Yavuz Hakan Tok's Blog, page 20

August 16, 2019

Günün Şarkısı 16 Ağustos 2019

Gökcan Sanlıman – “Aramızda”


2010 yılında İngilizcenin dünya çapında klasik sayılabilecek şarkılarından oluşan ve “Yesterday” adı verilmiş ilk albümüyle müzik dünyasına ilk resmi girişini yapan Gökcan Sanlıman, 2012 ve 2016 yıllarında da birer albüm yayımlayarak sektörde tanınırlığını artırdı. 2018’de “Akşam Güneşi” adlı teklisi piyasaya sürüldü, aynı yıl içerisinde aynı şarkının Emrah Göktaş tarafından yapılmış “remix” versiyonları yayımlandı. Gökcan Sanlıman’ın yeni teklisi “Aramızda” ise geçtiğimiz günlerde Avrupa Müzik etiketiyle dinleyici karşına çıktı.

Şarkının söz ve müziği Gökcan Sanlıman’a ait, düzenleme ise Gökcan Sanlıman, Sefa Hendem ve Mehmet Cem Ünal’ın ortak imzasını taşıyor.

Gökcan Sanlıman diskografisini şöyle bir baştan sona dinlediğinizde kendi müziğini bulmaya doğru yavaş yavaş ilerlediğini fark etmek mümkün. “Cover” bir albüm olan ilk albümü bir kenara koyarsak, Sanlıman’ın şarkıları ve şarkıcılığındaki Teoman etkisi giderek azalmış. “Akşam Güneşi”nden sonra bu şarkı da bunu bir kez daha gösteriyor.

Retro tınıların ve ‘70’ler disko müziği havasının hâkim olduğu ve fakat buna rağmen “genç” bir şarkı “Aramızda”. Eğlenceli, neşeli ve kışkırtıcı. Bence Sanlıman’ın kendini konumlandırması gereken yer tam da burası.  
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 16, 2019 12:25

August 15, 2019

Günün Şarkısı 15 Ağustos 2019

Nilüfer – “Yalnız Kullar (Tanrım)”


Sadık Şendil’in Yedi Kocalı Hürmüz adlı tiyatro oyunu ilk kez 1979’da Attila Özdemiroğlu’nun yaptığı özgün müziklerle bir müzikale dönüştürülmüş, şarkı sözlerini ise Sevgi Sanlı yazmıştı. Plaklarda ya da takip ettiğim müzik dergilerinde adını hiç görmediğim bu söz yazarını merak eder dururdum. Onun bir tiyatro insanı, bir dramaturg, oyun yazarı ve çevirmen olduğunu ise çok sonra öğrenecektim. Yedi Kocalı Hürmüz gibi Osmanlı döneminde geçen ve müzikleri de bir hayli komplike olan bir müzikale ancak böyle ustaca sözler yazılabilirdi. Bu kadar yerli, bu kadar teatral ama bir o kadar sıcak…

Hayat garip tesadüflerle dolu. Aynı oyuna tam 20 yıl sonra bu defa ben şarkı sözleri yazdım ve onları Cenk Taşkan besteledi. Böylece Yedi Kocalı Hürmüz müzikalinin 1999 versiyonu versiyonu çıktı ortaya. Eski versiyondan sadece “Yalnız Kullar” şarkısı kullanılmıştı bu yeni prodüksiyonda. Gala gecesi davetliler arasında Attila Özdemiroğlu ve Sevgi Sanlı da vardı. Sanki bizim oyunun değil de onların oyununun galasıydı benim için o gece. Tebrik edilmesi gereken önce onlardı. Onca çekingenliğime rağmen yanlarına gitmem bu yüzdendi. Sevgi Hanım’a yeni versiyonun sözlerini yazarken ondan ilham aldığımı söylemek şansına da böylece erişmiştim. Mütevazı bir teşekkürle karşılık vermişti gülümseyerek. Bu onu ilk ve son görüşüm oldu ama hiç unutmadım o ânı.

Yedi Kocalı Hürmüz müzikalinde Ayten Gökçer’in sesiyle kulaklara yer eden “Yalnız Kullar”, o dönem çok popüler olunca ilk olarak Nilüfer’in Burç Plak etiketiyle yayımlanan “Nilüfer ‘80” adlı albümünde yer aldı. Bir yıl sonra bu defa Sezen Aksu’nun albümüne giren şarkı, müzikalin 1999 versiyonunda Nükhet Duru, 2017 versiyonunda Birce Akalay ve 2009 film versiyonunda ise Şevval Sam tarafından seslendirildi. Şarkının Nilüfer versiyonunun düzenlemesi Osman İşmen tarafından yapılmıştı.

Sevgi Sanlı’yı 13 Ağustos 2019 günü kaybettik. Uzun süredir hasta olan Sanlı, 94 yaşında hayata veda etti. Sayısız tiyatro oyununa dramaturg, çevirmen ya da yazar olarak imza atmış bu kıymetli insanın ismini çok kişi “Yalnız Kullar” şarkısı sayesinde duydu en çok. Erkut Taçkın’ın “Beyaz Ev” adlı şarkısının sözlerini de o söz yazmıştı ama o biraz daha eski kuşağın bildiği bir şarkıydı. Popüler kültür cephesinde hemen hiç boy göstermedi Sevgi Sanlı ama Türk tiyatro tarihine ölümsüz izler bıraktı. Adı muhakkak ki yıllar boyu anılmaya devam edecek bu yüzden. Huzur içinde uyusun.
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 15, 2019 11:21

August 14, 2019

Günün Şarkısı 14 Ağustos 2019


Bergen – “Benim İçin Üzülme”

“Bu adam da aynı şeyi elli kere yazıyor,” diyebilir dikkatli takip edenler, her yazılanı okuyanlar ama dikkatli takip etmeyen, her yazılanı okumayan ya da yeni takibe başlayan kitle her zaman daha fazla oluyor şu iletişim bombardımanı çağında. O yüzden bazen tekrar düşmek kaçınılmaz oluyor.

7 yıl önce tam da bugün Bergen’in o günlerde yeniden basılmış “Acıların Kadını” plağını dinlerken onun hakkında bir şeyler yazmak gelmişti aklıma. O kadar sever, dinlerim yıllardır, neden hakkında iki satır yazmadım diye düşünüp bilgisayarın başına geçmiş, hakkında ne var ne yok diye internete bakmak istemiştim. Gördüğüm ilk bilgi tüylerimi diken diken etmişti sonra. O gün Bergen’in ölüm yıldönümü idi.

Bergen mesaim bu tuhaf, biraz da mistik tesadüfle başladı. Önce bir yazı dizisi, sonra bir roman oldu Bergen’in hayat hikâyesi. Kimse bilmez ama Seninle Başım Dertte müzikalini yazmamla sonuçlanan sürecin başlangıcı da Bergen’e dayanır. Yâni Bergen bana bir işaret vermekle kalmadı, başka başka yollar da açtı sonrasında. Buna gülüp geçebilirsiniz ya da inanabilirsiniz. Ben inandım.

Yazı dizisini hazırlama ve kitabı yazma sürecinde görüşemediğim diğer aile fertleriyle görüşmem mümkün oldu sonrasında. Bilmediklerimi ya da yanlış bildiklerimi onlardan öğrendim. Ben elimdeki verilerden yola çıkarak gerçek ve kurguyu karıştırmış, adı üzerinde, bir “roman” yazmıştım. Bugün bildiklerimle yola çıkmış olsam kuşkusuz çok farklı bir kitap çıkardı ortaya ve belki de o bir roman olmazdı artık.

30 yıl önce bugün öldürüldü Bergen. Onu ve eşsiz sesini, ona mâl olmuş bu şarkıyla hatırlayalım istedim. 1986’da Yaşar Plak etiketiyle yayımlanan ve Bergen’in büyük çıkışını sağlayan “Acıların Kadını” albümünün şarkılarından biriydi “Benim İçin Üzülme”. Söz ve müziği Ali Tekintüre’ye ait şarkıyı sonrasında bir dolu şarkıcı da seslendirdi ama benim için bu şarkı hep bir Bergen şarkısı olarak kaldı.

Bu vesileyle bundan 2018 yılında 45’lik dergi için kaleme aldığım “Bergen: “Arabeskin Ta Kendisi” başlıklı yazıyı da buraya koymak istedim. Meraklısı bu cümlenin üzerini tıklayarak okuyabilir. 
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 14, 2019 04:10

Bergen: Arabeskin Ta Kendisi



(45'lik dergi Mayıs 2018 sayısında yayımlanmıştır.)
Neredeyse 30 yıl olacak… 1989’un 14 Ağustos günü sabaha karşı Pozantı yolunda bir mola yerinde, altı kurşunla sırtından vurulduğu haberi ertesi günün gazetelerinde baş sayfalardaydı. Tıpkı şarkılarında söylediği gibi “canı dedikleri canını almış”, “sevgisinin bedeli”ni hayatıyla ödemiş, “ömrüne yazık olmuş”tu. Henüz sadece 29 yaşındaydı.

Çocukluğumdan beri her tür müziği dinleyip hepsinde sevecek bir şeyler bulabilen bir müzik arsızı olarak Bergen’in sesi ve şarkılarının bende yarattığı etkiden mi, yoksa bir insan olarak hazin hayat hikâyesinin yarattığı etkiden mi bilmem, Bergen hep başka bir yerdeydi benim için. Vefalı bir dinleyicisiydim. Bu vefa, günü geldiğinde birtakım işaretleri beraberinde getirdi ve üç yıllık bir çalışma sonucunda Acıların Kadını Bergen adını verdiğim biyografik roman ortaya çıktı. Bir müzik yazarı idim ve yayımlanacak ilk kitabımın bir roman olacağı aklımın ucundan geçmezdi ama Bergen’in hikâyesi bunu gerektiriyordu.

Her şeyden önce Bergen, ülkede maalesef bugün de devam eden kadın cinayetlerinin ve kadına şiddet vakalarının bir sembolüydü. Aşk demeye dilimin varmadığı hastalıklı ilişkilerin, sonu ölümle biten acı bir örneğiydi. Yanı sıra bir devrin, bir dönemin, pavyonların, gazinoların, plakçılar çarşısının, magazin basınının, ‘80’lerdeki o ihtişamlı arabesk kültürün de bir özetiydi. Hatta kitap için yaptığım röportajlarda da sıklıkla söylediğim gibi Bergen aslında sadece bir arabesk şarkıcısı değil; bizzat arabeskin ta kendisiydi.

Zira Bergen günün birinde ne Emrah gibi deri montları çekip dans edecek, ne Müslüm Gürses gibi entelektüellerin “keşfi” olacak, ne İbrahim Tatlıses gibi kulüplerde çalınacak ne de Kibariye gibi pop şarkılar söyleyebilecekti. Yaşasaydı kim bilir belki de bu doğal süreçten, değişen, dönüşen değerlerden o da payını alırdı. Ama o, orada, ‘80’lerde kaldı. Değişemeden, dönüşemeden, şarkıları ve hikâyesiyle katıksız arabeskin belki de tek temsilcisi olarak.

Kemik bir dinleyici kitlesinin hep var olması biraz da bununla ilgili diye düşünmüşümdür hep. O öldüğünde daha doğmamış çocukların, ‘80’leri hiç görmemiş, yaşamamışların onu biliyor, tanıyor ve bugün de dinliyor olması bir yana, bencileyin o günlerden bugünlere gelenlerin onu hiç unutmamış olması da bununla ilgili.

Aslına bakarsanız Bergen’in kendine ait şarkısı da yok denecek kadar az. Dönemin arabesk albüm yapma mantığında günün gözde bestecilerinin son yaptığı şarkıları toplayıp hepsini birden kaydetme, sonra da onları albümlere dönüştürme yöntemi uygulanıyor çünkü. Mesela Bergen’le özdeşleşen “Acıların Kadını” aslında ondan önce Emrah’ın sesinden “Acıların Çocuğu” olarak duyuluyor. Ya da İbrahim Tatlıses’in çok tutmuş “Mavi Mavi”, “Sevmek”, “Bırakın Gitsin” gibi şarkılarını çok benzer düzenlemelerle bir kez de Bergen söyleyebiliyor. Hatta ilk albümünde doğrudan doğruya Gönül Akkor ve Kibariye’nin daha önce söylediği şarkıların “playback”leri kullanılıyor. Bugün pek aklımızın almayacağı karışık bir iş.

Ama Bergen sesiyle kendine ait kılıyor o şarkıları. Sesindeki yaşanmışlıkla, şarkı sözlerinde anlatılan hikâyelerin kendi hayatıyla örtüşmesiyle, şarkı söyleme biçimi, tavrıyla ve dahi yüzüne atılan kezzap nedeniyle kaybettiği gözünü saklayan perçemiyle, gören tek gözündeki acı bakışla, yüzündeki makyajın saklayamadığı derin izlerle… Yaşadıklarının onda bıraktığı ağır travmanın sahnedeki duruşuna, konuşmasına yansıyan ürkekliği, tedirginliğiyle.

“İçimde bir his var öleceğim diye,” diyen bir şarkı “Nerede bitecek benim hayatım?” diye soran bir şarkı, “Bu aşk beni öldürecek” diyen bir başka şarkı…

Bu şarkıların söz yazarları günün birinde Bergen’in hikâyesinin bir parçası olacaklarını tahmin etmişler miydi? Nasıl etsinler? O şarkıları Bergen için yazmamışlardı ki. Hatta o zamanlar telif hakları, şarkıları albümde kullanmak için izin alma filan gibi şeyler çoğu kez telaffuz bile edilmediği için kim bilir belki bazılarının haberi bile yoktu şarkılarını Bergen’in okuduğundan. Her zaman olduğu gibi kalemden çıkan gerçeğe dönüşmüş ya da gerçek, kalemden çıkana benzemişti zamanla. İşin bu tarafı bana hep çok dramatik ve bir o kadar da esrarengiz gelmiştir. Kitabı yazarken Bergen’in söylediği şarkıların sözlerine bu gözle kulak kabarttığımda dehşete kapıldığım çok oldu. “Sanat mı hayatı taklit eder, yoksa hayat mı sanatı?” sorusu arabesk üzerinden bile sorulabilirdi demek ki. Neyin sanat olduğu, neyin olmadığı tartışmasından azade, belki de bu ülkede en çok arabesk üzerinden sorulabilirdi.

Koyun bütün bunlar bir yana, ister kabul edelim ister etmeyelim, varlığı ve nüfuzu inkâr edilemez bir müzik türü olarak arabeskin en has, en demli örnekleridir Bergen şarkıları. Bir müzikal biçemi, bir üslubu ve tavrı vardır. Darbukası, kemanı, kanunu, udu gürül gürüldür; hepsi canlıdır, hepsi ustalarınca düzenlenmiş, çalınmıştır. Kayıtları analogdur. Solist stüdyoya girmiş, belki prova etmiş ya da etmemiş ama bir defada söyleyip çıkmıştır. Sesine “autotune”lar değmemiş, kes yapıştırlar henüz icat olunmamıştır. Belki çoğu kez ağır, ağdalı, (arabesk ismiyle müsemma) fena halde Arap esintilidir o şarkılar ama uzun uzun “intro”ları, makamlardan makam beğenmiş nağmeleri filan hep ehil ellerde, oya gibi işlenmiştir.

Ve bütün bunlar en azından aynı dönemde ortalığı kasıp kavuracak taverna müziğinin pespayeliğinden ya da taverna müziğinin tek enstrümanı olan orgun gelişmiş modelleriyle yapılan ‘90’lar pop müziğinin (en azından büyük kısmının) ucuzluğundan evladır. Bugün “cover” yapmak için pek rağbet gösterilen o şarkıların hiçbirinin bugüne aynı müzikal zenginlikle uyarlanamaması da bundandır. Kim bilir belki de o zamandan bu zamana ikinci bir Bergen daha çıkmamasının da.

Kitap çıktıktan sonra en çok karşılaştığım sorulardan biri de buydu: “Tamam, hayat hikâyesi çok çarpıcı ama Bergen müzikal açıdan önemli bir figür müdür acaba?” Bir kez de buradan cevaplayayım. Biri yerde okumuştum, kim yazmıştı hatırlamıyorum… “Bergen öldü, arabesk bitti!” Bir bakıma doğrudur bu yargı. Zira has arabeskin yerini pop-arabeske bırakması ile Bergen’in ölüm tarihi birbirine çok yakın. Bu bir tesadüf olsa bile, arabeski anlamaya, ülke müziği içindeki yerini konumlandırmaya, tarihini yazmaya niyet edenler için es geçilmemesi gereken bir detay.  
NİSAN 2018
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 14, 2019 03:48

August 13, 2019

Günün Şarkısı 13 Ağustos 2019


Sıla – “Karanfil”

Son albümünü 2016 yılında yayımlayan, geride bıraktığımız mart ayında ise “Acı” kısaçaları ile dinleyici karşına çıkan Sıla’nın yeni kısaçaları “Meşk”, geçtiğimiz günlerde Sony Müzik etiketiyle piyasaya sürüldü.

12 yıl gibi kısa bir süre içerisinde kendini popun kıdemli tayfasının arasında konumlandırmayı başardı Sıla. Tabii bu tek taraflı olarak yapılabilecek bir şey değil. Halkın onu ve şarkılarını sevdiği ve sahiplendiği de bir gerçek. Başından beri kendi müziğini üretmek gibi bir gücü var ve bu gücü iyi kullandı. Bununla birlikte kendini tekrar etme riskini de hep cebinde taşıdı ki “Aşk” bir parça bunun sinyallerini veriyor gibiydi. “Meşk” bu anlamda durumu kurtarmış gibi gözüküyor.

Kısaçalarda üç şarkı var. Açılış ve klip şarkısı “Karanfil”in söz ve müziğinde daha önce adını duymadığımız Umut Yaşar Sarıkaya’nın yanı sıra Sıla ve Efe Bahadır’ın imzasını görüyoruz. Sıla’nın sosyal medyada açıkladığına göre Umut Yaşar Sarıkaya ile bir Sıla hayranı olarak başlayan dostlukları bu şarkıya kadar gelmiş. Bildik Sıla formüllerinin izinden giden, buna karşın etkili sözleri ve akılda kalıcı melodisi ile kolay sevilebilecek bir şarkı “Karanfil”. Düzenlemeyi ise Gürsel Çelik yapmış.

“Haytalar Dükkânı”, söz ve müziği Sıla’ya, düzenlemesi Efe Bahadır’a ait “beyaz yakalı” bir meyhane şarkısı. Yapısı itibariyle rahatlıkla “Vur Kadehi Ustam” ve “Sâki”nin yanına koyulabilir, onları sevenler bunu da sevebilir. Gerçi “Haytalar Dükkânı”nın sözleri bir parça çetrefilli ve bir ağızdan söylemesi biraz daha zor gibi bu şarkının da zaman içerisinde bir Sıla klasiğine dönüşme ihtimali yüksek.

Daha ilk dakikasında sözlerini Sezen Aksu'nun yazdığı şıp diye anlaşılan “Zeybek” de Sıla’nın efe tavrının altını bir kere daha çizerek üçlüyü tamamlıyor. Bestesi İlker Bayraktar'a ait bu şarkının düzenlemesi yine Efe Bahadır tarafından yapılmış. Zaten başından beri Sıla şarkılarından aldığımız 2000’ler sonrası Sezen Aksu kokusu, bu şarkıyla bir kez daha katmerleniyor.

Buraya kadar her şey yerli yerinde. “Aşk”ın ve “Meşk”in bir konseptin parçaları olduğu düşünürse de duyduklarımıza bir itirazımız yok gibi. Ben kendi adıma üç şarkının her üçünü de sevdiğimi söyleyebilirim. Yalnızca bir soru işareti duruyor bir köşede: Sıla çok mu orta yaşlı bir tarza kaptırdı kendini? Böyle giderken, zevkleri ve beğenileri çarçabuk değişiveren genç dinleyiciyi kaybetme riski var mı? Galiba onu bundan sonra yapacakları gösterecek.
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 13, 2019 11:43

August 12, 2019

Günün Şarkısı 12 Ağustos 2019


Yeliz – “Aşk Alfabesi”

Çocukluğumdan bir kaset… ‘70’ler. Eminönü – Üsküdar vapur iskelesinde bir kaset – plak satan dükkân var; oradan alınmış, çekme bir kaset. Çekme kaset ne demek? Plakçı dükkânlarında yasal olmayan bir şekilde plaklardan kaydedilen ve çoğaltılan kasetler. Zırt pırt çıkan 45’liklerle baş edemeyenler için fena çözüm değil çünkü bir kaset neresinden baksanız 15-20 şarkı, yâni 8-10 45’lik ediyor. Üzerinde “Yeliz – Yeşim” yazan kaset de öyle işte. Yeliz de Yeşim de aynı tarihlerde piyasaya çıkmış iki genç şarkıcı. Sesleri ve tarzları çok farklı ama isimlerindeki ses benzerliği nedeniyle hep karıştırılıyorlar. Kasetçi de ikisinin 45’liklerini tek kasette birleştirmiş işte.    

Yeliz’in yeni teklisi “Aşk Alfabesi”, geçtiğimiz günlerde Ossi Müzik eiketiyle yayımlandı. İlk kez 19745 yılında Yeşim tarafından seslendirilmiş bu şarkıyı yılar sonra bu defa Yeliz’den dinleyince de ister istemez o kaset düştü hatırıma. Söz ve müziği Şemi Diriker’e ait şarkının yeni düzenlemesi Serkan Balkan tarafından yapılmış.

Yeliz ne söylese dinlerim. Onun o kendine has, benzersiz sesini ve nüanslı tekniğiyle şarkılara kattığı yorumu ta ‘70’lerden beri çok severim. “Aşk Alfabesi” de Yeliz’in sesinde yeniden doğmuş sanki. Düzenlemede ‘70’ler janrına ve şarkının orijinal versiyonuna sadık kalınmış. Zaten şarkının sözleri de ‘70’ler naifliği ve masumiyetinde. Bununla birlikte Yeliz, çok hareketli bu şarkıda bile yorumculuğunu gösteriyor, şarkıya kendi imzasını atıyor. Şarkının Efe Cansoy tarafından çekilmiş püfür püfür yazlık klibi de izleyene neşe veriyor.    

45 yıldır hep çalınmış, söylenmiş ve bugünlere kadar gelmiş “Aşk Alfabesi” bu versiyonla birlikte uzunca bir süre daha çalınmaya, söylenmeye devam edecek, orası kesin. En basitinden düğünlerinde iç bayıltıcı aşk şarkıları çalınmasını tercih etmeyen çiftler için şahane bir giriş şarkısı olabilir.  
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 12, 2019 11:29

August 11, 2019

Günün Şarkısı 11 Ağustos 2019


Sezen Aksu – “Lunapark”

Doğrudan bayramı anlatan bir şarkı değil belki ama bu bayramı “Lunapark”la kutlamak mümkün gibi geldi bana. Şimdilerde belki küçük şehirlerde hâlâ vardır ama İstanbul’da pek kalmadı. Ne vakit bayram olsa, bayram yerleri kurulurdu. Bayram yeri demek de en çok Lunapark demekti. Artık atlı karınca mı olur, sihirli aynalar mı, uçan sandalyeler mi, korku tüneli mi olur; cep telefonsuz, bilgisayarsız, internetsiz bir dünyada eğlenebilmenin türlü çeşitli yolu vardı lunaparklarda. Lunaparka gidilmemişse o bayram eksik kalırdı. Gidilecek ki toplanan harçlıklar orada harcanacak. Gidilecek ki, doyasıya heyecan ve mutluluk yaşanacak.

Sözleri Aysel Gürel’e, bestesi Attila Özdemiroğlu’na ait “Lunapark”, Sezen Aksu’nun 1981 yılında Kervan Plak etiketiyle piyasaya sürülen “Ağlamak Güzeldir” albümünün şarkılarından biri. Aysel Gürel’in lunaparkı hayata benzettiği derinlikli şarkı sözleri, Attila Özdemiroğlu’nun bir atlı karınca müziğini anımsatan nefis bestesi ve o atlı karınca durup kalktıkça üzerindeki çocukların yüzünde beliren sevinci ve hüznü iliklerinize kadar hissettiğiniz Onno Tunç düzenlemesi… Üstüne de Sezen Aksu’nun gencecik sesi… Bir yıldızlar karmasının elinden, kaleminden, dilinden çıkmış, şahane bir klasik.

Bayramınız kutlu olsun. Lunapark sevinçlerini kalbimizde hissettiğimiz nice bayramlara…
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 11, 2019 13:54

August 10, 2019

Günün Şarkısı 10 Ağustos 2019


Batu Akdeniz – “Hareket Vakti”

Çok genç yaşında kurduğu ve solisti olduğu çok sağlam “rock” grubu Heavy Sky’la tanıdık Batu Akdeniz’i. 2018’de 5 şarkıdan oluşan ilk solo albümünü yayımladı ve Hevay Sky’dan farklı olarak bu defa Türkçe sözlü şarkılarla çıktı karşımıza. Söz, beste ve “sound” anlamında son derece olgun bu albümdeki bazı şarkılar daha sonra akustik ya da farlı versiyonlar olarak tekliye dönüştü. Bunların sonuncusu ise albümdeki “Yanlış Biriyle Doğru Hikâye” adlı şarkının Aleyna Talınlı ile birlikte seslendirdiği farklı versiyonu idi ve geçtiğimiz Nisan ayında yayımlanmıştı.

Batu Akdeniz’in yeni teklisi “Hareket Vakti”, geçtiğimiz günlerde Garaj etiketiyle piyasaya sürüldü. Batu Akdeniz böylece müziğini ana akım bir firma aracılığı ile servis etmeye başlarken yeni albümünün de ilk haberini veriyor.

Şarkının ismini görünce yine aynı türde ve aynı adı taşıyan o meşhur şarkı geliyor aklınıza ister istemez. Benim de geldi ve Batu’dan bir “cover”, hele ki Emre Aydın tarafından da söylenmiş bir şarkı beklemediğim için önce şaşırdım. Ne var ki bu “Hareket Vakti”nin o “Hareket Vakti” ile isim benzerliği dışında bir ilgisi yok.

Şarkının söz ve müziği Batu Akdeniz tarafından yazılmış, düzenleme ise Batu Akdeniz ve Bulut Gör’ün ortak imzasını taşıyor. Basın bülteninde şarkı şöyle tanımlanmış: “Hareket Vakti”, içinde dramatik düşüşler ve yükselişler barındıran, güçlü elektro gitarların fırtınamsı davullarla ve vokallerle birleştiği yüksek enerjili bir rock parçası. Şarkı; yerkürenin bize sunduğu tüm zorluklara ve aldatmalara karşı her zaman sağlam kalmayı ve fedakarlıklar yapmayı, bu uğurda verilen tüm mücadelenin kutsallığını çok yüksek bir tavırla anlatıyor.

Anlayacağınız bana söyleyecek çok bir şey kalmamış. Tanım çok doğru. Batu Akdeniz yine çok olgun, içi dolu, müzikalitesi yüksek bir iş çıkarmış ortaya. Türkçe “rock” müziğin pek de iç acıcı bir seyir izlemediği şu zamanda önemli bir boşluğu doldurmaya aday.       
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 10, 2019 11:51

August 9, 2019

Günün Şarkısı 9 Ağustos 2019


Hediye Biliç – “Çevrimiçi”

Karadeniz Ereğli’de doğmuş büyümüş Hediye Biliç, birden fazla lisans eğitimi almasına rağmen müzikte karar kılmış ve Sakarya’da konservatuar eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul’a yerleşmiş. Hem solist olarak hem de keman çalarak sahne deneyimini kazanan Biliç, ağırlıklı olarak kendi bestelerinden oluşan ve “Sildim Adını” taşıyan 6 şarkılık ilk albümünü ise 2014’de yayımlamış.

2015’de “Al Yanına”, 2017’de “Alışamadım” ve “Yolunu Bulur” teklileri ile dinleyici karşına çıkan Hediye Biliç’in yeni teklisi ise geçtiğimiz günlerde yayımlandı. “Çevrimiçi” adını taşıyan şarkının söz ve müziği Zeki Güner’e ait, düzenleme ise Genco Arı tarafından yapılmış.

Malum, artık telefonsuz bir hayat düşünemiyor, her şeyi telefonlarımızda birlikte yaşıyoruz. Hatta aşklarımızı bile… Adından da anlaşıldığı üzere bu şarkı da bu zamanlara ait, cep telefonlarıyla akıbeti şekillenen bir aşkı anlatıyor. “Bakıyorum durumun çevrimiçi,” diyor kız sevgilisine. Bu tek başına bir kıskançlık sebebi; hatta ayrılma sebebi bile olabilir. Böyle bir zamanda yaşıyoruz artık.

Şarkılarında bir hikâye anlatabilen şarkı yazarlarından biri Zeki Güner. Bu şarkıda da içine biraz da espri ve provokasyon (“sevişip sevişip hiç gelme”) katarak zamanın ruhuna uygun bir hikâye yakalamış. Genco Arı’nın düzenlemesi de hem günün ritmini yakalıyor hem de dikkatli kulak verdiğinizde fark edeceğiniz incelikli müzikal tatlar barındırıyor. Hediye Biliç ise temiz şarkıcılığı ile bütünü tamamlıyor. Şarkının bir yerinde sürpriz bir şekilde Zeki Güner de sesiyle eşlik ediyor Biliç'e. 

Hoş, hafif, eğlenceli, bir şarkı “Çevrimiçi”. Klibi de öyle. Yaz için limonata tadında.  
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 09, 2019 12:11

August 8, 2019

Günün Şarkısı 8 Ağustos 2019


Ayça ve Elma Şekerleri – “Küçük Kız”

Sene 1978. Eurovision Şarkı Yarışması’na Türkiye o yıl ikinci kez katılacak. 1975’deki hezimetten sonra iki yıl ara vermiş ve sonra tekrar gaza gelmişiz. 1977 sonunda TRT duyuruyu yapmış, müzik dünyası harıl harıl yarışmaya hazırlanıyor. Neredeyse bütün star şarkıcılar, söz yazarları ve besteciler teyakkuzda. Nitekim elemelere tam 232 şarkı gönderiliyor.

Yarı finale kalan 12 şarkı, 6 Aralık 1977 günü açıklanıyor. Finalistlerin büyük bir kısmı müzik dünyasında bilinen, tanınan isimler ama bir grup var ki onları kimse tanımıyor: Ayça ve Elma Şekerleri. Kim olduklarını kısa bir süre öğreniyoruz; 5 küçük çocuktan oluşan bir grup bu. Şarkının adı: Küçük Kız”. Sözleri Oktay Yurdatapan tarafından yazılan şarkının bestesi Baha Boduroğlu’na ait, düzenleme ise Ertuğrul Çayıroğlu tarafından yapılmış.

Elma Şekerleri’ni oluşturan çocuklardan ikisi, şarkının düzenlemesini yapan Ertuğrul Çayıroğlu’nun kızları Tülin ve Şebnem Çayıroğlu, bir diğeri o günlerde Baha Boduroğlu’yla evli olan Güzin Boduroğlu’nun kızı Aslı Gelenbe. Grubun tek erkek elemanı ise Oktay Yurdatapan’nın yeğeni olan Taner Karataş.

Yarı finale kalan şarkılar 16 ve 17 Aralık’ta iki bölüm halinde ekrana getiriliyor ve “Küçük Kız” ikinci gece izleyici karşısına çıkıyor. Çıkar çıkmaz da bir fenomene dönüşüyor. Hem çocukların hem de şarkının sevimliliği ekran başındaki herkesi kendine bağlıyor. Ama tabii konu Eurovision gibi bir milli mesele olunca sevimlilik yetmiyor. 18 Aralık’ta TRT tarafından yapılan açıklamada finale kalan 4 şarkı arasında “Küçük Kız”ın adı geçmiyor.

Şarkı 1978 yılında Bip Plak etiketiyle 45’lik olarak yayımlanıyor. Plağın ara yüzüne de “Kar Yağıyor” adlı şarkı konuluyor. Hem plak çok satıyor hem de “Küçük Kız” adeta bir çocuk şarkısı gibi okullara filan giriyor, dillere marş oluyor ve yıllarca da unutulmuyor. Ne var ki Ayça ve Elma Şekerleri’nin yolları bu 45’likten sonra ayrılıyor, Ayça ayrı Elma Şekerleri ayrı, çocuk şarkılarından oluşan birer 33’lük plak yapıyorlar.

“Küçük Kız”, uzun yıllar plaklara kaldıktan sonra ilk kez 2007 yılında Ossi Müzik tarafından yayımlanan “Bir Zamanlar 3” adlı karma albümde yer alarak gün ışığına çıktı. Eurovision Türkiye tarihimizin bu en aykırı şarkısı, masumiyet yıllarımızın simgelerinden biri olarak bugün de hâlâ dinleyeni mutlu ediyor.


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 08, 2019 09:28

Yavuz Hakan Tok's Blog

Yavuz Hakan Tok
Yavuz Hakan Tok isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Yavuz Hakan Tok's blog with rss.