Nilay Örnek's Blog, page 4

December 16, 2021

Bir dedilik, bir tutku, bir hafıza projesi olarak herumutortakarar.com

Aylar oldu… Mimari açıdan kıymetli, hikâyeli binaların arşivini tuttuğum @herumutortakarar adlı Instagram hesabımın Internet sitesini açtım: www.herumutortakarar.com Bu haberi kendi blogumda nasıl vermem?

Pandeminin göbeğinde, uzuuuuunn yıllardır merak ettiğim binaların hikâyelerinin peşinden koşmaya başladım. Dedim ki, “Hafızam kötü, ‘binlerce’ de fotoğrafım var, ben bunları metinleriyle paylaşayım, hem bana kayıt kalır, hem de başkaları da okur.”

Nereden paylaşacağım?

İkinci kitabımın ismiyle Instagram hesabını almış idim, boştu oradan paylaşmaya başladım. o kadar ilgi gördü, o kadar ‘yeni bilgi de geldi ki’, bir süre sonra bende bu bir sorumluluk haline geldi. Ve sonra bunun bir sitesinin olması hayalini kurdum… Kitaptan önce site…

Kitap ‘daha katı’ bir şey, yeni bilgiyle tak diye değiştiremeyeceğin bir şey.

Bir de açık bir kaynak olsun istedim, kendi bulamadığımı başkaları bulsun, alsın, kaynak göstererek yararlansın istedim. Kötü kullanımlar da olacaktır, bu sinirimi bozacaktır da belki. Ama bunun için iyiden mi vazgeçeceğiz. (Bazen:)

ÇOK BİNA BİRİKMİŞTİ, SİTE İÇİN 8 AY ÇALIŞTIK

Neyse…

4’ü çok sıkı, 8 ay çalıştım, çalıştık!

Biricik Eylül olmasaydı bu kadar şahane olmaz idi (aylar oldu, haberleri hâlâ Eylül giriyor!)

Şahane bir sitem var. İnsanın kendi yaptığını “Çok güzel ya” diye sevmesi normal olmayabilir ama objektifim bence:)

22 Ağustos 2021 imiş sitenin doğumgünü.

Instagram’da mutlulukla paylaştığım metni buradan da paylaşayım. Gerisi sitenin kendisinde…

“Haber şu: Mimari açıdan kıymetli, hikâyeli binaların arşivini tuttuğum @herumutortakarar adlı Instagram hesabımın Internet sitesini açtım: www.herumutortakarar.com

herumutortakarar.com’dan binaları haritalardan da görebileceksiniz (hem de sokak görüntüsü bile dahil), daha geniş yorumlar yazabileceksiniz, ben kaynakları ‘linkleyebileceğim’. Harika bir dizini, oyna oyna keyif verecek bir ‘keşfet’ alanı var.

İsimlerine, mimarlarına ya da yazıların içinde geçen tanınmış insanlara göre bina bakabileceksiniz…

Bulabildiğim kadar dönemler var, özel nitelikler var, var da var:)

BİRİCİK DESTEKLERİM

Arkadaşlarıma “Sitesini yaptım” deyince, “Aaa ne güzel” çıkıyor ağızlarından fakat görünce “Ne kadar profesyonel bir şey. Ne kadar iyi düşünmüşsün” diyor, ellerinden bırakamıyorlar.

Bunun için de sitemi yapan Eylül Görmüş‘e çoook teşekkür etmeliyim.

Tamam bu iş ama normal bir iş değildi; Eylülsüz olmazdı.

Öncelikle ben bir yoruldum.

“Ne olsa yazılmış metinler var” diyordum ama… Onları yenilemek, kimini yeniden yazmak, bazı kritik yorumları eklemek, fotoğraflarını derlemek, sitenin nasıl olacağının kararlarını vermek, planlar yapmak derken saatlerim, günlerim ve aylarım bu işe kanalize oldu.

Asıl işim başka. Bu dünya vakit yiyor ve “Ben bunu niye, kime yapıyorum” diyor insan ara ara, yoruldukça…

İşte o anlarda Eylül’ün, bize özellikle haritalandırma ve kriz anlarında destek olan Sinan Hamamsarılar‘ın hakkını ödeyemem. Bir de alan alınması vs. Hepsi iş. Aylar sonra bir gün site çöktü. Bende bir panik. Meğer çooookkk fazla belge

Sitenin logosunu da kitaplarımın, kitap kapaklarımın biricik uğuru Uğurcan Ataoğlu ve Talip Özer yaptı. 

Kalebodur da, Ekim ayında destekçim oldu! İyi ki! Gururla…

Ne olur siteye bakın, gezinin, yararlanın, yorum yazın, bana bina yazın; beğenirseniz paylaşın.

Hiçbir arkadaşıma bir iş yaptığımda (kitap ya da podcast ya da ne ise) “Bu işimi paylaşır mısın, haber yapar mısın vs.?” demedim; gerçek haberci ya da isteyen görür zaten. 

Bunu da tek tek sormayacağım ama bir kıymeti olduğunu düşünen varsa bu işi duyursun isterim, onu da not edeyim:)”

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 16, 2021 21:04

Kafa rahatlatan sohbetlere ne dersiniz?

Ferhat Aydın ile mutluluk, Yekta Kopan ile kültür-sanat, Sinan Hamamsarılar ile yemek, Kerem Piker ile mimarlık, Deniz Özturhan ile gülmek-güldürmek-stand-up, Saadet Özen ile yayıncılık konulu, sürece yarım saat ve civarında gezen sohbetler… Dinlemek isteyenler için linkleri burada.

2021’de o kadar çok çalıştım ki, “Ben bunları yaptım” diye duyuracak zamanı bile zor buldum… Bu arada bloguma da az zaman ayırmış, hatta hiç ayıramamışım. Oysa görüyorum her gün gireni, okuyanı var…

Üstelik -bir gün bunun bana olacağını inanmazdım ama- insan yaptığı işleri unutuyor. Daha doğrusu unutmuyorsun da, sayarken onlar hemen aklına gelmeyebiliyor.

Hani “Kaç filminiz-kitabınız var?” denilince yanıt vermekte güçlük çekenler sahtekâr olmayabilir!

Bazen bir konuda yazı ararken, “Aha buldum, ne güzelmiş” diyorum, kendi yazımla karşılaştığım oluyor. Mümkün mü, gerçekten mümkünmüş.

O nedenle sene sonunda ‘zamansız’, ne zaman dinleseniz size bir şeyler katacak bir takım yayın ve yazıları da burada peyderpey paylaşacağım.

İsteyen yararlanmak istediği zaman alır.

GÜLEN GÜLDÜREN BÖLÜMLER -BENCE-

Bunlardan biri bir podcast serisi; Kafa Rahatlatan Sohbetler…

Vaillant markasını kanalında yayınlanıyor. Mirgün Cabas, Beyhan Budak gibi usta isimler yayınlar yapmıştı. Üçüncü sezonunda da Fularsız Entel Immanuel Tolstoyevski ile ben vardık. Sekiz konu vardı, “Immanuel” sağolsun centilmence “Önce sen seç” dedi.

Ben yine konuklu sohbetler yaptım. Sonra bölümler sevilince iki ek yayın daha yaptım…

Onlara yazdığım metinleri buldum bilgisayarımdan, onlarla paylaşayım istediğinizi dinleyin… (Bu arada metinleri Nilay Örnek yazmam komik geldi, ama ne yapacaksın tanıtım metni… )

1- Mutluluk

Konu zor, muhabbet güzel. Nilay Örnek ile ‘bar psikoloğu’ Ferhat Aydın, psikolojiden edebiyata, günlük yaşamdan doğaya pek çok farklı alandan yararlanarak mutluluğu masaya yatırıyorlar. Kimi zaman güldüren, kimi zaman düşündüren. Hem kafa karıştıran, hem de kafa rahatlatan keyifli bir sohbet için dinlemelisiniz.

2- Kültür-Sanat

Bu başlığı görünce aklınıza ilk gelen isim kim? Türkiye’de ‘kültür’ ve ‘sanat’ kelimeleri bir araya geldiği zaman zihnimizde beliren ilk isimlerden biri olan Yekta Kopan ile şahane bir sohbet. Nilay Örnek ile Yekta Kopan, “Kültür ile sanat niye hep birlikte anılıyor?” sorusundan başlayıp sanatın, edebiyatın bize kattıklarına değiniyor, günümüz medya araçlarından güncel mevzulara pek çok konudan söz açıyor. “Patlıcan musakkadan Türkân Şoray’a sıçrayabilen sohbetleri sevenler için eşşiz bir bölüm.

3– Yemek

Kafa rahatlatan lezzetlerden söz etsek mi biraz? Nilay Örnek’in bu bölümdeki konuğu Sinan Hamamsarılar. İyi yemek yapmanın belli başlı şartları nelerdir? Bu dönemde hangi tatlar, hangi ‘lezzetli’ şehirler kendilerini özletti? Tadı damakta kalacak bir kısa sohbet sizleri bekliyor.

4- Mimarlık

Bu bölümde Nilay Örnek ile mimar Kerem Piker, pandemi döneminde gündelik hayatlarımızda daha sık konuşmaya başladığımız “mimarlık”tan söz açıyor. Mimarlık bina tasarlamakla mı sınırlıdır, başka hangi alanlara değinir? Önünden geçip gittiğimiz binalar bize başka neler söyler? Mimarlara da bu kadar yüklenmesek mi? Kısa sohbette değinilen bazı konular…

5- Gülmek, güldürmek, stand-up

Türkiye’nin ilk kadın stand-up sanatçılarından biri olan Deniz Özturhan ile gülmeyi çok seven, stand-up gösterilerinin mantığını çözmek isteyen meraklı bir gazeteci, bir sohbette buluşursa neler olur? Nilay Örnek sordu; Deniz Özturhan, mizah yazarlığının üzerine 10 yıllık stand-up sahnesi deneyimiyle şahane yanıtlar verdi. Gülmek, güldürmek, sorunlara farklı bir filtreyle bakmak, toplulukların önüne çıkmak, kadın görüşüyle espri yazmak ve daha pek çok ayrıntı üzerine güleç bir sohbet dinlemek isteyenler için yayındayız!

6– Yayıncılık…

Kafa Rahatlatan sohbetlerde okumaya yazmaya dair bir bölüm daha… Yayınevi nasıl bir yerdir? Yayıncılık nasıl bir şeydir? Yazdınız, kitap olur mu; ne yapmak gerekir? Nilay Örnek’in konuğu çevirmen, editör, yazar, araştırmacı ve Everest Yayınları’nın Yayın Yönetmeni Saadet Özen.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 16, 2021 02:41

November 18, 2021

Nurhan Acun’un (Eller Sanat Galerisi) ardından

Gustolu, geniş, bu toprakların değerlerinden beslenen takılarla dolu, her daim güzel müziklerin çalındığı Eller Sanat Galerisi benim için bir gençlik özenmesiydi. Büyüyünce, Eller’deki takılardan takan bir kadın olmayı isterdim misal ben. Öyle bir şey… Yaratıcısı Nurhan Acun vefat etmiş… Birkaç satır burada kalsın…

Küçükken arkeolog ya da gazeteci olmak isterdim.

Üniversitede de gazetecilik bölümünü kazandım ama sürekli antik kent – mitoloji okur, Özgen Acar yazıları takip eder ‘falan filandım’. Bilinçli de değil hani… O zamanlar heykellerin kartpostallarını biriktiriyormuşum, duruyorlar da oradan biliyorum. Özenti, özeniyorum ama amaçsız öyle, merak.

O yaşımda, Beyoğlu’nda Eller Sanat Galerisi benim hayal mekanım gibi bir yerdi.

Geniş, gustolu, içinde hep güzel müziklerin çaldığı bir yer. O kadar güzel takılar vardı ki, hayranlıkla bakar, onların mitolojiden, antik dünyadan esinle yapılmasını çok güzel bulurdum. Öğrenciyim pahalı bulurdum muhtemelen.

Benim için bir gençlik özenmesiydi, şimdi tarif edemiyorum. Büyüyünce, Eller’deki takılardan takan bir kadın olmayı isterdim misal ben. Öyle bir şey…

Yaşım 16 idi, giderdim. Sonra zevkim değişebilir, ilgim azalabilirdi… 26 oldu yine Eller’e gittim Nurhan Bey’i ve mekânını sevdim, 36 yine sevdim… İlk maaşımla -yine özenmişim- aldığım iki şeyden biri de ‘Eller’den bir şey idi. Fotoğrafta da görülen Karagöz broşu. 

Baktım şimdi, 26 Eylül günüymüş, önünden geçerken Nurhan Bey bana laf attı, “Ne güzel, gülerek bakıyorsunuz mekânımıza hanımefendi” dedi.

“Nurhan Bey, yıllardır burada olmanıza, dükkanın aynı kalmasına öyle seviniyorum ki, gülümsemem ondan” dedim, beni içeri buyur etti, sohbet ettik. Antalya Müzesi’yle ilgili bir şeyler konuştuk.

Ve daha bugün, bir kez daha İstiklal’de yürürken, yakında kapanacak olan Lebon’a gelmeden, o ara sokağa bakıp “İyi ki Eller duruyor, çok yaşasın” dedim.

Meğer Nurhan Acun vefat etmiş. Annem ile kardeşim daha birkaç hafta önce oradaymışlar, Aslı bizde, ağla ağla. Sonra Hakan Atala’dan mesaj geldi. O da üzgün…

Bilen bilir Eller’i…

Nurhan Bey bu toprakların değerlerini çok iyi bilen ve onları sanatıyla canlandıran kıymetli bir isimdi. 46’mda da Eller içinde dolanıyor olsun isterdim…

Toprağı bol olsun; bana bir hayal verdi.

1 like ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on November 18, 2021 01:16

November 13, 2021

Ben Okurum’da Eduardo Galeano’yu konuştuk

Sevgili Deniz Yüce Başarır, benim Storytel podcast komşum. Aynı zamanda iki kitabımı da, yani hem Bütün İyiler Biraz Küskündür hem de Her Umut Ortak Arar’ı Storytel için okuyan, sesiyle sesli kitaba dönüştüren kişi…

Deniz, artık uzunca sayılabilecek bir zamandır Ben Okurum adlı bir podcast yapıyor malum. 

Konu kitaplar. Çok değerli -bunu kendim için söylemiyorum tabii- yazarlarla, yazarların seçtiği bir kitabı konuşuyor. O kitap konuşulurken, kitabın yazarı da yazını da masaya yatırılıyor… Bilmiyorsanız öğreniyor, merak ediyorsunuz, bazen “Aaa ben o açıdan hiç bakmamıştım” diyorsunuz bir kitaba…

Deniz Yüce Başarır ile ben, İstiklal Caddesi’nde kitapçı karşılaşmasında. Fotoğraflar: Başar Başarır

Deniz Yüce Başarır, “Konuk olur musun?” dediğinde ben bir kitaptan ziyade yazar seçtim, Eduardo Galeano.

Pek çok kitabı olabilirdi benim için; yazı-tura atar gibi “‘Hiç Kimseler’ hangi kitapta ise o olsun” dedim.

Yaptık yayını. Bana ne şans ki, heyecanlı heyecanlı Eduardo Galeano aşkımı akıttığım bir yayın var. “Daha iyi olabilirdi” diyorum, insan deli planlayarak konuşamıyor ama çok çok sevdiğim bir yazarla ilgili görüşlerimi kaydetmek bile acayipmiş. Yine dinlemeyenler için söylüyorum. Mesela siz kitabı ya da yazarı kendi açınızdan anlatıyorsunuz, Deniz sohbetiyle açıyor; sonra da maddi bilgilerle, yazarın hayatıyla muhabbeti örüyor, tamamlıyor.

Link burada. Dinlerseniz umarım seversiniz.

Galeano! Hep karizmatikti, benim için…

Bu arada; Ben Okurum’un Eduardo Galeano‘lu bölümü için hazırlanan basın bültenini de paylaşayım:

Deniz Yüce Başarır’ın storytel.tr sponsorluğunda hazırladığı podcast serisi “Ben Okurum”un üçüncü sezonu, gazeteci yazar Nilay Örnek’in konuk olduğu yepyeni bir bölümle başlıyor! Başarır ve Örnek, Latin Amerika’nın güçlü sesi, gazeteci yazar Eduardo Galeano hakkında neşeli ve dolu dolu bir sohbete imza atıyor. Sohbetin odağına Galeano’nun Kucaklaşmanın Kitabı’nı alan ikiliden Nilay Örnek kitap için “İnsanın kendisiyle barışmasına, kendini anlamasına yardımcı olur çünkü kendi körlüğümüzden kurtarır,” yorumunu yapıyor. Örnek, kısa yazma hünerine imrendiğini söylediği Eduardo Galeano içinse “Her güne bir bilgelik veren, zihin açan, zihni geliştiren bir insan” diyor.

Sohbetle bilgiyi buluşturan podcast serisi “Ben Okurum”, dolu dolu bir bölümle dinleyicileriyle yeniden kavuşuyor. Üçüncü sezonun ilk bölümünde deneyimli yayıncı Deniz Yüce Başarır, “Nasıl Olunur” adlı podcast’iyle tanınan gazeteci yazar Nilay Örnek ile Latin Amerika’nın güçlü sesi, başka bir gazeteci yazar Eduardo Galeano hakkında neşeli ve zengin bir sohbete imza atıyor. Sohbetin odağına Galeano’nun Kucaklaşmanın Kitabı adlı eserini alan ikili, söz konusu Latin Amerika olduğunda diktatörlere, sömürge düzenine, açlığa, haksızlıklara, direnişe olduğu kadar güzelliklere de değinmeden geçemiyor. Şiirsel dili, insanın ufkunu genişleten yaklaşımıyla Eduardo Galeano’yu tanımak ve edebiyatın büyülü dünyasına adım atmak için kaçırılmayacak bir fırsat sunan bölümde, her zaman olduğu gibi kitaptan alıntılar da Başarır’ın sesiyle okurlara ulaşıyor.

Eduardo Galeano için “Hem edebiyat hem gazetecilik; kısa yazma hünerini görürsün. Ben mesleki anlamda çok şey öğrenirim. Yani özenirim ona, imrenirim,” diyen bölüm konuğu Nilay Örnek, “Kısa anlatmak çok önemli. Ama onun gibi kısa anlatmak o kadar zor ki. Bana o kadar dahiyane ve büyülü geliyor ki. Büyük bir bilgeliği birkaç satırda yapıyor. Hem tarih var, hem aşk var hem hafıza var hem modern kültür var, popüler kültür var. Hepsi altı satıra nasıl sığar mesela… Hem de vurucu biter,” diye devam ediyor. Örnek, “Galeano, tarihi bize insan gözünden anlatıyor. Nasıl ki bir çocuk sokağı anlatırken, sokağı onun bakışından görürsek, başka bir açıdan görürüz ya. Galeano açısından bakmak da çok geniş bir açıdan bakmak demek, olaylara yürekle bakmak demek,” diye anlattığı yazar için “Benim için her güne bir bilgelik veren, zihin açan, zihni geliştiren bir insan,” diyor.

Nilay Örnek, Kucaklaşmanın Kitabı içinse “Kucaklaşmayı sağlar, barışmayı sağlar. İnsanın kendisiyle barışmasına, kendini anlamasına yardımcı olur çünkü kendi körlüğümüzden kurtarır bu kitap. Sıradan insanlar hakkında düşünmeyi, bakmayı görmeyi öğrenmek için okunmalıdır,” yorumunu yapıyor.

Yayıncılık dünyasının deneyimli ismi Deniz Yüce Başarır“Ben Okurum” adlı podcast serisinin her bölümünde farklı bir konukla birlikte farklı bir kitaba odaklanıyor. Kitaplar üzerine bir arkadaş sohbeti tadında ilerleyen ve aynı zamanda bilgilendiren podcast’te Başarır, kitabın ona hissettirdiklerini anlatırken yazarıyla ilgili anahtar niteliğinde bilgiler vermeyi de ihmal etmiyor. Storytel Türkiye’nin sponsorluğunda hazırlanan “Ben Okurum”un tüm bölümlerine Storytel, Spotify, Apple Podcasts, Podtail, CastBox ve Simplecast’ten ulaşılabilir.”

2 likes ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on November 13, 2021 02:21

August 4, 2021

Ormanlar yanmadan da, ormandan konuşanları dinleyelim

Nasıl Olunur’da 124’üncü bölümümün konuğu Yüksek Orman Mühendisi Cihan Erdönmez. Uzun zamandır orman, ağaç, Yaşar Kemal bitkileri konuşmak istediğim Erdönmez ile Türkiye’yi saran, yasa boğan orman yangınlarında konuştuk… Belki de böylesi de iyidir; doğru bilinen pek çok yanlışı, yargıyı da masaya yatırdık

Orman nedir? Orman mühendisi ne yapar? Nasıl orman mühendisi olunur? Ormanlar neden yanar? Yanan ormanlarla ilgili neler yapmalıyız? Türkiye’deki orman yangınlarıyla ilgili konuşulan, bazı doğru bilinen yanlışlar… Bu soruların yanıtlarını, bu konuları yüksek orman mühendisi Cihan Erdönmez ile konuştuk.
Ama daha fazlasını da yaptık.

Bir edebiyat, özellikle de Yaşar Kemal hayranı olan Erdönmez ile Yaşar Kemal’in ‘bitkileri’ni, ‘Yanan Ormanlarda Elli Gün’ adlı eserini; ormana, ağaca dair başka kitapları, akademisyenliği, belgeselciliği ve ‘ot gibi yaşamayı’ konuştuk.

1 like ·   •  2 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 04, 2021 09:04

May 28, 2021

Zülfü Livaneli, Nasıl Olunur’da

Nasıl Olunur’un 116’ncı bölümünde konuğum Zülfü Livaneli…

Çıkış kadar iniş de barındıran; anlama ve anlatma çabasıyla dolu, merkezine okumayı koymuş dolu dolu bir yaşam; müzisyen, yazar, yönetmen, senarist Zülfü Livaneli… Türkiye’nin bazı güzel isimlerini de andığımız, yapabildiğimiz kadar Zülfü Bey’in hayatından, yurtdışı yıllarından, kitaplarından bahsettiğimiz, ara ara ülke haline dertlendiğimiz bir bölüm.

‘Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm’ adlı kitabında sürgün olmuş bir öğrenci ile buna neden olmuş bir bakan Stockholm’de karşılaşırlar. Bakan, “Siz memleketi sevmediniz” der… “Hayır” der öğrenci “Biz memleketimizi çok seviyoruz. Siz kendinizi memleket yerine koydunuz, biz sizi sevmedik”… Yayında bunu konuşurken o kadar etkilendim ki… 70’lerde yazılmış ama o kadar güncel ki! 

Bir de Zülfü Bey’in “Bu ülke eskiden de adaletsizdi ama insanları merhametliydi” deyişi kulaklarımdan gitmiyor.

Daha neler deler…

Bu arada belki haberdarsınız Zülfü Bey’in yeni kitabı, ‘Balıkçı ve Oğlu’ çok yeni İnkilap Yayınevi’nden çıktı. Okumak isterseniz…

1 like ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 28, 2021 02:19

May 9, 2021

Nasıl Olunur’un çizgi kayıtlarından biri… Konuk, Levent Kazak

Sık sık anılacak bir ‘Nasıl Olunur?’ bölümü; senaryo yazarı Levent Kazak ile… Nedenini ancak dinleyenler anlar:)

“Bu söyleşi ile ilgili hâlâ arıyorlar; ağlayanlar mı istersiniz, gülenler mi, 30 yıl sonra hatırlayıp özleyenler mi? Kendi sesimi duymaktan hiç hazzetmem ama dayanamadım, baştan sona dinledim. Keyifli bir iş olmuş, siz de dinleyin :) teşekkürler” diyerek paylaşmıştı Levent Kazak, twitter’da bu ‘Nasıl Olunur?’ kaydını…

Az bile söylemiş, a-acayip bir yayın… Film izler gibi dinlediğimiz yayınlardan. Levent Kazak’ın entellektüel birimi, yaşadıkları, işindeki ustalığı pek çok şey etkiliyor bu yayının iyi olmasını.

Şöyle yazmışım bölümü tanıtırken:

“Onu ve ürettiklerini sessiz sessiz uzaktan izleyince zeki olduğunu düşünüyor insan; ince düşünen biri olduğunu, yazma işini bayağı iyi bildiğini, ciddiye aldığını… Ama onu, Nasıl Olunur’da dinleyince bunlara bir şeyler daha ekleniyor samimiyeti de size geçiyor. Hayat hikâyesi şaşırtıyor; Çerkes kökleri, yatılı okul deneyimi, özellikle de kızına sevgisi insanı etkiliyor. ‘Libretto dışında her türde yazan’ Kazak’ın, senaryo yazımı hakkında verdiği bilgiler ise meraklısına altın değerinde… Çok güzel bölüm, kaçırmayın…”

Ana görseldeki Levent Kazak fotoğrafını çeken kişi kim, bulamadım. Fransız Kültür Merkezi’ndeki bir sergiden.

Storytel ile yaptığımız bu yayınları malum nilayornek YouTube kanalından, Storytel, Spotify, iTunes gibi ortamlardan dinlenebilirsiniz. 

1 like ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 09, 2021 21:53

Mor salkım ve reçeli ve düşündürdükleri…

Yeteneğim olsa çatlaklardan inatla çıkan çiçeklere, mor salkımlara şiir yazardım. Bu kadar güçlü bir gövde nasıl olur da bu kadar narin çiçekler verir; mor salkımlara bakıp bakıp inanamıyorum. Geçen sene bu zamanlar arkadaşım Müjde’nin bahçesindekilerle reçel yapmıştık. Daha doğrusu ben bahçede ayıklama ekibindeydim.

Ama çiçek toplama meselesi bende bir zamandır karmaşık; geçen, uzun yıllar önce yazılmış bir öyküyü okuyordum, mevsiminde her sabah sevdiğine manolya koparıp götüren beyfendi bana ‘garip’ geldi. Çiçeklerin çekinilmeden koparıldığı dönemler vardı. Hâlâ çok kişi için böyledir muhtemelen, belki vazo çiçeklerine para vermek de gariptir çok kişi için.

BAZI NORMALLER NE KADAR ANORMALMİŞ

Yaşlarımız çok ileri olmasa da yeni doğrular yükleniyor ya hayatımıza; misal, geçenlerde bir kartpostal müzayedesinde ‘ayı oynatanların’ kartpostalını gördüm. Hatırlıyorum sokaklarda bunun yapıldığını. “Ayı oynuyor para veriliyor falan… Bazı normaller, ne kadar anormalmiş” diye düşündüm.

Şimdi… Çiçek koparmak, hele de çiçeğin ağacın nadir olduğu İstanbul’da. Bana garip.

Taşındığımızda bakkalımızdan uzak kaldık diye üzülmüştüm, şimdi yürümeye adım oluyor. Bir makas aldım elime, bir de bez çanta. Kimseye ayıp olmasın diye bir apartman girişinden 5, bir mini holding var onlardan 8, bir yokuştan da 5 dal aldım mı… Manzara-koku dengesine bile dikkat ettim. Bazı Yağmurla bozulmuş olanları aldım.

Çiçeklerin piri Tarık Bayazıt’ı arayıp tarif istedim. Daha doğrusu “Dinlesene Sinan” yaptım:) Bu arada hiç kolay iş değil tek tek ayıklamak; anneler gününde anam ağladı. Bizde elma yokmuş, Sinan -Hamamsarılar- bulur böyle şeylerin çaresini… Elma yok, hem kuru, hem sıvı pektini bitmişmiş, şerbetle ayva ve elma kuruları kaynattı. Bu arada morsalkım yapraklarını bir saat soğuk suda bekletti. Süzdü… Kavanoz koleksiyonundan seçkiler yaptı, pişirme etme ve sonuç: O narin mor salkımların bir şekilde ömrüne ömür katmış gibi hissediyorum.

Kimbilir belki kendi bencilliğime bahanemdir; ikilemdeyim.

Elimde kakülesi, yıldız anasonu ile mis gibi kokan morsalkım reçellerim var. Bu arada dünyası reçelle dolu biri değilimdir, olmasa aramam. Ama işte boza gibi; soğuk kış gecesinde “Bozaaa” diye bağıran bir bozacının verdiği his morsalkım reçeli; tadı da -bence- bozadan güzel…

MOR SALKIM REÇELİ TARİFİ

Bu arada Instagram’da ben mini maceramı paylaşınca tarif isteyen çok oldu; ben ne anlarım. Tarık Bayazıt sağolsun imdadıma yetişti. Yoksa millet benim anlattığıma kalsa:) Yanmış idik. Ya da “Kimyasal Sinan”ın aşşırı ölçülü biçili tariflerine millet isyan edebiliyor. Ama babası mühendis ne yapacağız. (Ha Tarık’ın babası da öyleydi hatırladığım:)

750 gr toz şeker3 bardak elma suyu (4 elmayı parçalayıp 5/6 bardak suda haşlayarak çıkan suyu kullandım)200 gr net ayıklanmış çiçek yaprağı (ayıkladıktan sonra 15 dakika suda beklettim ve süzdüm) [en zor kısmı bu]Şeker ve elma suyuyla yaptığım şerbeti kaynattım ve biraz kıvam almasını bekledim. Çiçekleri ekledim. 10 dakika daha kaynattım. Yarım limon suyu ekleyip 3 dakika daha tencereyi ateşte tuttum. Sterilize ettiğim kavanozlara (küçük kullandım) paylaştırdım ve kapakları sıkı kapatıp bir gece baş aşağı beklettim.(Bu arada şerbete bir parça taze zencefili rendeleyip elimle sıktığım suyunu ve havanda ezdiğim iki adet karanfili ekledim – Serbest takılalım, kasmayalım, vanilya da olur mesela)

BİR DE BONUS…

Tarık Bayazıt’a niye çok güveniyoruz:) Instagram’ına bakın anlarsınız. Yoksa Tarık Bayazıt ve Savaş Ertunç ile yaptığım Nasıl Olunur yayınını dinleyin anlarsınız, Changa ve Müzede Changa’yı konuşmuştuk… Süper bölümlerden

Güçlü gövde Nadir mor salkımlar
1 like ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 09, 2021 09:04

April 25, 2021

1400’lerde Ayasofya’da müzik nasıl bir şeydi?

1400’lü yıllarda Bizans İmparatorluğu’na ışınlansak; yer Ayasofya… Camlardan süzülen ışıklar, mermerler, o yükseklik, o hacim, insanlar, hisler, kubbe, ortam… Bir grup insan bu ilahiyi söylüyor… Ses etkileyici! Dinleyin. Bu arada konu eski müziklerden açılmışken, dünyanın en eski müziğini de yazının sonuna ekledim

Bu araştırmayı okuyalı bir seneyi geçti sanırım; Ayasofya henüz cami değildi. Geçenlerde merak edip zor buldum. O yüzden bloga da eklemek istedim. Stanford Üniversitesi’nden bir sanat tarihçisi -Prof. Bissera Pentcheva- ile bir akustik mühendisi -Sam Harnett-, Ayasofya’da 1400’lü yıllarda bir Bizans ilahisinin nasıl duyulacağını, akustiği merak etmiş.

“Bir balon patladığında, içinde bulunduğu her yerin karakterine bürünen keskin ve hızlı bir ses çıkarır. Mekanın akustiğini gerçekten duyarsınız. Alan, sesle etkileşime girerek dinleyicilere geometri, boyut, mevcut malzemeler ve bu tür şeyler hakkında bilgileri verir” diyor Harnett. Benim aklımın almadığı bir şey, en azından bu kadar bilgi ile… Ama haberde -İngilizce bilenler için- ayrıntılar var.

Prof. Pentcheva, şimdi cami, o dönemde de müze olan Ayasofya’da balon patlatma görevini üstleniyor ve İstanbul’a geliyor, Ayasofya’ya kimse yokken giriyor, görevli balonu patlatıyor ve ses kaydediliyor.

Ayasofya’nın akustiği belirleniyor, bir parça yazılıyor ve dini koro müzikleri söyleyen Cappella Romana adlı grup da bunu seslendiriyor.

İşte Ayasofya’da, 1453 öncesinde duyulabilecek bir ses… Ayasofya’yı hep müze haliyle gördüm, bugün cami haliyle dualar okunuyor muhtemelen, ses etkileyici… İşte bir Bizans ilahisi

The church Hagia Sofia
Burada da Ayasofya’nın Odeon Akustik programıyla yapılmış modellemesi var.

DÜNYANIN EN ESKİ ŞARKISINI DA ŞURAYA EKLEYEYİM

Bu arada… Konu bir dönemlerin müziğiyken… Titreşimleri, Milattan Önce 14. yüzyıldan günümüze ulaşan, dünyanın en eski şarkısı bu imiş: “Hurri İlahisi”. Meyve bahçelerinin tanrıçası Nikkal’e adanmış. 3 bin 400 yıllık melodi, 1950’lerde Şam-Ugarit harabelerinde, çivi yazısı kil tabletlerde bulunmuş.

1 like ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 25, 2021 22:12

April 21, 2021

İstanbul, ya Aron Angel’in tasarladığı gibi olsaydı…

Şehrin ortasında yemyeşil yürüme alanları… İstanbul silüetini bozmayacak bir yapılaşma, gece kondulara farklı bir bakış… Bir ‘zone’, bir merkez belirleyip onun etrafından büyüme… Rant değil, otomobil değil insan, hayvan ve bitki odaklı, doğru ve planlı şehirleşme. Türkiye’nin ilk şehir planlama uzmanı Aron Angel’i yeniden ve yeniden anmak lazım. Hadi başlayalım… Nilay Örnek

Ay’a ayak basıldığı yıl doğmuş; tam ismi Rony Reşat Uzay Heparı. Ama aile için normal… Anne Eti, baba Yayla; hâlâsının adı Ova. Büyükbabası coğrafyacı imiş. Dedesi ise Türkiye’nin ilk şehir planlama uzmanı Aron Angel.

İki yaz önceydi; “Üzüm buğusu gibisin Firuze” sözlerine takılmış bir Aysel Gürel belgeseli izlerken Uzay Heparı’ya, onun ailesini merak ederken de Aron Bey’e kadar gelmiştim…

Ancak ne ayıp! Gezi Parkı, Bağdat Caddesi, Lütfü Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nı planlayan, Türkiye’nin ilk şehir plancısı Aron Angel’in adını ilk defa duyuyordum. Biraz okumuştum.

@herumutortakarar adlı Instagram hesabım için Abuaf Apartmanı‘nın tarihini araştırırken İstanbul’da yaşamış Yahudi ailelerin hikâye ve fotoğraflarını derlemiş bir siteye denk geldim. Orada Aron Bey ve gençlik fotoğraflarına denk gelince vuruldum; bana göre Uzay Heparı dedesinin gençliğine bir hayli benziyordu.

Uzay Heparı Bir yaştan sonra papyonsuz gezmeyen
Aron Angel

Sonra birinin bana Aron Bey’i anlatan “İstanbul Hayali” adlı belgeseli tavsiye ettiğini fark ettim; Derya Bengi de hatırlatıp ekledi “Gezi olayları zamanında Gezi Parkı’nda gösterilmişti, çok etkileyicidir”. İzledim. Ağır ağır sindire sindire…

Yönetmenliğini Perihan Bayraktar’ın yaptığı belgesel, bizi hem işine, İstanbul’a, yaşama tutkun, prensip sahibi, yaşama heyecanı yüksek, yetenekli bir İstanbul beyfendisiyle tanıştırıyor, hem de İlhan Tekeli, Cana Bilsel ve Tarık Şengül’ün şehircilik üzerine anlatımlarıyla bugünkü şehirlerin, kamusal alandaki kopukluklarımızın, sorunlarımızın nedenlerini gösteriyor. Didaktik olmadan, ustalıkla…

Belgeselde Aron Angel’in aile üyelerinin tanıklıkları ve Aron Bey ile birbirine çok da yakın olmayan yıllarda yapılmış 4 röportajdan alıntılarla bir hayat ve İstanbul örgüsü kuruluyor. 

Lütfen belgeseli izleyin” diyerek, bu değerli insandan biraz bahsedeceğim. Yoksa, Serdar Ortaç’ın “Bizde şehir planlaması diye bir şey yok. Bana bir bıraksalar” dediği yerdeyiz!

Aron Angel’in dünyaya geldiği, Valpreda diğer bilinen ismiyle İtalyan Apartmanı.

Aron Angel’in ailesi, Sultan Abdülaziz’in isteği ve davetiyle İstanbul’a geliyor -belgeselden izleyin, çok güzel hikâye-. O ise 6 Haziran 1916’da Kadıköy Yeldeğirmeni’nde dünyaya geliyor. Belgeselde oğlu Albert Angel, “Babamın doğduğu ve bir dönem yaşadığı apartman hâlâ duruyor. Apartmanın içi, pencereler, tavanlar her şey ona çok büyük gelirmiş anlatırdı. Fesli kapıcısını da hatırlıyordu” diyor oğlu… 

Fotoğrafını gördüm apartmanın. Araştırdım ve bingo: Valpreda diğer bilinen ismiyle İtalyan Apartmanı.

Apartmanın bulunduğu İskele Sokak, Haydarpaşa manzarasının en iyi görüldüğü yerlerden. Ailesinin anlattığına göre de Aron Bey’in Haydarpaşa Garı’na ayrı bir ilgi ve sevgisi var, onun için önemli. Aron Angel’in Haydarpaşa yangınının olduğu 28 Kasım 2010 günü vefat etmesi de ilginç bir tesadüf.

Aron Bey’in pek sevdiği -kim sevmez- Haydarpaşa Garı’nın yandığı gün Aron Angel’in vefat ettiği gün.

1909 yılında, Levi Kehribarcı tarafından yaptırılan 7 katlı, 14 daireli bina, İstanbul’da konut olarak yapılan ilk apartmanlardan. Haydarpaşa Garı’nın yapımında çalışan İtalyan taş işçileri burada da yaşamış. Art Nouveu tarzı binada daireler zamanında hava gazı ile aydınlatılmış. Galiba Azra Kohen’in Gör Beni adlı kitabının hikayesi de bu apartmanda geçiyormuş.

Aron Angel, daha sonra ağırlıklı olarak Nişantaşı’nda yaşıyor. İstanbul’da Yüksek Mühendislik mezunu olup beğenmeyen, Fransa’ya kız kardeşinin yanına mimarlık okumaya giden Angel, Sorbonne’daki hocası Henri Prost’un yönlendirmesiyle iki üniversitede birden; hem mimarlık, hem şehir planlaması okuyor. Savaş dönemine denk gelen eğitiminin son günleri maceralı, canını İstanbul’a zor atıyor.

Buraya döndüğünde Henri Prost, savaş sonrası (1927’de) nüfusu 691 bine (inanılmaz) düşmüş #İstanbul’u bir şehir olarak planlamak için Atatürk tarafından görevlendirilen kişi malum. Proust, mühendislik, mimarlık ve şehircilik okuyan öğrencisine ilk dakikada iş teklif etmiş ve Aron Bey’in macerası başlamış.

Aron Angel hakkında söylenecek şey çok.

Bu üç paylaşım, hakkında bir okuma yapmak isteyenlere fikir versin ve şu Instagram aleminde de Aron Bey gibi birinin adı olsun diye; Gezi’yi, Bağdat Caddesi’ni planlayan kişiyi bilelim diye… Ve şehir planlaması hakkında, onu okuyup, izleyerek biraz düşünelim diye…

Çok disiplinli, prensip sahibi ve çalışkan biri. Her sabah 1 saat -kimileri için ağır- spor yapıyor, her daim çok şık, papyonundan da vazgeçmiyor. “Kolay” diye bir lafı var, “Kolay… Hadi yapalım” gibi bir kolay bu… Kâğıt israfı yapmayan, çizimlerini bile muhasebe hesaplarının arkasına yapan biri.

Henri Prost’un o günün şartlarında değerlendirilince “Olabilir” denilen ama bugünden bakınca kötü gelen bazı tarihi yapıları kaldırma fikirleri de var, konu derin malum. Ama Prost’un takık olduğu bir konu İstanbul silueti. Buna çok önem veriyor, tarihi yapılar, camiler görünmeli… Angel ile Prost, deniz kıyısının otomobillere değil insanlara ait olması gerektiğini düşünerek plan yapıyor. Ve yeşil geziler önemli! Parklar… Taksim Gezi’si aslında akışkan; bir taraftan denize, diğer taraftan oradan yürümeye başladınız mı Nişantaşı’na yeşilliklerden yürünecek… Ama önce The Marmara, akışı deniz yönünde bozuyor. Ama Hilton kopuş noktası. Tam yeşilin, yolun ortasına bir dev otel. Aron Angel “Bu yeşil alan halkın olmalıdır, bir suça iştirak etmeyeceğim” diyerek istifa ediyor ve serbest mimarlık yapmaya başlıyor (çok özet anlatıyorum).

Mireille, Bella, Aron ve Gracia kardeşler; Yesilköy Atatürk Havaalanı’nda

Bu arada Aron Angel ile ilgili bulduğum bir binayı daha paylaşayım.

Beyoğlu Tünel Nergis Sokak’taki bu bina da eskiden Angel Apartmanı; aile satın almış 1925’lerden, 1958’e kadar Aron Angel, anne-babası, ablaları burada oturmuş.

Aron Bey’in çalıştığı ofiste şimdi bir Mali Müşavirlik bürosu var. Eski ismi Angel Apartmanı olan binanın yeni adı Tünel Apartmanı. Tabelasındaki eksik N harfini 8 yıldır kimse takmayı düşünmemiş anladığım. Belgesel çekiminde de böyleydi, ben çektim 2021’de yine böyle.

Aron Angel, Belediye’den istifasının ardından fotoğraftaki giriş katını serbest mimarlık için ofis olarak kullanmış. Torunu mimar Cem Yaman da onunla bir projede çalışmış. Oğlu Albert Angel de mühendis; fotoğrafta babasının masasıyla görülüyor…

Bu arada Aron Angel’in sözünü dinletemediği işler kadar (bu arada soyadıyla oynayarak ona “Engel Bey” de deniyor!), kabul edilmeyen projeleri de var. Bağcılar’da bir botanik parkı misal… Levent bölgesi için önerdiği bina tipi de ‘Türk örf, adet, geleneklerine uymadığı’ gerekçesiyle kabul edilmiyor. Neden? Çünkü kadını özgürleştiren bir yapısı var. Bodrumda otopark, girişte çarşı, üstü kreş (çalışan kadınlar için) ve üst katlarda istenilen yemeklerin sipariş de edilebileceği restoranlar. Çalışan kadını merkeze alan proje onay alamamış.

Albert Angel, babasının çalışma masasıyla. Büyütüp okunursa Angel hakkında çok güzel toparlanmış bir dosya… Ön sıra sol baştaki Aron Angel, ön sıra sağdan ikinci, açık renk paltolu Henri Prost, onun yanındaki de Lütfi Kırdar. Spor ve Sergi Sarayı’nın temel atma günü. Angel “Bir tek bakın benim elimde proje var” diyordu belgeselde bu fotoğrafı gösterirken.



Ben Aron Angel’den, şehir planlamasının öneminden, İstanbul Hayali adlı belgeselden (David Harvey’in İstanbul’daki panelinde ‘İstanbul’da her yerde vinçler var’ ve ‘Kredilerle yaşıyorsunuz’ diyordu… TOKİ’lere, göç mevzuuna, rant işine hiç girmeyeyim.) çok etkilendim. Uzun uzun üç Instagram iletisi yazdım. Blogger’lık küçümseniyor, valla zor iş. Oturdum bir de buraya geçirdim, eklemelerle… “Nilay Hanım o hangi site, film nerede?” diyenler bunu görür, okur, izler, Aron Bey’i çok sever… Ve bu sevenlerden genç bir takım insanlar “Şehircilik, şehir planlama çok önemli” der…

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 21, 2021 09:24