Nilay Örnek's Blog, page 25

February 15, 2018

Heykelleri ve sığınağı dahil; en son haliyle Narmanlı Han



Belediye Başkanları’nın eşleri geleceği için ‘kapının aralık olduğu’ bir gün, yapımı tamamlanmak üzere olan Narmanlı Han’ı kısmen gezme, üzerine de mimar Sinan Genim ve inşaatı sürdüren firmanın yöneticisi Sabri Odabaşı ile konuşma fırsatı bulduk…


İşte en son haliyle Narmanlı Han


(Fotoğrafları çalmayınız, kendiniz çekiniz, olmadı izin alınız:)


[image error]


NİLAY ÖRNEK


Malum, restorasyonu konu olduğundan beri tartışması da bol oldu Narmanlı Han’ın.

Uzunca bir süreden sonra dış cephesindeki koruyucu plakalar açıldığında da ilk olarak Hürriyet’ten Ertuğrul Özkök ile Beyoğlu Belediye Başkanı Misbah Demircan birlikte gezdi Narmanlı Han’ı.

İlk görüntüler de o zaman yayınlandı.

Özkök, fazla yorum yapmamak ile birlikte daha çok Demircan’ın anlattıklarını aktarıyordu.

Tabii bu durum, benim gibi senelerdir Beyoğlu’nda oturan ve Beyoğlu Belediyesi’nin Beyoğlu’nu, İstiklal Caddesi’ni dönüştürdüğü ‘şeyi’ adım adım, acı ile izleyenler için bir hayalkırıklığı oldu.

Neyse… Hızlı geçeyim.

Çok sevdiğim matematik profesörü ve yazar, edebiyat arkeoloğu Haluk Oral ile birlikte, Narmanlı Han’ın arka kapısının açık olduğunu fark ettik.

Ayaklar arasındaki santimleri artan adımlarla içeriye doğru ilerledik.


[image error]Bedri Rahmi Eyüboğlu heykeli

TANPINAR İLE BERGER SOHBETTE


Her gün önünden geçmeme rağmen görmediğim, ancak içeri girdiğimde gördüğüm, Bedri Rahmi Eyüboğlu heykeli oldu. Bir bankta oturmuş bir kediyi izliyordu.

Son kitabı ‘Bir Roman Kahramanı-Orhan Veli’ ile Sedat Simavi Ödülü’nü de alan ve yıllardır da Nazım Hikmet kitabı üzerinde çalışan, imzalı kitap koleksiyoneri Oral, ardından hemen Ahmet Hamdi Tanpınar’ı tanıdı. Tanpınar, Aliye Berger ile sohbet ediyor, 2 kedi de onları izliyordu…

Heykellere baktık, havuzlu avluda gezindik.


[image error]Haluk Oral, Aliye Berger ile Tanpınar heykelini izlerken.

[image error]


NESLİHAN PALA HEYKELLERİ


Sonra ön kapıdan bir grup hanımefendi girdi.

Hiç başı açık biri olmadığı için aralarında, bir okul ya da dernek gezisi olduğunu düşündüm ama Belediye Başkanları’nın eşleri imiş. Geldiler; 5 dakika geçirip pek de gezmeden gittiler. Yani tabii ben çok merak ettiğim için ilgileri bana az geldi ama eleştiriden çok gözlem bu.

Bu sırada Sabri Bey, elinde bir kahve fincanıyla çok nazik bir şekilde gelip hanın yeni halini nasıl bulduğumuzu sordu.

Haluk Bey “Ben uzman değilim, mimariden anlamam ama heykelleri çok beğendim açıkçası. Hele Tanpınar müzesindekinden bile iyi” yanıtını verdi.

Han’ın eski misafirleri Aliye Berger, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun heykellerini Mimar Sinan Üniversitesi’nden usta bir heykeltraşın Neslihan Pala’nın yaptığını öğrendik.

Ben Narmanlı Han’ın arka duvarında daha önce gördüğüm ahşap kepenk tutucularının (insan figürlü) artık olmamasının nedenini sordum “Birini koparmışlardı, bende açılışa kadar çıkarttırdım. Sonra takacağız onları” dedi Sabri Bey.

Sonra da bizi kahveye davet etti.


[image error] Bu fotoğrafı Abdülmecit Efendi Köşkü’nde çekmiştim; bu kapı tutucular gerçek. Ama Narmanlı Han’ın yeni halinde de bunlardan konmuş.

KİRALANMAYA BAŞLAYACAK


O sırada Sinan Genim de gelince sorular sorduk tabii.

Binaya ek yapı, kat vs eklenmemiş, üstten güzel görünen açık bir avlu-teras var normalde bizlerin aşağıdan göremediği.

Yakın zamanda, aşağı kattaki büyük pencereli dükkânlar kiralanmaya başlayacakmış.

Sabri Bey, “En azından çakma ürünler satan dükkanlar olmayacak burada” dedi.

Dışı biten Han’ın içi bir nebze ham; sıvalı halde.

Bir de Han restore edilirken aşağıya bir sığınak yapılmış, bunu da anlattı Sinan Bey.


[image error]


BEYOĞLU’NDA KARA KANAL DİYE BİR ŞEY VAR


Narmanlı Han’ın çok yıpranmış bir halde olduğunu söyledi mimar Sinan Genim. “Bu binaların hepsinin çatıları falan çökmüş… İçerileri kullanılamaz, yürünemez, çöktü çökecek durumdaydı. Aşağısı ayrı. Beyoğlu’nda kanalizasyon yok, ‘Kara kanal denilen’ eskinin bir kanalı var. Oradan sızan pislikler, bulaşık suları vs. bunların altında birikiyor. Pera Müzesi’nin yapımında da aynı şeyi yaşadım ben. Narmanlı Han’da 6 metre beton enjekte ettiğimiz yerler var; 20-22 metreye kadar açıp boşalttığımız ve beton doldurduğumuz cıvık bir tabaka var. Alt yapı bir sene sürdü” dedi.


[image error]


KEDİLER VE AĞAÇLAR


Tabii ki ağaçlar, bitkiler, kediler vardı; sordum… (Mor salkımları sormayı unuttum.

Hem Sabri, hem Sinan Bey, “Bir çam ağacı dışında ağaçların kurumuş olduğunu, ağaçların hepsini kurul onayı ile söktüklerini. Sarmaşık diye anılan bitkilerin aslında ökse otu olup duvarları, sıva ve boyaları yıprattığını” söyledi.

Yeni diktikleri ağaçları da eleştirdi Sinan Bey, “Onlarda duvara yaslı olunca bozma ihtimali var”.

“Sinan Hocam kapıların parmaklık aralıklarını bile kedilerin girebileceği ölçüde yaptırdı ama eskisi gibi fare olmadığı için de kedisi az artık” diye konuştu Sabri Bey.

Bu arada 1812 yılında, tramvay yolu yapılırken Narmanlı Han kesilerek 6 metre geriye çekilmiş, bunu da sohbetten öğrendim.


[image error]


KİTAP OLACAKMIŞ


Bu arada Sinan Bey, eleştirilerden daralmış tabii.

Ben de, kamuoyunun da haklı bir güvensizliği olduğunu söyledim.

Beyoğlu’nun kimliğini oluşturan öğelere adım adım nasıl saygısızlıklar yapıldığını, nelerin nasıl yok edildiğini görüp sürekli emekli yaşlı teyzeler gibi belediyeye telefonlar açıp yanıt bekleyen biri olarak negatif önyargılarımız normal oluyor.

Değişiklikler bize sorularak yapılmıyor, sorulsa da oylama geçersiz sayılıyor malum.

Hani “Virane kalsaydı daha mı iyiydi?” mantığı o zaman bizler için çok geçerli olmuyor.

Sinan Bey’e “Ben ara sıra buradan fotoğraf paylaşıyorum. ‘Temiz, düzenli olmuş’ diyen de var, ancak, özellikle mimarlar ‘Olmamış’ diyor. Tabii biz mimarlık okumamış insanların anlayamayacağı, sizlerin arasında olan bir durum da var. Mimarlar, karşı çıkanlar ne diyorlar?” diye sordum.

Genellikle ağaç ve yeşilliğin sorun olduğunu söyledi Genim, sonra da Han’ın içinden çekilmiş yüzlerce fotoğrafı çıkardı.

Han’ın eski haline dair içerden çekilmiş fotoğraflar pek hoş görünmüyordu, “Bunları niye yayınlamıyorsunuz?” soruma da Genim, “Kitap yapacağım” yanıtı verdi.

Gazeteci olduğumu söylememiştim ama onlardan bazı fotoğrafları çekme ve blogumda yayınlama izni aldım.

Benim şu an için tek dileğim; oranın daha çok kültür ve sanat ağırlıklı dükkânlara dönüştürülmesi ki yüksek kiralarla nasıl olacak çok da bilmiyorum. Umarım olur.


[image error]


[image error]


[image error]


[image error]


[image error]


15 Şubat 2018, Beyoğlu


 


“Narmanlı Han, 1831 Rusya Büyükelçiliği olarak İtalyan mimar Giuseppe Fossati tarafından inşa edilmiş. 1880 yılına kadar elçilik binası ardından 1914’e dek Rus hapishanesi olarak kullanılmış. Daha sonra Narmanlı ailesinin mülkü olmuş. Sonraki yıllarda Narmanlı Yurdu olarak anılan binada Aliye Berger, Ahmet Hamdi Tanpınar ve Bedri Rahmi Eyüboğlu başta olmak üzere birçok yazar, sanatçı yaşamış ve çalışmış. Ermeni gazete Jamanak da bu binaydaydı. 80, 90’lı yıllarda avludaki çay bahçesi birçok kişinin meskeni olmuştu.”

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 15, 2018 12:38

February 4, 2018

Bize ne yutturulduğunu biliyor musunuz?

Bu seferki Soner Yalçın kitabı ‘Saklı Seçilmişler’ çok farklı. Konu: Gıda terörü. Kafa Dergisi’nin şubat sayısı için onunla bir röportaj yaptım. O, “Bunu yiyin, şunu yemeyin” demiyor! O, yediğimiz pek çok şeyin doğallığı değiştirilmiş birer zehir olduğunu bir takım kanıtlarla iddia ediyor ve bu durumun faillerini, amaçlarını ortaya koyuyor; hatta korkunç bir teori de ortaya atıyor.


Kitapta buğday, mısır, pirinç gibi maddelerin genetikleriyle oynanmasından tarımın bitirilmesine, Yerli Kara, Boz Irkı, Güney Anadolu Kırmızısı ve Doğu Anadolu Kırmızısı gibi sığır türlerimizin ‘bitirilip’ uzun vadede sağlığa zararlı türlerin ülkeye musallat edilişine dair bir çok konu var.


Röportaj yaptığımı duyup “Nereden biliyormuş?” diyenler oldu, röportajda ayrıntılı anlatıyor, 5 yıllık araştırma, 159 kitap, 15 rapor gibi kaynakların yanı sıra uzman görüşmeleri… Kitabı bitince de, tarım uzmanı, ziraat mühendisi ve bir profesör okumuş.


[image error]Soner Yalçın evinde…

Tabii okuduktan sonra “Bu kitaptaki her şey yalan olsun ne olur” demeyen yoktur bence!


Kitabı okuduktan sonra 2 hafta süt içemedim ki, kim ne derse desin süt ve sütle ilgili her şeye bayılırım ben. Kendi yoğurdumu yapmaya ve her şeyi üzerini okumaya başladım. Ki kitabı okuyunca bu tür çabalar anlamsız geliyor!


500 sayfalık kitabın sonunda en büyük sorunuz şu oluyor “Peki ne yiyeceğiz?”


En çok emin olduğum konular şunlar ki ülke politikalarının, politikacıların çok uzun yıllardır şu ülkenin tarım ve hayvancılığına büyük kötülükler yaptığıdır her halde; bir de Soner’in röportajda söylediği (3. fotoğraf) “Kadın devrimi” meselesine çok inanıyorum.


Bu ülke de dahil, pek çoğunda kadınlar daha fazla okuyor, izliyor, sinema ve tiyatroya, yeniliğe ilgi duyuyor.


[image error]Saklı Seçilmişler; Siz Onları Değil, Onlar Sizi Seçti. Kırmızı Kedi Yayınevi, 500 sayfa
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 04, 2018 02:14

January 16, 2018

Dün gece, yine sempozyum olmayan bir sempozyumdaydık!

Dün gece üç şey öğrendim: 1- Sempozyumun gerçek anlamını 2- Bugünlerde gerçek anlamıyla hiçbir sempozyum düzenleyemediğimizi 3- Mey İçki’nin Türkiye’nin en büyük yaş meyve-sebze ihracatçısı olduğunu…


Bir Antik Yunan terimi olan ‘sempozyum’ terimi aslında erkeklerin bir araya gelip içki içtikleri, bilgi alışverişi yapıp kararlar aldıkları toplantılarmış. Çok önemli kararların alınacağı zamanlar şarap sulandırılırmış.

Bugün artık ‘Alkolle Mücadele’ sempozyumları bile olduğu düşünülürse, terimin çokça anlam değiştirerek bugüne geldiğinden bahsedilebilir.

Biz de bir grup gazeteci dün gece bir sempozyumdaydık.

Bu defa da bolca şarap vardı ama bu defa da bir kişi dışında herkes kadındı. O erkek de Mey İçki’nin yeni CEO’si Levent Kömür idi. Yani eski anlamda bir sempozyum yine yapılamadı; iyi ki!


[image error]Didem Şenol mönüsünün ilk yemeği, çiğ levrekti; portakal ve kişniş tohumlu

YÜZDE 61’İ KADIN ÇALIŞAN


Levent Bey’i bir süredir tanıyorum; onunla ilgili gözlemlediğim en dikkat çekici özelliği çok okuyup, iyi izlemesi. İyi hafıza ve iyi okuma! Önemli.

Galip Yorgancıoğlu gibi karizmatik bir yöneticinin koltuğunu devralmak da zor.

Ancak farklı yaklaşım tarzı ile dikkat çekici bir yer edineceği açık.

Kömür, Mey İçki çalışanlarının bir kısmı ile gazetecileri tanıştırma yemeğini kadınlarla yaptı.

1000 kadar çalışanı olan şirketin yüzde 61’i kadınlardan oluşuyormuş çünkü; Yönetim Kurulu’nda da 8 kişinin 4’ü kadın.


‘POZİTİF AYRIMCILIK YAPMAK İSTERDİK AMA…’


Yine bir kadının -Ayça Budak- yöneticisi olduğu, IWSA’da (International Wine & Spirits Academy) yapılan yemekte, şef Didem Şenol’un yemeklerini yedik, Özge Kaymaz Özkan’ın ‘yaptığı’, Gözdem Gürbüzatik’in başında olduğu Kayra Şarapları’ndan içtik. Rakı şişesini de Gamze Güven’in, yani bir kadının tasarladığını öğrendik mesela. Yıllardır Mey İçki’nin iletişim yönetimini yıllardır Necla Zarakol yapıyor zaten. Mey’in üst düzey üç kadın yöneticisi daha bizimleydi.

Kömür, “Pozitif ayrımcılık yapmak isterdik ancak kadın ya da erkek oldukları için değil işlerini iyi yaptıkları için buradalar” dedi, ekibi tanıtırken. “Modern ve cesur bir yaşam tarzı”nı temsilen kadınlara yer vermenin gerekliliğinden bahsetti.

Bu arada teşekkür konuşmasında, konuklar arasındaki gazeteci Zeynep Oral’ın O Güzel İnsanlar kitabından Azra Erat teşekkürü pek hoştu..

Bir ara da Mey İçki’nin Türkiye’nin en büyük yaş meyve-sebze ihracatçısı olduğunu öğrendim. Nasıl mı; rakı ile. Rakı ihracatının ismi bu imiş. İlginç değil mi?



 



16 Ocak 2018
Ana Görsel fotoğrafı, Karim for Kayra bardağıyla ben. Fotoğraf: SİNAN HAMAMSARILAR
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 16, 2018 03:30

January 15, 2018

Duygusal Halı Yıkamacılar gerçek mi?

Duygusal Halı Yıkamacılar… Onlar önce Ankara’da bilinen, ilanları dikkat çeken birer halı yıkamacı idi; Enver Özüstün belgeseli ile yavaş yavaş tanındılar ve “Bu adamlar gerçek mi?” sorusuna nail oldular! Benim de hikâyelerine çok severek Bütün İyiler Biraz Küskündür’de yer verdiğim Metin ve Taşkın Yüksek ile istedim ki yüz yüze tanışayım. Gittik, gördük, muhabbet ettik, şarkı söyledik… Ve gördük ki bizlerin olamayacağı kadar gerçekler. İşte Duygusal Halı Yıkamacılar ile geçen birkaç saatten minik izlenimler…


 


Onlar ‘Duygusal Halı Yıkamacılar’. Metin ve Taşkın Yüksek. Ankara’da iki kardeş halı yıkamacı. Cep telefonuyla sosyal medyayla işleri yok ama onlar birer kitapsever… Nietzsche’den Shakespeare’e, Hegel’den Seth Godin’e çok okuyor, okuduklarını halı yıkamacılığında kullanıyorlar!

Okuyor, yazıyor, dans ediyor, şiirlerle, şarkılarla halılar üzerinden evrene bir ‘sevgi köpüğü’ gönderiyorlar.

Onlar hakkında ilk önce gazetede bir yazı yazmıştım, ardından kitabım Bütün İyiler Biraz Küskündür’de yer verdim. Kitabı, ‘Sevgi çitilemesi, hepimize lazım’ başlıklı yazıyı okuyanlar onları hatırlayacaktır (sayfa 117). Onlar kitapta olsunlar çok istemiştim.

Geçtiğimiz hafta Ankara’ya gittim, sadece müze gezmek ve güzel lezzetleri tatmak için.

Ancak öncelikli üç istediğim vardı:

1- Anadolu Medeniyetleri Müzesi’ni görmek (ki haklıymışım çok güzelmiş),

2- Duygusal Halı Yıkamacılar ile yüz yüze tanışabilmek.

3- Ankara döneri efsanesini anlamak.

Hepsi de oldu, şükür:)


UZAYLILARA BİLE AÇIĞIZ


Onları aradım. Kitabı onlara da götürmek istiyordum çünkü.

“Halı yıkama mevsimini kapattık ama muhabbete gelin, çok isteriz” dediler. (Hatta ertesi gün “Kanal D haber de size ulaşmak istiyor” diye aradım, “Uzaylılara bile açığız Nilay Abla” diyorlardı.)



Sinan ile ben, muhteşem zihin ve gönül açıcı, hücre yenileyen 2.5-3 saat geçirdik.

Bizi misafir ettiler, felsefelerini anlattılar, şarkılar söyleyip, şiirler okudular. Ünlü müşteri şarkılarını gecenin bir yarısı bile arayıp söylemelerini isteyenler oluyormuş, onlar da söylüyormuş.

Onlar anlatırken ben “Ya birileri içip içip eğlence olsun diye de adamları uykularından uyandırıyor olabilir. Yani bir saatte muhabbet ediliyordur onlar hakkında… Arıyorlar adamları da rahatsız ediyorlar” diye düşünüp biraz da kızdım açıkçası.

Ama Taşkın’ın tavrı öyle olgun ki, “Haklılar. Bu bize de bir şey öğretti, gün 24 saat. Niye günü kalıplarla yaşıyoruz ki. Onların zamanı da zaman, gece 2 de normal.”

Metin zaten bu konuda dertsiz, “ilk önce zor geldi, uykumdan uyanıyorum ama ben de keyif alıyorum, muhabbet ediyoruz” diyor.





BU ADAMLAR GERÇEK Mİ?


Onları uzaktan tanıyıp videolarını izleyenlerde farklı tepkiler oluyor…

Kimi “Gerçekler mi ki?” diyormuş, kimi klasik “Bu neyin kafası?” sorusunu soruyor.

Ancak ben Ankara Üniversitesi’nde dersler veren, onların da sık sık “Hocam” diye bahsettikleri Enver Özüstün’ün belgeselinden gayet hissetmiştim gerçekliklerini.

Evet farklılar, evet ilginçler ama çok içten ve gerçekler de aynı zamanda.

Onları dinleyip mantıklarını kavrayınca daha da iyi hissediyorsunuz bunu.


Enver Özüstün’e de onları tanımama, tanımamıza yol açtığı için müteşekkirim. Öyle muhteşem bir belgesel yapmış ki, onları bu kadar iyi yansıtır.

Biz Metin ve Taşkın ile baya muhabbet ettik. Sonra arka bahçelerinde bir de ünlü ‘Müşteri Şarkısı’nı seslendirdik. Şarkıyı Taşkın yazmış, o yüzden -sonuna doğru sesi çatallansa da- daha hakim şarkıya.



Metin ise yeni çıkardıkları “:)” rap müzik türündeki parçalarında (Mc Duygusal) çok daha iyi. Bu arada başrolünde Metin’in oynadığı, çekimlerini Taşkın’ın yaptığı (gerçekten iyi çekimler biz fragmanını izledik) “Bilinmeyen Tokaçlı Türk” adlı belgeselleri de çok yakında yayınlanacakmış.

Onları tanımayan kitabı okusun ya da youtube’u açın Enver Özüstün belgeselini izleyin. Muhteşemler!


Bu da Sinan ile bana Duygusal Halı Yıkamacılar’ın şiirli vedası…



Ben onlar hakkındaki yazımın spotunu şöyle yazmıştım: “Onlar Ankara’da iki kardeş halı yıkamacı; okuyor, yazıyor, dans ediyor, şiirlerle, şarkılarla halılar üzerinden evrene bir sevgi köpüğü gönderiyorlar. Biraz ‘yüksek kafalar’ ama gündem belli, hepimize lazım…”


Sizce de öyle değil mi?


Onlardan öğrendiğim daha çok şey var ama bir yazı için çok video oldu, sonraki yazılara:)



Nilay Örnek, 8 Ocak 2018, Ankara tanışması üzerine…
Ana görsel ve benim de içinde olduğum fotoğraflar: SİNAN HAMAMSARILAR
Diğer videolar, ben:)

[image error]

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 15, 2018 02:30

January 10, 2018

Kütüphanenden tanır mıyım seni?

İyi bir okurun seçkisi, altını çizdiği satırlar kitaplar önemlidir; çok şey söyler. Herkesin bir şeylerle varlığının altını çizmeye çalıştığı bu çağda, özenilmiş kütüphaneler de esaslı bir var olma ya da rengini belli etme yöntemi değil midir?


 


Kitap yazmamış, film çekmemiş, siyasete atılmamış, mucit olmamış, adını bir yere yazdırmamış, sosyal medyada izi bile olmayan ‘değerleri olan’, ‘değerli’ fakat bugün yaşamayan insanlar var…

Özellikle de genç yaşlarında akla hayale gelmeyen kazalarda ölenler, hedeflerine ulaşamadan gidenler, içine kapanıklar ya da çok neşeliler, çok sevilenler.

Kimini tanımak isterdi insan…

Deniz Erkilet Görsa, 2003 yılında 47 yaşındaydı.

Ankara’da, Çankaya Yeşilyurt Sokak’ta çalıştığı ofise bitişik binada, bitişik dairede depolanan ‘potasyum nitrat’ patladı.

Patlama bir tek kişinin, onun canını aldı. Sadece kamu davasının açılması bile 1 yılı buldu. Bir dairede niye potasyum nitrat biriktirilir bilmem ama dava 10 yıl sürdü.

Deniz, geride üniversiteyi yeni kazanmış bir erkek evlat, 15-20 gün sonra felç geçirecek bir eş ile dev bir kütüphane bıraktı.

Ankara Koleji’ni bitirmişti, Fransız Filolojisi okumuştu Deniz. Okumayı, okudukları hakkında yazmayı çok severdi, gezmeyi de öyle…


‘DENİZ SANKİ DAĞDAYMIŞ GİBİ’


Peki bugün niye mi Deniz’i anıyorum.

Bugün Golden Key Otel’deyim, Kartalkaya’da.

Yine o kütüphaneyi görünce bu hikayeyi hatırladım. 2 sene önceydi sanırım; otelin sahibesi Şebnem Uyar ile burada Şehirli Sofralar bölümü çekmiştik burada. Akşamında da eşi Sedat Bey ile muhabbet ediyorduk.

Çok okuyan biridir Sedat Bey, müziğe, özellikle klasik müziğe ilgili büyüktür. Kütüphanenin büyüklüğüne göre az kitap barındırdığını ve çok da yeni kitap olmadığını, nedenini sordum ona. Aslında “Burası birinin kitaplığı da ondan” dedi.

7 yıl depoda kalmış Deniz’in kitapları. Ve bir gün ablası Pınar Erzurumluoğlu, arkadaşı Sedat Bey’e otel kütüphanesi için kitapları vermeyi teklif etmiş, onlar da bu teklifi hoş bulup kitapları almışlar. Deniz Erkilet Görsa’nın bir yanı o kütüphanede hayat bulmuş.

Pınar Hanım ile konuşmuştum, 2 sene önce, “Deniz gezmeyi de çok severdi, şimdi Karkalkaya’da dağdaymış gibi geliyor, bu bile bana iyi geliyor” diyor.

Ben de iki tane Bütün İyiler Biraz Küskündür bıraktım kütüphaneye, biri Deniz’e, biri buranın misafirlerine…


* 10 OCAK 2018, Kartalkaya


* Ana görseldeki fotoğraf: SİNAN HAMAMSARILAR

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 10, 2018 08:24

January 3, 2018

Pırlanta gibi bir yazar fotoğrafı: Yaşar Kemal, sandalcı ile röportajda

İnsanlar genellikle yazarların havalı fotoğraflarını ya da en çok bir grup iyi yazarın bir arada rakı masasında olduğu fotoğrafları beğenir; “Vay be kadroya bak” fotoğrafları… Benimse en sevdiğim yazar fotoğraflarında ilk üçe girecek fotoğraf kesinlikle bu. Yemin ederim günlerdir açıp açıp bakıyorum. Benim gibi sanat, edebiyat ve arşiv meraklısı bir deli olduğunu düşündüğüm Instagram kullanıcısı @tekindenizz paylaşmış; 2060 izleyiciden benimki ile birlikte 4 ‘like’ almış. Az like, çok his!


BÜYÜK YAZAR

Yaşar Kemal, sandalda bir kayıkçı-balıkçı ile röportaj yapıyor. O röportajdan beslenecek, sağlam bir karakter yaratacak.
Eski gazeteler sağolsun, yazdıkları bir yana, o yazıya ulaşma şekli beni kendine onlarca kez daha hayran bıraktı. E ne de olsa çok da iyi bir röportajcı-yazar o ve emekçi.
Bu arada bu fotoğraf bence pırlanta; paylaşmak istiyorsanız, yazdım kaynağını, arayıp bulanın imzasını eksik etmeyin. Yaşar Kemal olsa öyle yapardı -bence-:)


* 3 Ocak 2017, İstanbul
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 03, 2018 00:29

January 1, 2018

Oyuncaklı Netflix belgeselinde Türkiye de var.. Ama nasıl?

Netflix’in ilgi çekici belgesellerinden biri: The Toys That Made Us. Star Wars oyuncaklarını konu alan ilk bölümde Türkiye de var; ama dalga geçilen bir ‘çakma’ işiyle…


[image error]


The Toys That Made Us (Bizi Biz Yapan Oyuncaklar) adlı Netflix belgeseli, özellikle 80’lerde çocuk olanlar için pek bir keyifli. Böyle olmayanlar için de tarihi ve sosyolojik açılardan izlenesi.

Belgesel “Tarihin en çok iz bırakan oyuncaklarının yaratıcıları, milyar dolarlık eserlerinin yükselişini ve bunların kimi zaman uğradığı başarısızlıkları anlatıyor.”


FİLM ÇIKMADAN KİMSE STAR WARS OYUNCAĞI YAPMAK İSTEMEMİŞ


İlk bölüm Yıldız Savaşları yani Star Wars.

Star Wars filmleri çıkmadan önce George Lucas uzun zaman, pek çok büyük oyuncak şirketiyle filmin figürlerinin yapılması için görüşüyor. Ancak hiçbiri bunu kârlı ya da cazip bulmuyor. Sonuçta minik bir şirket olan The Kenner, o güne kadar giriştiği en büyük lisanslama projesine başladığında tarihin en kârlı oyuncak telif anlaşması ortaya çıkıyor. Şans! The Kenner, o dönemde Cincinnati’deki küçük bir oyuncak şirketi. Lucas bu anlaşmadan yüzde 5 gibi çok küçük bir pay alıyor. (yıllar sona The Kenner’ı satın alıp, yeni filmler de yok diye anlaşmadaki o telifi de ödemeyen Hasbro sonra yüzde 18’lik bir paya razı olmak zorunda kalıyor.)


[image error]


EN DEĞERLİ STAR WARS OYUNCAĞI HANGİSİ?


Belgeselde onlarca enteresan ayrıntı var (“En değerli Star Wars oyuncağı / figürü hangisi?” gibi soruların yanıtları mesela ya da ilk prototiplerdeki çorapla yapılan giysi…) ama ben esas konuya geleyim, bir ara koleksiyonerler ‘Sahte ve saçma’ Star Wars ürünleri konusunu açıyor ki en büyük kalem Türkiye’nin oluyor. Türkiye’de ‘Uzay Savaşları’, ‘Stars War’ gibi kelime oyunları ile bir dizi oyuncak üretilip satılıyor; koleksiyoncular bunları da toplamış ama dalgası da geçiliyor. Mesela bir karakterin önündeki uzay gemisi yönetim masası aslında eski bir hesap makinesi gibi, gibi… Chewbacca bizde Che Bacca olmuş gibi…

Benim de bu serinin bir kısım oyuncağını Tahtakale’de görmüşlüğüm var; belgeseli izleyince Che Bacca bulabilir miyim, merak ettim doğrusu.





http://nilayornek.com/wp-content/uploads/2017/12/IMG_7849.TRIM_.m4v


http://nilayornek.com/wp-content/uploads/2017/12/IMG_7884.TRIM_.m4v





[image error]


* 30 Aralık 2017, cumartesi

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 01, 2018 14:01

En değerli Star Wars oyuncağı / figürü hangisi?

Bu sorunun yanıtını düşünürken hemen Darth Vader, Yoda, Obi Wan Kenobi, Han Solo, Prenses Leia gibi karakterler geçiyor akıldan değil mi? Ama değil…


Sekiz bölümlük, 2017 yapımı bir Netflix belgeseli olan The Toys That Made Us’ın (Bizi Biz Yapan Oyuncaklar) ilk bölümü Yıldız Savaşları yani Star Wars hakkında.

Belgeselde serinin ilk oyuncaklarını, figürlerini tasarlayan The Kenner adlı küçük, ama bu seriler sayesinde büyüyen şirketin oyuncak tasarımcılarından Star Wars Sosyolojisi dersleri veren bir profesöre, koleksiyonculardan avukatlara o dönemi anlatan pek çok ilginç karakter ve bilgi var.

Oyuncak tasarımına dair de bir takım bilgiler öğreniyorsunuz tabii (Türkiye de belgeselde var ama nasıl?!).

Onay süreçleri çok uzun mesela, özellikle de güvenlik söz konusu olduğundan. Şimdi bu figürlerin çoğu ‘çocuk oyuncağı’ kavramından çıkmış durumda da olsa o dönem çocuk oyuncağı, hedef çocuklar.


[image error]


The Kenner firması yetişmeyecek bir seri için, ön satış yapıyor, içinde bir seri yeni çıkacak oyuncak var. Ancak biri çıkamıyor Boba Fett karakterinin oyuncağı. Çok yakın zamanda başka bir oyuncak yasaklanıp toplatılıyor; benzer bir oku olduğu, bu oku bir çocuğun yuttuğu gerekçesiyle. Yeni çıkacak olan Boba Fett’in de bir roketi ve ondan fırlayan bir oku var ki, bu, onu çocuklar için tehlikeli yapıyor.

Ama satışa çıkmayan o figürler daha sonra koleksiyonerler tarafından bulunmaya başlıyor ve değeri gün geçtikçe yükseliyor.

Tabii ki pek çok değerli figür var ama o satılmayan Boba Fett figürleri en değerlilerden.


[image error]


* 30 ARALIK 2017, İSTANBUL

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 01, 2018 13:49

December 31, 2017

Dışarıdaki Gazeteciler’den ‘içerideki’ arkadaşlarına: Aklımız sizde

Bu bir yeni yıl kutlama fotoğrafı…

Bu “Dışarda sizi bekleyen, seven, size inanan dostlarınız var” fotoğrafı.

‘Dışarıdaki Gazeteciler’ adlı bir oluşum var, unutmuyor, unutturmuyor, düşünüyor, bir şeyler yapmaya çalışıyor, tutuklu meslektaşlarının uğradığı haksızlığa karşı bir duruş sergiliyorlar. Bizler de hem dışarda, hem gazeteci, hem de arkadaşlarının haksızlığa uğradığını düşünen kişiler olarak onlarla hareket etmeye çalışıyoruz olabildiğince, onların emeğine büyük saygı duyarak…

Maalesef bu, çekilen 2’nci fotoğraf.

İlkine ben katılamamıştım ama geçen yıl bu fotoğrafta Ahmet Şık da vardı ve ertesi gün gözaltına alındı.

Onlarca gazeteci Tütün Deposu’nda toplandık. Aramızda Aydın Engin, Tuğrul Eryılmaz gibi önemli abilerimiz, Cumhuriyet davasında tahliye edilen Musa Kart, Turhan Günay ve Kadri Gürsel, yakın zamanda tahliye olan Tunca Öğreten ve İnan Kızılkaya ile Ahmet’in kartoneti vardı!

Yeni yıl eski günleri unutturacak kadar adil, adaletli, vicdanlı, özgür, sevgi dolu, inançlı ve huzurlu olsun; umuyorum.


[image error]Fotoğraflar: ÖZCAN YAMAN

 


[image error]


31 Aralık 2017, İstanbul

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 31, 2017 00:34

December 27, 2017

‘Pürüzlü mükemmellik’ mümkün, hatta güzeli o

Herkese “Oku” diyeceğim kitaplardan biri: Pürüzlü Mükemmellik


Keşke hemen okur okumaz buraya yazsaymışım; Kasım ayında 1. yaşını doldurduğunu görünce ben de bir şeyler yazmak istedim.

Kitabım çıktı çıkalı sardığım Goodreads’e yorum yazarak başladım, sonra “Niye onu burada genişletmiyorum?” dedim. Tavsiye etmek istedim.

İlk okuduğumdaki heyecanda olmayacak ama…

Pürüzlü Mükemmellik’in iki yazarı var. Mehmet R. Doğan ile Yiğit Ahmet Kurt. MediaCat yayınlarından “Hızlı ve öfkeli hayatımızda yavaşlayarak hız kazanmak” alt başlığıyla çıktı.


FRİKSİYON NEDİR?


Bir kere çok seri ve keyifle okunuyor. Pek çok farklı ülkeden insan ve şirket hikâyeleri, batışlar, çıkışlar ve tecrübeler, rakamlar, gerçekler var. Ve bunların her biri değerli ve daha önce görmediğimiz bir tez etrafında, kimi zaman da kişisel hikâyelerle ve renkli bir dille bize sunuluyor. İki yazarlı olmanın dezavantajları da vardır muhtemelen ama okuyucu olan benim için bu, bir avantaja dönüşüyor.

Çok şey öğrendim, altını çizdim, anlattım, kitaptan akıl, fikir dolu pek çok yazı çıkaracağımı da düşünüyorum.

Kitabın ismi aslında Friksiyonomi olacakmış.

Friksiyon, Fransızca kökenli Friction’dan geliyor. Fizikte bir yüzey ya da nesnenin, bir yerden bir yere hareketinde karşılaştığı direnci ifade ediyor. Politikada da farklı grup ya da kişilerin görüş ve mizaç farklılıkları nedeniyle birbiriyle çatışmasını ifade ediyor.

Zaten genel olarak da bu friksiyonlar yaşanmadan mükemmelliklerin de olmadığı, olamadığı ilgi çekici yaşanmışlıklar, rakamlarla anlatılıyor.


SADECE İŞ HAYATINA DEĞİL


Googreads’te (bilmeyenler için bir tür kitap iMdB’si) de genel olarak herkesin sevdiğini gördüm. Ancak “İş hayatı” cümlesinin de sıkça geçtiğini fark ediyorum. Yazarların iş yaşamları, yayın evi ve kitabın sunuluşu da bunda etkili sanırım.

Ancak hiç beyaz yakalı bir işte çalışmamış, çalışmayı da düşünmeyen, iş kurmaya vs. de meraklı olmayan biri olarak benim de büyük ilgimi çekti kitap. Çok zihin açıcı.


HEPİMİZİN İHTİYACI VAR


Yazarlarından birinin, Yiğit Ahmet Kurt’un twitter’daki paylaşımlarını en beğendiğim kullanıcılardan biri olması beni kitabı okumaya iten bir nedendi.

Ne kadar okundu, satıldı vs. bilmiyorum ama kitabın iş hayatıyla sınırlandırılmasını ya da konumlandırılmasını çok doğru bulmadım. Daha doğrusu haksızlık!

Aynı kitabı farklı bir kapak ve sunum ile sundukları taktirde bence okuyucu kitlesi çok daha geniş olabilirdi. Hakikaten çok kişinin ihtiyacı olan notlar ve hikâyeler barındırıyor kitap.

Pürüzlerin de gerekli olduğunu öğrenmek daha fazla kişinin ihtiyacı…


27 Aralık 2017

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 27, 2017 07:17