Nilay Örnek's Blog, page 23

June 3, 2018

Ali Koç kazansın istiyorum çünkü bana nezaketi hatırlatıyor

Şu mektubu yazmak, yazdırmak ne kadar basit gibi değil mi? Oysa pek de yapılmayan, yapılınca hoşa giden, unutulmayan… ‪

Aralık ayıydı, Ali Koç’un bir konuşmasında bahsettiği kavramlarla, benim kitap (Bütün İyiler Bİraz Küskündür) ile ne kadar uyuşuyor muhabbeti yaparken arkadaşım “Kitabı imzalayıp bana göndersene, ona vermek isterim, hoşuna gider” dedi. Gönderdim.

Ama karşılığında mektup beklemezdim…

Ali Koç’u baya seviyor, destekliyorum.

Bu yazıyı koyduğumda Fenerbahçe Başkanlık seçimleri son saatlerinde… Onun kazanmasını istiyorum.

Arkadaşım senarist Yiğit Güralp, “Golden Globe ödülleri Oscar’ın habercisidir. Fenerbahçe başkanlık seçimi de 24 Haziranın habercisi” yazmış, öyle bir his yok değil.

Shepard Fairy’nin Obama-Umut posteri, Ali Koç için de uygulansın istiyorum.

Umarım iyisi olur.

Mektubu paylaşmak istedim.

Zarfta da yine eski usül, Gönderen: Ali Koç yazıyor.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on June 03, 2018 06:50

June 1, 2018

16.5 yaşında yapay dil yazan Fırat ilgimi çekiyor tabii…

Çok acayip… 16.5 yaşında olacaksın ve biri 5 bin kelimeye ulaşmış 5 yapay dil oluşturacaksın.

Onlar benim 16’mda üniversiteye girmeme, bense bu dehaya şaşırıyorum.

Sağdaki İdil Vural. Vefa Lisesi’nde 10’uncu sınıfta, benim de 31 Mayıs 2018 günü konuşmacı olduğum 13. Kemal Sunal Kültür ve Sanat Haftası’nın düzenleyici komitesindeydi; Denizlili, müthiş içten ve akıllı.

Gastronomi Kulübü neferi:)

İdil’in mesela kitabım Bütün İyiler Biraz Küskündür’ü yorumlayışı, algısı gözlerimi doldurdu.


‘FANTASTİK BİR DÜNYA YARATMA HAYALİ’


Fırat Belli ise, 9’uncu sınıfta, o da İdil gibi 2001 doğumlu. Herkese “Hangi mesleği yapmak istiyorsun ya da ne yapmak hoşuna gidiyor” diye soruyordum. “Diller ve antropolojiyle ilgileniyorum. Yapay dil yazıyorum” deyiverdi, sıradan bir şeymiş gibi.

5 dil yazmış; gramerli falan bildiğimiz dil:)

Kazakça, Türkçe, Fince’den esinleneni var mesela.

Fantastik bir dünya üzerine de çalışıyormuş. Yüzüklerin Efendisi kafası.

En gelişmiş dili 5 bin kelimeye ulaştığı #Efratil.

World üzerinden yazıyormuş.

Ben muhabbet sonunda İdil ile Fırat’ı bir köşeye çekmiş sorular sorarken Vefa Lisesi’ndeki resim öğretmenleri Bora Bey geldi. Sevilen, iyi ve yaratıcı öğretmenlerden… “Kod da yazıyor musun Fırat” dedi, “Kod da yazarsan dilini yayabilirsin de”.

Sonra bana döndü, okulda artık böyle şeylere şaşırmadığını söyledi:) Lükse gel.

Arkadaki yazı ve çizimler de yetenekli Yağmur Fidan’ın.

Daha çok lise ziyareti yapmalıyım galiba.


[image error]


[image error]13. Kemal Sunal Kültür ve Sanat Haftası
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on June 01, 2018 06:02

May 30, 2018

Mardin Midyat’taki Kafro’s Pizzeria, bir pizzacıdan fazlası

Mardin Midyat’ta, 1995 yılında boşaltılan Kafro (Elbeğendi) Köyü’nden o dönem ve öncesinde yurtdışına gidenler geri dönmüş, yepyeni bir hayat kurmuş. Sadece 10-15 villadan ve ağırlıklı olarak yazın burada yaşayanlardan oluşan bir köy ve köyün simgesi bir ‘pizzeria’, Kafro’s Pizzeria…


Yemek sadece yemek değildir!

Mardin’in Kafro köyünde bulabileceğiniz bir pizza da, sadece pizza olmayabilir.

Daralı Mehmet ile Murat, ardından taksici Ercan öyle bir anlattılar ki, “Kafro köyünden bir adam, Almanya’dan gelmiş ve pizzacıyı kendi köyüne açmış.” Sırf meraktan gittik.

Ama köy hiç beklediğim gibi değil; sanırsın İstanbul’da Kemerburgaz, Göktürk gibi bir yer ve “Bilmem ne evleri” adlı villaların yanından geçiyoruz.

Köy de 10-15 villadan ibaret, sonunda da pizzacı: Kafros Pizzeria.

Mevsimlik pizzalar var, günün mönüsü var, yayık ayranı var.

Turabdin pizza var mesela mönüde…

Bir gün önce öğrenmiştim, Turabdin (Allahın Köleleri) demek.

Kafro, Türkçe adıyla Elbeğendi köyü de pek çok manastırın da olduğu Turabdin Dağı eteklerinde…


[image error]


KENGER YEDİM İLK DEFA


Kenger var mesela bazı pizzaların içinde. Baya enginardan hallice, bayıldım. O bölgede varmış.

Pizzalar taş fırından, lezzetli. Ustası da çok uzun seneler İsviçre’de yaşamış, pizza işini biliyor.

Mekanın sahibi ise bizden siparişleri de alan Nail Demir. Nail Bey; Almanya’da yaşamış çok uzun yıllar.

Köyü sordum.

1995-2003 yılları arasında boşaltılmış; Süryani aileler evlerini terk etmek zorunda kalmış.

Duygusal olan şu ki, daha sonra yurtdışında yaşayan pek çok Kafrolu yıllar sonra bu köyü yeniden ayaklandırmış.

Midyat taşından 2-3 katlı, bahçeli villalar yapılmış. Yurtdışında yaşayıp yazın gelen de çok.

Mekân da mevsimlik, kışları kapalı.


[image error]


Çevrede baya popüler, Midyat’a, Beyaz Su’ya yakın ama Mardin merkezden arabayla baya yol. Ancak insanlar baya baya gidiyor, meraklısı çok.

Almanca, Kürtçe, Arapça, Türkçe konuşulan bir pizzacı.


[image error]


[image error]


[image error]

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 30, 2018 15:21

May 22, 2018

15 maddede Venedik Mimarlık Bienali ‘Vardiya’sı. Siz de izleyebilirsiniz

29 ülkeden 122 mimarlık öğrencisini Venedik’te Mimarlık Bienali’ne götüren, sergi görmenin yanı sıra, ustalarla tanışma, tartışma, üretme ve yaratıcılığı gösterme imkânı sunan bir proje bana baya ilgi çekici geliyor. Sanırım tam da bu yüzden, Türk Pavyonu’ndaki ‘Vardiya’, daha Venedik Bienali 16. Uluslararası Mimarlık Sergisi başlamadan ilgi görüyor. İşte küratörlüğünü mimar Kerem Piker’in yaptığı, koordinasyonunu İKSV’nin üstlendiği, merak edenlerin de internetten canlı takip edebileceği ‘Vardiya’ projesi…


Hayatını, mimarlık bienallerinde geçirmiş biri değilim. Buna rağmen,


ıyor.

Venedik Bienali 16. Uluslararası Mimarlık Sergisi Türkiye Pavyonu’nu bu yıl 26 Mayıs’ta başlıyor.  ‘Vardiya’ projesi ile bu yıl bienali mimarlık öğrencileri için ulaşılabilir kılarken,  bir sergi alanının yanı sıra bir buluşma ve üretim mekânı olarak da konumlanıyor.

Bu yıl küratörlüğünü mimar Kerem Piker’in üstlendiği,  26 Mayıs’ta kapılarını açacak olan Türkiye Pavyonu’nda neler olacağına bir göz atalım.


1- Venedik Bienali 16. Uluslararası Mimarlık Sergisi, dünyanın önde gelen mimarlık etkinliklerinden biri ve bu sene kapıları 26 Mayıs’ta açıyor.


2- İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın (İKSV) koordinasyonunu yürüttüğü Türkiye Pavyonu’nda, Schüco Türkiye ve VitrA’nın eş sponsorluğunda, bienali bir öğrenme ve birlikte üretme platformuna dönüştürecek Vardiya projesi yer alıyor.


3- Türkiye Pavyonu 25 hafta boyunca, 122 mimarlık öğrencisinin yanı sıra mimarlık ve tasarım dünyasından önde gelen birçok isme ev sahipliği yapacak


[image error]


PEK ÇOK FARKLI ÜLKEDEN 452 ÖĞRENCİ BAŞVURMUŞTU


4- Küratörlüğünü mimar Kerem Piker’in, yardımcı küratörlüğünü Cansu Cürgen, Yelta Köm, Nizam Onur Sönmez, Yağız Söylev ve Erdem Tüzün’ün üstlendiği Vardiya projesi kapsamında bienal süresince haftalık vardiyalar hâlinde Venedik’e gidecek mimarlık öğrencileri bienalin bu yılki teması Freespace/Serbestmekân kavramı çerçevesinde geniş katılımlı bir projeye dahil olacak.


5- Vardiya projesi için yapılan açık çağrıya 29 ülkeden başvuran 452 mimarlık öğrencisi arasından seçilen 122 öğrenci, Türkiye Pavyonu’nda düzenlenecek kamuya açık bir dizi etkinlik ve atölye çalışmasına katılacak ve pavyonun aktif bir parçası olacak.


6- Türkiye Pavyonu’nda 13 atölye çalışması, canlı yayınlanacak 50 dijital yuvarlak masa oturumu ve 6 konuk konuşmacı sohbeti olacak.


7- Konuşmaların merkezinde güncel mimarlık konuları da olsa, korku filmlerinden kent-çocuk ilişkisine, yapay zekâdan zanaata pek çok farklı konu olacak.


KONUŞMACILAR KİMLER? İLK KONUŞMACI EMRE AROLAT 


8- Konuşmalar tüm bienal ziyaretçilerine açık olacak. Emre Arolat, Eva Franch Gilabert, Juhani Pallasmaa, Jan Boelen ve Refik Anadol gibi mimarlık ve tasarım dünyasının önde gelen isimleri konuşacak.


9- Konuşmalarda ilk konuk mimar Emre Arolat. Arolat, 27 Mayıs Pazar günü saat 14.00’te Türkiye Pavyonu’nda bir sohbet gerçekleştirilecek. Konuşma, Vardiya’nın YouTube kanalından da canlı izlenebilecek.


10- Yuvarlak masa oturumlarındaysa aralarında Bernard Khoury, Andrew Kovacs, Han Tümertekin ve Cynthia Davidson gibi mimarlık ve tasarım dünyasının önde gelen isimlerinin bulunduğu konuşmacılar olacak.


YOUTUBE ve BLOG’DAN CANLI İZLEYEBİLİRSİNİZ


11- Vardiya süresince gerçekleştirilecek tüm atölye ve üretimler, YouTube Kanalı ve vardiyaxpress.com adresli bloğu üzerinden canlı olarak da takip edilebilecek.


12- Türkiye Pavyonu, Venedik Mimarlık bienalini bir sergi alanı olmaktan öteye taşıyan yaklaşımıyla, başlamadan, Wallpaper* dergisi ve BBC’nin internet sitesi gibi bazı yabancı yayın organlarında ‘görülmesi gerekenler’ arasında yer aldı.


* https://www.wallpaper.com/venice-architecture-biennale/2018/preview

* http://www.bbc.com/culture/event/20180501-biennale-16th-international-architecture-exhibition


13- Venedik Bienali 16. Uluslararası Mimarlık Sergisi bu yıl 26 Mayıs – 25 Kasım 2018 tarihleri arasında Yvonne Farrell ve Shelley McNamara’nın küratörlüğünde Freespace / Serbestmekân başlığıyla gerçekleştiriliyor.


14- Bienalde bu yıl 71 katılımcının eserlerinin sergileneceği ana serginin yanı sıra Arsenale ve Giardini’de Türkiye Pavyonu’nun da aralarında bulunduğu 63 ülkenin sergileri yer alıyor.


15- Türkiye Pavyonu, bienalin ana mekânlarından Arsenale’deki Sale d’Armi binasında.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 22, 2018 22:28

May 21, 2018

‘Oh laf geçirdim’ saçmalığımızın nedeni de bu… Bizim büyük muhalefetsizliğimiz…

Linçlere doyamamamızın, ne çıkarsa indirmeye, ne parlarsa söndürmeye merakımızın da temelleri olmalı değil mi?

Tabii ki bunun nedenleri çok. Ama şu dönemin en öne çıkanını sunuyorum: Asıl söylememiz gerekenlerin baya baya içimize sıkışması.

Bir minik Cannes fotoğrafından, Murat Cemcir-Bennu Yıldırımlar ‘karesinden’ yola çıkalım…


 


 


“Bizim büyük muhalefetsizliğimiz…” ifadesi, gönderme yaptığı Barış Bıçakçı’nın çok sevdiğim kitabının adına, yani “Bizim büyük çaresizliğimiz”e yakın bir hissi de taşıyor aslında…

Çaresizlik…

Ama yok; burada, muhalefetsizlikten söz açıp CHP’nin son aday listelerinin kadınsızlığından, ataletten ya da -bir kez daha- yaşattığı hayal kırıklığından bahsetmeyeceğim.

Kastım direkt bizim bünyemizde patlayan muhalefet. Bir kendini ifade edememe hali.


BÜNYEDE BİR İFADE ŞIKIŞMASI


Eğitim, doğa, tarihi eserler, insani değerler; baya hızlı, baya yere yakın gidiyor…

Ekonomik olarak ezildik.

Sosyal olarak yenildik.

Yaşam standartlarımız yerin dibinde.

Bununla zengini, fakiri, gezeni gezmeyeni, yiyeni yemeyeni ayırmıyorum. Çok net genelliyorum. Toplumda böyle büyük, böyle derinden gelen, korku, endişe, umutsuzluk, öfke, neşesizlik ve belirsizlik hissi varken, nedenlerini biliyor da değiştiremiyorken iyi olamayız. Bireysel olarak iyiliklerimiz, iyi hissetmelerimiz de toplum böyle iken sürekli, kalıcı ya da sürdürülebilir değil.

O yüzden iyi görünenin de yaşam standardı iyi değil.

Komşumuz, meslektaşımız, arkadaşımız ya da televizyonda baktığımız insanlar mutsuzken, mutlak bir huzur imkânsız.

“Yok ya, bana ne. Valla rahatım” diyen, varsa, inanın bana o da rahat değil, olamaz… Ya da şöyle söyleyeyim, binlerce kat daha güzel bir yaşam hepimiz için mümkün.

Ve bunu biliyoruz.

Bilinçli olarak farkında değilsek de vücudumuz biliyor, hücrelerimiz biliyor saçma, belirsiz ve huzursuz lanet bir şeyin içindeyiz.


ABSÜRT PATLAMALAR


Ve kâh korkudan, kâh tepki vermekten sıkılmaktan, kâh bir şeyin değişmeyeceğine inançtan, kâh tembellik ya da dümdüz cehaletten, ‘bencillikten’ verilmesi gereken hiçbir şeye tepki vermez olduk.

Sesi ile görüntüsü uyuşmayan filmler gibiyiz, senkronumuz kaçık.

Onun için de absürt patlamalar yaşıyoruz.

Çünkü o boşalmaya ihtiyacımız var.

Kabalaşıldı. Kimi evdekinin canını acıtıyor, kimi sokaktakinin…

Değil görgü kurallarını, en basit insani değerlerle hareket etmeyi unuttuk.

Bu yüzden sosyal medyaya sarmamız, orada da birine oltayı takmamız.


BİR ŞEYE PARLA VE RAHATLA


Asıl muhalefeti yapamadığımızdan, en dınının dını konuyu bulup, ilk fırsatta parlıyoruz. Parlıyor, söylüyor, isyan ediyor ve rahatlıyoruz!

Muhalif hissediyoruz.

Bilmem ne ürününü satan ‘bizden değil’, vay onun ürünü paylaşana yüklenelim. Hatta siyaseten yüklenelim, onu şuncu buncu ilan edebiliriz, kişiliğine dalabiriz, aile ilişkilerini de tahmin eder, bir şeyler söyleriz…


ÜRETENDE KABAHAT


Zaten çok biliyoruz, hızlıyız, araştırmamıza, bakmamıza gerek yok!

Youtuber bir arkadaşım anlatıyordu, 10 dakikalık çekimine baya emek verdiği, içeriğine çalıştığı bir videoyu yayınlıyor, 2 saniye sonra 3 ‘dislike’… Ne zaman izledin de, nesini beğenmedin?

Yine bir arkadaşım, elektronik bir alet için araştırma yaparken internet yorumlarına bakıyor. Adamın biri “Daha sipariş etmedim” yazmış, ama ürünün değerlendirmesine 5 üzerinden 2 yıldızı vermiş!

Bu kadar basit. On, yüz, binlerce örneği var bu durumların.

Sonra gel de bu ülkede bir şey ‘üret’.

Üreteceğine tüketici, hatta daha iyisi aracı ol, en güzeli.



‘MURAT CEMCİR’DEN OLAY POZ’ GERÇEKTEN Mİ?


Hafta sonu eki yaptığım dönemde deli gibi sabah programı izler, magazin eklerini de okurdum ki ‘kim kimdir’ bileyim; kestim ve bazı isimler bende yok!

Cahılliğim, Murat Cemcir’in ismini Ahlat Ağacı filminin Cannes’daki kırmızı halı / fotoğraf mevzuu nedeniyle duydum.

Bennu Yıldırımlar’dan rol çalmaya çalışır gibi, kapı gibi, taş gibi durduğu fotoğraf üzerinden kimi ağır cümleler kuruyordu insanlar.

Çok önemsediğim bir konu olmadı açıkçası.

Ama ertesi gün fotoğrafın çekildiği anı da içeren videoyu bir bütün halinde izledim.

Bir anlık kol hareketi, bir duruş…

Adam ne Bennu Yıldırımlar’ın hakkını yemiş, ne terbiyesizlik etmiş.

Filmi de izlemediğim için o duruş ve özel bakışın anlamı var mı bilmiyorum ama olay insanların tek bir kareye yükledikleri anlam gibi değil.

Alakası yok:)

Üzerine gazeteler daha beter zaten, artık gazeteciliğe ne gerek var, sosyal medya yorumlarından potpuri!

“Murat Cemcir’den olay poz… Bennu Yıldırımlar’ı böyle engelledi.” Milliyet

“Bu görüntü olay oldu: Bennu Hanım’da iyi sabır varmış” Hürriyet

Vs vs.

Video yayınlandı, paylaşılıyor, “öyle değil böyle” diyen var ama milletin ‘muhalefeti bitmiyor’.

Biri fotoşop ile Murat Cemcir’in simokinine Bennu Yıldırımlar’ın başını koymuş. Fotoşopu yapanlara “Helal”ler, “Bennu ile tanışmıştım, ne kadın, ne oyuncu”lar…

Bitmiyor…

Çünkü aslında içimizdeki isyan bitmiyor.

Ve maalesef enerji yanlış yere akıyor.


 


Nilay Örnek, 21 Mayıs 2018

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 21, 2018 12:34

Sizlerin katkılarıyla, ‘çocukluğumuzu hatırlatan’ en iyi dondurmacılar listesi

Soru şuydu: Size çocukluğunuzu anımsatan dondurmacı hangisi?

Çok popüler olan, zincirler haline gelenlerden çok, sütü, meyvesi, önünde oluşan sıraları, külahlarıyla akıllarımıza kazınan dondurmacıları sordum sosyal medyada… Tabii ki yanıtlar bununla sınırlı kalmadı. Ama yine uğraştım, bir araya getirdim. Geçen yaz Kiamoreblog’da yayımlandı. Afgan Karahan da benim için alfabetik sıraya koydu.


İşte “her yerden”, onlarca kişiden imece listem, listemiz…


 


Gazetelerin “İstanbul’un en iyi dondurmacıları” listelerinde hiç göremezsiniz onları… Çünkü her ne kadar bugün, televizyondaki dev site reklamları her yeri “şehir merkezi” ilan etse de Büyükçekmece, İstanbul için hiçbir zaman şehrin göbeği olmadı.

Hele ki, 20-30-40 yıl öncesinde Büyükçekmece, yazlık gibi yazlıkların olduğu, deniz kenarındaki tatlı bir yerleşim yeri idi. İstanbul’un iş merkezlerine yakınlığı nedeniyle de tercih edilirdi.

İşte o yıllardan, 1976’dan beri, iyidir Büyükçekmece – İsmail Şafak Dondurmacısı.

Biz küçükken, vişnelisinin içinden çekirdek çıkabilir, çikolatalıdan çıkan koca parça çikolatalar hazine bulmuş hissi yaratırdı. Kâğıt helva arası dondurma, babamla değişmez tavla iddiamızdı. Yaz geceleri önündeki sıra bize Çin Seddi gibi gelirdi…

Şimdilerde de cevizlisine hastayım. Her şey bir yana değişmemesine hayranım.


ÖZELLİKLE POPÜLER OLMAYANLARI SORDUM


Merak ettim; sosyal medya aracılığıyla sordum: “Sizin böyle yerleriniz var mı? Sevdiğiniz, gerçekten çok iyi dediğiniz dondurmacılar nereleri? Ama zincirleri, büyük markaları değil özellikle yerelleri merak ediyorum.”


Bunun üzerine bir “yorum yağmuru” oldu.

Tabii Dondurmacı Yaşar Usta gibi çok yorum alanlar da vardı. Ama benim zincir ya da popüler olanlar değil, özellikle merak ettiğim, “kıyıda köşede, eski yıllarda kalmış, hâlâ doğal, hâlâ güzel ve yerel olanlardı…”

Bana yazılanları bir araya getirdim, maalesef “Şunun sağından dönün, şuradan girin göreceksiniz” denilen dondurmacıları yazamadım.

Sonuçta benim seyahatlerimde mutlaka gitmek isteyeceğim yerler de listelendi.

Sizlerle paylaşmak istedim.


Not: Şubelileri, çok popülerleri özellikle istemedim, yazlık dondurmacıları tercihim ama çok yazılan pek çok dondurmacı oldu ihmal etmedim.

Bir kısmı benim de denediğim, bir kısmının adını bile ilk duyduğum dondurmacılar var listede, yakınında olan denesin, hepsini yazdım.

Sizin de yorumlarınız olursa, alttaki yorum kısmına yazın lütfen, çok kişi tavsiye eder ise, ya da daha güzeli deneyebilirsem eklerim.


[image error]


İSTANBUL

Acıbadem – Serez Dondurmacısı
Bebek – Güneş Dondurma
Bebek – Mini Dondurma (Güllü lokum ve balbademi tavsiye edilmiş)
Burgazada – Sinem Dondurmacısı
Büyükada – Yunus Dondurma (Çok önerilenlerden… “El arabasında, sorbe kıvamındadır dondurmaları ve vişnesi benim yediğim en iyilerden. Bir arabası Anadolu Klübü’nün önünde durur öğleden sonraları” yorumu da var).
Büyükçekmece – İsmail Şafak Dondurmacısı
Çengelköy – Bu Bu Dondurma
Çengelköy – Seval Pastanesi
Etiler/Alkent, Göktürk, Erenköy bir yana pek çok yerde dondurmaları, şubeleri var – Dondurmaccı
Göktürk – Yasemin & Tuncel
Heybeliada – Gül Dondurma (Arnavut usulü, sorbe kıvamında meyveli ve arabada satıyor)
Kadıköy, Cihangir, Koşuyolu, Bakırköy ve Bostancı gibi çok şubesi var ama özellikle Bağdat Caddesi özellikle Bostancı ve 4. Levent şubeleri yazıldı – Dondurmacı Yaşar Usta
Kalamış – Gül Dondurma
Kamiloba – Tad Dondurma
Kınalıada – Ömer Usta
Kınalıada – Yeşil Roma
Kınalıada – Yücel (Arabada satıyormuş; vişne, kavun güzelmiş)
Kozyatağı – Dondurmacı Zeynel Usta
Kozyatağı- Pınar Dondurma
Kurtuluş – Damla Dondurmacısı
Maltepe – Serez Dondurmacısı
Moda – Ali Usta
Sarıyer, Büyükdere – Meşhur Büyükdere Dondurmacısı – Sabri Usta
Silivri – Dondurmacı Efe UstaYeşilköy – Roma Dondurmacısı (1970 imiş buranın kuruluşu da, küçükken buradan ne dondurma yemişimdir, umarım hâlâ aynıdır)

ANTALYA’NIN YANIK DONDURMASI…

Alanya – Bamyacı Dondurma
Ankara – Hayal Pastanesi
Ankara – Roko Dondurma
Ankara, Bahçeli – Sim
Ankara, Dikmen – Meto
Antalya – Akdeniz Pastanesi
Antalya – Nur Pastanesi (Antalya’nın ünlü yanıksı dondurmasını sevenler için)
Antalya – Zamora 
(Antalya’nın ünlü yanıksı dondurmasını sevenler için)
Antalya, Alanya – Çamlıca Dondurma
Antalya, Alanya – Sütçü İmam
Antalya, Kaş, Kekova – ANKH Dondurmacısı (Burayı da merak ettim:)
Balıkesir, Ayvalık, Cunda – Dondurmacı Cemal (Karadut ve sakızlısı tavsiye edilmiş)
Balıkesir, Ayvalık, Çamlık – Çamlık Dondurma (Keçi sütü imiş)
Balıkesir, Erdek – Halim Usta
Bursa – Pasto
Bursa – Uzay Pastanesi
Bursa, Kurşunlu – Hakiki Roma Dondurmacısı

Çanakkale – Doğan Pastanesi

Çanakkale – Veziroğlu Pastanesi

Çanakkale, Gelibolu – Seyyar dondurmacı Ankaralı Dondurmacı Ülkü.

Çanakkale, Yenice – Taşlar Pastanesi

Denizli – Özkaymak

Elazığ – Uğrak Pastanesi (Özellikle vişneli dondurma demişler)

Eskişehir – Dr. Beyaz Pastanesi

Eskişehir – Karakedi Bozacısı

Gaziantep – Doğan Dondurma-Kaymak

Gaziantep – Özgüler Helva Dondurma: Mehmet Usta (“Dededen, atadan kalma yaşatılan bi müessese. Söz konusu Gaziantep olunca fıstık parçacıklı dondurma öne çıksa da, tahinli, limonlu, gerçek meyveli çeşitleri de favorilerim arasında.” yazılmış)

ŞU VEİS DONDURMA’YI ÇOK MERAK ETTİM

Gelibolu – Roma Dondurmacısı
İzmir, Bostanlı – Bravo Patisserie
İzmir, Bostanlı – Sultan Dondurma
İzmir, Çandarlı, Ilıca ve Alaçatı – Veli Usta
İzmir, Çeşme – Rumeli Pastanesi
İzmir, Çeşme – Rumeli Pastanesi
İzmir, Eski Foça – Latif Usta (Kavunlusu önerilmiş, ki burayı ben de pek severim).
İzmir, Eski Foça – Nazmi Usta Girit Dondurmaları (Kuyrukların efendisi)
İzmir, Urla – İrmik Hanım (Ben de ne severim)
Kırklareli, İğneada – Recep Usta (Narlı dondurma önerilmiş)
Kırklareli, Lüleburgaz – Balaban Dondurma
Manisa, Akhisar – Piramit Dondurma
Marmaris, Bozburun – Limon Ağacı
Mersin ve Adana – Balkaymak Dondurma
Muğla, Bodrum – Bitez dondurmacısı
Muğla, Fethiye – Camialtı Dondurmacısı (Aşırı suratsız dondurmacı bendeki hissiyatı düşürmüştü ama o bölgede bize de hep önerilmişti)
Ordu – Denizciler Dondurma
Rize, Çayeli – Bereket Pastanesi / Yaşar’ın Dondurması
Tekirdağ, Şarköy – Veis Dondurma (Burayı kontrol ederken okudum da bayağı merak ettim, 1930’dan beri!!)
Yalova, Çınarcık – Sabri Balkan ve Özkaymak

Mayıs 2018

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 21, 2018 09:52

Efsanevi Bakireler Anıtı’na ne oldu?

Bir dönemin efsanevi Süreyya Plajı’nın biricik simgesi Bakireler Anıtı, hâlâ Maltepe’de eski yerinde… Ama sorun şu… Deniz eski yerinde değil. Deniz gitti, beton geldi


Süreyya İlmen, 2. Abdülhamid’in seraskerlerinden Rıza Paşa’nın oğlu.

Aileden zengin. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra askerlikten ayrılıp ticarete atılınca daha da zengin oluyor. Milletvekilliği de yapıyor. Süreyya Paşa, ülkeye batı kültürünü getirmek için çalışan insanlardan.

1939 yılında Maltepe sahilindeki sebze bahçesini plaja dönüştürme kararı alıyor ve 2. Dünya Savaşı nedeniyle 7 yıl sektere uğrayan çalışmalar sonunda, 8 Haziran 1946’da Süreyya Plajı açılıyor.

Burası trenin durduğu bir plaj haline geliyor, Vali Lütfü Kırdar da plajdan Bağdat Caddesi’ne asfalt yol yaptırıyor.

Muhteşem bir plaj, içinde konser yerleri, giyinme kabinleri, restoranlar. Su sporları burada yapılıyor, modernleşmeye adımlar burada atılıyor.


[image error] Mehmet Aksel Arşivi

VENÜSLE BULUŞAN KIZLAR EŞ BULUR!


Plajın simgesi de ‘Bakireler Anıtı’.

Süreyya Paşa plajı bir simgesi olması gerektiğine inanıyor ki, bu da başarılıyor.

6 kolonlu, 4 metre yükseklikteki anıtın ortasında da bir Venüs heykeli var. Denizden 50-60 metre açıktaki anıta yüzen kızların, eş bulmalarının kolaylaştığı yönünde bir de rivayet var…

Pera Müzesi’ndeki İstanbul’da Deniz Sefası adlı sergide fotoğraflarını gördükten sonra, Anadolu yakasını da az bilirim, bilenlere “Ben heykeli hiç görmedim” dedim.

“Çünkü o anıt artık karada, çevresi beton” yanıtı geldi.

Fotoğraflarını buldum, Venüs de ‘uçmuş’.

Bilmiyorum ki hatıralarımız nerede yaşayacak?


(Bu arada yazının ardından iki edit:

Anıtın yeri bugün, Migros’un otoparkı içinde kalıyormuş.

Beton dökülmeleri nedeniyle boyu da kısaldığı belirtiliyor.

Bir okuyucu da Maltepe Belediyesi’ne bildirmiş durumu “Bir projemiz var, Anıtlar Kurulu’ndan onay bekliyoruz” yanıtı almış)


 


[image error] Gökhan Akçura arşivi.  

[image error]


[image error]Mehmet Aksel arşivi.

[image error]


Gökhan Akçura arşivi.


[image error] Mehmet Aksel arşivi. 
[image error]http://www.mimdap.org/ adresli sitedeki Arif Atılgan’ın yazısının içindeki görsellerden biridir.

Ana görsel, Büke Uras arşivi.
21 mayıs 2018
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 21, 2018 02:32

May 20, 2018

Dinleyin… Tropik ormanlardan dev stadyumlara 16 bin ayrı ses kaydı

BBC, 16 bin ses kaydını kullanıcılarına açtı. Ses arşivini ticari amaçlı kullanmak için satın almalısınız ancak ses kayıtları araştırma, eğitim ve kişisel kullanımlar için herkese açık ve ücretsiz. Sesleri bilgisayarınıza indirerek ya da online olarak dinleyebiliyorsunuz


Sesler arasında bir boks maçının son raund’u da var, kömür madeninde bir çalışma da… Gazete içinde daktilo ile yazı yazma sesi de var, dünyanın dört bir yanından yağmur ormanları da…

Zaten ben ‘forest’ yazdım, ne varsa dinliyorum. Yalnız Batı Afrika ormanları çok acayip, benden söylemesi…


İşte sesleri indirebileceğimiz ya da online dinleyebileceğiniz adres http://bbcsfx.acropolis.org.uk/

Bu adres de reklam, tanıtım, film vs. amaçlı kullanımlar için ulaşacağınız adres here

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 20, 2018 13:24

May 17, 2018

Bu sene de 4 kilometre yürüyün, bir ağaç dikilsin!

Her 4 kilometrelik yürüyüşünüz için biri sizin adınıza ağaç diksin ister misiniz? Norveçli boya markası Jotun’un geçtiğimiz sene başlattığı ve çok kısa sürede, 34 bin 400 kişinin desteğiyle Balıkesir Gönen’de 10 bin ağaç ekilmesine aracı olan ‘Yeşil Adımlar’ uygulaması yeniden başladı.

Jotun, uygulamayı indirip 4 ve 6 kilometre yol yürüyen herkes için her yürüyüşte bir ağaç dikecek


 


Jotun Yeşil Adımlar uygulaması nasıl indirilir?

Önce uygulamayı indirebileceğiniz adresler:


Jotun YeşilAdımlar uygulaması ücretsiz olarak App Store’dan indirilebiliyor ve Google Play’den alınabiliyor.


iOS cihazlar için: https://appsto.re/tr/d6sujb.i Android cihazlar için: https://goo.gl/18fBkt


 


Farklı yoldan gidenlerde daha hızlı


Google’ın yayalar için geliştirdiği “Snap to Road” ara yüzü ile geliştirilen ilk uygulama olma özelliğini taşıyan Jotun Yeşil Adımlar uygulaması ile yürünen yollar uygulama üzerinden yeşile boyanıyor.

İnteraktif ve kullanıcı dostu uygulama ile kullanıcılar, henüz yeşile boyanmamış yani daha önce hiç yürünmemiş yollardan yürüdükçe her 4 kilometre için 1 ağaç dikilmesine; yeşile boyanmış yollardan yürüyenler ise her 6 kilometre için 1 ağaç dikilmesine katkı sağlıyor.

Bu da kullanıcıları yeni yollar keşfetmeye teşvik ederek haritada daha farklı rotaların yeşile boyanmasına sebep oluyor.

Eskişehir Turgutlar Ağaçlandırma Sahası’nda 3 orman büyüklüğünde bir Jotun Hatıra Ormanı’nı oluşturmayı oluşturan proje, bu sene 4 Ağustos’ta kadar sürecek, gelecek sene de farklı konuları destekleyecek.


 



Fotoğraf: Uygar Taylan
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 17, 2018 09:31

May 11, 2018

Ahmet Uluğ’un vedasını okurken… O yıllar baya müzikli, baya Pozitifmiş

Ahmet Uluğ yani dünyaca ünlü pek çok müzisyeni Türkiye’de dinlememize neden olan kişi, yine buna aracı olması için kurdukları şirketi, Pozitif’i bıraktığını açıkladı. Neden? Tahminlerim var ama çok da ilgilenmiyorum. İlgilendiğim, veda mektubundaki beni, sizi, belki binlerce insanı duruma ortak eden o müzikli geçmiş. O gruplar, müzisyenler, o unutulmaz konserler… “İyi ki de yaşamışız” diyeceğim kadar iyiler...


Pozitif, Doublemoon, Babylon ya da son yıllarda Cappadox… Daha pek çok şey var da… Özellikle bunlar benim için, Türkiyeli bir müziksever için çok şey ifade ediyor. Bunun içindir ki, hiçbir kişisel tanışıklığım olmasa da öldüğünde ağladığım insanlardandır Mehmet Uluğ.

Şimdi Ahmet Uluğ’un Pozitif’i bırakma mesajını gördüm. Facebook’taki vedayı sonuna kadar, gözlerim dolarak okudum.

Gençliğime, heyecanlarıma, en güzelinden anılarıma, aşklarıma, Türkiye özlemi çektiğim bir yıla…. Nelere nelere gittim.

Bu yüzden de izin de almadım ama mesajı paylaşmak istedim.

Çünkü bu satırlar biziz, bizim de geçmişimiz, bizim de anılarımız.

İyi ki onları ilk günlerinden bu yana hep takip etmişim, hep ‘oralarda’ olmuşum, yaşamışım. Benim için çok önemli tüm bunlar, müzik ve tutkular… Ben baya üzüldüm. Ama Yani…

Ahmet Uluğ’un mesajını okuyun, ne demek istediğimi tahminim o ki “hissedeceksiniz”…


“Sevgili dostlar,


1989’da başladığımız bir yolculuğun sonuna geldim. Mehmet Uluğ ve Cem Yegül ile 1989’da Pozitif’i, 1998’de Doublemoon’u ve 1999’da Babylon’u kurduk, büyüttük ve yaşattık. 1992 yılında Cem Akkan’ın çektiği bu fotoğraf aynı tutkuları paylaşan ve birbirlerini tamamlayan üç insanın benim için kutsal birlikteliğini temsil ediyor.


İlk on senemiz yoku var ederek geçti. Sun Ra’yı Türkiye’ye getirme hayali ve bunu yapacak kimse yoksa biz yaparız arzusuyla yola çıktık ve 1990’da getirdik de. İhtiyaçlar hep bir sonraki girişimi getirdi.


Müzik sektörünün her köşesinde çalışma fırsatını bulan nadir insanlardan biri olarak çok şanslı olduğumu düşünüyorum. 1989’dan beri Türkiye ve dünyada birçok güzel insan ve kurumla tanıştık, ilişki kurduk, projeler geliştirdik ve gerçekleştirdik. Sorunun değil çözümün parçası olmaya çalıştık.


1989’da tek tek konserler yaparak başladık. Her konser kendi içinde çok emek ve maliyet gerektirdiğinden, çabalarımızı festival yapmaya yoğunlaştırdık. 1990 sonunda da, pek de tanınmayan bir müzik türü olan Blues’u, İstanbul’un alışık olmadığı bir düzende, yüksek enerjili beş- saatlik bir maraton olarak tasarladık. Efes Pilsen Blues Festival’i önce sadece İstanbul’da yaptık. Formülün başarısı festivali zaman içinde Türkiye’de 25 şehir ve Rusya, Romanya, Ukrayna, Kazakistan ve Sırbistan’ı da kapsayan iki aylık turneye dönüştürdü ve İstanbul ve Moskova’da üç gecede 10,000 kişi izledi. 2010’da Amerika’da The Blues Foundation’dan “Keeping the Blues Alive” ödülü aldık.


1991’de birincisi yapılan Akbank Caz Festivali ile rüyalarımız gerçek oldu. Caz dünyasının derinliklerine ulaştık, sağlam ilişkiler, güzel dostluklar kurduk. Hayalimizde kim varsa Türkiye’ye getirdik. Europe Jazz Network’ün parçası olduk.


1994’de Aysegul Turfan ve 1996’da Arzu Arzu Burhanlioglu ekibe katıldılar, gücümüze güç kattılar. Yıllar boyu beraber yürüdük.


1994’de nihayet Harbiye Açıkhava Tiyatrosu’nda konser yapmaya başladık. Biletlerinin tamamı satılan Parliament Jazz Festivali konserleri ilk yılında dört gün dört gece süren yağışa rağmen dopdoluydu . James Brown, Ray Charles, Joe Cocker, Al Jarreau gibi isimleri bu sayede dinleme fırsatı yakaladık.


1995’de Açık Radyo’nun kuruluşunda rol aldık. Radyonun müzik ve yayın politikasını şekillendiren ekibin içinde bulunduk. 1997 yılında Açık Radyo bir açılım peşindeydi. Beraber, Müzik Şenliği’ni Türkiyeli tüm müzikleri kapsayacak iki günlük fuar şeklinde tasarladık. Festival’in ikinci yılında Kürt ve Ermeni grupların konserleri de vardı. Mekân Harbiye Askeri Müze kompleksiydi ve bu konserler için izin çıkmadı. Bu bizi çok üzdü ve ne yazık ki üçüncüsü gelmedi çünkü bu tarz bir etkinliği yapacak başka uygun yer bulamadık.


1997’de festival ortamını kulüp ortamına yakınlaştıran, FujiFilm World Music Days’i farklı mekânlarda düzenledik; Staras Stüdyo’larını, Maslak Hangar’ı kullanıma soktuk. Brooklyn Funk Essentials ‘Üsküdar’’ı funk/reggae tarzında çalarak büyük bir sürpriz yapmışlardı. O kadar iyiydi ki mutlaka kayıt edilmeli diye düşündük.


1998’de Doublemoon kurarak müzik yapım işine girdik, plak şirketi kurduk, proje geliştirdik.. İlk albümümüz Craig Harris-@Barbaros Erköse Erköse ile oldu. Sorumluluğunu aldığım ilk proje Ilhan Ersahin’in Norah Jones’lu Wax Poetic albümü oldu. Memo Burhan Öçal-Jamalaaden Jamaaladeen Tacuma, Cem de Hüsnü Şenlendirici’li Brooklyn Funk Essentials’ı yaptı. Albümlerimizi Avrupa, Japonya ve Amerika’da dağıttık. 2001’de Doublemoon Montreal Jazz Festival’nin dikkatini çekti. Şehrin merkezindeki geleneksel 150,000 kişilik konser için temayı Türkiye olarak belirlediler ve Doublemoon sanatçılarını davet ettiler. Burhan Öcal, Mercan Dede ve Sultana ile o büyük heyecanı yaşadık. 2002’de Mercan Dede’yi Essen’de, 2007’de Taksim Trio’u Sevilla’da ve 2010’da BaBa ZuLa’yı Kopenhag’da, WOMEX (World Music Expo) kapsamında dünyaya sunduk.


Babylon’da bir ihtiyaçtan doğdu. O zamanlar konserlerden sonra müzisyenler bir kulübe gidip jam-session yapmak, çalmaya devam etmek isterdi. Baktık ki İstanbul’da bu tarz bir mekan yok ve biz kendi mekanımız olsun hep istedik, kolları sıvadık. 1999 Babylon’u Asmalımescit’de açarken buraya insan gelir mi diye çok düşündük. Dünyayı Istanbul’a taşıdık, Istanbul’dan dünyaya açılacakların mutfağı olduk. Ahalimizle güçlendik, tüm dünyanın gözlerinin kentin üzerinde olduğu yıllarda, Istanbul’un sesini açtık. Patti Smith, Omara Portundo, The National ve nicelerine ev sahipliği yaptık.


2002’de diğer bir rüya gerçek oldu. Manu Chao’yu Türkiye’ye getirmek için Efes Pilsen’i One Love festivale sponsor olmaya ikna ettik. Tüm Beyoglu’nun Manu Chao çaldığı dönemdi, konser dört saat sürdü, gelen herkes tek vücut olup çıktı oradan. One Love daha sonra Moby, Pulp, Morrisey, Black Eyed Peas ve nicesi ile devam etti, ta ki kanunlar bizi durdurana kadar.


2003’de Rock’nCoke ile kamplı festival dünyasına girdik. Rock dünyasının, The Cure, Iggy Pop, Korn, Prodigy gibi sanatçılarını büyük sahnelerde sunduk. Türkiye’nin gençliği ile tanıştık, unutulmaz bir Duman konseri dinledik. Adrenalin uykusuz geceleri nasıl taşıdığını büyük bir ekiple yaşadık. Serhan Vardarlı ekibe katıldı.


2006’de insanlar yazın iç mekânlara girmiyor, Alaçatı’da hem iş hem de tatil yaparız kafasıyla Çeşme macerasına giriştik. Yazlık ve plaj gibi kavramlar girdi hayatımıza.


RocknCoke’da edindiğimiz deneyim ve kurduğumuz ilişkiler, bize Istanbul’un beklediği stadyum konserlerini yapabilecek kapasiteyi verdi. 2010’da U2’yu Olimpiyat stadında yaptık ve bir daha orayı kullanmamaya karar verdik. 2012’de Red Hot Chilli Peppers için stadyum bulamayınca, Santral Istanbul’a sıkıştık, çok zorlandık. 2013’de İnönü Stadı yıkılacağı için tutabildik, Rhianna ve Iron Maiden konserleri yaptık.


Stadyum konserleri yaptık yapmasına ama bu boyut beraberinde büyük risk ve zorluklar da getiriyordu. Üstelik aldığımız ivmenin gazıyla gerçekleştirecek başka hayallerimiz de vardı. 2013 yılında, Pozitif ve tüm girişimlerinde Doğuş Holding ile ortaklığa girdik, hisseleri teslim ettik.


2014’de Volkswagen Arenana ’yı açtık, 2015’de Memo’nun son projesi Cappadox Festival’i hayata geçirdik. 2015’de Babylon’u bomontiada’ya taşıdık, oranın bir kültür durağı olması için çaba gösterdik. Şansız bir Kilyos deneyimi ve gereksiz bir Bodrum operasyonu önemli dersler olarak kitaba yazıldı.


Aynı dönem, 2013 Gezi olaylarıyla başlayan, 2013 Soma faciası, 2015 bombalar ve 2016 darbe teşebbüsü ile devam eden sürece denk geldi. Konser yapmaktan çok iptal eder olduk. Ne kadar dertli bir coğrafyada ne kadar zor bir iş yaptığımızı bir daha hatırladık.


2013’de kendi trajedimizi yaşadık. Memo’nun eksikliği bana hayatta bir takım ince ayarlar yapma ve önceliklerimi gözden geçirme fırsatı verdi. Hayattaki en büyük şansım Memo ve Cem kombinasyonu olduğunu ve yaptıklarımızdan hiç birini hiçbir şeyi tek başıma gerçekleştiremeyeceğimi biliyorum.


10 Mayıs, Pozitif’te son günüm. Şimdi kendime zaman ayırmak, bir mola vermek, ardından da enerjimi yükseltecek insanlar ve ortamlarda bulunmak, üretmeye devam etmek istiyorum. #mu


Teşekkür edecek çok insan var. Bu uzun yazıyı sonuna kadar okuduysanız, eminim siz de onlardan birisiniz. Dönüp geriye baktığımda elle tutulan tek şeyin kurduğum dostluklar olduğunu görüyorum, İstanbullu olmaktan ve beraber yürümekten gurur duyuyorum.


Ahmet Ulug”

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 11, 2018 16:18