Nilay Örnek's Blog, page 18

February 4, 2019

‘Yeniden’ Çiçek Pasajı’yla olur mu?

Olur ama nasıl olur?

8 Şubat’taki ‘Yeniden Çiçek Pasajı’ etkinliğine ben, bu defa bir sahip çıkma hissiyle değil, eğlenmek için gideceğim. Dümdüz, kılçıksız eğlenmek için…

Belki de ihtiyacımız olan, belki de mekânı yeniden o mekân yapacak olan budur:

‘Yeniden’ eğlenmek!

‘Yeniden’ gülmek, ‘yeniden’ birlikte aynı şarkılara eşlik edebilmek.


 


İlk önce haberi verelim; 8 Şubat’ta, yüzlerce kişiyi Beyoğlu’nun klasik mekânında ağırlayacak bir dev etkinlik var: Yeniden Çiçek Pasajı.

Ne zaman Çiçek Pasajı’nda bir etkinlik olduğunu duysam, bu, bana içten içe bir ‘sahip çıkma’ ihtiyacının hissedildiğini düşündürür.

Ne de olsa pasajla ilgili yazılan tüm hikâyeler özlem dolu bir nostaljiyle açılır; Beyoğlu’nun tiyatrosuz düşünülemediği bir döneme, 1800’lü yıllara gider, Naum Tiyatrosu’yla başlar, büyük yangınla devam eder, ona yeniden ismini veren çiçek satış ve açık artırma yeri oluşuyla sürer… Görkemlidir Çiçek Pasajı, fotoğrafik, etkileyici…

Ama unutulmamalıdır ki, her mekânı şekillendiren insandır.

“Çiçek Pasajı’na biraz da oradaki işletmeler, çalışanlar sahip çıksaydı. Keşke orada hep iyi hissetseydim kendimi. Hep güzel yeseydim, hep düzgün hesap ödeseydim. Aydın Boysan’lı Sev İç ve birkaç gazete ekibi buluşmam dışında orada onlarca güzel anım olsaydı” demeden edemem ben.

Belki hatalıyım; ama çok kişinin benim gibi düşünüp hissettiğini bilirim.


[image error]Çiçek Pasajı 2000’lerde de sıkça anıldıysa en tatlı sorumlulularından biri, mimar Aydın Boysan. Aydın Bey ile Sev-İç Meyhanesi’nde. Foto: Haluk Kuruoğlu

Ama bir taraftan da ben de kadehimi umutla gelecek güzel günlere kaldırmak, Beyoğlu’nu, İstiklâl Caddesi’ni, buradaki tarihi binaları, eski kırtasiyeleri, meyhaneleri, yer karolarını, barları, pasajları, sinemaları, terasları benim kadar binlerce kişinin daha içtenlikle, doğallıkla sahiplendiğini hissederek, hatta bunu aklımdan bile geçirmeyerek eşlik etmek istiyorum şarkılara.


“Ah vah”ımızla mı yaşayacağız, nostaljilerimize mi tutunacağız, Beyoğlu’ndan kopacak, Çiçek Pasajı’na küstüğümüzle mi kalacağız?

Tabii ki hayır! Yeniden eğleneceğiz!


[image error]Bu Çiçek Pasajı’ndan değil ama yeni kuşak bir grup yetenekli şef daha bile iyilerinde iddialı… Foto: Sinan Hamamsarılar

MEZE TEPSİSİ İŞİ BİLENLERDEN


Etkinliğin 150 TL’lik biletleri çıkar çıkmaz tükenmiş.

Gecede rakı, iyi meze ve güzel müzik ön planda; tıpkı Çiçek Pasajı’nda normalde de ön planda olması gerektiği gibi.

Genç ve tanınmış, yetenekli şefler kuruyor meze tepsisini;

Esra Acar Koç’tan tarama, Fatma Yıldırım’dan kan portakalı soslu kuzu ciğeri ve humus, Gamze Kurtulmuş’tan rezene tohumlu lakerda, Serra Beklen’den mandalina turşulu fava, Tayfun Gökşin’den sardalya ançüezi, Ceren Tekşen’den baharatlı dana dil ile mercimekli börek, Deniz Temel’den Urfa usulü sulu çiğ köfte olacak sofralarda…19.30’da başlayacak gecede müziği Gaye Su Akyol ile Güntaç Özdemir yapacak.


[image error]Yeniden Çiçek Pasajı etkinliği için mutfağa giren şefler.

GAYE SU AKYOL DOKUNUŞU


Ben de bu bilgileri biraz bakınarak öğrendim.

Herkes bir yana Gaye Su Akyol’a özellikle takıldım.

Ben bilmezdim ki o, ressam Muzaffer Akyol’un kızıymış. Kâh Yakup’ta, kâh sokak aralarında, kâh yılların çerçevecisi Timurlenk’te rastlaştığım, Beyoğlu’nu bir gün birlikte gezmek isteyeceğim Muzaffer Akyol’un kızı…

Bu bana gösteriyor ki, Gaye de bir Beyoğlu çocuğu; emin olmak için bir ‘gugıllama’ yapıyorum.

Çınar Oskay’ın Hürriyet Hafta Sonu ekleri için hazırladığı muhteşem Beyoğlu dosyasına dalıyorum, şöyle diyor Akyol:

“İlk gençliğimizde İstiklal’e çıktığımızda kendimizi özgür, mutlu ve rahat hissederdik. Hayatla, insanlıkla bağlarımız güçlenirdi. Yaşamak için heves duyardık. Genç nüfus elinden gelen her şeyi yaptı. Bundan sonrası ‘siper olmak’. İstiklâl Caddesi için, Beyoğlu için, Türkiye için. Ayağımızda taşlarla dibe batacağız, sonra çıkacağız.”


[image error]Gaye Su Akyol

Bu sözler bana, bir medya haberi için görüş aldığım Ümit Alan’ın şu sözlerini hatırlatıyor:

“Ben hafta sonu ilavelerinin eskisinden daha güçlü döneceğini düşünüyorum. Ancak ilave olarak değil ana gazete olarak. Ve bunu ‘Basılı gazetenin canı cehenneme‘ diyenler yapacak. Önceden basılı gazeteleri bilenlerin onları özlediği, hiç görmeyenlerin de orijinal bulacağı kadar süre geçmeli bu söyleyeceklerim için. Plakların dönüşü gibi.”

Belki Beyoğlu için de o dönem gelmiştir ya da çok yakındır. Çünkü bu semt için ihtiyaç duyulacak süre her yerden daha kısadır.

Ahmet Hamdi Tanpınar’ın, dünya döndükçe namı yürüyesi şaheseri Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde dediği gibi;

“Saatin kendisi mekân, yürüyüşü zaman, ayarı insandır… Bu da gösterir ki, zaman ve mekân, insanla mevcuttur!”

Çiçek Pasajı, yeniden çiçek gibi olacaksa bu da insan mevcudiyetiyle, insan kararlılığıyla mümkün.

Beyoğlu’nda yaşıyorum, onu her zaman seven insanlardan olacağım; ama Çiçek Pasajı’na bu defa sahip çıkmaya değil, önyargılarımı bir kenara atıp eğlenmeye gideceğim.

Belki de ihtiyacımız olan, belki de mekânı yeniden o mekân yapacak olan budur:

‘Yeniden’ eğlenmek!

‘Yeniden’ gülmek, ‘yeniden’ birlikte aynı şarkılara eşlik edebilmek.


 


4 Şubat 2019, Beyoğlu


 



Bu arada zamanında Burak Boysan ve onun Facebook arkadaşlarıyla yaptığımız ve şimdilerde yenileme planlarında olduğumuz “Beyoğlu’nda her şeye rağmen gidilebilecek yerler listesi” adlı pek okunan, çok paylaşılan dosyamızı da bu vesileyle şuraya koyayım.

Beyoğlu’nda her şeye rağmen gidilebilecek yerler listesi


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 04, 2019 06:18

January 19, 2019

‘Sebat’ Apartmanı önünde 12’nci anma…

Öldürüldüğünde Türkiye’de değildim.

Sonraki 11 yılda hep geldim; yürüdüm ve sloganlara eşlik ettim.

“Yaşasın halkların kardeşliği” diyorum çünkü bunu yürekten diliyorum, çok yürekten… “Öldür diyenler yargılansın” ya da “Faşizme inat, kardeşimsin Hrant” diye ses veriyorum, en yükseğinden…

Ama “Katiller hesap verecek” denildiğinde hep birlikte, ben susuyorum.

“Biz bitti demeden bu dava bitmez” deniyor… İçtenliğe inanıyorum ama gerçekliğine pek inanamıyorum. Bana büyük geliyor cümle.

Bugün dikkat ettim; Agos Gazetesi’nin içinde olduğu apartmanın adına, Sebat.

Filiz Ali konuşuyor, “Babanın cinayeti aydınlanacak” denileli 70 yıl olmuş.

Aydınlanmıyor; saklanıyor, gölgeleniyor, kapatılıyor.

Olsun her sene yeniden geliyorum.

Onların değimiyle “acıların kardeş ettiği” insanlar yan yana duruyoruz.

Bu da bir şeydir çok önemli bir şeydir…


19 Ocak 2019, Agos Gazetesi önü…


[image error]

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 19, 2019 07:37

January 12, 2019

Şiirler der ki… “İstanbul’a ateş etmeyiniz”

Bugünün İstanbul’u, bir şikâyet öznesi. Başımıza gelen pek çok şeyden yarı yarıya da o suçlu sanki… Oysa önemli şairlerimizin İstanbullu şiirleri, “şehre biraz insaflı olun” der gibi…. İş Sanat’ın 14 Ocak’taki ücretsiz şiir dinletisinde başrolde İstanbul var… Bu vesileyle Hürriyet Kitap Sanat’a bir yazı yazdım; yazı vesilesiyle okuduğum onlarca şiirde başka İstanbullar ve başka tutkular yakaladım…


NİLAY ÖRNEK


İstanbul duvarlarında kimi zaman bazı dizeler görürüm, altında da bir etiket: Şiir Sokakta.

Gülümsetir bu beni, sıradan bir gün, birkaç dize ile renklenir.

Sonra bir gün başka bir slogan, daha doğrusu bir soru gördüm yine duvarda: Şiir neden sokakta?

Soru derin… Şiir yazanın, okuyandan çok olduğu bir coğrafyada şiiri tutmak, şiire tutunmak, şiirle yoğrulmak ayrıcalıklı ve güzel.

İş Sanat, 19 yıldır insanları şiirle buluşturmak için İstanbul duvarları kadar aktif, bir o kadar çalışkan ücretsiz şiir dinletileri düzenliyor.

Dinleti serisi, bu ay da, 14 Ocak pazartesi günü yapılacak iki farklı seansla İstanbul’a dair şiirlerle devam ediyor.

Nedim, Tevfik Fikret, Yahya Kemal Beyatlı, Ahmet Hamdi Tanpınar, Nâzım Hikmet, Cevdet Kudret, Ahmet Muhip Dıranas, Ziya Osman Saba, Bedri Rahmi Eyuboğlu, Orhan Veli, Oktay Rifat, Melih Cevdet Anday, Behçet Necatigil, Cahit Irgat, A. Kadir ve Cahit Külebi gibi önemli şairlerin İstanbul şiirleri, eski bir iskeleye gönderme yapan dekorda ve müzik eşliğinde seyirciye sunuluyor.

Atilla Birkiye’nin hazırladığı, Serdar Yalçın’ın müzik yönetmenliğini üstlendiği dinletide şiirleri Tilbe Saran ile Hakan Gerçek seslendiriyor.

İş Sanat’taki İstanbul şiirleri dinletisi 17.00’de ve 20.30’da iki farklı seans ile gerçekleşiyor. Dinleti ücretsiz. Ancak yerlerin numarasız ve salon kapasitesiyle sınırlı olduğunu, 17.00’deki dinletinin öğrencilere öncelikli olduğunu hatırlatmakta yarar var.


SADECE ŞİKAYETİN DEĞİL, AŞKIN DA KENTİ


Peki İstanbul’u şiirlerden okumak nasıl bir şeydir?

Bugünün İstanbul’u, bir şikâyet öznesi gibi. Başımıza gelen pek çok şeyden yarı yarıya da o suçlu sanki… Yanlış ve aşırı kentleşmeden, trafiğinden, kaosundan, kalabalığından söz açıyor, büyüsünü unutuyoruz İstanbul’un.

Oysa “İstanbul’da doğup büyüyen herkes / masmavi düşünür kendini bir mozayık gibi / mavi bir dünyadan gelir en önce / mavilerle yaşlanır / koyu mavi bir toprakla örtülür üstü” Edip Cansever’e göre…

“Şişli’den taa Rami’ye kadar, Her sokağın ayrı bir kanat çırpışı var” Can Yücel’in dizelerinde.



ŞIKIR ŞIKIR, CIVIL CIVIL, SERİN SERİN…


Güzel şairlerimiz ölmüşler, fakat hatıraları çok canlı:

Oktay Rıfat’ın Balıkpazarı ‘şıkır şıkır’… Gözleri kapalı, dinliyor da söylüyor Orhan Veli, ‘serin serin Kapalıçarşı, cıvıl cıvıl Mahmutpaşa’… Melih Cevdet Anday’ın Ada vapuru “Müslümanı, yahudisi, urumu, isporcusu, ihtiyarı, veremi” ile zengin…

Bir dönemin şairlerinin gözünden İstanbul’u okumak ya da dinlemek, farklı hisler uyandırıyor. Aşkın, bir büyünün, umutların, isyanın ya da romantik acıların kentiyle yeniden tanışıyoruz.

Bugünün reklamlarında ‘şehrin merkezi’ olarak adlandırılan semtlerin esamesi okunmuyor şairlerimizin İstanbul’unda… Zaten yoklar… Kuzguncuk, Beyoğlu sokakları, Yedikule, Kandilli, Göksu, Kanlıca, İstinye, Sultanahmet, Beşiktaş başrollerde…

Bir başka seviliyor vapurlar, vapur insanları, kuşlar, su kenarları, rüzgâr…


[image error]




İSYAN BİLE SEVGİYLE KARIŞIK


Gezinmek de güzel İstanbul’da; Kapalıçarşı’da bir kuyumcu dükkânında, sevdiğinin sol eline bir yüzük takıyor Turgut Uyar, Feriköy’den Sarıyer’e, Yenikapı’dan Eyüp’e uzanıyor Bitmemiş Şiirler’inde…

Attilla İlhan Kallavi Sokak’ta yürüyor, Behçet Necatigil Barbaros Meydanı’nda…

Bedri Rahmi Eyüboğlu isyan ediyor ‘Büyük Şehir’e, Cahit Irgat “Senden bana hayır gelmez” diyor ama İstanbul’a aşkını da saklayamıyor…

Bu değerli şairlerin İstanbullu şiirleri, bize İstanbul’un değerini hatırlatıyor, onun insafa, şefkat ve sevgiye değer olduğunu hissettiriyor.

Cemal Süreya’nın ‘Tabanca’sından bir dörtlükle bitirelim o zaman…

“Eski bir Osmanlı paşası gibi

Feodaliteyi süpüren bıyıklarıyla

İstanbul, İstanbul uzakta

İstanbul’a ateş etmeyiniz”


* Bu yazı 11 Ocak 2019 tarihinde Hürriyet Kitap Sanat dergisinde yayımlanmıştır.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 12, 2019 10:34

January 7, 2019

Başvuran 2000 öğrenci, 250 TL’lik İKSV Kart kazanacak

250 TL’lik İKSV Kartı kazanan öğrenciler, bu tutarı İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) 2019’daki etkinliklerinde kullanabilecek ve daha pek çok avantaja sahip olacak. Kurumun, kurucu sponsoru Eczacıbaşı Topluluğu’nun desteğiyle hayata geçirdiği İKSV Kültür Sanat Kart için 2019 başvuruları bugün 7 Ocak’ta başladı, 20 Ocak’a kadar sürecek… Basın bültenini görünce hemen paylaşmak istedim, öğrenci olsam karta sahip olmayı deli gibi isterdim…


İKSV, gençlerin kültür-sanat etkinliklerine erişimini kolaylaştırmak amacıyla başlattığı Kültür Sanat Kart projesinin üçüncü yılında, kart hediye edilecek üniversiteli sayısını 2000’e çıkardı. Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Bülent Eczacıbaşı’nın, geçtiğimiz yıl yayımlanan İşim Gücüm Budur Benim adlı kitabının gelirlerini aktararak bu projeye destek sağlamasıyla Kültür Sanat Kart hediye edilecek öğrenci sayısı ikiye katlandı.



Başvurular ne zaman?


Eczacıbaşı Topluluğu’nun desteğiyle 2017 yılından bu yana sürdürülen Kültür Sanat Kart projesi için bu yıl başvurular, 7-20 Ocak tarihleri arasında yapılacak.



Öğrenciler nasıl seçiliyor?


Başvurular arasından çekilişle belirlenecek 2.000 üniversite öğrencisi, İKSV’nin 2019’da düzenlediği tüm etkinliklerde kullanılabilecek, 250 TL değerindeki İKSV Kültür Sanat Kart’ın sahibi olacak.


Nasıl başvurulur?


Öğrenimini Türkiye’de sürdüren ve başvuru tarihlerinde 18-25 yaş arasında olan üniversite öğrencileri, 7-20 Ocak 2019 arasında kultursanatkart.iksv.org adresi üzerinden İKSV Kültür Sanat Kart için başvuruda bulunabilir.

İKSV hakkındaki sorulara doğru yanıt veren ve başvuru formundaki bilgileri eksiksiz dolduranlar arasından çekilişle belirlenecek 2000 üniversiteliye hediye edilecek İKSV Kültür Sanat Kartlar, 2019 sonuna kadar İKSV’nin düzenlediği tüm etkinliklerde geçerli.



Arkadaşlarına da…


İKSV Kültür Sanat Kart sahibi öğrenciler, kartlarıyla üniversite öğrencisi olmaları koşuluyla her etkinlikte bir arkadaşlarına daha bilet alabiliyor. Ayrıca İstanbul dışından kart almaya hak kazanan öğrenciler, kartlarını Ankara, İzmir ve Antalya’daki Biletix şubelerinden teslim alabiliyor.


İKSV Kültür Sanat Kartlılar 2019’da neler yapabilir?


İKSV Kültür Sanat Kartlılar 2019’da,

Nisanda İstanbul Film Festivali,

Haziranda İstanbul Müzik Festivali,

Temmuzda İstanbul Caz Festivali,

Eylül itibariyle İstanbul Bienali,

Ekimde Filmekimi,

Kasımda İstanbul Tiyatro Festivali ve

yıl boyunca Salon İKSV etkinliklerinde kartlarını kullanabilir.


Kartlar, öğrencilerin tercihlerine göre İstanbul Film Festivali’ndeki 1 TL’lik öğrenci biletlerinden başlamak üzere her kategoriden bilet almaya imkân sunar.


Kültür Sanat Kart sahibi öğrencilerin, kartlarındaki bakiyeyle İstanbul Tiyatro Festivali’nin 10 TL’lik öğrenci biletlerinden 25 tane alabilmeleri de, İstanbul Müzik Festivali’nin en büyük konserlerinden birini birinci kategoriden izleyebilmeleri de mümkündür.


Salon İKSV müdavimi Kültür Sanat Kartlılar da yıl boyunca yaklaşık 3 konseri, bir arkadaşlarıyla birlikte izleyebilir. İKSV ayrıca Kültür Sanat Kart sahiplerine, etkinliklerinde sanatçılarla tanışma ve programlara dair ayrıntıları bizzat festival direktörlerinden dinleme gibi birçok sürpriz fırsat da sunuyor.


2018’de İKSV Kültür Sanat Kartlılar ne yaptı?


İKSV Kültür Sanat Kart için 2018’de, Türkiye’nin 81 ilindeki 182 üniversiteden 114.669 öğrenci başvuruda bulundu. Başvuruların V,87’si İstanbul’dan, C,13’ü ise İstanbul dışındaki şehirlerdendi. Çekiliş sonucunda eğitimini İstanbul’da sürdüren 564, İstanbul dışında sürdüren 436 öğrenci İKSV Kültür Sanat Kart almaya hak kazandı.


Kültür Sanat Kart sırasıyla en çok İstanbul’dan, daha sonra Ankara, İzmir, Kocaeli, Bursa ve Eskişehir’den başvuran öğrenciler tarafından kullanıldı.

İKSV Kültür Sanat Kart sahibi öğrenciler, 2018 boyunca gerçekleştirilen İKSV etkinliklerinde LP, Caro Emerald ve King Gizzard and the Lizard Wizard gibi sanatçı ve gruplarla tanışma olanağı yakaladı, festival direktörleriyle buluşarak öne çıkan film, konser veya tiyatro oyunlarını bizzat kendilerinden dinledi.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 07, 2019 03:53

January 1, 2019

Gülriz Sururi’nin ardından iki cümle

 


Gülriz Sururi, benim hafif de bir kıskançlıkla, imrendiğim kadının temsiliydi.

Kendine güvenen, akıllı, yetenekli ve yaratıcıyken her daim bir kadınlık durumu ortaya koyabilen; ‘fit’, kendi bedeniyle çok barışık biri. Kendini var etme durumu. Bir taraftan da ‘star kumaşlılardan’, ortama girince bakılacak, kendini dinleteceklerden… Onu şahsen tanımadım ama hep imajım budur hakkında. Son dönemde instagramını izliyordum da; benzer hislerim perçinlenmiştir. Çok değerli bir sanatçı, Cumhuriyet insanı, sevmiş ve sevilmiş biri, bir âşık, bir ‘kadın’ ve bir karakterdi zihnimde.

Huzur içinde yatsın, sevenlerinin başı sağolsun.


Gülriz Sururi’nin vefat ettiğini, vasiyeti üzerine toprağa verildikten sonra haberdar olduk durumdan, 2019’un ilk sabahında…


[image error]


 


Ana görseldeki fotoğrafı Muammer Yanmaz çekmiş çok güzel, ikinci fotoğrafı saklamışım… Gülriz Hanım, Engin Cezzar’ı bir maç sonrasında kutluyor, pek hoşuma gider.


 


1 Ocak 2019

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 01, 2019 09:11

December 26, 2018

Bugüne kadar kaç ünlü gördün?

Onları izlerken insanın aklından geçmiyor, anne ya da babalarının hayatta olmadığı.

Şahaneler; neşeliler, eğleniyor, yarışıyor, muhabbet ediyorlar.

Malum Darüşşafaka, 1863’ten bu yana babası ya da annesi vefat etmiş, maddi durumu yetersiz çocuklarımızın yaşamını eğitimle değiştiriyor. Bilmeyenler için de, Darüşşafaka kelimesi ‘Şefkat Yuvası’ anlamına geliyor.

İşbankası da 10 yıldır, her aralıkta dev bir yılbaşı partisi düzenliyormuş onlar için. Oradaydım.

Yiyecek, içecekler, animasyonlar, yarışmalar, danslar, bir ünlü ile buluşma, onun minik bir konserini dinleyip sorular sorma.

Tuvalette bir küçük diğerine soruyor: “Bugüne kadar kaç ünlü gördün? Bu benim ikinci”… Görmek bile bir şey; ama onlar baya iletişime geçiyorlar.

Bugün babası da Darüşşafakalı olan Harun Tekin vardı sahnede; “Matematikle müzik ne kadar ilgili, şarkılarınızda neleri eleştiriyorsunuz, grupta hiç büyük kavgalar oluyor mu?” gibi sorular sordular.

Ben de orada öğrendim; Cambaz’ın kısıtlanan habercilik için yazıldığını (Ne Habersin, ne de Türksün!)!

En sonda dev bir pasta kesildi ve 150 çocuk hep bir ağızdan Darüşsafaka marşını söyledi. O ana kadar pamuk şeker gözleyen, koca İşsanat’ın yönetmeni Defne (Turaç) ile Nazlı’nın (Akçığ) gözlerinden yaşlar döküldü.

Çocukların yüzlerini gösteren fotoğraf çekmek istemedim. Ve fakat bugünkü neşelerini, güzelliklerini fotoğraflamak isterdim.



25 Aralık 2018

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 26, 2018 09:52

December 25, 2018

“Magazin izlemiyorum” diyen bile bu dosyayı okusun

Ünlü tipi değişti, herkes çok fazla kontrollü, magazin muhabirleri ve haber yapma tarzları değişti, toplum daha hoşgörüsüz ve keyifsiz, haber kaynakları farklılaştı… Gibi gibi… Çok nedeni var. Ama sonuçta magazinin eski tadı tuzu yok. Journo.com.tr için Perihan Mağden, Ali Eyüboğlu, Rıfat Ababay, Can Tanrıyar ve Kadir Kaymakçı’ya sordum


Bugün artık televizyondaki magazin programlarının çoğu, hatta gazetelerin magazin ekleri bile ünlülerin Instagram’larından, konserlerinden, dizi görüntülerinden bir demet… Sabah programları, birtakım görüntüler üzerinden ahlâkçılık yapan ‘yorumcu’yla dolu.

2000’lerin başındaki, başlık başlık hatırladığımız magazin mevzularından eser yok; olanın da etkisi eskisi gibi değil… Her şey çok kontrollü, çok steril. Bir çiftin evindeki kahve makinesinin markasına kadar biliyoruz ama ‘tak’ diye boşanmalarının nedenine dair, tek satır akla yatar şey öğrenemiyoruz.

Peki hâlâ iyi magazin var mı, yok mu? Magazin ne durumda, bunun nedenleri neler ve nereye gider?

Perihan Mağden, Ali Eyüboğlu, Rıfat Ababay, Can Tanrıyar ve Kadir Kaymakçı’ya sordum. Hepsi, kimi aynı yerde birleşen zihin açıcı yanıtlar verdiler.

Magazin ile ilgilenin ya da ilgilenmeyin bu dosyayı okuyun derim.

https://journo.com.tr/bilenlere-sorduk-magazinin-eski-tadi-niye-yok


 


25 Aralık 2018

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 25, 2018 00:11

December 19, 2018

Türkiye’de yıllardır sofralarda olan sürahinin, Hay Design etiketiyle satılması

Yoğurt koyduğunuz güveç, eski nesil cam dondurma kabı ya da bir sürahi… Danimarka’nın dünyaca ünlü tasarım markalarından Hay Design’ın mutfak kreasyonu bir hayli tanıdık objeler içeriyor. Sizin evinizde de olabilecek eski nesil sürahi mesela, MoMa’da, HAY Glass Carafe adıyla 30 dolara satılıyor


 


Hay Design, uzun süredir işlerini takip ettiğim, pek de beğendiğim bir tasarım markası. Dünyaca ünlü tasarımcılarla, hatta şimdi Ikea gibi kendine rakip alanda çalışan bir firmayla bile iş birlikleri yapıyor. 2002 yılında kurulan Danimarkalı marka, işlevsel ve estetik tasarımlar üretiyor.

Yine Norveçli bir marka olan, boya alanında öncü firmalardan Jotun’un yeni renk kataloğu ve trendleri öğrenmek üzere Türk medyasından bir grup isim Kopenhag’daydık geçtiğimiz sene tam da bu zamanlarda. Uğrak duraklarımızdan biri de renk ve tasarımı en iyi birleştiren markalardan Hay Design’ın mağazasıydı.

Genç bir beyefendi bize markayı anlattı, en sonunda da “Yeni mutfak kreasyonumuzu gördünüz mü?” dedi.

Ben daha oracıkta Jochen Holz tasarımı renkli cam sürahiyi kucaklamışım, bakmaz mıyım? (İsmi Jug olan bir mini sürahi, cam üfleme gibi duruyor lacivert ve turuncu renklerde, harika gerçekten.)


[image error]



TAHTAKALE GİBİ


Hevesle indik mutfak bölümüne…

Bizi ilk önce parti havasına girmiş bulaşık süngerleri karşıladı; kimi altın, kimi gümüş renginde…

Kimi de gülen suratlı ve bunun gibi eğlenceli haller.

Sonra Türkiye’de de birkaç yıldır sıklıkla gördüğüm degrade renklerdeki (ebru gibi düşünün) emaye tabaklardan gördüm, normal emayeler de vardı.

Ama bir sonraki masa bildiğiniz Tahtakale idi!

Önce genç beyefendi “Çok işlevsel ve harika tasarım” diyerek bildiğiniz Türkiye’deki yılların cam sürahisini gösterdi. Hatta bizde o cam bir kapakla satılır, sonra o kapak kaybolur ya da kırılır veyahut kullanılmaz açık kalır. İşte o haliyle… Belki bir tık ince ama yine de ağır…

Kantin sürahisi diye de bilinir.

Hatta ben Instagram hesabımda “hikâyeler” bölümüne koydum. Levon Bağış “Okulumun yemekhane sürahileri bunlardandı” dedi, İclal Aydın “Elazığ Anadolu Lisesi, Tarım Bakanlığı yemekhanesi, Numune Hastanesi kantini…” yazdı, kimi “70’ler boyunca bizim ev” yazdı.

Şimdi Asmalımescit Helvetia’da vardır misal ya da yeniden açılan Pandeli’de var.

Daha örnek vermeme gerek yok sanırım, bayağı tanıdık.


[image error]


TANIDIK EŞYALAR


Sonra bildiğimiz güveç kabı geldi. Genç beyefendi “Bu Türkiye’den esinlenilerek yapıldı. Sıcağa dayanıklı, siz yoğurt da koyuyormuşsunuz galiba” dedi.

E evet! Sadece bizimkinden şekilsiz görünüyor.

Sonra bildiğimiz sefer tasları, dondurma kapları, plastik ve metalik kovalar.

Biz dalga geçmeye başladık artık; İskandinav zevkini dünyaya gösteren tasarım mağazasından Türkiye’ye bilmem kaç euroya aldığım plastik kovayla dönsem mesela ya da sefer tasıyla. Hatta yoğurtla birlikte ücretsiz evime gelen güveç kabıyla…


[image error]




TÜRKİYE İLHAMI VAR DENİLSE DE…


İstanbul’a dönünce biraz baktım.

HAY Tasarım’ın kurucu ortağı ve yaratıcı direktörü Mette Hay ile Danimarkalı şef ve işletmeci Frederik Bille Brahe’in küratörlüğünde ortaya çıkarılan bu koleksiyon için Türkiye’den de ilham alındığı özellikle belirtiliyor. Hay ile Brahe, Türkiye ve Japonya seyahati yapmış.

Sitelerine girdiğinizde kolayca ulaşabileceğiniz basın bültenlerinde Fas’tan bardakların, Japonya’dan süngerlerin ya da Fransa’dan sabunların alınıp yeni bir bakış açısıyla bu koleksiyona (2017 mutfak) konulduğu söyleniyor.

Yine ayrıntıyla inceleyebileceğiniz katalogda da kovalardan “Türk kovası” şeklinde bahsediliyor. Ancak bir taraftan da bakıyorsunuz New York’taki Modern Sanatlar Müzesi’nde (MoMa) ya da Paris’teki Picasso Müzesi’nde sergilenmiş (ve hatta hâlâ sergileniyor) bu koleksiyon. Ve Hay’ın internet sitesinde, Pinterest’te ya da 25 euroluk satış fiyatıyla Selfridges’te hep “Hay’s Glass Carafe” (Hay’ın cam karafı) olarak geçiyor mesela bizim evladiyelik sürahi.


[image error]


KİMİN BİLMEM AMA HAY’IN DEĞİL ONDAN EMİNİM


Bu sürahiyi onyıllardır kullanıyoruz ancak, Türkiyeli bir tasarımcıya, sanatçı ya da zanaatkara ait olmayabilir de tasarımı. Tek bildiğim Hay’a da ait olmadığı!

Bu dünyadan seçkiyse de bu da garip değil mi, ben yapsam ayıp olmaz mıydı?

Bir tasarım devinin Hay’s Glass Carafe diye satılan ürününün, hatta pek çok ürününün on yıllardır Türkiye’de kullanılan kült tasarımlar olduğunu söylemek gerekir diye düşünüyorum.


[image error]


 


İki satış örneği


Biri bu 


Glass Carafe


Bu yazı o dönem yayında olan kiamoreblog’da yayımlandı, 2017 sonunda ve markanın buradaki temsilcilerinden Nihan Dağ’dan şöyle bir mesaj geldi.

Onu da paylaşayım.

‘Esinlenme’ tabirini gördüğüm basın bülteni ve genel olarak kataloğu da aşağıda paylaşıyorum. Ancak ne olursa olsun bana garip gelen şu; Danimarka gibi tasarımda ön plana çıkmış bir ülkenin dünyaca ünlü tanınmış tasarım markasısın ve bir ülkeden ürünleri getirip satıyorsun.

Crate and Barrel değil ki mağaza ve site satışlarına bakıyorum hiçbir not yok.

Belki bu sektörde çok alışılmış bir şeydir, bilemedim. Benim için bu siteye başkalarının yazılarını çevirip imzasız paylaşmam kadar anormal; öyle yapınca benim seçkim olup koyabilir miyim?


“Sizin yazınızdan Mette ve Frederik’in bu ürünü Türkiyede görüp bir benzerini esinlenmek adı altında HAY tasarımı olarak piyasaya sunduğu anlamı çıkıyor.

Düzeltme istediğim nokta da tam olarak budur.

Gönderdiğiniz yazıları (Hay desing online kataloglarını) önceden görmüş olmama rağmen detaylı bir şekilde tekrar okudum. Yazıların hiçbir yerinde esinlenmek anlamına gelen ‘be inspired’ tanımı kullanılmamıstır.

Bu yargıya nereden vardınız bilemiyorum. Acaba Kopenag mağazamızdaki satış elemanı arkadaşımız mı sizi yanlış yönlendirdi, durum bu şekilde ise gerekli uyarıları yapacağımıza emin olabilirsiniz.

Ürün kesinlikle HAY tasarımı olarak da sunulmamaktadır. Bu konuda bu kadar hassas olan markamızın bu şekilde yorumlanmış olması beni gerçekten çok üzdü. Tasarım ürünlerin hepsinde sizin satın aldığınız

Lacivert saplı turuncu sürahi gibi tasarımcısı belirtilmiştir.

Ürün kalıbı Paşabahçe’ye aittir ve oradan tedarik edilmiştir. HAY markası altında satmamızda da bir engel yoktur. Paşabahçe birçok markaya kendi ürünlerinin üretimini private label olarak yapmaktadır.

Bizim diğer koleksiyonlarımızda da dünyanın birçok üreticisinden tedarik edilmiş birçok ürün bulunmaktadır.

Yazınızın geri kalanında yorumladığınız Mette ve Frederiğin bu koleksiyonu hazırlarken izlediği yolu doğru bulmamış olabilirsiniz,

HAY gibi bir markanın neden var olan ürünlerle bir koleksiyon hazırladığını yorumlayabilirsiniz, (esinlenmek yerine var olan ürünler tabirini kulanırsanız anlamın çok değişeceğini düşünüyorum)

Tüm yorumlarınıza saygı duyarız.

Umuyorum kendimi ifade edebilmişimdir. Tabiki bu açıklamalar doğrultusunda yazınızda düzeltme yapmak sizin kararınızdır.


Sevgiler,


Nihan Dağ


Yazıda esinlendiklerini belirtmişler dediğim nokta şu idi açıkçası, basın bülteninden:


“While taking inspiration from Frederik’s own industrial kitchen, they also travelled to Turkey and Japan where, like so many of Mette’s other projects, they found new energy and inspiration in the local environment and everyday products.”


 


İlk yazı, Ekim 2017, o dönem yayında olan Kiamoreblog’da

İkinci yayını Aralık 2018

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 19, 2018 21:23

Kafa’da yeni köşe: İyi Şeyler Kafası

Candaş Tolga Işık, büyük bir coşkuyla beni arayıp “Nilay, iyi insanların hikâyelerini yazmalısın. Hadi yaz, hadi bize yaz. Koleksiyon Kafası’nı bir süre donduralım, senin kaleminden iyi insanları okuyalım; hadi hadi…” dediğinde, açıkçası, onunla aynı heyecanı paylaştığımı söyleyemem.

Halbuki, sen bir fikir zikrettiğin anda sana ‘onun nasıl yapılamayacağını söyleyen’, ‘ama’cılardan, heyecan söndürücülerden ziyadesiyle hazzetmem.

‘Ama’ o gece baya bir ‘ama’cıyım…

“Candaş, aklın yolu bir. Yıllardır ben de bunu yapmak istiyorum, iyi insanlar, iyilikler arıyorum. Senin, benim, hepimizin ihtiyacı bu. Kuyuda kalan köpeğin çıkarıldığı an bile sevinçten otomobille tura çıkasım geldi, ihtiyaç büyük! İyiliğe, iyi habere, iyi insana açız da… Milletin GBT’sini alamıyorsun ki; sana iyi görünen başkasının haini çıkıyor. İddialı işler bunlar. Memlekette neredeyse rezil olmayan ünlü kalmadı, ‘baba’ dediklerimiz ne hayalkırıklıklarına uğrattı. Hem sürekliliği olmalı böyle işlerin; 10 kişi düşünüp öyle başlayalım”.

Bıdı da bıdı! Hiç sevmediğim şeyi yapıyorum.

İşte o sırada, masanın üzerinde Ağaçkakan Yayınları’ndan taze çıkmış kitabı gördüm: “Sen 25. Yüzyılda Yaşıyorsun” Nur Özkan’ın Enis Ayar ile nehir söyleşisi…

Telefonda Candaş; kitabın kapağında “Bir insan bu kadar iyi, aynı zamanda bu kadar gerçek olamaz” diyeceğin, bunu, yaptıklarıyla da kanıtlayabileceğin bir adamın, Enis Ayar’ın güzel suratı. Ah Candaş ne şanslısın! Ama ben de öyle; çünkü Enis Abi’yi şahsen de tanıyorum.

Ve başladık.


[image error]


[image error]


Yeni köşemizin adı, İyi Şeyler Kafası.

İyi işler yapan, iyi, farklı insanları paylaşmak istiyoruz.

2018 Aralık sayısında ilk konuk Enis Ayar.

Karadeniz Sahil Yolu’nun Ordu’da sahilden geçmeyişinden efsanevi Vosvos Şenlikleri’ne, Yason Kilisesi’nin temizlenip kurtarılmasından, Kurul Kayalıkları’nda Kibele heykelinin bulunmasına Ordu’ya ait pek çok güzellikte o ve arkadaşlarının payı var.

Henüz tanımıyorsanız, ehl-i keyif bir tatlı direnişçiyle, Enis Ayar ile tanışın…

Kafa’nın Aralık sayısında ve Sen 25. Yüzyılda Yaşıyorsun adlı kitapta.


20 Aralık 2018

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 19, 2018 08:53

10 soru ve yanıtta yeniden açılan Pandeli

Malum, 115 yılı geride bırakmışken 2016’da kapanan İstanbul’un en köklü restoranlarından Pandeli geçtiğimiz günlerde yeniden açıldı. Instagram’dan o kadar çok soru geldi ki, tek tek yanıtlasam da oradan burada da bir araya getirmek istedim


 


1- Bu restoran niye önemli?

(Aslında bu soru bana sorulmadı. Ama yazıya, Pandeli’nin önemini anlatarak girmek istediğimden, okumak isteyenler için bir link bırakacağım. Bir tarih…)


[image error]


2- Pandeli eski yerinde mi?

Evet, Mısır Çarşısı’nın girişinde. Mısır Çarşısı No: 1, 34110 Fatih


3- Sahipleri aynı mı?

Gülin ve Yücel Özalp (Topaz-şimdiki Rana ya da Escale gibi restoranlardan bilenler olacaktır) ile Menderes Utku devraldı Pandeli’yi. Ancak ben gittiğimde tesadüf oradaydı, Tarihi restoranın kurucusu Pandeli Çobanoğlu’nun Yunanistan’da yaşayan torunu olan ve restoranın üçüncü kuşak işletmeciliğini yürüten Sofia Çobanoğlu durumdan çok memnun, onun onayıyla.


[image error]Yücel Özalp elinde Sofia Hanım’ın hediye ettiği Bay Pandeli’nin fotoğrafıyla.

4- Pandeli pahalı mı?

Pahalılık kişinin durumuna göre. Mönüyü aşağıya ekleyeceğim. Herkes imkanlarına göre bakar ancak, ben herkese bir kere olsun gitmesini öneririm.


5- Pandeli’nin mönüsü aynı mı?

Eski mönüyü bilenler, aşağıda paylaştığım mönüden karşılaştırma yapabilir. Genel olarak birkaç yeni ek var, farklılık var ama ‘imza’ ürünler mesela bademli kurabiye, kâğıtta levrek ya da patlıcanlı, üzerinde döner dilimi olan börek var. (Orada en eski mönülerden birine baktık da siyah havyar ile başlıyor. Gün bugünden farklı:)


[image error]


6- Pandeli’de içki var mı? Pandeli’de içki niye yok?

Mekân, bir doğalgaz nedeniyle (tarihi yapı malum) aylarca açılamadı, içki ruhsatı da alınınca olacak. Adım adım.


7- Çalışanlar ne kadar değişmiş?

Ben de çok keyifli bir Şehirli Sofralar çekimi yapmıştım kendisi ile… Pandeli’nin 22 yıllık şefi olan Abdullah Sevim, Adıyaman’daki köyüne dönmüşken yeniden çağırmışlar onu. Yanında da, uzun yıllar Şemsa Denizsel ile birlikte çalışan şef Bayram Karaçam var; o da şahanedir. Yıllardır orada servis şefi olan Özay Çınar geri dönmüş misal.

[image error]Bayram Usta ile Abdullah Usta.


[image error]Eski Pandeli’den bugüne Özay Çınar da var, elinde de ünlü patlıcan böreği.



8- Pandeli her gün açık mı? Hangi saatlerde açık?


Pandeli her gün 11.30 – 19.00 saatleri arasında açık. Akşamları ise ancak özel davet ve etkinliklerde açılacakmış.


9- Dekor çok değişmiş mi?

Hayır. Ama daha yeni, daha pırıl pırıl ve düzenli bir hali var. Giriş özellikle çok güzel toparlanmış bir karşılama alanı olmuş ki insanlar genellikle burada fotoğraf çektiriyor. Giriş salondaki iki pencereden Mısır Çarşısı daha net görünürdü, Mısır Çarşısı içinde yapılan yeni restorasyon ile Çitevav var artık o pencerelere denk gelen, o nedenle bir tık daha az görünüyor dışarısı.


[image error]


10- Kalabalık mı? Pandeli’nin kitlesi kim? Kimler geliyor?

Nedendir bilmem bu soru da çok soruldu. Ben öğle saatinde gittiğimde baya kalabalıktı, turistler farkında bile değil kapanıp açıldığının, pek çoğu rehberlerinden görmüş, otellerinden öğrenmiş. Hiç gitmemiş ama kapandığına üzülmüş bir kitle ile bir dönem müdavimi olanlar ilk gelenler gibi duruyor. Ben de annemle gideceğim tekrar. Annem ile dedemin mekânıydı çünkü.


[image error]


[image error]


[image error]


19 Aralık 2018, İstanbul

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 19, 2018 08:44