Nilay Örnek's Blog, page 8
May 27, 2020
Birbirinden habersiz, başka ebeveynlere verilmiş ikizler
Bir dönemin Fatih Belediye Binası ile Kadıköy Belediye Binası ikizmiş meğer. Mimarları Yervant Terziyan
Son dönemde Cumhuriyet dönemi mimarisine, o dönemde yapılan binaların, özellikle de apartmanların akibetine dair derin bir ilgim var. @herumutortakarar adlı Instagram hesabım dışında burada da ‘apartman dedektifliğimin’ çıktılarını paylaşacağım ancak bugün bir apartman olmasa da hayli ilginç bir bulgumdan bahsedeceğim. Bir ikiz binadan… Belki üçüzdürler, belki daha fazla kardeş… Hem binalardan biri, Kadıköy’de Beşiktaş vapurundan inmiş binlerce kişiye tanıdık gelebilir.
Yine bir araştırma seansına girmişken yukarıdaki fotoğrafı gördüm; onedio.com mimarının Vedat Tek olduğunu, Fatih Belediye Binası olarak kullanıldığını yazıyordu.

Fatih Belediye Binası

Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Rektörlüğü
Tamam, uzman değilim ama Vedat Tek yapıları meşhurdur biraz ve ben bunu hiç görmedim. Sonra oraya bak buraya bak, binanın Fatih Sultan Mehmet Vakıf Üniversitesi Rektörlüğü olarak kullanıldığını, eski Fatih Belediye Binası, olduğunu ve mimarının Vedat Tek değil Yervant Terziyan (1914) olduğunu gördüm.
Mimarı araştırırken bir baktım aynı bina Kadıköy’de de (1912-14’de yapılmış) var. Nasıl olur?

Eski fotoğraflara bakıyorum, onlar da ayrı yerleri işaret ediyor, ağaçlardan anlıyorum. Yani gerçekten bu binadan iki tane olmalı.
Sonra ilk ne olarak yapıldığına baktım, ev mi, resmi bir kurum mu? Yanıt: Şehremaneti. Şehremaneti, Osmanlı’da bugünkü belediye zabıtası görevini yapan, şehrin temizlik ve güzelliğiyle ilgilenen yerel yönetim. Yani belli ki aynı tip belediye binası bunlar! Yani ikizler. Belki üçüz.

Ermeni mimar Yervant Terziyan yapısı Şehremaneti. Kadıköy
Kadıköy’dekini hatırlayın, Beşiktaş vapur iskelesinden inince karşıya geç, sağda, bahçe içinde… Şimdi kütüphane olmuş (ne güzel). Kadıköy Belediyesi binanın geçmişi ile övünüyor. Fatih’teki binayla ilgili metinler bir garip; kiminde mimarın Ermeni oluşunu saklama cümleleri bariz. Belki de ondan binalar pek eşleştirilmemiş. Ama keşfimi pek sevdim:)
Bu arada Mimar Banu Uçak yazdı, Kadıköy’deki bina mimar Ersel Gürsel tasarımıyla restore edilmiş.

Kadıköy.
Ermeni mimar Yervant Terziyan yapısı Şehremaneti.

Kadıköy Belediyesi’nin binası şimdi kütüphane

Kadıköy Belediyesi’yken çekilen bir fotoğraf.

Mimar Yervant Terziyan yapısı Şehremaneti. Kadıköy Belediyesi binası idi şimdi kütüphane.

27 Mayıs 2020
May 25, 2020
Duygusal Halı Yıkamacılar Nasıl Olunur’a konuk olursa
Bu blogun takipçisi olanlar ya da Bütün İyiler Biraz Küskündür’ü okumuş olanlar Duygusal Halı Yıkamacılar’a ilgime aşinadır. Metin Yüksek ile Taşkın Yüksek, yani iki kardeş, sadece Ankara’da bilinen, el ilanlarıyla dikkat çeken birer halı yıkamacıydı; bir belgeselle tanındılar ve şarkılı, şiirli, bol duygulu halı yıkama metotları, felsefeleriyle “Bu adamlar gerçek mi?” sorusuna nail oldular!
Nasıl Olunur’un 67’nci bölümünde Metin ve Taşkın Yüksek kardeşlerin bol şiirli, kimi zaman da şarkılı muhabbetleri var.
Hatta bir şiirlerini çok sevdim, o şiirdeki en sevdiğim dize ile bitireyim:
“Sevgi teşkilatlandırıcılarıyız…
Gelecekte dünyamızda duygulu yaşama şansımız olmazsa diye
Daima sevgiden bahsedecek olan geleceğin otantik çocuklarını, ozanlarını teşkilatlandırıyoruz”
May 24, 2020
Taksim Meydanı’nda, bir sönük ‘Güneş Apartmanı’
Canım Güneş Apartmanı. Taksim Meydanı’nda değeri uzun yıllardır bilinmeyen, güzelliği yıllardır çeşitli reklam panolarıyla örtülen, her yıl biraz daha yıpratılan, köhneleşen Güneş Apartmanı.


Klasik eskiye güzellemeler yapacak değilim, “Eski daha güzeldi”ye de inanmıyorum ama var olana bu derece ihaneti de aklım almıyor. Taksim Meydanı gibi merkezi bir yerde, apaçık ortadaki bir apartmanın eski hallerine ulaşmak o kadar zor oldu ki…
50 ve 60’lı yılları buldum sayılır (o da pek güç oldu) ama 70-80-90’lı yıllardaki halini, mimarını, içini bulamadım. Oralarda oturmuş olan olsa keşke… Allah’tan bir dönemin efsanesi Kristal Gazinosu var ki, izini sürebildim.



1930’ların sonuna doğru yapılmış olmalı Güneş. 1932’deki bir fotoğrafta yok ama 1939’da var.
Bir dönem tüm apartman satılıktı. Zaman zaman dev içeçek, bir zamanlar dev sigorta ilanlarıyla kaplandı apartman; ben, 2000’lerin ortasında milliyet.com.tr sayacı konduğunu hatırlarım. Siteye kaç kişi girdiğini üzerinden okuyabiliyordunuz elektronik olarak.


Sanırım, bir sahiplik/miras sorunu ya da onu umursamayacak kadar zengin sahipleri var. Huzurlarımızda canım Güneş Apartmanı. Talimhane girişine yakın, Tarlabaşı Bulvarı’nda, Taksim Meydanı’ndan metroya girişlerden birinin arkasında.



Ana görsel; 1960’lar, arkada Ardan, Namar, Şark Palas ve Doğu apartmanları da var. Bu arada iyi ki şöyle bir blog var http://baronvonplastik.blogspot.com/ fotoğraflar, yazılar, bilgiler o kadar güzel ki, çok faydalandım.
May 20, 2020
Türkiye’nin neşeli günlerinden bugüne Mustafa Oğuz’la sohbet
Nasıl Olunur’un 66’ncı bölümünde konuk, Türkiye’nin neşeli günlerinin tanığı yapımcı-menajer Mustafa Oğuz. O, Batılı anlamda menajerliğin Türkiye’deki ilk adresi; Mazhar Fuat Özkan’la başlamış 16 yıl Sezen Aksu’yla çalışmış. Öncesinde Timur Selçuk ve Erol Evgin’le çalışmalar, Hisseli Harikalar Kumpanyası günleri var.
Most Production’ın kurulması, pek çok önemli konser, Eurovision maceraları derken Rumeli Hisarı ve Harbiye Açıkhava ile açıkhava konser geleneğini o başlatmış. Televizyon dünyasına İkinci Bahar ile giren Mustafa Oğuz, Sıla gibi pek çok sevilen dizinin yapımcılığını yapmış. Sinemada da Issız Adam’dan Gönül Yarasına pek çok önemli filme yapımcı olarak imzasını atan Oğuz’la sohbetimiz sizleri bekliyor.


May 16, 2020
İstanbul’un görünmez olan üçgen binaları
İstanbul’un, önü bir gemi burnu gibi uzanan, ‘ütü/üçgen’ şekilli pek çok güzel binası var… Pek çok tarihi apartmanı, içinde hikâyeler saklayan evi var… Onları gördükçe fotoğraflarım, paylaşmaya da karar verdim, arşiv olsun yok olmasın, birileri eklemeler yapsın çoğalsın…



Her zaman biriktirmeye yönelik bir yapım oldu. Koleksiyonerler kızar “biriktirme” ile koleksiyon yapma eyleminin karıştırılmasına; haklılar… Bende ikisi de var: biriktiricilik; tasnif edip, değer verip koleksiyona katıcılık. Neyse…
Türlü türlü hobim var; 16 yaşımdan beri yediğim pek çok yemeğin fotoğrafını çekmişimdir misal. Nedenini analiz edemeden… İstanbul’daki binaları, sokakları, duvar sanatını, apartman resimlerini, çeşmelerini fotoğraflarım, belki 20 yıldır.
Güzel tasnif edemem ama “gidiciliğe direnç”, belgecilik ve güzele merak da etkili kuşkusuz. Elimde “binlerce” apartman tabelası, yüzlerce bina resmi var. Bazen insanlar bana “Şu semtte şurada oturuyoruz” der, ben apartman ismini söyleyince korkarlar:) Hafızam iyi değil ama bazı apartmanları bilirim. Şimdilerde dedim ki, ne olsa ikinci kitabım ‘Her Umut Ortak Arar’da da apartman, şehir tutkum, buna dair metinlerim, satır aralarım var. Bazı fotoğrafların ‘Her Umut Ortak Arar’ın Instagram hesabında arşivlenmesine karar verdim. Bildiğimin, bilgisini de veririm.

Belki “birlikte” yazarız bazı bina tarihlerini… Misal bu 3 yapı… Taksim, Gezi Parkı karşısında Talimhane’ye inen köşeler.. Ne kadar güzeller, ne kadar bakmıyoruz.

Bu fotoğrafı da Burak Boysan paylaşmıştı, “Ceylan Apartmanı, Taksim
Fotoğraf 1960’lardan, Yalçın Özalp sayesinde” diye. Üstte de bugünkü hali (mayıs 2020) var. Böyle böyle bir arşiv de oluşur belki.


May 12, 2020
Tanıl Bora ile bir ‘Nasıl Olunur?’ sohbeti
Türkiye’nin yazın alanında, düşünce sahasında en üretken isimlerinden biri; yazar, çevirmen, editör ve yayıncı Tanıl Bora, Nasıl Olunur’un konuğuydu…
Tanıl Bey’in esas alanı ideolojiler, Türkiye siyasi düşünceler tarihi… Spor yazarlığı, düşünce severliği, kelimeler üzerine uzun uzun düşünmesi, yazması var.
Tanıl Bora ile konuşulacak konu çok olunca ‘hatlar karıştı’; azıcık onun alanlarına değindik, biraz kelimelerden, biraz da onun çalışma ritminden söz açtık…
Çoğu röportaj sonrasında kanatıyorum kendimi; Tanıl Bora kaydı sonrası daha da beter oldum, “çok dağıttım”, “şunu da bunu da konuşsaydık” dedim. Ama sonra onunla uzmanlıkları dışında, dizilerden günlük rutinine farklı bir kayıt yapmış olmak da hoşuma gitti.

Fotoğraflar: Rıza Özel
May 10, 2020
Zamanı gelmek
Zamanlama tam da yerine oturunca, gelen her şey nasıl da bereketiyle geliyor. Bir kitap, bir film… Bin düşünce, pek çok kadın…
The Rolling Stones’un en eski şarkılarından biri, benim de en sevdiklerimden; Time Is on My Side.
‘Zaman benden yana’ diyor da şarkıda, eşlik etmeye içim elvermiyor; sorguluyorum, “Zaman, ne zaman benden taraf oldu?”
Aynı şeyi The Rolling Stones için söyleyemem tabii ki. Yıllar önce bir festivalde, Martin Scorsese tarafından çekilen The Rolling Stones belgeseli ‘Shine a Light’ı izliyordum. Filmin bir yerinde eskilerden alınmış bir röportaj görüntüsü, grubun da ilk yılları, Mick Jagger’a “Daha ne kadar müzik yaparsınız?” diye soruluyor. Genç Jagger “Bir yıldır sahnede olduğumuza bile inanamıyorum. Heralde 1 yıl daha çalarız” diyor! Malum, grup 60’ıncı yılına merdiven dayayacak. Şarkıda öngörülü, röportajda olabildiğinde şuursuzmuş Jagger. Neyse…
ZAMAN BÖLÜCÜLÜK
Evet, zaman geçiyor; evet hepimiz yaşlanacağız; bir şeyleri kaçırıp bazılarını da yakalayacağız. Benim takıldığımsa bölünmeler… Herkesin bölmeyi normal, bölmeyi hak görmesi…
Sorun bu durumun beni birazcık sinirlendirmesi. Oysa artık bunun günün durumlarından, ‘çoktan edinilmiş yeni normallerden’ (yeni normal kusacağım) biri sayılması gerekiyor. Herkesin bir gündemi, herkesin bir içeriği, hatta onlar olmazsa ‘kendisi’ var. Herkes elindekini birine dayatıyor; zamanlı, zamansız…
Oysa mesafeye ihtiyacımız büyük, inceliklere… Soğuyorum çok şeyden, güncelden, bölmelerden, bölünmelerden, düşünmeden reflekse dönüşmüş tepkilerden, taleplerden…
Bir zamandır yorgun hissediyorum. İyi işlerin gösterilmesi, kaybolmaması, desteklenmesi taraftarı olduğumu her fırsatta da söylediğim için benim de pek çok bölenim oluyor. Elimdeki her iş yarım, her iş eksik kalıyor. Ama bir de doğru zamanda, doğru yere denk gelenler var… O zaman o kadar tadından yenmiyor ki… O kadar.
OKUYAN EYLÜL…
Eylül Görmüş ‘uzaktan’ arkadaşım, onunla benim bir televizyon programımın çekiminde tanıştık, sonra nasılsa birbirimizi bir yererden izler, birbirimize bakar olduk. Hemen olmadı bu, zamanla. Sindire sindire… Gelişini fark ettirmeden.
Benzer kitaplardan hoşlanmak olsun, benzer kaygılarda buluşmak olsun, çok farklı olmamıza rağmen bir yerlerde denk gelmek olsun, görmek hoşuma gider oldu.
İşte ben de mesela. Bir iş yaptım mı birileri baksın, yorumlasın istiyorum tabii.
Ne bileyim, benim de bir takım insanlarım var. Kitap yazıyorsam ya da bir iş yapıyorsam onlara göndermiyorum ama alsın, okusunlar diye içten içe ölüp bitiyorum, düşündüklerini merak ediyorum.
İki kitabımda da “okusun” istediklerimden biriydi Eylül.
NASIL BESLEYİCİ: BİR KİTAP, BİR FİLM
Birkaçtır orada burada görüyorum, kitap ve filmlerle ilgili bir şeyler yapıyor o da. Ama işte ‘zaman’, işte ‘bölünme’, hiç bakamadım, zamansızlıktan bakmaya da yeltenemedim… Ne de olsa zamanı gelir…
Hatta Eylül bana bir sesli mesaj ve link de göndermiş, onu bile görmemişim.
Ama işte “zamanı gelmek” diye bir şey var.
Lego gibi oturuyor; tak tak, rengarenk bir şeyler kuruluyor.
Eylül Görmüş ve Tuğçe Arslan Üçer, Instagram’da, 1 Kitap, 1 Film ve onların çağrıştırdıkları üzerine bir programa başlamışlar. Baktılar teknik sorunlar oluyor, Instagram’da kayıt uçuyor, işi YouTube’a taşımışlar.
İlk bölüm Adalet Ağaoğlu’nun ‘Ölmeye Yatmak’ kitabı ile Pelin Esmer’in ‘İşe Yarar Bir Şey’ adlı benim de çok sevdiğim filmi üzerine.
Ay nasıl güzel, nasıl!
O kadar iyi geldi ki. Kadınlık üzerine, Türkiye’de kadın olmak üzerine, yazı, film, oyunculuk, bilinç akışı, toplumsal kusurlarımız üzerine, o kadar rahat, o kadar keyifli, zihin açıcı, not aldırıcı, başka kaynaklara baktırıcı bir şey ki…
Geçen Tuğrul Eryılmaz ile podcast çekiminde konuşuyorduk; “Şimdi Adalet Ağaoğlu’nu çok eleştiriyorlar ya, ‘Ölmeye Yatmak’ ve ‘Bir Düğün Gecesi’, bu iki roman için susarsın” diyordu Tuğrul Bey. (Ya çok ‘vicdanlı’ bir bölüm, tavsiye ederim).
Zaten doğduğumdan beri içinde olduğum ama bir zamandır çokça fazla üzerine düşündüğüm bir şey bu ülkede kadın olmak ve hallerimiz.
(Bu konuya da değinen bir podcast bölümü daha tavsiye edeyim; o da Ece Temelkuran ile…)
Sonra dedim ki, “İşe Yarar Bir şey’i o gözle bir kez daha izleyeyim.”
Sonra dedim ki, “Ne seneler oldu, ‘Ölmeye Yatmak’ ve diğerlerini (malum onlar ‘Dar Zamanlar’ üçlüsüdür) yeniden okuyayım…”
Sonra düşündüm, Şebnem Ferah’ın ‘Yalnız’ şarkısında ya da Özlem Tekin’in ‘Saat’inde, iki kadın rock şarkıcısının şarkı sözlerinde, ‘Ölmeye Yatmak’ ifadesinin geçmesi nasıl bir tesadüf…
Yalnız’dan…
“Kim bilir neler neler geçti başından
Kimse böyle yalnız olamaz
Anlat birer birer, tut ellerimden
Kimse böyle küskün olamaz
Çizgi çizgi yüzünde, gölgeli gözlerinde
Ağır sessizliğinde neler neler var?
Ne hikâyeler var?
Her bahar öncesinde kardelene dönüşmeyi
Kopmayı, koparılmayı anlat
Karanlıkla dans etmeyi, sonra ölmeye yatmayı
Kahpe dünyayı anlat, anlat
Titreyen çenende dünya devrilmiş
Kimse böyle üzgün olamaz
Gözlerin dolu dolu, hayatın da öyle
Kimse böyle yorgun olamaz
Hep göz pınarında duran o gözyaşında
Akmaya hazırlanan neler neler var?
Ne hikâyeler var?”
Saat’ten…
“Ölmeye yattım, ecel gelmedi
Sevmeye kalktım, giden gelmedi
Neye el asam, eridi gitti
Neye el atsam…”
Zamanı gelmiş demek… ‘Ölmeye atmak’ ifadesi; yazınları ve kadınları beni içine aldı… Sözü, Her Umut Ortak Arar’daki başlıklardan biriyle bitireyim: Zamanlamamız, zaman zaman iyi…
10 Mayıs 2020
May 7, 2020
Doğaya giriş 101 niteliğinde bir bölüm
Doğa bilimci, moleküler ekolojist Emrah Çoraman ile “Nasıl doğaperest olunur?” sorusunun yanıtını aradık.
Spotify, iTunes ve Storytel gibi ortamlardan dinleyebileceğiniz Nasıl Olunur adlı podcastimde süper bir bölüm var. Doğa seviyorsanız dinleyin, küçük yaşta çocuğunuz varsa bence ona da dinletin.
Doğa bilimci, moleküler ekolojist Emrah Çoraman ile “Nasıl doğaperest olunur?” sorusunun yanıtını aradık. 7’den 77’ye herkesin ilgisini çekecek bölümde doğayı tanıma ve anlamlandırma yollarından kuş gözlemine, yarasalardan yunuslara, Türkiye’de kurulması gereken doğa tarihi müzesinden vatandaş bilimine pek çok konuyu masaya yatırdık. Doğa gözlemine başlayanlar için ‘giriş dersi’ niteliğindeki bölümü kaçırmayın.
May 6, 2020
İyi gelecek 5 güzel film
Film severim, çok film izlerim. Ama bugünlerde en fazla kaldırabildiğim gerilim, iyi polisiye. Komedi, iyi mizah film dünyasında niye bu kadar az bilmiyorum… Evet, “Mizah yapmak zor”; evet “Kaliteli komedi yapmak güç” ama ‘kocca’ bir dünyadan, dev film sektörlerinden bahsediyoruz. Israrla soruyorum; hiç mi yok? Ara ara izlediklerimden haber vermeye karar verdim. İşte ilk 5’li…

1- La Bella Époque (Yeni Baştan)
En son izlediğimden başlayayım: La Bella Époque (Yeni Baştan). Hıza, teknolojiye alışamamak… Ya da alışmak istememek. Bir dönemin romantizmine takılı ya da tutkulu kalmak. Birini ilk tanıdığın haliyle çok özlemek… Bazılarımızda var… Peki ya size biri bir döneme dönebileceğinizi söylese…
Hem de bir bilim kurgu maharetiyle değil, becerikli dekorlar, iyi oyunculukla o günlere, o günlerin hislerine bir nebze olsun geri dönebilseniz… Filmin 60’larını geçmiş karikatürist karakteri Victor bunu deniyor. Filmi fikirlerini severek, tartıştığı kavramları -kendimce- çok de doğru bularak ve gülümseyerek izledim. Çok güzel.
Bu bir romantik komedi. Fransız oyuncu, oyun yazarı, tiyatro yönetmeni ve komedyen Nicolas Bedos’nun ikinci filmi. Cannes Film Festivali’nde de büyük övgüler almış. Duygu dolu bir film. Oyuncu kadrosu pek güzel.
iMDB notu 7.5
2- The Grand Budapest Hotel (Büyük Budapeşte Oteli)
Bence bu filmi kesin daha önce izlediniz.
Hele de uzun zaman olduysa The Grand Budapest Hotel’i (Büyük Budapeşte Oteli) izlemenin tam zamanı. Film Wes Anderson’ın, oyuncu kadrosu etkileyici, hikâye ve o hikâyenin işlenişi, renkler, sahneler, filmin size verdiği genel duygu çok güzel.

Film, Avrupa’da meşhur bir otelin tanınmış kilit çalışanı Gustave H’nin ve yardımcısı komi Sıfır Mustafa’nın (Zero) maceralarını anlatıyor. Filmin oyuncu kadrosunda Ralph Fiennes, Jude Law, Adrien Brody, Edward Norton, Willem Dafoe, Jeff Goldblum, Tilda Swinton, Harvey Keitel, Bill Murray, Owen Wilson gibi isimler var.
Filmi izledikten sonra ilginç detaylara bakmak isterseniz de böyle haberler var.
iMDB notu 8.1
3- The Fall (Düşüş)
The Fall, iki düşüşle hayatları keşişen, 5 yaşındaki Alexandria (Romanyalı Catinca Untaru) ile Roy’un (Pushing Daisies’in de yıldızı olan Lee Pace) hikâyesi anlatılan…
Kırıkları yüzünden yatağa çivilenmiş Roy’un kendi hayalkırıklıkları, nefreti ve sevgisiyle beslenen bir öyküyü Alexandria’ya bir masal gibi anlatmasıyla başlıyor film…

Ama ne hikâyenin gerisini, ne o masalı, ne de o görsel şöleni anlatabilmek mümkün. Dali’nin tabloları bir araya gelmiş, en güzel renkler, en saf duygular, en harika rüyalar birleştirilmiş sanki…
David Fincher ve Spike Jonze‘nin finanse ettiği filmin yönetmeni aslında klip ve reklam filmleri yöneten Tarsem Singh. Tarsem filmi 4 yılda, dünyanın dörtbir yanında 18 ülkede çekmiş.
2006 yapımı film, Türkiye’de sadece İstanbul Film Festivali’nde gösterilmişi. iMDB notu 7.9

4- The Intouchables (Can Dostum)
Normal şartlarda bir arada uzun vakit geçirmeleri, hele de aynı evde kalmaları pek de mümkün olmayan iki adamın şahane öyküsü.
Philippe, gustosu yüksek zengin bir iş adamı; bir kaza sonrası boynundan aşağısı kullanamaz hale gelir. Hapishaneden henüz yeni çıkmış olan ve hiçbir bakıcılık tecrübesi olmayan Driss, Philippe’in yeni bakıcısı olun ve eğlence başlar!
Fransız sinemacılar Olivier Nakache ve Eric Toledano’nun beraber yazıp yönettiği filmin başrollerinde ise François Cluzet ve Omar Sy var.
iMDB notu 8.5

5- Knives Out (Bıçaklar Çekildi)
Hem polisiye, hem de gülümseten film sevenlere.
Ünlü bir suç romanı yazarı olan Harlan Thrombey, 85’inci yaş gününde ölür ve ailesindeki herkes şüphelidir.
Rian Johnson’nun yazıp yönettiği filmin başrollerini Daniel Craig, Chris Evans, Ana de Armas, Jamie Lee Curtis, Michael Shannon, Don Johnson, Toni Collette, Lakeith Stanfield, Katherine Langford, Jaeden Martell ve Christopher Plummer paylaşıyor.
iMDB notu 7.9
May 1, 2020
Bayramlaşalım…
1 Mayısımız, İşçi ve Emekçi Bayramımız, baharımız kutlu olsun.
Bu bayram çalışan -ve çalışmaya çalışan-, emeğiyle bir yere gelen, alın teri döken, kolay edinmenin değil emeğiyle kazanmanın derdine düşen, bir edindiğini yeniden edinmek için artık çok daha fazla çaba harcamak zorunda olanın bayramı.
Benim bayramım, senin bayramın.
Halı altına sürprülemezler, gündem saçma laflarla bulandırılsa da görülmez kılınamaz…
Televizyonda olmasalar da; Youtube’dalar, buradalar; bir Facebook grubunda, TikTok’ta, telefonun ucunda ya da en güzeli şu anda buluşamasak da sokaktalar, bakkalda, markette, pazarda, devlet dairesindeler.
Zordalar, açıktalar, endişeliler…
Garsonken işinden olup kâğıt-plastik toplamaya çalışan genç bir adam seyrettim dün. Ya da “işten çıkarma yasağı”ndan bir gün önce işten çıkarılan kadını. Yasaktan sonra işten çıkarılan ama giriş-çıkışı yanlış işlendiği için yardım alamayan, itiraz mevkilerine de ulaşamayan bir adamı…
Yayıncılık sektöründen arkadaşlarımla konuşuyorum; evde kitap “okunuyormuş gibi” şu günlerde. Ama iş öyle değil.
Sanat alanında çalışanlar, tiyatrocular, müzisyenler ya da aklınıza gelebilenler.
Restorancılar, yeme-içme işinde olan, normalde bizi doyuran, yükümüzü alan, bize iyi gelen “binlerce kişi” borç ya da dert batağında, ne olacağı belirsiz.
Pazarcısından çelik satanına hiç aklımıza gelmeyecek onlarca sektör zorda.
Kim kime ne kadar destek olabilir bilmiyorum ama en azından birbirimizi bilelim; gerektiğinde destekleşelim. Çünkü hepimizin ortak bir bayramı var.
Bayramlaşalım.
1 Mayıs Marşı’ndan post altında tartışma yaratmayacak satırlarla bitireyim:
“Yepyeni bir hayat gelir, bizde ve her yerde.
1 mayıs, 1 mayıs işçinin, emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda,ilerleyen halkların bayramı.
Yepyeni bir güneş doğar, dağların doruklarından,
Mutlu bir hayat filizlenir, kavganın ufuklarından.
Yurdumun mutlu günleri, mutlak gelen gündedir.”
Nice bayramlara; korkusuz, endişesiz, mutlu, el ele kol kola bayramlara… Taksim’de güler yüzlerle inşallah. Bu çok çalışan bizlerin hakkı.
Fotoğrafı İzmir Basmahane’de çekmiştim (17 Nisan 2015); Meğer Basmahane İzmir’de 1 Mayıs’ın ilk kutlandığı yermiş.