Nilay Örnek's Blog, page 12
January 20, 2020
Yaz gazeteci yaz!
Gazeteci Cem Erciyes -şimdi aynı zamanda Doğan Kitap’ın Genel Direktörü- bir dönem Açık Radyo’da “Yaz Gazeteci Yaz” adlı bir dizi program yaptı. Kitap yazan gazeteciler ağırlıktaydı programda… Ben de -baktım 3 Ağustos 2018- konuk olmuştum; Bütün İyiler Biraz Küskündür ile. Bir şekilde karşıma çıktı. Dinlemek mutluluk verdi. Ne mutlu bana, iyi ki yapmışız bu çekimi… Benim için de eşsiz bir anı olmuş. Dinlemek isteyenler için o bölüm…
https://archive.org/details/yaz-gazeteci-yaz_03082018_201809
January 6, 2020
Arzu Kaprol anlatıyor; Nasıl Olunur?
Podcast’im Nasıl Olunur’da yeni yıla, zeki, yapıcı, yaratıcı, ilgili, meraklı ve çok çalışkan bir kadın ile; moda tasarımcısı Arzu Kaprol ile başlıyorum
Arzu Kaprol, küçük yaşlarından beri ne istediğini bilen, işini dünya standartlarında yapmak içini teknolojiden sosyolojiye, müzikten felsefeye pek çok farklı disiplinden yararlanan biri. Bu nedenle de Nasıl Olunur’un bölümü Kaprol’un anlatımıyla çok katmanlı; zihin açıcı.
Zamanın ruhu, korku ve heyecanları giydiklerimize nasıl yansır?
Misal; süper kahraman filmleriyle
vatkalı kıyafetlerin dönüşünün ne alakası var?
Ya da 11 Eylül, modada neleri değiştirdi?
Malum Kaprol, Türkiye’nin ilk kadın rock grubu Volvox’un da klavyecisi idi. Bir dönem Bursa’da kurulan rock gruplarından Türk ordusunun üniformalarını tasarlamaya pek çok konu sesli kitap sistemi Storytel ile birlikte yaptığımız Nasıl Olunur’un 39’uncu bölümünde…
January 1, 2020
Buyrun Serdar Erener’in ‘Nasıl Olunur?’una…
Serdar Erener; Türkiye’de reklamcılık denince ilk akla gelen isimlerden biri. Üzerinden yıllar da geçse sloganları ya da karakterleriyle aklımızda kalan pek çok reklamın yaratıcısı… Erener bu işe nasıl başladı, nasıl geliştirdi? Reklamın dünü, bugününü, yarını, markalara, içerik yaratıcılarına ve hatta gazetecilere öneriler… Hepsi Nasıl Olunur’un 38’inci bölümünde. Link de burada. “Küstah, iddialı, şanslı, meraklı ve çok okuyan”… Belki bunlardır kimilerini daha başarılı yapan…
December 29, 2019
Çok tuhaf bir hikâye
Prensler prensesler; arkadaşlıklar yazarlar; oyuncular maceralar… Bence okuyun.
Çok ilginç ve gerçek bir hikâye anlatacağım. İşim yok gibi (ki çok var) oturup yazıyorum, çünkü Türkçesi bu bağlamda yazılmaz sanırım; bir yerlerde olsun istedim.
Carter Bays, How I Met Your Mother adlı dizinin yaratıcılarından biri, yazarı.
O twitter hesabında “Size bir arkadaşımla ilgili bir hikâye anlatmak istiyorum” diye başlamış konuya. Ondan aktarabilirimsem ne mutlu.
I want to tell you a story about a friend of mine. It’s a thread. pic.twitter.com/alOnMSeBf6
— Carter Bays (@CarterBays) December 27, 2019
Bays, 1997’de 21 yaşında üniversiteyi bitirdiğinde yazar olmak isteyen bir genç. Babası Avrupa’yı gezmesi için ona bir Interrail bileti alıyor. Carter Bays, bu tura çıkmadan hemen önce kız arkadaşından ayrıldığı için planı tek başına uygulamak zorunda kalıyor.
Bir haziran günü Fas’a gidiyor. Lonely Planet’ten bulduğu üç otelden ilkine giriyor. El Muniria Otel 3 numara…
Eşyalarını atıyor, kısa süre sonra kapı çalınıyor. Ondan birkaç yaş büyük yakışıklı bir adam; “Ben Ari, Norveçliyim” diyor, “Koridorun sonunda 4 numarada kalıyorum”
[image error]
Bizimki düşünüyor, “Kim bir otelde yabancının kapasını çalar; bir şey mi çalacak, birlikte mi olmak isteyecek, din değiştirmemi mi talep edecek?”
Derken Ari konuşmaya başlıyor, öyle etkileyici biri ki…
“Biliyor musun?” diyor “Ben yazarım… ” Carter “Ben de yazar olmak istiyorum” deyince, “Ha demek o yüzden buraya geldin” diyor Ari. Carter onun ne demek istediğini anlamayınca söze giriyor: “Nasıl yani, bilmiyor musun? Üç numaralı odadasın! William Burroughs, Naked Lunch’ı (Çıplak Şölen) bu odada yazdı! Ben de dört numaralı odadayım! Kerouac, Burroughs’un el yazmalarını burada temize çekerdi, çünkü Burroughs’un kafası daktilosunu kullanamayacak kadar iyiydi!”
İçkiler, muhabbetler, partiler, yazar Paul Bowles ile tanışıp takılma… Carter, Ari’nin enerjisinden çok etkileniyor. “Herkes onunla arkadaş olmak isterdi” diyor “Ya da kadınlar sevgili… Çok etkileyici bir enerjisi vardı”.
Sonra tatiller bitiyor. Ari bir kez New York’a gidiyor. Ari, Carter Bays’ın, How I Met Your Mother’ı birlikte yazdıkları arkadaşı Craig Thomas’la da tanışıyor. Craig de Ari’ye bayılıyor… “Göçebe biriydi, sık sık bir yerlere giderdi. Sonbaharda New York’a geleceğini söyledi, geldi de. Craig de onunla tanıştı, tıpkı benim gibi bu adama aşık oldu. O Las Vegas’a taşınmadan önce üçümüz çok çılgın partilere katıldık. 22 yıl önce oldu bunlar. Onu bir daha hiç görmedim…”
Carter, bir dönem Ari’yi merak edip Google’lıyor. Karşısına ne çıksın: Norveç Prensesi ile evlenmiş arkadaşı Ari. “Çok normal” diyor, o anca bir prensesle falan evlenebilecek biri çünkü. “Neden olmasın! Çok makuldü. Tüm pozitifliği ve ışığı ile yapamayacağı şey yoktu. Onun edebiyat alanındaki yeteneğinden söz edemiyorum, çünkü Norveççe bilmiyorum. Ama hayatı yaşama şekliyle Ari bir şiirdi.” diyerek dile getiriyor Bays.
[image error]
Ari, yazar, şair ve ardından ressamlığı başlıyor. Üç kızları oluyor prensesle, 2017’de boşanıyorlar…
Ve Noel gününden sonra bir haber, her yerde. “Aktör Kevin Spacey’i 2007 yılında kendisini bir konserde taciz etmekle suçlayan Norveçli yazar ve Prenses Martha Louise’in eski eşi Ari Behn, 47 yaşında intihar etti.”
Çok acayip. Bir tuhaflık da sinema yazarı Uygar Şirin’in notuyla “Kevin Spacey’yi cinsel taciz ve saldırıyla suçlayan kişilerden üçü bir yıl içinde öldü. Biri araba çarpması sonucu, ikincinin nasıl öldüğü açıklanmadı, üçüncüsü intihar.”
Ben çok acayip ve gerçek bir hikâye; çok!
Bence güzel olan Carter Bays’ın son cümlesi: “Ari’yi yalnızca bir suçun kurbanı olarak manşetlerde görmek de kalbimi kırıyor. O bundan çok, çok daha fazlasıydı. O kapınızı tıklatan adamdı. Çünkü henüz tanışmadığınız dostunuzdu o sizin, bunu da biliyordu.” (*)
[image error]
Yazıyı yazdıktan sonra bazı tırnak arası çevirilerde, İlker Kocael’in twitter çevirilerinden faydalandım, benden daha iyi ifade etmişti:)
December 22, 2019
Yekta Kopan ile Her Umut Ortak Arar’ı konuştuk
“Yekta Kopan’la Yazar Söyleşileri’nin konuğu Her Umut Ortak Arar adlı ikinci kitabıyla Nilay Örnek” diyordu kanalın tanıtımında. İzlemek isteyenler için link burada...
Hepsiburada adlı alışveriş sitesinin kanalı HepsiTV’de bir süredir Yekta Kopan’ın da çok besleyici bir programı var. Türkiye’nin başarılı yazarlarıyla zihin açıcı, bilgilendirici sohbetler yapıyor. Ben de konuk olmaktan çok mutlu oldum. Buyrunuz linki burada…
Metin de söyle…
“Nilay Örnek’in kaleminden cesur, eğlenceli, ufuk açıcı memleket ve dünya halleri turuna çıkmaya hazır mısınız? Nilay Örnek’in son kitabı “Her Umut Ortak Arar”ın konuşulduğu bu keyifli söyleşiyi kaçırmayın.
Nilay Örnek Kitapları; http://hps.im/nilayornek
Bütün İyiler Biraz Küskündür adlı kitabıyla gönüllere ve zihinlere dokunan, yaşama sevincimizi bilgiyle destekleyen Nilay Örnek, bu kez adeta “Türkiye’nin ruhu”nu kaleme alıyor. Hınzır, eğlenceli, komik bir kitabın aynı zamanda düşündürücü, hüzünlü, çok acı şeylerden de bahsedebileceğine tanıklık edeceksiniz. Her açıdan ters köşe bir “toplumsal gelişim” kitabı!
Güzel soru: Benimle Gelir misin?
“Benimle Gelir misin?” adlı tiyatro oyunu güncelden kaçmamış, onun sıkıcılığıyla ağırlaşmamış, dertsizmiş gibi yapmamış ama karalar bağlatmamış, içine kocaman bir ‘Umut’ almış. Güldüm, hüzünlendim, duygulandım, anladım… Çünkü o da beni anlamıştı… Ebru Nihan Celkan’ın yazdığı, Sami Berat Marçalı’nın yönettiği oyunda Elif Ürse ile Başak Kıvılcım Ertanoğlu etkileyici bir oyunculuk sergiliyor
Son dönemde çok çeşitli metinler okuyorum, yapılan edileni izlemeye çalışıyorum. Dil, anlatı çok güzel, etkileyici ama sonunda “Hiç mi bugünden dertlenmiyorlar?” derken buluyorum kendimi; bugünün sıkışmışlıkları, yaşadıklarımız ucundan bile görünmeyince bende eksik kalıyor.
Ben bu akşam üzeri, Gmall Toy’da çok etkileyici bir tiyatro oyunu izledim: Benimle Gelir misin?
Tiyatro yorumlamak haddim değil ama pek beğendim.
Güncelden kaçmamış, onun sıkıcılığıyla ağırlaşmamış, dertsizmiş gibi yapmamış ama karalar bağlatmamış, içine kocaman bir ‘Umut’ almış. Güldüm, hüzünlendim, duygulandım, anladım; oyunda beni anlamış gibiydi çünkü… Son yıllarımı…
Oyun dönemin, olanların bir aşkı nasıl yaşatmadığını anlatıyordu, ben de zaten aşkı, mutlulukları, coşkuları, heyecanları ve daha pek çok şeyi yaşatmamamasına ‘ayarım’.
Oyun, bütün kademelerde “erkek, erkek, erkek, erkek, erkek, erkek, erkek, erkek, kadın, erkek, erkek, erkek, erkek” olmasına takıktı, betona ya da şehrin sürekli fetihlerine, geçmişlerin üzerine süngerler çekilmesine, “durup bakmakla” çok da bir şey olmamasına… Ben de takığım.
Belki de bu yüzden çok hoşuma gitti oyun.
Ebru Nihan Celkan’ın metni bir yana, oyunculuk, yönetmenlik (Sami Berat Marçalı), müzikler çok etkileyiciydi. Elif Ürse ile Başak Kıvılcım Ertanoğlu’nun oyunculuklarını yine haddim değil ama pek beğendim. Elif Hanım’ın sesi de pek güzel…Umut karakteriyle kendimi çok özdeşleştirdim, benim Janina’mın durup anlamaya çalışmak yerine, içine girip anlamak için elinden gelmesine şükrettim.İyi ki seyrettim; imkanınız olursa size de tavsiye ederim.
Ebru Nihan Celkan ile “karşılaşmam”, Nasıl Olunur? ‘un Özlem ve Murat Daltaban, dolayısıyla DOT ile ilgili olan bölümü için yaptığım okumalarla olmuştu. Çok istiyordum onun yazdığı bir oyunu izleyebilmek, ne mutlu ki izledim ve sevdim.
22 Aralık 2019
Fotoğraf: Deniz Akseki
December 20, 2019
Korku kuşun kanadında!
Yaşar Kemal’in, merkezine bilinmezliği, korku ve korkunun bulaşıcı etkisini koyduğu kısa romanı ‘Tek Kanatlı Bir Kuş’, usta isimlerce radyo tiyatrosu formatıyla sahneye uyarlandı. Eser, 22 Aralık’ta gündüz, 23 Aralık’ta ise akşam saatlerinde İş Sanat’ta seyirciyle buluşacak
“Ben hep korkudan korktum. Korkudan çok korktum” diyor Yaşar Kemal, ‘Tek Kanatlı Bir Kuş’ adlı kitabı hakkında konuşurken. Ve şöyle devam ediyor: “Roman yazdığım zaman içimde bir korku istemezdim. O yüzden bu kitapta da korkuyu anlattım. Kayseri’de askerlik yaptığım kasabanın üzerinde büyük bir taş vardı ve bütün kasaba bu taşın üzerlerine düşeceğinden korkuyor, taşı üzerlerine düşmesin diye demir zincirlerle bağlıyorlardı. Madem korkuyorsunuz o zaman çekin gidin diyordum. Seneler senesi bu korkuyu yazmak istedim.”
Yazmış da Yaşar Kemal… Ama yayınlatmak için 40 yılı aşkın bir süre beklemiş.
Bir uzun öykü ya da novella olarak da nitelendirilebilecek, Yapı Kredi Yayınları’nca 2013 yılında roman adı altında yayımlanan ‘Tek Kanatlı Bir Kuş’, başrolde korkunun olduğu bir eser.
KÖYDE KİMSE YOK AMA NEDEN?
‘Borges’vâri kurgusuyla dikkat çeken anlatı, Anadolu’da, çileli bir tren yolculuğuyla başlıyor. 60’lı yılların sonları ya da en geç 70’lerin başı. Yaşar Kemal, “O dönemde Anadolu’da postacıdan daha önemli bir kişi yoktu” diyor. Romanın başkahramanı da posta müdürü Remzi Bey’le onun eşi Melek Hanım.
[image error]
Tayini çıkmış Remzi Bey’in. İstikâmet Yokuşlu Köyü. Yeni bir köy, yeni insanlar, yeni ev, yeni iş onun için halihazırda birer endişe nedeniyken bu defa daha da kötü bir durum var. Tayin olduğu köy terk edilmiş. Ama kimse bu terk edişin nedenini bilmediği gibi, öğrenmeye de niyetli görünmüyor. Orası artık kimsenin yakınından bile geçmek istemediği ama bunun nedenini bile bilmediği gizemli, karanlık, terk edilmiş bir kasaba. Bu kasabaya görevli atandığı halde gidemeyen posta müdürü ile eşinin yanı sıra yalnızlık timsali, çay eksperi bir istasyon şefi, “Alamancı” bir genç kadın, dertli bir köylü, sürekli köyün yolundan geçen ama köye asla gitmek istemeyen minibüs-otobüs şoförleri romanın diğer insanları. Bir de ceviz ağacı var; her şeye şahit…
Köy, bilinmezliğiyle bir korku üretici… Ama karanlığın asıl kaynağı, köyün kendisinden çok korkunun kendisi, korkunun bulaşıcı etkisi. Korku, bir kuşu tek kanatlı bırakan, “Sakın uçma” diyen bir karabasan gibi… Yaşar Kemal’in bu son yapıtı etkileyici…
Yayınlandığı dönemde sıkça “Bir tiyatro oyunu olsa” yorumuyla birlikte anılan kitap, şimdi İş Sanat’ta müzik eşliğinde bir radyo tiyatrosu formatıyla sahneleniyor.
İlk gösterim bu pazar günü yani 22 Aralık’ta saat 16.00’da. İkinci gösterim ise 23 Aralık Pazar günü saat 20.30’da… Etkinlik ücretsiz, kontenjan salon kapasitesi ile sınırlı. Kapılar, gösterilerden yarım saat önce açılıyor.
STÜDYODA EĞLENCELİ BİR KAYDI İZLER GİBİ
İş Sanat’taki bu hikâye dinletilerinden birinde hiç seyirci olabildiniz mi bilmiyorum; bir zamanların radyo tiyatrosunu izlemek gibi. Karşınızda usta seslendirme sanatçıları var. Sahne de, anlatının geçtiği ortama uygun.
Bu hikâyeyi de sahneye uyarlayan Mehmet Birkiye şöyle anlatıyor ortamı: “Hikâye, müzik ve efektler bir stüdyoda kaydediliyor, siz de ona şahit oluyormuşsunuz gibi… Kendinizi İstanbul Radyosu C Stüdyosu’nda gibi hissedebilirsiniz. Metinler, usta isimler tarafından okunurken, bütün efektler ve müzik de seyircinin gözü önünde yapılıyor.”
[image error]
Yaşar Kemal’in ‘Tek Kanatlı Bir Kuş’unu Tilbe Saran, Metin Belgin, Bülent Emin Yarar ile Hakan Gerçek seslendiriyor. Müzik yönetmenliği ve piyano Serdar Yalçın’a, saz ve türküler Cengiz Özkan’a emanet.
Bu gösteriler için metinleri seçen ve sahneye uygun olarak düzenleyen Atilla Birkiye’ye, niye özellikle Yaşar Kemal’in bu eserini seçtiğini soruyorum. Birkiye, bir Yaşar Kemal eserini çok sahnelemek istediklerini teknik açıdan en uygun eserinin de bu olduğuna karar verdiğini söylüyor. “İş Sanat’ta 19 yıldır şiir dinletileri yapıyoruz. 9, 10 sene önce de sahneye hikâyeleri taşımaya başladık. Mehmet radyo tiyatrosu gibi sunuyor. Mekânlar simgesel… Bu gösterilerde kesinlikle teatral bir durum yok, eserin özü, metin ve müzik ön planda. Özellikle Sait Faik, Sabahattin Ali, Haldun Taner gibi modern edebiyatın temsilcilerini seçtik bugüne kadar. Yaşar Kemal’in hikâyeleri, zamanlama olarak bir, bir buçuk saatlik bir gösteriye teknik açıdan çok uygun düşmüyordu. Buysa çok uygun oldu. Üstelik çok güçlü bir metin.”
Metinle ilgili olarak Mehmet Birkiye de “Yaşar Kemal’in bu eserinde de bilinmezlik var… Kimi için heyecanlı, kimi için ürkütücü olan o bilinmezliği çok net hissediyorsunuz” diyor.
İş Sanat sahnesi de önümüzdeki pazar ve pazartesi günleri izleyecilerini, Yaşar Kemal’in kaleminden çıkan, usta isimlerce sahneye konulan bir eserle “heyecanlı bir bilinmeze” davet ediyor.
Nilay Örnek’in bu yazısı, 20 Aralık 2019 tarihinde Hürriyet Kitap Sanat Eki’nde yayımlanmıştır.
December 8, 2019
Kaybettiğimiz neşeyi bulmanın yolları
Yukarıdaki spot SİNEM DÖNMEZ’e ait. Dönmez, Hürriyet Kitap Sanat’ta Her Umut Ortak Arar’ı değerlendirdi. İşte 28 Kasım 2019 tarihli o yazı.
Nilay Örnek bir süredir, gündelik hayatımın parçalarından biri. ‘Nasıl Olunur’ adlı podcast’ini yolda yürürken dinliyorum genelde, müzik yerine. ‘Her Umut Ortak Arar’ı okurken belki de bu yüzden çok iyi tanıdığım birisinin kelimelerini okuyorum gibi hissettirdi ilk başta. Sayfaları çevirdikçe, anladım ki bu ortaklık tanıyor gibi olmaktan değil de kısmen aynı şeylere dertlenmektenmiş.
Nilay Örnek çok okuyan, okuduklarını, gazeteci refleksiyle pek çok mecrada halihazırda paylaşan biri. ‘Her Umut Ortak Arar’, Örnek’in son bir-iki yılda hem gerçek hayatta hem de sosyal medyada gözlemlediği ahvalimizi özetlemekle kalmıyor. Bize, “İyiyi gör, sevincini paylaş” diyor.
Örnek’in merakı cezbedici. Kitap boyunca daha sonra okumam, incelemem gereken yaprakları kıvırmaktan, yaşanmışlıkla doldurdum desem yeridir. Uzay Heparı’nın dedesinin Bağdat Caddesi’nin mimarı olmasından tutun da Kırşehir Kaman’daki arkeolojik kazıya, Brian Eno’nun en sevdiği albümün Arif Sağ’ın ‘Umut’ albümü olmasına, ‘Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı’ kitabının yazarı Jane Jacobs’a kadar ilginç bilgilerle dolu.
Kendisinin de dediği gibi iyiyi, bilgiyi paylaşmak kadar insanı büyüten bir şey yok. Birkaç hafta önce Bekir Ağırdır’la yaptığı podcast röportajında, Ağırdır’ın söylediği bir şey vardı, bu kitapta tam da bunu hissettim. “Tutarlılık sanıyoruz fikrimizi değiştirmemeyi” diyordu, “Halbuki bizi besleyen, ikimizin de bir şeyler öğrenerek çıkması buradan.” ‘Her Umut Ortak Arar’da Nilay Örnek, kişisel notlarını okuyucuyu şaşırtan bilgilerle, anekdotlarla bir araya getirerek hem içimize hem memlekete başka bir gözle baktırıyor.
Kötü bir şey olduğunda sosyal medyaya sarılmamızın, gündelik hayatın her alanına sirayet etmiş kabalığın, “günaydın” dememeyi iyiden iyiye alışkanlığa dönüştürmüş insanların, ifademi mazur görün, hadsizliğin, cümle cümle aslında sadece sizi değil, çoğumuzu ne kadar derinden yaraladığını fark ettiriyor. “Olumsuz, olumludan daha görünür oluyor, öfke neşeden, rahatsızlık memnuniyetten, saygısızlık anlayıştan daha çok yer kaplıyor” diyor. Kent hafızamız zayıfladıkça zayıflıyor. Bu lokmacının yerinde eskiden ne vardı, o kozmetik dükkânı eskiden neydi, unutuyoruz. Birbirimizin gözlerine bakmıyoruz, yol vermiyoruz, sanki hiç iyi bir şey olmuyor. Kabalık, zarafeti çoktan yendi. Kötü olan her şey daha hızlı yayılıyor, iyiliği konuşmak, iyi olana odaklanmak çok daha zor. Olumsuz bir şey olduğunda dalga dalga yağıyor üstümüze. Biz de çoğaltıyoruz. Kitabın en başında, gülen insanlar, sevinen insanları aradığını söylüyor. Yaşadığımız sokağı yeniden öğrenmeyi, yolda yürürken bizi mutlu eden, gülümseten küçük anları kaçırmamayı, kaçan neşemizi aramaya çıkmamızı inceden öğütlüyor Örnek.
NAZAR VAR BİZDE, NAZAR
Ve elbette, bu kitabı hep Taksim metrosundan gözlerimde yaşlarla çıktığım kitap olarak hatırlayacağım. Kitaptaki ‘Nazar var bizde, nazar’ adındaki bölümde, kurşun döken Alper/Alaattin’in hikâyesini bitirebilmek için metro merdivenlerinde epeyce oyalandım. Meselenin düğümü çözülünce benim boğazım öyle düğümlendi ki ağlamak için yukarı çıkmayı bekledim. Tam gülerken içinizi burkan, sonra biraz da umut veren bu tatlı anlatı kitabı, şehrinize, kendinize yeni bir gözle bakmanızı sağlayacak.
HER UMUT ORTAK ARAR
336 sayfa, 29 TL.
Sinem Dönmez’in yazısının linki snmdnmz@gmail.com
November 17, 2019
Çerçeve değil resim arayanlara özel podcast!
Hayat dersleri, güldüren anılar, ilginç insanlar, sosyoloji, psikoloji, bir dönemin İstanbul’u, yemekler, sanat ve daha pek çok şey… Changa’nın kurucuları Tarık Bayazıt ve Savaş Ertunç’la yaptığımız “Nasıl Olunur?” yayınında…
Storytel ile birlikte yaptığımız “Nasıl Olunur?” adlı podcastimin bu bölümünde ilk defa “şu anda aktif olarak o işi” yapmayan insanlar var. Ama işlerinde çok iyiler! Yeni bölümde konuklarım Changa, ardından da Müzede Changa adlı restoranların kurucuları, Türkiye’deki yeme-içme sektöründe oyunu değiştiren iki isim; Tarık Bayazıt ve Savaş Ertunç. Kurumsal işlerden daha yaratıcı işlere geçişe, bir dönemin “yükselen İstanbul”undan güldüren anektodlara çok keyifli bir sohbet sizleri bekliyor. İşte sohbet linki…
Azıcık da olsa bir gencin hayatına dokunmak! Paha biçilemez…
Esra Şahin, çalışma alanını tıptan gastronomiye kaydırmış bir kadın, kızıyla çok ilgili bir anne. Üniversiteye hazırlık döneminde yaşadıkları kafa karışıklığında, “Nasıl Olunur?” bölümlerinden birinin (Meriç Eryürek ile Bilgisayar Oyunları dünyasını konuştuğumuz bölüm) derman olma hikâyesini anlattı; e ben de biraz sevindim… Güzel hikâye, okursanız…
Sesli kitap uygulaması Storytel ile birlikte yaptığımız “Nasıl Olunur?” adlı ‘podcast’lerle ilgili hep “16 yaşında, ne yapacağını bilmeyen gence de iyi gelebilir, bizim gibi belli yaşında mesleksiz kalmış insanlara da ufuk açabilir…” diyorum.
Bugüne kadar podcast’ler ile ilgili pek çok güzel mesaj aldım ama Antalya’da karşılaştığımız Esra Şahin ve kızıyla ilgili olanı özellikle paylaşmak istiyorum. Belki diğer bölümler, ya da özellikle ‘o bölüm’ başkalarına da ilham olur… Esra Hanım bana bunu Antalya’da meze festivalinde anlatmıştı, sağolsun yazmış da… Paylaşayım:
“Bazen çok büyük umut ve motivasyonla bazı işler yapar, çok çabalar, çok sever, çok uğraşır, didiniriz. Yeterince takdir edilmediğimizde ya da takdirler bize yeterince ulaşmadığında içten içe heyecanımız azalır, motivasyonumuz düşer, belki biraz da gizliden inciniriz. Bu yazıyı da eğer öyle anlanırız olursa yeniden toparlanmanız, ne kadar doğru bir yolda olduğunuzu hatırlamanız için yazıyorum haddim olmayarak:)
Sizi ilk Şehirli Sofralar’da içtenliğiniz ve hoşluğunuzla tanıdım. Doğal ve samimi oluşunuzla aileden biri gibi hissettim sizi. Sonra Instagram’dan takip etmeye başladım. Sonra da podcastler geldi. İyi ki geldi. Şimdi size, siz farkında bile olmadan birilerinin hayatına nasıl dokunduğunuzu anlatıcam.
Lise 3. sınıfa giden bir kızım var. Seneye üniversite sınavına girecek kısmetse. Liseye başladığından itibaren kendine bir hedef belirlemesini, böylece daha planlı çalışabileceğini söylüyoruz. Ama çoğu zamane genci gibi benim kızım da ne istediğini bilmez bir halde gönül gezdiriyor; onu mu yapsam, bunu mu seçsem şeklinde. Kendini tanırsa bu seçimin da kolay olacağını söyledik hep. Nelerden hoşlanırsın, nasıl birisin, neleri yapmaktan keyif alırsın gibi. Derin araştırmaları sonucu bulduğu cevaplar oyun karakteri tasarlamak ve Kore’de çalışmak ve yaşamak oldu. Yaklaşık 4 yıldır önce kendi çabasıyla şimdilerde de kurs desteğiyle Korece öğreniyor zaten. Gayet de başarılı.
Bizse bu ikisini birleştirip ne yapılır noktasında son derece cahil olduğumuz için pek fikir yürütemedik açıkçası. Babası o zaman mühendislik oku, Kore’ye git diyordu. Ben de ya iyi bir bölüm seç Kore’de oku, ya da herhangi bir şey oku, Erasmus’la Kore’ye gidersin dedik hep. Neden? Çünkü bizim de vizyonumuz ve bilgimiz çok sınırlıymış sayenizde öğrendik. Ona yardımımız ve yol göstericiliğimiz ancak bu kadardı. Taa ki bir yolculukta sizin Sn. Meriç Eryürek’le sohbetinizi dinleyene kadar. Yol boyu “Aaaaaa, Aa, inanılmaaaaz” nidaları ile podcast’i dinlerken bize bambaşka, hakkında hiç bir fikrimizin olmadığı bir dünyanın kapılarını açtınız. Hiç bilmediğimiz bir meslek olduğunu, dünyada neler olduğunu o podcast’le öğrendik. ‘Bunlar da varmış’ dedik.Ve o gün kızım ve bizim için bir dönüm noktası oldu adeta. Hedef koyamadığı için çalışma motivasyonu düşük olan kızım sayenizde mesleğini hatta üniversitesini seçti. Bugün de İstanbul’daki üniversiteleri gezmeye gitmişlerdi okulca, Bahçeşehir’in önünden foto atmış bana. Seneye ne olur bilmem, kazanır mı kazanmaz mı, fikri değişir mi değişmez mi? Ama en azından bir motivasyon, başka bir bakış açısı, dünyada bunlar da oluyormuş vay beee hissi yaşadık sayenizde. Hiç bilmediğimiz bir mesleği keşfettik. Eğer gerçekleşirse yarattığı kelebek etkisinin ve bir insanın hayatını değiştirebilmenin gücünü hissedebiliyor musunuz? Bu muhteşem bir şey.
[image error]Gencecik Esra Hanım’ın boyu kadar bir kızı var. Ve Antalya Akra Barut Otel’de her sene düzenlenen Meze Festivali’nde ikinci karşılaşmamış. Bu sene beni görmeyi özellikle beklemiş, bu hikâyeyi anlatmak için. Kötü günlerimde iyi hissetmem için, harika değil mi? Ben de bana yazmasını rica ettim, sağolsun üşenmemiş. Satırına dokunmadım, ne de güzel yazmış.
Kısacası, her ne yapıyorsanız yapmaya, böyle güzel yapmaya devam edin. İnanın size geri dönüş yapamasalar da bir çok kişinin hayatına dokunuyor, mutlu ediyorsunuz. Yürekten çok çok sevgiler.
Ve tabii kocaman bir teşekkür de harika anlatımıyla, akıcı sohbetiyle bizi hem eğlendiren hem de bilgilendiren Sn. Meriç Eryürek’e. Heyecanının devamı dileğiyle.”