Şekerleri tarafından seslendiriliyordu.

Neresinden baksanız bir çocuk şarkısı olan bu şarkıyı, şarkının bestecisi Baha Boduroğlu, o günlerin popüler çizgi filmi “Gıcır’la Bıcır” dan esinlenerek “Gıcır” rumuzuyla yarışmaya göndermişti.

Elma Şekerleri’ni oluşturan çocuklardan ikisi, şarkının düzenlemesini yapan Ertuğrul Çayıroğlu’nun kızları Tülin ve Şebnem Çayıroğlu, bir diğeri o günlerde Baha Boduroğlu’yla evli olan Güzin Boduroğlu’nun kızı Aslı Gelenbe'ydi. Grubun tek erkek elemanı ise Tuğrul Dağcı’nın (Oktay Yurdatapan) yeğeni olan Taner Karataş’tı.

O yıl yarışmanın çok sevilen ama çok da tartışılan şarkılarından biri olacak “Küçük Kız”ı seslendiren bu minik şarkıcılar, kim bilir belki de ne yaptıklarının, neyin içinde olduklarının bile farkında olmadan gelip geçeceklerdi Eurovision Türkiye tarihinden.

Yarışmanın adı sanı pek duyulmamış, iddiasız isimlerinden biri de Cengiz Orçun’du. Yarışma sonuçlarının açıklanmasından birkaç ay önce solo bir programla televizyona çıkıp adından söz ettirmişti ettirmesine ama şarkıların tanıtımlarının yayınlandığı gün sunucu Bülent Özveren bile “Adını hiç duymadım, amatör biri olsa gerek,” diyerek anons edecekti Cengiz Orçun’u. Görme engelli (o günlerde kullanılan tabirle "âmâ") bir müzisyen olan Cengiz Orçun, gazetelerde de şarkısından ziyade bu nedenle haber konusu edilecekti.


Orta halli müşterisini ve aileleri kaybeden gazinolar, sesin değil görüntünün yükselen değer olduğu kadrolarla ayakta kalmaya çabalarken, sinema işletmecileri hala açık kalabilen salonlarda erotik filmlerle hasılat yapmaya çalışıyorlardı.

Halkın tek eğlencesi televizyondu artık. Hiç bilmediğimiz, görmediğimiz dünyalarla, hayatlarla bizi tanıştıran, dünyanın dört bucağını evimize taşıyan televizyonu, topyekûn ve süratle yaşayacağımız bir değişimin en önemli sebebi olacağından habersiz, evlerimizin baş köşelerine konuk ettiğimiz, üzerine dantel örtüler serip, gözümüzden sakındığımız o günlerde, ekrandan bize sunulan her şeyi ama her şeyi çok önemsiyorduk şüphesiz.

Belgeselinden eğlencesine, sporundan filmine, beyaz camdan odalarımıza dolan her görüntü, her ses, mutlaka hafızamıza yer ediyordu. Ekranda görünen herkesin, sunucuların, spikerlerin, şarkıcıların, hatta hiç ekrana çıkmayan, sadece kamera gerisinde çalışan TRT görevlilerinin bile gazete ve dergilere sayfalar dolusu haber yapılması, kapak olması boşuna değildi.

Bu derece önemsediğimiz, hayatlarımızda yer verdiğimiz televizyon, zaten enerji tasarrufu nedeniyle günde 4 saate düşürülmüş yayını esnasında müziğe, hele ki popüler müziğe o kadar az veriyordu ki, Eurovision Şarkı Yarışması, ülkedeki birçok pop müzik meraklısı için adeta bir şenlikti. Nitekim şimdi herkes 16 Aralık gecesi ekrana gelecek finalist şarkıları bekliyordu heyecanla.
DEVAM EDECEK
GELECEK BÖLÜM: "DÜNYAYA BİZİ HAYVAN DİYE İLAN EDEMEZLER!"
Published on March 29, 2020 07:16
March 26, 2020
Başlarım Sektörün Çarkına!

Corona virüs tüm dünyayı altüst etti, çok acayip günler yaşıyoruz. İnsanoğlu eninde sonunda bu musibetin de üstesinden gelecek muhakkak ama nasıl ve ne zaman onu henüz bilmiyoruz. Şu kadarcık karantinada bile tepetakla olduk, bildiğimiz tüm dengeler bozuldu. Daha da bozulacağa benzer.

Türkiye’de müzik sektörünün sorunları Corona’dan çok önce baş göstermeye başlamıştı aslında ama Corona ile ayyuka çıktı. Sorundan fazlası var artık. Sektör neredeyse durma noktasına geldi.

Deniyor ki en ufak bir vakada önce konserler iptal oluyor. Doğru ama tek başına bir sebep değil bu. Mesele çok daha derin.
Mesele her şeyden önce sektörün üç beş, on konser iptaliyle sekteye uğrayabilecek kadar kırılgan olması.
Mesele sektörü ayakta tutacak çarkın nicedir dönmez hale gelmesi.

Peki bunda sadece dış etkenler mi pay sahibi? Yoksa sektör en çok kendi kendine mi zarar verdi / veriyor?
Evet mesele derin… Yazmakla, irdelemekle bitmez. Dilimin döndüğünce ucundan tutmaya çalışacağım. Üstünü tamamlayacak çok kişi çıkacaktır muhakkak.
Şarkıların dinlenme ve sevilme kriterlerini sadece dijital platformların kerameti kendinden menkul sayısal verilerine indirgemiş durumdayız uzun zamandır. Bizim büyük yanılgımız tam da burada başlıyor. Çünkü o sayılar sektör için parasal girdiden çok gider demek büyük oranda; bunu hepimiz biliyoruz.

Nitekim o büyük büyük izlenmiş, dinlenmiş, tıklanmış şarkıların biri bile zamanında “hit” olmuş şarkıların yarattığı maddi ve manevi ve de uzun yıllara yayılmış efektin yanından yöresinden geçemiyor.

Sözgelimi Melih Kibar’ın “Her Şey Seninle Güzel”, “Sevdan Olmasa” ya da “Hababam Sınıfı” bestelerinden her birinin kaç reklam filminde, kampanyada, etkinlikte kullanıldığını saymak zor. Melih Kibar öleli 15 yıl oldu ama besteleri hâlâ ailesine, şarkı sözü yazarına, yerine göre şarkıyı söyleyenine ve ilgili meslek birliklerine (dolayısıyla sektöre) para kazandırıyor. Aynı şeyi yine sözgelimi, bir Reynmen şarkısının yapabileceğini düşünüyor musunuz uzun vadede?

Bir müzisyen ya da müzikten para kazanma derdindeki her kimse, “Başlarım sektörün çarkına!” deyip de sadece kendi çarkını (onu da taşıma suyla) döndürmeye çalıştıkça, o çark eninde sonunda durur; kanun budur.

Üstelik müziğin müzisyenler ve sektör çalışanları için bir geçim kaynağı olduğu gerçeğini bilmeyen bir kuşak var tam karşımızda. Kullandığımız internetin, sosyal medyanın öbür ucunda duruyorlar ve her şeye bedelsiz ulaşmak istiyorlar. Buna onları biraz da biz alıştırdık.

Mesela bana “Bergen kitabınızı ‘blog’unuzda yayımlarsanız daha çok okuyucuya ulaşır,” diye mesaj gelmişliği vardır. Peki ben ne yaptım? Yıllar önce yazıp bir köşeye koyduğum Eurovision kitabımı geçenlerde ‘blog’umda yayımlamaya başladım. Niye? “Amaaan kim uğraşacak şimdi yayıneviyle bilmem neyle?” deyiverdim günün birinde. Kısa sürede ve sıcak etkileşim almak cazip geldi.

Aynı şeyi müzisyenler de yaptı, yapıyor. Canlı yayınlar, bitmemiş ya da bitmiş şarkıları bilâbedel paylaşmalar, ücretsiz erişebildiğimiz YouTube kanalları filan müzisyenlerin üretme coşkusu, adrenali ile kısa yoldan alkış duyma dürtülerinin sonucu değil mi? Güzel şeyler bunlar ama uzun vadede getirisi ne?

YouTube’dan izlemek varken bilet alıp, kalkıp gidip konser izlemeyi tercih edecek dinleyici / izleyici sayısını arttırır mı azaltır mı bu işler? Belki kanalınıza sponsor bulup çarkınızı döndürürsünüz ama o sadece sizin çarkınız olur yine. Konser mekânından, garsonundan, gazozcusundan, organizasyon firmasından ve dahası müzisyeninden tasarruf (ya da zarar) edense içinde bulunduğunuz sektör olur.

Benzer bir şekilde genellikle belediyelerin, zaman zaman alışveriş merkezlerinin filan da organize ettiği bedava halk konserleri de iyi hoş gibi görünen ama uzun dönemde sektöre büyük zarar veren bir furya oldu ve halen olmaya devam ediyor.
Temiz kaşe, trink para, bilet sattın satmadın derdi yok, şahane. Ama zaten konsere gitmek hiçbir zaman bir ihtiyaç kabul edilmemiş bir ülkede bir kere bedava izlediğini ikincide para vererek izleyecek kaç kişi bulabilirsiniz?

Bu konserler doğal olarak hıncahınç olunca marifetmiş gibi gururla paylaşanlar kendi ayaklarına sıktıkları gerçeğini görmezden geldiler hep. Herkes kendi gemisini yürütmeye, birkaç belediye konserini kapatmaya çalıştı. O noktada siyasi tercihler, yanaşmalar, yanlamalar çıktı ortaya. Sektör bir kez de bu yüzden cephelere bölündü. Oysa gerçekte kimsenin kendine ait bir gemisi yoktu. Herkes aynı gemideydi. Nitekim gemi su almaya başlayınca herkes birlikte batışa geçti.
Yıllarca söyledim, yazdım, çizdim… Müzikte ana akım olmazsa alternatif de olmaz, hayatta kalamaz. Ana akım olacak, ticari müzik olacak ki çarkı döndürsün; büyük çark dönerse küçükler de döner çünkü, bu kadar basittir.

“Kahrolsun ana akım, ölsün, bitsin!” diye bir şey yok. Biterse alternatif de biter. Kendi kendinize yaptığınız, küçük ya da orta ölçekli kitlelerle paylaştığınız bir hobiye dönüşür. Hayatınızı geçindirmez. Bugünün dünyasında, bu kapitalist düzende bu romantizmin bir karşılığı yok. Olmadığını hep birlikte görüyoruz şimdi. Ana akımın, popülerin, dile düşenin küçümsendiği, yok sayıldığı, liste dışı bırakıldığı her hal ve şart sektörün küçülmesini hızlandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır (buna şu veya bu şekilde hizmet edenlerin entelektüel tatmini dışında.)

En basitinden, beğenmediğiniz Demet Akalın ya da Deniz Seki gibi isimler tek başlarına İstanbul’da birer eğlence mekanının ayakta kalmasını sağlıyorsa bu, sektöre bir girdidir. Ya da kongre, bayi toplantısı gibi etkinliklerde sıklıkla sahneye çıkan belirli isimler ilk bakışta fark edilmese de sadece kendilerini değil, sektörün ışıkçısından sesçisine, enstrümanistinden organizatörüne dek birçok ayağını güçlendiriyordur aslında.

Ben dâhil hepimizin zaman zaman şikâyet ettiği, eleştirdiği, Harbiye ve benzeri büyük konser organizasyonlarında ya da festivallerde hep aynı isimlerin karşımıza çıkıyor olmasının da böyle bir yan etkisi vardır belki. Teoman’ın, Şebnem Ferah’ın, Duman’ın başı çekmediği bir “line-up”ın bilet satışını kaç kişi garantileyebilir ki? Ya da Tarkan gibi Sıla gibi kaç isim vardır yedi - sekiz konser ardı ardına verebilecek getirisi olan?

Sekiz gece Tarkan çıkacak ki bir gece Mabel Matiz çıksın. Yedi gece Sıla çıkacak ki bir gece Ceyl’an Ertem çıksın, çark dönsün. Hadi şu ara popüler bir "rap"çiye yedi gece versinler, beraber görelim sonucunu.

Bu ana akım şeysi azalarak bitsin çünkü hiç “cool” değil, tu kaka… Biz sadece bira içilen, ayakta durulan küçük küçük barlarda bir ağızdan alternatif alternatif şarkılar söyleyelim, tek bir gitar olsun “Akustik gibisi var mı yaeee?” dedikçe, küçük küçük paralarla döndürmeye çalıştığınız çark bir yerde durur, duracaktır.

Mesela bir şarkıcı tanıyorum ki ismini vermeyeceğim, on kişilik orkestrası olmadan hiçbir konsere hatta televizyon programına çıkmıyor kesinlikle. Ona göre kaşesini belirliyor ve kaşe düşsün diye müzisyenlerini feda etmiyor. Öyle ön saflarda, tuzu kuru isimlerden biri de değil üstelik. Çok net ve ahlaklı bir tavır ama bu tavrı kaç kişi gösterebiliyor ki başka?

İşin bu kısmına fazladan takılıyorum çünkü bizzat yaşayıp deneyimlediğim çok şey var. Bu kadar zengin ve çok renkli bir müzik skalasının olduğu bir ülkede yapımcıların, medyanın, şimdilerde dijital platformların o dönem hangi müzik türü ön plana çıkmışsa elinde tuzlukla hurra ona doğru üşüşmelerinin müzik sektörüne verdiği zarar çok büyük çünkü. Bu ülkede halk müziği bitmez, insanlar türküleri sevmekten hiç vazgeçmez. Arabesk ve alaturka ona keza.

Tangoyla, çiganla başlayan en elit düğün bile Ankara havasıyla biter. Bütün gece yabancı müzik çalan kulüpte sabaha karşı son bir saatte çalınan Türkçe pop şarkıları her zaman en çok eğlendiren olur. Gözlerimle gördüm, kulaklarımla duydum. Sayısız defa hem de.

Koca bir ülkenin farklı farklı bölgelerinde, farklı kültürel altyapıda yetişen ve yaşayan insanlarına neden tek tip müziği dayatmaya çalışır ki müzik sektörü? Bu şuna benziyor: Bu kış pırasa moda, hep beraber pırasa üretip satalım. Lahana mı? Ona rağbet yok. Üretmeyelim, satmayalım, satsak bile rafa koymayalım. Arayan bulsun sadece. Pırasa sevmeyenler de bir müddet lahana yemeyiversin!

Böyle aptalca bir yaklaşım olabilir mi? Vallahi oluyor. Spotify’a bakın, şu sıralar gazetelerde çıkan müzik yazılarına bakın, müzik yapımcılarının sosyal medyada paylaştıklarına bakın. Eskiden sadece lahana satanların hepsi şimdi sadece pırasa satıyor. Yarın sadece kabak satmayacaklarının da bir garantisi yok.

Meslek birliklerinin bile bir çatı altında birleşemediği, birleşmek ne kelime, kendi içlerinde kendilerine karşı savaşlar çıkardığı bir sektörde üzerine koyun bir de kendisinden başka kimsenin yaptığı işi beğenmeyenleri, birbirine köstek olanları, ayak kaydıranları filan…

Büyük lokmanın kavgası da büyük oluyor. Ya küçük lokmaya razı olanlar? Onlar da ceplerinden para verip kaydettikleri işlerini bir şekilde duyurmak, servis etmek, tanınırlık sağlamak, böylece en azından bir miktar kaşe arttırmak çabasıyla üç beş yapımcıya ya da mekân sahibine karşılıksız teslim olmuyorlar mı yıllardır? Çark orada da kırılıyor.

Artık hiçbir yapımcının, menajerin, organizatörün, mekân sahibinin uzun vadede kâr elde etmek için yatırım yapmak, strateji geliştirmek gibi bir gayesi, niyeti yok. Kısa günün kârını cebine koyuyor, sonra birlikte yola çıktığını ilk durakta bırakıyor, onu indirirken yerine bir yenisini alıyor. Geride öyle bir çöplük kalıyor ki ne kötüsü işe yarıyor ne iyisi.

Diyeceksiniz ki artık kimse plak şirketlerine mahkûm değil, doğrudan kendi hesabına işlerini servis edebiliyor. İyi hoş da oradaki enflasyon da ayrı bir sorun.

Neredeyse her gün bir şarkı yayımlayan (çoğunluğu bağımsız) nice müzisyen hem kendi yaptıkları işe hem de toplamda sektöre zarar veriyor çünkü. Bir şarkı değiştirmenin telefonun ekranına bir kez dokunmak kadar kolay olduğu bu zamanda, telefondan müzik dinleyen yaş aralığının sadakatsizliği, “yenisi gelsin”ciliği de bu kadar ortadayken bu bitmek bilmez iştahı doyurmaya çalışmanın sonu yok.

Bugün şarkı çıkaralım, yarın akustiğini yapalım, öbür gün “remix”ini salalım, aman o sırada YouTube’a da iki “cover” daha koyalım derken yarattığınız kuru kalabalığın içinde siz de kayboluyorsunuz sonra. Görünür olayım derken büsbütün görünmez oluyorsunuz.

Kimse kimsenin yeni albümünü / şarkısını heyecanla beklemiyor artık. Şarkıların /albümlerin yarattığı rüzgâr cumadan cumaya yön değiştiriyor. Bu yüzden de neredeyse hiçbiri ikinci haftayı göremiyor. Bu kadar fazla üretmenin doğal sonucu dinleyici bıkkınlığı olmuyor sadece; üreten için de yaratıcılık yoksunluğu ve kendini tekrarı kaçınılmaz bir biçimde beraberinde getiriyor.
Bunlar buz dağının görünen yüzü belki de sadece. Çok daha fazla detay var aslında. Mesela benim en çok kafamı kurcalayan meselelerden birisi: Canlı müzik yapan müzisyenlerin kaşesinde bir alt limit yok.

Bir mekân sahibi mekânında çalan bir müzisyene gecede 500 lira vermek istemezse, aynı enstrümanı 250 liraya, hatta 50 liraya çalan da bulabiliyor rahatlıkla. Sadece boğaz tokluğuna çalanı bulmak da mümkün. Bir alt limit yok çünkü müzisyenlerin haklarını koruyacak bir sendika, bir örgütlenme yok. Bu işler genellikle pazarlık usulüyle yürüyor.

Küçük mekanlar haftada bir gece kaşesi yüksek birini sahneye çıkardıysa, diğer geceler gelen müşteri sayısı aynı olsa bile düşük kaşeli müzisyen çalıştırarak diğerinden kaybettiği kârı ondan çıkarıyor. Yani bir nevi yüksek kaşeli müzisyenin kaşesini düşük kaşeli müzisyen ödüyor. Kimse de buna itiraz edemiyor. Çünkü bir tarife, bir kural ya da en azından ahlaki bir teamül yok.

Konu açılınca aklıma gelenleri biraz dağınık da olsa bir çırpıda yazıvermek istedim. Başta da dedim; mevzu derin. Her elemi, kederi bir yazıya sıkıştırmak biraz kafa karıştırıcı oldu, onun da farkındayım.

Her bir satır başı ayrı bir tartışma konusu aslında ama geçimini müzikten sağlayan zevatın bir kısmı ne vakit sadece kendisini değil, bütün bir sektörü dert eder, müzik meslek birlikleri iktidar savaşlarını ne vakit bitirir de bunlara kafa yormaya başlar orası meçhul. O vakte dek siz sağ ben selamet.
Published on March 26, 2020 09:07
Yavuz Hakan Tok's Blog
Yavuz Hakan Tok isn't a Goodreads Author
(yet),
but they
do have a blog,
so here are some recent posts imported from
their feed.
