Nilay Örnek's Blog, page 21
August 7, 2018
Deniztopu
Mümkün olsa dünyanın her yerine metro ile gidebilirdi.
İstanbul’da bile olsa metro ona 30 saniyelik aralıklarla New York’un, Londra’nın havasını hissettirir, tatlı tatlı oraları özletirdi.
Gözü, yanındaki genç kadının gazetesindeki grafiğe takıldı. “Trafikte savaşıyoruz” başlığı altında Emniyet Genel Müdürlüğünün istatistikleri sıralanıyordu.
Son 10 yılda 80 bini aşkın kişi, trafik kazalarında hayatını kaybetmişti.
İçi acıdı…
Yoksa ‘o’ da bir istatistik, bir rakam mı olmuştu? Trafik kazası kurbanlarından biri… Hızla önündeki demir çubuğa asılarak kendini kaldırdı, indi.
Eve girmeyeli neredeyse bir yıl olmuştu… En zoru da buydu sanki…
Evi kaplayan dokunulmamışlığın kokusu ile sessizlik onu rahatlattı… Böylesi daha iyiydi, o varken ev o kadar canlıydı ki, evi ele geçiren ruhsuzluk evi daha katlanılır yapabilirdi…
Oysa onu kaybettikten
sonraki ilk günler öyle miydi?
Mutfaktaki bardağa mı dokundu; hemen o aklına geliyordu… Dünyada kaç kişi fincanına isim koyardı ki?
Kanepeye mi oturdu; diken üstünde oturmayı yeğlerdi…
O kanepedeki gülüşler, öpüşler… Kanepeye uzanışını hatırlıyordu ve sevdiği kadının televizyonun düğmesine basıp heyecanla kendine ayrılan boşluğa, kollarına yerleşişi aklına geliyordu… Böyle yüzlerce film izlemiş olmalıydılar…
Onun saçlarını koklayarak, elini tutarak, ensesine minik öpücükler kondurarak.
Perdeyi takarken düşüşü aklına geldi; önce ağlayıp sonra gülmekten yere yatışı…
Bunları kafasından atmak için dev kitaplıktan bir kitap aldı… Ancak giriş sayfasının köşesindeki o minicik, mini minnacık not kıvılcımı yakmaya yetti: ‘SS’…
Kitabı, minik bir toz bulutu çıkaracak hızla kapadı, gözünden bir parça yaş aktı.
Yapamıyordu, ortak bir arkadaşlarını çağırmalıydı ya da akrabalardan birini…
Hatta bunun için profesyonel birini bile tutabilirdi. Sonra kendisinden utandı.
O demez miydi “Her eşyada bir yaşanmışlık vardır” diye?
Bu yüzden de her gittiği yerden bir şeyler alır, anılarını o aldıklarına yükler, onları her kullanışında hikâyeler anlatırdı.
Yeniden girdi eve… Hem de en zorundan başlamak üzere. Yatak odasına girdi…
Gardırobunu açtı, ilk gözüne çarpan o kırmızı-beyaz kareli pantolon oldu…
Onu aldıkları günü hatırladı… Kadınların içinde, kabinin önünde onu beklerken nasıl daraldığını… Sonra da onu o pantolonun içinde hatırladı… Nasıl da güzeldi, ne kadar da güleç… Hastalandığında bile ne kadar hayat doluydu. Zaten onu ondan koparan hastalık değil, bir sarhoş sürücüydü. Kızdı…
Sonra duvarda asılı duran, kendi kendilerine çektikleri fotoğrafa baktı…
Sonra her şeyi kutulara doldurmaya başladı. Ve üstlerine yazdı ‘SS’…
Ertesi gün kapı ziliyle uyandığında koltukta harap haldeydi… Önce mobilya için geldi birileri. Ardından bir grup küçük kız, giysileri almaya… Onlar sevdiğinin istediği gibi ‘ihtiyacı olan, değerini bilecek birilerine gitmeliydi’. Her şey gitti…
Gün biterken içeri baktı, camlardaki ‘Satılık’ ilanından başka bir şey kalmamıştı. Kolunun altınaysa tüm o görüntüye tezat, rengarenk bir deniz topu vardı…
Top onunla kalacaktı; çünkü hâlâ içinde onun nefesi vardı…
9 Temmuz 2009 tarihinde, Nilay Örnek’in Habertürk gazetesindeki köşesinde “Sevdiğinin bir istatistik olması“ başlığı ile yayınlanmıştır.
Görsel, illustrasyon; Mikyung Lee
August 1, 2018
Her Cumhuriyet Bayramı’nı davul zurna ile kutlayan Asar Köyü
En sevdiğim şey, bir yeri o yeri çok iyi bilen ile gezmek.
Bu nedenle hayatta arkadaş tekliflerini de reddetmem.
Yoksa yine Samsun’a gelebilirdik, yine Kızıl Irmak deltasının güzelliğine, bereketine, kuşlarına hayran olabilir; tütün ve pirinç tarlalarına, hayvanlara, Süreyya kavununa ilgili olabilir; oradaki kaya mezarlarından ilk kez haberdar olup şaşırabilirdik, yine günü orada batırabilir, yıldızları izleyebilirdik, pide yiyebilirdik…
Yine… Belki…
Ama İbrahim Uyanık olmasaydı eminim ki Asar köyünden haberimiz olmazdı.
Nebyan dağını, çevre köyleri bilemez, oradaki yamaç paraşütü festivaline bu derece ilgi duymazdık.
Asar Köyü’nün genci Bülent, yarı yola kadar traktörüyle bize rehberlik etmezdi.
Mübadele ile Selanik’ten gelenlerin yaşadığı bu köyü hiç göremez, her 29 Ekim’de Cumhuriyet Bayramı’nı davul zurna ile kutladıklarını öğrenemezdik…
O koca yayladaki tek evi bilemezdik.
41 yıldır evli olan, esprili, şen şakrak çalışkan, güzel türkü okuyan Saim abi ve şu efsanevi kadın, Kıymet ablayla tanışamazdık.
Tabi İbrahim’in etkisi…
Nasıl bir ağırlama, nasıl bir izzet-i ikram.
‘Sevda’ hikâyeleri (Saim abı “Bir Sevdalık durumu yaşadık” diyor mesela konuşurken), göçmenlik, hayvancılık, çocuklar, torunlar, kurtlar, ayılar derken saatler nasıl geçti bilemedim.
Bu Kıymet Abla, 60 yaşında mis gibi; “Kız ben seni çok sevdim” deyip bir fotoğraf istedi ancak hemen de biraz kapattı kendini.
Nasıl güzel, hele o yeşil gözler…
Bir de belgesel hastası, hep hayvan bakmış, çok seviyor ineklerini, konuşarak sarılarak… Köpekleri de öyle…
Sağol İbrahim.
[image error]
Gidişata inat, siz neyi yapmıyorsunuz?
Bir konum ve katkıda bulunursanız bir sorum var….
Ortada tüm dönemlerin absürt sorunlarından sunulan şu dönemde, bilinçli bir kuşak, kendince, kendi evinde, yöresinde, ailesinde minik minik ya da kimi zaman daha büyük duruşlar sergiliyor. ‘Sergilemese’ bile -bu yanlış bir kelime olabilir- inadına, kimi zaman yorularak, zoru seçerek doğanın, doğrunun, emeğin, kendi hayat görüşünün yanında durmak için bazı tercihler yapıyor…
Küçük örnekler; bakkalı korumak için market kadar bakkaldan da alışveriş etmek gibi, kitabı internetten değil de butik kitapçıdan almak gibi, plastik poşet kullanmamak gibi, belli üretecileri seçmek gibi, bazı kurumlarla çalışmamak gibi… Gibi, gibi…
Ben bu gibi şeyleri yaparken harcadığım enerji ve emeği, ekstra çabayı sorun etmem. Yapamayacağım şeylerin de altına girmem, istesem de gerçek bir vegan olamayacağımı bilmem gibi.
Ama yine de gün geliyor, bir şey oluyor da insan bir “Ay dünyayı ben mi kurtarıyorum” ‘yorgunluğuna’ girebiliyor; çünkü yanında durduğun şey kendi yanında durmayabiliyor:)
Sizden ricam yaptığınız böyle şeyleri bana yazmanız… Bu, “Artık şu markanın sütünü almıyorum” da olabilir, “Şu gazeteyi okumuyorum, çünkü…” de…
Nedir sizinkiler?
Tek tek mesaj atmak yerine buraya yorum olarak yazarsanız sevinirim. O zaman kolayca toparlayabilirim:)
1 Ağustos 2018
July 27, 2018
Troya Kültür Rotası’nda yürürseniz neler göreceksiniz?
Gelecek Turizmde projelerinden, Troya Kültür Rotası Projesi ile Çanakkale’den Assos’a kadar yürünecek ya da bisikletle geçilebilecek 120 kilometrelik yolda neler neler var? İşte o rotada görülecek harika yerlerden bir liste…
Çanakkale’de muhteşem bir projenin temelleri atıldı ve her gün biraz daha gelişiyor.
Likya Yolu’nun bir benzerinin Çanakkale’de olduğunu düşünün. Yine çok zengin ve büyüleyici bir yol.
Biz dün 7 kişi, o yolu gördük, baktık, öğrendik, yürüdük.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Anadolu Efes ve Birleşmiş Milletler’in ortak yürüttüğü Gelecek Turizmde projelerinden, Troya Kültür Rotası Projesi ile Çanakkale’den Assos’a kadar antik yolların da geçtiği 120 kilometrelik yol, yürüyüşçüler ve bisikletçiler için temizleniyor ve işaretleniyor.
Uygulamalara da yükleniyor.
Yolun yüzde 80’i işaretlenmiş durumda, çok azı kaldı ve proje tamamlanmak üzere.
Bize dün, bizlere mihmandarlık yapan Doç. Dr. Mustafa Boz ile birlikteydik.
Doç. Dr. Mustafa Boz’dan bu 120 km’de neler neler olduğunu da öğrendim. Ama bu adı anılacak ‘bir kısmı’; daha arada köyler, manzaralar ve doğa harikaları da var:
[image error]
NELER VAR NELER?
* Troya Antik Kenti, Troya Ören Yeri’nden başlıyor yürüyüş.
* Çıplak Köyü’nden sürdürüyor rotasını.
Sonraki rotada aşağı yukarı görülebilecekler şöyle:
* Bugün dört duvarı duran Cezayirli Hasan Paşa Köşkü.
* Aşil-Akhilleus tümülüsü.
* Rüzgâr güllerinin orada Beşiğe Burnu ve Beşiğe koyu, (Bir zamanlar gemilerin sığındığı bir yermiş, şimdi bir kısmı alüvyonlarla dolmuş).
* Yeniköy.
* Kumkale tarihi Türk mezarlıkları (Mezar taşları gerçekten ilginç ve çok güzel kuşlar var.)
* Kumkale’de yine Ajax (Aşil’den sonra en büyük savaşçı) Tümülüsü.
* Henüz kazısı yapılmamış Sigeion Antik Kenti.
* Yassıtepe Höyüğü.
* Çanakkale’nin Ezine ilçesine bağlı Mahmudiye beldesindeki Bozköy-Hanaytepe… Buradaki yüzey araştırmalarında 5 bin yıllık Venüs idolü bulundu. Ancak kentin ağırlığı gün yüzünde değil.
Döneminin en büyük antik kenti Alexandria Troas Antik Kenti – Dalyan Antik Liman.
[image error]
ÜNLÜ ST. PAUL YOLLARINDAN BİRİ… VE ÇOK ÖNEMLİ
* Bu arada büyük bir rota da var; Aziz Paul’un (Hıristiyanlığı yayan St Paul) 3. yolculuğu sırasında gemiden indiği Dalyan’dan (Alexandria Troas) başlayıp, Apollon Smintheion’dan geçerek Assos’a uzanıyor yolun geri kalanı.
[image error]Tavaklı’da domates tarlaları
* Henüz kazıları yapılmamış bir antik kent; Larissa antik kenti.
* Çanakkale’nin Ezine İlçesine bağlı Taraklı köyünün bulunduğu yerde imiş. Heinrich Kiepert, haritalarında kenti Taraklı’nın 10 km. kuzeyinde, bugünkü Ilıca köyünün olduğu yerde göstermiş.
* Rotalara daha sonra eklenecek olan antik taş ocakları
* Denizi ve zeytini ile meşhur Tavaklı.
* Sebze ve özellikle domatesiyle ünlü Kösedere.
[image error]
* Roma köprüleri, termal suyu ile Tuzla bölgesi. Osmanlı’nın sıcak su elde ettiği yer.
[image error]
MUHTEŞEM BİR ANTİK KENT
* Yine muhteşem bir antik kent: Apollon Smintheion.
Burası kutsal merkez. Olimpiyatlara katılanlar buraya geliyorlar, hamamlarda yıkanıp kutsanıyorlar.Başarılı sporcular orada onurlandırılıyor.
* Bugün bazı yerlerde izlerini görebileceğiniz Roma yolu…
* Pek çok yerde Roma döneminden kalma su kuyuları, Bektaş Küyü’nde mesela 10’u aşkın kuyu bir arada. Ve bugün de işlevsel, hayvanlara su verip, sizin de su alıp içebileceğiniz kuyular.
Koru başı bölgesindeki tarihi kalıntılar
* Ve tabii ki antik kent Asos.
[image error]OLYMPUS DIGITAL CAMERA
27 Temmuz 2018, Çanakkale, Asos-Nar Konak
July 26, 2018
‘Troya Kültür Rotası’nda yürür müsünüz?
Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve Anadolu Efes ortaklığıyla yürütülen ‘Gelecek Turizmde’ kapsamında Çanakkale köylerindede yürüyüş ve bisiklet yolları düzenleniyor; ‘Troya Kültür Rotası’ projesi hayata geçiriliyor. İşte o proje…
Troya Kültür Rotası Projesi ile Çanakkale’den Assos’a kadar antik yolların da geçtiği 120 kilometrelik yolun sürdürülebilir turizm anlayışı çerçevesinde hayata geçirilmesi, yürüyüşçüler ve bisikletçiler tarafından kullanılması, yolun geçtiği köylere sosyal ve ekonomik kalkınmayı da beraberinde getirmesi hedefleniyor.
120 KİLOMETRE
Çanakkale Troya’dan başlayıp Assos’ta son bulacak olan 120 km uzunluğundaki ilk etap Gelecek Turizmde kapsamında tamamlanacak. Böylece, bölgenin farklı arkeolojik, tarihi, kültürel ve doğal değerlerini birbirine bağlayan, uluslararası standartlarda bir kültür rotası oluşturulacak.
ROTAYI İZLEYEBİLECEKSİNİZ
Troya Kültür Rotasında yürüyüş ve bisiklet güzergâhları için tabela ve işaretleme çalışmaları ve çevre temizliği yapılıyor. Rota haritası hazırlanacak. Harita ve rehber kitabın yanı sıra internet üzerinden ve Küresel Konumlama Sistemi (GPS) temelli aplikasyonlarla erişilebilir olacak. Ayrıca, rota üzerindeki turizm işletmeleri ve girişimler bu harita üzerinde işaretlenerek görünür kılınacak.
Troya Kültür Rotası Ne Sağlayacak?
• Bölgenin kültürel ve doğal değerlerini bir rotayla birbirine bağlayacak, böylece turizmin çeşitlendirilmesine katkı sağlayacak.
• Turistlerin seyahat sürelerini artıracak, dolayısıyla bölgedeki konaklama, yeme-içme, hediyelik eşya, tarımsal ürünler gibi turizm ve bağlı sektörleri canlandıracak, yerel kalkınmaya katkı sunacak.
• Bölgenin büyük zenginliğe sahip, fakat görünür ya da erişilir olmayan farklı kültürel ve doğal değerlerini görünür ve erişilir kılacak.
• Bölgenin mevcut tarım ve hayvancılığa bağlı üretimi turizme entegre edilebilecek.
• Orta ve uzun vadede bölgedeki mevcut turizm potansiyelinin artmasıyla otel, pansiyon, restoran, kafe ve benzeri tesislerin kapasiteleri artacak, bu tesislerin sürdürülebilir turizm anlayışı ile hizmet vermesine katkıda bulunacak.
• Yerel işletmelerin ve bölge halkının turizmde daha fazla yer almasını sağlayacak.
July 25, 2018
Troya bir attan fazlasıdır!
2018 Türkiye’de Troya Yılı ilan edildi. Fazıl Say, 9 Ağustos’ta ilk dinletisi olacak bir beste yaptı, Gelecek Turizmde ile Kültür Rotası çıkarıldı, arkeoköy yapıldı, Troya Müzesi açılıyor ve daha pek çok çalışma var… Ama onlardan önce herkesin okumasını tavsiye edeceğim bir kitaptan ve yazarıyla çıkılan bir minik antik kent yolculuğundan bahsedelim:
Prof. Dr. Rüstem Aslan ile ‘Troya/Yeni Başlayanlar İçin’…
[image error]
Herkesin kendi tarihinden bir parça bulduğu görkemli bir kent Troya.
5 bin yıl önce de önemliymiş; bugün de öyle…
Doğu’yla Batı’nın, Ege’yle Karadeniz’in kesiştiği noktada, Çanakkale Boğazı’nın girişinde.
Kıtalararası ticaretin en önemli merkezlerinden olan ‘testere dişi’ duvarları, güzel yolları ve doğasıyla etkili olan bu kent, nice deprem, yangın ve daha sonra da savaş geçirmiş.
Homeros’un destansı sözlerle anlattığı savaş ve kahramanlık öyküleri ise bu kentin her daim ilgi odağı olmasını sağlamış.
FAZIL SAY’IN MERAKLA BEKLENEN TROYA BESTESİ
Mitoloji ile tarihin, bilim ile edebiyatın buluştuğu Troya, daha pek çok kavramın da buluşma noktası…
Ve bu yıl, UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girişinin 20’nci yılı vesilesiyle 2018 ‘Troya Yılı’ ilan edildi.
Bu vesileyle pek çok güzel şey olacak, bir silkinme, bir yenilenme de sağlanacak.
9 Ağustos’ta Fazıl Say’ın Troya için yazdığı beste ortaya çıkacak.
‘OKUMALISINIZ’ DİYECEĞİM KİTAP
İşte bu noktada tüm merak edenler, Türkiye, Çanakkale, tarih, arkeoloji ve mitoloji meraklıları için bu yılın önemli bir kitap var: ‘Troya/Yeni Başlayanlar İçin’
Doğan Kitap’tan çıkardığı bu adlı kitabı vesilesiyle, Troya arkeolojisinin dünyadaki en yetkin isimlerinden biri olan, bölgedeki kazıların başkanı Prof. Dr. Rüstem Aslan ile bir araya geldik.
Troya’yı birlikte gezdik.
KİTAP HAP GİBİ
Önce kitaptan bahsedeyim; çok iyi.
Akademik bir dille değil herkesin ilgi duyabileceği, anlayabileceği, bırakmadan takip edeceği heyecan ve bilgiyle dolu bir kitap yazmış Prof. Dr. Aslan.
180 sayfa şıp diye bitiyor; sonuçta kentin mitolojik hikâyesinden Homeros’a, Hisarlık’ın Troya’ya dönüşmesinden Schliemann kazılarına ve tabii ki eserlerin kaçırılmasına, 7 katmanlı kentten günümüzdeki duruma her şey hakkında akılda kalıcı bilgiler ediniyorsunuz.
[image error]Kurban alanından bir görüntü
TROYA’NIN YANINDA BİR ARKEOKÖY
Tanışınca Aslan’ın asıl amacının bilgiyle barıştırmak olduğu görülüyor zaten.
Opet, Troya’nın bitişiğindeki Tevfikiye Köyü’nü bir ‘arkeoköy’e dönüştürüyormuş mesela…
İçinde tarihi kahramanların canlandırılacağı, yeme içme hallerinin gösterileceği köyün içinde yaşayan, bizlerin de görebileceği yerler…
Rüstem Bey, Troya’nın, bu köyün ve ağustosun sonlarına doğru açılması planlanan yeni müzenin çok şeyi değiştireceği görüşünde…
Şöyle bir örnek veriyor…
Köyden kadınlarla çalışıyormuş; 70 yaşındaki Ayşe Teyze’ye “En son ne zaman geldin antik kente?” diyormuş, yanıt “Hiç gelmedim ki”…
Rüstem Hoca bilgisi, sempatisi ve emeğiyle bunu değiştirmeye çalışıyor.
Yani Troya’nın tanıtımı, bilinmesi, önemi önce çevresindekiler, onun dibinde yaşayanlar tarafından bilinmeli değil mi?
[image error]Müzenin yoldan çekilmiş kötü bir fotoğrafı. Ben çektim, ne yazık ki…
TROYA MÜZESİ DE AÇILIYOR
Rüstem Aslan ile birlikte henüz açılmamış müzeyi de gezdik.
Bir mimari proje yarışmasının sonucunda yapılan yapının iç düzenlemesi son hızla sürüyor.
İçi dışarıdan tahmin edilemeyecek kadar aydınlık, üstte de terası var.
Çanakkale Müzesi’ndeki ve Troya ile ilgili diğer müzelerdeki tüm eserler burada toplanacakmış.
Tabii şimdi en büyük istek, dünyanın çeşitli yerlerine (44 ayrı koleksiyon sanırım) dağılmış Troya hazinelerinin geri dönmesi.
Arkeoköy ve müzenin yanı sıra, Antik Kent’in içinde de bir takım değişiklikler oluyor; panolar değişiyor, yürüme alanları daha güzel bir rutinde ve engellilere de uygun şekilde yapılıyor.
[image error]
İKİ KİTAP DAHA GELİYOR
Konuşurken anlattı Rüstem Bey; kitap, iki yeni eserle tamamlanacakmış; biri Troya’nın bu şöhretinin belki de nedeni olan, hep çok tartışılan Heinrich Schliemann hakkında, diğeri de sonraki gelişmelerle ilgili…
‘Osmanlı belgelerine göre Schliemann ve Troya’ ekim ayında bitecek gibiymiş.
‘O TİP BAĞLARIM YOK’
Bu arada biraz garip bir soru ama 29 yılını Troya kazılarında geçirmiş, ödüllü arkeoloğa sordum, “Afrodisias’ta Kenan Tevfik Erim’in mezarının olması beni etkiledi, hoş geldi. Allah gecinden versin ama; siz de mesela böyle bir şey ister miydiniz?”
“Hayır” dedi Rüstem Bey, “Benim o tip bağlarım yok”, “Burada da özellikle istediğim buranın insanlarla bağ kurması, anlaşılması”.
Troya’ya yıllarını adayan, antik kent için çok önemli çalışmalar yapan Prof. Manfred Korfmann’ın (Osman Bey olarak da anılıyor) mezarına mesela Troya meşelerinin palamutlarından götürülmüş.
MEGAN FOX’U, TROYA ATININ İÇİNE GİRİP ÇEKMİŞLER…
Rüstem Bey, benim sevdiğim tip insanlardan.
Yaşla ilgili olmayabiliyor ya gençlik, ataklık, şahsına münhasır, esprili, rahat olma hali…
Kitabına da o rahatlık yansıyor; yazar, “Ben biliyorum” demekten çok bizimle Troya’yı kaynaştırmak için çalışıyor.
Bu arada basın ekibinde yanımızda çok uzun yıllardır arkadaşı olan, arkeolog-rehber ve seyahat yazarı Nükhet Everi de var; mesela ara ara ona “Ayşe Arman ile röportaj yaptım” diyor, kendince bir magazin haberi verir gibi, sonra Mega Fox’tan bahsediyor.
Yeni gelmiş, bir belgesel için, çok ilgiliymiş.
Paparazziler, Megan Fox’u görüntüleyebilmek için Troya atının içine saklanmışlar!
[image error]Çannakkale merkezdeki film atı
TROYA VE ÇANAKKALE’NİN İLK ŞEHİTLERİ
Troya hakkında söylenecek şey çok.
Tarih öncesi döneme ait ilk tabaka kazısı olması nedeniyle arkeoloji bilimi açısından da önemli.
Schliemann’ın ilk dönemleri hariç, kullanılan teknoloji ile arkeolojinin bilimle birleştiği nokta olarak da kıymetli.
Bu arada Rüstem Hoca konuşurken öğrendim ki, Troya’nın ilk şehidiyle, Çanakkale Savaşı’nın ilk şehidi neredeyse aynı yerde düşmüş!
TROYA KÜLTÜR ROTASI DA HAYATA GEÇTİ
Başta da yazdım.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Çanakkale Valiliği ve Çanakkale’deki STK’ların girişimi ve önerisiyle Troya’nın UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi’ne girişinin 20’nci yılı olması nedeniyle 2018’i ‘Troya Yılı’ ilan etti.
Bu arada Kültür ve Turizm Bakanlığı, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) ve Anadolu Efes ortaklığıyla yürütülen ‘Gelecek Turizmde’ kapsamında da Ezine ve Ayvacık ilçelerine bağlı köylerde yürüyüş ve bisiklet yolları düzenleniyor; ‘Troya Kültür Rotası’ projesi hayata geçiriliyor.
(Ben de gidip rotadan yürüyeceğim.)
Kısacası bu yıl Troya’nın adını daha çok duyacağız.
Umarım dünya da daha çok duyacak, umarım dünyanın dört bir yanındaki Troya eserleri ait oldukları bu topraklara dönecek.
[image error]
TROYA ATINI KİM, NE ZAMAN YAPTI? HİKAYESİ NE?
Bu arada başlıkta ‘Troya bir attan fazladır’ dedim;
Çanakkale meydanındaki at, Hollywood filminin kente hediyesi.
Ama asıl eski at, Antik Kentte.
70’lerde mimar Kadir İzzet Senemoğlu’nun çizimini yaptığı, marangoz Ahmet Karadeniz’in de uygulamasını yaptığı atın hikâyesini öğrenmek istiyorsanız güzel bir kaynak buldum.
[image error]
Ana görsel: Ceren Akardaş
25 Temmuz 2018, Troya
July 12, 2018
Yeni başlayanlar için Sinop. No: 1 Kahvaltı
3 yıldır yeniden oturmak istediğim kahvaltı sofrası.
Sinop’ta sevdiğim çok yer var ama belki de burası en basit ve en sevdiğim yer: Yalı Kahvesi.
Yiyecek vermeyen ama çevreden alıp getireceğiniz her türlü yiyeceği masanıza koyabileceğiniz, yanına da çayınızı söyleyebileceğiniz şahane bir yer.
Sadece çay, bitki çayları, oralet, kahve, su, gazoz, soda… Filtre kahve de yok.
Şahaneliği, kıyı kasabası hissini direkt kanınıza işleyen havasında, rahatlığında…
Basit ve net.
Evinizden götürün kahvaltılıkları, yayın kağıdı, isteyin çayı…
Mükremin Abi var; sabahtan akşam üzerlerine kadar garson o.
Herkesi tanıyor, espriler gırla.
Masamızda evden buraya gelen peynirler, köy pazarından domates, salatalık, biber…
Demirkollar Fırını’ndan üzümlü cevizli ve kıymalı nokul. Kahvede kolunda sepetiyle geçen simitçilerden sıcak simit.
Buraya da not edeyim;
Sinoplu ne simidi, ne çekirdeği soğuk yer. Bu yüzden kahveden sürekli sepetli simitçiler geçer.
July 6, 2018
Bir yaz ‘cruise’undan notlar… Merak edilenlere yanıtlar
Aslında cruise yolculuğu üzerine kısa süre önce bir şey yazdım.
Ancak mart ayında yapılan yolculukla yazın yapılan yolculuk, dev bir cruise gemisiyle yapılan yolculukla daha az kişi taşıyan bir gemiyle yapılan yolculuk baya farklı deneyimler içerebiliyormuş.
Bu nedenle, bana Instagram üzerinden sıkça sorulan sorular üzerinden “bir yaz cruise’undan notlar” yazacağım.
Öncelikle her deneyimin, kişiye, kişinin maddi-manevi durumuna göre farklılık gösterebileceğini bir kez daha not edelim.
Hele ki ‘turlarda’.
Ama çok soran olduğu için -ve nedense üşenmediğim için- yazmak istiyorum.
[image error]
1- Gerçekten vize yok mu?: Herkesin sorduğu sorulardan başlayalım. Vize yok, yani var ama yok. Şöyle ki, tabii ki pasaportunuz ile gidiyorsunuz. Sonuçta farklı ülkeye gideceksiniz ancak normalde gerekli olan Schengen vizeniz olmasa da bu tura katılabiliyorsunuz. Turu yapanlar sizin için günlük vize, kapı vizesi türü bir şey alıyor.
Siz hiçbir şeyle uğraşmıyorsunuz.
Ama harç pulu var onu söyleyeyim; ülkeden çıkmak parayla!
Özet: Pasaport ve harç pulu lazım, vize yok.
2- Tura verdiğim paraya değer mi?: En net olduğum konulardan biri bu. Turlar gününe ve dönemine bağlı olarak 139 Euro’dan başlıyor. 249, 269 euro gibi fiyatlar da olabiliyor.
Ona bizim gittiğimiz ETS Tur’un sitesinden ya da hangi tura bakmak istiyorsanız, bakar karşılaştırmanızı yaparsınız.
Ancak otel hizmeti, 3 adaya gidiş, sabah, öğlen, akşam yemekleri, ara da çay saatleri, ara içecekler, gösteriler, gece yarısı atıştırmalıkları derken inanın euro-TL paritesine rağmen o para kat be kat çıkıyor.
Çalışanlar, nezaketleri çok iyi! Bizim gemide Ruslar ve Türkler çalışıyordu.
[image error]
3- Tur parasını verdim, cebimden başka para çıkar mı?:
Tabii ki çıkıyor. Gemide değil ama karaya çıkıp da gittiğiniz adalarda yemek içmek, alışveriş etmek istiyorsanız onu tur karşılamıyor tabii.
Ayrıca tur içinde günlük olarak gittiğiniz adaya uygun plaj, ulaşım rehberlik gibi hizmetleri içeren turlar satın alabiliyorsunuz.
4- Peki ada turu satın almalı mıyım?:
Bu, gittiğiniz yeri ne kadar bildiğinizle ve para harcama enerjinizle alakalı olabilir.
Şöyle açıklayayım.
Mesela biz Mikonos ve Rodos’a pek çok kez gittiğimiz, iki adayı da baya bildiğimiz için hiçbir tur almadık. Ancak Santori’ni de sabah plaj ve ardından Oia ve … ‘ı içeren turu satın aldık; çok da iyi oldu.
Mesela bizim Santorini gezimizde ‘tender’ denilen, cruise gemilerinden limanı olmayan Santori’ye gidişi sağlayan botlarla yolculuk, gemikeni herkese ücretsizdi.
Sonrasında bizim satın aldığımız paket, 65 euro idi, bu fiyata 2 şezlong ve bir şemsiyeli plaj (ki Yunan plajları artık hiç ucuz değil, anlatacağım, baya uzun otobüs yolculukları, rehberlik ve teleferik ücretlerimiz dahildi.)
[image error]
5- Hiç para harcamadan yırtar mıyım?: Kasarsanız tabii bu her zaman mümkün:) Ama adalardan ne anlarsınız bilemem tabii. Şöyle mümkün mesela.
a- Hiç gemiden inmezseniz.
b- Rodos’ta old port yani eski liman, cruise’un yanaştığı yer bir şekilde adanın içine yürüme mesafesinde. Yürür, halk plajında yüzer, öğlen geri yürür yemeğinizi gemide yer, sonra yine şehre yürürseniz belki… Mikonos’ta ise merkezi yerlere yürümek biraz zor, turu ya da en azından şehre iniş bileti almak avantajlı. Ama kasarsanız o da olur.
Ama inanın tavsiye etmem!
Yani az ya da çok tura ödediğiniz ücret dışında bir bütçe ayırın.
5- Mikonos çıldırmış olmalı: Bu noktada bana çok soru gelmedi de, ben kendi kendime isyan edeyim.
Biz “Mikonos’u biliyoruz” ukalalığımızla tur satın almadık.
Mikonos hep en pahalı adalardan biri, tüm Yunan adalarını görmüş olsam ‘en pahalısı’ diyeceğim. Euro bu kadar uçuk değilken bile Mikonos hep pahalı ve nakitle işleyen bir yerdi. Ama şimdi İstanbul’a dönmüş.
Şöyle ki…
Bu adalarda genellikle yıllarca gidersiniz pek çok şeyin aynı kaldığını görürsünüz, oysa Mikonos’ta da baya değişim var. “Aaaa o eski pastane gitmiş, aaa burası kapanmış” diye diye yürüdük.
Paraga her yıl gittiğimiz bir plaj, fiyatlar iyice artmış, pek çok ‘beach’te nargile servisine kadar başlamış.
Deniz kıyısında bir şemsiye iki şezlong 50 euro’dan ‘başlıyor’ ve 40 euro’da orada yemek içmek için harcama zorunluluğuyla geliyor bu paket mesela. 90 euro’ya denize giriyor, ortalama bir şeyler atıştırıyorsun.
Bizim hep gittiğimiz bir kumsal tavernası var, tatlı bir restoran, hep orada yemek isterim. Hem orada yemek yiyeyim, yani gittiğim beach’in para harcama politikasına mecbur kalmayayım, hem de Paraga’da bir şemsiyenin altında olayım diye tüm işletmelere şezlong fiyatı sordum. 30 euro’luk bulunca oturdum! 62 euro’da öğlen yemeğim, e içtiklerim, oluyorsun yine 100 küsur euroluk ama en azından istediğimi yedim.
ETS Tur ise satın aldığınız pakede göre üç ünlü plaja gidiyor: Paradise, Super Paradise ve Ellia.
Ben sonradan çektiğim fotoğraflara baktım ki şezlong ve şemsiye dahil 25, 27 ve 32 euro imiş. Yani mesela Ellia, daha uzak ama pek harika bir plajdır. İyiymiş.
[image error]Niko’s’ta musakka.
6- Hem gece, hem gündüz: Türlü tur seçenekleri var.
Bence en azından bir ya da iki yerin hem gecesini, hem gündüzünü görebileceğiniz turlar daha güzel. Çünkü yazın sıcakta plaj harika ama mesela Mikonos’un gecesi de pek güzeldir.
Bizim aldığımız tur Mikonos’a akşam üzeri vardığı için orada çok güzel akşam yemeği de yiyebiliyorsunuz ki bu hakikaten güzel bir şey.
“Niko’s Taverna’daki” kadar iyi musakka az yemişimdir.
Tasarım ürünlerinin satıldığı mağazalar pek keyiflidir, sanat galerileri hoştur.
Günbatımının keyifle izlenebileceği pek çok köşe vardır Mikonos’ta.
7- Rodos’ta ise her şey çok kolay: Rodos daha şehir şehir bir yer, çok kişi az sever. Ama orada da güzel vakit geçirmek mümkün. Yürüyerek istediğimiz plajda şezlong ücretli ya da ücretsiz denize girebilir, güzel yemek yiyebilirsiniz.
Senelerce Kukos’u çok sevdik, hem lezzeti, hem de mekânın kendi yapısıyla. Şimdi biraz farklılaşmış, arka tarafını otel yapmışlar, eski otantik havası biraz değişmiş. Yine de ‘galakto boreko’muzu orada yedik, kahve ile.
Merkezde turistik ya da sanatsal çok şey bulmak mümkün ama süper iyi restoran çok çok da kolay değil. Tamam adlı yeri çok kişi över, biz bu sefer de gidemedik. Ama gittiğimiz tavernadan acayip keyif aldık. Ta Petaladika. Servis biraz Yunan ağırlığında da olsa, Simi karidesleri de vardı, porsiyonlar da kocaman, musakkaya ölmedim, onun dışında her şey çok lezzetliydi. Tavsiye edebilirim.
Bu arada “Rodos’ta sık sık kulağınızı cır cır böceklerinin sesine verin” derim; ağaç ve ormanlık alan anlamında en yeşil adalardan biri Rodos.
Rodos’un en ünlü kahve-içki-atıştırmalık mekanlarından biri olan dev bir ağacın altındaki Aktaion’da da bir kahve ya da soğuk bir şeyler içebilirsiniz.
[image error]
8- Çocukla nasıl?: Daha önceki cruise deneyimi yazımda, bence esas teenageler ve çocuklu aileler için cruise’un harika olabileceğini yazmıştım. Bu gemi daha küçük olduğu için çocuklar için diğeri kadar fazla oyun alanı vs. yoktu. Ama çocuklu ailelerin, diğer pek çok seyahat türüne göre daha rahat hareket ettiğini görmek çok mümkün. Bir de bence ve gördüğüm kadarıyla çocuklar için çok eğlenceli bir şey bir cruise gemisi ile seyahat etmek. İçerideki aktiviteleri saymadan bile.
9- Gemideki yaşlı ortalaması nasıl?: Ne kadar çok insan bunu soruyor. Ve şöyle: Herkes yaşlı mı?! Hey, ben de oradayım:) Cruise işi, çok duraklı yolculuklarda diğer pek çok seyahat aracına göre daha az yük getirdiği için -otelin, yemek yediğin ve seyahat aracın aynı yer sonuçta- daha çok yaşı ileri insanlar tercih etmiş yıllarca. Yine öyle bir rahatlığı var ama mesela bu seyahatte çok fazla genç çift vardı. Baya çok. ‘Çift’ derken… Kızlı, erkekli arkadaş grupları da vardı. Ama en çok gördüğüm birkaç tanıdık aile bir arada seyahate gelenler.
[image error]Rodos’tan bir masa.
10- Santorini: Çok ilginç bir geçmişi, hakkında efsaneleri ve gerçek hikâyeleri olan bir ada. Burada turizme verilen önem ve bu kadar kurak bir adada turizmin yaradılışı önemli, ders olabilecek bir konu. Bazı açıları var ki, çok fotografik. Minik butikleri, harika manzaralı restoranları pek hoş. Ancak adanın bir kısmı Oia (iya diye okunuyor) öyle. Adanın gerisi baya baya baya kurak.
Kartpostallarda o yok tabii.
Santorini’de ürünler şaraplık üzüm, kaktüs, fıstık ve çeri domates. Ama ünlü bir şarap, kaktüs çiçeğinden reçel ve likör yapıyor namussuzlar. O kuraklıktan bravo. Domatesten de mücver yapıyorlar mesela.
Perissa Beach’e gidiyorsunuz genellikle deniz için de; biz turla oraya gittik.
Özelliği volkanik yaşlardan oluşmuş siyah kumu.
Bu yüzden deniz suyu da, kim da normalden sıcak.
‘Beach’lerine oradan buradan kum taşıtan Türk girişimciler bunu nasıl atlamışlar bilmiyorum.
[image error]
11- Gemi, adalar engelliler için uygun mu?: Bu soru da soruldu ancak tek yanıtım ‘sanmıyorum’ olacak.
Çünkü o dikkatle bakmadım.
Adalarda bence genelde zor. Ama şunu biliyorum ki, Rodos’ta da gördüm, sandalye kullananların kolaylıkla denize girmesi için aparatlar pek çok büyük Yunan adasında var. Ve çok insani.
12- İnternet: Geminin interneti yoktu. Kendi internetinizi kullanabiliyorsunuz ama denizde seyir alırken her zaman iyi çekmeyebiliyor ama genel anlamda internet iyiydi.
[image error]Plastik sandalye işinden o kadar sıkılmışım ki, gemide bu sandalyelere bayıldım.
13- Gemide yemekler iyi mi?: Çok seçenekli iki dev açık büfe var. Baya çeşitli ve lezzetli yemek var. Ama Türk yemekleri ağırlıklı Yunan değil. Ha benziyorlar o ayrı da:)
14- Fotografik bir tur mu?: Kimse sormadan söyleyeyim, Instagrama çok kare var!
15- Toparlarsak:
Tur da, cruise da sevenine güzel.
Ama yazın ya da muhtemelen baharda, ılık sonbaharda cruise pek güzel bir şey.
Tüm gün gezip yorgun argın geldiğin yer bir gemi oluyor.
Suyun ortasındasın.
Günbatımını gemide izlemek, kıyıya varışlar ve ayrılışlar.
Gemide, deniz kenarında, yıldızların altında yürüyüş yapmak güzel bir şey.
Deniz kenarında kahvaltı yapmak, gece yemeği denizde yemek de öyle…
Ve bir şekilde nasıl oldu bilmiyorum, ben hep özel bir alan varmış gibi hissettim o kadar kalabalık bir gemiye rağmen.
Her gün gemide gazete çıkıyor; gün batımı ve doğumu saatlerinden programlara pek çok bilgi orada yazıyor.
[image error]Bizim oda böyleydi.
[image error]
6 Temmuz 2018, Çeşme-İstanbul
Nesin Vakfı’na bağış yapsak ne güzel olur
Biz annemle -bence- güzel bir şey yaptık.
Nesin Vakfı’na bağışta bulunduk. Belki sizin de aklınıza takılır diye paylaşmak istedim.
Geçen sene mayıs ayında #Şirince’deki #Matematik Köyü’nü görüp çok etkilenmiş, oraya bağış yapmak istemiştim.
İstanbul’a dönünce öyle olmayabiliyor; kendi borcunu harcını, kazanamadığını düşünüyorsun, sonra da o bağış yapılamıyor!
Temmuz ayı Kafa Dergisi kapağını görünce utandım, 1 yılı geçmiş.
Gazeteler nanay, benim de tek sürekli gelirim bu dergide yaptığım Koleksiyon Kafası adlı köşeden gelen telif. Ama giden gelir. Birkaç telifimi onlarla paylaşmak istedim.
Orada çok tatlı bir hanımla konuştum ve annem adına bağış yaptım. Bunu duyan annem de bağış yapmak istedi ve o da benim adıma yaptı.
E güzel oldu:)
Aylık 100 tl’yi kredi kartınıza tanımlayıp yıllık 1200 tl ile mesela, bağışçı olabilir ya da daha azı ya da çoğunu toplu gönderebilirsiniz.
Ben daha gitmedim ama insanların söylediği o ki, Çatalca’daki Vakfa ya da benim de gördüğüm Matematik Köyü’ne giderseniz de bağışlarınızın boşa gitmediğini görebilirsiniz.
Bugün tesadüf Nesin’in ölüm yıldönümü.
https://www.nesinvakfi.org ‘a bir bakınız. Çok güzeller…
6 Temmuz 2018, İstanbul
Ses gibi ses: Benjamin Clementine
Önce birkaç şarkısı…
Londra’da başlamış bir yaşam,
haylaz-zorlu-okulda başarısız ama yüksek zekâ ile özdeşleştirilebilecek bir okul hayatı,
11 yaşında abi sayesinde piyano ile tanışma,
16 yaşında evi terk edip Paris’e taşınma,
türlü türlü yerlerde müzik yaparken sokaklarda kalma,
keşfedilme, çok beğenilme, albüm ve ödüller derken Benjamin Clementine bugün 30’una basmamış (aralıkta 30) çok kıymetli müzisyen. Aynı zamanda söz yazarı ve besteci de.
Sesi ve onu kullanışı muhteşem.
Karizması apayrı.
Ve biz 5 Temmuz 2018 gecesi İKSV İstanbul Caz Festivali kapsamında, İstanbul Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda değerli bir gece yaşadık sayesinde.
Böyle Hep birlikte söylediğimiz bir Clementine şarkısıyla, Türkiye için mutlu ve özgür günler dileğiyle bitirdik konseri. Müzikle… Amin!
5 temmuz, istanbul
Ana görsel, NY Times için Craig McDean. David Byrne ile müzik sohbeti yaptıkları röportajdan.