Nilay Örnek's Blog, page 16

March 28, 2019

Zeynep Atakan anlatıyor: Nasıl film yapılır, nasıl yapımcı olunur?

Storytel desteğiyle Nilay Örnek’in hazırladığı ‘Nasıl Olunur?’ adlı podcast serisinin ikinci bölümünün Nuri Bilge Ceylan filmlerinin unutulmaz yapımcısı Zeynep Atakan…





‘Nilay Örnek ile… Nasıl Olunur?’da ikinci bölümde, ülkemizde ‘bağımsız film yapımcılığı’ denilince ilk akla gelen isimlerin başında gelen, Nuri Bilge Ceylan filmlerinin yapımcısı ve Türkiye’nin uluslararası anlamda en başarılı ve tanınan sinemacılarından Zeynep Atakan ile film yapımcılığına dair benzersiz bir sohbet sizi bekliyor. Bu sohbetle bir film yapmak için oluşması gereken şartlardan iyi bir yapımcının hangi özelliklere sahip olması gerektiğine pek çok konuda bilgi edinebilirsiniz. Zeynep Atakan, uzun yılların birikiminden damıttığı önerileri bu podcast’te özetliyor…





(Metin: Storytel-Ali Alpgezmen, Podcast kurgu, ses kaydı: Storytel-Barış Çakmakçı)





[image error]Sevgili Zeynep ile ders gibi program yapmışız valla. Onun başarısı:) Fotoğraf: Berk İmamoğlu



Ana görseldeki fotoğraf: Jiyan Kızılboğa

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 28, 2019 11:51

İsmail Küçükkaya, Nasıl Olunur’da anlatıyor…

İsmail Küçükkaya, Nilay Örnek’in hazırlayıp sunduğu ‘Nasıl Olunur?’ adlı podcast serisinin konuğu oldu; gazetecilik, siyaset ve bu dönemin gerçekleri üzerine konuşuldu





Hafta içi her sabah Fox TV’de Çalar Saat’i hazırlayıp sunan İsmail Küçükkaya, basılı gazetelerden televizyon haberciliğine geçiş sürecinde yaşadıklarını anlattı. Küçükkaya sabah haberlerini sunmaya başlamasa ne yapacaktı, siyasete atılır mı, Türk medyasına dair unutmadığı ve kırgın olduğu duyarsızlık hangisi, Muharrem İnce ile o seçim günü sonrasında neler yaşandı, “Her tarafla iyi anlaşıyor” eleştirilerine ne diyor, güvenilirlik anketlerini niye önemsiyor? İsmail Küçükkaya ile gazetecilik, siyaset ve bu dönemin gerçekleri üzerine ilgi çekici bir röportaj dinlemek isteyenler için…





(Metin: Storytel-Ali Alpgezmen, Podcast kurgu, ses kaydı: Storytel-Barış Çakmakçı)

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 28, 2019 11:50

Serdar Kuzuloğlu anlatıyor: Nasıl profesyonel konuşmacı olunur?

Serdar Kuzuloğlu, Storytel desteğiyle hazırlanan ‘Nilay Örnek ile… Nasıl Olunur?’ adlı podcast serisinin ilk bölüm konuğu…





Gazetecilikten profesyonel konuşmacılığa nasıl geçti? Ne gibi zorluklar çekti, çekiyor? Bu işin perde arkası nasıl? İyi bir konuşmacı olmanın formülleri nelerdir? Tek kişilik gösteriler bu dönemde niye arttı? İkizleri yeni dünyaya gelmişti, bir purosu ve 34 TL’si kalmıştı… Sonra neler oldu:)? Türkiye’nin profesyonel anlamda en çok konuşma yapan kişilerinden Kuzuloğlu anlatıyor Buradan dinleyebilirsiniz









[image error]Böyle konuk bulunca… Şükür duası mıdır artık nedir:) Fotoğraf: Berk İmamoğlu



G

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 28, 2019 11:41

Harika isimler, şahane öğretiler… ‘Nasıl Olunur?’ adlı Podcast’imi dinlemek ister misiniz?

Serdar Kuzuloğlu, Zeynep Atakan, İsmail Küçükkaya, Murat Meriç ve İbrahim Selim… Alanlarında çok iyi, çok kıymetli, zamanları pek değerli insanlar bir telefonumla geldiler, konuk oldular. Storytel desteğiyle, onların ofisinde yayınlar yaptık… İşte ilk 5 bölüm… Ücretsiz… ‘Nilay Örnek ile… Nasıl Olunur?’





Bugün benim için tarihi bir gün: Hayatımda yaptığım ilk podcast bu akşam yayına giriyor. Hem de benim izleyenler bilir, uzun zamandır çok sevdiğim, iyi bir dinleyicisi olmaya çalıştığım Storytel ile yaptık bu çekimleri…





Podcast nedir, henüz bilmeyenler için yazdım ama kısaca ‘cansız radyo kayıdı’ gibi düşünün.





Programımın adı ‘Nasıl Olunur?’ Mesleğinde usta isimlerle o işe nasıl başladıklarını, o işi iyi yapmak için püf noktaları, ilginç anektodları soruyorum.





Sağolsunlar alanlarında çok iyi, çok kıymetli, zamanları pek değerli insanlar bir telefonumla geldiler, konuk oldular.





1 saatlik röportajlar yaptık.





Serdar Kuzuloğlu, ilk konuğumdu, nasıl profesyonel konuşmacı olunur, kendi deneyimleri ışığında anlattı.





Zeynep Atakan, Nuru Bilge Ceylan filmlerinin yapımcısı. Film nasıl yapılır dersi verdi 40 dakikada, şahane…





İsmail Küçükkaya ile siyasetten gazeteciliğe, gündelik hayatımızın bize getirdiklerinden onun televizyon tecrübesine pek çok konuyu masaya yatırdık…





İbrahim Selim, çok yönlü oyuncu olmayı anlattı…





Murat Meriç ile müzik yazılarını konuşurken Ezhel’den Zeki Müren’e müzikli Türkiye tarihini konuştuk… Daha ne olsun…





Linklerini her türlü paylaşacağım… Lütfen dinleyin. Ve daha bu ilk 5 bölüm… Gerisi de geliyor… Gazetecilik yapacak bir alan daha buldum diye seviniyorum Storytel sayesinde, dinlemek ücretsiz…









Ana Görsel Fotoğraf: EMRE YUNUSOĞLU

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 28, 2019 11:38

Podcast nedir? Podcast ücretsiz midir? Podcast nasıl dinlenir?

Sıkı bir ‘sesli kitap’ (Storytel), hiç de fena olmayan bir podcast dinleyicisi olduğum için herkes biliyor sanıyordum. Ama çok kişi bu yararlı, bu ücretsiz, bu zaman kaybını önleyen öğretici mecrayı yani podcastleri bilmiyormuş. Bu yüzden bir not düşeyim istedim: Podcast nedir? Podcast ücretsiz midir? Podcast nasıl dinlenir?





Podcast benim deyimimle ‘cansız yayın’. Hatta istediğiniz zaman dinleyebileceğiniz bir radyo yayını gibi de diyebilirim… Çeşitli amaçlarla yapılıyor ama benim esas dinleme nedenim ‘bilgi almak’.





Podcast sözcüğü 2000’li yıllarda “iPod” sözcüğündeki pod (küçük kapsül) ve ‘broadcast’ (yayın) sözcüklerinden oluşturulmuş; podcastlar ilk defa Apple tarafından iPod için geliştirilmiş olsa da bugün her türlü ses veren mecradan dinlenebiliyor. Spotify, iTunes bu alanın popüler mecraları…





Amerika’da podcast’leri merakla beklenen, sadece bu işle ünlü olan pek çok kişi var. Türkiye’de ABD ya da Avrupa’daki hızıyla yayılmamış olsa da pek çok alanda podcast var.





Youtube ya da radyo yayınlarının podcast olarak dijital mecraya aktarılmasıyla oluşturulmuş ürün çok ancak özel olarak sadece podcast olsun diye yapılmış iş az. Bu arada iTunes üzerinden sunulan podcast’ler tamamen ücretsiz.





iTunes ya da Spotify’a podcast yazdığınızda bir dolu içerik çıkacaktır (Ben genellikle Türkçe podcast yazıyorum) ilgili olduklarınıza ‘tıklayıp’ dinleyebilirsiniz.





İşinde etkili, tecrübeli kişilere kendileriyle ve meslekleriyle ilgili sorular yönelttiğim ‘Nilay Örnek ile Nasıl Olunur?’ adlı podcast serisi sadece podcast olsun diye özel yapılmış özenli işlerden.





Türkiye’de sesli kitap işinin en başarılı temsilcisi olan Storytel’in stüdyolarında onların fiziksel ve tabii ki manevi desteğiyle yapıldılar.





Umarım seveceksiniz…





























Bu arada daha fazlasını merak edenler için ‘Podcasting’ ile ilgili derli toplu bir bilgiyi de burada paylaşıyorum:





PODCAST NEDİR?





Podcasting, çoğunlukla dizi halindeki dijital medya ürünlerinin (radyo programları, videolar vs.) internet üzerinden -genellikle feed (bildirim) yoluyla- bilgisayar ve taşınabilir cihazlara (cep telefonu, tablet vs.) indirilebilecek şekilde yayınlanması. Bu şekilde indirilmiş dosyalara ise podcast denir.





Podcast sisteminin internetten bir programın ses ya da video kaydını indirmekten farkı ‘feed’ kullanılması ve böylece her yeni bölümü özel yazılımların izleyerek otomatik olarak yükleniyor olmasıdır. Podcast sistemi sayesinde amatör radyo/televizyon programlarına abone olunarak herhangi bir zamanda, herhangi bir cihazla izlenebilir.





ÜCRETSİZ İÇERİK





iTunes üzerinden sunulan podcast’ler tamamen ücretsizdir.





Abonelerin programdan her seferinde aynı keyfi alabilmesi için, podcast’lerin her bölümü genellikle aynı formatta yayınlanır (örneğin ses veya video formatında). Dil dersleri gibi bazı podcast’ler, daha etkili bir öğretim için video ve belge gibi birden fazla dosya formatı kullanabilirler.





Podcast dinleyicileri için podcast’ler, dünyanın dört bir yanından gelen ücretsiz içeriklerden yararlanmanın harika bir yoludur. Podcast yayıncıları açısından podcast’ler, daha geniş bir hedef kitleye ulaşmanın harika bir yoludur.





KULLANIM ALANLARI





Podcasting, çevrimiçi yayının üyelik gibi yollarla kullanıcılara ulaştırılmasıdır. Birçok podcast, MP3 ve görüntü dosyaları biçimlerinde olup RSS protokolüyle yayınlanır. Podcasting, kullanıcılarının herhangi bir zamanda kullanabildikleri dergi ya da belgesel gibi eğitici yönü olan yayınların hepsini içine almaktadır. Bu elemanlardan farkı duyma ve görme yoluyla iletilmesidir.





Podcasting’in ortaya çıkışındaki amaç bireylerin kendi dinletilerini dağıtmalarıydı.





Hızla ve çok fazla yolla genişleyen alan günümüzde özellikle eğitim amaçlı, tanıtım gibi alanlarda ve hatta emniyetten sorumlu kurumların dahi güvenlik amaçlı kullanımına girdi. Eğitim alanındaki işleviyle podcasting, öğrencilerin ve öğretmenlerin herhangi bir zaman ve yerde bilgiyi paylaşmalarını sağlayabilmektedir. Bu özelliğinden dolayı uzaktan eğitimdeki yeri önemlidir.





Podcastların eğlence amaçlı kullanımı dışında eğitim amaçlı ve iş amaçlı kullanımı da yaygınlaşmaktadır. Örneğin öğrencilerin çeşitli dersleri podcast olarak takip etmesi ya da iş dünyasında çeşitli verilerin podcastlar sayesinde takibi mümkündür





AVANTAJLARI





Herhangi bir zamanda izleme veya dinleme

Tekrar izleme veya dinleme

Ücretli veya ücretsiz abonelik sistemi sayesinde yeni bölümlere kolay erişim

İnternete bağlanan herhangi bir cihaz üzerinden kolayca yayın yapabilme

Çabuk değişen verilerin sık sık güncellenebilmesi





Kaynaklar, apple.com / http://kursattaydas.net/podcast-nedir/





28 Mart 2019, İstanbul

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 28, 2019 06:11

March 24, 2019

Japon denizlerinde iki dakika

Paris’te videolu, müzikli, sanatlı dev bir gösteri: Van Gogh Starry Night
Atelier Des Lumieres’in.
Gösterinin bir kısmı Dreamed Japan’dı ki ben onu ve ruhunu daha çok sevdim. Hokusai, deniz ve balık sevenler sever bence

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 24, 2019 23:35

Kafa Radyo Kitap Kafası’nda beni dinlemek isterseniz…

Malum 13 Şubat 2019 tarihinde yeni bir radyomuz daha oldu; Kafa Radyo. İstanbul’da 89.6 frekansından yayın yapan Kafa Radyo’daki ilgi çekici programlardan biri de Kafa Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Ayça Derin Karabulut’un ‘Kitap Kafası’ adlı programı. Çarşamba akşamları 20.00’de…





Oraya konuktum podcast olarak konulmuş. Dinlemek isteyip de kaçıranlar için paylaşayım dedim. Altta müzik olunca ‘mizofoni’den muzdarip olduğum için ben zor dinledim ama öyle bir derdi olmayana çok keyifli gelecektir:)





Buyrunuz.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 24, 2019 07:08

March 20, 2019

Bunca yılın ‘sol’ açık oyuncusu İsa Çelik’le bir Ölmeme Günü muhabbeti

Fotoğraf sanatçısı, ressam, tasarımcı, illüstratör, oyuncu, heykeltraş İsa Çelik ile buluştuk. 70’li yılların edebiyat dünyasından Ölmeme Günü’nün en gerçek hikâyesine, Tomris Uyar’dan Oğuz Atay’a, Orhan Pamuk’tan Melik Cevdet Anday’a pek çok isimle ilgili ilginç anıya… Konuştuk…





NİLAY ÖRNEK





Beyoğlu’nda, İstiklal’den Galata Kulesi’ne inerken en belirgin binalardan, hanlardan biri… Birkaç kat çıkıyoruz. Eski nesil dev kapılar… Kapıda şahane el yazısıyla bazı notlar; kimi zili çalana yazılmış -biraz beklenmesini rica ediyor- kimiyse posta getirenlere… Yüksek tavanlı, çok odalı, bol kitaplı, resim, heykel ve fotoğraflarla çevrili, eski nesil kapı kilitlerinden tarihi fotoğraf makinelerine obje zengini, saksılarca bitki dolu bir ev… 





Arada afişler, gazete küpürleri, telefon numaraları, kendisine -ya da belki ziyaretçilerine- salık verdiği bir takım yazılı nasihatler, özlü sözler… İlaç kutusu var mesela, üzerinde “Birçok şeyi yarım bileceğinize, bir tek şeyi tam bilin” yazıyor, telefonu ve kan grubu ile birlikte. 





Caz müzik değişmez arka fon. Ara ara martı sesleri eşlik ediyor. Özenli, çok güler yüzlü, candan ve bol muhabbetli, paylaşımcı bir ev sahipliği…





İşte ressam, tasarımcı, illüstratör, oyuncu, heykeltraş ve tabii ki fotoğraf sanatçısı İsa Çelik’in aydınlık evi…





[image error][image error][image error][image error][image error]



[image error]



İYİ Kİ DOĞDUN İSA ÇELİK…





Bilmiyoruz ki, Aylin ile benim onu ziyaret ettiğimiz gün, 60’ıncı sanat yılını kutlamış olan bu usta ismin 75’inci de yaşgünü aynı zamanda…





Özgeçmişi “1944 yılında Mersin’in Gülnar ilçesinde doğdu” diye başlar da, gün yazmaz; 19 Mart imiş meğer! 





Biz muhabbet ederken, “Şahane ışın kılıçları tasarlıyor” dediği oğlu Baran arıyor da, biz de öyle haberdar oluyoruz. Elimizde bir pasta yok, mum yok…





Ama İsa Çelik, 4 saatlik muhabbetimiz boyunca geçmişe doğru pek çok ışık yakıyor, bazı mevzuları aydınlatıyor…





İşte bu yazı, onlardan birer ‘kuple’, 26 Mart öncesi bir Ölmeme Günü tazelenmesi, İsa Çelik ve onunla yürümüş pek çok edebi karaktere dair bazı notlar… Hadi başlayalım.





[image error]



[image error]



[image error]




EN GERÇEK, ‘ÖZ’, DOĞRU ÖLMEME GÜNÜ ANLATISI





Bizim tanışmamız 2013 Mart’ı.





Ben Akşam Haftasonu Ekleri’nin Yayın Yönetmeniyim, pazarları da köşe yazıyorum. 17 Mart’taki köşem tam sayfa “26 Mart ‘Ölmeme Günü’ne davetlisiniz” başlığıyla çıkmış (Buradan bakabilirsiniz ama hikâyenin en doğru hali aşağıda.)





Şimdi bir ‘gugıllama’ ile onlarca ‘Ölmeme Günü’ yazısı bulursunuz; ama o tarihte hiç yok. grizine.com‘daki arkadaşlarım anlatmışlar bana da, ben de Haluk’tan (Kuruoğlu), Papatya’dan (Tıraşın) biliyorum mevzuyu… Ama işte Aylin Kement, o Ölmeme Günleri’ne tanıklık etmiş İsa Çelik’i bulmuş, Safa Meyhanesi’nde buluşturuyor bizi.





Birlikte kutluyoruz Ölmeme Günü’nü. İsa Çelik o gece de, bugünkü gibi. Sanki o muhteşem hafızası yetmiyormuş gibi bir de hazırlıklı. Fotoğraflar getirmiş, ayrı kâğıtlara da ‘Kim kimdir?’ çizimleri yapmış. Bütün gece bize anlatıyor.





Bugün internette ‘kopyala yapıştır’ işi pek yaygın olduğundan, eski ‘hatalı’ halleri yayılmış olsa da, biz o gece ilk yazılarımızdaki hataları da öğreniyoruz birinci ağızdan.





[image error]



[image error]İSA ÇELİK BU FOTOĞRAFLARI TRIPOT YARDIMIYLA ÇEKMİŞ



İŞTE HATALAR, İŞTE GERÇEK





Genel anlamda nedir yapılan en büyük yanlışlar:





1- Ölmeme Günü’nün doğuş hikâyesi, bir hanımefendinin vücudundaki ‘iğne yürümesi’ ve buna bağlı ölüm korkusuna dayanmıyor! İsa Çelik’in teyzesiyle ilgili anlattığı bir hikâyede varmış bu, ama nereden o şekle bürünmüş; o da bilmiyor.





2- Cemal Süreya o masalarda yok; belki herkes “Rakı içtiğin gün ölmezsin”den ona bağlıyor -bağlıyoruz- ama “O masalarda Cemal Süreya yoktu” diyor İsa Çelik.





3- Ben hiç o hallerini görmedim ama İsa Bey, “Bazı yerlerde ‘Herkes sevgilisiyle gelirdi’ yazılıyor ya da ‘Önce Karşı’da İsmet Baba’da toplanılmıştı’ diyorlar ama bunlar yanlış. İğne ve Cemal Süreya’nın varlığı da öyle” diyor. 





E o günlerin şahidi olan o… Ondan dinlemek gerekiyor. (Ben ondan öğrendiğim ile şöyle yazmıştım o günü, bu yazıyı severim https://wp.me/p79ANb-cJ )





İsa Çelik, şöyle anlatıyor Ölmeme Günü’nü…






Bir gün Tomris (Uyar) aradı,
– Şu gün Krepen’de Neşe’de buluşacağız, dedi.
Krepen pasajı, Beyoğlundaki Çiçek Pasajı’nın yan girişinin tam karşısında, şimdiki Aslı Han’ın olduğu
yerde, içinde ‘salaş’ meyhanelerin bulunduğu bir pasajdı. Adını kim değiştirmişse, değiştirmiş, ‘Resmi adı’, ‘Krizantem Pasajı’ olmuşmuş, ama kimse, Krizantem demezdi. Ya ‘Krepen,’ ya da, Çiçek Pasaj tarafındaki girişine sarhoşlar işedikleri için olsa gerek ‘Sidikli Pasaj’ derlerdi. Pasajın üç girişi vardı. Öteki iki girişinden biri, Balık Pazarı tarafında, biri de, öbür tarafta, İngiliz Konsolosluğu tarafındaydı. Ben genellikle, daha temiz diye, bu girişi yeğlerdim. Beş meyhane vardı pasajda. İmroz, Kadir’in Yeri, Deniz, Hoş Gör ve Neşe. Biz, nedense, genellikle Neşe’de
otururduk…
26 Mart. Neşe Restaurant. Lokantanın orta yerine,
dört masa birleştirilerek, bir uzun masa yapılmıştı.
Beyaz formika masaların üstü, her zamanki gibi,
örtüsüzdü. Servis tabakları olarak, o zamanlarda,
pahalı olmayan yemek yeme ve içki içme yerlerinde
pek ‘revaçta’ olan yaprak desenli melâmin tabaklar
konulmuştu… Dibi kalın rakı bardakları ikişer ikişerdi
ve yanlarında da paslanmaz çelikten metâl küllükler
vardı…
‘Müdavim Meyhaneleri’nde ‘erbap’ meyhaneci, kimin ne içeceğini, ne kadar içeceğini, ne yiyeceğini, neyi ne zaman yiyeceğini iyi bilir. Biz gelmeden beyaz peynir, fasulya pilakisi, pancar turşusu, fava, bol sumak, kırmızıbiber ve maydanozla ‘halledilmiş’ soğanlı arnavut ciğeri, lâkerda, üstüne ince ince dereotu kıyılmış çiroz, kılçıkları ayıklanmış, yüzyüze
yapıştırılarak kızartılmış hamsi kuşları ve sevdiğimiz
pek çok başka meze tabağını, çoktan yerleştirmişlerdi
masaya… Ortalarda, mavzer gibi, soğuk, büyük yeni
rakılar vardı ki, can dayanmaz…

***
Birer ikişer geldik; öpüştük koklaştık, oturduk. Hoş
beş, hâl hatır, şu bu… Ondan bundan, şundan bundan konuştuk… Rakılarımızı doldurup, ‘eşinme’ faslını fazla uzatmadan, kadehlerimizi ‘çakıştırdık’. Can Yücel, Salim Şengil, Nezihe Meriç, Edip Cansever,
Tomris Uyar, Turgut Uyar, Turgut abi’nin oğlu Tunga
Uyar, Muhteşem Sunter, Mehmetcan Köksal, Dürnev
Tunaseli, Pertev Tunaseli, Ömer Uluç ve ben. İlk yıl,
ekip bu kadardı. O yıldan sonra her yıl, çoğalarak
toplandık.
Tomris’e, niye toğlandığımızı sordum.
– Bu gün, ‘rakı ve özgürlük günü’ olsun istedik.
– Biraz sert değil mi, hani hepimizin başının pamuğu
yanık da… Dedim. 1981 Yılı. 12 Eylül kâbusu, herkes gibi, bizim de
üstümüzde. İki kişi yan yana gelmeye çekiniyor. Ben
kendi payıma, sekiz mi, dokuz mu yerden, suçsuz
yere, aranmaktaydım. Görsel Sanatçılar Derneği
Başkanıydım aranıyordum, Perde ve Sahne
Sanatçıları Sendikası Yönetim Kurulu üyesiydim
aranıyordum, Barış Derneği Üyesiydim aranıyordum…
Say gelsin…
– Olsun! Dedi.
Hafifçe ‘sert’ bir isimdi, ama olsun. ‘Koşarken belli
olmaz’dı… Öyle, ‘karşı ihtilâl’ falan yapacak değildik
nasıl olsa. Oturup, paşa paşa, rakı makı içecektik,
sohbet edecektik, sahiden Kandilli Sırtlarına bahar-
mahar gelmişmiymiş gelmemişmiymiş, onlardan,
bunlardan söyleşecektik, yavaştan yavaştan özlem
giderecektik, o kadar… Kim yeni yeni ne yapmış ne
etmiş…
Biz masanın beri yanındayız.
Tombalacı İsmet elinde tombala torbasıyla şıkır şıkır
geldi. Neşe’nin sahibi, Bayram da, Boğaz’da bir yerde
Garson olan Erol da, Tombalacı İsmet de masamıza
her zaman ‘müsaade’ isteyip oturabilenlerdendiler…
İsmet torbasını bir iki şıkırdattı. Bekliyor. Belli ki,
oturmak istiyor. Buyur ettik.
Bir ara Tomris, Tombalacı İsmet’e, “neden keyifsiz
olduğunu”, sordu. İsmet, ‘bir şeyim yok’, falan
gibilerden bir şeyler diyerek geçiştirmek istedi. Ama
‘ölük’ bir hali vardı. Üsteledik, konuşmadı. Tomris,
garson arkadaşa, açılmamış bir büyük Yeni Rakı
söyledi. Gelen rakıyı İsmet’e veren Tomris,
– Bu rakıyı, gelecek yıl aynı gün getir beraber içelim,
dedi.
Ben karşı çıktım.
– Bu herif bunu bekletmez, yarın içer. Üstüne bir kâğıt yapıştırıp imzalayalım, diye önerdim.
Rakının üstünü kâğıtla kaplayıp masadaki herkese
imzalattık verdik. ‘İsmet al bu rakıyı, sakla, gelecek yıl gene bugün, 26
Martta burada içelim, ‘bir yıl daha ölme, bir yıl daha
ölmeyelim’ demekti bu.
‘Dünya Ölmeme Günü’nün isim anası Tomris
Uyar’dır. Böyle hoş ve şık şeyler Tomris’ten çıkardı,
gene ondan çıktı.

En ‘ölük’, en ‘bitkin’imiz kimse, o yıl, şişe imzalanıp,
o’na veriliyordu, saklaması ve bir yıl sonra aynı gün,
bereber içmek için… Sonra da herkes o boş şişeleri
saklayacaktı…
***
Muhteşem Sunter, Turgut Uyar, Edip Cansever, Tombalacı İsmet öldüler. Onlardan sonra bir iki kez daha toplandık, ama acı geldi.
Hangi yıldı unuttum. Tomris’le Çiçek Pazarı’nın
girişinde buluştuk. Anılarımız şehitliğe dönmüştü.
– Gitmeyelim oraya, dayanamayız. Dedik. Gittik
Cavit’te oturduk.
Bir daha da 26 Martlarda toplanmadık… (*)


(*) Sözcükler Edebiyat Dergisi
Mayıs-Haziran 2017/3
Sayı: 67




[image error]



[image error]



MERCANKÖŞKLÜ RAKI





Evindeyiz; Saat 5’i geçti diyor İsa Bey ve bize birer duble rakı koyuyor, bir armut getiriyor, “Aylin sen de bunu soy” diyor, Aylin tek kabuk soyuyor armudu o eve yaraşır şekilde; bravo.





Kadehlerin içine birer mercanköşk koyuyor pencere pervazındaki saksılardan birinden… “Mercanköşk ve nane arsızdır. Sana da vereyim” diyor. Ama çıkarken unutuyorum tabii.





‘YAZININI BEĞENMEDİĞİM KİMSENİN FOTOĞRAFINI ÇEKMEDİM’





Bugüne kadar pek çok kitap kapağı tasarımı yapmış, yayıncı ve yazarlarla çalışmış, yazar fotoğrafı çekmiş biri İsa Çelik.





“Hiç okumadığınız kitapların ya da yazarların da kapaklarını tasarladınız mı?” diye soruyorum.





“Hayır” diyor, “Binlerce kitap kapağı yaptım. Hayatımda hiçbir kitabın kapağını okumadan yapmadım. Sadece iki kitap var istisna… Biri İngiltere’den ısmarlanan bir kitaptı. İngilizce basılacaktı, onu anlattırmıştım. Biri de ‘Türklerin Tarihi’… Türkler’in tarihini de biliyoruz yani biraz…”





Ve ekliyor İsa Bey: “Ben bir yazarın kitabını okumadıysam fotoğrafını çekmiyorum. Kitabını okuyup da edebiyat olarak bir şey bulmadıysam, ister roman, ister şiir yazsın onun da fotoğrafını çekmiyorum. Türkçesi çok kötü olanların hiç çekmiyorum…”





Roman gibi sözlük okuyanlardan İsa Çelik, sözcüklere, etimolojisine takıyor, seviyor araştırıyor.





Yeni çalışmaları izleyip izlemediğini soruyorum, “Çoğunu acıyla izliyorum” diyor, “Fotoğrafı dikeyden yatay hale getirmek için sündürenler var, acı çekiyorum görünce” diye de ekliyor.





DENİZANALARINDAN BİTKİLERE





Edebiyattan, eski günlerden konuşuyoruz ama bu, ara ara fosillerden denizanalarından ya da bitkilerden söz açmamıza engel değil. 





“Bugüne kadar tutturamadığım bir bitki olmadı” diyor İsa Bey, arada maydanoz ekme taktiğini, kocaman büyüttüğü ‘baabab’ını ve onun toprağına işeyen kedisini, ‘yaprağı güzel’ bitkisini, 15 gün unutup da sigara naylonunun içinde getirdiği bitkiyi nasıl köklendirdiğini anlatıyor.





Aldığı dallara, aldığı yerlerin ismini veren, misal “TRT Radyo Evi” adlı bir çiçeği olan annemi anlatıyorum ona; kahkahalarla “Doğrusu o” diyor ve alkışlıyor.





[image error]



OĞUZ ATAY’IN NİKAH GÜNÜ… ASLINDA RENKLİ





“O kadar sanatçının, edebiyatçının portresini çektiniz. Sizin onlarla fotoğrafınız var mı?” soruma “Pek ender olarak var” yanıtını veriyor.





‘Sözcükler’ dergisinde çıkan, yıllar sonra yayımlanan Pakize Kutlu ile Oğuz Atay’ın nikâh günü fotoğrafını soruyorum.





“Oğuz Atay, Oğuz benim çok yakınımdı” diye söze başlıyor: “Davetiye bitmiş, ağızdan söyledi, gitti. O gün sanayi çekimi yapıyorum atölyede. Işıklar hazır, lamba fotoğrafları çekiyorum. Oktay Akbal, Çetin Emeç, Melih Cevdet Anday, Cumhuriyet makale müdürü Sami Karaören gibi isimler var, törende ben de yanlarına oturdum. Törenden sonra Çatı Restoran’a yöneldiler. Kaç iyi Müslüman’a nasip olur böyle bir şey. Melih Beyler de St. Antuan’da barok konseri mi ne dinleyeceklerdi, ben stüdyoya geldim. O zaman Ara Güler’in tam ön tarafında postanenin yanındaki kuaför olan yerdi benim atölyem. Oradan Ara Bey’in penceresini görürdüm. Oğuz ile Pakize sonra geldiler, fotoğraflarını çektim. Ama Sözcükler dergisinde kapağa basacaklardı, içeriye basmışlar siyah beyaz bu hali. Aslında o fotoğraf renkli”.





İsa Bey, fotoğrafın renklisini bana ayrıca göstereceğini söylüyor.





[image error]Edip Cansever




[image error]Fethi Naci



EVVELDEN GİDENLER İÇİN…





Çok saygı duyduğu, ’emekli general’ gibiydi dediği, “Hayır’ları ve “Ne âlâ, ne âlâ”larıyla andığı Melih Cevdet Anday’la ilgili anılarını anlatıyor bize…





“Rakı kadehini masaya vurur, ‘Lenin için içelim’ derdi. Lenin için içen ilk ve tek tanıdığım Melih Cevdet Anday’dı benim. Hoşuma giderdi. Lenin, Mustafa Kemal Atatürk en sevdiğim adamların başında gelir…” diyor.





Kendisi de sık sık kadehini masaya vuruyor, inceden…





“Siz kimin için içiyorsunuz?” diyorum: “Bizden evvel gidenler için…”





Çelik’in Oğuz Atay’ın ikonik fotoğrafından Cahit Arf’e Rıfat Ilgaz’dan Aşık Veysel’e, kadar birçok portre fotoğrafının olduğu serginin adı da ‘Evvel Gidenlere Selam Ediyor!’ idi… Onu da hatırlatayım.





[image error]Bu Yusuf Atılgan fotoğrafları İsa Çelik’in değilmiş ancak kitapların arkasında öyle yazıyor.



İMZASIZ YA DA ONUN DEĞİLKEN İMZALI FOTOĞRAFLAR





Fotoğrafları en çok izinsiz alınan, imzasız kullanılan isimlerden biri İsa Çelik. Tabii bir de onun değilken onunmuş gibi imza konulanlar var.





“Geçen şu edebiyat dergilerinden birinde Oğuz’un benim çektiğim fotoğraflarını fistiri fillov basmışlar… İmza mı, kimse tenezzül etmez. Ne edeyim!” diyor.





“Yusuf Atılgan ve Behçet Necatigil fotoğraflarımı izinsiz kullandılar, kızdım” dediği Yapı Kredi Yayınları’nın üç kitabını gösteriyor İsa Çelik, belki şimdi baskıları değişmiştir ancak ondaki hallerinde arka kapakta “Fotoğraf: İsa Çelik” yazsa da İsa Bey “Bu fotoğraflar benim değil” diyor, “İyi kötü fotoğraf demiyorum, benim değil.”





Bu konuda onlarca anısı var, son birini anlatıyor:





“Aşık Veysel’i çeken çok azdır. İlk çektiğim renkli dia filmi Aşık Veysel idi. Daha önce hiç dia çekmemişim. Ankara’da dia film yıkayan yok. Aşık Veysel’in o fotoğrafı benim için ayrıca değerli. Geçen baktım Mustafa Balbay’ın kitabının kapağına basmışlar, hatta bir de dekupe etmişler. ‘Sevgili Mustafa Balbay, yeni kitabınız çıkmış benim fotoğrafımı kullanmak için kimden izin alma inceliğinde bulundunuz’ diye sordum. Ertesi gün telefon etti ‘Abi bilmiyordum seni yarın arayacağım’ dedi, daha da aramadı. 2 ay oldu galiba. Ne edeyim ben şimdi. Biz ölmüşüz, ben ne edeyim.”





[image error]Tomris Uyar



NE YENİR, NE İÇİLİRDİ O MASALARDA?





Şairlerin yazarlarının masalarını görüyoruz da “O masalarda ne yenirdi, kimler yemeğe özellikle düşkündü? Hep mi rakı içilirdi. Başka şeyler içilmez miydi?” merak ediyorum…





Özel bir hatırası yok o konuda İsa Bey’in, sadece “Şimdiki gibi karışık tabaklar yoktu o zamanlar” diyor, “İsteyen yemek de yerdi de ağırlıkla meze yenirdi. Belki başka şey içen de vardır arada ama benim aklımda kalan hep rakıdır.”





[image error]Turgut Uyar



‘YUSUF ATILGAN, OĞUZ ATAY’DAN DAHA MAHCUP BİR KARAKTERDİ’





Yusuf Atılgan ve Oğuz Atay ile yakın muhabbetleri olmuş biri olarak ona doğrulatmak istiyorum: “Oğuz Atay’ın Aylak Adam’da geçen bir paragraftan esinlenerek Tutunamayanlar’ı yazdığı, kitabını bitince Atılgan’a gönderdiği ve hiçbir yanıt alamadığı için kırgın olduğu doğru mudur? Yusuf Bey de, Oğuz Atay’ın ölümünün ardından ‘Tutunamayanlar’ı çok beğenmiştim ama böyle bir kitabı yazan birinin benim yorumuma ihtiyacı olmadığını düşünmüştüm’ demiş… Doğru mu bunlar?”





İsa Çelik şöyle yanıt veriyor:





“Yusuf Abi’yle çok mealde bulundum, sıfır numara bir edebiyatçı tabii. Ama bunu bilmiyorum. Sadece söylediğinin samimiyetine kesin inanabilirim, onu söyleyeyim. Mahcup ve çok iyi niyetli bir insandı. Hatta o koca Erciyes Dağı gibi Yusuf Atılgan, Karacan’da oturur ansiklopedi -sayfaları- çevirirdi sakin sakin, o görüntüsüyle hatırlarım. Yusuf Atılgan çok konuşmaz, hep dinler ancak biri sorarsa bir şeyler söylerdi. Oğuz Atay’dan çok daha mahcup bir karakter olduğunu söyleyebilirim. Çok ekonomik konuşurdu.”





[image error]Nezihe Meriç



DEVLET SANATÇILIĞI MI?





“Ben hikâyeci diye Nezihe Meriç gibi, Yusuf Atılgan gibi insanlara diyorum. Hayatımda bir tek Nezihe Meriç için yaka kartı yaptım. Her sözcüğü kuyumcu terazisinde tartacaksın, metaforları tartacaksın…” diyor.





İsa Çelik, belli ki Nezihe Hanım’ı ayrı seviyor.





Onun vefat edeceğini rüyasında görmüş, “Rüyalarım çıkar” diyor. Fotoğraf sanatçısı “İzzet Kehribar’ı da rüyasında görüp ‘Başına devlet kuşu konacak’ demiş, ki bir hafta sonra Kehribar Devlet Sanatçısı olmuş.”





“Size teklif edildi mi devlet sanatçılığı?” diye soruyorum, “Yok ya… Bunca yılın sol açık oyuncusuna…” diyor. Sonra Mehmet Güleryüz’ün dava açmasıyla devlet sanatçılığının düştüğünü anlatıyor: “Devletin sanatçı seçemeyeceği, devletin görevinin sanat, bilim, kütür dünyasının önünü açmak olduğu söylendi. Herkesin devlet sanatçılığı sıfırlandı. Ama hepsi yine de kullanıyor. En komünistimiz bile bu unvanı kullanmaya bayılıyor.”





ORHAN PAMUK’A ‘SENDEN YAZAR OLMAZ’ DİYEN KIZ





Uzun uzun, Erdal Öz ve Can Yayınları’ndan bahsediyoruz. Can Yayınları’nın Beyoğlu’nda olması için o ısrar etmiş, binasını o bulmuş, o beyaz formasını o yapmış ilk… “Kitap ve yazar isimlerinde de renk farklıdır aslında; ‘kırmızı+mavi’ vardır üstte, altında da ‘siyah+mavi’ Kapaklar değişirken usulen de olsa sorsalar hoşuma giderdi, kırgınlık hissediyorum tabii” diyor.





‘Gülün Solduğu Akşam’ı yazarken sık sık Erdal Öz ve Orhan ‘İdrofil’ Pamuk  ile 16.30 gibi buluşup rakıya oturduklarını 19.00-20.00 gibi ayrıldıklarını söylüyor.





“Ben ayrılalı uzun olmuş ama Erdal, Samiye’den yeni ayrılmış, Orhan’a da sevdiği kız ‘Senden yazar olmaz’ demiş, dertli bir dönem” diyerek anlatıyor o günleri. Orhan ile Pamuk arasına sıkıştırdığı ‘İdrofil’ esprisini sonradan anlıyorum; hidrofil / idnofil! Su tutma özelliği olan pamuk!





‘KEŞKE O GÜN, ONLARIN FOTOĞRAFINI ÇEKSEYDİM….”





“Peki” diyorum “Fotoğrafını çekmek isteyip de çekemediğiniz biri var mı?”





“Ah” diyor, “Ah var tabii…” Anlatıyor. “TÜYAP Beyoğlu’ndayken, Ahmet Arif koluma girdi ‘Hadi bir yerde iki sulandıralım’ dedi, Cahit Külebi ve biri daha var yanında… Bindik arabaya Nişantaşı’na gittik. Yahu iki dakika mesafe, ‘Siz nereye gidiyorsunuz, ben peşinizden geleyim’ de, makineni al, sonra git yanlarına. TÜYAP şurası, ben de buradayım. Yapmadım, onlarla gittim. Ahmet Arif, ‘Oğlum bak 15 yıldır kimseye fotoğraf çektirmedim, fotoğrafımı çek’ dedi. ‘Çekerim abi’ dedim. ama çekemedim. Özel olarak Ankara’ya gidip ikisinin fotoğrafını çekmeyi planladım ama olmadı. Hep ona yanarım. Ahmet Arif ve Cahit Külebi fotoğrafım yoktur.”





[image error]



SIFATLARI O KADAR GÜZEL Kİ…





Ordinaryüs Prof. Ekrem Akurgal’dan, Tomris Uyar ve onun kedi sevgilisine, okullarda bazı izinleri alabilsin diye İsa Çelik’in babası gibi imza atan Fuat Güner’in babası usta fotoğraf sanatçısı Sami Güner’den Kuzgun Acar’a pek çok ismi ilginç anılarla dinliyoruz… “Yaşar Kemal… Buradan Adana’ya varır çektiğim fotoğrafları… Onunla hikâyelerimizi anlatsam üç gün sürer” diyor.





Bir de şahane ‘sıfatlıyor’ insanları İsa Çelik. Can Yücel konuysa mesala bir “Yavuz zırhlısı gibi” diyor, bir “Guernica gibi”…





“Dünya görüşümden hiç ödün vermedim” diyen, askerden döndüğünden beri sakalını kesmeyen, fotoğrafının kötü kullanılmasıyla içi ezilen, öykü yerine daha kucaklayıcı bulduğu hikâye kelimesini tercih eden, o konuşurken her daim bir çocukla da birlikteymişsiniz gibi hissettiren, şahane hafızalı, zehir zihinli bir yetenek İsa Çelik…





Onunla nice Ölmeme Günleri’ne… İyi ki doğmuş, nice yıllarına…









[image error][image error][image error]



Sık sık “Sten tabancaya pırasayla karşı çıkamazsın. Makineyle çekilmiyor fotoğraf kafayla ve yürekle çekiliyor. En iyi fotoğraf makinesini alıp iyi fotoğrafçı olamazsınız” diyen İsa Çelik, çektiğim bazı fotoğrafların teknolojisine inanamıyor. Ona salak saçma kendimce gösteriler yapıyorum. “iPhone XS bu… Portre modu arkayı flulaştırıyor, karartıyor…” İlgiyle dinliyor, o dijital fotoğrafa çok yatkın ama cep telefonuyla fotoğraf çekmiyor; onun fotoğrafını cep telefonuyla çektiğimiz için özür diliyoruz, “Boş verin dün İFSAK’ta cep telefonuyla fotoğraf çekmeyen bir ben vardım herhalde” diyor. İ





19 Mart 2019, İstanbul, Beyoğlu





[image error]İsa Çelik’in yaptığı Ölmeme Günü Logosu…



[image error]Ana görsel ve bu fotoğraf: Aylin Kement
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 20, 2019 07:30

March 19, 2019

Antik kente komşu bir arkeo köy UNESCO’ya nasıl gider?

Bizim her bildiğimizi dünya bilmiyor; mevzuu şöhretli Troya bile olsa… UNESCO’da Troya Antik Kenti, yeni açılan Troya Müzesi ve OPET tarafından bir arkeo-köye dönüştürülen Tevfikiye Köyü anlatıldı


[image error]


Biz oturduğumuz yerden bakınca ‘hakkımız’ olduğunu düşünüyoruz. Çünkü çok etkileyici bir coğrafyada, onlarca büyük medeniyetin doğup büyüdüğü, kiminin öldüğü topraklarda, onların miraslarıyla yaşıyoruz.

“Madem öyle, bir antik şehrin, tarihi alanların korunması gerekir, hepsi Unesco Dünya Mirası sayılabilir” gibi düşünüyoruz.

“Gelsinler, görsünler, değerlendirip bizi de listeye alsınlar.”

Ancak öyle olmuyor.

Antik kent gezilerimin, orlardaki muhabbetlerin, bol kitap okumanın ardından son Fransa seyahatimde de bir diplomatla, Unesco Daimi Temsilcisi Büyükelçi Altay Cengizer ile sohbet ederken daha iyi anladım ki o iş baya baya öyle olmuyor.

Türkiye’de çok değerli bir bölgede kazı başlatılmasından o kazılar için bütçe bulmaya, çıkarılan antik kentin korunmasından tanıtılmasına pek çok konu için maddi-manevi ‘büyük çaba’ sarf edilmesi gerekiyor. Hele hele de uluslararası arenaya taşınması için…

UNESCO Dünya Mirası Kalıcı Listesi’nde Türkiye’den 18 yer var.

Ama bu bölgelerin oraya girmesi bir hayli zorlu süreçlerle, büyük dosyalamalar, başvurular, arada yürütülen politik çalışmalarla olmuş.

Bu yüzden de Troya Antik Kenti’nin, yeni açılan Troya Müzesi’nin ve arkeo-köye dönüştürülen Tevfikiye Köyü’nün bir UNESCO oturumunda anlatılması bir hayli önemliydi.

Ve OPET’in girişimi, katkısı ve Unesco Daimi Temsilcisi Büyükelçi Altay Cengizer’in çabasıyla bu oldu.

Ben de, Türkiye’den bu oturum için Fransa’ya giden bir grup meslektaşımla birlikte UNESCO Paris ofisinde bu önemli ana tanık oldum.


[image error]Benim, konuşmayı ben yapacakmış gibi duruşum! Rüstem Aslan ve Nurten Öztürk ile…

TEVFİKİYE KÖYÜ UNESCO’DA


Truva (Troya) kazıları başkanı Prof. Dr. Rüstem Aslan, OPET’in Yönetim Kurulu Kurucu Üyesi Nurten Öztürk, UNESCO Daimi Temsilcisi Büyükelçi Altay Cengizer ve Unesco Dünya Mirası’nı Koruma Merkezi Kuzey Amerika ve Avrupa Başkanı Dr. Isabelle Anatole ile birlikte konuştular.

Alanında uzman bu dört kişi, 15 Mart 2019 cuma günü tıklım tıklım dolu bir salonda Unesco büyükelçileri, Fransız üniversitelerinden tarihçi, sosyolog ve akademisyenler, iş insanları ve basın mensuplarına Troya’yı, müzeyi ve Opet tarafından arkeo-köye dönüştürülen Tevfikiye Köyü’nü anlattılar.


[image error]UNESCO salonu tıklık tıklımdı.

KONUŞMANIN ORADA OLUŞUNUN ÖNEMİ


Bizler diplomasiyle ilgili değiliz belki ama bugün bize Büyükelçi Altay Bey’in anlattığı gibi bunlar Türkiye’de pek çok yerin bilinmesi ve önemsenmesi için çok ama çok önemli.

Oturumda konuşan Isabelle Anatole, misal geçen sene Göbeklitepe’nin UNESCO Dünya Mirası Kalıcı Listesi’ne girmesinde en etkili kişilerden…

Bu konuşma Truva Antik Kenti’yle ilgili bir oturumun UNESCO nezdinden önemsendiğini göstermekle birlikte, konuşmanın kataloglanması da gelecek yıllar açısından büyük önem taşıyor.

Genel anlamda, dünyada sadece bu listeye giren yerleri ziyaret eden insanlar olduğu için bile bu listede olmak turizm açısından önemli.


PEKİ NASIL GİDİLDİ?


Bu arada başlıktaki sorunun yanıtı ilginç. Fikir, inanç, maddi güç ve sabır gerektiriyor. OPET, 13 yıldır

Çanakkale Gelibolu Yarımadası’nda ‘Tarihe Saygı Projesi’ yürütüyor, tarihi yarımadada önemli işler yapmış. Ancak 2017’de başlanan arkeoköy bambaşka bir proje; bunu oraya gidince, eski ve yeniyi görünce anlıyorsunuz. Ve zaten bu tür projelerde köylü gelir elde etmezse sürdürülebilirliği daha zor oluyor, o da sağlanmış.

UNESCO’ya gitme ve bu girişimi anlatma fikri yine OPET’ten çıkmış. Yurdanur Semerci aracı olmuş ve aralıktan marta gereklilikler yapılmış. UNESCO Daimi Temsilcisi Büyükelçi Altay Cengizer diplomatik gerekliliklerin yerine getirilmesini sağlamış. “Çevirmen ücreti bile 3600 euro tuttu” diyordu Altay Bey; işler ayrıntılı yani… Bunları görmek bile ilginç ve çaba taktir edilesi.


18 Mart 2019, Paris


[image error]OPET ekibi; Ayşenur Ayrın, Nurten Öztürk ve Rüstem Aslan.

 


[image error]UNESCO Paris hatırası…

İlgili yazılar


Artık Troya’yı gözünüzde canlandıran bir arkeo-köy var https://wp.me/p79ANb-1h5


Troya bir attan fazlasıdır!  https://wp.me/p79ANb-1er


Troya Kültür Rotası’nda yürürseniz neler göreceksiniz?  https://wp.me/p79ANb-1eH 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 19, 2019 04:07

Dünyanın ilk portre resimleri Fayyum portreleri ile tanışın

Fayyum Portreleri…

Haklarında o kadar okumuştum ki, Louvre Müzesi’nde onların olduğu bölüme koşarak gittim.

Koca müzede İngilizce o kadar az ki, belki daha önce gezerken de görmüş ama anlamamışım.

(Dil ve milliyetçilik üzerine ayrı bir yazı yazmalıyım; Türkiye’de “Milliyetçiyim” deyip de ve da’ları ayıramayanlara selam olsun! Vatan severlik dille de başlayan bir şeydir oysa…)

Neyse… Fransızlar, Mısır’ın bir dönemini Paris’e taşıdıkları (!) için burada bir bölümde Fayyum portreleri de var.


[image error]


[image error]



[image error]


 


Çoğu; Grek soyundan gelen Romalılar’ın Mısır’a hakim olduğu M.S. I. ile III. yüzyıla ait.

Portrelerin çoğunlu Mısır’ın Fayyum (Faiyum) bölgesinden çıktığından bu portrelere “Fayyum Portreleri” deniyor.

Tarihte bilinen ilk gerçek portreler.

Çeşitli varsayımlar olsa da, insanların yaşarlarken yapılan portreleri olduğu düşünülüyor bunların ama bunlar kişiler öldüğünde çerçevelerinden çıkarılıp mumyanın yüzüne yerleştiriliyor-dikiliyor.

Hatta bazı aileler ölenlerinin dikleştirip böyle yüz eklenen mumyalarıyla yaşıyor.

Fayyum Portreleri, Grek kültür mirasının, Roma egemenliğinin ve Mısırlıların öldükten sonra başka bir yaşama olan inanışlarının bir arada var olduğu bir dönemin özelliklerini taşıması açısından da ilginç.

Bugünden bakınca ilginç değil mi?


[image error]


[image error]


[image error]


[image error]


Bu arada normal mumya da ilk defa gördüm sanırım, hem de bu kadar yakından…

İnsan, kedi ve köpekler mumyaları…


[image error]


[image error]


[image error]


[image error]


18 Mart 2019

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 19, 2019 02:21