Nilay Örnek's Blog, page 24

May 6, 2018

‘Denizleri’ anmak, ‘geçmiş geçmemişken’ daha da zor

Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ın ölüm yıldönümleri… Ulucanlar Cezaevi’ni gezerken hissettiklerimi tekrar yaşıyorum. Ağır gelen, o insanların çektiği acıları daha da büyüten, bugüne daha acı döndüren şey, bugün de adaletin çok farklı olmadığını görmek… Keşke böyle olmasaydı


[image error]Mehmet Özgür Boza, 18 Kasım 2017’de Pera Mezat Müzayedecilik tarafından 5 bin liradan açık arttırmaya çıkarılan ölüm ilamı belgelerini 47 bin 500 lira ödeyerek satın aldı. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ile Hüseyin İnan’ın idam hükmünün orijinal belgesini satın alan Boza, bunları ilk önce bir daha satılmaması için yırtıp atacağını açıkladı; ancak, sonra orijinallerini Ulucanlar Cezaevi Müzesi’ne bağışladı.

 


 


Kitabım Bütün İyiler Biraz Küskündür’de bir yazı var, “Unutmadıysan göster kuzum”; “Bir şey yapmamak da unutmaya dahildir belki de…” diyor bir yerinde…

Bugün 6 Mayıs, sabahtan beri Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan fotoğraflarının altında yazılar görüyorum.

Birilerinin anması hoşuma gitse de, ne bileyim… Bugün farklı şekillerde aynı döngü devam ediyor ya, bugün olanlara müdahale edemezken, ‘geçmiş geçmemişken’ zor geliyor bir şeyler söylemek…


[image error]


Zor bir gün benim için, sabaha Tolga Örnek’in babası Özden Örnek için yaptığı veda konuşmasını izleyerek başladım!


Denizler, Hüseyinler, Yusuflar hâlâ varlar ve hâlâ yaşatamıyoruz onları.

Umarım aksini göreceğimiz günler gelir..

9 Ocak’ta gitmişiz… Şunları yazmışım.


ULUCANLAR’DA YÜZLEŞME


Bugün Ulucanlar Cezaevi Müzesi’ni gördük; sonraki birkaç saat sessizlik istiyor, zor geliyor. Deniz Gezmiş’ten Erdal Eren’e, Bülent Ecevit’ten Nazım Hikmet’e, Muzaffer ‘İlhan’ Erdost’tan Feride Çiçekoğlu’na (Uçurtmayı Vurmasınlar) pek çok önemli ismin, değerli insanların, birçok siyasi mahkûmun bir süre yaşadığı yeri, yattıkları ranzaları görüyorsunuz.

“Disiplin odaları”, işkence yapılan koridorlar (bugün de, sesli kayıtla canlandırılıyor) ya da Hilton denilen kısmen daha rahat koğuşlar!

O günlerin gazeteleri, yazınlarından tanıdığımız kimi insanların eşyaları…

Ve ‘çıkış’ öncesi ‘o’ ip, o darağacı ve idamla canları alınanların listesi. Müze, müze anlamında iyi.

O dönemle bir yüzleşme de var.

Ancak bugün de adaletin çok farklı olmadığını görmek o insanların çektiği acıları daha da büyüten, bugüne daha acı döndüren…

Ankara’ya giderseniz görün.

Nur içinde uyusunlar…


[image error]


HAYAT NE GARİP…


Bu arada Murat Meriç’in Gazete Duvar’da yazdığı yazıdan bir paragrafı cımbızlamak isterim.

Hep hatırlamak için…

Hayat ne garip.

“Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının avukatı Halit Çelenk’i yedi yıl önce bir 5 Mayıs günü kaybetmiştik. Onların hikâyesini Gülünün Solduğu Akşam adlı kitabında anlatan Erdal Öz ise 2006 yılının 6 Mayıs günü aramızdan ayrıldı.”


ULUCANLAR CEZAEVİ MÜZESİ’NDEN FOTOĞRAFLAR


 


[image error]


[image error]


[image error]


[image error]Fakir Baykurt’un asıl ismi Tahir biliyorsunuz. Bu önemli insanın eşyalarıyla karşılaşmak da ilginçti.

[image error]


[image error]


[image error]


[image error]


[image error]


[image error]


[image error] [image error]


[image error]


 


[image error] [image error]


 



6 Mayıs 2018, Pazar
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 06, 2018 08:37

April 12, 2018

7 yıl süren ‘Poğaçamı yedirtmem’ muharebesinde sonuç

Dile kolay; 2 asır, 5 nesil fırın işletmeciliği, pastanecilik… Hem de Türkiye’de… Bir Anadolu yakası insanı olmamamın getirdiği uzaklığa rağmen Beyaz Fırın’a her zaman saygı duydum. Hem bundan, hem de Nathalie Stoyanof Suda ile sohbet edecek kişinin sevdiğim biri, Serdar Kuzuloğlu olması sebebiyle ‘Geçmişten Günümüze Yeme İçme Konulu’ sohbetlerine keyifle katıldım… Sohbette en çok hoşuma gidenin baba-kız çekişmesi olmasını itiraf etmeliyim…


 


Zaten yemek merakım; yemek kültürü, tarihi daha da büyük merakım… (Ya da tam tersi işte, yemek yemek tarihini öğrenmekten daha güzel olabilir bazen:)).

Üzerine bir de sevdiğim bir marka -Türkiye’de marka sevmek de zor malum- ve sevdiğim, sohbetine bayıldığım bir arkadaş (M. Serdar Kuzuloğlu) bir araya gelince, Beyaz Fırın’ın Kanyon şubesinde düzenlenen sohbete katılmak istedim.

Serdar sohbete genel olarak bugünkü yeme-içme alışkanlıklarımızın çoğunun aslında çok yakın döneme denk geldiğini, masada yemek yeme kültürünün bile II. Mahmut döneminde başladığını anlattı.

Çay demleme işinde, altta su ile demleme durumunun altından Beyaz Ruslar çıktı mesela. Malum, lokantacılığımızda, pastanecilikte vs. rolleri büyüktür.


PAŞA ÇAYI MI DEDİNİZ?


‘Paşa Çayı’ tabiri de oradan gelirmiş, Rus Paşaların çayı, biraz daha su katılmış.

Tabii biz biraz daha ılık çaya, ‘paşa çayı’ derdik, acaba önceleri çay kaynamamış suyla mı açılıyordu? Muhabbet muhabbeti kovaladığından o konuya giremedik.

Ama çilingir sofrasının tarihinden (padişahlar hep yalnız yermiş aslında yemeklerini, gören olmasın diye. Çeşnici başıların tadım yaptığı bol çeşitli sofralar aslen çilingir sofrası) ülkemizde narenciye ekilen Karadeniz bahçelerinin çay tarlaları oluşuna kadar çok şeyden konuştuk.

Arada Türkiye’nin yeme-içme alemini kurtardık! Pastanecilikteki trendlerden ‘eskiden nasıldı’ya pek çok konuda konuştuk.


KOLAY MI; 2 ASIR, 5 KUŞAK


Tabii bu sohbete örnek teşkil eden Beyaz Fırın ve onun tarihi baş konumuzdu.

Malum Beyaz Fırın, 2 asırlık müessese, 1836 yılında kurulmuş.


İsmi de unun, hamurun, şekerin, tuzun beyazlığından geliyormuş.

Bizimle sohbete katılan Nathalie Stoyanof Suda ise 5. kuşak ve ilk kadın temsilci; onun da iki kızı var.

Nathalie Hanım konuşurken sık sık “O da bana denk geldi” diyor.

Merak edip sordum, “Şikâyetçi mi?” acaba, başka iş yapmak ister miydi, sonuçta büyük sorumluluk.

Asla değil, çok küçük yaşlardan beri bu işi devralacağının bilincinde olmuş, Le Cordon Bleu’da pastacılık konusunda eğitim de almış.

İşin daha çok yaratıcı tarafında olmuş, bundan da zevk alıyor.

“Günümüz şartlarında ürün, hammadde bulmak eskisine göre daha kolay ancak satış bunu anlatmak çok daha zor” diyor.


‘POĞAÇAMI ÖLDÜRTMEM’


İşte bu süreçte de, şu anda 69 yaşında olan babasıyla bir hayli tartışmış.

2005’ten 2012’ye kadar ‘yumurta savaşları sürmüş’ mesela baba ile kızı arasında.

Mesela babası, yumurtalı tip kahvaltı girsin istememiş mönüye “Poğaçamı öldüreceksin” diyormuş, masaya oturup sipariş işini babasına kabul ettirmek de yine Nathalie Hanım’ı zorlamış.

7 yılın sonunda kabul ettirmiş ve şimdi çok başarılı pastane ve brasserie tipi Beyaz Fırınlar var, hatta içki de sunuluyor. Online satış, acıbadem kurabiyesi üzerine büyük değişim, macaron dönemi… 2000’ler böyle işte…


 


[image error]


Bu arada “Size özgü lezzetler var mı?” diyorum Natalie Hanım’a.

Beyaz Fırın şimdi biz Avrupa yakalılar için de ‘bir şey’ ama daha çok Kadıköylüler, Avrupa yakası insanları için anlam ifade ederdi… Ben eskisini çok bilmem, sandviçlerinden, poğaça ya da açmalarından yemişliğim çok yok.

“Mesela patatesli sarma” diyor Nathalie Stoyanof Suda, zamanında maddi anlamda zorluk yaşandığı dönemde bulunan patatesli 8 şekli verilen bir açma. “Çilekli milföyümüz ve parmesanlı krakerimiz de bizimle özdeşleşmiştir… Çok şey var tabii” diyor.


İŞTE BAYAZ FIRIN’IN DÖNEMLERLE TARİHİ


Sohbet güzel ama ben ‘o baba’ ile konuşmak istiyorum. Hoşuma gidiyor o çekişme, poğaçaya sahip çıkış!


Bence ‘Poğaçamı yedirtmem’ türü inatlar Beyaz Fırın’ı bugünlere getirdi.

Zaten bu yıllara Beyaz Fırın’ı getiren de belli ki bu ‘uzun düşünülen, tartışılan’ değerler.

Madem gazetede değil, blogda yazıyorum.

Şu pratikliği de yapayım dedim.

Bana verilen broşürü, “tarih de şurada dursun” diye buraya koymak istedim:)

Buyrunuz.


İlk önce aileye bakalım. 5 KUŞAK ŞÖYLE


[image error]


 


BALAT’TAKİ İLK FIRININ YERİNİ DAHA YENİ BULMUŞLAR… TESADÜF YENİ ALAN KARDEŞLERİN SOY ADI ‘BEYAZ’ İMİŞ; İKİ KARDEŞ ‘BEYAZLAR’ ADLI BİR ESNAF RESTORANLARI VARMIŞ ORADA. TESADÜF


[image error]


1920 VE 30’LAR…


[image error]


1940’LAR


[image error]


50 VE 60’LAR


[image error]


70’LER


[image error]


1980’LER


[image error]


1990’LAR


[image error] [image error]


2000’LER BAYA GENİŞ AMA ÇOĞU BİLİNİYOR BU KADARINI ALDIM:)


[image error]

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 12, 2018 07:58

April 10, 2018

İstanbul Caz Festivali’nin 25’inci yılında efsane isimler İstanbul’a geliyor

Nick Cave’den Robert Plant’e, Melody Gardot’dan Kurt Elling ya da Zakir Hussain gibi isimlere İstanbul Caz Festivali 25’inci yılında -klişe bir değim ama- ‘tam bir yıldızlar karması’… Dünyada adlarını sıkça duymaya başladığımız cazcılar da var, Türkiye’den cazın ve güncel müziğin en başarılı yeni nesil isimleri de… Etkinlikler de gırla…

26 Haziran-17 Temmuz 2018 tarihleri arasında gerçekleşecek festivalin biletleri, 16 Nisan’da satışa çıkıyor.

27 ayrı mekânda gerçekleşecek konserler için bu yıl da Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi kapılarını açıyor. Beyoğlu’nun en eski binalarından Venedik Sarayı’nın bahçesi de bu yıl ilk defa konser alanı oluyor.  İstanbul Caz Festivali ne zaman yapılacak, biletler ne zaman satışa çıkacak gibi sorular yanıtlandı. Aşağıda festivale gelecek sanatçılar, tarih ve mekanları da görebilirsiniz…

İşte, İKSV’nin düzenlediği 25. İstanbul Caz Festivali programı.


 


• Melody Gardot

27 Haziran Çarşamba, 21.00, Uniq Açık Hava Sahnesi

Türkiye’deki ilk konserini 2009 yılında yine İstanbul Caz Festivali kapsamında veren Amerikalı caz sanatçısı Melody Gardot, festivalin 25. yılında da ülkemizdeki çok sayıda hayranını sevindirecek. Yıllar önce başından geçen ağır trafik kazası sonrasında, kendi şarkılarını yazmaya başlayarak, bu şarkılarla hayata tutunan Melody Gardot, aynı zamanda müziğin iyileştirici gücüne de sonsuz inanıyor. Aradan geçen 13 yıl içinde yayınladığı, dünya çapında büyük başarılar kazanan albümleriyle kendi kitlesini yaratması da bu inancın belki de en güzel sonucu. Melody Gardot’nun sahnesi karizması, duyuları kategorilere sığmadan sarmalayan derinlikli müziği, derinlerden kendini hissettiren Philadelphia yansımaları, etkileyici vokali ve açıklıkla paylaştığı sahici hikâyelerinin güçlü bir birleşimi.


[image error]


• Benjamin Clementine

5 Temmuz Perşembe, 21.00, Harbiye Cemil Topuzlu Açık Hava Sahnesi

Aşk, melankoli ve başkaldırının ses bulduğu baladlarıyla Benjamin Clementine, hem tutkulu bir vokal hem de şarkı sözü yazarı ve şair olarak, ilk kez 2013’te Jools Holland’ın sahnesinde kendini dünyaya tanıttığından beri, dinleyicilerinin duygu haritalarında melodileriyle sağlam bir yer edinmeyi başaran, had safhada ilham verici bir sanatçı. Müziğinin çarpıcılığı konusunda otoritelerin adeta söz birliği ettiği bu yeni nesil deha, 2015 yılında ilk albümü At Least For Now ile Mercury Ödülü’nü kazandı. Nick Cave ve Tom Waits ile üç kahramanından biri olan Nina Simone’un izinden gitmeye devam ederken, geçtiğimiz yıl yayınladığı ikinci albümü I Tell A Fly ile müziğinin o sarsıcı tesirini bir kez daha kanıtladı. Benjamin Clementine’in, edebiyatla müziğin tek vücut olup izleyiciyi büyülediği teatral sahnesi kaçırılmaması gereken bir deneyim.


[image error]


• Nick Cave and the Bad Seeds // Lara di Lara

10 Temmuz Salı, 19:30, KüçükÇiftlik Park

Kırk beş yıllık müzik kariyeri boyunca çok sayıda sanatçıya ilham kaynağı olmuş, Avustralyalı şarkıcı, söz yazarı, besteci, senaryo yazarı, şair ve aktör Nick Cave ile sanatçının müzik kariyerinde ayrılmaz bir yeri olan Warren Ellis ve ekibin daimi birer parçası olmuş Thomas Wydler, Martyn P. Casey, Jim Sclavunos ile gruba son iki albümde dahil olan gitarist George Vjestica ile besteci ve perküsyonist kimliğiyle tanınan Toby Dammit’ten oluşan The Bad Seeds İstanbul Caz Festivali kapsamında 10 Temmuz Salı akşamı 0 Müzik desteğiyle uzun zaman hafızalardan çıkmayacak bir performansa imza atacak. Nick Cave & The Bad Seeds’ten önce ise alternatif müzik camiamızın sevilen isimlerinden Dilara Sakpınar’ın grubu Lara di Lara gecenin açılışını yapacak.


[image error]


• Caro Emerald

12 Temmuz Perşembe, 21.45, Zorlu PSM Ana Tiyatro

Festivalin bu gecesinde Zorlu PSM Ana Tiyatro’yu Caro Emerald ışıltısı saracak. “Back It Up” ve “A Night Like This” gibi hit’leriyle 2009’dan bu yana müzik dünyasının enerjisi en yüksek seslerinden olan Caro Emerald, çok kısa sürede zirveyle tanışıp, günümüz cazının fenomenlerinden birine dönüştü. 2017’nin sonunda Metropole Orkest işbirliğiyle MO x Caro Emerald EP’sini yayınlayan electro swing’in kraliçesi soluksuz Schindler’in sponsorluğunda gerçekleşecek bu geceyle İstanbul Caz Festivali sahnesine adını yazdıracak. Emprovize adımlarla süslediği vokalinin yanı sıra, sahne stiliyle de sofistike ve zamansız bir ikona dönüşme yolunda emin adımlarla ilerleyen Caro Emerald’ın büyüsüne kapılmamak imkansız.


• Robert Plant & The Sensational Space Shifters

17 Temmuz Salı, 21.00, Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi

Led Zeppelin’in efsanevi sesi, rock tarihinin tartışmasız en muazzam vokal ve topluluk liderlerinden Robert Plant, 11 yıl sonra yeniden İstanbul Caz Festivali’ne konuk oluyor. Bitmesi hiç istenmeyen hikâyeler anlatan eşsiz sesi, 70’lerdeki parıltılı Led Zeppelin günlerinden solo kariyerindeki unutulmaz yapıtlarına kadar kuşaklar boyu koruduğu yenilikçi müzikal tavrı ve izleyiciyi kendine bağlayan sahne duruşuyla Robert Plant, hafızalarda büyüleyici bir sayfa daha açmak için, grubu The Sensational Space Shifters eşliğinde, Matraş’ın sponsorluğunda 25. İstanbul Caz Festivali programında yer alacak. Robert Plant’in, son albümü Carry Fire’dan da şarkılar seslendireceği bu gece, izleyicilerin müzik atlaslarına gururla ekleyecekleri türden.


Caz Tutkunlarının Buluşma Noktası
• Dave Holland, Zakir Hussain & Chris Potter

29 Haziran Cuma, 21.30, Zorlu PSM Ana Tiyatro

İstanbul Caz Festivali’nin 25. yılında, her biri ayrı ayrı çığır açıcı işlerle anılan, çağdaş cazın üç dev ismi aynı sahnede buluşuyor. Dünya müziğiyle cazı harmanlayan tabla üstadı Zakir Hussain, DownBeat tarafından “dünyanın en çok incelenen ve ilham veren saksofoncusu” ilan edilen duayen Chris Potter ve bugüne kadar yüzlerce albümde kusursuz kayıtlarıyla var olan, janrlar ötesi inovatif müziğiyle tanınan bas gitarist ve besteci Dave Holland’dan oluşan, dahiyane bir emprovizasyon üçlüsü olarak da tarif edilebilecek bu yıldızlar topluluğunun, birlikte inşa ettiği görkemli caz dili ile baş döndürücü bir akşam!


• Kurt Elling Quintet With Special Guest Marquis Hill

6 Temmuz Cuma, 19.30, Uniq Hall

Grammy ödülü sahibi olmasının yanı sıra, 12 kez aday olarak Grammy tarihine adını defalarca yazdıran, günümüzün en şiirsel ve dinamik caz vokallerinden Kurt Elling’in yükseklerde gezinmeyi seven sesi ve iddialı şarkı sözleri bu gecede festival sahnesini Marquis Hill’in trompeti eşliğinde taçlandıracak. Louis Armstrong, Jelly Roll Morton ve King Oliver’ın başkahramanları olduğu Chicago cazını modernize eden en başarılı müzisyenlerden Marquis Hill, 2014’ten bu yana kariyerine New York’ta devam ediyor. Hill, solo projelerine odaklanmanın yanısıra, caz dünyasının görkemli isimlerinden Marcus Miller ve Joe Lovano ile aynı sahneyi paylaştığı gecelere imza atarak New York sahnesini hareketlendiriyor. Festival gecesi, sahne birlikteliklerini uzun yıllardır cazın pek çok önemli sahnesinde sürdüren Kurt Elling ve Marquis Hill’in İstanbul’daki ilk buluşması olacak.


• Avishai Cohen “1970”

3 Temmuz Salı, 21.00, Sultan Park Swissotel the Bosphorus

Caz füzyon tarihinin yaşayan en önemli piyanistlerinden Chick Corea’nın büyük keşiflerinden Avishai Cohen, bugün caz ve klasik müzik dünyasının vazgeçilmezleri arasında yer alıyor. Müziğini geleneğe saygı ve yeni maceralara atılma coşkusu arasında dengeli bir alanda konumlandıran Avishai Cohen’in tınıları modern cazı Ortadoğu, Doğu Avrupa ve Afro-Amerikan etkileriyle harmanlıyor. Alıştığı suların kısmen dışına çıkıp yeni maceralara atıldığı, heyecan verici son albümü 1970 ile müziğini İstanbul Caz Festivali izleyicisiyle paylaşmak için şehre gelen virtüöz, Sultan Park’ın eşsiz atmosferinde gerçekleşecek caz dolu bir yaz akşamında sahneye çıkacak.


• The Fred Hersch Trio

11 Temmuz Çarşamba, 21.30, Zorlu PSM Drama Sahnesi

21. yüzyılın en keşifçi caz sanatçılarından Fred Hersch, otuz yılı aşkın bir zamandır, solo resitalleri, ikili veya üçlü işbirlikleri ve 40’a yakın albümüyle övgülerin odağı olmaktan hiç vazgeçmedi. Birlikte çalıştığı onlarca müzisyenin arasında Joe Henderson, Art Farmer, Charlie Haden, Stan Getz ve Bill Frisell’in adlarını saymak dahi onun başarısını özetlemeye yetmiyor. Jason Moran’ın, “Lebron James basketbol sahnesinde neyse Fred de piyano başında odur” diyerek tarif ettiği, festivalin unutulmaz gecelerinden biri için izleyicinin karşısına çıkacak Fred Hersch’in sınır tanımayan müziği caz severleri etkisi altına alacak.


• Fabrizio Bosso Quartet // Massimo Manzi Trio feat. Elif Çağlar

2 Temmuz Pazartesi, 20.00, Venedik Sarayı Bahçesi

Venedik Sarayı’nın tarihi atmosferinde gerçekleşecek bu gece, İtalya’nın en önemli caz davulcularından Massimo Manzi’nin, gitarda Domingo Muzietti, bas gitarda Massimo Giovannini gibi önemli müzisyenlerden oluşan üçlüsü Massimo Manzi Trio ile başlayacak. Bu üçlüye, caz müzisyeni Elif Çağlar enerjik vokaliyle eşlik edecek. Bu performansın ardından festival sahnesi, caz trompetinin ustalarından, bugüne kadar Enrico Pieranunzi, Rosario Giuliani, Charlie Haden ve Carla Bley’in de aralarında olduğu güçlü figürlerle işbirlikleri yapan Fabrizio Bosso’nun ve dörtlüsünün olacak. State of Art projesinin yeni adımı niteliği taşıyan ve sanatçının en çok hayranlık beslediği müzisyen arkadaşlarıyla sahnede olacağı konserde, piyanoda Julian Oliver Mazzariello, bas gitarda Jacopo Ferrazza ve davullarda Nicola Angelucci bu otantik müzik diyaloğunu bütünleyecek.


Yeni Nesil Cazcılar, Cazda Yeni Soluklar
• R R=Now

Robert Glasper / Taylor McFerrin / Derrick Hodge / Christian Scott / Terrace Martin

6 Temmuz Cuma, 22.00, Uniq Açık Hava Sahnesi

En büyük ilham kaynağı Miles Davis’in çığır açıcı bakış açısıyla caza kendi ruhunu katan piyano virtüözü Robert Glasper, 90’larda alevlenen neo-soul hareketinin en yetenekli isimlerindendi. İlk albümünden bu yana Blue Note çatısı altında imza attığı birbirinden başarılı albümlerle üç Grammy ödülünün sahibi oldu. Bugün hip hop ve R&B’ye caz aşılamaya devam ediyor ve yeni grubu R R=Now ile kendisi gibi, farklı müzik türlerini harmanlamaktan haz duyan müzisyen arkadaşları, multi-enstrümantalist Taylor McFerrin, bas gitarist Derrick Hodge, caz trompetçisi Christian Scott ve Kendrick Lamar’ın zirveyi yakalayan parçalarının arkasındaki isim Terrace Martin’i buluşturuyor. Henüz geçtiğimiz yıl kurulan, enerjisi her daim yüksek rakımda seyreden yıldızlar topluluğunun bu ilk İstanbul performansı olacak.


[image error]


• BADBADNOTGOOD // Zara McFarlane

7 Temmuz Cumartesi, 20.30, KüçükÇiftlik Park Bahçe

Karayip ve reggae geleneğini caza ustalıkla yediren, İngiliz cazının büyük keşiflerinden Zara McFarlane, KüçükÇiftlik Bahçe’deki bu gecenin açılışını yapacak. Erken dönem Nina Simone ve Roberta Flack tınıları barındıran bu ışıltılı vokal, ilk albümü Until Tomorrow ile MOBO Ödülleri’nde “Best Act” kategorisinde aday gösterilerek büyük ilgi topladı. Geçtiğimiz yıl yayınladığı üçüncü albümü Arise da övgülerin adresi olmuş durumda. Modern caza dair yepyeni adımlar atan, Toronto çıkışlı BADBADNOTGOOD ise gecenin ikinci konuğu olacak. Kendrick Lamar’la işbirliklerine, Black Panther’ın orijinal film müzikleriyle devam eden grup, hip hop cover’larıyla da tanınıyor. Saksofon, davul, klavye ve bas gitar dörtlüsünün akıllarda yer edecek bir müzik şöleninin kapılarını aralayacağı BADBADNOTGOOD performansı izleyicilere yıldızlar altında istisnai bir gece yaşatacak.


• Julian Lage Trio

11 Temmuz Çarşamba, 19.00, Zorlu PSM Drama Sahnesi

1997’de, sekiz yaşındayken keşfedilen Julian Lage’ın dehası o dönemde Jules Et Eight adlı, Oscar’a da aday gösterilen bir belgeselin konusu olacak kadar ilgi çekiciydi. Ertesi yıl Carlos Santana’nın sahnesine konuk oldu, 13 yaşında ise Grammy Ödülleri gecesinde sahne aldı. Başarısı çocukluk dönemiyle sınırlı kalmayıp artarak devam eden cazın genç virtüözü Julian Lage bugün 30 yaşında ve şimdiden başarı tahtasına, Gary Burton, Jim Hall, David Grisman, Béla Fleck ve Charles Lloyd gibi büyük isimlerle yaptığı işbirliklerini ve grup liderliğini yaptığı üç albümü yazmış durumda. Gelecek projeleri merakla beklenen Julian Lage, kusursuz tekniğini bu festival akşamında İstanbullu izleyiciyle paylaşacak.


• Parisien-Peirani-Schaerer-Wollny “Out Of Land”

12 Temmuz Perşembe, 20.00, Zorlu PSM Drama Sahnesi

Avrupa cazının en karizmatik dörtlülerinden Parisien-Peirani-Schaerer-Wollny, sadece kendi sınırlarını değil enstrümanlarının da sınırlarını zorlamayı seven bir topluluk. Parlak kariyerlerini bu ortak projeyle pekiştiren İsviçreli vokal Andreas Schaerer, Alman piyanist Michael Wollny, Fransız akordiyoncu Vincent Peirani ve Fransız saksofoncu Emilie Parisien, bu birlikteliği geçtiğimiz yıl Out of Land albümüyle taçlandırdı. Topluluğun Zorlu PSM Drama Sahnesi’nde gerçekleştireceği hayli karakteristik performans, yüksek seviyede bir heyecanla açılan ve kusursuz bir kapanışla sonlanan bu albümün hazinelerini keşfe çağırıyor. Proje gruplarının doğası gereği, tekrarına belki de bir daha rastlanmayacak bu ender buluşma bu özelliğiyle ilgiyi üzerinde topluyor.


• Knower ve diğer sürprizlerle caz dans pistine taşınıyor!

13 Temmuz Cuma, 21.00, Beykoz Kundura

Bugüne kadar Kamasi Washington, Ibeyi, JUNUN, Bokante gibi isimlerle modern cazın dönüşümüne sahne olan ve son yıllarda fesvalin en sevilen mekânlarından birine dönüşen Beykoz Kundura’da yine son yılların en heyecan verici isimleri art arda sahne alacak. Gecenin kapanışı yapacak ismin daha sonra açıklanacağı etkinlikte ön grup baş döndürücü dinamizmi ile dinleyenleri kendine hayran bırakan elektronik müzik ikilisi Knower. Her yıl olduğu gibi bu yıl da Beykoz Kundura’ya tekneyle ulaşım sağlanacak. Ayrıntılar caz.iksv.org’dan takip edilebilir. Bu etkinlik Beykoz Kundura’nın değerli işbirliğiyle gerçekleştirilecek.


Farklı Coğrafyalar, Farklı Sesler

• Erkan Oğur Quartet // Shahin Novrasli Trio

30 Haziran Cumartesi, 19.30, Sakıp Sabancı Müzesi Fıstıklı Teras


Bugüne kadar dünyanın önemli caz sahnelerinde yer alan piyanist ve besteci Shahin Novrasli, Sakıp Sabancı Müzesi’ndeki bu etkileyici gecenin ilk konuğu. Egzotik ve yumuşak melodileri güçlü ve keskin armonilerle bezediği müziği, Shahin Novrasli’nin erken yaşta edindiği klasik müzik bilgisinin Azerbaycanlı kökenlerinden doğan geleneksel folk ilhamıyla kesişmesinin hayranlık uyandırıcı bir sonucu olarak izleyiciye ulaşıyor. SOCAR Türkiye sponsorluğunda gerçekleştirilecek konserde Shahin Novrasli’den sonra festival sahnesini Erkan Oğur onurlandıracak. Folk, caz, blues sanatçısı, klasik perdesiz gitarın mucidi ve üstadı Erkan Oğur, kendine has enstrüman hakimiyetiyle unutulmaz bir müzik deneyimi vadediyor. Erkan Oğur’un sahneye Can Çankaya, Matt Hall ve Turgut Alp Bekoğlu ile çıkacağı etkinlik, bu dörtlünün enstrümanlarının eşsiz birlikteliği sayesinde duyguların coşkuyla dile geleceği bir yaz gecesini işaret ediyor.


• Adam Baldych & Helge Lien Trio with Tore Brunborg “Brothers”

4 Temmuz Çarşamba, 21.00, Sultan Park Swissotel the Bosphorus

Günümüz cazının en önemli keman virtüözlerinden, caz kemanına yepyeni bir soluk kazandıran, bir anlamda kendi lügatını yaratan Adam Baldych, Helge Lien Trio ve Tore Brunborg ile DHL’in sponsorluğunda İstanbul Caz Festivali sahnesinde buluşuyor. Adam Baldych’e sahne arkadaşlığı yapacak Norveç menşeli caz piyanisti ve besteci Helge Lien’in müziği Bill Evans’ın melodik çizgilerle örülü piyano stili, Keith Jarrett’ın hikâyeler ören keşifçiliği ve Brad Mehldau’nun incelikli anlatımının eşsiz bir harmanı olarak kendine hayran bırakıyor. Çağdaşı ve geleceği yakalarken, çocukluğunun folk ezgilerini de müziğine katıyor. Gecenin üçüncü kahramanı, besteci ve saksofoncu Tore Brunborg ise Norveç caz sahnesinin bir başka yıldızı. Bu etkileyici üçlü geçtiğimiz yıl birlikte yayınladıkları Brothers albümünden parçalarla, Sultan Park’ın kendine has atmosferinde, bir yaz akşamında bir araya gelecek.


• Anat Cohen & Marcello Gonçalves

9 Temmuz Pazartesi, 19.00, Zorlu PSM Drama Sahnesi

Klarneti ve saksofonuyla Anat Cohen, performans alanını her daim bir kutlama alanı olarak görüyor ve müziğinin çevresinde bir araya gelen izleyiciyi bu kutlamanın bir parçası yapıyor. Anat Cohen’e bu festival gecesinde ayrıca, Outra Coisa albümü ile Grammy’ye birlikte aday olduğu Brezilyalı gitarist Marcello Goncalves eşlik edecek. İkili, çığır açıcı işleriyle tanınan besteci Moacir Santos’un bestelerine kendi duygularıyla yeni bir soluk katacak. Brezilya ezgileri ve caz öğelerinin güçlü melodilerle birlikte başrolde olacağı bu renkli gecenin yüksek enerjisi izleyiciyi tesir altına alacak.


• Omar Sosa & Yilian Cañizares “Aguas”

9 Temmuz Pazartesi, 21.00, The Marmara Esma Sultan Yalısı

Omar Sosa, melodileriyle Afrika ve Küba kökenlerine her zaman atıfta bulunurken, bestelerinde caz, dünya müziği ve latin caz unsurlarını özgürce bir araya getiriyor. Amerikan cazını gizli gizli dinleyebildiği Küba’daki ilk gençlik yıllarından sonra, bu büyük ilgiyi müziğinde yaşatacak birbirinden başarılı albümlere imza attı. Çokkültürlülüğe saygıyı kendine düstur edinerek yaptığı bestelerle Latin cazına kendine özgü bir renk ve coşku kattı. Bugüne dek 7 kez Grammy’ye aday gösterilen, her yıl dünya genelinde 100’ün üzerinde konser veren piyano üstadı Omar Sosa, coşkusunu nihayet İstanbul Caz Festivali’ne de taşıyor. Omar Sosa’ya, tutkulu vokali ve kemanıyla eşlik edecek Küba asıllı Yilian Cañizares ise klasik müzik sevgisini caz, salsa ve Afrika ritimleriyle süsleyen nadir bir yetenek.


 


Türkiye’den Cazın ve Güncel Müziğin En Başarılı İsimleri
• Çağrı Sertel “Instant” // Alike Places

27 Haziran Çarşamba, 22.00, Salon İKSV

Çağrı Sertel’in, 12 yaşındayken klavyeyle başlayan müzik ilgisi, kendi şarkılarını yazma heyecanıyla devam etti ve güçlü bir kariyere dönüştü. Caz piyanisti, besteci, aranjör ve yapımcı Çağrı Sertel’in, modern caz ve progresif çizgisini etnik unsurlarla süslediği Instant’tan parçalar sunacağı Salon sahnesi, sanatçının özgür müziğiyle yeni ufuklara açılacak. Çağrı Sertel’den önce ise Lara Di Lara ve Levni’nin yepyeni projesi Alike Places, indie R&B, IDM ve hiphop kıyılarında gezinen sesler olarak cereyan edecek.


• Selen Gülün “Kadınlar Matinesi”

29 Haziran Cuma, 19.00, Zorlu PSM Drama Sahnesi

Besteleri dünyanın saygın orkestraları tarafından sahneye konan, besteciliğiyle olduğu kadar piyanistliği ve etkileyici vokaliyle de tanınan, Türkiye’nin en başarılı müzisyenlerinden Selen Gülün, ayakları yere çok sağlam basan Kadınlar Matinesi projesini İstanbul Caz Festivali sahnesine taşıyor. Proje fikri ilk olarak, 2011’de Donne in Musica vakfının Selen Gülün’den, Roma Donne in Jazz festivalinde, Türkiye’den üretken kadın müzisyenlerin son dönem işlerinden derlenmiş bir seçkiyi İtalyan müzisyenlerle birlikte seslendirmesini istemesiyle ortağa çıkıyor. Aradan geçen yıllar içinde proje olgunlaşıyor ve 2017’ye gelindiğinde projeyle aynı adı taşıyan Kadınlar Matinesi albümü yayınlanıyor. 10’un üzerinde kadın sanatçının, besteleri, enstrümanları ve vokalleriyle hayat verdiği bu albüm, yarattığı dayanışma çemberiyle Türkiye tarihinde bir ilk olma özelliği taşıyor.


• Ediz Hafızoğlu // Sürpriz Sanatçı

29 Haziran Cuma, 22.00, Zorlu PSM Studio

Türkiye caz sahnesinin en başarılı davulcularından, değişimin sonsuz gücüne adadığı ikinci stüdyo albümü 13’ü bu yıl yayımlayan Ediz Hafızoğlu, karanlıktan aydınlığa, karmaşadan düzene doğru evrilen değişken hislerine ustalıkla tercüman ettiği parçaları ve sınırlara takılmadan var ettiği müziği sizi de kendine bağlayacak. Ediz Hafızoğlu’ndan önce sahne alacak isim daha sonra açıklanacak.


• Gece Gezmesi

28 Haziran Perşembe, 19.00, Kadıköy-Moda

Vodafone Freezone sponsorluğunda gerçekleştirilen ve üç yılda da bütün biletleri tükenen Gece Gezmesi, dördüncüsüyle Kalben, Yüzyüzeyken Konuşuruz, Taner Öngür & 43.55, Islandman, Focan & Bıyıkoğlu Organic Expeditions, Nilipek, Melike Şahin gibi bağımsız sahnenin en heyecan verici ve alternatif isimleriyle Club Quartier, All Saints Moda Kilisesi, Moda Kayıkhane, Moda Sahnesi, Baba Sahne, Ağaç Ev, KargART, Bant Mag. Havuz / BİNA, Zor gibi Kadıköy’ün sevilen mekânlarına yayılacak.


 


FESTİVAL MEKANLARI




Festivale bu yıl Zorlu PSM Ana Tiyatro, Zorlu PSM Drama Sahnesi ve Zorlu PSM STUDIO, The Marmara Esma Sultan Yalısı, Venedik Sarayı Bahçesi, Sultan Park Swissotel The Bosphorus, Sakıp Sabancı Müzesi Fıstıklı Teras, Sakıp Sabancı Müzesi the Seed, Uniq Açık Hava Sahnesi, Uniq Hall, Küçükçiftlik Park, KüçükÇiftlik Bahçe, Beykoz Kundura, Fenerbahçe Khalkedon, Fenerbahçe Parkı, Beylikdüzü Yaşam Vadisi Parkı ve Salon

İKSV ev sahipliği yapacak. Gece Gezmesi ise yine Kadıköy yakasının sevilen mekanlarından All Saints Moda Kilisesi, Ağaç Ev, Moda Kayıkhane, Baba Sahne, Club Quartier, Bant Mag. Havuz / BİNA, KargART, Moda Sahnesi ve Zor’da gerçekleştirilecek konserlerle festival içinde bir festival deneyimi yaşatacak.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 10, 2018 13:46

April 1, 2018

Leziz Paskalya çöreğinin izinde…

Ah Paskalya çöreği; o örgülerini çocukluğumda bağlamış gönlüme, çözülmüyor! Ben de bir zamanın o lezzetli çöreklerinin izinde size bir minik dosya hazırladım; nereden bulunur, en güzeli nasıl yapılır?


NİLAY ÖRNEK


Paskalya çöreği, ayçöreği ve simitçilerde satılan ‘çatal’…

En sevdiğim şeylerden…

Üç çocukluk fotoğrafımdan biri şahidimdir ki ‘Paskalya çöreği’ ile geçti çocukluğum. 7 kuşak İstanbullu bir ailenin, Bakırköy’de doğan, Rum ve Ermenilerle bir arada yaşayan, onlarla pek çok Paskalya Bayramı’nı bir arada kutlayan bir annenin çocuğu olarak çok normal.

Ancak artık nerede yesem hafif şekerli, tatsız birer açma gibi Paskalya çörekleri…


[image error] Çocukluğumdan belli iki seveceğim şey: Tenis ve Paskalya çöreği. Fotoğraf: JÜLİDE ÖRNEK

EN İYİSİ NEREDE?


Birkaç yıl önce Viyana’ya yaptığım bir iş seyahatinde otelde, sabah kahvaltısında yediğim bir Paskalya çöreği ise damağımdan beynime yürüdü (!), anılarım canlandı.

Gelir gelmez önce arkadaşlarıma sordum: “En iyi Paskalya çöreğini nerede bulurum?”

“En güzel topik nerede bulunur?” ile aynıydı Ermeni arkadaşlarımın yanıtı: “Bizim evde”, “Annem sana yapar.”

Ben 27 Mart ve sonrasında ‘annelerden alınacak ganimetleri’ beklerken sizler için de şu sorulara yanıt vermeye çalışayım.

En azından İstanbul ve çevresinde nerede güzel Pastalya çöreği bulunur?

Paskalya’nın önemi nedir?

Bir de güzel bir Paskalya çöreğinin sırrı nedir; tarifi var mıdır?


[image error] Viyana’da Hotel Ambassador’da yediğim bu Paskalya çöreğinin içinde üzüm de vardı ama özlediğim mahlebi içeriyordu!

ÖNEMİ NEDİR?


Özellikle Kurtuluş, Yeşilköy gibi semtlerde görmeye başladığımız renkli yumurtalardan, çikolata tavşanlardan anlayabileceğiniz gibi Paskalya geldi, geliyor!

Kısaca, İsa’nın dirilişini sembolize eden Paskalya, Hıristiyanlık’ın en büyük bayramı. İlkbahar gün dönümünün yaşandığı dolunaydan sonraki gün olan 22 Mart ile 22 Nisan arasındaki ilk pazar Paskalya Günü sayılıyor. Bu gün de, bu yıl için 27 Mart.

Bu dönem doğanın yenilenme dönemi ve Paskalya da 5 haftalık ‘Büyük Perhiz’ adı verilen dönemin yoksunluklarını izlediğinden yemekle ilgili pek çok geleneği ve özel lezzeti barındırıyor. Yumurta kadim kültürlerde dünyanın yeniden canlanmasının sembolü olarak kullanıldığı gibi Paskalya döneminde de İsa’nın dirilişini sembolize ediyor.

Paskalya tarihleri, Pagan tanrılarından Babilli İştar’ın, doğaya bereketi ve uyanışı getirdiği tarihlerle aynı zamana rastlıyor. Onun sembolü tavşan da bu dönemde yapılan kutlamaların önemli bir sembolü olarak kutsanıyor.

Çocukluğumda tüm bunlardan bihaber, Paskalya bayramlarına, o sakız ve fırından yeni çıkmış hamur kokusuna bayıldığımı söyleyebilirim.


 


İSTANBUL OYLAMASINDAN ÇIKANLAR…


Instagram’daki hesabımı (@nornek) takip edenlerden pek çoğu, özellikle de lezzet söz konusu olduğunda çok aktifler. Paskalya yakarışımı duyup ‘en iyi’ konusundaki görüşlerini belirttiler. Dedim ya, çoğu yanıt “Annem yapar”, “Ben yapıp size göndereceğim” şeklindeydi.

Ama yine de en çok önerilenleri, ben daha denemedim ama bu hafta deneyeceğim, sizlerle paylaşmak isterim. Şöyle:


1- Kurtuluş Nazar Pastanesi.

2- Kurtuluş’ta Üstün Palmie.

3- Burgazada Ergün Pastanesi.

4- Şişli’deki Rio Pastanesi’ni önerdi birkaç kişi, Yunanistan’dan bile siparişler aldıklarını belirterek.

5- Kurtuluş Arma Pastanesi.

6- Kadıköy Baylan.


Açıkçası Yeşilköy’deki herhangi bir pastanenin önerilmemesine şaşırdım.


BİR DE ÇOK ÖZEL TARİF

Bugünlerde bir Paskalya çöreği maratonuna çıkıp en iyilerin tarif ve adresinin peşinden koşmak hedefim. Ama öncesinde, belki siz de yapmak istersiniz diye güvendiğim birinden tarif paylaşmak isterim. Turkmax Gurme’de aynı dönemde program yaptığımız Natali’nin (Natali B. Gökyay) kendiyle aynı adı taşıyan kitabı ‘Natali’den bir tarif.


ÖNCE MALZEMELER


Paskalya döneminde ‘paylaşmak’ adetten, onun için malzeme biraz fazla, 6 çörek için… Az isterseniz, malzemeyi bölün.


Oda sıcaklığında 8 adet yumurta.

2.250 gram un

450 gram tereyağı.

3 su bardağı şeker.

2 su bardağı süt.

45 gram toz maya (Üstüne çok az şeker serpiştirilmiş)

3 tatlı kaşığı mahlep

1 tatlı kaşığı dökülmüş sakız.

2/3 kahve fincanı viski.

1/2 çay kaşı tuz.


Üzerine sürmek için:


1 çırpılmış bir yumurta.

½ çay bardağı süt.

1 kahve fincanı beyaz susam.


Çöreği yapmaya başlamadan önce ihtiyacımız olanlar:


Hamuru hazırlamak için büyükçe bir kap.

Unu ayırmak için 2 ayrı kap.

Sarmak için küçük bir battaniye.

Yağlı kağıt.

Un mutlaka yeni açılmış bir paket olsun!


[image error] İşte mahlebi ve sakızı yerinde bir Paskalya çöreği. Fotoğraf: SİNAN HAMAMSARILAR.

ÖN HAZIRLIKLAR


1- Yumurtaları 1-2 saat önceden oda oda sıcaklığına çıkartın.

2- Unu iki ayrı kaba bölün.

3- Tereyağını eritin.

4- Sütü çok hafif ılık olacak kadar ısıtın.

5- Mayayı az miktarda ılık su ile sulu macun kıvamında sulandırın; üstünü streç film ile kapatın.


HAZIRLANIŞI


1- Şekerle yumurtaları mikserle 8-10 dakika çırpın.

2- Erimiş tereyağını da yavaşça bu karışıma yedirerek ekleyin.

3- Kaplara ayrılan unlardan birinin içine dökülmüş sakızı ve mahlebi ekleyin, kaşıkla iyice karıştırın. 4- Unlu karışımın içine yumurtalı karışımı ekleyip mikserle karıştırın.


5- Ilık sütten yarım bardak ayırıp geri kalanını yavaşça mikserle karıştırarak ekleyin. Ayırdığınız sütün içine viski koyup hamura ilave edin.

6- Mayayı da ekleyip iyice karıştırın.

7- Mikseri kapatın. Ayırdığınız diğer kaptaki unu yavaşça hamura ekleyip yoğurun. Hamur elinize yapışmayacak kıvama gelmeli.

8- Bu kıvamı yakaladığınızda hamurun altına ve üstüne hafifçe un serpiştirip üzerine streç film geçirin.

9- Hamurun içinde bulunduğu kaba bir battaniye sarıp 4 saat bekletin.


Not: Paskalya çöreğini yuvarlak tepside de, beyaz örgü şeklinde de yapabilirsiniz. Eğer yuvarlak tepside yapacaksınız tepsinin altına önceden yağlı kağıt yerleştirin; örgü şeklinde yapacaksınız düz tepsinin tamamını yağlı kâğıtla kaplayın.


VİSKİ SIRRINI FARK ETTİNİZ Mİ?


Yuvarlak şekil için:

Hamurdan bir parça alıp tepsiye yaklaşık 2 santim kalınlığında yayarak eşit yerleştirin. Çatalla birkaç yerinden delin.

Çırpılmış yumurta ve sütü iyice karıştırıp bir fırçayla üzerine sürün.

En üste beyaz susam serpiştirin.

Üstünü streç film ile kaplayıp 1 saat bekleyin.

Önceden yüz 180 °C ısıtırmış fırında çöreğin üstü pembeleşinceye kadar 30 ila 40 dakika pişirin.


Örgü şekil için:


Hamuru 6 parçaya bölüp her böldüğünüz parçayı tekrar 3 eşit parçaya bölün.

Üçe ayırdığınız her bir parçayı yaklaşık 40 santimlik ince uzun rulo haline getirin.

Bunları paralel olarak yanyana getirip başlarından birleştirip öldükten sonra uçlarını da birleştirin; örgünün çok sıkı olmamasına dikkat edin.

Çırpılmış yumurta ve sütü iyice karıştırıp bir fırçayla üzerine sürün. En üste beyaz susam serpiştirin.

Üzerini bir bezle ve örterek 1 saat bekletin.

Önceden yüz 180 °C ısıtırmış fırında çöreğin üstü pembeleşinceye kadar 30 ila 40 dakika pişirin.


Tarifin içinde muhteşem bir ipucu; viski var! Natali’nin ailesinden öğrendiği bir sinirli dokunuş. Umarım siz de denersiniz. Güzel olursa bana da gönderin.


Afiyet olsun…

‘Birlik’te geçireceğimiz nice bayramlara.


[image error]
Fotoğraf çektirmek ciddi iş! Ciddi olacaksam çöreğim de elimde olmalı!

 



Bu yazıyı ilk olarak kiamore.blog için yazmıştım; ilk yazımdı hatta. Biraz yenileme ile buraya da aldım. ana görseldeki ‘dev çatal’ ile paskalya Üstün Palmie’den, topik Tuana’dan.

 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 01, 2018 06:38

March 27, 2018

Dara Antik Kenti’nde su ve elektriksiz yaşamak!

Ona, Mardin’in Dara Köyü’ne nasıl yardım edebiliriz?

Mardinli Mehmet Kaya’yı Bütün İyiler Biraz Küskündür’ü okuyanlar tanıyacaktır. Ya da bölgeye bir kez bile gitseniz -bence- onu unutmazsınız.

Mehmet’in oradaki işlerinden biri de, tarihi M.Ö 530’lara kadar dayanan, Mezopotamya’nın Efes’i olarak bilinen, İpek Yolu üzerindeki önemli yerleşim birimlerinden Dara Antik Kenti’ni anlatmak.

Dün bana mesaj yazdı; kitabı okuyan pek çok kişi onunla tanışmak, imza almak ve Dara’yı gezip görmek istiyormuş.

Ama Mehmet, “Turizm için büyük şans ama yok oluyor her şey. Burada bir haftadır elektrik ve su yok. Çocuklar tuvaletlerin kötülüğü, susuzluk nedeniyle bir haftadır okula bile gidemiyor” diyor.

Buradan İstanbul’dan ne yapılabilir bilmiyorum.

Bildiğim turizmi bitirilen bir cennet coğrafyada insanların da kötü şartlara mahkûm edildiği.


[image error]Günler sonra 1 saatlik su verilmesiyle bölgedeki kadınlar…

Ana görsel, Fotoğraf: Oylum Yüksel

Su almaya çalışan kadınlar Mehmet Kaya.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 27, 2018 15:07

Dünyanın çevresini dolaşan ilk insan kimdir?

Bu soruya çoğu kişi, benim gibi Magellan yanıtını verir. Ancak dünyanın çevresini keşif yolculuğuna ilk çıkan Magellan ya da Macellan, Filipinler’de yerliler tarafından öldürülünce bu yolculuğu tamamlayamamış.

Onun yerine yolculuk, yardımcısı Juan Sebastian Elcano kumandanlığında tamamlanmış.

Elcano da Bask kökenli imiş, Getaria adlı bir bölgeden. Benim için Elkano bugüne kadar “Süpper kalkan ve dondurması olan” bir restorandı. Çok daha fazlası varmış meğer.


 


[image error]


Ortamı, kalkanı, servisi pek güzel Elcano’nun hatta kalkanı güzelden öte… Bir de siz balığın ana bölümlerini yedikten sonra, balığın kemiklerinde, beyninde kalanın özel bir ayıklanma seansı var ki pek havalı.

Mekanın işletmesinin başındaki beyfendi, masada bu şovu yaparken balığın yaşını bile söylüyor size bir kemikten.

Ne kadar doğru bilemiyorum ama:)

Dondurmaya gelince… Bizim dondurmamız bence bin basar!


[image error]


 


[image error]


[image error]İddiaya göre kalkanın yaşını gösteren kemik/kılçık parçası bu.

[image error]


[image error]


 


 


* Mart 2018

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 27, 2018 05:17

March 23, 2018

Yeni medya sahipleri, yeni dünya

‘Yandaş’ çok, yandaşlık potansiyeli de büyük ancak, Aydın Doğan’dan Demirören Ailesi’ne satılan kurumları dolduracak kadar yandaş gazeteci yok. Yeni isimlerle tanışacağız


 


Malum; dün olmaması gereken bir şey oldu ve baharın gelişini kutlayacakken, bitkisel hayattaki medyanın son oksijenlerinin de kesilişini gördük.

‘Tanıklık ettik’ klişe tabirini de kullanmıyorum çünkü tanıklık falan edilecek bir şeffaflık olmadı.

Birden bire eminim kendileri de aslında hiç istemeden (net eminim), Demirören grubu, Aydın Doğan’a ait bir grup yayın ve yayım kuruluşunu satın aldı. Hürriyet, Posta, Fanatik, Doğan Haber Ajansı, CNN Türk, Kanal D, Yaysat dahil buna.

“Uzun süredir, onları da okumuyor, izlemiyordum” diyenleri de çok iyi anlıyorum, orada da işler çok da doğru düzgün değildi, okuyucu olarak bile bunu görebilmek mümkün.

Ancak bu son olan çok acayip bir şey.

Demirören Ailesi hiç de istemeyerek, ağlaya ağlaya almıştır.

Aydın Doğan rahatlamıştır.

Ve hepimiz neler olacağının farkındayız sanırım…

‘Yandaş’ çok, yandaşlık potansiyeli de büyük ancak, bu satılan kurumları dolduracak kadar yandaş gazeteci yok. Gazetecilik gerçekte bugün gördüğümüz örneklerden çok farklı bir şey. Yani zamanla onlarca, yüzlerce yeni isim tanıyacağız, birden bire çıkan…

Ya da “kendisinden vazgeçen”, “kendini saklayan” insanlar grubunda sayı artacak.


BU BÜYÜK BİR ŞEY


Bu olan büyük bir şeydir, ülkenin başka bir raya oturduğunun göstergesidir.

Ama tabii ki umutsuzluğa düşmeyelim.

Oradan buradan haber vermeye çalışan kurum ya da kişileri, misal Ünsal Ünlü ya da Medyaskoptv. Onlara maddi destek verebiliriz, hiç olmadı, kanallarına abone olabiliriz, izleyebiliriz.

Bir de “uyumamak” lazım.

Benim Bütün İyiler Biraz Küskündür’de de biraz anlatmaya çalıştığım, işsiz gazetecinin hali kolay değil durumu da var.

Ama bu bir mesleğin bitişinden, onlarca, yüzlerce kaliteli insanın işsiz kalmasından öte bi durum. Bir ülkenin habersiz, bilgisiz, gerçeksiz kalması söz konusu olan.

Yılmak yok, çalıştıralım kafayı.


* Çizim, Pariste’ki bir sergiden İranlı Maya Neyestani.

* 22 Mart 2018, bilinmeyen bir şey değil yazdığım, not almak olsun…

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 23, 2018 01:02

March 19, 2018

Çok satan bu yazar gerçekten var mı? Ve o hikâyeler alıntı mı?

Soğuk Kahve, Sabah Uykum, Bana İkimizi Anlat, Korkma Kalbim, Gökyüzüne Not gibi çok satan kitapların ‘AveB’ mahlaslı yazarı Ahmet Batman, son yayınlanan ‘Beni İçinden Sev’ adlı kitabındaki öyküyü, Güçlü Gökozan adlı genç işadamının hayat hikâyesinden ‘kopyalamakla’ suçlanıyor. Gökozan, “Destek Yayınyarı’na da, Ahmet Batman’a da dava açıyorum” derken, Ahmet Batman’ın gerçek bir karakter değil yayınevinin oluşturduğu bir yazar karması olduğu iddiası da var. Bu arada Batman, Forbes listesine göre son kitabından 853 bin TL kazanmış. Destek Yayınları ise bugün yazarını destekleyen bir açıklama yayımladı.


Nereden bakılırsa bakılsın enteresan mevzuu


 


Aşama aşama gidelim…

Her şey, yine bir kitap muhabbetiyle Twitter’dan takip etmeye başladığım Fatih Güner’in bir tweet’ini okumam ile başladı.

Güner “@GucluGokozan ‘ın yardımımıza ihtiyacı var. Birisinin hayat hikayesini, sosyal medyada anlattıklarından faydalanarak çalmak ve kitap yazmak!!! @yeldac Hanım’a hep birlikte yazalım, buradaki yanlışlıktan acilen dönülsün diye” yazmıştı.

Birinin “yardımınıza ihtiyacı var” gibi bir cümle etmesiyle hemen antenlerim dikiliyor, sanki her şeye çok yardım eder, edebilirmişim gibi…

Nasıl yardım edebilirdik ki, okumaya başladım.


‘HAYAT ÇALMA’ DA NE DEMEK?


Bu, “Hayat çalma” hikâyesini de çok anlamadığım için Güçlü Gökozan’ın twitter sayfasında biraz okuma yaptım.

Uzun lafın kısası, Güçlü Bey, Ahmet Batman adlı yazarın, ‘Beni İçinden Sev’ adlı kitabını, sosyal medyadan paylaştığı kendi hikâyelerini baz alarak yazmakla suçluyordu.

Twitter’dan bunu yazdığı, kitabı yayınlayan Destek Yayınları’nın sahibi Yelda Cumalıoğlu da, ona yanıt vermemiş ya da bir açıklama yapmamış bunun yerine Güçlü Gökozan’ı Twitter’dan engellemişti.

“Hayat çalma” hikâyesini yine anlamadım, çünkü bu kavram ile kafamda canlanan olay ve eylemler kitap yazımıyla birleşmiyordu.

Ancak Güçlü Bey’in bir başka mesajı durumu ya da sinirinin nedenini biraz daha aydınlatıyordu.


[image error]Güçlü Gökozan (Instagramından)

‘İSİM, İKİZ, ANNE, ÜVEY ANNE’ DERKEN…


Güçlü Bey ve ikiz kız kardeşi Gözde, annelerinin hamileliğinin 8’inci ayının başında dünyaya geliyor. Ancak biri 3.6, diğeri 1.6 kilo olan bebeklerden erkek olanının yaşaması zor görünüyor. Bebek yaşıyor ve babası ona bu nedenle Güçlü ismini veriyor.

Bunu iki yıl kadar önce babasıyla ilgili bir paylaşamın altında uzun uzun anlatmış. Kitapta da aynen böyle bir hikâye var.

Kitapta erkek karakterin adı Güçlü, ancak ikizinin adı Güneş.

Bu benzerlik olabilir mi? Belki…

Ancak Güçlü Gökozan, Instagram hesabındaki paylaşımda şöyle devam ediyor.

Fatih Güner added,

“Soruyorum size Aydın’da doğup adı Güçlü olan ve ikiz kız kardeşi olan, annesi öldü diye kandırılan ama aylar sonra ölmediğini öğrenen, üvey anne elinde büyüyüp Aydın’dan İstanbul’a okumaya gelen Türkiye’de kaç Güçlü olabilir? Bir de bana ‘Benzerlikler ne?’ diye pişkin pişkin email atıyorlar, benzerlik yok neredeyse her şey aynı! ” (Yazının en altında hem Güçlü Gökozan, hem de Ahmet Batman sayfası var)


 


[image error]Güçlü Gökozan, ikiz kardeşi Gözde ile.

FAZLA SORU VAR


Peki tüm bunlar benzerlik, bir tesadüf olabilir mi?

Bilemedim; belki de olabilir.

Ya da bir yazarın kendine hikâyeleştirecek ilginç anılar, insan hikâyeleri araması, bulunca da ona sarılması, onu hikâyesinin merkezine oturtup kullanması, onun üzerinden -edebi anlamda- yürümesi ilk defa mı görülüyor? Hayır! Ama olan şey tam olarak bu mudur? Ve bunun sınırları nedir?

Kendi kurduğu, bilindik bir markası olan –www.buldumbuldum.com-, sosyal medyada, sosyal hayatta bir hayli tanıdığı olan bir genç adamın paylaşımları ‘öylece’ alınabilir mi? Cesaret işi yani. Belki de alınmamıştır.

Öyleyse yazarın ya da yayıncının Güçlü Bey’e karşı sessiz kalmak yerine bir şeyler söylüyor olması gerekmez mi?


[image error]Ahmet Batman’ın tek görseli.

GERÇEKTEN BİR AHMET BATMAN VAR MI?


Ancak Twitter’dan birkaç kişinin Güçlü Bey’e yazmış olduğunu gördüm; “Ahmet Batman adlı biri yok. Yayınevinde bir yazı grubunun ürünü o kitaplar” diyorlardı özetle.

Bu nedenle “Kim bu Ahmet Batman?” ben de merak ettim.

adını hiç duymamış olmam baya bir garipmiş, çünkü kitapları baya çok satan ve dolayısıyla okunan biri.

Yazarın Soğuk Kahve, Sabah Uykum, Bana İkimizi Anlat, Korkma Kalbim, Gökyüzüne Not ve son olarak Beni İçinden Sev adlı kitapları var.

Belirttiğine göre, 2013 yılında işten kovulunca Twitter’da vs. paylaştığı sözleri baz alarak bir kitap yayınlıyor. Kitap da çok satıp büyük ilgi görünce diğer kitaplarını yazmaya başlıyor.

Forbes’un “En çok kazanan Türk yazarları” listesinde ilk 10’da yer almışlığı var (https://www.ntv.com.tr/galeri/sanat/forbesa-gore-en-cok-kazanan-turk-yazarlar,t1cZyEZrUEKd4e0tKQoeig/8JdkWJk9dEqjPC1P4-CnOA)

Buna karşın bugüne kadar yayınlanmış hiçbir fotoğrafı ya da kanlı-canlı yapılmış röportajı yok.

Tek fotoğrafı, bilgisayarla da yapılabilecek ya da bol pikselli bir fotoğraf oyunu gibi bir şey.

Sosyal medyada çok aktif ve çok -binlerce- izleyicili… Twitter ve Instagram hesaplarında genellikle kendi tarzında, aşk ve ‘sen-ben’ teması ağırlıklı sözler paylaşıyor.

İmza günleri olmuyor.

Kurulması gerekiyorsa onunla iletişim yazılı kuruluyor.

Bunlar da mı olamaz?

Tabii ki olabilir.

Bir yazar illa kendini göstermeli mi, mutlaka imza günleri yapıp öne mi çıkmalı?

Yazınını seviyorsak tipinin bir önemi var mı? Yok; değil mi aslında…

Trevanian gerçek mi, değil mi? Az mı konuşuldu; ancak yine de Şibumi’yi, İnfazcı’yı, Katya’nın Yazı ya da Hesaplaşma’yı; hangimiz sevmedik çılgınlar gibi?

Onun kendisi değil yazdıkları çok iyiydi çünkü.

İşte burada da Ahmet Bey’in içeriği öne çıkıyor.


[image error]


“BU KİTAPTA YAZAN HER ŞEY HİSSEDİLMİŞTİR”


Ahmet Batman’ın konu olan son kitabına baktım.

Yazın benim tarzım olmadığı için giremedim, Güçlü Bey’in hayatını bilmediğim için de karşılaştırma yapacak durumum yok.

Sadece kitabın başında, Güçlü Bey’in iddiasıyla bakıldığında ironik duran bir giriş var:

“Bu kitapta yazan her şey hissedilmiştir. Parmak uçları dahil.”

Batman, müzikli, bol kartlı-sloganlı bloğunda kendine saldıranların olduğunu belirterek şöyle diyor: “Elimden binlerce imkan var. İstediğim gazete tv ya da dergi ile röportaj yapabilirim. Çok ciddi paralar kazanabilirim. Evet eğer derdim para olsaydı bunları yapardım ama para çok gereksiz benim için ve inançlarıma göre ‘Eğer o istemiyorsa ben hiçbir şey yapamam.(…) Ben popülerliği elinin tersiyle iten bir adamım…”


DESTEK YAYINLARI DA AÇIKLAMA YAPTI


Sonuçta Ahmet Bey’in kendi olmasa da, onun yazdığı belirtilen 6 kitap var ortada; çok da okuyucusu.

Bu durum güzel bir sosyal deney gibi. Açıkçası yıllar önce, Aktüel’in efsane dergilerden biri olduğu yıllarda ‘medya maydanozları’ haberi yapıldığından beri isterim böyle bir deney yapabilmeyi.

Olmayan bir karakter yaratıp olan biteni izlemek.

Büyük iş! Büyük çaba!

Olan bu ise yayınevi amacında başarılı olmuş demek ki, ilginç de. O gözle bakınca benim için incelenesi.

Ahmet Batman gerçekten varsa, bence bu daha da iyi! Bir insanın bu devirde kendini bu kadar saklaması ve kendince saklama nedeni çok havalı.

Bence kitapları yazanları tanımadan okumak daha iyi de olabilir.

Ancak en başa dönersek, Güçlü Gökozan’ın iddiası doğru ise okuyucuyu gerçekten kötü bir duruma düşüren, hatta kandıran bir durum var ki yayınevinin, yazarın bu kadar sessiz kalması bence okuyanlara haksızlık (yazmıştım ki… Şu açıklamayı yayınladı yayınevi.)


[image error]


 


 


[image error]Güçlü Gökozan’ın 2006 yılındaki Instagram paylaşımı üstte, Ahmet Batman’ın kitabındaki hikaye aşağıda.

[image error]


 


19 mart 2018, istanbul


 


 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 19, 2018 12:08

March 12, 2018

Ay mı burası?

Sadece bir yurtdışı seyahati… Bir his var; rahatlık ve iyi his veren, Türkiye’de aslında ne kadar yüklü olduğumuzu hissettiren. Üzerimde ağır bir zırh taşıdığımı fark etmiyormuşum da almışlar gibi. Ay mı burası?

Burada daha hafifim ama kendi dünyamda daha ağır olduğumun da farkındayım!


 


 


Euro, dolar, sterlin de fırladı ya; karar aldık iş olmadıkça yurtdışına bir süre çıkmayacak Anadolu’yu gezecektik. (Wikipedia’da sayfalardan sayfalara atlamanın rahatlığıyla coşarken, her etiketle sayıyı 5 ile çarpmak ……)

“İl il Türkiye’ye” oldu hayatımız; iyi de geldi açıkçası, çok şey öğrendik, biriktirdik.

İki gün önce ise baya hasta olmama rağmen, iki İspanyol, bir İsrailli arkadaşın “Hadi hadi”siyle İspanya’ya geldik.

Bir dönem çok ağır geçirdiğim “yaşamak için yurtdışına gitme-gelme” gel-gitlerinde sonunda Türkiye’de kalmanın ağır bastığını düşünüyorum uzun zamandır.

Ancak geçenlerde 140journos’un hazırladığı yurtdışına giden gençlerle ilgili belgeseli izledim; iki şey aklımda çokça kaldı 1- Biri, “Sonbaharın da bir rengi varmış yahu, İstanbul’da anlamazdım” diyordu. 2- Başka biri de “Türk dizilerine sesini kısıp bir bakın saatlerce gülen yüz göremezsiniz. Senini açın gerilimli müzikler, konuşmalar. İstanbul’da kaslarım bile yorulmuş” gibi bir şey…

Üzerine ilk gece Barselona’da, hep geldiğimiz hiç turistik olmayan kalabalık restorana oturduk. “Mekânın sesi o kadar güleçti ki…”

Şakalaşmalar, buluşmalar, sarılmalar, kahkahalar… Tüm masalar.

Sokaklar, kıyafetler, renkler…

Bir his var; rahatlık ve iyi his veren, bizim de aslında ne kadar yüklü olduğumuzu hissettiren.

Üzerimde ağır bir zırh taşıdığımı fark etmiyormuşum da almışlar gibi.

Burada hiç mi ekonomik, politik, insani dert yok? Var.

Ama hissedilen sıcaklık farklı.

Çok acayip…

Hissediler ağırlık farklı.

Ay mı burası?

Burada daha hafifim ama kendi dünyamda daha ağır olduğumun da farkındayım! Peki oran 6’da bir mi; bilmiyorum…

Çok acayip.

Bu his nasıl resimlenir ya da fotoğraflanır ya da adı var mıdır; bilmiyorum.


 



10 Mart, Barselona
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 12, 2018 09:05

February 24, 2018

DOT’u artık Edinburg’da da izleyebilirsiniz! DOT Edinburg’da

Türkiye’nin en nadide tiyatrolarından biri, DOT, İstanbul’un ardından “DOT Arts and Theatre” adıyla Edinburg’da da faaliyet gösterecek


Murat Daltaban, Süha Bilal ve Özlem Daltaban tarafından kurulan DOT, İstanbul’un ardından artık Edinburg’da da faaliyet gösterecek. “DOT Arts and Theatre” ile DOTKanyonda ortak ve ayrı projeler yapacak.

2005 yılında kurulan ve ilk ana mekânı İstiklal Caddesi Mısır Apartmanı olan kurulan tiyatro, çeşitli mobil hareketlerle Bilsar Binası, Maçka G-Mall ve Sarıyer’deki Koleksiyon Kampüsü’nde de faaliyet gösterdi. Ana mekan, 2011’de Maçka G-Mall’a, 2015’te destekçilerinin de desteği ile Kanyon’a taşındı; DOTKanyonda ismiyle anılmaya başlandı.

İstanbul’da pek çok başarılı yerli ve yabancı yazarlı oyun sergileyen, önemli ödüller de alan tiyatro, Edinburg’da önce yavaş yavaş ısınma turları attı.


ISINMA TURLARI


DOT, geçtiğimiz sezonlarda aynı zamanda Edinburgh’un en önemli tiyatrolarından Lyceum Theatre’ın sanat yönetmeni olan İskoç oyun yazarı David Greig’in “Sarı Ay” ve “İki Kişilik Yaz” gibi oyunlarını sahnelemişti.


[image error]DOT oyunlarının yönetmenlerinden Serkan Salihoğlu, Özlem Daltaban ve Murat Daltaban… Selman Bilal’in evindeki bir davette…

ÖNCE ‘GERGEDANLAR’ VARDI!


Geçtiğimiz yaz ayında ise DOT, dünyanın en büyük tiyatro festivali Edinburgh International Festival’in ana bölümünde, Murat Daltaban’ın yönetmenliğiyle, Edinburgh’un büyük tiyatrolarından Lyceum Theatre ve festival yönetimiyle  ortak, Ionesco’nun “Gergedanlar”ını sahneye koydu.

Öncesinde az az, sonrasında da pek haber olmayan bu durum aslında tiyatro dünyası için pek önemli bir gelişme.

Ve şimdi DOT, artık İskoçya’nın başkenti Edinburg’da “DOT Arts and Theatre” adıyla da var olacak.


Özlem Daltaban haberi, Instagram hesabından “iyi Şeyler de oluyor” başlığıyla paylaştı. Sizce haksız mı?:)


* 24 şubat 2018


 


 



İlgili haberler:

– Bunu ben de yaparım – Hah yaparsın!



‘Eserimi korudum amirim’ 
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 24, 2018 06:42