Yavuz Hakan Tok's Blog, page 25

July 6, 2019

Günün Şarkısı 6 Temmuz 2019

Serra Arıtürk – “Kendimi Bilmeden”

YouTube’daki “cover” videoları ve özellikle de Akustikhane programı ile dikkatleri üzerine geçen Serra Arıtürk’ün ilk teklisi “Kendimi Bilmeden” geçtiğimiz günlerde Wovie & DMC işbirliğiyle piyasaya sürüldü. Şarkının söz ve müziği Serra Arıtürk’e, düzenlemesi ise Osman Çetin’e ait.

Serra kolay yoldan gidip, YouTube videolarından birinin (mesela en çok tık almışının) akustik kaydını tekli olarak yayımlayabilirdi. Yapılmayan şey değil. Ama piyasaya resmi girişini tamamen profesyonel bir biçimde yapmayı tercih etmiş ve bu yüzden de üç yıla yakın bir süre beklemiş. İyi ki de öyle yapmış. Hem kendi yazdığı bir şarkıyı söylemesi, hem Osman Çetin gibi bir isimle çalışması onun YouTube şöhretinin arkasına sığınmak niyetinde olmadığını gösteriyor ki sadece bu bile takdire değer. Zira hem şarkı hem de klipte gördüğümüz Serra, onu “gitar eşliğinde şarkı söyleyen güzel kız” klişesinin ve sıradanlığının dışına çıkarıyor. Gerçi Serra’yı YouTube “cover”larıyla seven kitle bu işe biraz bozulmuş; video altı yorumları isyanlarla, sitemlerle dolu. Ama bana kalırsa bu bile onun doğru yolda olduğunu gösteriyor.  

“Kendimi Bilmeden” sözü, müziği ve “sound”uyla genç bir şarkı, haliyle. Serdar Börcan tarafından çekilmiş klip de öyle. Ben klipteki efektlere de Serra’nın stili ve dansına da bayıldım. Dahası Serra, birçok yaşıtı genç kız gibi bozuk telaffuz ve yanlış teknikle şarkı söylemiyor. Bu da onu (nedense) benzetildiği Aleyna Tilki ve Atiye gibi isimlerden bir adım öne çıkarıyor. Şarkıcılığını biraz daha pişirdiğinde, fark çok daha fazla hissedilecektir.


Genç isimleri çok seviyor ve çok önemsiyor, her yeni duyduğum genç ismin şarkısını büyük bir iştahla dinliyorum ama çoğu kez heyecan duyamıyorum. Bu anlamda Serra’nın işi (tek başına şarkı olarak değil belki ama bir bütün olarak) beni heyecanlandırdı. Yanılıp yanılmadığımı kuşkusuz zaman gösterecek.     
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 06, 2019 07:02

July 5, 2019

Günün Şarkısı 5 Temmuz 2019

Ajda Pekkan – “Yalnızlık FM”

Ozan Doğulu’nun yeni proje albümü “130 BPM Kreşendo” geçtiğimiz haftalarda DGL etiketiyle piyasaya sürüldü. Albüm belki başka bir yazının konusu ama işin içinde bir şarkı var ki ayrı bir yazıyı hak ediyor. Ajda Pekkan’ın seslendirdiği “Yalnızlık FM”den bahsediyorum elbette.

Çok zaman var ki Ajda’dan Ajda gibi bir şarkı dinlemedik. Söylediği bir şarkının “hit” olmasından, liste başlarına yerleşmesinden filan bahsetmiyorum. Hani Ajda’nın ‘60’laran bu yana yetişmiş nice şarkıcıya ilham vermiş, örnek olmuş şarkıcılık stili, kendine has vurguları, kelimelere sesiyle dokunuş biçimi, küçük, bazen de büyük oyunları var ya… İşte onları gösterebildiği bir şarkıdan bahsediyorum.

“Yalnızlık FM” işte tam da bu şansı vermiş Ajda’ya. Nihayet kendi gibi olabilmiş. Sözleri yazan Saadettin Dayıoğlu ve bestenin sahibi (Ah Canım) Ahmet tam da bu maksatla çıkmışlar yola şarkıyı yazarken ve dört dörtlük bir Ajda şarkısı çıkarmışlar ortaya. Nitekim Ajda’yı Ajda yapan Fikret Şeneş – Ajda işbirliğinin bütün dinamikleri var bu şarkıda.

Fikret Şeneş’in Ajda için seçtiği yabancı şarkıların büyük kısmı çok Batılıdır ama bir o kadar da bizim kulağımıza yakındır. Mutlaka melodisi çok güçlüdür. Ona keza Şeneş de kaleminin gücüyle yüceltir o şarkıyı. Ahmet’in tam da bu eksende besteler yaptığını zaten yıllardan beri biliyoruz. Saadettin Dayıoğlu da şarkı sözlerinin hem inceliği, zarafeti, hem de (sözün melodiyle örtüşmesi, Ajda vurgularına uygun hecelerin doğru yerlere oturtulması gibi) teknik anlamda başarısıyla adeta Fikret Şeneş’ten el almış gibi.

Bu albüm için Ozan Doğulu “Yalnızlık FM”i iki farklı biçimde düzenlemiş. Albümün açılışında dans versiyonu, kapanışında ise yavaş versiyonu var. Yani albümün sonunda Ajda adeta “bis” yapıyor ve alkışın büyüğünü alıyor. Zira şarkının yavaş versiyonu günün moda ritim anlayışından azade, öylece bir klasik olmaya aday.
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 05, 2019 10:16

July 4, 2019

Günün Şarkısı 4 Temmuz 2019


Sezen Aksu – “Kaç Yıl Geçti Aradan?”

Sene 1977. Şöhret basamaklarını adım adım tırmanmakta olan İzmirli genç kızın dördüncü 45’liği piyasaya çıkıyor. İlk 45’lik büyük bir hüsran olmuş, ikinci 45’lk bir miktar ses getirmiş, üçüncü 45’likse eni konu her yerde çalınmış. Bu arada gerçek soyadı Yıldırım yerine ilk firmasının ona uygun gördüğü Seley soyadı da evlenmesiyle birlikte Aksu’ya dönüşmüş. Daha çok evlenip boşanacak yıllar içerisinde ama o hep Aksu kalacak artık: Sezen Aksu.

Aşağıdan baksan yukarıdan baksan değişmiyor… Olsun olsun 45 kilo, ufacık tefecik bir genç kız. Ne ki o zamanın şöhretli şarkıcılarının yapmadığı bir şey yapıyor. Kendi şarkılarını da yazıyor ve boyundan, yaşından beklenmeyecek büyük büyük laflar ediyor şarkılarında. 

“Allahaısmarladık / Kaç Yıl Geçti Aradan?” 45’liği, Sezen Aksu’nun müzik dünyasına girmesine vesile olan Attila Özdemiroğlu’nun Şanar Yurdatapan’la ortak firması Hop Plak’tan çıkan son 45’liği olacak. Aynı yıl “Allahaısmarladık” adıyla bir de ilk 33’lük plağı da çıkacak ama söz ve müziği Sezen Aksu'ya ait “Kaç Yıl Geçti Aradan?” plakta yer almayacak.

Video, o günlerde TRT tarafından çekilmiş ve Sezen şarkıyı Attila Özdemiroğlu düzenlemesiyle, 45’likteki haliyle söylüyor. 1978 yılında Kent Plak etiketiyle piyasaya sürülen “Serçe” adlı duble 33’lükte ise aynı şarkı bu defa Hurşit Yenigün’ün düzenlemesiyle, daha alaturka bir biçimde karşımıza çıkacak.

Şarkının 45’lik versiyonu sadece 1999 yılında YKY Müzik tarafından yayımlanan “Kaç Yıl Geçti Aradan?” adlı toplama albümde yer aldı. O albüm şimdilerde dijital platformlarda bulunmuyor. Hurşit Yenigün düzenlemesi ise Serçe albümünün yeniden basımlarıyla yıllardır dolaşımda.


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 04, 2019 09:02

July 3, 2019

Günün Şarkısı 3 Temmuz 2019


Sertab Erener – “Yara”

Bugün bir şairin ölüm haberine uyandık. Bir süredir tedavi gören Küçük İskender ya da asıl adıyla Dermen İskender Över, henüz çok genç yaşta, 55 yaşında hayata gözlerini yumdu.

Farklı şiiri, dili, üslubu, tavrı ve tarzıyla edebiyat dünyasında erken yaşta kendini kabul ettirebilmiş, sınırların ve statükoların dışına çıkabilmiş, geniş bir okur kitlesini etkisi altına alabilmiş bir şair olmasının ötesinde onu tanıyan herkesi derinden etkilemiş bir insandı. Huzursuz bir ruhla dünyaya gelmişlerin, yaşadığı döneme, ülkeye, dünyaya sığamamışların öfkesi, korkusu, farkındalığı, şüphesi, acelesi, acısı ve cesaretiyle yüklüydü cümleleri, şiiri, hayatı…

Yanlışım varsa düzelten olur mutlaka, bildiğim kadarıyla iki sadece şarkının sözü oldu yazdıkları bugüne dek. Biri Banu Kanıbelli’nin 2017 yılında yayımlanan “Bu Rüzgâr” adlı albümünde yer alan “Otoformat” adlı şarkıydı, bir diğeri ise Attila Özdemiroğlu’nun bestesine yazdığı sözlerle ortaya çıkan “Yara” adlı şarkı. “Yara”, Sertab Erener’in 1997 yılında Sony Müzik etiketiyle yayımlanan “Sertab Gibi” adlı albümünde yer alıyordu ve şarkının düzenlemesi Demir Demirkan tarafından yapılmıştı.

Yazdıkları bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da ilham vermeye devam edecek. Ruhu şâd olsun.
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 03, 2019 12:26

July 2, 2019

45 Yaşında Bir Çınar


KENAN DOĞULU HARBİYE AÇIK HAVA KONSERİ 27 HAZİRAN 2019

Kenan Doğulu tam olarak kaç yaşında? Konserden sonra açıp baktım Google’dan. 45 yaşındaymış. ‘80’li yılların dergilerinden birinde bir Şükran Ay haberine denk gelmiştim bir vakitler. Başlık aynen şöyleydi: “40 Yaşında Bir Çınar”. Tövbeler olsun! O ara Elhan’la biz de 40’lı yaşlardaydık. Aramızda bir espri konusu olmuştu bu. “Huhahaha çınar hihohohi çınar!” filan diye takılıyorduk birbirimize. Öyleydi ama… Eskiden bırakın 40’ı, 30’larında biri bile basbayağı feleğin çemberinden geçmiş, ununu elemiş, eleğini asmış sayılırdı. Hele 45’e geldiysen artık bildiğin yaşlıydın.

İyi de bu Kenan 45’inde 20’li yaşlarından çok daha fit, çok daha enerjik ve dinamik duruyor! Sahnede adım atılmadık yer bırakmadı konser boyunca. Yorulmadı da bir türlü. Ben oturduğum yerde yoruldum. O yüzden ayağa kalktım artık sonlara doğru; konserlerde kolay ayağa kalkmam, bilirsiniz. Hiç eğlenmiyormuş, hiç keyif almıyormuş gibi suratsız ve memnuniyetsiz durunca kendimi daha çok eleştirmen gibi hissediyorum, ne yapayım?

Aman diyeyim, Kenan hakkında yine böyle pozitif şeyler düşündüğüm bir başka konserinde çocukcağız pat diye sahnedeki boşluğa düşüvermişti de ben de “Ulan benim gözüm mü kem yoksa?” diye bir fena olmuştum. Vallahi kem değil! Hani kıskanıyorsam şuradan şuraya gitmek nasip olmasın. Hem ben ne diye kıskanayım? Henüz 30’larına gelmemiş genç pop yıldızlarımız kıskansın, biz niye bu kadar hantalız diye.

Gerçekten elimde bir sihirli değnek olsa tüm genç şarkıcıları toplayıp Kenan’ın bir konserine götürürdüm. Sonra da sınav yapardım.
“Şarkı nasıl söylenirmiş çocuğum?”
“Sahne nasıl doldurulmuş evladım?”
“Şov nasıl yapılırmış yavrucuğum?”

Böyle böyle 35 – 40 soru çıkar. Çıkar çıkmasına da dersini alan olur mu bilmem. YouTube’da iki video patlatmakla olmuyor bu işler. Sahnede üç buçuk saat gümbür gümbür şarkı söyleyebiliyor musun? Her şarkını ezbere söyleyecek bir seyircin var mı? Neredeyse tüketici kredisiyle alınabilecek bilet fiyatlarına rağmen doldurabiliyor musun Açık Hava’yı? Ne oldu? Bir “pıssss” sesi mi geldi bir yerden?
Gözümle gördüm. Taksiden indiğimiz yerden Açık Hava’ya doğru yürürken protokol girişinin orada devasa bir kuyruk vardı. Bir an davetli kuyruğu sandım. Meğer merdivenden bilet almak için bekleyenlerin kuyruğuymuş. “Merdivenler bile satıldı” söylencesinin Kenan Doğulu konserlerinde gerçeğe dönüştüğüne bir kez daha bizzat şahit oldum.

Peki nedir Kenan’ın sırrı? 30 yıla yaklaşan kariyeri boyunca sıraladığı, hafızalara yer etmiş sayısız “hit” şarkısı mı? Sahne enerjisi, eğlendirme, coşturma garantisi mi? Oraya gelenlerin eğlenmek ve coşmak bir yana, kaliteli müzik dinleyeceklerini bilerek gelmesi mi? Ya da hepsi mi?..

Bu bir denge işi. Çok kaliteli müzik yaparsınız da eğlendiremezsiniz. Ya da çok eğlencelisinizdir ama müziğiniz doldurmaz kulakları. Sahneniz çok iyidir, sesiniz yorar. Sesiniz çok iyidir, sahneyi dolduracak karizmanız yoktur. Hep birinden biri eksik kalır ya… Kenan’da hepsi tamam. Allah vergisi demek haksızlık olur. Çalışkanlık, azim ve zekâ da gerekiyor çünkü.

“E konser boyunca suratsızlık yaptığına değdi mi? Hani nerede eleştirmenlik ruhu?.. Öve öve bitiremedin!” dediğinizi duyar gibiyim. Öyle ya, kan çıkmazsa para yok bu işlerde. Hele bir en baştan başlayayım da bakarsınız bir yerden çıkarırız; istediğiniz kan olsun.

Şimdi bu kısmı doğrudan basın bülteninden alıntılıyorum çünkü ne yazsam bu kadar havalı anlatamam: “Her konserinde konuklarına sürprizler yaşatan Doğulu sahnesi, en yeni teknolojilerin kullanıldığı lazer şovu ve görsel efektlerle seyircileri etkiledi. Yapay zekayı kullanarak Türkiye’nin ilk görsel ve işitsel sahne performansı olan Under One Minute projesi yaratıcılarından Mehmet Ünal ve Hakan Yılmaz, Kenan Doğulu ile birlikte Harbiye Açıkhava sahnesinde seyircilere dijital sanatların yeni diliyle öncesinde benzerine rastlanmamış bir sahne gösterisi sundu. Konserdeki renk efektleri ve ışık oyunları Kenan Doğulu şarkılarıyla birleşerek seyircileri mest etti. Konserin VJ’liği ise Sarp Karaer tarafından yapıldı.”

Evet, sahiden öyleydi, fazlası yok eksiği var. Daha konserin açılışında bir “intro” eşliğinde başlayan görsel şov gece boyunca hiç tempo kaybetmeksizin devam etti. Sürekli değişen, her şarkıda başka bir biçim alan ışıklar, laserler, “led” ekran görüntüleri filan gerçekten uluslararası standartlarda, aksaksız ve kusursuzdu. Emeği geçen herkesi tebrik etmek lazım.
Kenan’ın zaten durmuş, oturmuş, zımba gibi çalan bir orkestrası var. Ozan Doğulu da orada. Her konserinde olduğu gibi zaman zaman konuk müzisyenler de gelip gitti. İşin o kısmına da bir kulp takmak mümkün değildi yine.

Bununla birlikte geçen sene izlediğim konserden çok farklıydı her şey. Seçilen şarkılar aşağı yukarı aynı olsa da şarkıların sıralaması ve orkestranın o şarkıları çalış biçimleri filan tamamen yeni bir şey izliyormuş hissi yarattı bende. Tabii bunun bir handikabı da var. Sıradan seyirci için bildik şarkıları farklı düzenlemelerle, Kenan’ın da farklı söylemesiyle dinlemek yer yer sıkıcı olma riskini taşıyor. Herkes müzikal haz peşinde değil sonuçta. Bildiği şarkıya eşlik edemeyince bir sersem olabiliyor insan. Arada onu hissettim seyircide. Benden yana ne gam! Hatta farklı çalınan bazı şarkılar bana orijinal hallerinden daha iyi geliyor. Kenan Doğulu şarkılarına ezelden beri koyu bir müptelalık hissetmemiş biri olarak ezbere bildiğim, eşlik edebileceğim şarkı zaten az bende; onlara da zaten bilsem de eşlik etmiyorum, somurtmam lazım ya… Haliyle müzikal haz peşindeyim ve durumdan memnunum.

Neyse… Kenan bu defa açılışı “Kalp Kalbe Karşı” ile yaptı ve hemen arkasından da açılış cümlelerinin arasına “Kutlamalar dönemine denk gelen bu güzel akşamda…” parantezini sıkıştırıverdi. Aynı günün akşam saatlerinde Saraçhane’de “Mazbata 2” filminin gösterime girmesi gayet kalabalık bir seyirci kitlesi tarafından alkışlarla kutlanmıştı. “Kutlama” derken Kenan tabii ki onu kast etmemiştir, sanatçı sadece işini yapar, politika yapmaz biliyorsunuz (ayrıca sanat politik bir şey de değildir, sanatla politika ne alaka yani) ama dervişin fikri zikri meselesi işte, nasıl azgın bir azınlıksam artık benim aklım direkt oraya gitti.

Açılış konuşmasının ardından “İlk Adımı Sen At”, “Yaparım Bilirsin” ve “Ara Beni Lütfen” geldi. Özellikle sonuncusundaki “funk - rock” hava çok güzeldi. Sonrasında son albümün şarkılarından “Yapma”, Kenan’ın “oto-sansüre karşı bir şarkı” diye nitelendirdiği, yine son albüm şarkılarından “Boş Sayfa” ile konser devam etti.

Sonra Kenan gitarını boynuna taktı ve iki romantik şarkısını ardı ardına söyledi: “Bir İleri İki Geri” ve “Tencere Kapak”. Bu şarkılardan sonra ise Ozan’ı “Benim kıymetlim, canımın için abim,” diyerek alkışlattı ve Ozan’ın solosuyla “Baş Harfi Ben” başladı. Bu şarkıda Kenan bir ara hep bir ağızdan söyleyen seyircileri susturup şarkıyı yarıda kesti. Mealen şöyle bir şey söyledi: “Ben bunu yazdığında çok güzel bir şey buldum diye sevinmiştim ama yanlış yerleşti. Herkes yanlış söylüyor. ‘Hayatımın’ değil, ‘hayatının’ olacak.” İşte burada üreten birinin ürettiğine gösterdiği özen ve saygının izleri o şatafatlı “led”lerin, lazerlerin filan arasından bile kendini gösterdi. Ama o an onu fark etmeye de yontulmaya da müsait değildik. Yontmasındı bizi Kenan! Çalsındı, biz de öyle ya da böyle söyleseydik işte. Tabii Kenan kaçın kurası; seyircinin iç sesini şipşak duydu ve şarkı devam etti: “Birdenbire hayatıMın tümü oldun bla bla bla…”

Hoooop! Romantik sekans bitti. Daha doğrusu bitmedi de ritim değiştirdi diyelim. Tropikal görüntüler ve Latin bir ritim eşliğinde sahneden bir iki dakika kaybolup geri döndüğünde ceketini değiştirmiş bir Kenan şimdi bize “Issız Ada” söyleyecek. 

Bu arada Kenan’ın son birkaç senedir böyle bir kostüm politikası var (sanatçı politika yapmaz, o ayrı mesele.) Şıklığı, ışıltıyı ve parlaklığı sadece üzerine giydiği ceketlerle veriyor, gerisi gayet sade ve rahat duruyor. Bunun kerameti de şuradan geliyormuş, buyurun yine basın bültenine gidelim: “Kenan Doğulu ve orkestranın konsept ve kıyafetleri Merve Kırşan tarafından hazırlandı. Kenan Doğulu konserde 2 farklı ceket giydi. Desen işleme ve nakış uygulamaları Tuba Albustanoğlu tarafından tasarlanan ceketler Derimod tarafından Kenan Doğulu’ya özel olarak üretildi.”

Çok güzel, göze de hoş geliyor, bence mahsuru yok ama orkestranın “tasarım” kostümler giydiğine inanmakta zorlandım. Sanki provaya geldikleri kıyafetlerle sahneye çıkmışlar gibi geldi bana daha ziyade. Onu bırakın, nispeten şık üç vokalistin kostümleri arasında en ufak bir ilinti, desen, renk, doku benzerliği ya da uyumu yoktu; oradan pay biçin.

Sırada “Sorma” vardı. Bu şarkıyı da “Çalışan, güçlü kadınlarımız için söylüyorum,” diyerek anons etti Kenan. Şarkının bir yerinden sonra da hani “oooo” “oohohoho” filan gibi sesler çıkarıp dinleyiciye tekrar ettirirler ya… Hani bir nevi kulak testi. İşte ondan yaptı Kenan. Olmazsa olmaz “delirmiş saksafoncu” ve saksafon solosu da o arada bir yerde karşımıza çıktı.

“Kime Ne?” ile girilen yolda ise ortam artık Kenan konserlerinden alışık olduğumuz bir biçimde “jam session”a kesti. O an konseri filan unutup kendi aralarında coştu sahnedeki müzisyenler. Ardından sahnedeki bir şeyi çalmaya başladı Kenan. Kısa bir ritim solo attı. “Bir şey” diyorum çünkü oturduğum yerden ne mene bir şey olduğunu tam göremedim ama bir tür “drum machine” (muhtemelen Nord Drum) filan gibi bir elektronik davul türeviydi bagetlerle çalındığına göre. Bagetler de ışıklıydı bu arada. Neresinden baksan havalı. Bu solo “Kandırdım”a bağlandı ve çok da güzel bir Latin rüzgârı esti böylece. Hava da hafif esintiliydi zaten, birbirlerini tamamladılar.
Birinci yarının son şarkısı “Aşk İle Yap” oldu. Okurken yoruldunuz değil mi? E daha bu ne ki? Bir de ikinci yarı var.

İkinci yarı yine yüksek tempolu başladı ve “Sımsıkı Sıkı Sıkı” ile sahneye fişek gibi girdi Kenan. “Tak Etti Canıma” ve “Tek Kürekçim”le de tempoyu yüksek tutmaya ve ‘90’larda gezinmeye devam etti. 

Sonra sahne karardı, ortaya bir “dj” masası getirildi ama bu esnada Hakan Güngör kanun solo atmaya başladı. Tıpkı geçen seneki konserde olduğu gibi “Vay Be”yi açıyordu Hakan Güngör, zira çellosuyla Yasemin Özler de oradaydı ama bu gece bir konuk daha vardı. Solodan sonra Kenan, Mahmut Orhan’ı anons etti ve “Vay Be” bir kulüp coşkusunda çalınıp söylendi.

Şarkıdan sonra üç konuk sahneden ayrılırken yerlerine Cenk Erdoğan geldi. Sırada “Yosun” vardı. Sonrasında ise Ozan’ın tek başına eşliği ile “Kurşun Adres Sormaz ki”ye geldi sıra. Bu sırada orkestranın diğer elemanları sahneyi terk ettiler. Demek ki akustik sekans uzun sürecek diye düşündüm haliyle. Kenan şarkıyı bitirdikten sonra sahnenin ön tarafına, merdivenlerin başına oturdu elinde gitarıyla…

Fakat o da ne? Kalabalık bir grup genç vokal yaparak sahnenin iki yanından beliriverdi birden ve gelip Kenan’ın yanına oturdular. O bir grup genç Onlar isimli “acapella” grubu imiş meğerse. 

Bu grupla beraber Kenan arka arkaya son derece güzel bağlanmış bir şekilde “Bal Gibi”, “Aşk Oyunu”, “Aklım Karıştı”, “Aşkım Aşkım” ve “Hiç Bana Sordun mu?”yu söyledi kısa kısa. Hani bütün konser başından sonuna böyle aksa izlenir, dinlenirdi. Öyle bir enerji ve sinerji oluştu havada. Kim bilir ne çok çalışmış ve ne kadar iyi hazırlanmışlardı bu bölüm için Onlar ve Kenan. Bayıldım!

O gece protokoldeki rahatsız sandalyelerde oturmadığım için o sandalyelerden daha da rahatsız olan seyirci koltuklarındaydım ve ne yalan söyleyeyim plastik koltuğa temas eden yerlerim hafiften uyuşmaya başlamıştı. Hayır, uyuştuysa kalk yerinden, herkes gibi ayakta izle değil mi? Yok, katiyen onu da yapmıyorum. Sahnedeki adam senden alt tarafı beş yaş küçük, çekirge gibi oradan oraya zıplıyor, senin kasıntın kime belli değil. Konserin daha kolay kolay bitmeyeceği de belli. Bitmedi de nitekim; Onlar grubu gittikten sonra “Olmaz” ve “Dön Gel”le devam etti. Ardından da tempo bir daha düşmemek üzere hızlandı. Asıl ayağa kalkmalık bölüm şimdi başlıyordu.

“Çakkıdı”, “Doktor”, gayet oryantale bağlanmış “Ellerimde Çiçekler”, sonra “Kız Sana Hayran”, “Şans Meleğim” ve “Harika” arka arkaya geldi. Hepsi “hit” diye bir albüm yapılacak olsa bu şarkıları arka arkaya rahatlıkla dizebilirdiniz ama o adı taşıyan bir değil iki albüm yapılmıştı ki sorsan kaç şarkısı aklında diye cevap veremezdim belki de. Neyse…

“Harika”yı elbette yine vokalistleri Sibel Gürsoy, Tuba Önal ve Duygu Soylu ile birlikte söyledi Kenan; Ajda’yla söyleyecek değildi ya. Konserin sonlarına doğru “Türkiye’nin en iyi şarkıcıları,” diye anons edecekti bu üç vokalistini. O kadarı belki nezaketti ama evet Sibel Gürsoy ve Tuba Önal kendi albümleri olan profesyonel birer şarkıcı olarak yıllardır birçok sahnede vokalist olarak görünmekten imtina etmeyen özel şarkıcılar ve özel sesler. Duygu Soylu deseniz gerçekten inanılması güç, çağıl çağıl ama bir o kadar da riskli bir sese sahip. Kenan ona bir albüm yapıyor, ne zaman çıkar bilmem ama albümde de sahnedeki kadar çığlık çığlığa şarkı söylüyorsa çok sevmek ve beğenmekle dayak yemiş kadar olmak arasında bir yerlerde kalmayız umarım.

Sonra işte “10. Yıl Marşı” ve “led”lerde Türk bayrakları, tabii kocaman alkışlar, ardından “Güzeller İçinden” ve “Dansa Kaldır” ile halay sekansı. Ve finalde “Tutamıyorum Zamanı”. Elbette “bis” ve elbette “jam session”lı bir “Pamuk”.

Sözün özü, yine bir dakikası bile boş geçmemiş bir Kenan Doğulu konseri daha izledik. Tabii ki sonlara doğru malum yerlerimdeki uyuşmaya daha fazla dayanamayıp ayağa fırladım ama bunun tam olarak ne zaman olduğunu size söyleyecek değilim. Zaten o sırada “Ama bu Kenan konserleri biraz fazla mı uzun acaba?”yı tartıyordum kafamın içinde. E insanlar mutluydu işte, bana ne oluyordu ki?

Konser sonrası arka tarafa geçtiğimizde “back stage” kısmında yine Mahmut Orhan çalıyordu yüksek ihtimalle ki gümbür gümbür baslar bastığımız toprağı titretiyordu. Edis konserinde tecrübe etmiştim, oraya girmemek en iyisiydi. Zaten biraz yürümeye ihtiyacım vardı. Daha taksi bulmak için yokuş yukarı tırmanacaktık. Doğal olarak ne yaptık? Artık biliyorsunuz… Hızla uzaklaştık ve gecenin karanlığında gözden kaybolduk.
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 02, 2019 07:32

Günün Şarkısı 2 Temmuz 2019


Mazlum Çimen – “Gittin Gideli”

Bir aşk şarkısı gibi gelir ilk dinleyişte kulağa ama değildir aslında. Bir ağıttır. Bir oğulun babasına yazdığı ağıt. Yakılarak öldürülen babasına…

2 Temmuz 1993 günü Sivas’ta yaşanan Madımak Oteli katliamında diri diri yanarak ölen 33 şair, yazar, müzisyen ve düşünürden biri de Âşık Nesimi Çimen’dir. “Gittin Gideli” ağıtını yazansa Nesimi Çimen’in oğlu Mazlum Çimen.

Sadece kendisi gibi düşünmediği, kendisi gibi yaşamadığı için düşman bellenenlerce yakılarak öldürülen 33 aydın… Sebebi ne olursa olsun, insan öldürmek hangi kitapta yazar, hangi din, hangi inanç bir insanı yakmayı meşru kılar?.. İşin acı tarafı bugün bile bunun aksini savunacak, eline fırsat geçtiğinde buna meyledecek insanların hâlâ var olması, aramızda yaşıyor olması…

Bizim vicdanımız hâlâ sızlıyor. Televizyon ekranlarında gördüğümüz alevlerin, dumanların, duyduğumuz “Yakın, yakın!” çığlıklarının yanık kokusu hâlâ burnumuzda. Unutmadık… Aklımızda…

Söz ve müziği Mazlum Çimen’e ait “Gittin Gideli” en çok Edip Akbayram’ın sesinden kaldı kulaklarımızda. Başka da çok söyleyen oldu yıllar içinde. Ama ben bizzat Mazlum Çimen’in sesinden paylaşmak istedim bugün. Şarkının bu versiyonu Mazlum Çimen’in 1995 yılında Ada Müzik etiketiyle yayımlanan “Çimen Türküleri” adlı albümünde yer almıştı. 

Mazlum Çimen, geçtiğimiz yıl da Madımak katliamının 25. yılı için “Usta Malı” adlı bir albüm yayımladı. Mazlum Çimen balet, oyuncu ve müzisyen olarak süregelen kariyerinde çok sayıda film müziğine de imza attı. Oğlu Saki Çimen de hâlen aktif olarak müzik piyasasının içinde dedesinin ve babasının izinden yürüyor.
Sivas’ta kaybettiklerimize saygı ve rahmetle…
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 02, 2019 04:53

July 1, 2019

Günün Şarkısı 1 Temmuz 2019


Gökhan Türkmen Feat. Aytaç Özgümüş – “Para Hâlâ Bende”

Müzikte arayıştan çekinmeyen, değişik şeyler yapmak konusunda cesaretini hiç kaybetmeyen bir müzisyen Gökhan Türkmen. Son olarak yakın zamanda 7 şarkısının “remix” versiyonlarının bulunduğu “Iptıs Çaktıs” adı verilmiş bir albüm yayımlamıştı. Yeni teklisi “Para Hâlâ Bende” ise geçtiğimiz günlerde GTR Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü.

Şarkının düzenlemesini GTR ekibinde Aytaç Özgümüş yapmış, söz ve müzik ise Kaan Boşnak’a ait ki bu şarkı aslında bir Yüzyüzeyken Konuşuruz şarkısı. İlk kez “demo” bir kayıtla internete düşen şarkı, sonrasında grubun 2014 yılında yayımlanan ikinci albümü “Otoban Sıcağı”nda resmi olarak dinleyici karşısına çıkarılmıştı. Gökhan Türkmen nereden ve nasıl akıl etmiş bilmiyorum ama “cover” yapmak için bu şarkıyı seçmiş ve ortaya ilginç bir bileşim çıkmış.

Şarkı hakkında biraz Google karıştırınca Pixies’in “Where Is My Mind?” adlı şarkısına benzediğini iddia eden yorumlara rastladım. İki şarkıyı ardı ardına dinleyince hakikaten bir “riff” benzerliğinden söz etmek mümkün ama ben melodik bir benzerlik göremedim.

Aytaç Özgümüş şarkıyı “deep house” bir formda düzenleyerek Gökhan Türkmen’in üzerine yakıştırmış. Aslına bakarsanız bu şarkının her iki versiyonunda Kaan Boşnak ve Gökhan Türkmen’in şarkı söyleme biçimleri birbirinden çok farklı değil. Biraz da şarkı sözlerinin gerektirdiği bir biçimde şaşkın, kendinden emin olmayan, tabiri caizse “ezik” bir adam var şarkıda. Kara mizah da burada saklı belki. Aslında hepimizin içinde bir yerlerde pusuda bekleyip de zaman zaman yüzünü gösteren tanıdık bir adam o çünkü.

Kariyer ivmesine ne getirir bilinmez ama Gökhan Türkmen, üstelik kendi şarkılarını yazabilen bir müzisyen olduğu halde böylesi bir şarkıyı “cover” yapmak istediyse bir bildiği vardır mutlaka. Bugüne dek ana akımla alternatif arasındaki muğlak yerde usta manevralarla ayakta kalabilmeyi başardığı düşünülürse, bu şarkının bu versiyonla tam da o işe yarayacağı söylenebilir.      
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 01, 2019 11:15

June 30, 2019

Günün Şarkısı 30 Haziran 2019

Yüksek Sadakat – “Beklediğim Ne Varsa Sensin”

Yüksek Sadakat 2014’de yayımladığı dördüncü albümünden bir süre sonra bir kez daha solist değiştirmiş ve Kenan Vural gruba geri dönmüştü. 2018’de Cem Karaca saygı albümünde “Ceviz Ağacı” şarkısını yeniden seslendirirlerken solistleri Kenan Vural’dı. Aynı yıl yayımlanan “Yunus” teklisinde de öyle. Yüksek Sadakat’in yeni teklisi “Beklediğim Ne Varsa Sensin”, geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlandı. Söz ve müziği Kutlu Özmakinacı’ya ait şarkının düzenlemesi grup tarafından yapılmış.

Bırakın Türkiye’yi, dünyada bile solist değişikliğinden etkilenmeyen grup pek azdır. Zira çoğunluk dinleyici için grubu tanıma, bilme ve hatta sevme nedeni solisttir. Grubun yüzüdür, sesidir ya solist… Neyse ki Yüksek Sadakat Cemil Demirbakan’la başlayıp, Kenan Vural ve Cingi ile devam eden ve şimdilerde tekrar Kenan Vural’la yol alan hikâyesi boyunca bu handikabı aşmayı her defasında başardı. Zira daha ilk albümden itibaren durmuş oturmuş, stili, yönü, hedefi belli bir müziği vardı grubun.

“Beklediğim Ne Varsa Sensin” de bu tanıdık, nerede duysak “Evet, Yüksek Sadakat bu,” diyebileceğimiz tavrın ve tarzın izlerini sürüyor. Gelip geçen, yer yer değişik akımların etkisine uğrayan “rock” müziğin klasik kalıplarına sadık, bununla birlikte Türkiye’nin müzikal geleneği ve birikimini inkâr etmemiş, yok saymamış bir form bu. Bu kadar sevilmiş ve kariyerini uzun yıllar devam ettirebilmiş olmasının sırrı da burada saklı galiba.

“Beklediğim Ne Varsa Sensin” grubun bu çizgide yürümeye devam ettiğini gösteriyor. Bir ağızdan eşlik edilebilecek nakaratı dinleyiciye çengel atarken, iyi müziğin de popüler olabilme potansiyelini bir kez daha tartıyor Yüksek Sadakat. Tek sorun günümüz dinleyicisinin, özellikle genç kesimin başka uçlara doğru akın etmesinde. İşte orada grubun bir parça yerinde sayma durumu ortaya çıkıyor. Bu şarkı, sözgelimi Yüksek Sadakat’in 2008 albümünde yer alsaydı, büyük ihtimalle yine aynen böyle çalınır ve söylenirdi. İşte soru işareti de tam orada duruyor zaten.     
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on June 30, 2019 06:42

June 29, 2019

Günün Şarkısı 29 Haziran 2019


Onur Mete – “Nazlanma”

Sinan Tikbaş adında bir YouTube kullanıcısı Onur Mete’nin yeni videosunun altına şu yorumu yazmış: “Onur Mete’yi müzik piyasasına kim tekrar kazandıysa, ellerine sağlık.”

Katılmamak mümkün değil ama tabii Onur Mete buralardaydı aslında, yine sahneye çıkıyor, müzik yapıyordu. Sadece yeni albüm / şarkı yapmıyordu bir süredir ve bu nedenle göze görünür bir yerde değildi. Neyse ki işin o kısmına da hızlı bir geri dönüş yaptı. Yaklaşık 4 ay kadar önce yayımlanan yeni şarkısı “Bu Senin Şarkın”, Onur Mete’nin en az eskisi kadar iyi işler yapabildiğini göstermekle kalmadı, gördüğü ilgiyle de arayı çabucak kapattı. Derken yeni bir şarkı daha geldi Onur Mete cephesinden.

Yeni bir şarkı ama aslında eski bir şarkı, beklenmedik bir “cover”. Aşkın Nur Yengi’nin 1991 çıkışlı ikinci albümü “Hesap Ver”in açılış şarkısı “Nazlanma”, bu defa Onur Mete’nin sesinden, Birkan Şener ve Gökçer Turan’ın ortak düzenlemesiyle çıktı karşımıza. Tekli geçtiğimiz günlerde DMC etiketiyle yayımlandı.

Sözleri Aşkın Nur Yengi ve Sezen Aksu, bestesi Yengi’ye ait “Nazlanma”, Aşkın’ın meşhur şişe çalma hünerini gösterdiği “intro”su, basit, uçucu ama gayet kıvrak melodisi ve çok tekrarlı sözleriyle vakti zamanında bizi çok eğlendirmişti. 2015’de ilk kez Ferhat Köse yeniden seslendirdi ama o versiyon pek fazla ses getirmedi.

Onur Mete’nin bu yeni versiyonuna Aşkın Nur Yengi yine şişe çalarak dâhil olmuş. Böylece orijinal versiyona bir saygı selamı gönderilmiş. Evet, saygı selamı bazen bir şişeyle de gönderilebilir. Altyapı ve ritim bambaşka sularda yüzer, bugünü yakalarken o “nostaljik” şişe sesi olmasa idi bir şeyler eksik kalırdı çünkü.

Kırk yıl düşünsem bu şarkıyı Onur Mete’ye söyletmek aklıma gelmezdi. Gelin görün ki bu şaşırtıcı eşleşmeden fevkaladenin fevkinde bir sonuç çıkmış. Yine klip altı yorumlarında da bolca yazıldığı üzere Onur Mete’nin sesi ve janti orta yaş karizması ile bu 28 yıllık şarkı birbirlerine pek yakışmışlar.     
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on June 29, 2019 12:16

Üçüncü Harbiye Muharebesi

EDİS HARBİYE AÇIK HAVA KONSERİ 25 HAZİRAN 2019


İhbar ediyorum! Protokol sıralarında oturan ve koltuğunun arkasındaki etikette “Biletix 111” yazan hanımefendi kimdir, kimin nesidir bilmem ama konseri başında sonuna cep telefonuyla çekti. Öyle hikâye, canlı yayın filan değil, basbayağı video olarak çekti kaydı hiç durdurmaksızın. Hayır iki gün sonra Edis Harbiye konseri korsan VHS kaset, VCD, DVD ya da “blue-ray” olarak piyasaya sürülürse en azından kimin yaptığını bilin diye yazıyorum bunu.

Tamam, biliyorum ne VHS kaldı ne DVD. Olsa olsa YouTube’a yükler, o da telif sebebiyle kaldırılır zaten, değil mi? E o zaman insan niye oturup izlemek varken elindeki o çok gelişmiş “selfie” çubuğunu konser boyunca havada tutma eziyetine katlanır? Canlısını doğru düzgün izleyemedikten sonra videoyu tekrar tekrar izlese ne fayda? Hem de telefon ses kalitesiyle?.. Hayır ben de hanımefendiye sinir olmaktan, “Cık cık cık… Bak hâlâ çekiyor!” demekten konsere odaklanamadım yani (burası abartı.) Tam oturduğum sandalyenin dibinde, tepemde tepinen, şarkılara eşlik edip histerik çığlıklar atan genç kızlara o kadar sinir olmadım mesela. Onlar tadını çıkarıyorlardı çünkü, eğleniyorlardı.

Sonra bir an kendime dışarıdan bakınca, konseri öyle dikkatli dikkatli izleyerek, detay gözlemleyerek, hatta durup durup notlar alarak aslında benim de bir çeşit kayıt yaptığımı fark etmem hoş olmadı tabii. Muhtemelen tepemdeki kızlar da bana sinir olmuşlardı haklı olarak. Neyse ki İstanbul’da artık kimsenin kimseye gıcık olmayacağı bir dönem başlıyordu. En azından öyle olacağı umudu ile dolmuştuk daha iki gün önce. Neyse… İşte bu yazıyı da Edis Harbiye Açık Hava konserinin korsan VHS kaseti olarak izleyebilirsiniz (burası “öyle akıcı yazacağım ki izlemiş kadar olacaksınız” şeklinde bir alt metin, çılgın bir ironi ve böbürlenme içeriyor.)

Biliyorsunuz Edis ilk Harbiye konserini geçen yaz vermiş, sonra ikincisini de vermiş, peşi sıra ise “Ân” konserlerine o zaman bu zaman devam etmişti. Bu ise üçüncü Harbiye konseri idi. Haliyle palazlanmış, o ilk heyecanını atmış, kendinden daha emin bir Edis görecektik sahnede. Nispeten gördük de. Ama “heyecanını atmış” kısmı tam doğru değil. Yine heyecanlıydı, yine konuşurken aklından geçenleri cümlelere dökmekte zorlanıyordu. Buna karşın daha temrinli ve daha alışkın, daha ait olduğu yerde durduğunun farkındaydı bu defa.

Konser dev “led” ekranlardaki Edis görüntüleriyle başladı, ardından Edis, tıpkı geçen sene yaptığı gibi yine sahne altındaki boşluktan bir anda fırlayarak seyirci önüne çıktı. “Çok Çok” ve “Yalan”ın kısa birer versiyonla birbirine bağlandığı ilk sekansta dansçılarla sahne şenlenirken Edis de seyirciyi her defasında gaza getiren figürleriyle onlara eşlik ediyordu. Ardından “Bana Ne?” geldi ve sonrasında ilk konuşma. “Üçüncü Harbiye Muharebesi” diye tanımladı konserini Edis. “Ve yine kazandık,” dedi sonra da. “Salonu doldurmayı başardım,” diye anladım ben bunu. Eh, haksız sayılmazdı.

Sırada “Köle” vardı. “Köle”nin içine Hande Yener’in “Acele Etme”sinin “nananey”leri karıştırılmıştı. Konser boyunca zaman zaman böylesi “mashup”lar duyacaktık nitekim. “Köle”nin hemen arkasından “Sevişmemiz Olay”ın içine de “My Love” ve “Sexyback” karışmıştı mesela. “Eyvallah”ın içinden de “Galvanize” geçti.

Sonra arka arkaya “Roman”, “Doldur İçelim” ve “Ân” geldi. Peşinden sahneye getirilen tabure buraya kadar yüksek tempolu giden konserin biraz yavaşlayacağının habercisiydi. Öyle de oldu. “Sen Özgür Ol” ve “Dur De”, ardından “Vay” ve “Uzun İnce Bir Yoldayım”la ilk yarı yavaş tempoda sona erecekti.

Edis’in tabure konuşmaları bir gelenek midir bilmiyorum ama geçen sene izlediğim konserde de olmuş ve duygusal anlar yaşanmıştı. Yine benzer bir şey oldu. Yine anne, babası ve teyzesi hemen karşısında oturuyordu. Edis de onlara ne kadar düşkün olduğunu gösteren sözler söyledi, annesinin tedavisini yarıda kesip geldiğinden bahsetti.

Yakın bir dönemde yurt dışına açılma çalışmaları ve bağlantıları için Amerika’ya gitmişti. Biraz ondan bahsetti. Babasının ondan önce gidip onun rahat edebilmesi için keşif yaptığını, bu arada Mahzun Kırmızıgül’ün de orada babasıyla ahbap olduğunu, onlara yardımcı olduğunu ve hatta ister istemez onu babasının arkadaşı gibi benimsediğini filan anlattı. Mahzun Kırmızıgül de orada, seyirciler arasındaydı zaten. “Uzun İnce Bir Yoldayım”ın bir kublesini de ona söyletti Edis. Saygılı çocuk sonuçta.

İlk yarının sonunda biraz hava almak için arka tarafa geçtiğimizde (ki bilirsiniz Açık Hava yazları pek esintili bir yer değildir, en tepede oturmuyorsanız şayet) ister istemez havanın sıcaklığı üzerine konuşur ve “nem çok nem” filan gibi beylik şeyler söylerken Edis için endişelendim. Zira ilk yarı boyunca giydiği kostüm kat kattı ve boğazına kadar da kapalıydı. Altında şort-pantolon da olmasa kostümün kıştan kaldığı ya da en azından kışın tasarlandığı rahatlıkla söylenebilirdi. Sahi bu sıcakta böylesi terletecek, dans için gerekli hareket serbestini sınırlayacak, dahası dansı figürlerini de yeterince göstermeyecek bu kostüm nedendi? Edis’e bu kötülüğü niye yapmışlardı ki? Kızamık çıkarmasaydı bari.

Gelin görün ki ikinci yarıda giydiği kostüm ondan da beter çıktı. Bu defa kalınca beyaz bir kumaştan, hatta sırt kısmı basbayağı yorgan görünümlü bir şeyle çıktı sahneye. Altı da şort değildi üstelik. Dansçılar deseniz onlar zaten hiç kostüm değiştirmedi ki onların kostümleri de oturduğum yerde beni terletti, o kadar diyeyim size.

Neyse… İkinci yarı da yüksek tempolu başladı. “Olmamış mı?” zaten gümbür gümbür bir şarkı. Edis de “Artık oturmak yok,” deyince yazının başında bahsi geçen “tepemdekiler” belirdi mesela, herkes birkaç adım öne hareket etti, bir kaynaşma oldu. “Benim Ol” ve “Çok Çok” üst üste gelince de kıyamet koptu tabii. Daha önceki konserlerinde de söylediğini bildiğim “Çakkıdı” ve “Bir Derdim Var”la aksiyon devam etti. Ta ki “Zalim”e kadar. Evet, Levent Yüksel’in “Zalim”inden bahsediyorum. Bilenler bilir, Levent Yüksek bir ara Sıfır KM diye bir grup kurmuş ve şarkılarını “rock” formunda seslendirdiği bir de albüm yapmıştı. O albümde “Zalim” de vardı. Edis’ten dinlediğimiz “Zalim” de ona benzer bir biçimde cayır cayır bir “rock” şarkısını dönüşmüştü işte.

“Zalim” için “Hayatımı değiştiren şarkı,” dedi ama “Hayatımı neden değiştirdiğini tabii ki anlatmayacağım burada,” deyip konuyu kapatıverdi. Ben de kuliste sorarım diye not ettim hemen. Kayıttaydım yani. “Biletix 111” ve ben sürekli kayıttaydık.

Hani geçen seneki konserde de yazmıştım ya, Edis’in dört kişilik küçük ama gayet iyi çalan bir orkestrası var diye. Tabii doğal olarak Edis şarkıları gibi elektronik altyapılı şarkılara bu “rock” tabancı orkestranın yanı sıra altyapı desteği de gerekiyor ve kullanılıyor da. Bu da geçen sene beni bile “Acaba ‘playback’ mi yapıyor?” şüphesine götürmüştü. Bu sene ise ya sesin daha dengeli oluşundan ya da oturduğum yerin konumunda duyduğum sesin daha iyi oluşundan bilmiyorum ama altyapıların üzerine orkestranın canlı çaldığını ve Edis’in “playback” yapmadığını, sadece bazı şarkılarda altyapıda vokal desteği olduğunu çok net ayırt edebildim. Haliyle de dansın, yüksek temponun ve gümbür gümbür ritmin olmadığı şarkılarda Edis’in şarkıcılığı hakkında fikir edinmek için ortam daha müsait oldu.

İşte tam da bu noktada arka arkaya önce “Take Me To The Church”, sonra da “Le Temps De Cathedrales” söyledi Edis. İkisinde de özellikle de ikincisinde son derece başarılıydı.

Yıllar önce sahnede söylediği bu müzikal şarkısının ardından yine yıllar önce birlikte bugünlerin hayalini kurduğu çocukluk arkadaşı Aybüke Albere’yi sahneye davet etti Edis. Takip edenler bilir, Aybüke’nin ilk teklisi “Ne Diyorsan”, 2018 Aralık ayında yayımlanmıştı. O teklinin tanıtım gecesine gitmiştim ve Aybüke o gece sahnede başka şarkılar da söylemişti canlı olarak. Ben de çıkış şarkısı olarak şatafatlı bir şarkı olsa da “Ne Diyorsan”ın Aybüke’nin sesini ve enerjisini doğru yansıtmadığını düşünmüştüm. Açık Hava sahnesinde ise Aybike fişek gibiydi. Tanıtım gecesinde gördüğüm çekingen ve heyecanlı kız, yine çok heyecanlı olmasına rağmen sahneyi çok doğru kullanarak doldurmayı başardı. Kostümü, saçı başı, makyajı da hoştu. 

Aybüke “Playback” olarak söylediği kendi şarkısından sonra ise Sertab Erener’in “Söz Bitti”sini hiç teklemeden, tertemiz bir şekilde canlı söyledi. Şarkının sonunda Edis sahneye geldi, Aybüke’yi bir kez daha alkışlattı ve seneye onu da Harbiye’de görmeyi diledi. Ama Aybüke’nin daha yolu var tabii. Seneye yetişir mi bilmem.

Aybüke sahneden ayrıldıktan sonra Edis “Buz Kırağı” ile seyirciyi bir kez daha yükseltti. Bu şarkının düzenlemesi gerçekten çok iyi. Bırakın nakaratının gücünü filan sadece “intro”su yetiyor insanları harekete geçirmeye; üstelik hareketli bir şarkı olmadığı halde.

Sonra tabii muhtemelen mecburiyetten söylenmesi gereken iki şarkı geldi arka arkaya. Master Card reklam şarkısı “Paha Biçilemez Bir Şey Başlat” (ki bence Edis kariyerinin en zayıf halkası) yepyeni Armageddon “remix” versiyonu ile ilk kez söylendi. Head and Shoulders’ın reklam şarkısı “Efsane Sensin”i de hemen arkasından seslendirdi Edis (ki bu da ikinci zayıf halka yine bence.) Hayır böyle yazıyorum diye de reklam verenler Edis’e şarkı yaptırmaktan vazgeçmesinler sakın. Sonuçta çocuk reklamdan kazandığını da müziğe yatırıyor, kazansın yani (buraya bir küçük soru işareti konulacak ama şimdi değil, biraz sonra.)

Konserin yavaş yavaş sonlarına geliyor muyduk neydik? “Biletix 111”in şarjı hâlâ bitmemişti. Tepemdekiler tepeme geldikten sonra bir daha yerlerine dönmemişlerdi. Ama olsun, konser güzeldi, bence devam edebilirdi. “Güzelliğine”, “Yalan”ın bu defa uzun versiyonu ve içine bir miktar Ezhel’den “İmkânsızım” karıştırılmış “Dudak” ile finale geldik ne çare.

“Bis” olmadı çünkü yaş ortalaması epeyce küçük seyirci kalabalığının “bis” müessesesinin nasıl işlediğini tam olarak bilmedikleri aşikârdı. Bu bir oyundur oysa. Hem seyirciyi hem de sahnedeki müzisyenleri eğlendiren bir oyun. Onlar gider, sen alkışı kesmezsin, tempo tutarsın, olmadı “bir daha bir daha” filan dersin, onlar da geri gelir ve zaten önceden planlanmış olan “bis” şarkı veya şarkılarını çalarlar. O tempoyu doğru tutmazsan, alkışı düzenli devam ettirmez, üstüne üstlük salondan yangın varmış bir an önce kaçmaya çalışırsan konser biter doğal olarak. Bitti de nitekim.

Tabii ben sahne arkasında yapılacak “after party” de Mahmut Orhan’ın çalacağını konser sonunda iki lafladığımız Edis’in annesi Sevil Hanım’dan öğrendim. Yani arka tarafta pek öyle konuşma, soru sorma, kritik yapma imkânı olmayacak gibiydi. Ya da bir mekânda bangır bangır “dj” çalarken sohbet etme yazılımı benim donanımında yüklü değildi; ben doğduğumda o yazılım çıkmamıştı henüz, ne bileyim ben.

Edis’in konser sonrası kuliste “Abi bu konserde de beni yalnız bırakmadığınız için teşekkür ederim,” derken ne kadar samimi ve içten olduğunu biliyordum. Öyle yetişmişti çünkü. Dilerim annesi, babası, teyzesi ve tüm ailesiyle daha uzun yıllar başarılarını kutlamaya devam eder.

Bak yine babalık damarım eleştirmenlik damarımın üstüne bindi. Hemen toparlıyorum… Zira büyükler küçüklerine hatalarını da söylemeli, onları aileden saysalar, bilseler bile.

Öncelikle bu konsere Edis’in özel bir hazırlık yapmadan çıktığını düşündüm. Yani Harbiye’ye özel, en azından yıl içinde verdiği konserlerden farklı bir şey bekledim ama göremedim. Hatta bir iki şarkı ilavesi, şarkıların sıralamasının değişmesi ve Aybüke’nin konuk olması dışında geçen seneki Harbiye konserinin neredeyse tekrarı gibiydi bu seneki konser. Oysa söz konusu Edis olunca, genç bir kafa, genç bir ekip, genç bir izleyici kitlesi gibi parametreler ister istemez beklenti çıtasının yükselmesine sebep oluyor. Ben olsam bu konseri “Ân” turnesinin devamı gibi değerlendirmezdim. Harbiye konserleri her şeye rağmen farklı bir atmosfer, farklı bir aura yaratmak için hâlâ tek adres ve o yüzden özel bir hazırlık gerektiriyor.

Bir de konserin bütününe baktığınızda bir dağınıklık çarpıyor gözünüze. Bir cümlesi, bir sözü olmalı oysa. Bütün o dağınıklığı bir çatı altına toplayacak bir fikir, belki bir konsept. Konserin görselinden şarkı sıralamasına, açılışından kapanışına bütününe damga vuracak bir öneri. Sözgelimi “led” ekranların kullanımında hiç öyle bir bütünlük yoktu. Bunu elbette herkesten, tutun ki Sibel Can’dan ya da Serkan Kaya’dan beklemezsiniz belki ama Edis’ten beklersiniz ya da ben beklerim en azından. O zaman aynı şarkıları söylese de de bu kadar fark edilmezdi. 

İşte bu noktada müzikten kazandığını müziğe yatırmak konusu (yukarıdaki soru işareti konulu parantez) devreye giriyor. Biliyorum Harbiye konserleri öyle sanıldığı çok para kazandırmıyor. Haliyle yapacağınız fazladan masraflar da cebinizden gidebiliyor. Ama işte reklam filan devreye girince biraz daha imkânlar zorlanabilirdi sanki. Yukarıdaki iki paragrafta bahsettiğim her iki konuda da Türkiye’de örnek alınacak kişi ise hiç kuşkusuz ve tartışmasız Kenan Doğulu.

“After Party” de hakikaten Mahmut Orhan çalıyordu, çok da güzel çalıyordu. Müziğin baslarını böyle ciğerimde, böbreğimde filan hissediyordum, öyle bir “club” havası ama işte ben o havanın konserin üzerimde yarattığı etkiyi silmesini de istemiyordum zira konser sırasında kaydettiklerimi “Biletix 111” Hanım gibi eve gidince tekrar izleme şansım yoktu. Halbuki daha yazısını yazacaktım. Edis’le vedalaştık, arka kapıdan çıktık ve (burası magazinci diliyle yazılacak) geceye karışıp gözden kaybolduk.  
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on June 29, 2019 04:45

Yavuz Hakan Tok's Blog

Yavuz Hakan Tok
Yavuz Hakan Tok isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Yavuz Hakan Tok's blog with rss.