Yavuz Hakan Tok's Blog, page 12
November 2, 2019
Günün Şarkısı 2 Kasım 2019
Muraz – “Sen Ve Ben”
Daha önce de yazmıştım, bir grubun üyesi olmak bir müzisyen için yaratıcılık alanının dışına çıkmayı bir miktar zora sokan bir şey. Kişisel olarak her şeyi deneyebilirsiniz ama grupların kimyası buna kolay izin vermeyebilir. Bu noktada grupla devam ederken solo işler de yapmayı deneyen çok müzisyen var. Kimileri solo işlerinde de grupla yaptığı müziğin yörüngesinde dolaşıyor, kimileri ise tamamen farklı sulara yelken açıyor.
Yıllardır Gripin üyesi olarak tanıdığımız, Gripin’in kimi şarkılarında da besteci, bazen de söz yazarı olarak imzasını gördüğümüz Murat Başdoğan ilk kez solo bir çalışmayla çıktı karşımıza. “Sen Ve Ben” adı verilmiş tekli geçtiğimiz günlerde Eğlence Fabrikası etiketiyle yayımlandı.
Teklide şarkının “Radio Edit”, “Extended Version” ve enstrümantal olmak üzere üç versiyonu var. Söz, müzik ve düzenlemeler Murat Başdoğan tarafından yapılmış. “Solo” tabirinin hakkını veren bir iş bu zira tamamen “self-made” bir çalışma, bir proje. Zaten Murat Başdoğan da Muraz ismini kullanarak bunun bir proje olduğunu altını çiziyor. Hazır rüştünü ispat etmiş, kitlesini kemikleştirmiş bir isme sahipken Murat Başdoğan, o ismin ve Gripin markasının arkasına sığınmak istememiş belli ki. Bu bir cesaret ve öte yandan da bir samimiyet göstergesi bence.
“Sen Ve Ben” Gripin müziğinden tamamen bağımsız olarak elektronik sularda seyreden, daha genç, daha dinamik, daha modern ve başka bir kitlenin ilgisini çekebilecek bir şarkı. Şu dönemde buna benzer çok iş yapılıyor olsa da bu işi benzerlerinden farklı kılan müzikal derinlik ve incelik, armonik yapı ve deneysel ses kullanımı ki kuşkusuz bu da Murat Başdoğan’ın bunca yıllık birikiminin bir yansıması. Her ne kadar basın bülteninde “doğu-batı sentezi” klişesi kullanılmış olsa da ortaya çıkan sonuç klişelerin ötesinden ses veriyor.

Daha önce de yazmıştım, bir grubun üyesi olmak bir müzisyen için yaratıcılık alanının dışına çıkmayı bir miktar zora sokan bir şey. Kişisel olarak her şeyi deneyebilirsiniz ama grupların kimyası buna kolay izin vermeyebilir. Bu noktada grupla devam ederken solo işler de yapmayı deneyen çok müzisyen var. Kimileri solo işlerinde de grupla yaptığı müziğin yörüngesinde dolaşıyor, kimileri ise tamamen farklı sulara yelken açıyor.

Yıllardır Gripin üyesi olarak tanıdığımız, Gripin’in kimi şarkılarında da besteci, bazen de söz yazarı olarak imzasını gördüğümüz Murat Başdoğan ilk kez solo bir çalışmayla çıktı karşımıza. “Sen Ve Ben” adı verilmiş tekli geçtiğimiz günlerde Eğlence Fabrikası etiketiyle yayımlandı.

Teklide şarkının “Radio Edit”, “Extended Version” ve enstrümantal olmak üzere üç versiyonu var. Söz, müzik ve düzenlemeler Murat Başdoğan tarafından yapılmış. “Solo” tabirinin hakkını veren bir iş bu zira tamamen “self-made” bir çalışma, bir proje. Zaten Murat Başdoğan da Muraz ismini kullanarak bunun bir proje olduğunu altını çiziyor. Hazır rüştünü ispat etmiş, kitlesini kemikleştirmiş bir isme sahipken Murat Başdoğan, o ismin ve Gripin markasının arkasına sığınmak istememiş belli ki. Bu bir cesaret ve öte yandan da bir samimiyet göstergesi bence.
“Sen Ve Ben” Gripin müziğinden tamamen bağımsız olarak elektronik sularda seyreden, daha genç, daha dinamik, daha modern ve başka bir kitlenin ilgisini çekebilecek bir şarkı. Şu dönemde buna benzer çok iş yapılıyor olsa da bu işi benzerlerinden farklı kılan müzikal derinlik ve incelik, armonik yapı ve deneysel ses kullanımı ki kuşkusuz bu da Murat Başdoğan’ın bunca yıllık birikiminin bir yansıması. Her ne kadar basın bülteninde “doğu-batı sentezi” klişesi kullanılmış olsa da ortaya çıkan sonuç klişelerin ötesinden ses veriyor.
Published on November 02, 2019 09:50
November 1, 2019
Günün Şarkısı 1 Kasım 2019
Utku Barış Andaç – “Bir Kadın Çizeceksin”

Utku Barış Andaç, küçük yaşlardan itibaren müzik eğitimi almaya başlamış ve konservatuarın müzik eğitimi bölümünden mezun olmuş. Aldığı derslerle keman konusunda icracı olarak kazandığı donanımı, çeşitli orkestralarda çalarak kazandığı donanımla perçinlemiş, bir dönem eğitmenlik de yapmış. Yaylı orkestralar için yazdığı kompozisyonlar ve yaptığı düzenlemelerin yanı sıra Anadolu Quartet ekibinin bir parçası olarak çok sayıda konsere çıkmış, bir de albüm kaydetmiş. 2018 yılında ise Ozan Sarıboğa ile “Azerbajian Love Songs” adını taşıyan bir albüm yayımlamış.

Tabii bunların hepsi popüler kültürün bir tık uzağında duran işler olduğu için öyle her yerde bangır bangır görmemiş olabilirsiniz. Belki Utku Barış Andaç’ı Aydilge’nin eşi olarak, birlikte çektikleri videolardan, Aydilge'nin klibinden ya da sosyal medyadan biliyorsunuzdur.

Geçtiğimiz günlerde yayımlanan yeni teklisi ile Utku Barış Andaç, bu kendi silahını da elinden bırakmadan zorluyor popüler kültürün kapılarını zorluyor. Silah derken, yanlış olmasın, kemanından ve klasik müzik eğitiminden bahsediyorum tabii ki.

Dünyada örnekleri çok; David Garrett, Lindsey Stirling, Jose Asuncion ilk aklıma gelenler. Her biri birer pop star kadar ilgi gören yeni nesil keman virtüözleri, klasik müzikle popüler müziği birbirinin içinde geçiren eserleri çalarken yaptıkları işe bir şov görselliği de getiriyorlar. Türkiye’de ise Canan Anderson bu işin en fazla bilinen ismi. Örnekler çoğaltılabilir. Elbette bizde sözsüz müzik her zaman mesafeli karşılandığı için pop star şöhretinde bir keman sanatçımız henüz yok. İşte Utku Barış Andaç tam da o boşluğun karşılığı olabilecek bir işle çıkıyor karşımıza.

Bir Ferman Akgül bestesi olan ve Manga’nın ilk “hit”lerinden biri hafızalarımıza yer eden “Bir Kadın Çizeceksin”i Bach’ın “Toccata and Fugue In D Minor”ıyla iç içe geçirmiş Utku Barış Andaç ve Atakan Ilgazdağ’ın düzenlemesiyle çalmış. Kulağa hem çok tanıdık hem çok yeni geliyor ki bildiğim kadarıyla Türkiye'de böyle bir deneme ilk defa yapılıyor. Kemanın zaten tek başına büyülü sesi, iyi çalan bir müzisyenin elinde doğrudan etki yaratıyor. Keşke ritim kompozisyonu da daha yaratıcı ve yenilikçi, hatta belki biraz da etnik olsaymış, çok daha şahane olurmuş.
Bununla birlikte klip, klibin atmosferi ve Utku Barış Andaç’ın Aydilge tarafından tasarlanan imajı amacına çok uygun. O konudaki önerim ise Andaç’ın kamerayla daha çok ve daha sıcak göz temasına girmesi olurdu kuşkusuz. Bir dahaki klibe artık.
Published on November 01, 2019 12:59
October 31, 2019
Günün Albümü 31 Ekim 2019
Teoman – “Gönülçelen”
‘90’ların ikinci yarısında Türkiye’de “rock” müziğin genç kuşağı popüler kültüre yavaş yavaş giriyor, ana akımla tanışıyordu. Önceki kuşaktan farklı olarak bu yeni neslin müziği daha kentli, daha batılı ve daha az protestti. Hatta kimileri hiç protest değildi; derdi sadece kendiyleydi. Belki ‘90’lar kuşağının aradığı da tam olarak buydu. Şeker şurup poptan daha sert ama apolitik.
Teoman tam da o arayışın karşılığı olabilirdi. Oldu da… 1997 yılında yayımlanan ve kendi adını taşıyan ilk albümüyle dikkat çekti, 1998’de yayımlanan ikinci albümü “O” ile kendi kulvarında bir stara dönüşüverdi. Bilen biliyor, tanıyordu zaten ama mesele geniş kitlelerin, “rock” dinlemeyenlerin ilgi alanına girmesiydi ki “O” albümündeki şarkılar bunu kısa sürede sağladı.
2000’de yayımlanan “Onyedi”nin sonraki yıllarda kanıksayacağımız Teoman stilinin kendini iyiden iyiye gösterdiği albüm oldu. Romantik serseri, uyumsuz, “ıssız”, tepeden tırnağa büyük şehirli genç adam şarkılarıydı bunlar. “Onyedi” albümü neredeyse her şarkısıyla “hit” olunca ve üstüne üstlük “remix”lerden oluşan bir kısaçalarla da desteklenince, peşi sıra gelecek albümün önünü de açmış oldu. Teoman artık öksürse satar, dile düşerdi ama o öksürmedi. Yine her bir şarkısı “hit” olacak “Gönülçelen” albümünü hazırladı ve albüm 2001 yılı Kasım ayında piyasaya sürüldü.
Bir önceki albümdeki gibi bu albümde de iki “cover” vardı: Barış Manço’dan “Anlıyorsun Değil mi?” ve Özdemir Erdoğan’dan “Sevdim Seni Bir Kere”. Her ikisi de ‘80’lerde popüler olmuş bu iki şarkı bir kuşak tarafından Teoman şarkısı olarak bilinecek ve sevilecekti böylece. Albümdeki diğer sekiz şarkı ise söz ve müzikleri Teoman tarafından yazılmış şarkılardı. Prodüktör olarak Murat Akad’ın, aranjör olarak ise Teoman, Burhan Kulle, Burak Kulaksızoğlu ve Arbak Dal’ın imzaları vardı albümde.
Hem şarkı sözleri hem de müziklerin birbiriyle bağlantısı, bütünlüklü “sound”, bir önceki albümün, dolayısıyla da o albümün başarısının devamını getiriyordu. Nitekim bir önceki albümün parlak işlerinden “Zampara’nın Ölümü” de, ikinci ve son kısmıyla yer alıyordu bu albümde. Yanı sıra “İstasyon İnsanları”, “İstanbul’da Sonbahar”, “Doktor” ve albüme adını veren “Gönülçelen” teker teker “hit” olabilcek güçteydi ki oldular da. “Soluk Soluğa” ise Türkçe sözlü müzikte hiç alışık olmadığımız kadar “erotik” sözleriyle Teoman’ın daha sonra yapacağı bu tür şarkıların öncülerinden biriydi.
“Gönülçelen” albümü geçtiğimiz günlerde Murat Akad ve Universal işbirliğiyle plak olarak basıldı. Albümü bu vesileyle tekrar dinleyince albüm kültürünün neredeyse unutmak üzere olduğumuz tadına yeniden vardım. Dinlediğim her bir şarkıdan ayrı mutlu oldum, ayrı yaşanmışlıklar hatırladım. 2001 yılında çıkmış bir albümün nostaljik duygu vermesine biraz bozulduysam da yakın bir geçmişte memlekette böylesi albümler yapılmış olmasından haz duydum. Şu kötü zamanlar gelip geçtiğinde yine böyle albümler yapmak isteyenlere rehber olacaklar listesine pekâlâ konulabilir “Gönülçelen”. Plak olarak arşivlere koyabilmek çok kıymetli o yüzden.

‘90’ların ikinci yarısında Türkiye’de “rock” müziğin genç kuşağı popüler kültüre yavaş yavaş giriyor, ana akımla tanışıyordu. Önceki kuşaktan farklı olarak bu yeni neslin müziği daha kentli, daha batılı ve daha az protestti. Hatta kimileri hiç protest değildi; derdi sadece kendiyleydi. Belki ‘90’lar kuşağının aradığı da tam olarak buydu. Şeker şurup poptan daha sert ama apolitik.

Teoman tam da o arayışın karşılığı olabilirdi. Oldu da… 1997 yılında yayımlanan ve kendi adını taşıyan ilk albümüyle dikkat çekti, 1998’de yayımlanan ikinci albümü “O” ile kendi kulvarında bir stara dönüşüverdi. Bilen biliyor, tanıyordu zaten ama mesele geniş kitlelerin, “rock” dinlemeyenlerin ilgi alanına girmesiydi ki “O” albümündeki şarkılar bunu kısa sürede sağladı.

2000’de yayımlanan “Onyedi”nin sonraki yıllarda kanıksayacağımız Teoman stilinin kendini iyiden iyiye gösterdiği albüm oldu. Romantik serseri, uyumsuz, “ıssız”, tepeden tırnağa büyük şehirli genç adam şarkılarıydı bunlar. “Onyedi” albümü neredeyse her şarkısıyla “hit” olunca ve üstüne üstlük “remix”lerden oluşan bir kısaçalarla da desteklenince, peşi sıra gelecek albümün önünü de açmış oldu. Teoman artık öksürse satar, dile düşerdi ama o öksürmedi. Yine her bir şarkısı “hit” olacak “Gönülçelen” albümünü hazırladı ve albüm 2001 yılı Kasım ayında piyasaya sürüldü.

Bir önceki albümdeki gibi bu albümde de iki “cover” vardı: Barış Manço’dan “Anlıyorsun Değil mi?” ve Özdemir Erdoğan’dan “Sevdim Seni Bir Kere”. Her ikisi de ‘80’lerde popüler olmuş bu iki şarkı bir kuşak tarafından Teoman şarkısı olarak bilinecek ve sevilecekti böylece. Albümdeki diğer sekiz şarkı ise söz ve müzikleri Teoman tarafından yazılmış şarkılardı. Prodüktör olarak Murat Akad’ın, aranjör olarak ise Teoman, Burhan Kulle, Burak Kulaksızoğlu ve Arbak Dal’ın imzaları vardı albümde.
Hem şarkı sözleri hem de müziklerin birbiriyle bağlantısı, bütünlüklü “sound”, bir önceki albümün, dolayısıyla da o albümün başarısının devamını getiriyordu. Nitekim bir önceki albümün parlak işlerinden “Zampara’nın Ölümü” de, ikinci ve son kısmıyla yer alıyordu bu albümde. Yanı sıra “İstasyon İnsanları”, “İstanbul’da Sonbahar”, “Doktor” ve albüme adını veren “Gönülçelen” teker teker “hit” olabilcek güçteydi ki oldular da. “Soluk Soluğa” ise Türkçe sözlü müzikte hiç alışık olmadığımız kadar “erotik” sözleriyle Teoman’ın daha sonra yapacağı bu tür şarkıların öncülerinden biriydi.
“Gönülçelen” albümü geçtiğimiz günlerde Murat Akad ve Universal işbirliğiyle plak olarak basıldı. Albümü bu vesileyle tekrar dinleyince albüm kültürünün neredeyse unutmak üzere olduğumuz tadına yeniden vardım. Dinlediğim her bir şarkıdan ayrı mutlu oldum, ayrı yaşanmışlıklar hatırladım. 2001 yılında çıkmış bir albümün nostaljik duygu vermesine biraz bozulduysam da yakın bir geçmişte memlekette böylesi albümler yapılmış olmasından haz duydum. Şu kötü zamanlar gelip geçtiğinde yine böyle albümler yapmak isteyenlere rehber olacaklar listesine pekâlâ konulabilir “Gönülçelen”. Plak olarak arşivlere koyabilmek çok kıymetli o yüzden.
Published on October 31, 2019 11:52
October 30, 2019
Günün Şarkısı 30 Ekim 2019
Ebru Yaşar – “Alev Alev”

“Aaa bu şarkıyı Ebru Yaşar nasıl söyler? Feridun Düzağaç buna nasıl izin verir?” diyenlerden değilim. Müzikte katı çizgilerle ayrıldığını sandığımız türler arası geçişin aslında ne kadar kolay olabildiğini, kategorilerin ne kadar yalan olduğunu gösteren her örnek başımla beraber, kabulümdür. Tabii “cover” yaparken şarkının orijinalini perperişan etmemek kaydıyla.

Ebru Yaşar, Feridun Düzağaç’ın 2003 çıkışlı ve her şarkısı ayrı “hit”, “”Orijinal Alt Yazılı” albümünden “Alev Alev”i yeniden seslendirdi ve şarkı geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle tekli olarak yayımlandı. Söz ve müziği Feridun Düzağaç’a ait şarkının bu düzenlemesi Mustafa Ceceli tarafından yapılmış.

Yazının başından beri iki kere Ebru Yaşar yazdım ve her ikisinde de elim ister istemez önce Ebru Gündeş yazdı. Gerçi Gündeş aynı adlı bir şarkısı var geçmişte ama bu şarkı da ona çok yakışırdı şimdi doğruya doğru. Kaldı ki o da en az Ebru Yaşar kadar bütçe ayırabilirdi bu şarkıyı satın almak için. Ben tabii bir Ebru Yaşar hayranı değilim. Gerçi 1996 yılında yayımlanan ilk albümünün “hit” şarkısı “Bu Sahilde” herkes kadar beni de etkisi altına almıştı o dönem. Enteresan bir sesti ve popun alıp başını gittiği o günlerde arabesk kulvarı pek fazla genç şarkıcı çıkarmıyordu.

Sonra o genç kız büyüdü, palazlandı, “Seni Anan Benim İçin Doğurmuş”, “Aşkımız Buraya Kadar”, “Sırtımdan Vurdu” gibi kendine ait “hit”ler yakalayarak yerini yaptı. Şimdi bakıyorum, bugünün pop / arabesk seven gençliğinde bir karşılığı var Ebru Yaşar’ın. Biraz çocukluklarından gelen, nostaljik bir sevgi bu ama Ebru Yaşar 2010’larda da boş durmadığı ve kendi janrında parlak işler yaptığı için gündemini de bir şekilde korudu öte yandan.

“Alev Alev”, Ebru Yaşar’a yeni bir gündem yaratabilir. Şarkının yeni düzenlemesi ve yorumu belki bir başyapıt değil ama kötü de değil. Bu “cover” vesilesiyle bir kişi bile Feridun Düzağaç şarkılarıyla tanışsa, o da kârdır ayrıca.
Ebru Yaşar’ın sesi ve yorumunu ne kadar sevdiğinizle bağlantılı olarak ciğerinizi de sökebilir bu versiyon, canınızı da sıkabilir, orası size kalmış şarkının arabeskleştirilmesindeki doz bana doğru geldi. Bundan fazlası sahiden can sıkabilir, bundan azı Ebru Yaşar’a yakışmayabilirdi.
Published on October 30, 2019 09:33
October 29, 2019
29 Ekim 2019

Bugüne bir şarkı değil; O'nun sesi yakışırdı en çok. Hatırlamak için... Unutmamak için... Unutanlara hatırlatmak için...
29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun!
Published on October 29, 2019 07:11
October 28, 2019
Günün Şarkısı 28 Ekim 2019
Ahmet Kaya – “Hani Benim Gençliğim?”

Hâlâ onun 43 yaşında öldüğüne inanmakta zorlanıyorum. O kadar kerli ferli, yaşını başını almış bir adam gibi gelirdi ki gözüme hep… Belki sesinin haşmetinden, belki görüntüsünün heybetinden, bilmiyorum. İlk albümü “Ağlama Bebeğim” 1985 yılında piyasaya çıktığında da sadece 28 yaşındaymış. Gencecikmiş yâni.

’80 ihtilali sonrası Selda Bağcan, Cem Karaca, Zülfü Livaneli, Edip Akbayram yani sol tandanslı müzik dinlemek büsbütün yasak değilse de en hafif tabiriyle “sakıncalı” oldu bir süre. İhtilalin derdi en çok “komünistler”leydi çünkü. Sol görüşlü düşüncenin tamamı “komünist”ti; “güneşli, güzel günler,” “aydınlık”, “şafak”, “yoksulluk”, “kavga” filan gibi laflar hep komünistti.

Ne müziğin sesini kısabilirsiniz, ne de düşüncelerin… Nitekim çok geçmeden “protest” tavırlı şarkılar yeniden gösterdi yüzünü plaklarda… 1985 yılında Edip Akbayram, Mahzuni’den, Selda Bağcan, Livaneli’den şarkılar koyarken albümlerine, Livaneli de Theodorakis’le birlikte “Güneş Topla Benim İçin” diyordu. Cem Karaca henüz Türkiye’ye dönememişti. Tam da o sıralarda çıktı Ahmet Kaya’nın ilk albümü “Ağlama Bebeğim”. Önce Livaneli’nin müziğine benzetti herkes şarkılarını. Ondan mıdır bilinmez, gözlüklü bir fotoğrafının illüstrasyonunun yer aldığı kaset kapağı başka bir illüstrasyonla değiştirildi ikinci baskıda.


İhtilalin vaat ettiği “huzur ve güven ortamı” gelmiş miydi memlekete sahiden? Yoksa zamanında şiirler, şarkılarla anlatılmış acılarımız, dertlerimiz, kusurlarımız, eksikliklerimiz devam ediyor muydu? Belki de artmıştı. Yeni şarkılar anlatacaktı onları da ama artık yeni bir dile, yeni bir üsluba ihtiyaç vardı. O sloganlar, metaforlar, klişeler eskimiş, devrimi tamamlamıştı.

Ahmet Kaya ilk iki albümünde onlardan beslenen yeni bir ses gibi görünse de, 1986 yılında yayımlanan “Şafak Türküsü”ve yine aynı yıl bitmeden piyasaya çıkan “An Gelir” adlı albümleriyle birlikte o yeni dilin ve yeni üslubun öncüsü oluverecekti. Protest müzik, artık Anadolu poptan değil, arabeskten el alıyordu. O halde başka bir ad bulmalıydı bu türe. Dünyanın en saçma tabirlerinden biri olan “özgün müzik” yakıştırması böyle doğdu.

Ahmet Kaya külliyatından bugüne bir şarkı seçerken doğrusu bir hayli zorlandım. O kadar çok bende yer etmiş, hayatımın bir dönemine eşlik etmiş şarkısı var ki… Fakat galiba ben Ahmet Kaya’nın ‘80’li yıllarını, daha doğrusu 1993’e kadar yayımladığı albümleri, o albümlerdeki şarkıları daha çok sevdim. Yâni Ahmet Kaya denilince benim aklıma “Giderim”, “Kum Gibi”, “Nereden Bileceksiniz” filan gelmiyor öncelikle. “Öyle Bir Yerdeyim ki” geliyor mesela, “Hani Benim Gençliğim?”, “Şafak Türküsü”, “Gökyüzü”, “Sevgi Duvarı”, “Suskun” ve o döneminden başka başka bir sürü şarkı geliyor. Ne çare o yıllarda televizyona çıkarılmadığı için de o döneme ait doğru düzgün görüntüsü yok.

“Hani Benim Gençliğim?” Ahmet Kaya’nın 1987 yılında yayımlanan “Yorgun Demokrat” adlı albümünün açılış şarkısıydı. Sözleri Yusuf Hayaloğlu tarafından yazılan, bestesi Ahmet Kaya tarafından yapılmıştı. Tüm albümün düzenlemesini ise Ahmet Kaya’nın uzun yıllar birlikte çalışacağı Osman İşmen yapmıştı.

Denilebilir ki Ahmet Kaya’nın sesini belirli bir kitlenin dışına da duyurabilen şarkılardan biri oldu “Hani Benim Gençliğim?” Belki herkesin “penceresiz kaldığı”, “uçurtmasının tel örgülere takıldığı” anlar, zamanlar vardı hayatında. Daha 18 yaşındaydım ama benim vardı mesela. Bu şarkıyı dinler dinler, ağlardım o yüzden.
Sonrası malum. Bugün Ahmet Kaya şarkıları toplumun her kesiminden, farklı yaşayış biçimleri, siyasi görüş ve müzik beğenilerine sahip insanların az sayıdaki ortak paydasından biri. Demek ki neymiş? Müziğin etkisi siyasetler üstüymüş. Kalbe dokunan kalırmış.
Bugün Ahmet Kaya’nın doğum günü. İyi ki yaşamış. Ruhu şâd olsun.
Published on October 28, 2019 12:10
October 27, 2019
Günün Şarkısı 27 Ekim 2019
Ceren Gündoğdu – “Kayıp”
Ceren Gündoğdu müzik kariyerinin ilk ödüllerini 2014 ve 2015 yıllarında Liselerarası Müzik Yarışması’nda kız solist dalında kazandığı birincilikle almış. 2015 yılında ayrıca beste dalında da üçüncü olmuş. Bir halk müziği ustası olan Zafer Gündoğdu’nun kızı olması sebebiyle zaten müziğin içine doğmuş ve üniversite eğitimini sosyoloji üzerine alırken de müzik çalışmalarına devam etmiş.
Genç yaşında epeyce deneyim kazanmakla yetinmeyip konservatuarda önce piyano, sonra da müzikal – tiyatro bölümlerinde eğitim almış. 2011-2013 yılları arasında ise Devlet Tiyatrosu’nun bir hayli ses getiren Sidikli Kasabası Müzikali’nde rol alarak müzikal eğitimini perçinlemiş.
Tabii bu dönemin bütün genç müzisyenleri gibi onun da adının duyulmasında YouTube için kaydettiği “cover” videoların payı olduğu söylenebilir. 2018 yılında Bak Ne Söylicem adlı YouTube kanalı için kaydedilen “Creep”, daha sonra dijital platformlarda tekli olarak da yayımlanmış ama Ceren Gündoğdu’nun ilk teklileri, ondan önce piyasaya sürülen “Kardan Adam”, “Tepetaklak” ve bir yıl öncesinde videosu yayımlanan “Âni” adlı şarkılar.
2019 yılında EMI Müzik’le çalışmaya başlayan Ceren Gündoğdu’nun bu firmadan “Ben Hep Seni Sevdim” ve “Sağım Solum Aşk” adlı teklileri yayımlandı. Bir süre önce de Vera ile birlikte kaydettiği “Bozuk Para” ile çıktı dinleyici karşısına. Yeni teklisi “Kayıp” ise geçtiğimiz günlerde yine EMI Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü.
Diğer şarkılarında olduğu gibi bu şarkısında da söz ve müziği kendisi yazmış Ceren Gündoğdu. Aranjörlüğünü ve prodüktörlüğünü ise Arel Koray Nalbant yapmış. Akustik tavırlı, sakin “soft” şarkılar yazıyor Ceren Gündoğdu. Tamamen batı formunda, armonileri sağlam, kendine has bir tavrı olan, olgun şarkılar bunlar.
Eğitimli ve donanımlı bir müzisyen olduğunu biyografisini okumamış olsanız bile tahmin ediyorsunuz şarkılarını dinlerken. Ne var ki tek kusur da aynı yerden kendini gösteriyor. Onun kuşağının büyük kısmında kendini gösteren bir kusur bu. Sesli harflerin hemen hepsini eziyor ve Türkçe şarkılarda çoğunlukla İngilizce vurgular kullanıyor.
Bu bir moda ve bu tarz şarkı söyleyenlerin de seveni çok, onun farkındayım ama bu kadar doğru şarkı yazabilen ve sesini bu kadar iyi kullanabilen bir müzisyenin kalbe de dokunabilmesi, kelimelerinin duygusunu da aktarabilmesi şahane olurdu diye düşünmeden edemiyorum.

Ceren Gündoğdu müzik kariyerinin ilk ödüllerini 2014 ve 2015 yıllarında Liselerarası Müzik Yarışması’nda kız solist dalında kazandığı birincilikle almış. 2015 yılında ayrıca beste dalında da üçüncü olmuş. Bir halk müziği ustası olan Zafer Gündoğdu’nun kızı olması sebebiyle zaten müziğin içine doğmuş ve üniversite eğitimini sosyoloji üzerine alırken de müzik çalışmalarına devam etmiş.

Genç yaşında epeyce deneyim kazanmakla yetinmeyip konservatuarda önce piyano, sonra da müzikal – tiyatro bölümlerinde eğitim almış. 2011-2013 yılları arasında ise Devlet Tiyatrosu’nun bir hayli ses getiren Sidikli Kasabası Müzikali’nde rol alarak müzikal eğitimini perçinlemiş.

Tabii bu dönemin bütün genç müzisyenleri gibi onun da adının duyulmasında YouTube için kaydettiği “cover” videoların payı olduğu söylenebilir. 2018 yılında Bak Ne Söylicem adlı YouTube kanalı için kaydedilen “Creep”, daha sonra dijital platformlarda tekli olarak da yayımlanmış ama Ceren Gündoğdu’nun ilk teklileri, ondan önce piyasaya sürülen “Kardan Adam”, “Tepetaklak” ve bir yıl öncesinde videosu yayımlanan “Âni” adlı şarkılar.

2019 yılında EMI Müzik’le çalışmaya başlayan Ceren Gündoğdu’nun bu firmadan “Ben Hep Seni Sevdim” ve “Sağım Solum Aşk” adlı teklileri yayımlandı. Bir süre önce de Vera ile birlikte kaydettiği “Bozuk Para” ile çıktı dinleyici karşısına. Yeni teklisi “Kayıp” ise geçtiğimiz günlerde yine EMI Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü.

Diğer şarkılarında olduğu gibi bu şarkısında da söz ve müziği kendisi yazmış Ceren Gündoğdu. Aranjörlüğünü ve prodüktörlüğünü ise Arel Koray Nalbant yapmış. Akustik tavırlı, sakin “soft” şarkılar yazıyor Ceren Gündoğdu. Tamamen batı formunda, armonileri sağlam, kendine has bir tavrı olan, olgun şarkılar bunlar.

Eğitimli ve donanımlı bir müzisyen olduğunu biyografisini okumamış olsanız bile tahmin ediyorsunuz şarkılarını dinlerken. Ne var ki tek kusur da aynı yerden kendini gösteriyor. Onun kuşağının büyük kısmında kendini gösteren bir kusur bu. Sesli harflerin hemen hepsini eziyor ve Türkçe şarkılarda çoğunlukla İngilizce vurgular kullanıyor.
Bu bir moda ve bu tarz şarkı söyleyenlerin de seveni çok, onun farkındayım ama bu kadar doğru şarkı yazabilen ve sesini bu kadar iyi kullanabilen bir müzisyenin kalbe de dokunabilmesi, kelimelerinin duygusunu da aktarabilmesi şahane olurdu diye düşünmeden edemiyorum.
Published on October 27, 2019 12:16
"Aptallık Etme, Sen Nebahat Çehre'sin!"

Nebahat Çehre tramplene çıkan basamaklardan birine oturdu. Ellerini de dizlerinin üzerinde kenetledi. Serçe parmağında altın bir halka ve üzerinde sallanan renkli, iri taşlar gözümüzü aldı. Gerçekten orijinal yapılı bir yüzüktü. İlgi çektiğini anlayınca dizlerinin üzerindeki ellerini çözdü. Serçe parmağını gerip, bize doğru uzattı. Yeşilli, mavili, kahverengili taşlar güneşin altında pırıl pırıl parlıyordu.
“Nasıl? Güzel değil mi?” dedi. “Hayranlarımdan bir fabrikatör hediye etti. 1000 liraya almış.”

Sanırsınız yukarıda anlatılanlar 2008-2010 yılları arasında yaşanıyor da yüzüğü gösteren Nebahat Çehre değil; bizzat Firdevs Yöreoğlu. Öyle de Firdevs’lik bir hareket aslında ama Ses dergisi muhabirinin saniyesi saniye okuyucuya aktardığı bu anlar, 1964 yılında Nebahat Çehre’yle havuz başında yapılan bir röportajda yaşanıyor. Olay havuz başında cereyan ettiği içinde genç Nebahat haliyle mayosuyla poz veriyor derginin fotoğrafçısına, o sıralar kilo aldığından yakınmayı da ihmal etmeden.

Henüz üç yıllık film artisti Nebahat Çehre’nin röportajda anlattığı asıl derdi ise fazla kiloları değil; sinemadaki talihsizliği.
“Ben şansız bir yıldızım. Çünkü çok fırsat kaçırdım. Eğer önüme çıkan fırsatları kullanmayı bilseydim, durumum daha başka türlü olabilirdi. Türkan Şoray’ı meşhur eden Otobüs Yolcuları daha önce oynamam için bana teklif edilmişti. Gecelerin Ötesi’nde gene ben oynayacaktım. Bir türlü olmadı işte. Kıskanmak gibi olmasın ama Semra (Sar)’ın benden ne farkı var? Söyler misiniz?.. Vücudum derseniz çok şükür yerinde. Halk derseniz, seviyor. Günde 70’e yakın mektup da alıyorum hayranlarımdan. Fakat ben bu kozlarımı bir türlü gerektiği gibi kullanamıyorum. Bu yüzden de kızıyorum hakkımın yenilmesine.”

Genç kız hiç de haksız sayılmaz. 1959 ve 1960 yıllarında katıldığı güzellik yarışmalarıyla adını duyuran, şöhreti yakalayan ve 1961 yılında Yeşilçam’a transfer olan Nebahat, bir türlü şeytanın bacağını kıramamıştır. Mesela ilk filmi Yaban Gülü’nde ikinci derece rollerden birindedir ve başrolde 1954 plaj güzeli Leyla Sayar oynamaktadır. Türkan Şoray, Filiz Akın, Fatma Girik gibi genç artistler alıp başını gitmişken, 1963’te Ses dergisinin yarışmasıyla tanınan Ajda Pekkan ve Hülya Koçyiğit sinemaya başrollerle başlayıp kısa sürede yıldız olmuşken Nebahat hâlâ yardımcı rollerde oynamaktadır.

“Bugüne kadar birtakım prensiplere sadık kalarak yaşadım. Fakat onların bana bir şey kazandırmadıklarını, bilakis kaybettirdiklerini görüyorum,” der aynı röportajda ve artık prensiplerine sadık kalmayacağını gösteren ilk hamleyi de oracıkta yapar. Kendine rakibe olarak belirlediği Sevda Ferdağ’a “diss” atar. “4 kilo atarsam eski formumu bulurum. Ama söz aramızda, bu halimle de Sevda’dan iyiyim.”

Yazının başındaki yüzük gösterme meselesinin ve Nebahat’in Sevda Ferdağ için söylediği bu sözlerin ne kadarı gerçek, orası meçhul. Şimdilerde “off the record” deniyor ama o zamanın adabında “söz aramızda” demiş kızcağız; yâni yazılmayacağını düşünerek bir laf etmiş aslında. E o yıllarda röportajların kaydedilerek değil not tutarak yapıldığı da düşünülürse, magazin gazeteciliğinin abartı payını da göz önüne almak lazım.

Öyle ya da böyle, Sevda Ferdağ bu lafın altında kalır mı? Kalmaz ve birkaç hafta sonra yine Ses dergisine zehir zemberek açıklamalarda bulunur. Yine o abartı payıyla soslanmış röportaj, “Güzellik Kim Nebahat Kim?” başlığıyla çıkar.

“Ben kendimi Nebahat Çehre ile mukayese bile etmem. Bir kere Nebahat’in boyu kısa olduğu gibi vücut ölçüleri idealden uzak. Hem vücudum hem yüzüm ondan güzel. O, fotojenik de olmadığı için pek az film çevirebiliyor. Nebahat Çehre 4 değil 14 kilo verse yine benim sinemada çıktığım yere erişemez. En büyük rejisörler en kuvvetli filmlerde bu yaz beni oynatıyorlar.”

Bu karşılıklı “diss”leşme çok ses getirmez ve kısa sürede unutulur gider. Zaten bir süre sonra Nebahat Çehre ismi gazete ve dergi manşetlerine fırtınalı bir aşk hikâyesiyle çıkmaya başlayacaktır. Daha ilk filmini çevirirken tanıştığı, filmin yönetmeni Atıf Yılmaz’ın asistanı ve onunla birlikte filmin senaryosunu da yazmış olan Yılmaz Güney’le Nebahat’in yolu 1964 yılında bir kez daha kesişir.

Kamalı Zeybek filminde başrolleri paylaşan Nebahat Çehre ve Yılmaz Güney arasında alevlenen aşk evliliğe kadar gidecek, ama bu arada araya Yılmaz Güney’in evlilik dışı kızı ve kızının annesi girecek ve Çehre – Güney ilişkisi başından sonuna dek basına epeyce malzeme olacaktır.

Sinemada daha sonraları ‘dört yapraklı yonca’ diye adlandırılacak ekürinin arasına giremese de, Yeşilçam denince ilk akla gelen kadın yıldızlarından biri olmasa da 1975 yılına kadar film çevirmeye devam eder Nebahat Çehre.

Daha kariyerinin başında Atıf Yılmaz gibi, Metin Erksan gibi iyi yönetmenlerle çalışma fırsatı yakalamış, Yılmaz Güney’le birlikte çevirdiği filmlerle sinema kariyerini perçinlemiş olsa da oyunculukta asıl çıkışını yapmasına henüz uzun yıllar vardır. Yeşilçam’daki star sistemi, kast düzeni, ayak oyunları, birçok yıldızı oyunun dışına itmektedir zaten. O da çaresiz, birçok dönemdaşı gibi o günlerde para kazanmanın ve ayakta kalmanın çok daha kolay yolu olan şarkıcılığa yönelir.

Halk yıllardır beyaz perdede gördüğü yıldızları (şarkı söyleyebilse de söyleyemese de) kanlı canlı sahnede izlemeye bayılmaktadır. Gazinocular her gün yeni bir Yeşilçam yıldızını sahneye çıkarmanın telaşındadır bu nedenle. Nebahat Çehre de gelen tekliflere epeyce direndikten sonra Zeki Müren’in cesaretlendirmesiyle kararını değiştirir ve Ali Erköse’den musiki dersleri almaya başlar.

O günlerde yine Ses dergisine verdiği röportajda sahneye çıkmanın nedenini şöyle açıklar:
“Bugüne kadar yapılan tekliflere karşı direndim. Ama ortada şöyle bir gerçek var. Türk sinemasında üç tane kadın oyuncu var. Sinema tamamen o üç yıldıza çalışıyor. Bizlerse işin hamalıyız. Bunca zaman sinemada kalıp iyi şeyler yapmak için direndim ama ortaya çıkan filmler meydanda. Bu durumda sahneye hayır demenin, hayır demekte direnmenin yersizliğini anladım.”

Musiki dersleri bir ay sürer. Bu bir aylık sürede Ali Erköse, Nebahat Çehre’ye 14 şarkı öğretir. Nebahat, beşi tuvalet, sekiz kostüm diktirerek sahne hazırlıklarını tamamlar. Gecede 7500 lira yevmiyeyle Ankara’daki Lunapark Gazinosu’nda ilk kez şarkıcı olarak halkın karşısına çıkacaktır.

Sinemadan sahneye geçenlerin sahne maceraları genellikle kısa sürer. Bu furyadan halk çabuk sıkılır ve şarkı söyleyemeyen sinema artistleri birer ikişer elenirken, geriye sadece söyleyebilenler kalır. Nebahat Çehre’nin bunlardan biri olacağı ise daha sahneye çıktığı ilk gece, 1 Ağustos 1970 gecesi anlaşılmıştır.

Ses dergisi muhabiri Taner Atilla o geceyi başından sonuna dek takip eder ve şu satırları kaleme alır:
Nebahat Çehre’de gözle görülür, beş duyu ile hissedilir bir tutukluk vardı. Ama bu tutukluk işin sadece şov kısmında kalıyordu. Nebahat Çehre alaturka şarkıları gerçekten çok başarılı bir şekilde söylüyordu. İlk gece alkışlar yüzünden üç kere sahneye çıkmak zorunda kaldı, tam dokuz şarkı söyledi. Dakikalarca alkışlanan ve çok kişinin ‘sinemadan sahneye geçenlerin en iyisi’ dedikleri Nebahat Çehre, kuliste sevinç gözyaşları döküyordu.

Bu arada dokuz şarkı gözünüze az gibi görünmesin zira gazinolarda kadrolar kalabalık olduğu için assolist ve solist altı dışındakiler kendilerine verilen 15-20 dakikalık süre içinde genellikle 5-6 parça anca söyler ve sahneden inerlerdi.

Diğer Yeşilçam yıldızları gibi Nebahat Çehre de gazino kadrolarında önceleri solist altının, bazen de assolistin altında sahneye çıkar, bir dönem assolist de olur. Sahne macerası aralıklarla da olsa ‘80’lerin başına kadar devam eder. İlk ve tek plak kaydı için de o sıralarda stüdyoya girer.

Ali Kocatepe, sahibi olduğu 1 Numara Plakçılık etiketiyle yayımlayacağı konsept bir albüm hazırlamaktadır. “Gazino 1 Numara” adını verdiği bu albümde çeşitli şarkıcıların kayıtları, Halit Kıvanç’ın anonsları ve alkış efektleriyle dinleyiciye bir gazino atmosferi yaşatmayı planlamıştır. Plaktaki gazinonun kadrosunda ise Kamuran Akkor, Nükhet Duru, Gökben ve Ertan Anapa gibi yıldızların yanı sıra, ismi bilinmeyen Senem ve Çetin ikilisi ve Şeyma adında bir solist ve o günlerde gazino sahnelerinin ve film setlerinin gözde yıldızlarından Suna Yıldızoğlu vardır. Kadro iki Yeşilçam yıldızıyla tamamlanır: Daha önce 45’lik plaklar yayımlamış Selma Güneri ve o güne dek şarkı kaydetmek için hiç stüdyoya girmemiş Nebahat Çehre.

Bu plak için Nebahat Çehre’nin seslendirdiği şarkı ise ilk kez 1978 yılında Tülay Özer tarafından plak yapılan, sonrasında Ferdi Özbeğen tarafından da seslendirilen “Büklüm Büklüm” adlı Sezen Aksu bestesidir. Bu alaturka formdaki şarkı, alaturkayı başarıyla icra ettiğini gazino sahnesinde yıllardır ispat etmiş Nebahat Çehre için biçilmiş kaftandır. Zor bir şarkıdır öte yandan, geniş bir ses aralığı gerektirir ama Çehre şarkının altından başarıyla kalkar. Sonuç o kadar iyidir ki bu şarkı plağa B yüzünün ilk şarkısı olarak konulur.

Bu plak hâlâ koleksiyonerlerin arşivlerinde kalmış, maalesef bugünlere ulaşamamış bir albüm. Dijital platformlarda bulmak mümkün değil. 2009 yılında Odeon Müzik’le giriştiğimiz “Şöhretler Gazinosu” projesinde sinema ve tiyatro yıldızlarının Odeon arşivinde var olan plak kayıtlarını bir araya getirmek düşüncesiyle yola çıkmıştık. Proje şekillenirken benim aklıma bu kayıt da geldi. Odeon hesabına yapılmamıştı ama belki izinlerini alıp bu albüme koyabilirdik. Aşk-ı Memnu’nun ortalığı kasıp kavurduğu o günlerde Nebahat Çehre oyunculuğuyla zirvedeyken geçmişte kalmış şarkıcılığını anımsatmak ilginç olabilirdi. Nitekim izinler alındı ve bu şarkı da bu sayede bugünlere ulaşmış oldu.

2010 yılı ocak ayında o günlerde Pal FM’de devam eden radyo programım için Nebahat Çehre’yle bir telefon röportajı yapmıştık; daha doğrusu Elhan yapmıştı. Bu vesileyle o kaydı da arşivimden çıkarıp dijital alemlere salmak istedim. Meraklısı aşağıdaki videodan dinleyebilir.
Çehre'nin bu röportajda ve başka birçok röportajında da itiraf ettiği gibi müziğe devam etmemekle hata yaptığını düşünüyorum ben de. Plak yapan Yeşilçam yıldızlarının hepsini dinlemiş biri olarak tıpkı Ses dergisi muhabiri gibi ben de onun şarkıcılık işinde Yeşilçam’ın en iyisi olduğunu söyleyebilirim, sadece elimizdeki tek kaydını dinleyerek bile. Ah işte o yıllarda Nebahat Çehre’nin karşısına Firdevs Yöreoğlu çıksaydı ve “Aptallık etme, sen Nebahat Çehre’sin, sesinin kıymetini bil!” deseydi şimdi bu pişmanlığı yaşamıyor olurdu belki de.

Nebahat Çehre “Büklüm Büklüm”ü bir kez de televizyonda seslendirdi. Çok emin değilim, bu konuda kesin bilgi de bulamadım ama saç, makyaj ve dekordan yola çıkarsak, 1980’i 1981’e bağlayan yılbaşı gecesi olma ihtimali yüksek. Görüntünün temiz kaydını umarım ve dilerim TRT Arşiv bir gün karşımıza çıkarır.
Peki 1980 yılında bu plak yayımlandıktan sonra ne oldu? Nebahat Çehre çeşitli röportajlarında plağın üç ay liste başı olduğunu söylese de işin aslı pek öyle değil. Yanlış hatırlıyor olsa gerek. Plak öyle aman aman bir ilgi görmedi yayımlandığı günlerde. Zaten arabesk dışındaki plakların pek fazla satılmadığı bir dönemdi. Doğrusu bu ya, yıllardır film de çevirmediği için Nebahat Çehre de eskisi kadar popüler değildi. Neyse ki 1985 yılında Kahreden Gençlik adlı filmle, 10 yıl aradan sonra sinemaya döndü ve sahneyi tamamen bıraktı. Beş filmde oynadıktan sonra dört yıllık bir ara daha verdi ve 1992’de rol aldığı Yedikuleli Mihriban dizisi ile birlikte de televizyon kariyeri başladı.

Denilebilir ki 2004 tarihli Haziran Gecesi dizisi bir kuşağın Nebahat Çehre’yi yeniden keşfetmesini sağladı. 2008’de başlayan Aşk-ı Memnu ise Nebahat Çehre kariyerinin zirvesi oldu. Muhteşem Yüzyıl’daki Valide Sultan rolü de en az Kumru Aydın ve Firdevs Yöreoğlu kadar güçlü bir kadın karakter olunca ve bu üç rol de ayrı ayrı Nebahat Çehre ile özdeşleşince, kendi yaş skalasındaki güçlü kadın rollerinin yegâne yıldızı olduğu gerçeği su götürmez hale geldi.

Hayatın bize ne zaman ne getireceğini hiç bilemeyiz ya... Yirmili yaşlarında kıymetinin bilinmediğinden yakınan genç kız, altmış yaşından sonra daha önce hiç olmadığı kadar popüler oluvermişti işte.

Her ne kadar kendisi bu kalıba sokulmaktan rahatsız olduğunu her fırsatta dile getirse de dizi yapımcılarının da dediği gibi hakikaten “alternatifi yok.” Çünkü o beden dili, o asalet, o dik duruş ve o incelikli oyunculuk kolay bulunabilen şeyler değil.

Şarkısını yazmak üzere çıkmıştım yola ama yazı ister istemez mini bir Nebahat Çehre biyografisine dönüştü. Yazının sonunu da sürprizli bağlayayım o vakit. 2017’de Cenk Eren’in Bostancı Gösteri Merkezi’nde verdiği konserde Nebahat Çehre uzun yıllar sonra ilk kez sahneye çıkıyor ve “Büklüm Büklüm”ü Cenk Eren’le birlikte seslendiriyor. Arşivlik bu video da bu yazının noktası olsun.
Published on October 27, 2019 04:31
October 26, 2019
Günün Şarkısı 26 Ekim 2019
Lalalar – “Hata Benim Göbek Adım / Yalnız Ölü Balıklar Akıntıyı Takip Eder”
Anadolu popun saykodelik “rock” tavrı bir süredir alabildiğine popüler. Hem eskiden yapılanlar, hem de yeni neslin yaptıkları Türkiye’den çok dünyada ilgi görüyor ayrıca. Bu yüzden de özellikle sınırların dışına çıkmak isteyenler için neredeyse kolay yol haline geldi. Turistlere kilim satmak gibi mi?.. Belki biraz öyle ama batı tipi “rock” müziğini batıya satamayacağımız da ortada. Zamanında yurt dışına açılmak bu kadar kolay olsaydı, Türkiye’den en az birkaç uluslararası yıldız çıkarabilirdik belki de.
Lalalar, Barlas Tan Özemek, Ali Güçlü Şimşek ve Kaan Düzarat’tan kurulu bir grup. Mazisi çok eski değil ama grubu oluşturan müzisyenlerin hepsi uzun süredir sektörde var olan isimler. Ali Güçlü Şimşek’i hem Çilekeş’ten hem de Gaye Su Akyol’la yaptıklarından biliyoruz, Barlas Tan Özemek daha önce solo bir albüm yayımlamıştı, Kaan Düzarat ise “dj” olarak zaten tanınıyordu. Lalalar olarak ilk teklileri “İsyanlar”ı ise 2019 yılında yayımladılar. Ardından “Mecnun’dan Beter Haldeyim” geldi. Geçtiğimiz günlerde ise Lalalar’ın iki teklisi birden yayımlandı; yâni bir nevi 45’lik. Zaten her iki şarkının isminin yanında da ‘7’’ Edition’ ibaresi var.
Dünyada bu türün gözde olduğu ve Türkiye’de de Anadolu popla harmanlandığı dönemi bilenler için bugün yapılanların bir kısmı “replika” gibi geliyor, doğruya doğru. Ama bu müziği sahiden bugünün içinden geçirebilen, taklide ya da tekrara düşmeden, yaratıcı ve özgün işler yapabilenler de çok. Lalalar daha önce yayımlanmış iki şarkısıyla bile bunu hissettirmişti; yeni şarkılar da durumu netleştiriyor.
Lalalar’ın müziğinde en dikkat çeken şey güçlü bas yürüyüşleri, parlak “riff”ler ve deforme edilmiş, kirli sesler. Şarkı sözleri yetkin, melodiler etkili. Bütün bunlar grubu emsallerinden bir adım öne çıkarıyor. “Yalnız Ölü Balıklar Akıntıyı Takip Eder”, sert sözleriyle bir şarkıdan çok bir manifesto gibi. Aksak ritmiyle kulağa eğlenceli gibi gelse de aslında değil.
“Hata Benim Göbek Adım” ise sözleri bir kenara koyarsak, melodik açıdan pekâlâ bir ‘70’ler Orhan Gencebay ya da Ferdi Tayfur şarkısı olabilirmiş. Her iki şarkının yarattığı atmosfer de birbirinden farklı ve bağımsız olarak çok etkileyici.
Daha şimdiden yurt dışında birçok festivalde, mekânda çalmaya başlamış Lalalar. Ben de merakla takip ediyorum.

Anadolu popun saykodelik “rock” tavrı bir süredir alabildiğine popüler. Hem eskiden yapılanlar, hem de yeni neslin yaptıkları Türkiye’den çok dünyada ilgi görüyor ayrıca. Bu yüzden de özellikle sınırların dışına çıkmak isteyenler için neredeyse kolay yol haline geldi. Turistlere kilim satmak gibi mi?.. Belki biraz öyle ama batı tipi “rock” müziğini batıya satamayacağımız da ortada. Zamanında yurt dışına açılmak bu kadar kolay olsaydı, Türkiye’den en az birkaç uluslararası yıldız çıkarabilirdik belki de.

Lalalar, Barlas Tan Özemek, Ali Güçlü Şimşek ve Kaan Düzarat’tan kurulu bir grup. Mazisi çok eski değil ama grubu oluşturan müzisyenlerin hepsi uzun süredir sektörde var olan isimler. Ali Güçlü Şimşek’i hem Çilekeş’ten hem de Gaye Su Akyol’la yaptıklarından biliyoruz, Barlas Tan Özemek daha önce solo bir albüm yayımlamıştı, Kaan Düzarat ise “dj” olarak zaten tanınıyordu. Lalalar olarak ilk teklileri “İsyanlar”ı ise 2019 yılında yayımladılar. Ardından “Mecnun’dan Beter Haldeyim” geldi. Geçtiğimiz günlerde ise Lalalar’ın iki teklisi birden yayımlandı; yâni bir nevi 45’lik. Zaten her iki şarkının isminin yanında da ‘7’’ Edition’ ibaresi var.

Dünyada bu türün gözde olduğu ve Türkiye’de de Anadolu popla harmanlandığı dönemi bilenler için bugün yapılanların bir kısmı “replika” gibi geliyor, doğruya doğru. Ama bu müziği sahiden bugünün içinden geçirebilen, taklide ya da tekrara düşmeden, yaratıcı ve özgün işler yapabilenler de çok. Lalalar daha önce yayımlanmış iki şarkısıyla bile bunu hissettirmişti; yeni şarkılar da durumu netleştiriyor.

Lalalar’ın müziğinde en dikkat çeken şey güçlü bas yürüyüşleri, parlak “riff”ler ve deforme edilmiş, kirli sesler. Şarkı sözleri yetkin, melodiler etkili. Bütün bunlar grubu emsallerinden bir adım öne çıkarıyor. “Yalnız Ölü Balıklar Akıntıyı Takip Eder”, sert sözleriyle bir şarkıdan çok bir manifesto gibi. Aksak ritmiyle kulağa eğlenceli gibi gelse de aslında değil.
“Hata Benim Göbek Adım” ise sözleri bir kenara koyarsak, melodik açıdan pekâlâ bir ‘70’ler Orhan Gencebay ya da Ferdi Tayfur şarkısı olabilirmiş. Her iki şarkının yarattığı atmosfer de birbirinden farklı ve bağımsız olarak çok etkileyici.
Daha şimdiden yurt dışında birçok festivalde, mekânda çalmaya başlamış Lalalar. Ben de merakla takip ediyorum.
Published on October 26, 2019 09:29
October 25, 2019
Günün Şarkısı 25 Ekim 2019
Ayşe Hatun Önal – “Efsane”

Ayşe Hatun Önal, Fikri Karayel, bir de üstüne Ufuk Kevser… Çok parlak gözüküyor böyle yan yana yazınca. Beklenti büyük oluyor. “Cool” bir elektronik şarkı mesela… Hani Ayşe Hatun Önal biraz o sulardan çıktı ya son zamanlarda… Hani Fikri Karayel ve Ufuk Kevser de tam o havalardan çalar ya…

Enteresan ama öyle bir şarkı değil karşımıza çıkan. İsmi çok iddialı: “Efsane”. Ne var ki daha şarkının başında duyduğumuz “Efso” vokaliyle bir kalıyorsunuz şöyle. Bayatlamadı mı çoktan bu “efso” esprisi (hatta şarkısı bile yapıldı çok önce?) Dahası ben kendi adıma sözlerin ne anlattığını, neden bahsettiğini zerre anlamadım. Hadi onu geçtim. Bu melodiyi ben bir yerden tanıyorum. Yoksa neden şarkıyı dinler dinlemez “Devrim istiyorsanız devrim yapalım, rüzgâr nereden esiyor ona bakalım,” diye mırıldanmaya başlayayım? Ne alakası var? Var işte. Timur Selçuk’un “Dönek Türküsü” dolaşıyor “Efsane”nin melodisinde.

Ayşe Hatun Önal'ın sesinde acayip bir karizma var. "Güzel ses, güçlü ses, şahane şarkıcılık" filan demiyorum bakın. Başka bir şey; belki bir "aura"; ona kabul. Bu şarkıda da o meydan okuyan, tavırlı sesi yine çok çekici. Klibin bir mesajı, alt metni var, o da hoş. Dahası Ufuk Kevser’in düzenlemesi çok çok iyi.
Ayşe Hatun Önal’ın ne yapsa beğenecek bir kitlesi var. Müzikte her şey çok sıradanlaşmış, renksizleşmişken biraz farklılık, biraz ters köşe iyidir belki de. Yine de “Efsane”nin beklentimin çok altında kaldığını söylemeliyim. En azından bu üçlüden beklentim bu değildi.
Published on October 25, 2019 09:25
Yavuz Hakan Tok's Blog
Yavuz Hakan Tok isn't a Goodreads Author
(yet),
but they
do have a blog,
so here are some recent posts imported from
their feed.
