Yavuz Hakan Tok's Blog, page 47

May 1, 2017

İki Film Birden

"ACILARIN KADINI" DALİDA

Trajik bir hayat hikâyesi… Etkileyici sesi, çarpıcı fiziğiyle kendine baktıran, izleten, büyülü bir kadın… Dünya çapında bir şöhret, milyonlar satan plaklar, ihtişam, para, tutkulu ama hep fırtınalı aşklar, hayran bakışlar ve çılgınca alkışlar içinde yaşanan çaresiz bir yalnızlık, güçlü görüntüsünün ardında, zaafları ve yoksunluklarıyla hayata tutunmaya çabalayan ve bunu başaramayacağını anladığında hayatına kendi isteğiyle son veren bir kadın.

Kahire’nın fakir semtlerinden birinde yaşayan İtalyan göçmeni bir ailenin kızı olarak dünyaya gelir Dalida ya da gerçek adıyla Yolanda. Küçük yaşında taktığı gözlükleri nedeniyle arkadaşlarının dalga geçtiği Yolanda, genç kızlığa doğru yol aldığında kendine has arızalı güzelliğiyle önce bir güzellik yarışmasında birinci olur, sonra da sinemada boy gösterme fırsatını yakalar. Valizini toplayıp Paris’e uçtuğunda, gün gelip dünyanın görüp göreceği en görkemli yıldızlardan biri olacağını hayal etmiş midir bilinmez. Kader ağlarını örer ve Barclay firmasıyla imzaladığı sözleşmenin ardından 1956 yılında ilk 45’liği “Madona / Guitare Flamenco” piyasaya çıkar. Aynı yıl yayımlanan beşinci 45’liği “  Bambino / Aime-Moi” ile bir anda Fransa çapında şöhreti yakalar. Bir Napoliten halk şarkısı olan “Bambino”, Dalida’nın dilinde dönemin en popüler şarkılarından birine dönüşür.

Böyle başlar Dalida’nın romanları, film senaryolarını aratmayan hikâyesi. Olsa olsa filmlerde olur, romanlarda olur diyeceğiniz türden bir olay örgüsüyle devam eder sonra. 1987 yılında hayata veda eden Dalida’nın hayat hikâyesinin 30 yıl sonra karşımıza bir sinema filmi olarak çıkması boşuna değil. Öyle bir dramatik örgü var ki hikâyede, bir belgesel film yetersiz kalırmış anlatmakta ya da Dalida’yı yakından tanımak, anlamakta.

Dalida filmi Türkiye’de geçtiğimiz günlerde gösterime girdi. Film bir Fransız kadın yönetmen, Lisa Azuelos tarafından çekilmiş. Azuelos aynı zamanda filmin senaryosunu da yazmış. Senaryoyu yazarken Jaquess Pessis ve Dalida’nın erkek kardeşi Orlando’dan destek almış, ayrıca Catherine Rhoit’in Dalida hakkında yazdığı kitaptan da istifade etmiş. Filmde Dalida’yı ona epeyce benzeyen İtalyan manken ve oyuncu Sveva Alviti canlandırıyor.

Buraya kadar tamam. Eldeki malzeme müthiş. Hem dramatik, hem görsel, hem de işitsel yönden. Dalida’nın sadece müzik kariyerini anlatsanız bile etkileyici bir müzikal film çıkarmış. Çünkü Dalida 1956 yılından 1987 yılına kadar müzikte, müzikal anlayışta, gösteri dünyasında ve modada, giyim kuşamda yaşanan bütün değişimlere kendini adapte edebilmeyi bilmiş bir yıldız. Sesi ve görüntüsündeki kendine haslığı hiç değiştirmeden değişebilmiş ve zamana ayak uydurabilmiş ki bundan da tek başına bolca malzeme çıkarmak mümkün.

Ama bir de çok dramatik bir özel yaşamı var Dalida’nın. Hani “acıların kadını” dense yeri. Ne ki tam da bu noktada zorlanmaya başlamış film. Çok fazla şey anlatmaya çalışırken karakterlerin derinine inmeye fırsat bulamamış. Başta Dalida’nın hayatından geçen erkeklere hangi itkilerle ve nasıl âşık olduğu olmak üzere, ne onu keşfeden menajeriyle sevgili olduktan ve hatta evlendikten sonra aralarının neden bozulduğunu, ne menajeriyle evliyken âşık olduğu genç şarkıcı Luigi Tenco ile ilişkisinin boyutlarını, ne Luigi’nin neden intihar ettiğini filan anlayabiliyorsunuz tam olarak. 

Dalida annesi ölünce ağlıyor ama annesinin Dalida’nın hayatındaki yeri ve önemine dair neredeyse hiç vurgu yok. Seyirci için annesi bir yabancı sadece. Aynı şekilde babasıyla ilişkisi sorunlu belli ki, hatta erkeklerle ilişkilerindeki sorunun temelinde de bu var ama onun da detayları yok.
Bunlar ve bunlara benzer nice mesele var ki hep havada kalıyor ve siz filmden çıktıktan sonra Dalida’nın hayatına dair detaylı bir biyografi okuyarak eksikleri tamamlama ihtiyacı hissediyorsunuz.

Yine de her müzikseverin izlemesi gereken bir film Dalida. Çünkü çok başarılı imitasyonlarla bir dönemi yeniden canlandırıyor her şeyden önce. Bunu şahane şarkılar eşliğinde yapıyor üstelik. Sizi bir şeylerden haberdar ediyor, uyarıyor, dürtüyor bir yandan. O şarkıları dinlemek, o görüntülerin orijinallerini izlemek, o hayat hiâayelerini daha ayrıntılı öğrenmek hevesiyle çıkıyorsunuz filmden. 

Film Türkiye’de “Yere iner mi gökteki yıldızlar?” alt başlığıyla gösterime girdi. Sebebi belli: Filmde kullanılan şarkılardan biri de Dalida’nın Alain Delon’la birlikte seslendirdiği “Paroles Paroles” adlı şarkı. Bu şarkının Fikret Şeneş tarafından “Palavra Palavra” adıyla Fransızca versiyonundan etkilenerek son derece zekice yazılmış Türkçe sözlerinde geçen cümlelerden biridir bu. Aslına bakarsanız Dalida bir “cover” şarkıcısı, bir yorumcu ve yıllar boyunca hep daha önce başka dillerde söylenmiş şarkıları Fransızca sözlerle yeniden seslendirdi (Ajda Pekkan’le tek benzerlikleri bu değil.) “Paroles Paroles” de bunlardan biri. Şarkının orijinal İtalyanca versiyonunu ilk seslendirense Mina ve Alberto Lupo.
Bu şarkı cümlesinin filmin afişinde de kullanmış olmasına bir hoşluk olarak mı bakarsınız yoksa ticari bir akıllılık mı, orası size kalmış.
HÜZÜNLÜ VE DERİN MAVİ: "BLUE"

Belgesel yapmanın nasıl zor iş bir iş olduğunu ucundan kıyısından biliyorum. Tabii televizyon ve sinema çok başka disiplinler ve çok farklı tekniklerle çalışan iki mecra. Benim belgesel tecrübemse hep televizyon tarafında oldu. Bir de yazılar, araştırmalar işte biliyorsunuz. Ancak o kadar tecrübemle bile diyebilirim ki Türkiye şartlarında geçmişe dair bir şeyleri derleyip toplayıp okunur ya da izlenir hale getirmek epeyce uğraş istiyor.

Hangi birini anlatayım? Dönemsel olarak artan veya azalan ve ne çare ki belirli kütüphaneler ve sayılı arşivci haricinde arşivlenmemiş basılı yayın eksikliğini mi, olan kısıtlı basın yayın arşivindeki bilgilerin gerçekleri ne kadar doğru anlattığının teyit edilememesi çaresizliğini mi? Konuşmak, röportaj yapmak üzere görüştüğünüz kişilerin (araştırdığınız dönemin şahitlerinin) detayları hatırlamaması neyse de yanlış hatırlaması ya da bile bile farklı anlatmasının işi içinden çıkılmaz hale getirmesini mi yoksa bir amaca hizmet etmeye değil, yapılacak işten kar gütmeye niyet edenleri mi? Çok zor çok…

Bu zorlukları biraz bilen birisi zaten Türkiye’de çekilecek ve geçmişte kalmış bir dönemi anlatacak bir belgesel filmi çok da büyük beklentilerle izlemeye koyulmaz. Ben koyulmadım şahsen. Blue filminin galasına gittiğimde de beklentim düşüktü nitekim.

Filmin çalışmalarından bir süredir haberdardım. Film yapım ekibinin epeyce zorlu yollar aştığını da duyuyor, okuyordum. Filmi tamamlamak için gösterdikleri insanüstü çabayı ne kadar alkışlasak az. Kim bilir kaç benzeri proje yarı yolda kaldı böyle yıllardır. Belki de ilk kez birileri yolun sonuna kadar gitme cesaretini gösterdi. Güverte Film, yapımcı Suzan Güverte, yönetmen Sertan Ünver ve bütün ekip, yapıma çeşitli aşamalarda destek çıkan tüm sponsorlar sayesinde Blue filmi geçtiğimiz hafta sinemalarda gösterime girdi.

Blue, dünyaca çapında iki Türk müzisyeni, Yavuz Çetin ve Kerim Çaplı ve onların çaldıkları Blue Blues Band ekseninde Türkiye’nin ’90 yıllardaki “rock” müziğini, ve bu müziğin (tabiri caizse) yeraltından yerüstüne çıkışını anlatıyor. Oldukça enteresan ve bence dünyanın herhangi bir ülkesinde, herhangi bir müzikseverin bile ilgisini çekebilecek bir hikâye bu. Bilmeyenler için epeyce şaşırtıcı, öğretici, bilenleri epeyce duygulandıracak, burunlarını sızlatacak detaylar içeriyor. Dahası hem Kerim Çaplı hem de Yavuz Çetin’in birbirine de benzeşen dramatik ve mutlu sonla bitmeyen hayat hikâyeleri müziksever olmasanız bile ilginizi çekecek, kalbinizi burkacak detaylarla dolu.

Tüm bunları bir film boyunca (bir metin ve bir anlatıcı olmaksızın ve dahi canlandırma yapmaksızın) anlatırken bunu elinizdeki çok az görsel malzeme ile yapabilmekse filmin en büyük başarısı. Evet, çokça röportaj var ve röportajlar için Amerika’ya dahi gidilmiş, epey uğraşılmış ama röportajlarda sarf edilmiş cümleleri bir kurgunun içine yerleştirirken dramatik yapıyı koruyabilmek çok ciddi bir mesele. Pekala çok dağınık, sıçramalarla dolu bir şey de çıkabilirdi ortaya. Ama öyle olmamış. Kimsenin başından sonuna anlatmadığı dört ayrı hikâyeyi, Yavuz Çetin’in, Kerim Çaplı’nın, Blue Blues Band’in ve ‘90’larda Türkiye’de “rock” müziğinin hikâyelerini çok akışkan ve zekice yapılmış bir kurguyla birbirinin içine geçmiş bir şekilde ayrı ayrı öğrenmiş olarak çıkıyorsunuz filmden. Röportajlardan seçilmiş her cümle, kullanılan her görsel, her müzik yerli yerinde bütünü tamamlıyor çünkü.

Bazen gülüyorsunuz, bazen gözleriniz buğulanıyor. Bazen hayıflanıyorsunuz, bazen mutlu oluyorsunuz. Yani bir belgesel film değil, bir kurgu film izlemiş kadar oluyorsunuz ki bence bir belgeseli izlettirecek en önemli unsur da bu. Hele ki kuru bilginin giderek gözden düştüğü bu zamanda.
Tabii ondan da önemli bir şey varsa, kullandığınız geçmişe dair her bilginin mutlak doğru olması, faraziyelere, yuvarlamalara, öyle hatırlamalara dayanmaması. Blue filmi bu açıdan da çok özenli, çok temiz bir iş. Bu noktada filmin danışmanlığını üstlenen Yekta Kopan’ı da tebrik etmek lazım.

Ne eksik ya da ne kusurlu? Bence filmin en büyük dezavantajı ismi. Türkiye’deki ortalama sinema seyircisini tavlayacak, filmde ne anlatıldığını bilmeyenlere de cazip gelecek, izlemeyi önerecek bir isim değil Blue. Sanatsal açıdan çok doğru, filmi çok iyi anlatan bu isim, gişe açısından bir risk olmuş bence. Ona keza afiş de öyle.

Kusur derseniz de böylesi işler hakkında hep bir vıdı vıdı etme bahanesi bulunur. Ama bence önümüze kırk yılda bir getirilebilmiş böylesi bir işe vıdı vıdı etme lüksümüz yok, olmamalı da. Ona harcayacağımız enerjiyi filmi daha çok insan izlesin diye harcamak yerinde olur.
MAYIS 2017
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 01, 2017 04:05

April 21, 2017

"Mavi" Plaklar


Beş yılı aşkın bir süredir müzik ve eğlence sektöründe alternatif organizasyonlar düzenleyen, konser ve etkinlik sponsorluklarıyla zaten giderek daralmakta olan sektöre ciddi anlamda destek veren İstanbul Blue Night oluşumu, 2016 yılında Sony Müzik bünyesinde İstanbul Blue Night Records markasını hayata geçirdi. Bu marka müzik sektörüne daha önce denenmemiş bir yöntemle giriş yaptı ve hız kesmeden de devam ediyor.

İstanbul Blue Night Records etiketli ilk 45’lik, 2017 Ocak ayında satışa sunuldu. 2008 yılında çıkmış ilk albümlerinden bu yana Türkçe “rock” müzikte epeyce yol almış ve sıkı gruplardan biri olarak kabul görmüş Gece’nin “Tik Tak” isimli yeni şarkısı yer alıyor bu 45’liğin A yüzünde. Şarkı dijital platformlarda da satışa sunuldu ama “remix” versiyonunu sadece plak baskısının B yüzünde dinleyebilmek mümkün. Plağa özel böyle bir hoşluk söz konusu. Ama plağın tek hoşluğu bu da değil.

İstanbul Blue Night Records plakları 33’lük plak boyutunda ama 45 devir. Yani ‘80’lerde koyduğumuz adıyla “dev 45’lik” formatında. Plağı zarfından çıkardığınız zaman ise alışageldiğimiz gibi siyah değil,  firmanın adına uygun olarak mavi bir plak baskısıyla karşılaşıyoruz (ki renkli plaklar da Türkiye’de ‘80’lerde bir ara çok modaydı; gerçi onlar şeffaf ve renkliydi, bunlarsa som renkli.)

Tabii bu mavi rengin, mavi vurgusunun bir nedeni ve anlamı var. Onu bilen biliyor, o konuya hiç girmeyeceğim, yerin kulağı vardır maazallah.

Gece’nin dördüncü albümü “Kalbe Kördüğüm” henüz bir yılını doldurmamışken grup cephesinden yeni bir şarkının gelmiş olması fena mı oldu, hayır. Türkçe “rock” müzikte eli yüzü düzgün kaç tane genç grup var ne kadar sıklıkla üretim yapabiliyor ki erken de olsa çıkagelmiş yeni bir şarkıya itirazımız olsun? (Bu arada 2000 yılında kurulmuş Gece bende hâlâ “genç” grup, neden bilmem ama öyle.)     

Kaldı ki söz ve müziği Can Baydar’a ait “Tik Tak”, şahane Gece şarkıları arşivinizde kesinlikle sakil durmayacak bir başka şahane Gece şarkısı. Şarkının prodüktörlüğünü ve düzenlemesini de grup ve Ozan Tügen üstlenmiş. E.B. tarafından yapılmış “remix” versiyon ise elektronik ve enstrümantal.  

Bu arada benim gibi plağın B yüzünü dinlerken pikabınız yanlışlıkla 33 devirde kalır ve “remix” versiyonun enstrümantal olması nedeniyle devir farkını ha deyince hissetmezseniz, şarkının aslında yapılmamış bir üçüncü versiyonunu daha dinleyebilirsiniz. Hiç de fena olmuyor, deneyin bakın.

İstanbul Blue Night Records’un ikinci olarak piyasaya sürdüğü plak ise Nadas’ın “Kaçamak” adlı ilk 45’liği oldu.

Nadas da tıpkı Gece gibi Ankara kökenli bir grup. Fırat Ağacık, Arda Altunluoğlu, Oğuz Köymen ve Haluk Fırat’tan müteşekkil Nadas, 2014 yılında kurulmuş. Grup o zamandan bu zaman sahne performansları yaparken bir yandan da ilk albümünün hazırlıklarını tamamlamış. Albüm öncesi ise bu 45’likle dinleyiciye ulaşıyor.

Söz ve müziği Fırat Ağacık’a ait “Kaçamak”, 45’likte iki versiyonla yer alıyor. Plağın B yüzünde şarkının “akustik” versiyonu var. Şarkının (yersiz maço ve hatta bir parça kaba) sözlerini pek sevmemiş olsam da grubun sıkı müzik yaptığının ve önümüzdeki dönemde adından sıkça söz ettireceğinin habercisi olabilir “Kaçamak”. Hem iyi çalıyorlar, hem de solistin sesi ayırt edilebilir tınısıyla gruba averaj sağlayacak gibi gözüküyor. Bu arada şarkının akustik versiyonunu (özellikle de bu versiyondaki klavey tınısını) orijinalinden daha çok sevmiş olabilirim.

Tabii bir de henüz hiç albüm / tekli yayımlamamış bir grup olarak Nadas’ın İstanbul Blue Night Records ve Sony Müzik çatısı altında ve de plak formatında bir 45’likle işe başlaması da emsallerine nispetle kocaman bir averaj farkı yaratacak, hatta yarattı, orası kesin.


Gelelim İstanbul Blue Night Records etiketiyle çıkmış üçüncü plağa… Bu plak ise yeni albümlerini Ekim 2016’da yayımlamış Yok Öyle Kararlı Şeyler (ya da kısaca YÖKŞ)’den geldi.
Evet, grubun ikinci albümü piyasaya çıkalı henüz az bir zaman oldu ve bu plaktaki yeni şarkı “Acelesi Yok” o albümde yer almıyor. Aslında dünyada yıllardır geçerli olan mantıkla o albümden bir şarkı da 45’lik olarak servis edilebilirdi ama bu tercih edilmemiş. Buna da bir itirazımız yok haliyle, aldık kabul ettik.

Erdem Topsakal, Ayhan Akbaş, Ramazan Kırdım, Boğaç Soydemir ve Çağrı Özer’den kurulu Yok Öyle Kararlı Şeyler artık tamamen bir alay konusuna dönüşen şu farklı ve tuhaf isimli genç gruplardan biri olarak yola çıktığında takvimler 2014 yılını gösteriyordu. O günlerde giderek kalabalıklaşmaya başlayan Türkçe “indie” kulvarında kendine bir yer arayan grubun ilk albümüyle bunu kısmen başardığı söylenebilir. Farklı ve tuhaf isim “hater”larını bir kenara koyarsak, hiç de fena olmayan bu başlangıcın ikinci albüm “Beklenen”le yolunu bulmaya başladığı söylenebilir (albümün henüz yeterince dolaşımda kalmamış olmasına rağmen.)


“Acelesi Yok”, söz ve müziği Erdem Topsakal’a ait bir şarkı. Düzenleme ise grup tarafından yapılmış. Plağın B yüzünde ise aynı şarkının “akustik” versiyonu var. Grubu ve grubun müziğini seviyorsanız, bu şarkıyı sevmemeniz için bir neden yok.

İstanbul Blue Night Records etiketli bu üç 45’lik plakta yer alan üç şarkının birbirine bağlı üç kliple servis edilmesi ise yine daha önce benzeri yapılmamış bir hoşluk oldu. Her şeye rağmen yine müziğin bir araya getirdiği, getirebildiği gençler eğleniyor bu kliplerde. Subliminal bir mesaj var mı, var. Olsun da zaten. Bazı şeyler bazen parmağı göze sokmadan söylenmelidir zira.


Ayriyeten 15 Mart gecesi yukarıda bahsi geçen üç grubun da sahne aldığı bir tanıtım gecesi yapıldı İstanbul’da. Yani o klipler aslında gerçeğe de dönüştü, dönüşmedi değil.

Böyle her ay bir 45’lik şeklinde mi devam edecek onu bilmiyorum ama geçtiğimiz günlerde de İstanbul Blue Night Records etiketli dördüncü 45’lik plak piyasaya sürüldü. Şaşırtıcı bir grup vardı bu kez sırada: Son Feci Bisiklet. 


Neden şaşırtıcı? Zira Son Feci Bisiklet başından bu yana şarkılarını hep kendi namına satışa sunan, servis eden bir gruptu. Bilinen herhangi bir (ana akım ya da değil) etiket firmayla çalışmamış, bunu reddetmişti hep. Grubun tarihinde bu bir ilk. Dolayısıyla da grubun bir şarkısı ilk kez internetin ve dijital platformların ötesinde fiziki olarak müzik marketlerde satışa çıkıyor.


Tıpkı Yok Öyle Kararı şeyler gibi Son Feci Bisiklet de ismi nedeniyle yine “haters”lardan tarafından topa tutulmuş bir grup. “Ergen müziği yapan grup” tanımlamasının yakıştırıldığı bile vakidir hem grubun ismi hem de tuhaf isimli kimi şarkıları nedeniyle ama ilgisi yok. Bunu anlamak için “Gaffola” gibi, “Reklamlar” gibi, “Modern Zamanlar” gibi şarkılarını dinlemek yeter de artar bile.


İlk mini albümünü 2013 yılında internetten servis eden Son Feci Bisiklet 2016 yılında ise üç tekli yayımlamıştı. “Teslim Tesellüm”ün kapak tasarımı da bu üç teklinin kapak tasarımıyla bir şekilde ilişkilendirilmiş, yani bir zincirin yeni bir halkası izlenimi yaratıyor ilk bakışta. Ancak bu şarkının diğer üç şarkıya göre daha (şarkı sözleri anlamında) daha “light” ve ticari olduğu söylenebilir. Öyle mi denk geldi yoksa bu bir tercih mi orası belli değil. Şarkının söz ve müziği Arda Kemirgent’e, düzenlemesi ise gruba ait.

Plağın B yüzünde “Teslim Tesellüm”ün enstrümantal versiyonu var ki diğer plaklarda olduğu gibi bunda da bu versiyon sadece plağa özel (yalnız bu enstrümantal versiyonu 33 devirde dinlemeyin; ben dinledim, güzel olmuyor.) Bir de bu plak diğerlerinden farklı olarak bu kez ebru desenli mavi renkte. 


Bu belli ki incelikle planlanmış ve uygulamaya konulmuş güzel ve iç açıcı proje için Sony Müzik ve İstanbul Blue Night Records’ı tebrik etmek lazım. Bundan 10 yıl önce hayal bile edemeyeceğimiz bir şeyi gerçeğe dönüştürdüler. Ben şahsen arşivimdeki ’80’li yıllarda basılmış 7-8 Türkçe “dev 45’lik”in yanına günün birinde yenilerinin ekleneceğini hayal edemezdim. Dahası bu plakların alternatif gruplara ait olabileceği aklımın ucundan geçmezdi. Kutluyorum ve kadehimi “mavi”ye kaldırıyorum!
NİSAN 2017
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 21, 2017 02:30

April 15, 2017

Can Bonomo Röportajı


Dört yıl önce onu nasıl tanıdıysak, yine öyle. Stilize giyimi, tarzı, zengin lügati, esprili ve şairane cümleleriyle nevi şahsına münhasır bir genç adam. Sadece yeni albümüne değil, dünyaya, ülkeye ve müziğin dışında (kendi deyimiyle) “icracısı” olduğu başka sanat dallarına dair de konuşuyoruz. 

Röportajın tamamını okumak için bu cümlenin üzerini tıklayabilirsiniz. 
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 15, 2017 12:00

March 4, 2017

Yaşar Röportajı


1996 yılında ilk albümü “Divane” ile karşımıza çıktığında, elinde gitarıyla şiirli aşk şarkıları söyleyen genç adamın popüler müziğin kalıcı isimlerinden biri olacağını hiçbirimiz bilmiyorduk. 

“Albüm için stüdyoya girdiğimde 25 yaşında bir çocuktum zaten. 23 yaşında kurduğum hayal, 25 yaşımda gerçek oldu. 26 yaşımda da albüm çıktı. O yaşlarda zaten her şeyi hayal olarak yaşıyorsun. Bir plan programın yok ki. Geldiği gibi yaşıyorduk hayatı. Belki o yüzden bu kadar güzel ve serbestçe yapılabiliyordu her şey,” diyerek anlatıyor o günleri Yaşar.

Müzikte 20 yılını geride bırakan Yaşar’la önümüzdeki günlerde piyasaya çıkacak yeni albümünü ve müzik yolculuğunu konuştuk. 

Röportajın tamamını bu cümlenin üzerini tıklayarak okuyabilirsiniz.
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 04, 2017 06:02

February 19, 2017

Plaktan Erkin Koray


Yıllardır yazar dururuz, Türkiye’de eski katalog albümleri piyasaya yeniden sürmek başlı başına bir derttir, sıkıntıdır diye. Kapanan firmalar, devredilmiş haklar, çoktan vefat etmiş müzisyenlerin varislerinin ellerindeki mirası sadece “mal” olarak görmeleri, öte yandan bir türlü yeterince etkin olamayan müzik meslek birlikleri derken boğulur gidersiniz sorunların içinde. En azından yıllardır böyle idi. Şimdi durum farklı mı? Pek değil. Ama tüm bunlara rağmen artık daha fazla eski katalog albüme ulaşmak mümkün. Üstelik dijital platformlarda görünmeye başlayan bu tip albümlerin bazıları plak baskıları ile de rafa çıkıyor yavaş yavaş.

Sektörün eski firmalarından biri olan Mega Müzik, geçtiğimiz günlerde üç Erkin Koray albümünü, “Hay Yam Yam”, “Gün Ola Harman Ola” ve “Tamam Artık”ı plak formatında yayımladı. 

Bilenler bilir, tıpkı Barış Manço ve Cem Karaca gibi Erkin Koray’ın diskografisi de çeşitli firmaların hak sahipliğinde darmadağındır ve derli toplu bir halde yayımlanması neredeyse imkânsız gibidir. Neyse ki Erkin Koray albümlerinin bir kısmını katalogunda bulunduran Mega Müzik, en azından elindekileri bir araya getiriyor da, bir dönemin kayıtlarına arşivci olmayanlar da ulaşabiliyor.

“Hay Yam Yam”, Koray’ın Mega Müzik ile ilk çalışmasıydı ve 1989 yılında sadece kaset formatında piyasaya sürülmüştü. Aynı firmadan 1990 yılında “Tamam Artık”, 1991 yılında (Mega Müzik’in kardeş firması Kalite Plak etiketiyle) “Tek Başına Konser” öncelikle kaset formatında, 1996 yılında ise “Gün Ola Harman Ola” adı albüm (hem kaset hem de CD olarak) çıktı piyasaya. Bu süre zarfında Mega Müzik (ya da Kalite Plak) etiketli yeniden basım Erkin Koray albümleri de yayımlandı.

“Dünden Esintiler” üst başlığıyla yayımlanan 5 kasetlik seride Koray’ın farklı dönemlerinde farklı firmalara yaptığı ve albüm ve şarkılar (bir parça gelişigüzel) bir biçimde karşımıza çıkıyordu. Emre Plak’tan yayımlanmış “İlla ki” ve “Ceylan” albümleri, Kotaş Plak’tan yayımlanmış “Benden Sana” albümü, Doğan Plak’tan yayımlanmış “Elektronik Türküler” ve “Erkin Koray 2” albümleri (eksik ve fazla şarkılarıyla) ne yazık ki birer tıpkıbasım olmamak kaydıyla Mega Müzik (bazen de Kalite Plak) etiketiyle piyasaya sürülmüştü. Sonrasında CD baskıları da yapıldı ve bir hayli dağınık da olsa Koray’ın 1975-1996 yılları arası dönemi (Kervan Plak’ta kalan “Erkin Koray Tutkusu” albümü hariç) CD yüzü görmüş oldu.

Yaklaşık 2 yıl önce Mega Müzik bu farklı CD baskılarından beşini bir kutuda bir araya getirerek “Erkin Koray Collection” adıyla piyasaya sürdü. Her ne kadar Erkin Koray bu baskıların yasal olmadığını iddia etse de o dönemde, işin aslı öyle değildi tabii ki. Mega Müzik, yayın hakları zaten kendisinde olan ve bir kısmını da devraldığı albümleri tekrar basıyordu sadece. Çünkü bu albümlerin hemen hepsi sadece Türkiye’de değil, dünya müzik pazarında da ilgi görüyor, orijinal plakları çok uçuk fiyatlarla dolaşımda iken, bir takım yabancı firmalarca yurt dışında yeni plak ve CD baskıları da yapılıyordu.

Hatta birkaç yıl önce Özmüziksan adında bir firma, ilk bakışta Doğan Plak etiketli iki Erkin Koray albümünün yeniden basımı gibi gözükse de içerikleri epeyce farklı, karmakarışık iki Erkin Koray 33’lüğü yayımlanmıştı ki işte onların yasal olup olmadığı tartışılırdı.
Sözün kısası, bu karmaşık hikâyenin bugün vardığı noktada şimdi zamanında Mega Müzik hesabına yapılmış ve plak olarak yayımlanmamış üç albümün plak baskıları var elimizde. Devamında umarım ve dilerim ki Mega Müzik’in elindeki diğer Erkin Koray albümleri de tıpkıbasım olarak plağa aktarılabilir (yasal prosedürler aşılabilirse.)
Bu üç albüme biraz daha yakından bakacak olursak… 

Üçünün de Erkin Koray’ın en iyi albümleri arasında yer almadığını söyleyebiliriz belki. Buna karşın hep başına buyruk ve kuralsız olmuş/kalmış, yeri gelmiş sektöre kafa tutmak uğruna müziğini tek başına yapmış, herkes onun müziğini Türk “rock” müziği denilen şeyin yapı taşlarından biri kabul eder, çekme kasetleri elden ele dolaşırken tavernalarda klavyesiyle çalıp söylemekten erinmemiş, kariyeri gelgitli, inişli çıkışlı, enteresan bir müzisyenin diskografisinde üç ayrı köşe başını tutan albümler bunlar.

Çok sayıda enstrüman sesini taklit edebilmesi ve böylece orkestra ihtiyacını ortadan kaldırabilmesi nedeniyle ‘80’ler boyu pek popüler olan klavye (“org” da denirdi o zamanlar) “sound”u o dönemde Erkin Koray’ın müziğini de etkilemiş ve yukarıda bahsi geçen başına buyrukluk kadar ekonomik sebeplerle de Koray o yıllarda yaptığı albümleri bu” sound” üzerine kurmuştu. “Hay Yam Yam” ve “Tamam Artık” tam da bu dönemin albümleri.
Erkin Koray’ın Hayyam dizelerinden derlediği sözlerle oluşturduğu “Hay Yam Yam” ve albümün B yüzünün açılışında yer alan “Hayat Katarı”, “Hay Yam Yam” albümünün öne çıkan şarkıları olmuştu.

Dünyada Sam and The Shame and The Pharaohs tarafından meşhur edildikten sonra sayısız “cover” versiyonu yapılmış, Erkin Koray’ın da yıllarca sahnede söylediği “Wooly Bully”nin Türkçe versiyonu da Koray’ın yazdığı sözlerle ve “Şöyle Böyle” adıyla ilk kez bu albümde karşımıza çıkmıştı.
Bununla birlikte albümde Koray’ın yer yer yaratıcılık sıkıntısı çektiğini hissettiren şarkılar da vardı. Bir dönem çok popüler olmuş “Emmioğlu” türküsüne çok benzeyen “Yok Yok”, “Mış Mış”a çok benzeyen “Haftanın Yedi Günü” ve “Çemberimde Gül Oya”yı anımsatan “intro” melodisiyle “”Cemile Kız” bunlar arasında sayılabilir.

Albümün kaset olarak yayımlandığı dönemde kapakta kullanılan Erkin Koray illüstrasyonu pembe ve mavi fona yerleştirilmiş iki ayrı grafik tasarımla kullanılmıştı. Son yayımlanan CD baskısında fon bu defa kırmızı idi. Plak baskısında ise ağaç rengi ve deseninde bir fon üzerine yerleştirilmiş aynı illüstrasyon. Açılır kapağın iç yüzünde ise Koray’ın ’60 ve ‘70’li yıllarından fotoğraflar, gazete ve dergi haberleri var.
Plak baskısı için yeniden “master” işleminden geçirilen kayıt ise gayet temiz ve net.

İlk kez 1990 yılında kaset olarak piyasaya sürülmüş “Tamam Artık”ın plak baskısı ise öncelikle kapak tasarımı ile dikkat çekiyor. Yıllarca çok orijinal, çok farklı çizimlerle onlarca plak kapağına imza atmış Betül Dengili Atlı, yıllar sonra ilk kez, yeniden bir plak kapağı tasarımı için kolları sıvamış ve nefis bir illüstrasyonla bu albümün plak baskısını taçlandırmış. 

Erkin Koray’ın her albümü tek başına zaten kıymetliyken bu baskı bu tasarımla daha şimdiden arşivlik bir değer kazanmış böylece. Tasarımını yaptığı plak kapakları yurt dışında yüksek meblağlarla alıcı bulan ve adeta bir fenomene dönüşen Betül Dengili Atlı’nın bu tasarımı, sekiz sayfalık “insert” ile tamamlanmış. “Insert”de Erkin Koray hakkında bir kitap da yazmış olan Münir Tireli tarafından kaleme alınmış kapsamlı bir albüm bilgisi ve şarkı sözleri var.

Gelelim albümün içeriğine…
Koray’ın bazı eski şarkılarını yeniden seslendirdiği birkaç da yeni şarkısının yer aldığı bir albüm bu. Daha önce “Benden Sana” albümünde yer almış “Öyle Bir Geçer Zaman ki”, 45’lik plak dönemlerinden “Aşkımız Bitecek” ve “Kıskanırım”, “İlla ki” albümünden aynı adlı şarkının yanı sıra “Gaddar” albümünde yer almış “Tamam Artık”, bu albümde yeniden seslendirilmiş şarkılar.

Ayrıca albümde bir de enstrümantal beste var. Bir nevi gitar ve saz atışması olan bu parçanın adı sazı çalan Çetin Akdeniz’in ismine gönderme ile “Çetin Ceviz” konulmuş olsa gerek. Parçanın melodisi  tanıdık gelebilir zira Zülfü Livaneli’nin 1988 çıkışlı “Kan Çiçekleri” albümünde “Kuşların Vurulduğu Zaman” adlı şarkının içinde bir “ara intro” olarak aynı melodi yine Çetin Akdeniz tarafından çalınmış idi.
Geriye kalan dört şarkının ise en çok dikkat çekeni ise Koray’ın bir “mantra”dan yola çıkarak yazdığı “Hare Krishna”.

Bu albümün plak baskısının en az yeni kapak tasarımı kadar kıymetli bir başka özelliği de orijinal analog banttan plağa aktarılmış olması. Kapakta göreceğiniz “AAA” ibaresi bunu ifade ediyor. 

1996 yılında, yani Erkin Koray’ın 55 yaşında iken yaptığı “Gün Ola Harman Ola” ise Koray diskografisinin “İlla ki” (1983) albümü sonrasına hâkim olmuş klavye “sound”undan tamamen arındığı ve yanı sıra 1990-1996 arasındaki altı yıllık açığı da kapadığı albümdü. Aynı zamanda Erkin Koray’ın CD formatında piyasaya çıkan ilk “yeni” albümü.

Koray’ın 45’lik dönemlerinde yaptığı Anadolu-“rock” parçalarını anımsatan “Gün Ola Harman Ola”, “Tutturamazsın”, yanı sıra çok daha sert “rock” öğeler taşıyan “Mezarlık Gülleri”, “Akrebin Gözleri” gibi parçalarla bu albüm adeta Erkin Koray müziğinin geri dönüşü müjdelemiş ve yayımlandığı dönemde bir hayli ilgi görmüştü. Ayrıca memlekette “rock” müziğin yeniden ivme kazandığı o dönemde Erkin Koray’ın en parlak yıllarına yetişememiş genç neslin Koray’ı keşfetmelerine de neden olmuştu.

“Gün Ola Harman Ola”nın plak kapak tasarımı CD ve kaset baskısına çok yakın bir biçimde, ufak tefek değişikliklerle yapılmış.
Şunu da eklemeliyim ki “Tamam Artık” ve “Gün Ola Harman Ola” albümlerinin plak baskılarında şarkı sıralamaları kaset ve CD baskılarından farklı. Nedenini ben de bilmiyorum ama plakların her iki yüzlerindeki süre ayarlaması ile ilgili olduğunu sanıyorum.

Sözün özü daha önce plak olmamış üç tane Erkin Koray plağımız var artık. Sadece arşivcilerin değil, Türk popüler müziğinin geçmişine dair bir fikir edinmek, çok uzakmış gibi dursa da aslında çok yakın bir dönemin birçok sebeple keşfedilmemiş şarkılarını /albümlerini keşfetmenin tadına varmak ve en çok da Erkin Koray gibi nevi şahsına münhasır bir müzisyenin “Fesupanallah”tan “Estarabim”den ibaret olmadığını öğrenmek için bu plakları edinmek lazım. Ve de başta Mega Müzik (Ethem Zeytinkaya) olmak üzere bu albümlerin plak olarak basılmasına emeği geçen herkese teşekkür etmek.
ŞUBAT 2017
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 19, 2017 06:05

February 12, 2017

2016'nın En Popüler Şarkıları


(30 Aralık 2016 tarihinde Milliyet Sanat dergisi internet sitesinde yayımlanmıştır.)
Bir yılı daha geride bırakırken geleneksel yıl dökümü listemizi yapalım istedim. Yine tarihe not düşmek adına, 2016 yılında orada burada, televizyonda, radyoda, internette, gittiğimiz mekânlarda, geçtiğimiz sokaklarda kulağımıza en çok çalınan, sevdiğimiz ya da sevmediğimiz ama en çok maruz kaldığımız şarkıların 40’ını bir listede topladım. Bu bir “en iyiler” listesi değil. Resmi verilere dayanan bir liste de değil. Sadece kişisel gözlemlerimle oluşturduğum, tartışmaya açık bir liste. 

(Liste, şarkıları söyleyenlerin isimlerine göre alfabetik olarak sıralanmıştır.) 

(Bu cümlenin üzerini tıklayarak şarkıları listedeki sırayla YouTube oynatma listesinden izleyebilir / dinleyebilirsiniz.)
1.                  Ayla Çelik – “Bağdat”

2.                  Ayşegül Aldinç Feat. Gökhan Türkmen – “Durum Leyla”

3.                  Bengü –“ Sığamıyorum”

4.                  Buray – “Kimsenin Suçu Yok” (Albüm 2015’de yayımlandı.)

5.                  Cem Belevi – “Alışamıyorum”

6.                  Demet Akalın – “Hayalet”

7.                  Demet Akalın – “Pırlanta” (Albüm 2015’de yayımlandı.)

8.                  Derya Uluğ – “Okyanus”

9.                  Ece Seçkin - “Adeyyo”

10.               Emrah Karaduman Feat. Aleyna Tilki – “Cevapsız Çınlama”

11.               Eypio & Burak King – “Günah Benim”

12.               Hande Yener – “Deli Bile”

13.               Hande Yener – “Mor”

14.               Hande Yener Feat. Serdar Ortaç – “İki Deli” (Tekli 2015’de yayımlandı.)

15.               Harun Kolçak Feat. Gökhan Türkmen – “Yanımda Kal”

16.               İlyas Yalçıntaş – “İçimdeki Duman”

17.               İrem Derici – “Dantel”

18.               İrem Derici – “Dur Yavaş”

19.               İrem Derici – “Evlenmene Bak”

20.               Kalben – “Haydi Söyle”

21.               Kalben – “Saçlar”

22.               Kolpa Feat. Ece Seçkin – “Hoş Geldin Ayrılığa”

23.               Model – “Mey”

24.               Murat Boz – “Adını Bilen Yazsın”

25.               Murat Boz – “Janti”

26.               Mustafa Ceceli – “Emri Olur”

27.               Mümin Sarıkaya – “Ben Yoruldum Hayat” (Tekli 2015’de yayımlandı.)

28.               Oğuzhan Koç – Bulutlara Esir Olduk”

29.               Ozan Doğulu Feat. Gülden Mutlu & Bahadır Tatlıöz – “Uzun Lafın Kısası”

30.               Serdar Ortaç – “Gıybet”

31.               Sertab Erener – “Kime Diyorum?”

32.               Sıla – “Afitap”

33.               Sıla – “Yan Benimle”

34.               Simge – “Yankı”

35.               Sinan Akçıl Feat. Ferah Zeydan – “Şarttır”

36.               Tuğba Yurt – “Güç Bende Artık”

37.               Ümit Besen Feat. Pamela – “Seni Unutmaya Ömrüm Yeter mi?”

38.               Yalın – “Tatlıyla Balla” 

39.               Yirmi7 Feat. Birol Namoğlu – “Muhtemel Aşk” (Tekli 2015’de yayımlandı.)


40.               Ziynet Sali – “Dağınık Yatak”

BONUS:   Altan Çetin - "Aleni Aleni" (Şarkı, 2015'de Volkan Konak tarafından seslendirildi.)

ARALIK 2016
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 12, 2017 12:20

February 4, 2017

Mirkelam Röportajı


“Konseptin adı “Mirkelam Şarkıları” ama bu bir saygı albümü projesi gibi düşünülmedi aslında. Eğlenceli bir proje bu. Saygı değil, sevgi albümü demek daha doğru.”
Mirkelam’ın 20 yıldır birlikte çalıştığı menajeri Süheyl Atay, daha sohbetin başında röportajın konusu olan yeni albümü özetliyor bu üç cümleyle. “Mirkelam Şarkıları”, Mirkelam’ın 20 yıldır kulaklarımıza yer etmiş şarkılarını farklı seslerden dinleyeceğimiz bir “sevgi” albümü.

Mirkelam'la yakında piyasaya çıkacak albümünü ve daha fazlasını konuştuk. 
Röportajın tamamını okumak için bu cümlenin üzerine tıklayabilirsiniz. 
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 04, 2017 06:37

January 3, 2017

mor ve ötesi Röportajı


mor ve ötesi, 1995 yılından bu yana hayatımızda. Geride kalan 20 yılı kutlamak için önce yeni bir şarkı, ardından “Dünya Yalan Söylüyor” albümünün plak baskısını, sonra da ilk üç albümlerini içeren bir kutu yayınlayan grup, yakında bir başka yeni şarkı ve ikinci bir kutuyla kutlamalara devam edecek. Sonrasında ise bütün albümleri içeren ve sınırlı sayıda basılacak bir kutu daha sırada. mor ve ötesi ile yirminci yıllarını konuşmak için “Melekler Ölmez” adlı yeni şarkılarının kayıtlarını yapmakta oldukları Babajim Stüdyolarında bir araya geldik.


Röportajı okumak için bu cümlenin üzerini tıklayabilirsiniz. 
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 03, 2017 04:50

November 27, 2016

Aşkın Nur Yengi Röportajı


"Şöhretin insanı tırmıklayan kısımlarını ben hiçbir zaman hayatımın içine sokmadım. Kızımla pazara da gidiyorum, alışverişe de gidiyorum, lunaparka da. Her şeyi yaptığım için Nazlı şöhretin zararlı bir şey olmadığını düşünüyor."
"Ben gece yatarken “Yarın mutlaka gazetelerde olmalıyım, bir gündem yaratmalıyım,” diyecek bir kadına benziyor muyum? Ne hayat duruşum öyle, ne de müzikal ahlakım. Ben yaptığım işle anılarak, sağlıklı bir zeminde var olmak derdindeyim."

"Şimdi Aleyna (Tilki) diye bir kız çocuğunun 16 yaşında sahneye çıkması tartışılıyormuş, geçenlerde haberim oldu. O yıllarda beni yasal olarak durdurdular mesela. Sibel Can’la benim resmimi yan yana koyup bunlar 18 yaşından küçük, çalışma izinleri yok diye haber yaptılar. Okuldan uzaklaştırma aldım." 
"Bir yere gidiyorum, bir bakıyorum herkesin elinde bir telefon, kimse birbiriyle konuşmuyor. Bunlar konserlerimize de taşındı. Tuhaf bir şeye dönüştü, ben oradayım kanlı canlı ama bana bakmıyor, telefonuna bakıyor. O zaman sahneye de hologram koyun, ben de gelmeyeyim bitsin gitsin." 

Röportajın tamamını okumak için bu cümlenin üzerini tıklayabilirsiniz.
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on November 27, 2016 10:38

November 5, 2016

Harun Kolçak Röportajı


Eski şarkılarını düetlerle yeniden seslendirdiği ve iki yıldır üzerinde çalıştığı yeni albümünü tamamladığı günlerde septik şok teşhisiyle hastaneye yatırıldı Harun Kolçak. Bir aydan uzun bir süre yoğun bakımda kaldı, birçok operasyon geçirdi. Sevenleri yüreği ağzında, ondan gelecek iyi haberleri bekledi uzun süre. Üç ayın sonunda hastaneden taburcu olmasına birkaç gün kala, nihayet toparlanabilmiş Harun Kolçak’la “Çeyrek Asır” adı verilmiş yeni albümünü konuşmak üzere hastane odasında bir araya geldik.

Röportajın tamamını bu cümlenin üzerini tıklayarak okuyabilirsiniz. 
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on November 05, 2016 08:14

Yavuz Hakan Tok's Blog

Yavuz Hakan Tok
Yavuz Hakan Tok isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Yavuz Hakan Tok's blog with rss.