Yavuz Hakan Tok's Blog, page 52

May 24, 2015

Ses Dergisi Yazıları (Nisan 2015)

53 YIL ÖNCE SES
Yeşilçam’ın ve gazino sahnelerinin şöhretleri baharı nasıl karşıladı? Genç aktris Sevim Emre’nin idealindeki erkek tipi ne? Dansöz Peri Han, nasıl “Romalı” Perihan Oldu? Bu ay 1962 yılından Ses dergilerinin sayfaları arasında dolaşıyoruz.  
BAHAR GEZİNTİLERİ

Ses dergisi, 1962 baharını şöhretlerin piknik haberleriyle karşılamış ve habere “Bahar Gezintileri Başladı” başlığını uygun görmüş. Habere göre Çolpan İlhan, Sadri Alışık ve oğulları Kerem ile dönemin popüler şarkıcılarından Rüçhan Çamay, film yapımcısı eşi Turgut Demirağ ve küçük kızları Melike Demirağ hep beraber  bahar havası almak için Belgrad ormanına pikniğe gitmişler. 

Haber şöyle devam ediyor: “El ele tutuştular, ağaçların arasında dolaştılar. Güneş bir açıp bir kapıyordu. Bahar çiçeklerinin ise güneşi, gölgeyi umursamayan görünüşleri vardı.”

Ne ki, bu güzel piknik, aniden bastıran sağanak yağmur nedeniyle hüsranla sonuçlanmış. Tıpkı Zeki Müren ve Gönül Yazar’ın baharın tadına varmak için çıktıkları Boğaz sefası gibi…

“Zeki Müren ile Gönül Yazar, Boğaz yoluna çıktıkları zaman, hava günlük güneşlikti. Bir ağaç altında oturup, güzel şarkılar dinlemeyi düşünüyorlardı. Bir parça peyniri de bir dilim ekmeğe katık ettiler mi, baharın tadını çıkaracaklardı. Bir yağmur damlası, onların hayallerini bozuverdi.”

Yağmur nedeniyle yarıda kalan her iki piknik hikâyesi de o kadar dramatik bir biçimde anlatılmış ki haberde, insanın gözleri yaşarıyor. O vakitler üzülecek daha başka mevzularımız yoktuysa demek…
“ŞEYTAN ÇEKİCİ” AYŞECİK

Derginin “sinekten yağ çıkaran” bir başka bahar haberi de günün sevilen çocuk yıldızı Ayşecik üzerine kurgulanmış. Şöyle deniliyor haberde: “Nisan, mayıs bayram aylarıydı. Çocuk Bayramı biter, Bahar Bayramı başlar, onu Gençlik Bayramı takip ederdi. Ayşecik de çocukluğunun en güzel baharını sürüyordu. Gülüyor, oynuyor, koşuyordu… Hayat ve Ses dergilerinin röportörlerinin kullandığı motosiklet çok hoşuna gitmişti. ‘Bu motosikleti tek elimle iterim,’ dedi. Uğraştı, didindi, yerinden bile oynatamadı.”

SEVİM EMRE

Yıllardır Orhan Gencebay’ın hayat arkadaşı olarak tanıdığımız Sevim Emre, 1962 yılında henüz 18 yaşında, genç bir film yıldızı. 1960 yılında Türkiye güzeli seçilmiş, ardından Yeşilçam’a ayak basmış. 

Haberde idealindeki erkek tipinin yeşil gözlü ve uzun boylu olduğunu ifade eden genç yıldız, müzikte alaturkayı tercih ettiğini, Kerime Nadir romanları sevdiğini ve fala inandığını da söylemiş.

Gelecekten çok umutlu olduğunu da sözlerine ekleyen Sevim Emre, Taksim ve Gezi Parkı civarında Ses dergisinin foto muhabiri Tamer Güvenç’in objektifine baharlık pozlar vermiş.
“ROMALI” PERİHAN

Şimdilerde her ne kadar “Prenses” ve “soprano” olarak anılmayı tercih etse de, Perihan Hanım’ın henüz şarkı söylemeye başlamadan ve de “Romalı” lakabını almadan evvel, Beyrut ve Kahire’de dansözlük yaptığını, 1962 yılından bir Ses dergisinin haberinden öğreniyoruz.

Haberde şöyle deniliyor: “18 Mart 1944’te dünyaya gelen Peri Han, siyah saçlı, siyah gözlü, güzel bir kızdır. Beyrut ve Kahire’de olduğu gibi İtalya’da da kıvrak danslarıyla çabuk şöhrete erişti. Mevsimine göre, turistlerin akın ettikleri bölgelerdeki lokallerde çalışmaya başladı. Oryantal dansları olduğu kadar modern dansları da gayet iyi yapmaktadır.”  


Romalı Perihan’ın elinde Ses dergisi ile verdiği pozun altına ise şu not düşülmüş: “Bugüne kadar okuduğu kitapların haddi hesabı olmadığını söyleyen genç sanatkâr, fotoğrafta Ses’i tetkik ederken görülüyor.”

MÜZİK GÜNDEMİ NİSAN 2015
ÇELİK’İ ANLAMAK

Geçen ay Çelik soyundu. Biz de yapabildiğimiz kadar şakasını yaptık, komiğini çıkardık, sonra da unuttuk gitti. E artık böyle bu işler. Hatırlarsanız, bundan dört beş yıl önce Hilal Cebeci sosyal medyada “panpiş”lerine cömert pozlar verince günler, haftalarca konuşulmuştu. Şimdi birkaç saatte tüketiliyor o mevzular. Üstelik Çelik de bir Hilal Cebeci değil, takdir edersiniz.

Kendini, müziğini yenilemeyip, geliştirmeyip, zamanın gerisinde kalıp sonra bir de anlaşılmadığından dem vurmak, soyunarak dikkat çekmeye çalışmak da neyin nesi? Anlaşılmayacak bir şey de yok ortada. Nitekim o meşhur çıplak pozun ortaya çıkmasından birkaç gün sonra Çelik’in iki yeni şarkısı dijital platformlara düştü. Bildiğiniz ‘90’larda kalmış Çelik. Söz, müzik, icra… Her şeyiyle yirmi yıl önce yapılmış gibi. Bu şarkılarla değil soyunmak, derisini yüzse faydasız.
YENİ ALBÜMLER

Geçtiğimiz ay müzik marketler açısından bereketliydi. Teoman ve Mabel Matiz’in uzun süredir beklenen albümleri çıktı piyasaya. Teoman 2011 yılından beri yeni şarkılardan oluşan bir albüm yapmamıştı. Mabel Matiz’in ise ikinci albümü “Yaşım Çocuk”un üzerinden geçen iki senede bir hayli yol almıştı. “Gök Nerede?” adlı yeni albüm ister istemez ilgi uyandıracaktı ki öyle de oldu. Özge Fışkın ve Ogün Sanlısoy da yeni albümleriyle epeydir durgunlaşan “rock” müzik piyasasına hareket getirdiler geçtiğimiz ay.

DOĞUŞTAN ŞÖHRETLİ ÇOCUKLAR

Sezen Aksu’nun oğlu Mithat Can Özer, 2012 yılında Pis’ton grubuyla ilk kez dinleyici karşısına çıkmıştı. Şimdilerde ise ilk solo albümünün habercisi “İnşallah” adlı şarkıyla adından söz ettiriyor.

İbrahim Tatlıses’in oğlu İdo Tatlıses ise 2014 yılında önce bir mini albüm, ardından da bir tekli yayımlamıştı. Şimdilerde üç şarkılık yeni mini albümüyle kendini müzik piyasasında kabul ettirmeye çalışıyor. Hayır, babasının sesine hiç benzemiyor sesi. Üstelik müzik tarzı da çok farklı. Şöhretli anne babaların çocukları kendi ayakları üzerinde durmak için fazladan bir çaba harcamak zorunda kalıyorlar mecburen. Mithat Can Özer bunu başaracak gibi görünüyor. Ama şayet İdo Tatlıses için müzik geçici bir heves değilse, biraz daha zamana ve çabaya ihtiyacı var gibi gözüküyor.  
FİLM MÜZİKLERİ

Tıpkı yurt dışında olduğu gibi, bizde de artık sinemalarda vizyona giren filmlerin “soundtrack” albümleri anında satışa sunuluyor.  Karışık Kaset, Unutursam Fısılda ve Hadi İnşallah filmlerinin “soundtrack” albümlerinden sonra geçtiğimiz ay da 8 Saniye ve Bir Varmış Bir Yokmuş filmlerinin müzikleri konuşuldu. Bir Varmış Bir Yokmuş filminin albümünde başrol oyuncularından Mert Fırat tam dört şarkıyı solo olarak, bir şarkıyı da diğer başrol oyuncusu Melisa Sözen’le birlikte seslendiriyordu. 8 Saniye filminin albümünde ise Şebnem Ferah’ın yeni bir şarkısının da yer alması ilgi çekti.

Keşke bu “soundtrack” modası Türkiye’de eskiden de var olsaydı da, bizler o unutulmaz Hababam Sınıfı filmlerinin, Arabesk gibi, Renkli Dünya gibi müzikal yerli filmlerimizin şarkılarını bugün filmlerin ses şeritlerinden değil de, temiz kayıtlarla albümlerden dinleyebilseydik.

BU AY NEREYE GİDELİM?
Nisan ayında Andrew Lloyd Weber’in klasikleşmiş müzikallerinden biri daha Broadway prodüksiyonuyla Türkiye’de. The Phantom Of The Opera müzikali, Zorlu Center PSM’de 8 Nisan ve 26 Nisan tarihleri arasında sahnelenecek.

Duman 10 Nisan’da Adana’da Çukurova Üniversitesi Açık Hava Tiyatrosu’nda, 11 Nisan’da Gaziantep Kalender Plaza’da, 18 Nisan’da ise İzmir Arena’da hayranlarının karşına çıkacak. İzmirliler 25 Nisan’da ise Kültürpark Açık Hava Tiyatrosu’nda Mustafa Ceceli’yi ağırlayacaklar. Adanalıları ise 21 Nisan’da HiltonSa’da Sıla konseri bekliyor.

Sezen Aksu şarkıları ile 40 yıllık bir yolculuğa çıkmak isterseniz, müzik direktörlüğünü Cenk Erdoğan’ın koreografisini Zeynep Tanbay’ın, yönetmenliğini ise Cüneyt Özdemir’in yaptığı Sezen’li Yıllar şovu 11 Nisan’da Volkswagen Arena’da sizi bekliyor.

Fas kökenli Fransız müzisyen Hindi Zahra Garanti Caz Yeşili konserleri kapsamında iki gün İstanbul’da olacak. Zahra’nın müziğini sevenler 20 ve 21 Nisan tarihlerinden birinde Babylon’a mutlaka uğramalılar.

MART 2015
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 24, 2015 05:14

May 17, 2015

Dinlediklerim... Mayıs 2015

ULAN - "DUA TARLASI"

İki lise arkadaşı olan ve 1999-2003 yılları arasında birlikte müzik yapan Volkan Diyaroğlu ve Ziya Levent Aybay, o günlerden kalan ve geçen zaman içerisinde biriktirdikleri şarkılarını bir albümde toplamaya 2014 yazında karar vermişler. Ziya Levent Aybay, İstanbul’da reklam sektöründe çalışırken, Volkan Diyaroğlu İspanya’da resimle uğraşmış yıllar boyunca. Ve sonra tüm bu hayat deneyimlerini ve her şeye rağmen bir kenara atmadıkları müzik birikimlerini Ulan adını verdikleri bir grup olarak “Dua Tarlası” adlı bu albüme dökmüşler. “Dua Tarlası”, geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle raflarda yerini aldı.

Neresinden baksanız enteresan bir albüm bu… Öncelikle Türkiye’deki “rock” kategorisinde bir yere oturtmak zor. Önceleri popa alternatif bir yol izleyen “rock” müzik, nicedir poplaştı zira memleket sınırları dâhilinde. Bu albüm bu eğilime hem teknik, hem de artistik bakımdan sırtını dönüyor ve bir nevi ülkede yapılmakta olan “rock” müziğin alternatifini sunuyor.
İspanya’da yapılmış “mix” ve “mastering”, Türkiye standartlarının çok dışında öncelikle. Grup bunu özellikle tercih etmiş ve genellikle aynı stüdyolardan, aynı isimlerin elinden çıkan ve haliyle birbirine çok benzeyen işlerden uzak durmaya çalışmış. Bunu başarmış da. Alışık olduğumuzun aksine, solist sesi enstrümanlardan daha ön planda değil mesela Ulan’ın şarkılarında. Hatta enstrümanlardan biri gibi. Bu sadece “mix” marifeti değil ama. Şarkıların tamamında bildik şarkı sözü kalıplarının dışına çıkan, şiire daha yakın duran, az kelimeyle ve hep kısa cümlelerle yazılmış yalın şarkı sözleri var. Ve bu sözler melodilerin içine o kadar sinmiş ki, ayırmak mümkün değil gibi.

Şarkı sözlerinin temel izleği, yaşadığımız coğrafyadan ve tarih aralığından bağımsız olarak insanın yeryüzündeki varlığı, hayat ve zaman kavramları. Böyle bir konu bütünlüğü var başından sonuna dek. Hâl böyle olunca, şarkı sözlerini başından sonuna dek uzun bir şiirin parçaları gibi okumak da mümkün.
Albümü farklı kılan bir başka unsur da özellikle gitar tonlarında yakalanan saykodelik tınılar. Benim kişisel dinleme tercihi olarak, “rock” müzikte çok tat aldığım, çok sevdiğim bu tınılara öykünen çok grup oldu bugüne dek güncel Türk “rock” müziğinde ama bu denli gerçeğini yapabilen pek olmadı.

Grubun klipte görünmemesi, sektörün olağan “PR” yöntemlerini kullanmaması, albümün fotoğrafsız, minimalist bir kartonet tasarımıyla satışa sunulması gibi tercihler de eklenince, “alternatif” tabiri tam karşılığını buluyor Ulan’da.
Albümdeki tüm düzenlemeleri Volkan Diyaroğlu yapmış. Ziya Levent Aybay’ın yazdığı “Hafriyat” adlı şarkı dışındaki 11 şarkının söz ve müzikleri de Diyaroğlu’na ait. Müzik danışmanlığı ve prodüktörlüğü ise ülkenin sayılı müzik yazarlarından biri olan Ali Deniz Uslu üslenmiş ki Uslu’da, grup elemanlarının eski arkadaşı olarak, bir nevi “aileden” bir prodüktör olmuş.

7:13’lük süresiyle senfonik “rock” sınırlarında dolaşan “Durdurun”, ilk klip şarkısı “Kaybolduğumda”, yaşam bir hafriyat” metaforuyla dinleyeni düşünmeye davet eden “Hafriyat” albümün öncelikle dikkat çeken şarkıları.
Kolay dinlenilir, kolay hazmedilir, kolay dile dolanır bir müzik değil Ulan’ın müziği. Ama mutlaka kulak kabartılması, sadece dinlenilmesi değil, üzerine kafa yorulması gerekenlerden.
ARS LONGA - "GÜNLER"

Ars Longa’nın hikâyesi birçok “rock” grubunun hikâyesinden çok da farklı değil aslında. Değişik elemanlarla süregelen bir zaman diliminde internete konulmuş kayıtlar ve sahne performanslarıyla kazanılmış “gizli” bir ün, uzun bir zamana yayılan albüm kayıt süreci… Ars Loga’nın ilk albümü “Günler”, nihayet, takvimler Mart 2015’i gösterdiğinde yayımlandı. Grubun şu anki kadrosu Sinan Çulhaoğlu, Uygar Çehreli, Berat İşçioğlu ve Nihal Saruhanlı’dan oluşuyor ki Çulhaoğlu ve İşçioğlu aslında grubun da kurucuları. Albüm kayıtlarında ise Emre Malikler, Tufan Büyükgüngör, Can Güngör ve aynı zamanda prodüktörlüğü de üstlenen Umut Gökçen de çalmış. Zaten prodüktör olarak Gökçen de Ars Longa’yı bir gruptan ziyade, bir “proje” olarak tanımlamayı tercih ediyor.

Uzun bir zaman dedim ya, sahiden de albüm, 2013-2015 yılları arasında, yani iki yılda ve altı farklı stüdyoda kaydedilmiş. Basın bülteninde bu durum şu cümlelerle özetleniyor: “Günler, kayıt sürecinin uzayışıyla, bir şekilde kendi kendinin hikâyesi haline geldi. Üstünden mevsimler, müzisyenler, sevinçler ve hüzünler, Hakan Ormanlar, Hrant Dinkler, yolculuklar ve konserler geçti.”
Hipokrat’ın “ars longa, vita bravis (sanat uzun, hayat kısa)” özdeyişinden ismini alan Ars Longa, bu ilk albümünü dijital platformlarda kendi hesabına satışa sunmuş. Sanırım dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bu yöntem zamanla daha fazla grup/şarkıcı tarafından benimsenecek zira “label” sahibi müzik firmalarının müzisyenlere albüm çıkarma noktasındaki katkısı giderek azalıyor, görünmez hale geliyor ve hatta tam tersine, bazen zararı bile olabiliyor.

Albümde 10 şarkı var. Bunların büyük kısmı, grubun yıllar içerisinde takipçilerince bilinir hale gelmiş şarkılar. Mesela 2007 yılında yayımlanan “Türkiye’den Alternatif Sesler” adlı karma albümde yer almış “Gözyaşı Şişesi”, mesela internette çok dinlenilmiş, konserlerde çok çalınmış, söylenmiş “Gerçek Aşk Bekler”, “Ceviz Renk Sandıklar”, “İstanbul Uyurken”… Haliyle her biri pişmiş, demlenmiş, durmuş oturmuş şarkılar. Acemi ya da amatör tınlamıyor zaten albüm başından sonuna dek. Bir tek şey hariç… O da solist Sinan Çulhaoğlu. Çulhaoğlu her ne kadar kendi yazdığı şarkıları söylüyor olsa da, solist olarak yeterince ağırlığını koyamıyor ve her şeyiyle çok iyi bu grubun yumuşak karnı ister istemez solisti oluyor.

Bunu bir kenara koyarsak, kâh Pinhani’nin, kâh Mor ve Ötesi’nin ilk dönemlerini anımsatan, sıcak, samimi ve içi dolu şarkılarla albüm, Türkçe “rock” piyasasına taze bir nefes aldıracak türden. İstanbul’da 1925’den 2014’e kadar yayın hayatını sürdüren ve Yunanca olarak basılan, ancak 2014’te kapanmak zorunda kalan gazeteden adını alan “Apoyevmatini” başta olmak üzere, “Gerçek Aşk Bekler”, “İstanbul Uyurken”, “Gözyaşı Şişesi” gibi her biri kendi içinde hem şarkı sözleri, hem de müzikal içerik bakımında çok zengin, çok katmanlı, iyi yazılmakla kalmamış, iyi de çalınmış şarkıları, eğer eli yüzü kirlenmemiş “rock” sevenlerdenseniz, sevmemeniz için hiçbir neden yok.

FİKRİ KARAYEL - "ZOR ZAMANLAR"

Şimdilerde eski şanı kalmamış olsa da, My Space bir kuşağın hafızasında yeni, bağımsız, alternatif müzikleri, müzisyenleri, grupları keşfettikleri platform olarak kalacak. Nitekim bugün de yeni albüm çıkaran bir ok grubun/müzisyenin geçmişinde My Space sayesinde şöyle ya da böyle adını duyurmuşluk, tanınmışlık hikâyesi var. Fikri Karayel de bunlardan biri.

Kıbrıs doğumlu Fikri Karayel, yaşamının bir bölümünü İngiltere’de geçirmiş, üniversite eğitimini de orada, bambaşka bir alanda alırken, kendi deyimiyle “genlerinde kodlu” müzikle yakından ilgilenmeye başlamış. Avrupa’da müziğin ve müzik sektörünün beşiği kabul edilen İngiltere’de geçen yıllar, Kıbrıs’a döndükten sonra da Fikri Karayel’in müzikal gelişimini etkilemeye devam etmiş olmalı ki, ilk “demo” kayıtlarını o dönemde yapmış. Bu kayıtlardan biri, “Şehit” adlı şarkısı Kıbrıs radyolarında çalınır hale gelince, Haluk Levent’in bir şekilde dikkatini ve çekmiş ve Levent şarkıyı, 2010 yılında yayımladığı “Karagöz ve Hacivat” adlı albümünde kullanmış. Bu bir anlamda Fikri Karayel’in ilk profesyonellik tecrübesi olmuş ve My Space kanalına yüklediği “demo” kayıtlarının hatırı sayılır bir ilgi görmesi üzerine, ilk albümü kaydetmek üzere kolları sıvamış.

Fikri Karayel’in Kıbrıs’ta kaydettiği albüme Türkiye’de Dokuz Sekiz Müzik ilgi göstermiş ve Karayel’in bu albümünde de yer alan “Hayal Edemezsin” adlı şarkı 2014 Kasım’ında vizyona giren “Seni Seviyorum Adamım” adlı filmin “soundrack” albümünde kullanılmış. 2015’in Ocak ayında ise “Zor Zamanlar” adı verilmiş ilk Fikri Karayel albümü, Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü.

Denilebilir ki yüzü tamamen batıya dönük bir albüm bu. Karayel’in yıllar içerisinde yazdığı şarkılar, Türk müzik piyasasının kurallarını, genel geçer klişelerini pek de umursamıyor. Haliyle de hedef kitlesinin de aynı düzlemdeki müzik dinleyicileri olduğu söylenebilir. Özellikle ilk iki şarkı bu tezi doğruluyor. Albümün bütününden bağımsız olarak, “blues” sularında gezinen bu iki şarkı (“Zor Zamanlar” ve “Döner Başa”) tek başına bir “single” olarak yayımlansa da olurmuş. Özellikle “Zor Zamanlar”, İngilizce sözlerle söylenmiş ve Avrupa’nın kayıt standartlarında kaydedilmiş olsa, dünya çapında bir şarkı olabilecek güçte.

Bu iki şarkıdan sonra ise albüm sonuna kadar pop-“rock” bir çizgide seyrediyor. Özellikle pop tarafının ağır bastığı “Hayal Edemezsin” ve “Beni Bırakma”, ortalama Türkçe müzik dinleyicisini daha kolay yakalayabilecek şarkılar (Ajda Pekkan, ‘80’lerin başındaki Ajda Pekkan olsaydı, “Hayal Edemezsin”i nasıl güzel söylerdi hayal edebiliyorum.) “Trenler” de melodisiyle kulağa kolay takılanlardan. “Keyfinin Kahyası” ilginç sözleriyle dikkat çekiyor. “Küçük Kardeşim” ise küçük gibi görünen ama çok etkili bir şarkı. “Vazgeçilmez” ve “Bir Gün”, “rock” tarafı ağır basan şarkılar. “İntro”suyla birlikte albümde iki “track”lik yer kaplayan “Senden Sonra” ve “Morg”, albümdeki başka birçok şarkı gibi İngiliz pop-“rock” terbiyesinde şarkılar.

Albümdeki bütün şarkıların söz, müzik ve düzenlemelerini Fikri Karayel yapmış. İlk albümünü hazırlayan bir müzisyen için böylesi bir yükün altına girmek kolay değil ama Karayel üstesinden gelmiş gibi görünüyor. Tek problem melodilerin yer yer birbirini andırması ki bu da göz ardı edilebilir bir kusur. Üstelik Kıbrıs şivesini, uzun süre İngiltere’de yaşamış olmanın doğurabileceği aksan problemini her nasılsa halletmiş ve hem şarkı sözlerinde, hem de telaffuzunda Türkçe kullanımı açısından kusur göstermemiş Karayel. Türkiye’de doğup büyüyüp yaşamışların bile İngiliz aksanıyla şarkı söylediğine şahit olurken zaman zaman, bu bile tek başına önemli bir detay.
Sofistike fotoğraflarla hazırlanmış Murat Zengi imzalı kartonet tasarımının kusuru ise şarkı sözlerinin alabildiğine küçük yazılmış olması. Eğer benim gibi şarkı sözlerini şiir gibi okumayı sevenlerdenseniz, yanınıza bir büyüteç almanız lazım.
MAYIS 2015
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 17, 2015 14:47

May 14, 2015

Ahmet & Aslı Jackson Röportajı


Pop müzikte ‘90’lı yıllar denilince ilk akla gelen isimlerden biri olan “Ah Canım” Ahmet, moda tasarımcısı Aslı Jackson’la birlikte seslendirdiği “Bla Bla” adlı şarkıyla müzik dünyasına geri döndü. 

Tasarımcı olmasının yanı sıra müzikle de hep iç içe bir hayat yaşamış Aslı Jackson’la üç yıllık beraberliğini iş ortaklığına da dönüştüren Ahmet’in birlikte hazırladığı teklinin yapımcılığını Kenan Doğulu üstlenmiş. Aslı Jackson ve Ahmet’le, Mercedes-Benz Fashion Week etkinliğinin yapıldığı İstanbul Karaköy’deki 7 numaralı antrepoda bir araya geldik.

Röportajı okumak için bu cümlenin üzerini tıklayabilirsiniz.
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 14, 2015 10:20

April 28, 2015

Ayşegül Aldinç Röportajı


2010 yılında “O Kız”,  2011 yılında “Li Lal Lal La La” adlı teklileri yayınlanan Ayşegül Aldinç, bu defa bir albümle dinleyici karşısına çıkmaya hazırlanıyor. Ayşegül Aldinç’le çalışmaları devam eden yeni albümünü, albümün öncüsü yeni şarkısını ve daha fazlasını konuşmak üzere, yıllardır yaşadığı semtte, Cihangir’de bir araya geldik.

Röportajı okumak için bu cümlenin üzerini tıklayabilirsiniz.    

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 28, 2015 15:53

April 23, 2015

Ses Dergisi Yazıları (Mart 2015)

30 YIL ÖNCE SES
Kocaman vatkalar, kelebek tokalar, Shetland kazaklar, bel üstüne kadar çıkan şalvar pantolonlar… Dallas, Beyaz Gölge, Şahin Tepesi, Uykudan Önce… Banu Alkanlar, Ahu Tuğbalar, Serpil Çakmaklılarla sinema perdesinde ve sahnelerde alıp başını giden çıplaklık furyası… Bu ay, ‘80’li yılların tam ortasında, 1985 yılında geziniyoruz.  
AŞK SAHNELERİNİN ARDINDAKİ GERÇEK

Bulvar gazetesinin Türkiye güzeli yarışmasında birinci seçildikten sonra, daha önce evlenip boşandığı ortaya çıkınca tacı elinden alınan Hülya Avşar, bir anda kendini film setlerinde bulmuştu. Yeşilçam onu çok sevmiş ve Avşar ardı ardına film çevirmeye başlamıştı o günlerde.

Hülya Avşar on birinci filmi “Ömrümün Tek Gecesi”nde başrolü Kenan Kalav’la paylaşıyor ve film 1985 Mart ayında vizyona giriyor. Girer girmez de kıyamet kopuyor. Çünkü filmin yardımcı oyuncusu Ayşegül Ünsal, kendi oynadığı sevişme sahnelerinin filmin afişlerine yerleştirilip, Hülya Avşarmış gibi gösterilmesine isyan ediyor. “Soyunan, çıplak poz veren, hemen her lobide resmi olan benim ama cismim var, ismim yok. Hiç kimsenin aşk sahnelerinde dublörlüğünü yapacak kadar küçülmedim,” diyor Ayşegül Ünsal.

Genç Hülya Avşar’sa film yapımcılarının bu ticari hilesinden tamamen habersiz ama bir yandan da mağdur. “Bu film yüzünden babamdan bir dayak yemediğim kaldı,” diyor. “Babam sinemada afişleri görmüş ve ben zannetmiş. Bir hayli bağırdı çağırdı. Ayşegül bana benziyor diye onun adını afişlere küçük yazdıran herhalde ben değilim.”

SERÇE PİKE YAPIYOR

Habere göre Sezen Aksu, son gazino çalışmasında Müjde Ar’la yer sırası yüzünden kapışınca, bir konser dizisi yapmaya karar vermiş ve Şan Tiyatrosu’nda sahnelenen “Sezen Aksu Söylüyor” projesi böyle doğmuş. Konserde Minik Serçe sadece şarkı söylemiyor, oyunculuk hünerlerini de sergiliyor, hatta konserin sonunda sahneden havalanıp salonda uçuyormuş.

Konser boyunca tipten tipe giren Sezen Aksu, kâh çaçaron kadın, kâh namuslu fahişe, kâh assolist bozuntusu oluyormuş.




Bakmayın miş’li geçmiş zaman kullandığıma, ben de izlemiş, günlerce etkisinden kurtulamamış, şarkılarla mest olmuş, şakalara çok gülmüş, konserin Sezen Aksu sonunda basit bir teknik sihirbazlıkla sahneden sahiden havalandığında ise adeta büyülenmiştim. Sonrasında bu konserin video kasetini de satın alıp her bir skecini, her bir şarkısını ezberleyene kadar defalarca izledim. Hâlâ da saklarım o kaseti.

Şimdilerde böyle ihtişamlı konserler ne yazık ki yapılamıyor ama Sezen Aksu hâlâ her konserinde izleyenleri mest etmeyi, çok güldürmeyi ve büyülemeyi bir şekilde başarıyor.
PRENSES ŞERİFE

Ses dergisi muhabiri Şahin Büyükkaya’nın o günlerin en popüler sinema ve sahne yıldızlarından Güngör Bayrak’la yaptığı röportajın başlığı şöyle: “Güngör Bayrak olarak değil, Prenses Şerife olarak öleceğim.”
Bayrak’ın bu cümleyi neden sarf ettiğini röportajı okuyunca anlıyoruz. “Benim iki prens talibim var. Birisi Katar Prensi. Onunla Paris’te tanıştım. Diğeri ise Prens Abdullah... Şimdilik ikisi de evlenmek istiyor,” diyor Güngör Bayrak.

Kaderin cilvesine bakın ki Güngör Bayrak bu röportajdan yıllar sonra bir prensle değil belki ama bir sörle evlenip “Lady” unvanını aldı.
Haberi süsleyen fotoğraflarda Güngör Bayrak olay yaratan sahne kostümüyle poz vermiş. Sahneye külotsuz çıktığı iddia edildiği için birkaç kez başı derde giren, emniyete çağırılıp ifadesi alınan Bayrak, bu hassas konuya da açıklık getiriyor: “Ben tanga giyiyorum. Tanga biliyorsunuz mini külot demek. Benim tuvaletimin altında bir tanga üzerine oturtulmuş mini gizli bir külot var. Çok kişi bunu anlamıyor ve beni külotsuz zannediyor. Durum bu.” 

MÜZİK GÜNDEMİ MART 2015
ŞU BİZİM EUROVISION
Sonunda TRT’den beklenen yeşil ışık geldi ve 2016 yılında Eurovision Şarkı Yarışmasına Türkiye’nin yeniden katılmaya başlayacağı haberi geçen ayın müzik gündemine düştü.

Eurovision her şeyden önce dünya üzerinde bu kadar çok ülkede aynı anda yayınlanan tek televizyon şovu. Bu kadar büyük çaplı tek şarkı yarışması olduğu da bir gerçek. Diyeceksiniz ki o berbat şarkılarla şarkı yarışması yapılsa ne olur, yapılmasa ne olur?.. Bence öyle değil. Bu, farklı ülkelerdeki farklı insanları bir araya getiren kültürel bir etkinlik her şeyden önce. Ve dedim ya, sonuçta bir televizyon şovu. Televizyon yayıncılığının en son teknolojilerinin kullanıldığı, ihtişamlı, göz kamaştırıcı bir gösteri. İçinde müzik var, dans var, eğlence var, rekabet var… Böylesi bir gösteriden neden illa müzikal başyapıtlar çıkmasını bekleyelim ki? Yılda bir defa, üç gece süren yarışmayı izliyor, eğleniyor ve sonra unutuyoruz zaten.

Aynı savunmayı yarışmanın siyasi olduğuna dair argümanlara karşılık da verebilirim. Evet siyasi. Evet, komşu komşuya oy veriyor. Ama gelin görün ki bu durum birinci olacak şarkıyı etkilemiyor. Bütün istatistikler de bunu gösteriyor zaten. Fazla da kasmaya gerek yok yani. Hem Türkiye olarak biz de gayet siyasi oy kullanıyoruz; bunu da inkâr edemeyiz.

Peki 2016’da Türkiye’yi kim temsil etsin? Bence bu işi yine gençlere bırakalım. İrem Derici olur, Edis olur, Barış Erdem olur, Ece Seçkin olur… Bir dolu yeni ve parlak işler yapan genç şarkıcımız var. Oradan yürüyelim derim.

Bu arada Türkiye katılsın ya da katılmasın, Eurovision ile ilgili iseniz, içinde benim kızımın da bulunduğu bir grup gencin kurdukları ESC in 5 platformunu takip etmenizi öneririm. Yarışmaya katılan bütün ülkelerin bütün yerel finalleri de dâhil olmak üzere epeyce kapsamlı bir site: www.escin5.com
ZEKİ MÜREN’E VEFA

Aysel Gürel ve Kayahan için yapılan saygı albümlerinin prodüktörü Murat Yıldırım’ın yeni bir proje peşinde olduğu geldi kulağıma. Aradım, sordum hemen. Yanlış duymamışım. Murat Yıldırım bu defa da Zeki Müren anısına bir albüm yapmak için kolları sıvamış.

Besteci ve söz yazarı olmayan, sadece şarkı söyleyen isimlere saygı albümü yapılmasını doğru bulmuyor Yıldırım. Haksız da sayılmaz. Müzeyyen Senar, Müslüm Gürses ya da Ajda Pekkan gibi isimleri düşünün… Onlar başkalarının yazdıkları şarkıları sesleri ve yorumlarıyla yücelttiler. O şarkıları onların anısına başkalarının söylemesi pek bir anlam taşımıyor o yüzden.
Zeki Müren’e saygı albümü ise tamamen Müren’in bestelerinden oluşacakmış. “Beklenen Şarkı”, “Şimdi Uzaklardasın”, “Manolya başta olmak üzere Zeki Müren’in pek çok dile düşmüş bestesi var.

Albümde bu defa sadece ana akımdan değil, alternatif müzikten farklı isimlerle de çalışmayı düşünüyor Yıldırım. Bunlardan biri de son dönemde alaturka ve alternatif müziği harmanlayan farklı tarzıyla dikkatleri üzerine çeken Gaye Su Akyol olacakmış.
Bir şarkıda ise Zeki Müren’in kendi sesi de bugünün teknolojisiyle, bugünün şarkıcılarından bir ya da ikisiyle bir araya getirilecek, bir anlamda “sanal” bir düet yapılacakmış. Müzeyyen Senar’a saygı albümünde de imzası bulunan Selçuk Tekay’ın da bu projede görev alacağını öğrendim ayrıca.

“Vefa arıyorum,” derdi sözlerini yazdığı “Kandil” adlı şarkısında Zeki Müren. Bu albüm tam anlamıyla bir vefa albümü olacağa benzer.
BU AY NEREYE GİDELİM?

Dünyaca ünlü İspanyol yıldızı Julio Iglesias, 14 Mart’ta Ülker Sports Arena’da sahne alıyor. ’70 ve ‘80’lerin romantizmini özleyenlere birebir.
Üçüncü albümü “Gök Nerede”yi yayımlayan Mabel Matiz, bir Türkiye turnesine çıkıyor. Matiz, 6 Mart’ta Diyarbakır, 7 Mart’ta Edirne, 11 Mart’ta Sivas ve 17 Mart’ta Sakarya’da hayranlarıyla buluşacak.

Yakında sahneyi bırakacağını açıklayan Sezen Aksu’nun Bostancı Gösteri Merkezi’nde 6 ve 7 Mart tarihlerinde vereceği konserler, onu sahnede izlemeyi sevenler için son fırsatlar olabilir.
Son dönemde adından sıkça söz ettiren Boğaziçi Caz Korosu, 14 Mart’ta Gelecek İçin Gençlik Derneği’nin yürüttüğü "Gelecek Ellerimde" projesi kapsamında Ankara’da, MEB Şura Salonu’nda sahne alacak. Koro, 21 Mart’ta ise İzmir AKM’de dinleyici karşısına çıkıyor.

Metal müzik sevenler, 15 Mart’ta Garaj İstanbul’da The Haunted’ı izleyebilirler. 21 Mart’ta ise Küçük Çiftlik Parkı’nda dünyaca ünlü metal grubu Opeth sahne alıyor.    
Bale severler ise Rus balesinin en seçkin bale topluluklarından biri olan Moskova Devlet Akademik Klasik Bale Tiyatrosu’nun “Coppelia” temsilini 27-29 Mart tarihleri arasında TİM Show Center’da izleme şansına sahipler.

ŞUBAT 2015 
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 23, 2015 06:20

April 19, 2015

ENBE Orkestrası Röportajı


ENBE Orkestrası, kalabalık kadrolu bir albümle 2015’e merhaba dedi. Albümde tanıdık isimlerin yanı sıra önümüzdeki yıllarda adlarını belki de sıklıkla duyacağımız genç müzisyenler de var. Orkestra’nın şefi Behzat Gerçeker ve albümde yer alan beş genç müzisyenle bir araya geldik ve ENBE 2015’i konuştuk.

Röportajı okumak için bu cümlenin üzerini tıklayabilirsiniz. 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 19, 2015 15:21

April 15, 2015

Zuhal Olcay Röportajı


2001 ve 2005 yıllarında yayınlanmış iki “Başucu Şarkıları” albümünde Türk pop müziğinin geçmişinden seçilmiş şarkıları yeniden seslendiren Zuhal Olcay, son olarak 2009 yılında tamamen yeni şarkılardan oluşan “Aşk’ın Halleri” albümünü piyasaya sürmüştü. Zuhal Olcay, geçtiğimiz günlerde Ada Müzik etiketiyle yayınlanan “Başucu Şarkıları 3“ ile bir kez daha dinleyici karşısına çıktı. Olcay’la karlı bir İstanbul sabahında yeni albümünü konuştuk.

Röportajın tamamını okumak için bu cümlenin üzerini tıklayabilirsiniz. 
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 15, 2015 04:49

March 8, 2015

Ses Dergisi Yazıları (Şubat 2015)

45 YIL ÖNCE SES
AYLA DİKMEN VE PERUKLARI

Sene 1970. Bu dünyadan göçüp gittikten çok uzun yıllar sonra “Anlamazdın” şarkısıyla tekrar popüler olacak Ayla Dikmen o günlerde şöhretinin en parlak günlerini yaşıyor. Ses dergisi muhabiri Mine Baykara’nın haberine göre tam 11 tane peruğu varmış ünlü şantözün. Şaşırmayın; şimdilerde pek tuhaf geliyor kulağa ama o günlerde sadece şantözler, aktristler değil, sıradan ev kadınları bile peruk takardı. Peruklar da tıpkı Ayla Dikmen’inkiler gibi, suratsız manken kafalarının üzerine asılır, tuvalet masalarının üzerinde öylece dururdu. Ben şahsen çok korkardım o kafalardan. Baksanıza, korkunç değiller mi sahiden?

Haberde Ayla Dikmen peruklarını uzun anlatmış, neden peruk kullandığını da şu cümlelerle açıklamış: “Bir kadının berbere gidip saçını yaptırabilmesi için çok fazla vakti olması lazım. Hele bizim gibi o gazinodan o gazinoya koşan artistler için vakit altın gibi, platin gibi kıymetli. Bu yüzden peruk kullanıyor, peruktan medet umuyoruz.”

HER YERDE MAKSİ VAR


Habere göre Faye Dunaway’in Bony And Clyde filminde giydiği kostüm, 1970 yılının maksi yılı olmasına önayak olmuş. Bizim artistlerimiz de durur mu?.. Hülya Koçyiğit’ten Selda Alkor’a, Belgin Doruk’tan Zeynep Aksu’ya dek her biri ya bir maksi etek, ya bir maksi palto giyip poz vermiş.

Haberde maksi modası hakkında ünlü terzi Mualla Özbek’in de fikri alınmış. “Bilhassa uzun boylu ve bacakları pek güzel olmayan hanımlarımız için biçilmiş kaftan,” demiş Gökçay. Bir başka butik sahibi de “Maksi zengin işi. Orta halli hanımlarımız bu modaya pek ayak uyduramayacaklar,” demiş. Orasını çözemedim. Özellikle Selda Alkor’ün üzerindeki orta halli palto hiç de zengin işi durmuyor oysa. O zamanlar yeni moda diye kaça sattılarsa artık…

YEŞİLÇAM’DA GRİP VAR!

Mevsim kış. Kar, buz, ayaz, poyraz ve haliyle nezle, grip mevsimi. 1970 kışı da çetin geçmiş olmalı ki, şöhretlerimiz gripten kırılmış. Eline mendili alan poz vermiş Ses dergisi objektiflerine. Belgin Doruk hasta yatağında hapşırmaktan bir hal olmuş. O günlerin en popüler ağrı kesicisi Gripin’in kutularını süsleyen o meşhur başı ağrıyan kadın pozunu vermek ise Selda Alkor’a düşmüş. İzzet Günay ilaç içiyor, Nebahat Çehre aksırıyor, Murat Soydan ise ateşini ölçtürüyor. Cüneyt Arkın deseniz, o da ayrı perişan.  





Cahit Poyraz’ın haberi ve Sedat Dizici’nin fotoğrafları, neresinden baksanız bir habercilik başarısı. Bugünün artistlerine böyle pozlar verdiremezsiniz kolay kolay. Zaten şimdikiler neredeyse tuvalete gittiklerini bile sosyal medyaya yazdıklarından, grip olmalarının haber değeri de kalmadı ne çare.

MÜZİK GÜNDEMİ ŞUBAT 2015
ÖMÜR GEDİK’E KIZMAYIN

Bu yazının yazıldığı günlerde sosyal medya Ömür Gedik’in yeni çalışmasıyla (!) çalkalanıyordu. Malumunuz, pek hayvan sever medyatik figürümüz Ömür Gedik, tamamen hayvanlara gelir sağlamak maksadıyla başladığı şarkıcılık macerasının gelip geçici olmadığını, hatta hayvan mayvan hak getire, asıl niyetinin şarkıcılık olduğunu kısa sürede gösterdi. Geçtiğimiz günlerde de nedendir bilinmez “Hey Onbeşli” türküsünü yeniden söyledi ve şarkı dijital tekli olarak satışa sunuldu. Ama şarkının bu “eller havaya” düzenlemesi ve klibindeki çıplak erkek dansçılar tepki gördü.

Gerçekten yaşanmış ve son derece dramatik bir hikâye üzerine yazılmış “Hey Onbeşli”nin aslında bir ağıt olduğunu söyleyen Tokatlılar başta olmak üzere, Gedik’in yorumu ve klibi çok fazla eleştiri yağmuruna tutulunca klibi apar topar yayından çektiler. Ömür Gedik klibin revize edileceğini açıklamak zorunda kaldı, hatta Tokatlılara hassasiyetleri için teşekkür etti.
Tamam, dudak büküyoruz, gülümsüyoruz, bazen de kızıyoruz ama çok da ciddiye almamak lazım. Ömür Gedik ne ilk ne de son çünkü. Dünyada da örnekleri çok üstelik… Paris Hilton var mesela. Parası ve nüfuzuyla şarkıcılığa soyundu. Kelimenin gerçek anlamıyla da soyundu. Öyle de idare ediyor. Türkiye’de deseniz nicesi var. Hani duşta bile şarkı söyleyemediği halde şarkıcı olup sahneye çıkan, plak dolduranlar… ‘80’li yılları bilenler, bize Haydar Paşa’nın gelini diye yutturulan film ve “ses” yıldızı Christine Haydar’ı mutlaka hatırlıyorlardır mesela. Sesi nasıldı diye sormak bile anlamsız. Çünkü sesi yoktu.  

Yeşilçam’ın Türkan Şoray hariç, neredeyse tüm aktör ve aktristleri, şarkı söyleyebilsin söyleyemesin, sahneye çıkmıştı bir zamanlar. Yıllarca büyük büyük gazinolarda çalışmış Ahu Tuğbalar, Serpil Çakmaklılar, Oya Aydoğanlar, Ömür Gedik’ten daha iyi mi şarkı söylüyordu sanıyorsunuz? Banu Alkan ve “Neremi Neremi?” vakası daha yakın tarihte yaşandı; onu bilirsiniz zaten.
Sözün özü, onlar bizle, biz onlarla kafa bulup, eğleniyoruz işte. Ciddiye almayın. Boşuna da kızmayın Ömür Gedik’e. Adı müzik tarihine altın harflerle yazılmayacak sonuçta.
MÜZİK DÜNYASINDA YERLİ DİZİ ETKİSİ

Eskiden insanlar sinemalara, gazinolara giderler, eğlence ve sosyalleşme ihtiyaçlarını böyle karşılarlardı. Şimdilerin televizyon dizileri de aynı amaca hizmet ediyor gibi. Bir dizinin bir bölümünü izlemek üzere ekran başına oturduğunuzda, iki saatlik bir Yeşilçam filmi izlemiş, arada da bir gazinoya, gece kulübüne uğramış gibi oluyorsunuz çünkü. Dizilerde aşk, ihtiras, macera, kin, nefret, intikam, entrika ve komedi gani gani. Üzerine bir de şarkılar, türküler… Değmeyin izleyenin keyfine!
Bir ara dizilerde eski şarkıları kullanmak pek modaydı. Ayten Alpman’ın “Ben Varım”ı Aliye dizisinde kullanılınca almış yürümüştü mesela. Şimdilerde ise dizi oyuncuları kendileri şarkı söylemeye başladılar. Allem ediliyor kallem ediliyor, senaryonun bir yerine bir şarkı söyleme sahnesi konuluyor.

Bu modayı Ulan İstanbul dizisi başlattı denilebilir. Karlos ve Yaren (Erkan Kolçak Köstendil ve Şebnem Bozoklu) karakterlerinin düeti “Yanarım”, şaka maka 2014 yılının en sevilen şarkılarından biri oldu. Sonra aynı karakterlere birkaç şarkı daha söylettiler dizide. Hatta Hayati karakterinin “rap” şarkısıyla Türk televizyon dizileri tarihinin en müzikal sahnelerinden birine imza attı Ulan İstanbul ekibi.

Geçenlerde Güzel Köylü dizisindeki iki erkek karakterin, ‘80’li yıllar piyanist şantör ceketleriyle seslendirdiği şarkıya denk geldim mesela. Sonra Kiraz Mevsimi dizisinde Ayaz rolünü oynayan ve Almanya’da doğup büyüdüğü ve Türkçesi bozuk olduğu için dublajla konuşturulan Serkan Çayoğlu, senaryo gereği Aydilge’yle birlikte sahneye çıkıp düet yaptı. Hem de kendi sesiyle söyledi şarkıyı.

Yeni başlayan Poyraz Karayel dizisinin tanıtımlarında da başrol oyuncusu İlker Kaleli şarkı söylüyor sahnede.
Benim yakalayabildiklerim bunlar. Belki daha fazlası da vardır. Ama bu böyle giderse, dizi şarkılarının müzik sektöründe hâkimiyeti artabilir. Sonuçta şarkıların pazarlanması için dizilerden daha etkili mecra var mı? Yok!

BU AY NEREYE GİDELİM?

Şubat ayındaki yarıyıl tatilinde çocuklarıyla birlikte vakit geçirmek isteyenler için 6-7-8 Şubat tarihlerinde Volkswagen Arena’da sahnelenecek Buz Devri Canlı müzikali çok eğlenceli bir seçim olabilir. Ocak ayında Bursalı ve İstanbullu seyircilerle buluşan Madagaskar Live gösterisi ise 6-7-8 Şubat tarihlerinde Ankara’da Congresium sahnesinde izleyici karşısına çıkacak. Her iki gösteri de aynı adlı çizgi filmlerin sahne uyarlamaları olarak özellikle çocukların ilgisini çekecektir.
Rus edebiyatının kurucusu olarak kabul edilen Aleksandr Puşkin'e ait masalların bir araya getirildiği Lukomorie müzikali 14 ve 15 Şubat tarihlerinde İstanbul Maslak TİM Show Center’da. İtalyan usulü Romeo ve Juliet izlemek isteyenler ise Romeo E Gulietta müzikalini 21-22-25-28 Şubat ve 1 Mart tarihlerinden birinde Zorlu Center PSM’de izleme şansını yakalayabilirler. Özellikle bu müzikalin mutlaka izlenmesi gerekenler arasında olduğunu söyleyebilirim.

Türkiye’de alternatif müziğin en iyilerinden Birsen Tezer ve Hüsnü Arkan, 23 Şubat’ta Ankara’da ODTÜ KKM’de birlikte bir konser veriyorlar. Birsen Tezer’i solo izlemek isteyenlere ise 13 Şubat’taki Garaj İstanbul konserini önerebilirim. Tezer’in 24, 25 ve 26 Şubat tarihlerinden sırasıyla Samsun, Ordu ve Trabzon’u kapsayan küçük bir turnesi de olacakmış.

Küçük Çiftlik Park’ta aralıklarla düzenlenen gazino gecelerinin bir yenisi 7 Şubat tarihinde. Kadroda Öykü Gürman ve Selami Şahin var. Gazino geceleri adı altında yapılan bir başka program ise Cenk Eren’in My Cabaret’si. Her cuma ve cumartesi Cenk Eren’in şarkı söylediği mekânda Ocak ayı boyunca Salı geceleri sırasıyla Nil Burak, Mine Koşan ve Nazan Şoray sahne aldılar. Eski gazinolarla kıyaslanmaz elbette ama bu kadarcık da olsa gazino eğlencelerini yâd etmek kulağa hoş geliyor.    
OCAK 2015  
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 08, 2015 16:42

Yavuz Hakan Tok's Blog

Yavuz Hakan Tok
Yavuz Hakan Tok isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Yavuz Hakan Tok's blog with rss.