Nilay Örnek's Blog, page 22
July 2, 2018
Asıl OHAL budur! Bu toplumdur
Asıl ‘Olağanüstü Hal’ budur! Aydınını yakan, çocuğunu tecavüz edip öldüren, sevinçleri kursakta bırakan, tüm renkleri tek renge boyayan, sivri güzellikleri törpüleyen bir toplumdur.
Bu idamla, hadımla çözülmez.
Eğitimle, o da bu saatten sonra belki, çözülür.
Sevgiyle çözülür, ilişki kurmayı bilerek, öğreterek çözülür.
Burada tavrım, kafam belli olmuştur, sanırım ne zamandır.
Ama seçimden sonra bir karar aldım, dedim ki, yok, “Daha bir kabulleneceğim artık. Biz birbirimize söyleniyor, söylüyoruz ama hiçbir faydası olamıyor”
Sadece iyi şey paylaşacağım!
Olamıyor!
Gündemden çalınan bir günün ardından şu yüze bakınca ne yapacağımı, ne diyeceğimi, kime ağlayacağımı bilemiyorum.
Paylaşırsam azalır gibi geliyor da o yüzden -sanırım- yazıp koyuyorum.
Asıl OHAL budur; bununla savaşılmalıdır.
Ben kitapta Pippa Bacca’yı yazdım, temsili, orada bir soru vardı; “Hangimiz kaybolduğunu duyduğumuzda sağ sağlim pür neşe döneceğini düşündü?”
Tıpkı Eylül gibi…
Tıpkı Leyla gibi…
Bir çocuğun öldürülmesinde tecavüz olmadığı için “bari…” o olmamış, rahatlaması da ne?
Ne yapacağız bilmiyorum.
Ülkenin üzerine şu güzel yüzü koyalım bize baksın böyle!
Leyla sen de, Eylül gibi çok güzelmişsin, bebeksin.
Allah rahmet eğlesin. Ailelerine ve böyle yaşayacak bizlere sabır olsun.
2 Temmuz 2018
Edit: Bu metnin altına Instagram’da bir dolu yorum yapılmış. Önce o iletiyi silmek istedim ancak yorumlar önemli.
Kimi kız yerine o oğlu olduğu için ‘endişeden seviniyor.’
Mesela Yavuz Aydın öyle bir şey yazmış ki, benim için pek çok şeyin özeti: “2,5 yaşında bir kızım var doğduğunda güzel okullarda okuta bilir miyiz diyorduk; şimdi yaşatabilir miyiz diye düşünüyoruz”
Maalesef abartı değil o kadar gerçek ki.
June 29, 2018
Cruise gezisi size göre mi? 20 maddede anlamanın yolu…
Belli bir yaşa gelmiş teyzelerin amcaların, emekli olmuş çiftlerin gezme yöntemi (bilerek ‘gezi aracı’ demiyorum) olarak görülen ‘cruise’lar, daha geniş bir yaş kitlesine de hitap edebilir mi? Belki de eder… Arkas Turizm aracılığıyla ünlü MSC Divina adlı cruise gemisiyle yaptığımız Cenova-Roma-Marsilya seyahati sonrasında o kadar çok kişi, “Gidilir mi, gidelim mi ne diyorsunuz?” sorusunu sordu ki notlarımı yazmak istedim. Kısa kısa notlar yazdım ki bakın karşılaştırın size göre mi karar verin…
Not: İlk gezimizden sonra bu yazıya başlayıp, 13. maddede kalmış idim, 2 gün sonra yeni bir cruise seyahati yapacağım, onunla da yenilerim.
ÖNCE SIKICI MEVZULAR; GİRİŞ-ÇIKIŞ, BİLET
1- Tur mu, bireysel mi?: Öncelikle bu işler ‘tursuz’ bana zor geldi, eminim ki yapılıyordur bir şekilde ama bir grupla birlikte olmak bu tür seyahatlar için avantajlı görünüyor.
Misal, biz seyahatimiz gereği Cenova’daki limandan yolculuğa çıktık. İstanbul’dan İtalya’da mesela bir havalimanına gitmek kolay da, sonrasında limana transfer ve gemiye giriş bir deneyim gerektiriyor. Görevliler insanları gruplandırıp, numaralar verip o numaralarla hareket etmelerini sağlıyorlar. Rehber de ilk baş dönmesini önlemiş oluyor.
[image error]Sinan güvenlik turundan önce…
2- Hemen basit kuralları öğrenmeli: Biz, dediğim gibi Arkas Turizm ve rehberimiz Gökhan Aras ile hareket ettik. Rehberin baya bilgi vermesi gerekiyor ki gemide rahat hareket edilsin. Çünkü ‘acayip kurallı’ bir sistem işliyor. Rehberin gruplara tek tek o bilgileri anlatması şart. Gökhan bize çok net ‘Cruise’a binmenin 101’i dersi verdi.
[image error]Bir açıdan görünüm…
3- Bavul… Limana vardığımızda otobüs duruyor, büyük bavulu olanlar ve bavullarını vermek isteyenler bavullarını oradaki görevlilere teslim ediyor. Büyük bavullar isim kartlarıyla birlikte ayrı gidiyor. Uçağa biner gibi, kabin bavulu olanlar yanlarına alabiliyor. Ama genel olarak gördüğüm küçük bavulun avantaj olması. Özellikle çıkarken. Mesela geziniz bitti, sabah gemiden ayrılacaksınız, gece 1.30’da en geç bavulunuzu kapınıza bırakmak zorundasınız ki görevliler gece onları toplayıp siz çıkmadan araçlarınıza göndersin.
4- O kartlar pek önemli: Bilet dediğimiz şey baya pasaportumsu bilgiler içeren, en az 10 sayfadan oluşan A4 kağıtlar. Grubunuzla hareket ederek bunlarla birlikte gemiye biniyorsunuz. Fotoğrafınız da çekiliyor. Sonrasında da bir otel ya da ATM kartını andıran kart veriliyor. Bu çok önemli. En önemli şey hatta! O kart sizin gemi içindeki paranız, kimliğiniz, oda anahtarınız, giriş-çıkış için gerekli olan en önemli şey. Onsuz ‘hayatta’ gemiden indirmiyor ve bindirmiyorlar. İkinci bir kart çıkarmanıza da izin vermiyorlar. Kartlar görünüşte aynı da olsa, içeriği sizin aldığınız pakete göre değişiyor.
5- Görevliler giriş-çıkışta baya gestapo! Bir de ilk başta almanız gereken, acil durumda yapılması gerekenler tatbikatında. Onun dışında içerideki görevliler baya baya yardımcı güler yüzlü.
ORTAM NASIL, EĞLENCE VAR MI?
6- Kimler, kimler… Özellikle ‘teenage’ gençler: Esas içerdeki atmosferden bahsedeyim. Dünyanın dört bir yanından onlarca kişi var. İlk önce çok kişi ve çok yabancı gibi geliyor. Ama kısa süre sonra tanıdık yüzler oluşuyor. Yaş ortalaması hiç sandığım gibi değil. 30-40 yaş grubu da, 60 ve 70 yaşlarındakiler kadar çok. Ve bir de ‘teenage’ mevzuu var. Bizim seyahatimizde o kadar çok 13 ile 18 yaş arası genç vardı ki şaşırdık. Havuzlar, diskolar, gösteriler onlarla dolu. Sonra onların ve ailelerinin ne kadar şanslı olduğunu düşündük. Aileler için şu: Çocukları bir gemi içinde, hem yakınlarında kontrol altındalar, hem de özgürler… Kızlı-erkekli bakışmalı, dondurma yemeli, danslı, yüzmeli eğlenceler gırla. Şovlara gidiliyor, birlikte yemekler yeniyor.
[image error]Gençler havuzda
7- Küçük çocuklu aileler: Rehberimize, bu turu daha önce yapanlara sordum. Onlara göre özellikle çocuklu aileler için biçilmiş kaftan cruise gezisi. Çok yer gezmek isterken, bir taraftan da o çocuk arabasını indir kaldır, güvenlik kontrolünden geçir, her havalimanında yapmak istemiyorlar. Alan geniş ve her şey ellerinin altında. Her yaştaki çocuklar için özel olarak tasarlanmış pek çok tip, açık ve kapalı oyun alanları var. Bazı bakıcılı aileler çocukları ve bakıcılar için ayrı oda tutup, kendileri şehir şehir geziyormuş. Bak bak:)
8- “Aman küçük çocuklar bizden uzak olsun” diyenler: Sizin için de çok uygun, çünkü bir şekilde çocuk alanları ile yetişkin alanları kesişmiyor desem yeridir. 5 yıldızlı oteller gibi havuzda güneşlenir ya da yemek yerken “Aaaaannneeeee” diye bağıran bebeler görmüyorsunuz.
[image error]Liman güzelliği:)
9- Limanlara giriş ve çıkışlar deniz seven benim gibiler için çok keyifli. İnsanı, uzak yol deniz seyahati anlatan romanlarda gibi hissettiriyor.
[image error]
10- Hangi oda?: Bütün odalar denize bakıyor doğal olarak ancak bence ‘kıç’ tarafındaki odalar bir başka… Daha keyifli. Ben bütün seyahat boyunca hafif soğuk da olsa balkon kapısını aralık bırakarak deniz sesi, kokusu ve serinliğiyle uyudum. Kalkınca balkon demirlerindeki tuzu görmek çok hoş.
[image error]MSc Divina’nın günlük gazetesi.
June 27, 2018
Cazdan şaraba, matematikten kimyaya Türkiye’nin Prometheleri
Promethe, Prometheus ‘önceden bilen, önceden hisseden’ anlamına geliyor… Kimine göre Promethe, Zeus’tan ateşi çaldı; o ateş de bilgi idi… Türkiye’de de bilgi, eğitim ile aşkla çağından ileri düzeyde çalışanlar, işler yapanlar vardı. Onların yaptıklarını ne zaman görsem, izlesem duygularım şelale… 25. İstanbul Caz Festivali’nin açılış gecesindeki efsane sanatçılardan yola çıkarsak…
Bir plak, bir kitap ve bir üzüm bağı…
Üç ayrı durum ve yüzlerce değerli insan.
Ama aynı yere, benzer hayallere bağlanıyor.
Dün gece üniversiteye girdiğim yıldan yani 16 yaşından beri takip ettiğim İstanbul Müzik Festivali’nin 25’inci yılının açılışı vardı.
Açılış gecesinde Türkiye’de cazı ilk ve en iyi uygulayanlar sahnede idi.
Efsanevi isimlerden biri de daha önce ‘yaşam boyu başarı ödülü’ almış Tuna Ötenel idi.
İLK CAZ PLAĞIMIZ
Erol Pekcan, Tuna Ötenel ve Kudret Öztoprak tarafından 40 yıl önce yapılan Jazz Semai, Türkiye’nin ilk caz plağı.
Caz ve Türk müziği ezgilerini bir araya getiren, benim çok sevdiğim bir albüm.
Rainbow Records, 2 yıl önce -iyi ki- yeniden plak formatında bastı.
O albümün yapılışını okuyunca gözlerim doluyor, “40 yıl önce o ilk adımlar atılırken acaba ne hayaller kuruluyordu?” diyorum.
‘TÜRK PROMETHE’LER
Şimdilerde okuduğum kitaplardan biri, tesadüf sahaftan buldum, bir arkadaşımın, Kansu Şarman’ın.
Kitabın ismi: Türk Promethe’ler – Cumhuriyet’in Öğrencileri Avrupa’da (1925-1945).
Cumhuriyet’in ilk yıllarında üniversitelerin yenilenmesi, bilimin, matematiğin, müziğin, fiziğin, resmin, kimyanın, tarih bilincinin, arkeolojinin edebiyatın ileri gitmesi için Batı’ya gönderilen, çoğunu da tanıdığımız, kadın sayısının çokluğuna şaşıracağımız başarılı öğrenciler.
Aralarında Afet İnan’dan Mahir Canova’ya, Cahit Arf’tan Sabahattin Ali’ye, Mahmud Cuda’dan Remziye Hisar’a 40 isim. Hikâyeleri ve mektupları…
Afet İnan’ın bir kıyafeti var, Atatürk ‘çizmiş’!
Sorbonne’dan mezun olan ilk Türk kadını kimyacı Remziye Hisar, Madam Curie ile çalışmış.
Sabahattin Eyüboğlu’nun babasına yazdığı mektupları okusanız, sevgiye inanamazsınız.
Hepsi Türkiye’ye dönmüş, çoğu Anadolu’ya tayinlerini istemiş, şevkle ‘geleceğe inançla’ ülke için bir şeyleri hızla değiştirmek ve ileri götürmek için hayaller kurmuş, acı çekmiş, bedel ödemiş, sıkı çalışmışlar.
Herkese tavsiye ediyorum kitabı. İş Bankası Yayınları’ndan..
Uzatmayayım.
YASİN AMCA VE BAĞ HAYALLERİ
Denizli’de Pamukkale Şarapları’nın bağında bir günü hatırlıyorum. Yasin Tokat bize o bağları yıllar önce kurarken ki hayallerini anlatıyordu. “Yurtdışında gördük. Şato usülü şarapçılık, bağlar, üretim, güzel bağlar… Yıllar önce minik emeklerle burada başladık, bağcılık uzun iş, biz göremesek de çocuklarımız torunlarımız bu işi yapsın, aydınlık günler görsün diyorduk. Ama pek olmadı” diyerek, Yasin Amca biraz da duygusaldır, ağlamaya başladı.
BİR DÖNEMİN İNANÇLI GENÇLERİ VE YAPTIKLARI
Caz yaparken de, edebiyat, resim, matematik, tarih, Hititoloji, şarapçılık ya da hukukla uğraşırken de bambaşka bir Türkiye hayali kuruyorlardı eminim.
Dün gece nesiller boyu caz sanatçılarını sahnede izlerken, onların aydınlık yüzlerine bakarken tüm bunları düşündüm.
Onların Türkiyesi ile bizimki arasındaki geleceğe inanç farkını.
Tabii geçmiş de, geleceğe umut nedeni…
İstanbul Caz Festivali’nin 25’inci yılı kutlu olsun. Emeği geçen, maddi manevi destekleyen herkesi kutluyorum.
Güzel konserler var, keyifli vakit geçirmenizi dilerim.
İSTANBUL CAZ FESTİVALİ AÇILIŞ GECESİNE DAİR
Bu arada 26 Haziran 2018 akşamına dair…
Zorlu Performans Sanatları Merkezi’ndeki gecede kimler sahneye çıktı yazayım:
Ateş Tezer, Ayşe Gencer, Ayşegül Yeşilnil, Ayhan Öztoplu, Ayşe Tütüncü, Barış Ertürk, Burak Cihangirli, Deniz Dündar, Emin Fındıkoğlu, Enver Muhamedi, Kerem Görsev, Kristian Lind, İmer Demirer, İlham Gencer, Neşet Ruacan, Nezih Yeşilnil, Nilüfer Verdi, Okay Temiz, Ozan Musluoğlu, Önder Focan, Sibel Köse, Şenova Ülker, Tamer Temel, Tuna Ötenel, Volkan Hürsever ve Yahya Dai…
Kamil Özler şefliğindeki TRT Hafif Müzik ve Caz Orkestrası da sahnedeydi.
Festivalin 2002 yılından bugüne caz üstatlarına verdiği Yaşam Boyu Başarı Ödülü, kontrbasçı Nezih Yeşilnil, piyanist ve yorumcu Şevket Uğurluer ve ağız armonikası sanatçısı, Balarası Ahmet olarak tanıdığımız Ahmet Faik Şener’e İKSV Genel Müdürü Görgün Taner tarafından sunuldu.
Balarası Ahmet’in Lale Plak’a “3 yaşındaki bir çocuk samimiyeti ile” teşekkürü muhteşemdi, 93 yaşındaki İlham Gencer’in şarkılı danslı performansı da öyle…
27 Haziran 2018, İstanbul…
June 23, 2018
Sen hiç umutsuzlukla kazanıldığını gördün mü?
“Nilay Hanım gazetecisiniz bilirsiniz… Ne olacak bu seçim?” Artık gazetelerin içinde değilim, hem olsam ne olacak? Kim ne biliyor? Ama yine de tam umutla ağzımı açacağım yanımdan biri başlıyor saymaya: “Bi şey değişmeyecek ya… Hilesi var, hurdası var, adamlar bırakır mı, umutlanmayalım, hep umutlandık, toplu depresyona mı girelim” vs vs vs vs Böyle de gidiyor…. Tam umutlanacağım, zaten yıllardır elimde başka şey yok; biri asitliyor…
Belki bundan çok sevdim Mehmet’in Mehmet Özdoğan’ın yazısını. Facebook’a öylesine döktürüvermiş… Ama o kadar işime aradı ki…
Kim ateşi verse “Siz umutsuzlukla herhangi bir şeyin kazanıldığını gördünüz mü?” diyor yangını söndürüyorum. Saatler kaldı ama belki sizin de işinize yarar… Seçimde, aşkta ya da savaşta…
UMUTSUZLUĞUN KOKUSU TAZE KAN KOKUSU GİBİ
“Ben hiç, umutsuz insanların kazandıklarını görmedim.
Maçlarda, seçimlerde, karşılıklı bir atışmada, sanatta, iş dünyasında; hiçbir yerde.
Umutsuzmuş gibi yapıp kazanma hevesinden yanıp tutuşan insanların kazandıklarını gördüm, evet.
Ama zaten onların umutlarını ellerinden, kollarından, kurmaktan kaçtıkları ve anlam bütünlüğünü korumaya gayret ederek yeniden tasarladıkları cümlelerden; kısacası katıksız heyecanlarından kolayca tanırsınız.
Her zaman da kazanamazlar zaten. Hatta çoğunluğa karşı çoğunlukla hiç; ikili mücadelelerde, özel maçlarda bazı bazı. Seçtikleri yol, sonuca ulaşabilme açısından riskli, kendilerini koruyabilme açısından güvenli. İkisi arasında bir yere sıkışmak doğal; iki ayrı sonuç da haliyle olası.
Ama umutsuzluk, umutsuz görünmeye direnmek başka şey.
Umutsuzluğun kokusu, taptaze kan kokusu gibi çünkü.
Lıkır lıkır içmelik.
Umutsuzluk, ülkeyi göz göre göre uçuruma sürükleyen bir partinin 16 yıl iktidarda kalmasını sağlayabilecek ve nice 16 yıllar vadedebilecek kadar müthiş bir iksir.
Formülü de malum:
Önce açıkça ‘ezik’ demekten çekinmediklerinin umutsuzluklarını sömür, yücelt, dirilt; iki üç seçim üst üste kazan.
Sonra da bir daha asla kazanamayacaklarını düşünen yeni umutsuzlar yarat.
O kadar umutsuz görünsünler ki; değil 2,5 milyon; 5 milyon oy çalsan da hiç itiraz edemeyecek gibi dursunlar.
O kadar umutsuz görünsünler ki, sen bir şeye itiraz ettiğinde bile “Hala şaşırıyor musun?” diye içselleştirsinler; kendi mahallende başını ezsinler kaygılarının.
O kadar umutsuz görünsünler ki sandığa bile gitmeyecek noktaya gelsinler.
Kusura bakmayın ama “Yine hayal kırıklığına uğramak istemiyorum”larınız bana biraz sonuç değil de sebep gibi geliyor tüm bunlardan ötürü.
Benimki de pek hoş bir şey değil galiba. Hatta görüyorum ki çoğunuz için sinir bozucu.
Ama umut anlamlı bir çoğunluğa eriştiğinde, umutsuzluktan bin kat daha bulaşıcı.
Umutsuzluğu sömürenler için binkat daha zorlayıcı, engelleyici.
Eğer “Yine hayal kırıklığına uğramak istemiyorum” gibi aşırı romantik ve kendiniz dahil kimseye bir faydası dokunmayan içgörüler dışında umutsuz görünmek için elle tutulur başka motivasyonlarınız yoksa bence biraz umutlanın.
Umudunuzu gösterin, umudunuzla yıldırın.
Aslında başka da yapacak bir şey yok.
Elimizden gelip gelecek olan bu kadarcık bir şey.
Hem de iyi bir şey sağlık için, valla billa.
Kafası da bebekler gibi.
Düşüşü azıcık daha zor.
Ama umut bir yerde kalınca kalkması da kolay.”
Mehmet Özdoğan
June 19, 2018
Ayşe And Eğitim ve Sanat Vakfı için online müzayedeye katılmak ister misiniz?
Ayşe And ismini bugün aradığınızda pek çok Mina Başaran fotoğrafı da çıkıyor. Çünkü Ayşe de o elim uçak kazasında hayatını kaybeden 11 kişiden biriydi. Ama o aynı zamanda bir klinik psikolog, yardımsever bir genç kadın ve anne-babasının yolunda ilerleyen bir koleksiyonerdi. Şimdi ailesi bir vakıf kurmak için minik bir müzayede düzenliyor
Sevgili Ekrem And’ı, Kafa Dergisi’nde yaptığım ‘Koleksiyon Kafası’ adlı köşe vesilesiyle, Kanat Atkaya’nın arabuluculuğu ile tanıdım.
Entel Bülten adıyla uzun süredir ilgiyle okuduğum, çeşitli müzayedeleri haber verirken, güncel gelişmelerden bir takım tarihi olaylara pek çok konudan söz açan, dilini de pek beğendiğim email yollu duyuruları da o yazarmış meğer.
Ardından pek çok ortak arkadaşımız olduğunu fark ettik, kitaplardan, koleksiyonlardan, değerli eserlerden söz ettik.
Birbirimize sanal dünyadan dokunmaya devam ettik.
Sonra bir gün yazdığı bir metni gördüm ve inanamadım; Mina Başaran’ın bekarlığa veda gezisi için yapılan gezide hayatını kaybeden 11 kişiden biri de onun kızı idi; Ayşe And.
Metanetine hayran kaldığım bir mesajdı gördüğüm.
Uzatmayayım.
Şimdi kızı adına bir projesi var.
Kendi güzel yazını ile ileteyim, sonra da siz de içinde olmak isterseniz diye altına adresleri iliştireyim.
Kendisi vurgulamış zaten, istek “Hadi yardım edin, para verin bir şeyler yapalım” değil. Bu müzayededen elde edilen gelirle yapılacak her şey. Ancak müzayedeye katılmak için son tarih 22 Haziran 2018, saat 22.00.
Buyrun okuyun.
[image error]Ekber Bey kızı Ayşe ile…
“Sevgili Nilay;
Biricik kızım Ayşe’mizi uçak kazasında kaybedeli üç ay oldu. Ayşe bir klinik psikolog ve iyi bir kitap koleksiyoncusu olarak yetişiyordu.
Onu unutmamak ve unutturmamak için bir vakıf, ‘Ayşe And Eğitim ve Sanat Vakfı‘ kurmaya karar verdik ve birkaç gazeteci arkadaşımın katkısı ile toplanan hibe kitaplardan bir müzayede düzenledik.
Vakfın amacı Ayşe’nin koleksiyonunu bir arada tutmak, oldukça geniş olan psikoloji kitaplarını bir meslek kütüphanesine dönüştürmek ve psikoloji masteri yapan öğrencilere burs sağlamak. Ayrıca çeşitli organizasyonlara hibe edilip ziyan olan kitaplardan bir gelir sağlamak ve gerçek ihtiyaç sahibi bünyelere, bu konudaki bilgimizi kullanarak ulaştırmak olacaktır.
Bir vakıf hizmet işlevini yerine getirdiği takdirde yaşar. Amacımız, iane toplamak değil kitapların okuyucusunu, koleksiyoncusunu veya güzel hediye olabilecek yerlerini bularak kaynak sağlamak.
Sevgiler,
Ekber”
www.peyci.com
Müzayedeye buradan ulaşabiliyorsunuz
Ayşe And Hibe Kitap Müzayedesi
Ayrıca sorunuz varsa:
info@librakons.com
Muhteşem bir girişim: Türkiye Roman Haritası
Bir Türkiye haritasına bakarak, şehir şehir orada geçen romanları görmek ister miydiniz? Pek güzel bir kaynak yapılmış. Geliştirilmesi gerek tabii, belki bizler de katkıda bulunabiliriz…
Yıllar önce Karaköy’deki Mimarlar Odası’nda bir sergide görmüştüm.
O zamanın cep telefonları böyle çılgın fotoğraf makineleri değil, uyduruk birkaç fotoğraf çekmişim. Ayrıntıları hatırlamıyorum; hatırladığım, bir İstanbul haritası ve romanlarda geçen kelimeler. Ve yine bir İstanbul haritası isimler….
Ağırlıklı olarak hangi semtler hangi ifadelerle ya da isimlerle özdeşleşmiş… Bunun dağılımı, Türk romanlarına bakarak yapılmış; çok etkileyiciydi.
Yıllar sonra benzer bir hisle, heyecanla baktım bir haritaya.
Twitter’de @aysenur isimli kullanıcının -ki isminin de Ayşenur olduğunu tahmin ediyorum:) Soyadı yoktu- yaptığı bir çalışmayı gördüm, tıklayınız:
Türkiye Roman Haritası
Öncesinde de “Aşağıdaki şehirlerde geçen Türkçe roman arıyorum ama emmoğlunuz yazmış olmasın tabi belirli bir önemi ve özü olmalı” diyor, eksik şehirleri sıralıyordu:
Adıyaman, Afyon, Artvin, Bitlis, Çanakkale, Giresun, Gümüşhane, Isparta, Mersin, Kırklareli, Kırşehir, Kahramanmaraş, Mardin, Ordu, Rize, Siirt, Sinop, Tekirdağ, Tokat, Trabzon, Urfa ve Van.
Bence de bilen yazsın, harita çoğalsın…
Hatta insanın hoşuna gidiyor gideceği yerde ya da doğduğu şehirde geçen romana bakmak. Bence harita gelişmeli ve bir ilde pek çok da roman olabilmeli.
Bence bilen ona yazsın…
Bu arada Ayşegül’ün gelen yorumlar üzerine onun Twitter’da paylaştıklarını da yazayım:
İnce Memed’in yokluğu herkesi derinden etkilemiş. Görüldüğü gibi ilk taslağa ben de İnce Memed’i koymuştum fakat Yaşar Kemal haritada Ağrı Dağı Efsanesi ile var dolayısıyla Çukurova’yı Orhan Kemal’e bırakmak gerekti.
2. Kars’ta Orhan Pamuk’un Kar’ı yerine, Kars’ta doğmuş, Cilavuz köy enstitüsü mezunu, halkçı, ilerici -ve bu sebeple katledilmiş- Ümit Kaftancıoğlu’nun Yelatan’ınını tercih ettim çünkü tanınmayan bir cevher olduğunu düşünüyorum. Ki Orhan Pamuk Sessiz Ev ile var.
3. İstanbul,Ankara gibi büyük şehirlerde birçok başka roman olabilirdi, neden tutunamayanlar değil de huzur, vs çünkü bana öyle geldi. Ben bu konuda bir otorite değilim, ne edebiyatçıyım, ne edebiyat tarihçisiyim ama haritayı ben yaptığım için benim tercihlerimi yansıtması normal
4. Doğu Karadeniz’e ben de inanamıyorum özellikle Artvin’e.
5. Yozgat’ı küçümsemeyi bırakın Abbas Sayar Yozgat’ın unutulmuş bir değeri, Yılkı Atı’ndan başka Yozgat’ta geçen Can Şenliği, Dik Bayır gibi kitapları da var.
6. Yozgat’ta ayrıca Yusuf Z. Bahadınlı’nın Güllüceli Kazım
ve Güllüce’yi Sel Aldı isimli kitapları da geçiyor. Yozgat birçok şehrimize göre bayağı iyi durumda.
7. Hakkari’deki “işaret” O harfi ama anlaşılmıyor herhalde düzelteceğim. Ferit Edgü’nun ‘O’ isimli kitabı.
8. Haritada Afyon’u Kütahya’nın yerine yazmışım, düzelteceğim.
9. Siteye girip bakarsanız, romanlardan alıntıları okuduğunuzda bence neden neyi seçtiğimi daha iyi anlarsınız. merak edilmesi normal neden o değil de bu diye, altalta alıntılar okununca bir bütünlük oluşturduğunu düşünüyorum naçizane.
June 18, 2018
Bütün İyiler Biraz Küskündür, okuyucularıyla Cannes Lions 2018’de
Kitabım Bütün İyiler Biraz Küskündür, iki dalda Cannes Lions 2018’de yarışmada. Ancak onu götüren ne tam olarak kapağı, ne tam olarak içeriği… İnsanların kitabı sahiplenip yarattıkları birliktelik
Yani bence… Yoksa TBWA İstanbul’un yarışmaya göndermesi, onların da kabul etmesi asıl neden olabilir:)
Videoyu izleyin lütfen.
Hele kitabı okuduysanız ve Bütün İyiler Biraz Küskündür’ü siz de böyle yüzümüze tuttuysanız bir kez daha izleyin.
Her izleyişte tüylerim diken diken oluyor. İngilizce seslendirmeye hayran oluyorum.
Bir de ‘küskün’ü, kitabın bütün adını İngilizce’ye nasıl çevireceğimizden emin olamıyorduk, TBWA emin olmuş; All the Good Ones are a Little Heartbroken.
Çocuğumun mezuniyet töreninde falan gibiyim:)
Bu kapağın tasarımcısı Yiğit Karagöz TBWA İstanbul çalışanı. (Kapağın tasarım hikâyesi burada)
Ve İlkay Gürpınar ve TBWA İstanbul’daki ekibinin (ben de Cannes’ın sitesinden buldum isimlerini Bilge Tekin, Utku Yazıcı, Evrim Saraçoğlu, Emre Irmak, Arkın Kahyaoğlu) bu etkileyici video çalışmasıyla kapağım Cannes’da, Cannes Lions ödüllerinde 2 kategoride yarıştı, yarışıyor.
Biraz önce belli oldu ki, tasarımda kazanamamışız:(
Oysa ben kendi kendime çok ümitliydim.
Ama Bütün İyiler Biraz Küskündür “düşük bütçe-büyük etki” başlığıyla hâlâ yarışta. Yani aslında belki de bu konuda iddialı olmalıyız; olayımız bu çünkü!
Onu da kazanır ya da kazanmaz; şu videoyu izledikçe izliyorum, bu bir yazar için bu ödülün ta kendisidir zaten.
Kitabı alan, okuyan, başkalarına da okutan, yazarına yorum yazan ve yüzüne kitabı koyup fotoğraf gönderen, paylaşan ‘yüzlerce’ kişi…
Asıl ödül budur…
19 Haziran 2018
June 9, 2018
Osmanlı çileği fidesi nereden bulunur?
Erdemir Demir Çelik’in başlattığı Tarlalar Sürülsün Gelecek Sürsün projesiyle rekolesi artırılan Osmanlı Çileğini anlatan yazının ardından herkes bana “Nereden fide buluruz?”u sordu.
Biz yeni rekolte hasadından birer ikişer fide aldık da başkaları nasıl alır?
Sordum şu yanıtı aldım:
1- Civar illerin pazarlarında rastlamak mümkünse de yaygın bir satış ağı yok maalesef.
2- Fideler için tek erişim Ereğli’deki köylüler.
3- “Fidecilerde şimdilik yok sanırız” bilgisi geldi; “var” diyenin de melez tohumların fidelerini satıyor olması mümkün.
4- Azim Konserve ve bazı aileler yetiştiriyor. Azim Konserve de çok az sayıda reçelini satıyor.
Reçelini şuradan bulabilirsiniz: http://azimkonserve.com.tr/satisnoktalari.html
June 8, 2018
Osmanlı çileğine giriş 101
Osmanlı çileği… Padişahların yabancı konuklarına sunmak için tercih ettiği, kokusu ve aromasıyla ünlü, bir dönem Zonguldak Ereğli’nin en önemli ürünlerinden… Peki şimdi ne durumda; nerede, nasıl üretiliyor; Osmanlı çileği nereden bulunur, Arnavutköy’den Ereğli’ye nasıl gitmiş… Kısa bir özet…
Osmanlı Çileği çok özel bir tür.
Anladığım kadarıyla türü tanıyan da çok değil.
Zengin aromalı, çok ama çok güzel kokulu, orta boy, oval, rengini akşam güneşinden aldığı söylenen uçuk pembe, narin bir çilek…
Zonguldak Ereğlisi, Osmanlı Çileği ile ünlü ama Karadeniz’e de İstanbul Arnavutköy’den gidiyor aslında. Arnavuktöy’e de Avusturya’dan gitmiş ilk.
Osmanlı çileğinin Ereğli’deki macerası 1900’lerin başına uzanıyor.
Bu çileğin çiçeği de pek güzel olduğu için zengin biri olan Halil Paşa’ya armağan ediliyor.
Paşanın arabacısı Mustafa, çileği Ereğli’nin killi kestane toprağına ekiyor ve muhteşem bir buluşma yaşanıyor.
Çilek buranın en önemli tarım ürünü oluyor.
[image error]
İNCE, NARİN, NAZENİN
1930’lu yıllardaki üretimi 10 ton kadar; o dönemde Aziz Konserve Reçel Fabrikası kuruluyor.
Reçeller yapılırken çileğin suyunun tüm bölge halkına dağıtılması meşhur.
Tüm Ereğli’nin bu dönemlerde çilek koktuğu söyleniyor.
Osmanlılar yabancı krallara bu çileklerden ikram ediyor.
1960 ve 70’lerde tekel çilek likörü yaparmış bu çilekten.
Osmanlı Çileği o kadar ince, narin, nazenin bir şey ki toplandığı gün tüketilmesi ya da bir ürüne dönüştürülmesi gerekiyor.
Ancak tarım politikalarının değişmesi, bu ürünün narinliği, yediveren çileğinin daha çok ürün vermesi gibi nedenlerle üretim yok olma derecesinde düşüyor.
[image error]
TARLALAR SÜRÜLSÜN, GELENEK SÜRSÜN
Oyak Grubu’na bağlı, Erdemir Demir ve Çelik ise 2 sene önce Osmanlı çileğini korumak, üretimini artırmak ve teşvik etmek amacıyla Tarlalar Sürülsün Gelenek Sürsün adlı projeyi başlatıyor.
Çilek fideleri kültür laboratuvarlarında çoğaltılmak ve genetiğini kontrol etmek üzerine Antalya’ya gönderilmiş.
2 sene önce ekimlerine başlanan fidelerde 5 binden, 15 bin fideye çıkılmış bile.
Biz bu sene ilk defa hasat yapıldı.
Yeniden kestane toprağında da deneniyor.
Yeni üretemi yapacak olan köylülere fide dağıtıldı.
Biz de gördük, bir minik sepet de biz topladık, birer de fide aldık.
Muhteşem bir çilek, köklü bir ürün ve harika proje.
[image error]
GELECEK SENE DAHA ÇOK OLACAKTIR
Bu çileği yazın başında bulmak için Ereğli’de birkaç yere sormak gerekiyor, çünkü üretim aslında yeniden bu yaz başladığı için bundan sonra bir yerlerde satışı daha çok olacaktır.
Ve umarım bölgede hangi pazar ve manava gitseniz bulacaksınız.
Tabii narin bir ürün olduğu için harika kokulu reçeline ulaşmak daha mümkün olacak.
Osmanlı Çileği Yaygınlaştırma ve Üreticisini Koruma Derneği Başkanı Şaban Çetinkaya’nın anlatımını da buraya bırakıyorum.
June 5, 2018
“Ebabil bir kuştur”dan daha fazla bilgiye ihtiyacım varmış
Kuş gözlemcisi olmaya karar verdim, ufaktan ufaktan. Ve ilk gözlemlediğim kuş, iyi ki: Ebabil
Yasemin kokusuyla aynı dönemde geliyorlar; baharda, mayısta mesela, bıcır bıcır.
Bir çatı saçağına ya da bir duvar oyuğuna tünemiş görüyorum onları.
Ötüyorlar da ötüyorlar, ne diyorlar?
Sonra bir kaçı birden, kavisli ve dikkat çekici kanatlarıyla havalanıyor, gökyüzüne ‘dalıp’ gösterişle, yine dünyanın en güzel çığlığıyla ilerliyorlar…
Önceleri kırlangıç sanırdım onları.
Mardin’de çoklar ve bir şekil sanki daha yakınlar. Belki de Mardin’de bizler çatılarda, çatılar daha alçak mesafede olduğu için bilmiyorum, daha yakınlar… Orada bir kuş gözlemcisinin beni uyarmasıyla, tanıdım ve baktım onlara.
Baktım; yakından, ilgili…
Onlara dağ kırlangıcı da deniliyor. Kanatları kırlangıçtan daha uzun, daha büyük, kuvvetli ve kavisli, sesleri daha baskın.
Onların adı ‘Ebabil’.
Daha önce sadece kuş olduklarını ve sözünden dönen insanların puşt olduklarını biliyordum.
Bilgim bir rap şarkısından yani!
Şimdi ise onlara Latince Apus Apus dendiğini biliyorum.
A-pedes (poda), “ayaksızlar” anlamına geliyor.
Yeri de bu değim.
Evrim işte, bir yerden kuvvetlendirirken diğer yerden çalabiliyor.
Yerde yürümelerine bile imkân vermeyecek kadar küçük, minicik ayakları var ebabillerin.
Üstüne üstlük o kanatlar, o hızları, onları 10 ay kadar uzun bir süre yere inmeden uçurabilirken, yere indiler mi kaldıramıyor.
O kuş, o kanatlarla yerden kalkamıyor.
Bu halde çekilmiş fotoğrafları ve koca gözleriyle bana, “Ben bir uçayım ne yapacağımı görürsünüz” diyormuş gibi geliyor.
[image error]
Yerde onları bulan, hasta sakat sanabiliyor ancak ebabilin sadece alınıp yüksek bir yerden bırakılması gerekiyor.
O, uçarken yolundaki böcekten, sinekten besleniyor; hızını hiç kesmiyor.
Uçarken uyuyor (!), oyun oynuyor… Ayrıca eşini havada seçip, orada kur yapıyor.
Uçarken ağızlarıyla su fışkırtıp serinledikleri de görülmüş.
Onlar havada en uzun kalan ve en hızlı uçan kuşlardan. ‘ekipleriyle birlikte’ saatte 240 kilometre…
Sadece üreme döneminde yuvaya giriyorlar. Yuvaları da yerden en az 4.5 metre yüksekte oluyor.
Boyun ve göğüs bölgelerinde beyaz tüyler olan bu canlılar beni büyülüyor; kendilerini izlettirip dinlettiriyorlar namussuzlar.
Bizim de kullandığımız Ebâbil kelimesi ise Arapça.
Arapça, “bölükler, sürü, sürüler” demek.
Ebâbil, Kur’ân-ı Kerim’de Fil sûresinin üçüncü âyetinde geçiyor.
[image error]
Kâbe’yi büyük bir orduyla yıkmaya giden Yemen valisi Ebrehe’nin ordusuna saldırıyor Ebabil kuşları:
“Görmedin mi Rabbin fil sahiplerine ne yaptı?
Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı Üstlerine sürü sürü kuşlar gönderdi. Onlara çamurdan sertleşmiş taşlar atıyorlardı. Nihâyet onları yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptı..” (el-Fil, 1I5/1-5).
Bir rivayete göre de ebabil kuşları fil ordusu Ebrehe’ye karşı durmak için o taş parçalarını cehennemden alıyorlar ve bu yüzden ayakları yanık, yere de bu nedenle konamıyorlar.
Ne diyeyim bu ayaksız, hızlı, durmayan ve şaşırtıcı olacak kadar uzun ömürlü kuşlar, yüzlerce yıldır bizim başımızdan eksik olmuyorlar.
Ne mutlu.
* 5 Haziran 2018, ilk kuş gözlem deneyimlerim sonucu.
İlk kuşum Ebabil.
ebabil istanbul gece gumussuyu
Emrah Çoraman ve Alen Osançlıol’a Instagram katkıları için minnet borçluyum. 1 satır bile değerli olabiliyor.