Nilay Örnek's Blog, page 6

January 21, 2021

Nasıl Olunur’un 100. bölümünde Serdar Kuzuloğlu’yla birlikte bir ara nağme…

Nasıl Olunur’da 100’üncü bölümü yayınladık… Dile kolay! 2019 yılının Mart ayında Storytel ekibiyle birlikte “Onüç, belki yirmialtı bölüm yaparız” diye başladığımız yolculukta 100’üncü bölüme geldik; onlarca meslek, benim de içinde sayarsak 100 kişi tanıdık…

100’üncü bölümdeki konuğum, ilk bölümün de konuğu olan gazeteci-profesyonel konuşmacı Serdar Kuzuloğlu.

Bu defa birbirimizi ağırladık; Serdar da sorular sordu, muhabbet ettik, ara nağme tadında bir bölüm yaptık, arada bir “Z Raporu” aldık… Özetle “Bu yolculuk nasıl başladı, nasıl gidiyor, neler öğrendik?” konuştuk… 

Tabii Türkiye’nin en iyi konuşmacılarından biriyle sohbet edip benim konuşmam yine çekim sonrası bir garip geldi, yine de bir söz daha aldım:) 

Serdar ile fotoğrafımız da 2019 Mart’ından, ilk çekimden hatıra.

Bir kez daha… Bana hadi diyen ve bu seriye başlamama neden olan Berk İmamoğlu ve hep yanımda olan ama bana asla karışmayan Storytel’e, tüm ekibe, Seda Öztürk’e, ses editlerimi bir tek gün olsun gram şikâyet etmeden, tek bir “Of” demeden dantel gibi işleyen sevgili Baturalp Özcan’a, beni kırmayıp konuk olan ve içtenlikle tecrübelerini paylaşan tüm şahane konuklarıma, dinleyen, paylaşarak çoğaltan bütün dinleyicilere bir kez daha teşekkür ederim. 100’üncü bölüme inanamıyorum!

Bu arada bölümlerin tamamı artık YouTube‘da da var…

Podcast dinlenebilen tüm ortamlardan, Spotify, iTunes ve Storytel’den dinleyebilirsiniz…

3 likes ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 21, 2021 09:09

January 19, 2021

Apple’ın fotoğraf seçkisinde benden de bir kare var

Apple’ın dünyanın dörtbir yanından “iPhone 12 ile çekildi: Portreler, şehir manzaraları, gece gökyüzü ve daha fazlası” serisine benim de bir fotoğrafım seçildi!

Doğrusu Pazar Sergisi serimden (Instagram’da sabitlediğim hikâyelerime bakınız) bir fotoğraf seçilmesini beklerdim ama:) 

Sinan Hamamsarılar’ın ilmek ilmek ördüğü tart’ı, yemek iştah açtıysa demek ki… 

Bana önce “Fotoğraflarınızdan birini kullanabilir miyiz?”, sonra da “Seçildi” dediklerinde çok ‘cool’ idim ama fotoğrafı bir dolu şahane iş ile birlikte görünce yüreğim bir şey başarmış hissiyle atmadı değil:) 

“80 milyon pardon bilmem kaç milyar bizi izliyor” hissi olsa gerek…

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 19, 2021 10:05

January 15, 2021

İyi ki bizim metnimizde Sevim Gözay vardı

Sevim Gözay gibi şahane bir kadının, iyi bir gazetecinin, hiçbir çeteye dahil olmadan çalışkanlığı ve zekâsıyla akıllarımızda yer etmiş birinin, hak ettiği maddi, mesleki tatmini yaşayamadan gitmesine öfkeliyim. Sevim sadece sevdiğim değil, hep çok beğendiğim biri oldu, çok üzgünüm

Dün sabah bir arkadaşımı, arkadaşımızı, bu ülkenin güzel insanlarından birini çok genç yaşında kaybettik. Sevim, Sevim Gözay vefat etti. 48 yaşında imiş… Bana çok daha genç bile geliyor. “Kanserdi” ve evet hastalığını çok az kişi biliyordu.

Şimdi yazacaklarımın bir kısmını, kötü haberin ilk acısıyla Sevim’in daha aktif kullandığı Twitter’a yazdım, sanki o da görecekmiş gibi… Ama burada da kalsın istiyorum.

Kendimi eğitmeye çalışıyorum, belki de eğittim ki çok az zaman gerçek öfke hissediyorum. Ama Sevim’in ardından hissettiğim şey dev bir öfke. 

Bu ülkeye, samimiyetsiz insanlara, onun zekâsına, emeğine, çalışkanlığına hak ettiği değeri vermeyen her şeye öfkeliyim.

Son yıllarda belki de Sevim’in çektiği bütün videoları izlemişimdir. Onun kadar zehir gibi zekâsı olan, çook çalışkan, güzel, anlık çıkarların goygoyuna kanmayan, asla şımarmayan, kültürlü, aynı zamanda empatik az gazeteci vardır. Tanıdığıma şükrediyorum… O ‘cool’un gerçek karşılıklarından biriydi. 

Bir de çok güzeldi!

Sevim Gözay gibi şahane bir kadının, iyi bir gazetecinin, hiçbir çeteye dahil olmadan çalışkanlığı ve zekâsıyla akıllarımızda yer etmiş birinin, hak ettiği maddi, mesleki tatmini yaşayamadan gitmesine öfkeliyim. Sevim sadece sevdiğim değil, hep çok beğendiğim biri oldu, çok üzgünüm.

Birini kaybettikten sonra sosyal mecralarda birlikte fotoğraf paylaşma işini pek sevmiyorum; acı çekerken kaybettiğinle değil de kendinle ilgili bir şey yapmaya çalışıyorsun gibi bir his yaratıyor bende bazen.

Saçma da olabilir.

Kaybettiğin kişinin acısını bir şeylerden çıkarma kötü hissiyle de böyle düşünüyor olabilirim. 

Sonra Murat Meriç’in paylaştığı bir fotoğrafı ördüm, ben de varım. O geceyi hatırladım. Sevim’in Instagram hesabına baktım.

“Ölmeme Günü”nde bir grup arkadaş bir araya gelmişiz.

küçük İskender de orada… Kanseri atlatıyor gibi sanki. Çok kişi onun etrafında, seviniyoruz, o da bunca çektiğine rağmen şimdi aramızda.

Kimin aklına gelin rakısına çiçekler koyup da ekrana bakmış Sevim, kısa bir süre içinde aramızdan ayrılacak.

Olamaz!

Olmamalıydı.

Murat Meriç, ben ve Sevim. Ölmeme Günü’nde!

Sevim, o gecenin ardından Instagram’ına şöyle yazmış:

“‘İnsan bir metindir’ demiş Tomris Uyar. İsa Bey’in -İsa Çelik- konuşmasından fosforlu kalemle çizip aklıma koyduklarımdan biri… Birbirimizin metninde geçiyor olmak ne güzel dediğim bazı nadide simalar var” yazıp Aylin Aslım ve Aylin Kement’i, Murat Meriç ve beni etiketlemiş. 

Bunu da görünce iyice dağıldım. Öfkem garip bir hüzne geçti.

Kendime de çok kızıyorum.

Pandemi öncesiydi… Sevim’in bir yayınını izledim. Ve Sevim’i aradım “Nasıl Olunur’a konuk olur musun?” demek için, “Ya ben ne oldum ki, ne anlatıcam, baksana telif peşinde hayat falan” dedi, sonra ben ona onda gördüklerimi çok iyi olacağını anlattım ve “Ya kimseye söylemek istemiyorum” diyerek rahatsızlığından, daha iyi olduğundan, doktorların söylediklerinen bahsetti.

Taze bir yayından çıkmış, yemek yemek için Kanyon alışveriş merkezinin içinde yürüyordum. Bir yere oturduğunu hatırlıyorum.

“Şimdi yapmak bir garip hissettirir beni, iyileşeyim, yapalım, hem düşünürüz de o zamana kadar” dedi ya da böyle bir şeyler, cümleler yalan yanlış olmasın.

Ya ben de öyle kötü hissettim ki…

Babamın hastanede sadece tek bir fotoğrafını çekebilmiş insanım.

O da babam o gün çok yakışıklı görünüyordu o saçsızlığa, ateşli, bağışıklığı düşük günlerine rağmen. Üzerinde benim tüm sınavlara hazırlandığım uğurlu sweatshirt’üm vardı; demek, şimdi düşündüm, babam benim giydiğim bir şeye sığabiliyordu!

Yani ne bileyim, öyle olsun istemedim. Biriyle o hastayken son bir hatıra gibi bir kayıt yapmak, karşılıklı duygusal olmak, Sevimlik bir şey değildi hiç bu zaten -bence-!

Onu sonra Anason Muhabbetleri adlı bir etkinlikte onlarca kişiye sunum yaparken gördüm, o güzel ünlü saçları yerinde bir şapka vardı ama yine çok hoş, yine tarzdı!

Konuştuk iyiye gidiyordu…

Ara sıra onu sosyal medyasından gözlemliyordum falan kendimce…

Sonra önce Özlem Daltaban, “Sevim yoğun bakımda olabilir mi- Murat bir şeyler görmüş yazdı…”, sonra Melike Karakartalla konuşup doğru olmamasını diledik ve sonra birden haber.

Anlamadım.

Her şeye kızıyorum.

Kendime, birilerine, bir şeylere…

Sevgili Sevim, iyi ki tanıştık, iyi ki aynı dönemde kovulduk birer telefon arkadaşı olduk, sonra birbirimize dert yandık, muhabbet ettik… 

İyi ki bu ülkenin metninde sen de vardın, ben yaşadıkça da olacaksın… 

Çok güzelsin…

1 like ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 15, 2021 07:54

January 1, 2021

Nasıl Olunur artık Youtube’da da var

Nasıl Olunur artık Youtube’da; hem de altyazılı





“Merhabalar. Ben Nilay Örnek. Yeni bir şeyler öğrenmeye meraklı herkesin ilgisini çekeceğini düşündüğüm ‘Nasıl Olunur?’ adlı podcast serimin YouTube versiyonuna hoş geldiniz! Bu seride mikrofonu, mesleklerini ustalıkla icra ettiğini düşündüğüm insanlara yöneltip onlara aynı soruyu soruyorum Nasıl Olunur?”





Ben de, pek çok YouTube yayınını başka bir iş yaparken dinliyorum. Ama bir podcast yayını, başka kanallar varken niye YouTube’dan dinlensin çok akıl erdirememiştim ama ikna oldum, birkaç nedenle bu yayınları YouTube’a da koymaya karar verdim.





Ciddi sayıda insan “Ne olur YouTube’da olsun oradan daha kolay dinliyoruz” dedi, bazı konuklarım eski yayınlara oradan bakmanın kolaylık olacağını söyledi, bizim programın ismi ve konsepti aynen kullanılmak istenirken pek çok insan “Sen niye YouTube’a koymadın ki zaten?” dedi -oldu, suç bende:)-… Gibi gibi… 





Tabii biz uzun zaman önce düşünmüştük de, Berk İmamoğlu ile “İçine çizgifilm mi yaptırsak?”dan tutun da fotoğraflı bir anlatıya pek çok şey düşünmekten yapamamıştık.





Sonuçta “Amaaan” dedik, “Hadi paylaşalım”. Kapak için yine Emre Yunusoğlu fotoğrafı kullandık, kapağı için son dokunuşu yine Uğurcan Ataoğlu yaptı, Sinan Hamamsarılar yükleme gibi angaryaları üstlendi:) 





Ve burada çok sevindiğim ve “İyi ki…” dediğim şey şu; nasıl oldu bilmiyorum, hemen olmayabiliyormuş.





Otomatik altyazı çıktı yayınlara. Ayarınızdan açarsanız görebiliyorsunuz. Tabii bazı yerleri anlamıyor ama bence gayet iyi ve anlaşılır.





Yani işitme engelliler de izleyebilecek yayınları; nasıl sevindim anlatamam.









İlk yayınlar, ilk konuklar oldu; Serdar Kuzuloğlu, Zeynep Atakan, İsmail Küçükkaya, İbrahim Selim, Murat Meriç. Böyle 5 bölüm 5 bölüm yüklersek, 100 bölüm ne kadar zamanda yüklenir bilmiyorum ama seri halde yapacağız…





Tekrar iyi dinlemeler:)

2 likes ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 01, 2021 01:51

December 6, 2020

Olmadı… Bence…

Bugün 2 küsur saat yaklaşık iki yıldır emek verdiğim iş ile aynı isim -Nasıl Olunur- ve formatta bir programı kanlı canlı seyrettim. Ve sanatçı ile konuk arasında şu diyalog geçti, kaydettim: “Çok iyi sahtekar, çok iyi hırsız… Sen al yemeği götür, yemeği dünyaya daha iyi pazarlayabildiğin için… Ben ağzımı açmayayım, sen de yemeğin üstadı ol. Bunu normal ahlaktaki insan ayıplar abi. Biz de en fazla kalbimiz kırılır ayıplarız.” Önce kalbim kırıldı, sonra ayıpladım!









Ben biraz dertlendim, benden önce ‘durumu’ fark edip benden önce tepki veren, beni uyaran ‘yüzlerce’ kişi olduğu için de minik bir not yazmayı borç bilirim. 





Herkese teşekkür ederim. 





İsim zikretmeyeceğim; anlayan anladı, bilen bildi.





Şaşkınlığım önce üzüntüye, çabam görünmez kılınınca da biraz kızgınlığa dönüşmüştü. Birilerinin senin adına hakkını aramasını hep kıymetli bulmuşumdur. Çünkü herkesin sorumluluktan, bir şey söylemekten imtina ettiği, kendini bile savunmadığı bir dönemde, senin adına üzülen, seni düşünen, seninle empati kuran insanlar çok değerli. 





Hele de bu insanların işlerini okuyan, dinleyenler olması daha da değerli.





Twitter’daki dostlarıma da buradakilere de eyvallah. Valla sağolun. Arayanlar da ayrı kıymetli…





.





.





Şöyle bir şey oldu özetle; Çarşamba gecesiydi sanırım pek çok insan benimle bir poster paylaştı.”Nasıl Olunur?” isimli meslek konuşulacak bir seri başlıyor ve bunun anlı şanlı duyurusu yapılıyordu iki ünlü ismin hesaplarında.





Ünlü bir müzisyen sunacak, -ilk bölümde- bir şef konuk olacak, bir İstanbul belediyesi de sponsorluk-ev sahipliği yapacaktı bu işe.





Ben “bir kerelik bir iş” sandım önce ama yine de, hem belediyeye, hem sanatçının hesabındaki menajerlik eposta hesabına bir mesaj attım.





Konuk şefi tanıdığım için ona direkt yazdım, o da ileteceğini -sonra da ilettiğini- söyledi anlayışla.





İnsanlar her şeyi, herkesi bilmek zorunda değil. Ha bir Google insana neler öğretiyor o ayrı, insan iş yaparken yapacağı formata, isme bir bakar bence, ayrı…





Ama düşündüm ki, İnsan halihazırda yapılmakta olan olan bir işin benzerini niye aynı isimle yapar? “Kesin bilmiyorlar, ben haber vereyim” dedim.





Her işin içeriği kişilere göre değişir, yapan yapsın, isim aynı olmasa fark etmezdik bile, kimsenin aklına gelmez benzerlik. Bin yıllardır insanlar soru soruyor. İsim de dünya orijinal değil, hani ben de bu kadar büyüyeceğini bilsem belki daha orijinal bir isim düşünürdüm.+





Neyse, sanatçının hesabından “Merhaba. Bilmiyorduk. Konuyla ilgileneceğiz. Teşekkürler bilgilendirme için” yanıtı geldi perşembe. “Oh” dedim bitti.





Ama cumartesi sabahı yine mesaj kutularım dolu uyandım, sanatçı “Nasıl Olunur” ismindeki seri programını duyuruyordu Instagramında, bana da mesajlar gelmişti. Bir numara vardı aradım “Belediyeye ait bir konseptti, sanatçı bilmiyordu ama mesajınız üzerine görüşülüyordu vs” konuştuk. Tamam dedim “Sizden haber bekliyorum”





Baktık “tık” yok, sanatçının telefonuna ve menajerlik epostasına hem programı hem kendimi anlatan uzuuunnnn bir mesaj daha yazdım. 





Üzerine sanatçıya da “Agresif bir ticaret değil de sanat yaptığınızdan, ürettiğinizden durumu bilseniz anlayacağınızı, durumdan haberdar olmadığınızı düşünüyorum. Haberdar etmek istedim. Bu konudaki tavrınızı öğrenmek beni mutlu edecektir. Kolaylıklar” mesajı attım.





Bu arada pek çok insan belediyenin hesabına durumu anlatan mesaj yazmış, onlar “seçici” olarak silinmiş. Bayağı silmişler yani!





Sanatçı ve menajerlik ekibi biliyor ses yok, belediye görmedi-duymadı ama “Nilay Hanım benzer bir programı aynı isimle yapıyor” diyenlerin mesajlarını siliyor.





Bugün 2 küsur saat -uzun da sürdü kahretsin!- yaklaşık iki yıldır emek verdiğim iş ile aynı isim ve formatta bir programı kanlı canlı seyrettim. Ve sanatçı ile konuk arasında şu diyalog geçti, kaydettim: “Çok iyi sahtekar, çok iyi hırsız… Sen al yemeği götür, yemeği dünyaya daha iyi pazarlayabildiğin için… Ben ağzımı açmayayım, sen de yemeğin üstadı ol. Bunu normal ahlaktaki insan ayıplar abi. Biz de en fazla kalbimiz kırılır ayıplarız, Turkish ravioli derler ama o mantıdır”.





Açıkçası hem ayıpladım, hem kalbim kırıldı.





Benim iki kişi-kurum arasında geçen meseleyi dünya ahvaline bağladığım durumlar meşhurdur dostlarım arasında. Biraz öyle oldu.





Belediye siler de, alır da, kendini kişiden üstün de görür, olsun. Ama bir sanatçı, onun konuğu nasıl o programı benim üzüldüğümden, emeğe saygısızlıktan haberdar yaptılar. 





Bir de ben deli gibi sanatçıya ulaşmaya çalıştığım için “İsim vs. hiçbir kanuni hakkın yok tabii” yazanlar olmuş. Mesele bu değil. Ciddi ciddi sanatçıyla halledebileceğimizi düşündüm, program sürerken bile…





Bu yüzden destekler için çok teşekkür ederim.





Nasıl Olunur’un sonunda ‘Bu meslek nasıl yapılır, nasıl daha iyi insan oluruz, bu ülkede nasıl daha iyi yaşarız?’ diye sorarım hep. Okuyan, dinleyen dostların desteğiyle. Sağolun. Kimseye küfretmeden tepki görüldü bence… Görmezseler de ne yapalım, hukuk sistemine inanmasam da:)…

3 likes ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 06, 2020 08:14

November 3, 2020

Bu ülke kurtulanlara ne vaat ediyor?

İzmir depremi, pek çok kişi gibi beni de çok kötü etkiledi. Hiçbir iş yapamıyorum, geziniyorum! Her felaketin ardından kendime gelmem gün geçtikçe daha fazla vakit alıyor.





Günlerin, saatlerin ardından küçücük iki can kurtarıldı; hakikaten mucize gibi. Onları mutluluk gözyaşlarıyla izleyenleri çok iyi anlıyorum. Ama ben bunu izlerken mutlu olamıyorum, umutlanamıyorum. Sinirleniyorum. Çok sinirleniyorum.





Ayda’nın annesi öldü! Bu nasıl bir travmadır. Ayda’nın bundan sonraki hayatı nasıl olacaktır?





Depremde hayatını kaybedenlerden biri 17 yaşındaki Arda Baran Demir. Arda, Tunceli Çemişgezek ilçesi Payamdüzü köyündenmiş. TEOG’da birinci olmuş, özel bir okulun bursunu kazandığı için İzmir’e gitmiş. Arda’nın anne babasının cenaze görüntülerine bakmak yürek ister.





Bu ülke Arda’ya ne verdi?





Kurtulanlara bu ülke ne vaat ediyor? 





Güvenli binalar mı, iş mi, iyi bir ekonomi mi, demokrasi mi, adalet mi, parlak bir gelecek mi, mutlu ve özgür bir yaşam mı?





İmar Barışı çıkarıldığı dönem yapılan reklam filmini izleyin; korkunç!





Bunu düzeltmek zorunda olan, baştan kurallar koymak, önlem almak zorunda olan devlettir, yöneticilerdir, iktidarından muhalefetine bizi temsil ettiğini iddia eden insanlardır.





Dün yine bir TV sunucusu bizlere çok iş düştüğünü, apartmanlarda birbirimizi ikna ederek kentsel dönüşüme gitmemiz gerektiğini vs söylüyordu! Afedersiniz saldırasım geldi. 





O da mı bize düştü?





Kiracıyız mesela; dairelerimize baktırmak ev sahiplerimizin vicdanına ve ekonomik duruma bağlı.





Kendi evin olsa ne yazar; 1 Euro olmuş 10 lira, kimin neye gücü var. 





Kendimi mahkum edilmiş hissediyorum bu geleceğe!





Öğrenmek istiyorum #DepremVergilerimizNerede? Bir kısmını biliyoruz, duble yollar yapıldı! Gerisi nerede?





Yara sarıyor’muş gibi’ yapanlara kanıp duygularla savrulup yarın unutmayalım ne olur. Zaman hesap sormanın, yaşamayı talep etmenin zamanı. Umarım… 





Unutmayın ki umut kendi eylemlerimizden doğar.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on November 03, 2020 10:32

October 31, 2020

Taşınamıyor ya da evinizi güçlendiremiyorsanız deprem anında neler yapmalısınız?

Yakın zamanda Prof. Dr. Naci Görür ile yaptığımız söyleşiyi (Nasıl Olunur adlı podcast 85’inci bölüm) İzmir depremi bu kadar tazeyken dinlemek kolay olmaz. Ama hiç olmazsa “55.49’dan sonraki birkaç dakikayı” mutlaka dinleyin. Taşınamıyor ya da evinizi güçlendiremiyorsanız nasıl önlem alacak, ailenizi nasıl koruyacaksınız? Bu sorulara dair yanıtlar bulabileceğiniz bir yayın…











Görür ile yaptığımız söyleşinin tanıtım metnine şöyle yazmışım:





Bu, belki de Nasıl Olunur’un en ciddi, en ‘uyarıcı’ bölümlerinden biri… Çünkü pek çok insanın duymak bile istemediği bir konuyu, depremi de konuşuyoruz… Ama sakin sakin, tamamen bilimsel, hayat kurtarıcı haliyle… Bu bölümde konuğum, bir bilim adamı, Türkiye’nin en önde gelen yer bilimcilerinden biri, sedimantoloji ve deniz bilimi konusunda uzman Prof. Dr. Naci Görür. Prof. Dr. Görür ile insana, doğaya, taşa, tarihe sevgisiyle, “Okuyan adam olur” öğütleriyle başlayan jeoloji merakını, Türkiye’de yaptıkları deprem araştırmalarını, ne yapılması ve yapılmaması gerektiğini, daha pek çok şeyi konuştuk… Mutlaka dinleyin…













(Ana görseldeki fotoğraf Cumhuriyet Gazetesi röportajından ama haberde imza bulamadım)

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on October 31, 2020 21:10

September 8, 2020

Keşke her yer ‘erişilebilir olsa’…

Kafa Dergisi, İyi Şeyler Kafası'nda Eylül ayında Erişilebilir Her Şey var...




Seben Ayşe Dayı, Serim Berke Yarar ve Hale Yıldız.. Onlar başarılı üç genç insan; bir antropolog, bir mühendis ve bir sanat yönetmeni.
Üniversiteyi üstün başarılarla bitirmiş, hatta ‘yüksek’lerini yapmış, farklı iş alanlarında çalışan üç arkadaş. Seben ve Serim Selebral Palsili; Hale ise tekerlekli sandalye kullanıyor… Üniversiteden bu yana birlikte zaman geçirmekten çok hoşlanıyorlar ama her yere birlikte gidemiyor, birlikte sokağa çıkamıyorlar.
Bu konuda sürekli düşünen, araştırma yapan, başka engelleri olan insanlarla bir araya gelen, sorun ve çözüm önerilerini tartışan, bir yerlerde gönüllü konuşmalar yapıp eğitimler veren bu üç genç Erişilebilir Her Şey’i (EHŞ), kurdu.
EHŞ, kurum, mekân, etkinlik ve festivaller başta, erişilebilir olmak isteyen herkese danışmaklık hizmeti veriyor. Ayrıntıları bu ay 6’ncı yılını kutlayan Kafa Dergisi’nde.
Okuyun çok isterim… Erişilebilir Her Şey’i izleyin. Ve tabii ki mekanınız, etkinliğiniz varsa onlara danışmanızı çok isterim. Hatta belediyeler onlarla işbirliği yapsa… Sevgili Ömür Kınay’a da beni onlarla tanıştırdığın için minnettarım.





 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on September 08, 2020 07:40

August 18, 2020

“Bu bir modern duyarlılık”

Sevgili sesli kitap sistemim Storytel ile birlikte yaptığımız Nasıl Olunur adlı podcast’imin 73’üncü bölümünde konuğum, mimarlık tarihçisi, mimar, öğretim görevlisi, yayıncı ve yazar Uğur Tanyeli idi.





Ben Tanyeli ile konuşmaya hazırlanırken onun konuşmalarını izlemeye, -yayında da bahsettiğimiz- onunla yapılmış nehir söyleşiyi okumaya, onun kitaplarını karıştırmaya doyamadım. Şehirle, mimariyle, hayatla, sosyal mevzularla yakinen ilgili benim gibi insanlar için Uğur Bey’i izlemek bir hayli keyifli, bir hayli zihin açıcı.





Türkiye’nin güncel mimarlık problemlerini, hem de genel düşünce sorunlarını masaya yatıran ama yine de pek güler yüzlü olmayı başaran bir sohbet sizleri bekliyor.











Bir de çok hoşuma gitti, tanımlanması… Hep konuşuyoruz, “Niye yeterince kayıt tutulmamış?”, “Niye yeterince yazılmamış?”… Ancak yeni yeni binalarla, mimarlıkla, şehirle ilgili bir duyarlılık var; ilgi büyüyor. Uğur Bey “Bu modern bir duyarlılık” diyor, hoşuma gitti, gidiyor…

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 18, 2020 21:15

Yemek nerede? Cunda’da bir yerde

Trata Ayvalık… Siz şefe ve yemeğine güveniyor, rezervasyonunuzu yaptırıyor, hatta çoğunlukla ödemenizi yapıyor, sonra da yemek yiyeceğiniz gün telefonunuza gelecek mesajı bekliyorsunuz… Sonra ıssız bir koyda, güzel bir yemek… Farklı bir deneyim…









Ben “Çok kişi biliyordur” sanıyordum; Instagram’dan anladığım öyle değilmiş, daha kalıcı, burada da olsun diye yazayım….





İstanbul’dan, Kantin’den bildiğimiz biriydi Tayfun Gökşin.





Selanik-Midilli karışımı göçmenlik var ailesinde, Cundalı; İstanbul’dan oralara gitti, ilk önce Ayna’da çalıştı bildiğim, sonra da Trata Ayvalık adında bir gezici restoran kurdu.









Fikir şu:





Siz bu şefe ve yemeğine güveniyor, rezervasyonunuzu yaptırıyor, hatta çoğunlukla ödemenizi yapıyor, sonra da yemek yiyeceğiniz gün telefonunuza gelecek mesajı bekliyorsunuz. (Anneme bunu anlattığım diyalogdan 20 dakikalık sit-com dizi çıkar.)





Mesaj geliyor: Bugün şuradayız.





Bir bakir koy, rüzgâra göre seçilmiş.





Biz gittiğimizde internet haritası bir yere kadardı; sonra tam yeri, ağaçlara bağlanan mutfak bezleriyle bulduk.





5-6 masa, 20-22 kişi kadar…









Gün batmadan başlıyor yemek; çok da iyi. Ançüez sevmem derdim ama nasıl güzeldi…





Hava kararınca minik lambalar geliyor. Ama ışıksızlık, gökyüzü o kadar özleniyor ki, yemek olmadığı her an o lamba yere konuyor, yıldızlara bakılıyor.





Haftanın 3 gününden fazla çalışmamaya çalışıyormuş Tayfun, zor tabii. Lor tatlısını yapan annesi Filiz Hanım da Nasıl Olunur dinleyicisiymiş:) 









(Yemek için daha fazlasını merak edene, Şehirli Sofralar’ı öneriyorum https://www.instagram.com/p/CD_4C40gp2V/)



Geçen sene ben Her Umut Ortak Arar’ı yazmak için eve kapanmışken gidememiştim, bu sene de büyük gibi görünmeyen ama benim 1 ay yatmamı gereken bir ayak ‘a-rıza’sı nedeniyle gitmemem söz konusu oldu. 16 Ağustos’ta rezervasyonumuz var ama yürüyemiyorum!





Geçen sene gidip bana ballandıra ballandıra anlatan Sinan Hamamsarılar, “Hadi” dedi, “Otomobilde de (o araba demiştir) ayak uzatılır, buz konulur. 4-5 saat yol”. Valla atladık gittik. 1 gece bazen pek iyi gelir mi, gelirmiş. 





Ana görseldeki fotoğrafımı çeken Sinan Hamamsarılar ile birlikte…



Pandemi dönemi… Cunda çoook kalabalık, pek maskesiz -bence- ama oralarda olana bu deneyim tavsiye edilir.





Bu arada tuvalet soruldu, güzel soru. Benim orada aklıma gelmedi, Sinan “Geçen sene bir kabin getirmişlerdi” dedi.





















 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 18, 2020 03:33