Nilay Örnek's Blog, page 11
February 17, 2020
“Hayatımda gördüğüm en güzel şeyi görmemiş gibi yapamayacağım”
Harun Tekin, müzisyen ve şarkı yazarı. Aynı zamanda yaşadığı toplum, yaptığı iş ve hayat üzerine çok düşünen, sözü olan, sözünü sakınmayan insanlardan…
Nasıl Olunur’un 49’uncu bölümünde sadece müzik konuşmuyor; felsefeden psikolojiye, “toplumun çukurlarından” Kanal İstanbul projesine pek çok konuda söz açtık…
Misal… Tekin’e “Twitter profilinde hâlâ çapulcu yazıyor, bu senin için ne ifade ediyor?” diye sordum; “Hayatımda gördüğüm en güzel şeyi görmemiş gibi yapamayacağım” dedi… Pek güzel yayın.
Kanıtsız müebbet hapis mi verilecek, yanlıştan mı dönülecek?
Osman Kavala, Yiğit Aksakoğlu ve Mücella Yapıcı’nın yargılandığı dava, Türkiye’deki hukuk sistemiyle ilgili çok şey söyledi, söyleyecek bize…
“Oysa kırıntı halinde vicdana ve hukuk nosyonuna sahip bir mahkeme, bu dava ile ilgili iddianameyi savcının kafasına fırlatmalıydı.
Savcı, bu üç kişinin Gezi protestolarını organize ederek hükümeti devirmeyi amaçladığını iddia ediyor.
Ama bunu nasıl yapmışlar belli değil. İddia ediyor, kanıt ortaya koyamıyor. Savunmanın ortaya koyduğu gerçekleri çürütecek bir yeni bilgi de yok.” *
18 Şubat 2020 Türkiye’deki hukuk sistemiyle ilgili çok şey söyleyecek bize… Osman Kavala, Yiğit Aksakoğlu ve Mücella Yapıcı hakkında “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya teşebbüs” suçlamasıyla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor.
Kanıtsız, iddianamesiz günlerce tutukluluk. Çok adaletsiz çok acayip. Ve çoğunluk görmüyor, konuşmuyor bile…
Geçen Taksim’de “şekerlemeci”deydim; bir grup adam konuşuyor “Osman Kavala’da şöyle böyleymiş”. Güleceğim; gülünecek durum değil! Ne çok boş konuşan insan var.
Ben Osman Bey’i şahsi olarak tanımam, ne yaptığını, yapmadığını bilemem, görünüşte kefil olamam. Yiğit Bey ile Mücella Hanım için de benzer… Ama şuna adım kadar emin olabilirim: Bu dava hukuksuz, bu davada delil falan yok ve bu üç kişiyi Gezi olaylarını örgütlemekten yargılamak saçmalığın daniskası.
Bu nedenle de onları savunmak, “Bu insanlara haksızlık yapılıyor” demek benim de bir görevim. Sorumlu hissediyorum.
Bu ülkedeki herkesten ricam -kendime de bunu hep hatırlatıyorum- yargılamadan, bilmek, düşünmek, araştırmak ve sonunda “kendi fikrimize” sahip olmak, ezberlerle konuşmamak. Bekir Ağırdır’ın Nasıl Olunur’da söylediği gibi “Bu toprakların en büyük ihtiyacı adalet” Adalet hepimize lazım!
[image error]
Görseller Gianluca Costantini’ye ait. Instagram hesabı: @channeldraw
* Tırnak içi cümleler Mehmet Y. Yılmaz’ın t24 yazısından. Okumanızı tavsiye ederim.
February 7, 2020
“Nasıl Olunur?” sorusuna bu defa Murathan Mungan yanıt veriyor
Nasıl Olunur’un 48’inci bölümünde konuğum şair ve yazar Murathan Mungan.
Mungan, öyküleri, romanları, şiirleri, tiyatro oyunları, denemeleri bir yana yıllar yılı şarkı sözleriyle de yüreğimize dokundu, hayatımıza değdi. Sözlerini yazdığı 26 yeni şarkının, çok değerli 26 sanatçının bir araya geldiği 2020 Model adlı albümü Pasaj Müzik etiketiyle piyasaya çıktı. Önce 2 CD, ardından da plaklar gelecek…
Bu albümden yola çıkarak “Nasıl şarkı sözü yazarı olunur?”u da konuştuk, konuk Murathan Bey olunca yazıya, var olmaya, hayata dair derin ipuçları da aldık.
Dile kolay; Mayıs 2020’de Murathan Mungan’ın “kitaplı bir yazar” olmasının 40’ıncı yılı olacak. Benim ben olmamda onun yazınının önemli bir rolü vardır. Yayını dinlerken kendimi sık sık “heyecanlı” bir halde yakaladım:)
Benim için değerli bir bölüm, müziğiyle sözüyle sizin için de kıymetli bir bölüm olacağını düşünüyorum. Hem albüm, hem de podcast güzel gelecek. İyi dinlemeler… Tıklayıp dinleyebilirsiniz…
February 4, 2020
Uğur Gürses ile Ekonomi 101
Dolara mı yatırım yapalım, altına mı? Devlet, bankalardaki mevduatlarımıza el koyabilir mi? Döviz hesaplarımızı düşük kurlardan TL’ye çevirirler mi? Enflasyon düşse de, ürünlerin fiyatı diye düşmüyor? Ekonomi nedir? İktisattan nasıl ayrılır? Yapısal reformlar deniler kavramın açılımı nasıl yapılır? Çin’in gidişi ekonomiyi nasıl etkileyecek? Kripto paraların hayatımızdaki rolü nedir? Ve daha pek çok can alıcı basit ekonomi sorusu Nasıl Olunur adlı podcast’imin 47’nci bölümünde…
Uğur Gürses, çalışma hayatına T.C. Merkez Bankası’nda başlamış, ardından da ticari bankalarda üst kademe yöneticilik yapmış bir isim. 20 yıldır da ekonomi yazıları yazıyor, konuşmalar yapıyor. Gürses, büyük bir mütevazılık ile benim “basit” sorularımı yanıtladı; Nasıl Olunur’dan bir tür “Ekonomi 101” bölümü çıktı. Buradan dinleyebilirsiniz
February 3, 2020
Yekta Kopan: Birini sesini unuttuğumuz zaman unuturuz
Onu ilk sesiyle tanıdık ama daha sonra kitapları, kültür sanat alanındaki çalışmaları, sunumlarıyla da bizi etkiledi. Nasıl Olunur’un 46’ncı bölümünde konuğum seslendirme sanatçısı, yazar, sunucu, televizyon ve YouTube programcısı Yekta Kopan. Bu bölümde bol muhabbetli ve bilgili, zamanın ve zamane hallerinin masaya yatırıldığı keyifli bir bölüm sizleri bekliyor. Buradan dinleyebilirsiniz
Peynire Giriş 101
Nasıl Olunur’un 45’inci bölümünde başrolde peynir var… “Kirli Hanım” peynirinden Savaştepe loruna, Divle obruğundan ‘Gorcola’ya, ‘Armola’dan Çorum Kargı’ya Türkiye’nin ilginç peynirleri neler? Bir peynir tabağı hazırlarken nasıl bir yol izlenmeli? Mayalanmasından korunmasına peynirle ilgili pek çok konu… “Peynir Aşkına” ile “50 Peynirli Şehir Balıkesir” adlı kitapların yazarları Neşe Aksoy Biber ile Berrin Bal Onur, sorularımı yanıtladı. Yayını buradan dinleyebilirsiniz…
February 2, 2020
Ankara’da terk edilmiş bir Yahudi Mahallesi…
Eskicioğlu Camii… Telefonumdaki haritaya yazıyorum ve buradan buluyorum Ankara’daki terk edilmiş, yıkılmaya yüz tutmuş Yahudi Mahallesi’ni… Camiden Yahudi mahallesi bulmak garip tabii… Ama öyle oldu işte… Üzülüyorum mahallenin yalnızlığına. Ancak kentin geneline bakınca geri kalanın da çok iyi durumda olmadığını görüyorum. Oysa burası başkent!
Ankara’ya her kış bir iki gün gelir; döner yer, birkaç balıkçıya gider, Göksu’da sufle yer, müze üzerine müze gezer, birkaç dostla görüşüp döneriz.
Bu defa ya çok hasta olduğumdan (hastaya dümdüz müşteri muamelesinden utanmayan bir büyük hastanede serum falan aldım; ama virüsüm yokmuş şükür) öyle geldi, ya da nokta atışı yerlere gitmediğimizden şehre bayağı baktığımdan şöyle düşündüm:
“Bir başkent nasıl bu kadar köhne, kötü yapılaşmış, bu kadar beton, bu kadar bakımsız ve gecekondu dolu olabilir!”
Yazık…
Sonra merak ettiğim bir yere gittik… Şengül Hamamı’nın yakınında Yahudi Mahallesi. Terk edilmiş bir zamanların güzelim yapıları…

Bu etkileyici yapı Hayim Albukrek Konutu imiş.

Hemen yanındaki bina Araf Konutu.

Bir sinagog var. Ama aktif değil anlaşılan… Çok hüzünlü. İnsan bakılsın, tarihi yazılsın istiyor buralara… Bir adam arkadaşlarına “Bak buralara neler olmuş, iyi ki Müslüman bir ülkede Müslüman doğduk” dedi. Ankara’nın geneline baktım da, hiçbir şey anlamadım. (Orman Bakanlığı’nın bahçesinde bizim evin bahçesinden daha az ağaç var!)

Bu arada Ulus’taki bu Yahudi Mahallesi’ni anlatan ödüllü bir belgesel var; Hermana (Kardeş), yönetmeni Enver Arcak.
Belgeselin tanıtımını bu linkten izleyebilirsiniz; Enver Arcak’ın belgeseliyle ilgili SALT’taki konuşmasının bir kaydını da buraya bırakıyorum…
Bu arada ben YouTube’da yine Hermana adıyla bir belgesel daha izledim. O da bu linkte Yönetmenleri Zelal Mevlütoğlu ve Doğan Güneş Erdoğdu. Bu belgeselinin adının da Hermana olması ilginç olmuş tabii… Ama bölgeyi buradana iyice görebilirsiniz.






2 Şubat 2020, Ankara
January 27, 2020
Depremde nerede durmalı?
Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimlerinden biri olduğu belirtilen Amerikan Uluslararası Kurtarma Ekibinin Kurtarma şefi ve afet olayları müdürü Doug Copp’un çok paylaşılan -ya da paylaşılması gereken diyeyim- deprem anında hayatta kalma önerilerini basitçe kopyaladım, buraya yapıştırıyorum ki ben de kolay paylaşabileyim. Soru şu: Deprem anında nasıl, nerede durmalı?
DOUG COPP’UN ÖNERİLERİ ;
1) ‘Binalar çökerken basitçe ‘çömelen ve korunan’ kişiler istisnasız her defasında ezilerek ölüyorlar. Masa, araba gibi nesnelerin altına giren kişiler her zaman ezilirler.
2) Kediler, köpekler ve bebekler’in hepsi doğal bir şekilde dizlerini ana rahmindeki gibi karınlarına doğru çekerek kıvrılırlar. Deprem anında sizde bu şekilde kıvrılmalısınız. Bu doğal bir güvenlik ve hayatta kalma içgüdüsüdür. Daha küçük bir boşlukta hayatta kalabilirsiniz. Hafifçe ezilecek ama yanında boşluk yaratacak bir kanepe, geniş büyük bir eşyanın yanında durun.
3) Ahşap evler deprem anındaki en güvenliyapılardır. Sebebi basittir; ahşap esnektir ve depremin zorlamasıyla hareket eder. Eğer ahşap bina çökerse geniş yaşam boşlukları oluşur. Ayrıca, ahşap binalar daha az yoğunlukta yıkılış ağırlığına sahiptir. Tuğla binalar ayrı tuğla parçalarına ayrılacaklardır. Tuğlalar bir çok yaralanmalara sebep olacaktır, ama (beton) bloklardan daha az ezilmiş vücutlar yaratırlar.

4) Eğer gece yataktayken deprem olursa, basitçe yuvarlanarak yataktan düşün. Yatağın çevresinde güvenli bir boşluk oluşacaktır. Oteller müşterilerine deprem anında yatakların yanında yere uzanmalarını salık veren bir uyarı notunu odalarda her kapının arkasına asarlarsa depremlerde çok büyük hayatta kalma oranlarını sağlayabilirler.

5) Televizyon izlerken deprem olursa ve kolayca kapıdan veya pencereden dışarı kaçmak mümkün değilse, kanepe veya büyük bir koltuğun/sandalyenin yanında cenin pozisyonunda kıvrılarak yere uzanın..
6) Bina çökerken Kapı kirişlerinin altına geçen herkes ölür…Nasıl mı? Eğer kapı kirişlerinin altına geçerseniz ve kapı kirişi öne veya arkaya doğru düşürse inen tavanın altında ezilirsiniz. Eğer kapı kirişi yana doğru yıkılırsa ikiye bölünürsünüz. Her iki durumda da ölürsünüz!
7) Hiçbir zaman merdivenlere gitmeyin/yönelmeyin. Merdivenler (ana binadan) farklı bir ‘frekans aralığına’ sahiptir; ana binadan bağımsız/ayrı olarak sarsılırlar. Merdivenler ve binanın geri kalanı devamlı olarak birbirlerine çarparlar, ta ki merdivenlerin yıkılışı gerçekleşene kadar.
Merdivenlere ulaşan insanlar basamaklar yüzünden yaralanırlar. Korkunç şekilde sakatlanırlar. Bina yıkılmasa dahi, merdivenlerden uzak durun. Merdivenler binanın hasar görmesi en muhtemel kısmıdır.
Depremde yıkılmamış olsa dahi, merdivenler bağırarak kaçmaya çalışan insanların aşırı yüklenmesi ile çökebilir. Merdivenler binanın geri kalan kısmı zarar görmemiş olsa dahi her zaman güvenlik açısından kontrolden geçirilmelidir.

Binanın dış duvarlarına yakın yerlerde durun, mümkünse dışına çıkın. Binanın iç kısımlarındansa dış kısımlarına yakın yerlerde olmak çok daha iyidir. Binanın dış çevresinden ne kadar içeride olursanız, çıkış yolunuzun kapanma ihtimali o kadar artacaktır.
9) Aynen Nimitz yolundaki katlar arasındaki (yıkılan) blokların meydana getirdiği gibi, deprem anında üst yolun yıkılmasıyla ezilen araçların içinde bulunan insanlar ezilirler. San Francisco depreminin kurbanlarının hepsi araçlarının içindeydiler. Hepsi öldü.
Araçlarının dışına çıkıp,aracın yanına uzanıp veya oturarak kolaylıkla hayatta kalabilirlerdi. Ölen herkes eğer araçlarından çıkıp, araçlarının yanına oturabilseler veya uzanabilselerdi yaşıyor olabilirdi. Ezilen bütün araçların yanında-kolonların direkt olarak üzerine düştüğü araçlar hariç- 3 feet yükseklikte boşluklar oluşmuştu.

10) Enkaz halindeki gazete ofislerini ve çok miktarda kağıdın olduğu ofisleri dolaşırken kağıdın sıkışmadığını/ezilmediğini
keşfettim. Kağıt yığınlarının/kümelerinin etrafında genbiş boşluklar bulunur/oluşur.
Bu mesajı mümkün olduğu kadar çok kişiye iletmeniz önemle rica olunur…
Bu mesajın orijinal girişini de buraya ekliyorum; inandırıcığılı arttırıyor.
Adım Doug Copp. Dünyanın en tecrübeli kurtarma birimi Amerikan Uluslar arası Kurtarma Ekibinin Kurtarma şefi ve afet olayları müdürüyüm. Bu makaledeki bilgiler bir deprem anında hayat kurtaracaktır.
875 yıkılmış binaya sürünerek girdim, 60 ülkeden kurtarma ekipleriyle çalıştım, birçok ülkede kurtarma ekipleri oluşturdum, ve çok sayıda ülkede birçok kurtarma ekibinin üyesiyim. 2 Yıl boyunca birleşmiş milletler felaket ‘azaltma’ uzmanıydım. 1985’ten beri aynı anda gerçekleşenler hariç dünyadaki bütün büyük felaketlerde çalıştım.
1996’da benim hayatta kalma metodumun geçerliliğini ortaya koyan bir film yaptık. Türk hükümeti, İstanbul belediyesi, İstanbul Üniversitesi, Case yapımcılık, ve ARTI bu pratik ve bilimsel testin filme alınmasında işbirliği yaptılar.
İçinde 20 maket (mannequis) olan bir okulu ve evi yıktık. On maket ‘çömel ve korun’ metodunu uygularken, 10 maket ‘hayat üçgeni’ metodumu uyguladı. Tasarlanmış yıkımdan sonra görüntüleri filme almak ve sonuçları belgelemek için enkazı geçip binaya girdik. Bina yıkımlarında oluşabilecek şartlar dahilinde direk olarak gözlemlenebilen ve bilimsel şartlar altında hayatta kalma tekniklerimi uyguladığım film ‘çömelip korunan/saklanan’ kişiler için hayatta kalma şansının sıfır olduğunu ortaya koydu.
Hayat üçgeni metodumu kullananlar için hayatta kalabilme şansı yaklaşık olarak % 100 oldu. Bu film Türkiye’de ve Avrupa’nın geri kalan kısmında milyonlarca izleyici tarafından izlendi. Bu film ABD, Kanada ve Güney Amerika’da RealTV programında izlendi.
Enkazına girdiğim ilk bina 1985 Mexico City depreminde bir okuldu. Bütün çocuklar sıralarının altındaydı. Her bir çocuk kemiklerinin kalınlığına kadar ezilmişlerdi. Sıralarının yanındaki koridorlara uzanmış olsalardı hayatta kalmış olabilirlerdi. Bu ‘ayıptı, gereksizdi’ ve çocukların neden koridorlarda (sıraların arasında) olmadığını merak ettim. O an, çocuklara bir şeyin/eşyanın altına saklanmalarının söylendiğini bilmiyordum.
Basitçe ifade edilirse, binalar yıkılırken, objelerin üzerine düşen tavan ağırlığı veya içerideki mobilyalar bu nesnelere çarparken yanlarında bir yer, boşluk bırakırlar. Bu boşluk benim ‘hayat üçgeni’ dediğim alandır. Nesne ne kadar büyük ve ne kadar dayanıklı olursa daha az ezilecektir.
Nesneler ne kadar az ezilirse boşluk ve bu boşluğu kullanan kişinin yaralanmama olasılığı o kadar artar. Bir dahaki sefere televizyonda yıkılan bina izlerken gördüğün üçgenleri say. Heryerdeler.
Yıkılan bir binada göreceğiniz en yaygın biçimdir.
January 22, 2020
Türkiyeli gençleri anlamak isteyenlere özel bölüm
Türkiye’de yaşayan gençler; adalete, çalışarak başarılı olabilecekleri hissine ve güvene açlar. Öfkeliler… Bunlar sanırım benim özetim. Ama merak eden herkese Evrim Kuran ile Nasıl Olunur podcast sohbetimizi tavsiye ederim
Evrim Kuran bir girişimci ve özellikler “kuşaklar” üzerinde çalışan araştırmacı. Araştırmalarını kitaplaştıran bir konuşmacı. Storytel ile birlikte yaptığımız Nasıl Olunur’un 41’inci bölümünde Evrim ile birlikte, özel olarak Z Kuşağını masaya yatırdık; bir önceki kuşaklarla ilişkileri de ihmal etmedik.
2000’li yıllarda doğanların Türkiye’deki yaşamları nasıl?
Nasıl hissediyor, hangi durumlarda nasıl ortak tepkiler veriyorlar?
Ekonomik sıkıntısı olan ya da olmayan gençler arasındaki ilişkiler nasıl? Ortak paydaları neler?
Gençler hangi müzikleri dinliyor, kimleri örnek alıyor, hangi kitapları okuyor, geleceğe nasıl bakıyorlar?
Sorunlar neler, çözüm nerelerde olabilir?
Çocuğunuz varsa özellikle ilgilenin ama yoksa da bugünün gençlerini anlamak için dinleyin derim. İşte link..
Dostlar Âşık Veysel’i hatırlasın
Gözlerin görüşüne, kalplerin aydınlığına ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde Âşık Veysel’i anmanın, yeniden onun gönül gözünden dünyaya bakmanın tam zamanı…
Âşık Veysel adı anıldığında bir fotoğraf gözümün önüne gelir; o,
kız kardeşi ve torunu bir elma bahçesindedirler. Tablo gibi bir fotoğraftır o;
allı-yeşilli. İnsanın içine giresi gelir o yemyeşil bahçenin; o kadar doğal, o
kadar güzel bir fotoğraftır ki o, Âşık Veysel’in koluna girmek, “Birlikte
biraz yürüyelim mi, sen anlat ben dinleyeyim” demek istersiniz… Daldaki
kıpkırmızı elmalarda da aklınız kalır.
Fotoğrafın hikâyesi de güzeldir.
Yıl 1970, gazeteci ve fotoğraf sanatçısı Ergun Çağatay,
Ankara’ya giderken trende Ümit
Yaşar Oğuzcan ile karşılaşır.
Oğuzcan, Âşık Veysel’in artık çok yaşlandığını, içinden geldiği gibi söyleyen,
söyledikleri oğlu ya da çevresi tarafından kayda geçirilen ozanın eserlerini
kaybolmadan toplamak niyetinde olduğunu, bunun için de onun köyüne gittiğini söyler. Çağatay, etkilenir,
Ankara’ya ailesini görmek yerine Ümit Yaşar Oğuzcan ile birlikte Sivas’ın
Şarkışla ilçesine bağlı
Sivrialan köyüne gider. Aşık
Veysel ve ailesiyle iki gün geçirirler. O fotoğraf da orada çekilir. Oğuzcan
da, o trendeki emelini gerçekleştirir ve o fotoğraflardan üç yıl sonra hayatını
kaybeden Âşık Veysel’in şiirlerini bir araya getirmeyi başarır, kaybolmasını
engeller.
“KARANLIK GÖZLERİNDEYDİ YALNIZ…”
Ümit Yaşar Oğuzcan, ne şanslıyız ki, “Dostlar Beni Hatırlasın” adlı kitabın başında o
meyve bahçesinin öyküsünü de anlatır:
“Köyünde ve çevresinde ondan önce bir tek meyve ağacı
olmadığı halde Sivrialan’da ilk meyve bahçesini o yetiştirmişti. Hem öyle bir
bahçe ki, içinde elmadan kayısıya, kirazdan cevize kadar türlü türlü meyve ve
çiçek vardı. Veysel, kardeşinin yardımıyla bu bahçeyi yapmaya başladığı zaman
köylüler ‘Atalarımız bunca yıl böyle bir iş yapmamışlar, şu kör adam onlardan
iyi mi bilecek ki böyle bir işe kalkıştı’ demişler. Birkaç yıl sonra ağaçlar
yetişmiş, meyve vermiş. Köylüler önceki dediklerini hatırlayıp utanmışlar ve bu
defa tırnak ‘O kör değilmiş meğer, kör olan bizmişiz’ diyerek Âşık Veysel’i
kutlamışlar. İşte böylesine uzağı gören bir insandı o.
Yetmiş yıl karanlık bir dünyada yaşadı. Fakat karanlık
gözlerindeydi yalnız, içi apaydınlıktı, şiirleri de öyle…” (*)
SAZLI SÖZLÜ BİR DİNLETİ
İşte şimdi, gözlerin görüşünden, kalplerin aydınlığından şüphe duyduğumuz şu günlerde Âşık
Veysel’i anmanın, yeniden onun gönül gözünden dünyaya bakmanın tam zamanı…
İş Sanat’ın halka açık, ücretsiz şiir dinletilerinin bu ayki
konuğu Âşık Veysel’in müziği ve şiirleri…
20 Ocak Pazartesi günü yapılan “Uzun İnce Bir Yoldayım” adlı dinletiyi Atilla Birkiye hazırladı, Mehmet Birkiye sahneye uyarladı. Müzik direktörlüğünü Serdar Yalçın’ın yaptığı dinletide halk ozanının şiir ve türküleri bir arada. Türküleri Cengiz Özkan seslendirdi şiirleri ise üç usta isim, Metin Belgin, Bülent Emin Yarar, Hakan Gerçek okudu.
Dinleti, ozanın “Dostlar Beni Hatırlasın” seslenişiyle açılıyor,
“Murad” türküsüyle ilerliyor; ardından kimi az bilinen, kimi çok
söylenen 33 şiir, 6 türkü… Aralarında “Göklerden Süzüldüm Tertemiz İndim” de var, “Güzelliğin On Par’etmez” de; “Mevsimler İçinde Baharsın
Yârim”i de usta seslerden dinliyoruz “Uzun İnce Bir Yoldayım”ı
da… Kâh kaderimize yanıyoruz kâh umutlanıyoruz; aşkla yanıyoruz, toprağa,
onun verdiklerine duacıyız.
Âşık Veysel’in sözlerini dinledikçe hep o bahçe gözümde canlanıyor… Ümit Yaşar Oğuzcan ile Ergun Çağatay onu görmeye gittiklerinde o bahçeye tırmanmaya nefesi yetmeyen, oğlu Ahmet tarafından bahçeye taşınan o usta isim. Görmeyeceğini bilse de güzeller güzeli bahçeler kurmak, içinde olmak isteyen, olmayacak denileni yapan, kurak toprakta bile meyveler yetiştiren bir halk insanı, bir aydın ruh. Oğuzcan’ın onun için yazdığı dizelerle bitirsek eğer;
“Çektin, yazdın ve söyledin
Verdin, almak istemedin,
Sadık yarim toprak dedin,
Dostlar seni unutur mu?
Hiç kimseyi incitmedin,
Kalp kırmadın, kin gütmedin,
Dostlarını unutmadın,
Dostlar seni unutur mu?”
O dostu, o gönül insanını, bir üstadı yeniden hatırladım.
* Dostlar Beni Hatırlasın, Âşık Veysel, derleyen Ü.Y.
Oğuzcan, Özgür yay. 11. Basım, şubat 1998.
** Bu yazı ilk olarak 17 Ocak 2020 tarihinde Hürriyet Kültür Sanat’ta Yayımlanmıştır. http://www.hurriyet.com.tr/kitap-sanat/dostlar-asik-veyseli-hatirlasin-41422264