Nilay Örnek's Blog, page 5
April 16, 2021
Nasıl Bıçkın ve Ağlak olunmaz!?
Sesli Kitap sistemi Storytel ile birlikte yaptığımız podcast serim Nasıl Olunur’da yeni bölüm geldi ve konuğum Can Kozanoğlu
Can Kozanoğlu için sosyolog, yazar ve gazeteci diyebiliriz ama yeterli olmaz… Yayınevinde editörlük, televizyonculuk, -17 sene- üniversitede hocalık, podcast yayıncılığı gibi birbiriyle bağlanan ama kimi için hakkıyla yapması çok da kolay olmayan işleri de oldu Kozanoğlu’nun…
Başar Başaran ile yazışıyorduk, “Bıçkın ve Ağlak ile -yani kitabının ismiyle bile- dönemin, tipolojinin ismini koydu” diyordu. O, Cilalı İmaj Devri’nden Pop Çağı Ateşi’ne, şimdi de Bıçkın ve Ağlak ile dönemlerin isimlerini hep doğru koydu… Onunla sohbette konuya ailesinden girdik günlük yaşam rutinlerinden çıktık, kitaplarından konuştuk “Bugünler nasıl aşılır?”a kadar geldik.
Can ile çok şey konuşmak istediğimden, “Uff ya şunu da sorsaydım”, “Bunu da konuşsaydık” diyorum hâlâ. Nadide bir insanı daha tanımak isterseniz yayını nerelerden izleyeceğinizi biliyorsunuz:) Ama tabii ki link de burada.
April 13, 2021
Mehmet Cağçağ ile karikatüre giriş 101
“Karikatürist kimdir?”, “Nasıl iyi karikatürist olunur?” sorularıyla başlayıp Türkiye karikatür tarihine kısa bir bakış atmak, Limon’dan Leman’a pek çok derginin kuruluşunu dinlemek isterseniz, Mehmet Çağçağ ile yaptığım Nasıl Olunur bölümünü dinlemelisiniz
Mehmet Çağçağ, Türkiye’de karikatür ve mizahı, mizah dergilerini en iyi anlatacak isimlerden biri. Pek çok insan ona soyadıyla hitap eder, dostumdur da, ben de Çağçağ diyeyim, Türkiye’nin en önemli, en çok tanınan, onlarca, belki yüzlerce karikatürist yetiştirmiş, pek çok genç insana yol açmış, ilham olmuş isimlerinden biri…
Karikatürist kavramı bile dar gelir Çağçağ’ı başkasına anlatırken… Tam anlamıyla bir sanatçıdır Mehmet. Meraklıdır; insana, ürüne, malzemeye, şehre, doğaya, geleneğe bambaşka bakar. Gerçek bir çocuk merakıyla dinlediğini – ilgilendiğini görürüm pek çok şeyle…
Onunla hatmi çiçeğinden de konuşursunuz, Uşak ya da Afyonkarahisar’a ait bir halı deseninden de, politikadan da söz açabilirsiniz 21 yaşındaki bir ressamın eserlerinden de…
Müthiş besleyici biridir… Ben Mehmet’i çok çok severim ve özlerim. Mümkün olsa o iş yaparken falan ben de kıyısında, dibinde olayım, bir şeylerden konuşalım o kadar isterim…
Siz de onun sohbetini ucundan azıcık dinleyin istedim açıkçası, o yüzden aylardır “Hadi hadi” yapıyorum Mehmet’e…
Sonunda hippi kamplarını dolaşmaya, bilmem ne ağacından totem oymaya ara verdiği bir zamanda İstanbul’da telefonların ucunda buluştuk, daldan dala 4 saat konuştuk… Kaydın orijinali de arşiv niteliğinde dursun, 1.5 saatlik öz be öz Mehmet Çağçağ sohbetini, Türkiye’nin mizah tarihini dinleyin isterim.
Gırgır ekolünden gelen, Oğuz Aral’ın öğrencilerinden biri olmuş, Limon ve Lemon dergilerini çıkartan çekirdek ekipten biri olan Mehmet Çağçağ, pek çok öğrenci de yetiştirmiş; Cem Yılmaz’ın ilk çıkış yıllarındaki payı büyük… Daral ve Timsah karakterleriyle kırsaldan kente geçen insanların ruh hallerini de betimleyen, pek çok karakter yaratan Çağçağ ile yayına “Karikatürist kimdir?” ve “Nasıl iyi karikatürist olunur?” sorularına yanıt vererek başladık. Ardından daha pek çok şey… Yayında Leman’ın adını kimin bulduğu da var, Umut Sarıkaya’dan Cem Yılmaz’a, Tuncay Akgün’den Kemal Aratan’a pek çok çizer de. Ama ben en çok “büyüme”sini analiz edişini, işine sosyolog gibi bakışını yeniden sevdim “Mizahçı filozof” Çağçağ’ın. Gülmek, sanat, işi ya da tipleri üzerine öyle çok düşünmüş ki… Az bulunur.

Fotoğraf, Sinan Hamamsarılar tarafından 2019 Aralık’tan. Çağçağ, bana “İyi ki Habertürk’te çalıştım” dedirtir. Toplantıda yanına oturur düşünürken çizdiklerini o bir yere atmadan araklamaya çalışırdım.
April 12, 2021
John Freely ile… Ege ve Akdeniz’in hafızasına yolculuk
İstanbul, Osmanlı ve Anadolu üzerine yazdığı gezi ve tarih kitaplarıyla tanınan John Freely’nin çeyrek asır boyunca yaptığı geziler ışığında yazdığı, yıllar yılı pek çok yabancı turiste mihmandar olan “Türkiye’nin Batı Kıyıları – Ege ve Akdeniz Kıyılarında Yolculuk” adlı kitabı Batı kıyılarımızın hafızası gibi…
NİLAY ÖRNEK
“1926’da, İrlanda kökenli bir ailenin oğlu olarak New York’ta doğdu. Babası mezarcı, annesi temizlikçiydi. 17’sinde liseyi bırakıp II. Dünya Savaşı’na katıldı. Döndüğünde savaşa katılanlara lise mezunu olmasalar da üniversite bursu verildi. Fizik okudu. 1951’de üniversiteden mezun olduktan sonra, dokuz yıl gündüzleri farklı işlerde çalıştı. Geceleri de New York ve Princeton Üniversiteleri’nde mastır ve doktorasını tamamladı. Eşi Dolores’le bu dönemde evlendi.İstanbul’a ilk defa 1960 yılında Robert Kolej’de fizik öğretmenliği yapmak üzere geldi. Boğaziçi Üniversitesi’nin kuruluş sürecine tanıklık etti. 1980’lerde dünyanın farklı kentlerinde yaşadıktan sonra 1993’te eşi ve üç çocuğuyla birlikte temelli İstanbul’a döndü ve bir daha hiç ayrılmadı.”
Elbette bu paragraf, 2017 yılında, 91 yaşında İstanbul’da hayatını kaybeden John Freely’yi anlatmak için yeterli değil. Ama bir başlangıç. Fizik dersi veren ama gezi ve tarih ağırlıklı 50’yi aşkın kitap yazan bu enteresan adam, aynı zamanda modern bir Evliya Çelebi’ydi.
John Freely’nin, Doğan Kitap tarafından Lale Akalın çevirisiyle Türkçe’ye kazandırılan “Türkiye’nin Batı Kıyıları – Ege ve Akdeniz Kıyılarında Yolculuk” adlı kitabına bu bilgiler ışığında bakmak aydınlatıcı oluyor.
Zamanında pek çok turist, Türkiye’nin Batı kıyılarını, haritalarla da desteklenen bu nitelikli rehber kitapla gezmiş. Zihnimde ilk, “1988 yılında yayımlanmış bir ‘gezi rehberi’ ne kadar güncel olabilir?” sorusu beliriyor.
İşte burada ilk önce Freely’nin, tarih ve mitolojiyi harmanlayan ‘zamansız’ üslubu devreye giriyor. Bu arada bazı maddi veriler de editör dip notlarıyla güncelleniyor. Ardından şaşırmalar başlıyor.. Kendimi sık sık “Vay canına! Eskiden öyle miymiş?” derken, kimi zaman da çok sevdiğim Batı kıyılarının hiç bilmediğim halini özlerken buluyorum… Freely, bol tarihsel bilgiyi gününün gözlemleriyle harmanlarken, pek duygu karıştırmadığı objektif bir dil kullansa da, gözlerimin nemlendiği bile oluyor…
ANTİK KENTLER MERKEZDE
John Freely, Türkiye’nin batı kıyılarını ilk, eşi ve üç çocuğuyla birlikte Türk Deniz Yolları’nın ‘Tarih’ adlı vapuruyla yaptıkları yolculukta, 1961’de görmüş; İstanbul’da bindikleri vapurdan Antalya’da inmişler. Ardından gemilerle, eski ahşap balıkçı tekneleriyle, yolcu otobüsleri ve dolmuşlarla, eşi Dolores’in kullandığı ikinci el otomobilleriyle çeyrek asıra yayılan yolculuklar yapmışlar. Kitapta da sık sık dönemler arasında geçişler var… Freely, hem bölgenin tarihi çağ çağ, katman katman yazıyor, hem de 60’lardan 80’lere, bölgelerdeki değişimi anlatıyor. Kitaptaki yolculuk da Çanakkale’den, Homeros’un İlyada’sının rehberliğinde gezilen Troya Ovası’ndan başlayıp “Doğu’nun Güzel Tacı” Antakya’da sona eriyor.
Freely’nin gezilerinde gidilen şehirler, kıyılar hakkında bir takım genel bilgiler olsa da başrolde arkeolojik ören yerleri var desem yalan olmaz.
Patara’dan Ksanthos’a, Hierapolis’ten Bergama’ya pek çok antik kent gezisi var kitapta… Bugün bile çok az kişinin Euromos antik kentini bildiğini, efsanevi güzellikteki zeytin ağaçlarının altında Freely gibi oturmadığını düşündüm kitabı okurken.
Freely, Pergamon’u bir başka seviyor, Aphrodisias’a hayranlığını saklamıyor.
Kitapta insan anlatımı, otel ya da restoranlara göndermeler yok denecek kadar az. Genellikle de keçi peyniri-ekmek, çay ya da şarapla geçen öğünlerinden bahsediyor. Anadolu lokantaları bahsi geçtiğinde de “yemekler güzeldir, atmosfer hoştur ve yerli halk yabancılara karşı istisnasız her zaman misafirperverdir” diyor.
John Freely, Türkçesini de Yunancasını da bir hayli geliştirmiş. Zaten belli ki insanlarla konuşmayı pek seviyor. Pek çok köy evinde kalıyorlar; bir kısmı antik kent kalıntılarıyla inşa edilmiş köy evleri… Yazarın böyle evlerle ilgili olarak yazdığı “Şimdi, geçmişin kalıntılarından inşa edilmişti” ifadesi pek hoşuma gidiyor.
Anılan birkaç otelin bugün hâlâ olması beni şaşırtıp gülümsetiyor. Freely, köy ya da kentlerin isimlerinin anlamlarına, kökenleri de giriyor çoğunlukla, ‘Kulaksız Camii’ gibi isimleri ise anlamakta zorlandığı oluyor.
‘AYVALİ… GÜZEL AYVALİ’
Kitap yazıldığı dönemde Çeşme, sakin bir kıyı kasabası; Kuşadası eski ve sessiz bir balıkçı köyünden bir turistik merkeze yeni dönüşmüş. Çok sevdikleri dostları Cevat Şakir Kabaağaç’ın Bodrum’u da keza öyle, kalabalık değil…
Freely Ailesi, Ayvacık yolunda bir deve kervanına katılıyorlar; Yörük panayırından izlenimleri muazzam. Bugün bunu görebilmek mümkün mü bilmem…
Bozcaada ve İmroz için “Bu iki adanın nüfusu hâlâ esas olarak Yunanlardan oluşmaktadır” diyor yazar, ilgi çekici
Freely, ara ara mübadeleden bahsediyor. Bir Ayvalık gecesinde, yan masalarında oturan Yunanlılar, Lesbos’dan gelmiş. Aileleri mübadeleden önce Ayvalık’ta yaşayan, 1923’ten sonra Lesbos’a yerleşen bu ekip bir Yunanca şarkı seslendiriyor Ayvalık’ta. Özlem dolu ağıdın nakaratı şöyle:
“Gözlerim Ayvali kadar güzel bir köy görmedi
Sor bana, çünkü gördüm orayı.
Gümüş kapıları, altın anahtarları vardır,
Hem de güzel kızları, soğuk su kadar taze.”
BATI KIYILARIMIZIN HAFIZASI
John Freely, kitabın başında bir yerlerde “Türkiye’nin batı kıyıları, üstüne tekrar tekrar resim yapılmış bir tuval gibi, çeşit çeşit uygarlıkların yazılıp yazılıp silindiği ve tekrar yazıldığı tarihi bir parşömen haline gelmiş; yolcularca keşfedilmeyi bekleyen, derin katmanlardan oluşan bir görüntüdür” diyor.
Ne ilginçtir ki, “Türkiye’nin Batı Kıyıları – Ege ve Akdeniz Kıyılarında Yolculuk” da bende benzer bir duygu uyandırıyor. Bugünün tuvalinden biraz boya kaldırıp Türkiye’nin bir dönemine bakıyorum sanki… Ve merhum yazarın yakın dostu ressam Ömer Uluç’un “John, sen İstanbul’un hafızasısın’’ deyişini anıyorum; John Freely bugün de hafıza olmayı sürdürüyor.

Bu kitabın yazısını, 2020 yazında Hürriyet Kitap Sanat için yazmıştım. Ancak hiç aklımdan çıkmayan ve beni pek şaşırtan bir anı-gezi kitabı olduğu için burada da paylaşmak istedim. John Freely fotoğrafı, Boğaziçi Üniversitesi‘nden imiş… Ben internetten aldım.
April 9, 2021
Hem ses teknisyeni, hem pazarcı nasıl olunur?
Bir kişi hem “ses teknisyenliği”, hem de “pazarcılığın” nasıl yapıldığını anlatabilir mi? Anlatıyor… Konuğum, ben Beyoğlu Hayal Kahvesi’nde DJ’lik kılıklı ‘teker çalarlık’ yaparken 1-1.5 yıl boyunca birlikte çalıştığım Hünkâr Mehmet Çalışkan.
Nasıl Olunur’un 110’uncu bölümü yayında… Konuğum, ses teknisyeni, şimdilerde pandemi şartları nedeniyle pazarcılık yapan Hünkâr Mehmet Çalışkan.
Hünkâr’ı ben çok severim. Orada burada karşılaşırdık. Geçen haftalarda bir cumartesi Beşiktaş Pazarı’nda biri bana sesleniyor, baktım o. Başında bir şapka, göğsünde önlük. Adam ses teknisyeni; insanlar sahneye çıkarken sağ kollarıdır Hünkâr. Dedi ki “Pandemi.. Pazardayım.”
Kafamda böyledir Hünkâr; ağlanmaz, bir yol bulur ve ilerler… Hoşuma gitti yaptığı. “Nasıl Olunur’u dinliyorum” da deyince, “Gel” dedim “hem sesçiliği, hem ben çok merak ederim pazarda olmayı anlat…” İnsanın mesleğini yapamaması, potansiyelini gerçekleştirememesi en önemli sosyal yaralardan. Çok üzülürüm. Ben de üzülsem de, içim kan ağlaya ağlaya bir uğraş bulmaya çalışırım. Para kazanmaya çalışırken çıkış yolu ararım.
Hünkar’ı da öyle gördüm, “Gel anlat” dedim. Onunla, onu duymanın neşesi ve meraklarımla konuştum… “Ama” önce yayında, sonra onlarca kere (!) dinlerken anladım ki Hünkâr’ın derdi hissimden derin…
Başka müzisyenler, hayatını kaybedenler…
İntihar kelimesinden hiç hoşlanmam ben. Gazetelerde yıllar yılı intihar haberlerini kullanmadık. Kestim biçtim yayını önce.
Sonra ses editlerimi yapan Baturalp -hemen hemen hiç yapmaz- bana bir not yazdı; “Nilay hassasiyetlerini anlıyorum ama anlatmak istemiş…” gibi. O da müzisyen. Caz bateristi.
Sonra her şeyi baştan yaptık. Çok sert gelebilecek birkaç kelimeyi çıkardım sadece. Hünkâr’ın, “Kayıpların hep ünlü insanlar olması mı gerekiyor?” isyanına çok hak verdim… Yayın olduğu gibi.

Nadiren Nasıl Olunur’a bakıp birileri hep mi, herkes mi başarılı olur?” der. Ben de “Başarılı gördüğünüz herkesin öyle dönemleri var ki…” derim. İşte hemen hemen herkes için “öyle” dönemlerden biri.
Hünkâr ile kâh gülüştüğümüz, kâh Beyoğlu Hayal’i, orada çıkan grupları andığımız, onun “Güncel ya” diyerek, ses teknisyenliğinden daha ayrıntılı pazarcılığı anlattığı bölümü dinlemek ">isterseniz yolunu biliyorsunuz…
April 1, 2021
Gazete patronları sağolsun, emeklilik maaşım kuş kadar olacak!
Bunu yazdığı tweet’u attığımda, telefonu henüz kapatmıştım.
Habertürk Gazetesi’nde çalışma hakları konulu yazılar yazan Ahmet Kıvanç, sağolsun bana çok az kişinin yapabileceği bir güzellikle zamanını ayırdı. Durumumu anlattım, her gün her şey değişiyor ya, benim emeklilik tarihim de değişir mi sordum, “Merak etmeyin, emeklilik o tarihte sizin hakkınız. Belirlenmiş o hak, geri alınmaz” dedi.
Ben de samimiyetle “Yaşasın ‘Şu kadar alacaksınız’ dediler, valla çok kıymetli” dedim Ahmet Bey’e, miktarı da söyledim.
Ahmet Bey, “Emin misiniz Nilay Hanım. Ben sizin nerelerde ne konumlarda çalıştığınızı biliyorum o miktar çok düşük” dedi. Ben, “Kadınlar aynı konumlarda hep çok düşük maaşlar alır” dedim ama Ahmet Bey şüphelendi, bana yatırılan eksik pirimler meselesini vs. anlattı.
“Yok Ahmet Bey”, dedim “ben en uzun Milliyet’te çalıştım aralıksız, en düzgün de onlar yatırmıştır muhtemelen” diye de ekledim.
Ahmet Bey güldü, pek çok gazeteci arkadaşımın da ismini sayarak Radikal’de yaşadıklarını, davalarla zorlandıklarını anlatıp bana neleri kontrol edeceğimi söyledi.
O kadar üzüldüm ki o an…
Ben o gazetedeki son günümde bile gece 9’da işten çıktım, yıllarca orayı ikinci, hatta ilk evim bildim, 21 yaşımdan 29’a gençliğim orada geçti desem yeri ve aldığım zaten az bir maaş onu da eksik eksik göstermiş, geleceğimin güvence maaşını düşürmüşler.
Ben tweet’i atınca bir gazeteci arkadaşım aradı. “Aynı durumda onlarca kişiyiz Nilaycım. Çalıştığın tüm yılları, maaşının yattığı bankaları çıkar, alabildiğin maaş dökümlerini al. Bizim eskiden gazetecilik yapan bir dostumuz gidip geliyor, ilgileniyor. Senin belgelerinle de o ilgilenir, sana gideceğin yerleri, yapacağın işleri söyler. Dava açmadan önce SGK maaşını düzeltebilir. Çünkü misal Aydın Doğan vergi cezası zaten devlete ödedi. Senin durumun kanıtlandığında senin maaşın düzeltilmeli” dedi, özetle…
Uzatmayayım ben bir ay banka banka gezdim. Belgeleri görünce delirdim.
Bugünlerdeki uyanıklığım yok, maaşım yatıyorsa mutluyum, bordroyla vs. işim de olmuyor, bir yurtdışına çıkarken, ona da dikkat mi etmemişim bilmiyorum neyse… (Bazen başkası hırsız değil de, sen çaldırmışsın oluyor ya durum)
Banka belgeleri her şeyi gösteriyor.
Misal 2000 TL maaş alıyorsunuz.
Gece 11.00’da 1000 TL, 11.01’de 1000 TL yatmış. Sen bankaya baktığında 2 bin TL orada ama devlete karşı maaşın hep 1000 TL. Gerisi hep telif.
Bu arada bir grup gazeteci hepimiz fark ediyoruz ki, kurumumuz bizden habersiz sürekli değişmiş.
Ben Posta’da hiç çalışmadım ama bir dönem Posta Haber Ajansı kadrosundayım, bir dönem Milliyet’te falan… Oooo…
Neyse…
SGK’lar, bankalar… Dolaş dolaş… Exel belgeler mi yapmadım, dilekçeler mi yazmadım, pandemi de ifadeler mi vermedim.
Onlarca yıl nerede ne konumda çalıştığım belli, şahitler var, haberler var isteseler. Her türlü kanıtlayabilirim.
Ama Ağustos 2020’de yaptığım başvurulardan 2021 Mart’ı ses yok.
Arada öğrendim ki, misal SGK Bağcılar’daki memur bey Eylül’de (2020) “Bu belge az okunuyor” diyerek Deniz Bank’a talep yazmış, Mart 2021 olmuş yanıt yok, ben sorunca “Bana kimse yanıt vermedi” diyor.
“Beni arasaydınız, ben hemen yeniden isterdim” diyor, 5 dakikada halledip gönderiyorum…
Ama bitmiyor.
Milliyet’e “Nilay Örnek’in 8 yıllık çalışma dökümü vs vs.” bir istek gönderiyorlar, yanıt gelmiyor.
Sonuç, ben her türlü belgemi götürmüşüm, şikayetçi olduğum Milliyet, SGK’ya yanıt vermedi diye SGK nezdinde benim dava, o kadar zaman ve emeğim çöpe atılıyor.
Sonuç: Bana bir belge geldi. “Dava açın” diyor.
25 senelik gazeteciyim, 18’i Türkiye’nin çok bilinen gazetelerinde çalışarak geçti. Sabah, Milliyet, Habertürk, Akşam, Vatan, Sözcü.. Ve olana bakın. Başkalarının hakkını aradığımızı, savunduğumuzu sanarken patronlarımız arasından bizi bu duruma düşürenler utansın!
Şimdi, hukuki olarak ne yapmalıyım?
ana görseli internetten buldum, sistem ve ekonominin ağırlığıyla ufacık görünen emekli hali nasıl?!‘Anlatsam Roman Olur’ mu?
‘Anlatsam Roman Olur’ mu? Bence, kesinlikle olmaz… Ama biraz anlattım
Açıkçası çok istediğim bir şey değil; ne Clubhouse’da ne de bir podcast yayınında kendimi anlatmak. Çünkü zaten çokça anlatıyorum. Storytel ile birlikte yaptığımız ‘Nasıl Olunur’ adlı podcast serim buna sıklıkla imkan verir; birileri anlatırken ben de onlarla sevinir ya da dertleşirim ara sıra. Sıkı dinleyiciler için bir Nilay portresi var yani… Ve zaten konuşuyorum; bence çok konuşuyorum.
Nida Dinçtürk, sorduğunda da pek çok kişiye söylediğimi, yani bunları söyledim. Ama kitaplarımdan konuşmak fikri fena gelmedi. Çünkü benim gibilerin ürettiği bazı şeyler üzerine başkaları haber yapmaz, yayınlar gerçekleştirmez ve bunun farkına bile varılmaz. Senin asli görevin başkalarının yazdıklarını konuşmak gibidir çünkü:) -Misal Yekta Kopan çokça ürün de verir; kolay bir şey mi kitap yazmak, hele de nitelikli kitap yazmak. Ama yazar kimliğinden önce başka yazarları anlatan, onlara mikrofon tutan insan olmaktır kaderi… O gibi.-
Neyse Nida kitaplarımı okudu; onlardan yola çıkarak yine daldan dala atladık diyeceğim ki, yo ben konuştum çoğunlukla, ‘daldan dala atladım’.
Şöyle yazmış Nida Dinçtürk:
“Anlatsam Roman Olur’un 39’uncu bölümünde konuk, gazeteci Nilay Örnek. Örnek ile “Bütün İyiler Biraz Küskündür” ve “Her Umut Ortak Arar” kitaplarını konuştuğumuz bu sohbette, Türk medyasının fırtınalı haline, sosyal medyanın insanları nasıl dönüştürdüğüne, kadın gazeteci olmaya, insan olarak hassasiyetlerimize, inceliklerimize ve küskünlüklerimize değiniyoruz. Kitaplar sohbetin bahanesi oluyor, İstanbul Sözleşmesi’nin feshedildiği bugünlerde birer kadın olarak hem madden hem manen nasıl varoluş mücadelesi verdiğimizi konuşuyor, kamuya açık dertleşiyoruz.”
Böyle dinlemek isterseniz linki burada…
Ana görsel; Çok sevdiğim sanatçı-çocuk kitaplarına harika resimler çizen Pınar Bingül’ün ikinci kitabım Her Umut Ortak Arar’ı okuduktan sonra çizip bana hediye ettiği resimden…March 12, 2021
5 TL ile okul açılır mı? Açılmış bile… Hem de ne!
Bu ay -Mart 2021- Kafa Dergisi, İyi Şeyler Kafası’nda yine şahane biri var. Kahramanımız Fatih Küçük… Fatih Bey, 30’larının başında bir öğretmen, bir gezgin. Ve Türkiye’nin ilk bağımsız çizgi film okulu The Cartoon Mill’in kurucusu.
İnsanlar bir işe başlayacaklarında çoğunlukla “Bütçem olsun, biraz para biriktireyim de sonra işe başlayayım” der. Fatih Küçük, kendisi gibi kırsalda büyümüş çocuklara çizgi film öğretmek, gençleri dünyanın pek çok ülkesinde çalışabilecek duruma getirmek için ülkenin ilk bağımsız çizgi film okulu The Cartoon Mill için yola çıktığında cebide sadece 5 TL varmış. O 5 TL ile kâğıt kalem alıp resim çizmiş, para kazanmış. Belediyelere yazıp Antalya’dan yanıt gelinde Kaş’ta önce eski bir okulu, her aşamasında kendi çalışarak, desteklerle yeni bir çizgi film okuluna dönüştürmüş.
Şimdi yılda en az 1000 öğrenciye eğitim veren, uluslararası ödül bile almış, belli bir yaşın üzerindeki gençlere iş imkânı bile sunan, küçük yaştakileri resimle-sanatla-çizgi film yapımıyla tanıştıran bir okulu var.
Mart ayı Kafa Dergisi’ni okuyunuz, ayrıntılar muazzam. Beni Fatih Bey ile tanıştıran Gazanfer Bey de okuyorsa, ne mutlu; teşekkür ederim…

March 5, 2021
Kutlamak istiyorum! Yeniden o kadınlarla bir arada olmak
Ya 8 Mart Kadınlar Günü, Sevgililer Günü’ne dönerse; dönmesin… Whatsapp’ım, e-postam bakamadığım bir halde; çünkü 8 Mart geliyor.
Çok sevdiğim arkadaşlarım, kadın girişimcilere, kadın eşitliğine yatırım yapan güzel firmalarda çalışıyor. O firmalar çok güzel kampanyalar yapıyor, güzel, söylenmesi gerekli sözler söylüyorlar. Ama ben bana gönderilen hazır bir mesajı paylaşmak istemiyorum. Kesinlikle içimden gelmiyor.
Hem arkadaşlarıma desteğim olsun isterim, hem kadın emeğine destek veren herkesin reklamı olsun ki, onlar reklam oluyor diye bile olsa desteği sürdürsünler. Bu işler böyle, ne yapalım!
Ama mesele şu, benim bu ülkeye, bu ülkede kadın olmaya dair “kendi sözlerim” var; olmalı yani…
Bu sözleri çok iyi ifade edemeyebilirim. Ama en ifade edemeyeceğim şey bile bir markanın sloganı ya da yaptıklarıyla sınırlandırılamayacak kadar güçlü. Bunu söylesem de söylemesem de…
Bunu en güzel, en yapabileceğim şekilde yapmalıyım ya da susabilirim. Bunlar bana kalmalı. Ve bence firmaların reklamları, sözleri, mesajları ağırlıkla kadınlara gidiyor. Kadın gazetecilere, kadın sosyal medya etkili insanlarına…
Hiç erkek görmüyorum ki, kadınlar günü sloganı, projesi, videosu, kampanyası paylaşsın. (Ben görmüyorum diye yok değildir ama bana denk gelmiyor.) Paylaşmasalar da olabilir, umurumda da değil.
Benim tek istediğim 2017’deki 8 Mart Beyoğlu yürüyüşü gibi bir şeyi, bu ülke kadınlarıyla bir şekilde hissedebilmek. O desteği, o coşkuyu…
Kadınlar Günü’nü COŞKUYLA KUTLAMAK. Kutlamak istiyorum.
Bir 8 Mart’ta Moskova’daydım, resmi tatil idi. 8 Mart’ı bayram olan bir ülkeyi kendim için hayal ettim.
Ama 2017 8 Mart’ı biraz öyleydi.
“Dünya yerinden oynar dünya yerinden oynar, kadınlar özgür olsa” sloganını da eklemişim.
Öyle; pazartesi geliyor kutlayalım canlarım!
February 5, 2021
Rüstem Batum ile yeniden tanışmak için…
Nasıl Olunur’da 101’inci bölüm geldi… Konuğum Rüstem Batum
O, Türkiye’nin ilk stand-up gösteri yapanlarından biri. Ardından bugün bile konuşulan ‘talk show’uyla ilk özel televizyonların ilk büyük yıldızlarından biri oldu; Ahmet Kaya’dan Uğur Mumcu’ya devlet televizyonunun ekrana çıkarmadığı kim varsa o ekrana çıkardı. Cumhurbaşkanından dönemin en ünlü sanatçılarına onlarca insan onun programıyla ekranlardaydı. Ama bundan öncesi de var, sonrası da…
Rüstem Batum, reklamcılık döneminden ABD’de profesyonel fotoğrafçı olduğu yıllara, kitaplarından çocukluk yıllarına çok enteresan yaşanmışlıkları şu günlerde kendi YouTube kanalında Anılar serisiyle anlatıyor. Batum ile bütün bu dönemlerin üzerinden geçtik, çok keyifli, dakikalar geçtikçe açılan bir sohbet gerçekleştirdik.
100. bölüm muhabbetimiz öncesinde “Nilay, Rüstem Batum’un kanalını izle tam senlik” diyen Serdar Kuzuloğlu’na da ayrıca teşekkür ederim.
February 1, 2021
Aşağı değil, gözünüzün içine bakıyorlar
Bir rektörün, öğrencilerin kılına zarar gelmesin diye uğraşacağına konumu uğruna ülkenin en iyi üniversitesinden birinde gençlerin tutuklanmasına, tartaklanmasına, çatıda keskin nişancılar görmesine ses çıkarmayışını izliyoruz.
Önce üniversite kapısına kelepçe ardından, “Aşağı Bak” bağırması o kadar sembolik ki her şey Boğaziçi Üniversitesi’nde…
BÜMED Başkanı’nın aktardığına göre rektör bey “Ben devleti temsil ediyorum, bana yapılan müdahale devlete yapılacağı için çok tehlikeli” diyor.
O kadar tehlikeli bir ifade ki bu.
Belki derslerden, iş olanaklarından, ilişkilerden bahsedecekleri yerde Boğaziçili Üniversiteli öğrenciler yeni mecra ClubHouse’da da adalet arıyor; bu mecrada limit 5 bin kişiymiş, herkes bunu hemen ilk haftasında Boğaziçi direnişi ile görmüş oluyor.
Bu arada parti kurar ya da seçim yaklaşırken gençlerle genç oldukları imajı vermeye çalışan, popüler sosyal mecralarda boy gösterip genç imaj vermeye çalışan siyasetçiler, öyle “bakıyor”.
Daha 1 ay önce bu gençler ülkenin parlak geleceği idi, yıllardır süregeldiği gibi. Şimdi birden bire kriminal tiplere mi dönüştü öğrenciler; buna mı inanacağız.
Bunları yapanların gururla yüzümüze bakabildiği dönemlerde bu gençler mi aşağı bakacak!
Bu insanların gözünün içine bakıp “Yahu ne utanmazsınız ve geleceğimizi sizin ellerinize bırakmayacağız” deme zamanı.
Türkiye’nin dörtbir yanından yokluktan, varlıktan çıkıp sınav “kazanmış” öğrenci ve öğretim üyelerinin intihal yapmış bir “atanmış” yöneticiye isyanı izlediğimiz.
Aşağı bakmıyoruz ve bu hırstan, yüzsüzlükten bıktık isyan ediyoruz.
Biz burada bır bır yazıyoruz da pırıl pırıl öğrenciler gördükleri muameleyle, destek görmeyişleriyle küsüyor:(
İsyandalar ama bir yerleri üzülüyor, umutsuzluğu, bir şeylerin değişmeyeceği hissi bu yaşta onlara işlememeli. Üzgünüm…
Benim yayınlarda Gönül Öney, Tuğrul Eryılmaz’da vardı; yaşları 80’i, 70’i geçti; bugünden geriye baktıklarında üniversitede siyasi nedenlerle “polise öğrenci vermemekle” gururlular hâlâ.
Bilmem anlatabildim mi?
