Defne Suman's Blog, page 9
February 23, 2020
Atina Günlükleri 12
Sevgili Günlük okurları,
Ayurveda doktoru Robert Svaboda’nın bir sözü vardır: Haftanın bir gününü ters rutine ayırınız. Her gün ne yapıyorsanız aksini yapın. Her sabah yedide kalkıp yogaya duruyorsanız o gün saat ona kadar yatakta kalın. Kahve içiyorsanız yerine bitki çayı için gibi gibi. Ben rutinlerin insanı olarak bu anti rutin deneyine henüz girişemedim. Bir gün yogamı yapmamak bile moralimi bozarken, kahvesiz bir sabah nasıl olabilir… Ama ne demişler: Yeni bir şeyin doğması için eski bir şeyin ölmesi gerekir. Her ölüm beraberinde yas getirir. Hem yas tutmayayım, hem de hayatımda bir şeyler değişsin, dönüşsün, eskisinden daha mutlu, daha sağlıklı, huzurlu, tatminkar bir insan olayım olmuyor işte. Dönüşmekse arzumuz o zaman bir parçamızı öldürmemiz gerek. Ardından da yas tutulur.
Hayatta yeni ilişkilere yer açmak için bazen eskileri öldürmek gerekiyor. İşte bu bana çok zor geliyor. Eski dostlukların bazıları biz öldürmeden, zaten yaşları gereği ölüyorlar. Ben bunu bir türlü kabullenemiyorum. Artık çok seyrek görüştüğüm ama eskiden canım ciğerim olan bir dostla buluşmuşsam muhakkak o eski bağı yakalamak istiyorum. Yakalayamazsak -ki o bağ çoktan tarihe (toprağa) karışmış olduğu için yakalayamıyoruz- o eski dostun değiştiğine, bana soğuk davranadığına, veya muhtemelen bana bir sebepten kızgın olduğuna karar veriyorum. Bir türlü o eski bağın artık toprağa karıştığına inanmıyorum. Aynı insanla yeniden başlasak bile o eski bağı kuramayız. O öldü. Yenisini kurabiliriz.
Bunu dostluklarda anlamak zor belki. Eski sevgililerle daha kolay. Diyelim ki yıllar önce beraberdiniz ve sonra ayrıldınız, araya evlilikler, çocuklar, yaşanmışlıklar, kayıplar girdi ve yıllar sonra yeniden karşılaştınız, aşk alevlendi. Yirmi sene önceki aşkı yeniden alevlemek yerine, yenisini yaşarsınız. Yeni kimliğinizle birbirinizi tanırsınız. Dostlukar da böyle olmalı, ayrı düşmüş dostların yolları yeniden buluşursa sıfırdan kurulmalı o bağ. Benim aklım hep eskilere gidiyor. Yeniden bağ kurabilmek için eskiye değil, yeniyi bakmak lazım oysa ki.
Bunlar nereden aklıma geldi? Bugün yine dostlarla geçti. Portland’dan Meg, İstanbul’dan Beste, Burcu ve Gülçin bize geldiler. Uzun uzun bir Türk kahvaltısı ettik. Bey ile Gülçin Amerikavari bir dokunuşla kahvaltı kokteyli de hazırladılar. Sabahın erken saatlerinden itibaren evde hummalı bir çalışma vardı. Son yıllar içinde uzun soluklu yoga öğrencilerim, diğer Shadow Yoga hocaları, yazarlık atölyesinden arkadaşlarım vaktimi en çok geçirdiğim insanlar oldular. Yasemin gibi, Evren gibi çok eski dostlarla düzenli görüşüyoruz, onlarla bağ durmadan yenileniyor ama eski Cihangir arkadaşlarım, ünviersite ve lise arkadaşlarım benden uzaklaştı. Ben de onlardan. Bir yanım onları çok özlüyor. Bir yanım özlediğimin gençliğim olduğunu kulağıma fısıldıyor.
Yeni bir şeyin doğması için bir şeylerin ölmesi gerek mottosunu zaman için de kullanıyorum. Eğer öykü yazmak için zaman istiyorsam, o zamanı kullandığım bir diğer şey (uyku, sosyallik, sosyal medya, email yazışmaları) ölmese bile uykuya yatırılmalı. Bir zaman dilimi sadece o öyküye adanmalı. Veya yoga için aynı şeyi söyleyebiliriz. Ve hatta dostluklar için de… Bir dosta ayrılan zamanda diğer şeyler uyumalı. Zamanı bu şekilde kompartmanlara ayırmanın çok faydasını görüyorum ben. Tatminkar yaşamlar için zamanın parmaklarımızın arasından akıp gittiği hissine karşı bir takım önlemler almamız gerekiyor. O yine akıp gidecek tabii ama aktığı yerde biriken kumdan kule bizi mutlu edecek…
İşte böyle şeyler…
Bu pazar akşamı İstanbullu misafirlerimizi Tai yemeği yemeğe Blue Bamboo’ya götürüyoruz. Müsadenizle kalkıyorum.
Yarın görüşmek üzere…
İyi haftalar!
Defne.
[image error]
February 22, 2020
Atina Günlükleri 11
22 Şubat 2020
Atina
[image error]
Bugün dolu dolu yaşandı. Tom Robbins’in sözünü doğrularcasına, dolu olduğu için çok uzun zamana yayılmış bir gün gibi geldi bana. Bu sabah mesela, günler öncesi gibi geliyor. Dün gece Gülçin, Bey ve ben Birdman diye bir Japon barına gittik. Benim eve dönüp gece yogası yapma planlarım ilk tabak karides ile suya düştü. Eve döndüğümüzde bir enerji patlaması yaşadık ve geceyarısına kadar Madonna parçaları eşliğinde dans ettik. Bu işe en çok kediler sevindi. Havada üçlü dönüşler filan yaptılar.
Bu gece eğlencesinden sonra bu sabah sekize kadar uyundu. Üstelik yeni ayı bugün sandığımız için bu sabah da yoga yapılmadı. İstanbul’dan misafirlerimiz Beste ile Burcu gelene kadar ben birazcık öyküme baktım. Salman Rusdie’nin kitabından bir bölüm daha okudum. Kahvemi içtim. Bu arada ev doldu taştı. Hasta bakıcımız, fizyoterapist, Gülçin, iki kedi ve ben… Her şeye rağmen öyküme 300 kelime daha eklemeyi başardım. Bazen gözü karartıp kapıları kapatmak yetiyor.
Beste ile Burcu gelince yola çıktık. Kızlar arabanın arkasına sıkıştılar. Önde Bey. Direksiyonda ben Atina’nın 60 km kuzey doğusuna düşen Sesi Beach’e doğru… Başta hava yağmurlu ve soğuklu. Kırlara çıktığımızda çamları, zeytinleri fosforlu yeşile boyayan bir güneş çıktı. Denizin üzeri gümüş gibi parladı.
Sesi Beach’de bizim sık sık gittiğimiz bir balıkçı var. Gelsin salatalar, gitsin kalamarlar, karidesler, patates kızartması, şöminede kızarmış üzeri zeytinyağlı kalın ekmek dilimleri, çok taze bir kırlangıç balığı…. Yedik içtik. Çok güldük. Eğlendik. Fotoğraflar çektik. Mektubuma ekliyorum. Atina’ya akşama doğru döndük. Biraz daha bizim evde oturduk. Sonra kızlar dışarı çıktılar. Bey de yattı. Ben de sizlere böyle kısaca merhaba dedikten sonra yatıyorum.
[image error]Yarın yine dostlarla geçecek… İnsanın ülkesi toprak değil o toprağın insanlarıdır yazmıştı Kozmas Politis İzmir anılarında. Ne kadar doğru. İnsanlarım etrafımda olduğu sürede ben de vatan hasreti çekmiyorum. Siz de ülkeden uzaktaysanız etrafınızı dostlarla çevirin. Hayatta en önemli şey dostluk bence. Aşktan da aileden de daha derin ve anlamlı izler bırakan şey dostluk.
O zaman dostluğa kadeh kaldırıyoruz.
Bey dizi seyredelim diye beni bekliyor. Uyandığımızdan beri baş başa kaldığımız ilk saat bu. Yüzümü temizleyip yanına gidiyorum. Bu kadar dışa dönük bir günden sonra içe kapanmak, yan yana oturup konuşmamak iyi gider…
Hepinize sevgiler.
Yorumlar için çok teşekkür ediyorum. Hafta içinde herkese yanıt yazacağım.
Defne.
[image error]
February 21, 2020
Atina Gunlukleri 10
21 Şubat 2020
Atina
Merhaba herkese,
Bugün evden çıkarken bilgisayarimi yanıma almayı unuttum. Sizi ihmal etmek de istemediğimden Niarhos Kültür Merkezi’nin kütüphanesinden, halka açık bir bilgisayardan yazıyorum. O yuzden de turkce karakterlerim yok. Beni affedin. Eskiden emailleri boyle yazardik hatirlarsaniz. Simdi ise muthis zorlaniyorum. Belki kucuk telefonumdan yazsam daha hizli olur.
Evet bu hiç fena bir fikir değilmiş. Telefona geçtim. Türkçe karakterlere kavuştuk tekrar.
Sabah Gülçin’le çıktık. Onu Little Tree and Books’a götürdüm. Kitapların önündeki rafta yan yana oturduk ve iki saat kadar çalıştık. Benim öykünün bitinci bölümü bitti. Dört veya beş bölümden oluşacak. Yarın yeni misafirlerimiz geliyor. Burcu ile Beste. Onları da alıp deniz kıyısına balık yemeğe gideceğiz. Onlar gelmeden yazarım bir saat.
Yarın zaten yeni ay. Yoga yok. Bu gece ise Şivaratri. Yoganın en kutsal gecesi. Arınma ve ayin için, sağlık şifa için , dua için yıldızların hizası pek uygun. Bu gece yoga yapabilir ve sonrasında bir dilek tutabilirsiniz. Biz de akşam yemeğimizi erken yedik. Saat 4 gibi. Gece eve dönünce bir kısa yoga yapılır. Sabah tam bitirecekken, en derin, en açık yara haldeyken kapı çaldı ve yogam kapanmadan gün başladı. Bu gece bi kapanış da olur.
Dün benim yogaya başlayışımın on yedinci yıldönümüydü. Yoga sadhanam onyedi yaşında bir genç artık. Yakında reşit olacak. Bakalım o vakit ilişkimiz ne yola girecek! İlk hocam bana ya yogayı da bırakırsan diye sormuştu. Akademik hayatı on sene sonra bırakmıştım ya… Bilmem ki demiştim. Belki yogayı da bırakırım. Bir tek gün bile aklımdan geçirmedim. Bazı günler atlasam da son on yedi yılın yüzde 90ımda günüme yogayla başladığımı rahatlıkla söyleyebilirim. Bugün hayatımda bağrıma bastığım pek çok şey (kitaplarım ve bloğum) ve insan (sizler) bana yoganın armağandır. Doğum günün kutlu olsun yogam. Nice uzun yıllara.
Biz şu anda Niarhos Kültür Merkezindeyiz. Burası bir kaç sene önce açıldı. Muazzam bir kompleks. Milli kütüphane, opera bale, dev gibi bir botanik bahçesi, ses ışık gösterisi, terasları, balkonları, avlularıyla çok büyük bir etkinlik mekanı. O kadar büyük ki bir ucundan diğer ucuna gitmek için size bisiklet veriyorlar. Baştan aşağı her yerde tekerlekli sandalye için uygun bir biçimde inşa edilmiş. Tuvaletler dahil.
Milli kütüphanenin raflarında benim Yunanistan’da çıkan iki kitabımı, Emanet Zaman ve Yaz Sucağı’nın Yunanca baskılarını bulduk. Çok duygulandım. Böyle muhteşem bir kitap tapınağında benim hikayelerim de yer alıyor. Gülçin fotoğraflar çekti. Bir tanesini ekliyorum.
Gülçin ve Bey şimdi beni aşağıda, kafede bekliyorlar. Ben de bu kitap tapınağından ayrılıp onların yanına ineceğim. Malum gece uzun.
Yarın görüşmek üzere.
İyi şivaratriler. Herkes iyiliğin kazancağı bir dünya için dua etsin.
Sevgiler,
D.
[image error]Milli kütüphanede iki adet kitabım!
February 20, 2020
Atina Günlükleri 9
Tam ortasındayım yağmurun
karın soğuğun ortasındayım
nasıl da paylaşıyor insan isterse
nasıl da birmiş meğer hasretler
nasıl da mecburmuşuz sabretmeye
sevmeye, öğrenmeye
tam ortasındayım yolun
Bu günkü mektubuma bir MFÖ şarkısıyla başlıyorum. Günlüklerimizin tam ortasındayız. 8 günü ardımızda bıraktık ve önümüzdeki 8 gün var. Biz Bey ile yine Folk restorandayız. Gülçin’i bekliyoruz. Gülçin bizim İstanbul’daki ev arkadaşımız, benim uzun soluklu öğrencim, asistanım, sağ kolum. Bu hafta sonunu bizimle geçirmeye Atina’ya geldi. Biz Gülçin’e Orhan Pamuk’un Kar romanından bildiğimiz bir numara çektik: Okuyanlar hatırlayacaktır. Daha başlarda, Ka Kars’a vardığında, kent gazetesinde Ka’nın o akşamki temsile katılacağı ve Kar isimli yeni şiirini okuyacağı yazılır. Oysa Ka’nın ne Kar adında yeni bir şiiri vardır, ne de akşamki temsile katılmaya niyeti. Bunu gazetenin sahibine bildirdiğinde, sahip güler ve der ki biz gazetemizde haberini verdiktens sonra geleceğin yazıldığı olmuştur. (Tamamen hafızamda kaldığı gibi yazıyorum, kitap yanımda değil) İşte biz de aslında buraya Cuma akşamı gelecek olan Gülçin’e o kadar çok kere Perşembe akşamı görüşürüz, dedik ki sonunda kadın biletini değiştirdi, perşembe geldi. Kuantum buna denir!
Şimdi otobüsle Sintagma meydanına varmıştır. Sırt çantasıyla buraya, Folk’a yürüyecek. Yağmur yapıyor. Atinalılarda moral yerlerde. Yağmura hiç tahammülü yok bu şehirde yaşayanların. Hemen yüzler düşüyor. Yılın 360 günü altın ışıkla aydınlanan şehirlerinin karanlık yüzünü görmeye dayanamıyorlar.
Bugün benim mood ölçerim epey alçaklarda gezindi. Dünya kadar email geldi sizlerden. Sabah yoga yapamadım. Yogasız başlayan bir günün devamı huysuz, tahammülsüz geçiyor. Eski halimi hatırlıyorum. Kavga çıkartmak için fırsat kolluyorum. Yitirdiğim hiç bir şeyin karşısına kazançlarımı yazamıyorum. Aklım hep kayıpların dalgasında sörf yapıyor. En çok yasını tuttuğum şey bekarlığım, bağımsızlığım, özgürlüğüm, hiç konuşmadan geçireceğim uzun sabahlarım, atlayıp uçağa gideceğim günlerim, ucu açık biletlerim…
Bu bağımsızlık hayallerinin ancak bir çerçevede anlam kazanacağını bilecek kadar özgürlüğü tattım. Eğer etrafına bir sınır çizilmezse bağımsızlık çok derin bir yalnızlığa ve kedere dönüşüyor. Bunu bilecek kadar da başı boş dolandım. Yine de yıldızların, hormonların veya karaciğer enzimlerinin etkisi altında kaldığım böyle huysuz günlerimde büyük resmi görmeyi reddeden bir tarafım oluyor. Vızıklanıp kavga çıkardım. Bey sessizce dinledi. Hep sessizce dinler zaten. Çözüm üretmeye çalışmaz. Bu açıdan onu takdir ederim. O da eskiden böyle değildi. Kendini terbiye etti. Nihayetinde benim tek istediğim duyulmak. Derdime derman bulunması değil. Ben vızıldarken Mili kedimiz aramızda gidip geldi, mivayladı, başını sevdirmek için şekilden şekle girdi garibim. Sonunda bizi güldürmeyi başardı.
Bugün öykümle azıcık ilgilenebildim ama olsun. Mühim olan öykümüze her gün bir defa ziyarette bulunmak ve anlatıcımızın sesini iç kulağımızda bir dakikalığına da olsa duymak. Size de tavsiyem öykülerinize bir cümle dahi ekleyecek olsanız, onlarla bir kısa buluşun. Öyküler nasıl gidiyor bu arada?
Yağmura aldırmadan evden çıktık. Taksiyle yine Folk lokantasına geldik yine. Tekerlekli sandalyeyle taksiyle indi, bindi olayında usta olduk artık. Engelimizi neredeyse unutuyoruz Atina’da yaşar iken.
Veeee şimdi size bu satırları yazarken Gülçin sırtında çantasıyla Folk lokantasındann içeri girdi. Hiç de sabahın altısında evden çıkmış bir hali yok, iki dirhem bir çekirdek. Birazdan çekeceğimiz fotoğraftan siz de göreceksiniz. Bu Atina Günlükleri işe yarıyor. Her akşam yeni bir misafirimiz var. Sizi de bekliyoruz. İstanbullular için Ankara’dan yakın, İzmirliler için yarım saatlik uçak yolculuğu.
Biz yemeğe başlıyoruz.
HEpinize sevgiler![image error]
Yarın görüşürüz.
February 19, 2020
Atina Günlükleri 8
Sevgili Günlük okurları,
Bugün iyice geç kaldım. Herhalde siz bu satırları yarın okuyacaksınız. Türkiye’de olanlarınız benden bir saat ileride, yatmaya hazırlanıyorsunuzdur.
Bugün nasıl geçti bilmiyorum. Parmaklarımın arasından kum gibi aktı gitti. Oysa sabah 6:30da kalmış, bir gatika kitap kahve ve sonra bir saat yoga yapmıştım. Yeni bakıcımız geldi. Eğitimi sürüyor. Bey’i yataktan kaldırma, giydirme, kahve makinesine götürme talimi önce. Sonra Bey kahve makinesiyle baş başa bir gatika geçirmek istiyor. Bir gatika yirmi dört dakika, yogada bir zaman ölçüsü. O sırada ben de yeni bakıcımıza yatağı toplamayı, ortalığı toplamayı, kedi tuvaletini gösteriyorum. Sonra Bey’in tuvaleti, ardından kahvaltı, kahvaltının toplanması, günün çamaşırı…
Derken bana fenalık geldi. Sabah sabah evde kalmayı zaten hiç sevmem. Sabah sabah ev iş yapmayı hiç hiç sevmem. Sabah sabah sosyalleşmeyi, hele de çok iyi tanımadığım insanlarla bir arada vakit geçirmeyi hiç hiç hiç sevmem. Afakanlar bastı bana. Bilgisayarımı ve Yunanca kitabımı bisiklet çantama attım. Bana biraz müsade, ne olur. Çıktım. Oh! Dünya varmış. Bisikletle Kaldi kafeye gittim. Orası da ana bana günü. Pencere önündeki uzun rafta zar zor bir yer açtım kendime. Yunanca ödevlerime başladım.
Böyle afakanlar basında aklıma babam geliyor. Ona da olurdu bu. Çıkar yürürdü o da. Veya bir yere kıvrılır uyurdu. Ben de suyum kaynayınca uyurum. Babamın gömleğinin koltuk altları lekelenirdi bu afakan basması anında. Nerede olursa olalım girer yıkardı. Sonra da gömleğine fön tutardı, kurusun diye. Teke gibi bir koku çıkarmış o anlarda babamın teninden. Bana da benzer bir ateş basıyor bu sevmediğim işler üstüste üzerime geldiğinde. Aynı, apaynı teke kokusu benim derimden de fışkıyor. Çok geç noktasına gelmeden bir dur demek gerekiyor. Yani afakan basmadan ben çıkmalıyım evden.
Kaldi Kafe’de bir buçuk saat oturdum. Öğrencilere email yazdım, yeni ders programını, Şirince inzivasını hazırladım. Sosyal medya ve blogdaki yorumları yanıtladım. Kurumsal işini bırakan bir arkadaşım, tam zamanlı yoga hocalığının günde en az iki saat bilgisayar başında çalışmak olduğunu duyunca çok şaşırmıştı. Bu iki saat kurs kayıtları, workshop duyuruları yapılmadığı sakin günlerde. Kayıtlar başlayınca bir de bunun muhasebesi ekleniyor saatlere. Kitap tanıtımı etkinlikleri için yazışmalar, etkinlik duyurularının hazırlanması, yayınvevleriyle görüşmeler, çeviri kontrolleri vs ise bir yazarın en az bir saatini alıyordur. Hem yoga hocası hem de yazar olmak varsa kısmetinizde günde en az iki saatinizi bilgisayar başında organizasyon yaparak geçireceğinizi hatırlatayım size.
Atina Günlükleri 8
Sevgili Günlük okurları,
Bugün iyice geç kaldım. Herhalde siz bu satırları yarın okuyacaksınız. Türkiye’de olanlarınız benden bir saat ileride, yatmaya hazırlanıyorsunuzdur.
Bugün nasıl geçti bilmiyorum. Parmaklarımın arasından kum gibi aktı gitti. Oysa sabah 6:30da kalmıÅ, bir gatika kitap kahve ve sonra bir saat yoga yapmıÅtım. Yeni bakıcımız geldi. EÄitimi sürüyor. Bey’i yataktan kaldırma, giydirme, kahve makinesine götürme talimi önce. Sonra Bey kahve makinesiyle baÅ baÅa bir gatika geçirmek istiyor. Bir gatika yirmi dört dakika, yogada bir zaman ölçüsü. O sırada ben de yeni bakıcımıza yataÄı toplamayı, ortalıÄı toplamayı, kedi tuvaletini gösteriyorum. Sonra Bey’in tuvaleti, ardından kahvaltı, kahvaltının toplanması, günün çamaÅırı…
Derken bana fenalık geldi. Sabah sabah evde kalmayı zaten hiç sevmem. Sabah sabah ev iÅ yapmayı hiç hiç sevmem. Sabah sabah sosyalleÅmeyi, hele de çok iyi tanımadıÄım insanlarla bir arada vakit geçirmeyi hiç hiç hiç sevmem. Afakanlar bastı bana. Bilgisayarımı ve Yunanca kitabımı bisiklet çantama attım. Bana biraz müsade, ne olur. Ãıktım. Oh! Dünya varmıÅ. Bisikletle Kaldi kafeye gittim. Orası da ana bana günü. Pencere önündeki uzun rafta zar zor bir yer açtım kendime. Yunanca ödevlerime baÅladım.
Böyle afakanlar basında aklıma babam geliyor. Ona da olurdu bu. Ãıkar yürürdü o da. Veya bir yere kıvrılır uyurdu. Ben de suyum kaynayınca uyurum. Babamın gömleÄinin koltuk altları lekelenirdi bu afakan basması anında. Nerede olursa olalım girer yıkardı. Sonra da gömleÄine fön tutardı, kurusun diye. Teke gibi bir koku çıkarmıŠo anlarda babamın teninden. Bana da benzer bir ateÅ basıyor bu sevmediÄim iÅler üstüste üzerime geldiÄinde. Aynı, apaynı teke kokusu benim derimden de fıÅkıyor. Ãok geç noktasına gelmeden bir dur demek gerekiyor. Yani afakan basmadan ben çıkmalıyım evden.
Kaldi Kafe’de bir buçuk saat oturdum. ÃÄrencilere email yazdım, yeni ders programını, Åirince inzivasını hazırladım. Sosyal medya ve blogdaki yorumları yanıtladım. Kurumsal iÅini bırakan bir arkadaÅım, tam zamanlı yoga hocalıÄının günde en az iki saat bilgisayar baÅında çalıÅmak olduÄunu duyunca çok ÅaÅırmıÅtı. Bu iki saat kurs kayıtları, workshop duyuruları yapılmadıÄı sakin günlerde. Kayıtlar baÅlayınca bir de bunun muhasebesi ekleniyor saatlere. Kitap tanıtımı etkinlikleri için yazıÅmalar, etkinlik duyurularının hazırlanması, yayınvevleriyle görüÅmeler, çeviri kontrolleri vs ise bir yazarın en az bir saatini alıyordur. Hem yoga hocası hem de yazar olmak varsa kısmetinizde günde en az iki saatinizi bilgisayar baÅında organizasyon yaparak geçireceÄinizi hatırlatayım size.
Neyse o sırada ben günlük kahve dozumu aldıÄımdan mı ne, yoksa Yunanca dersinden sonra artık sokaÄa çıkacak halim kalmadıÄından mı bilmem bu akÅam evde oturdum. Bol baharatlı bitki çayımı piÅirdim. Salman Rushdie’yi okurken onu içtim. Eylül Konukları öyküsüyle bir saat kadar uÄraÅtım. Åimdi de karÅısınızdayım. Burada saat 21:30. Bey odamdan çıkayım da yatalım diye bekliyor. Kahvaltı ve erken akÅam yemeÄini saymazsak beraber geçirdiÄimiz en nitelikli zaman yatak vaktimiz. O zaman sohbet ediyoruz, film seyrediyoruz, dertleÅiyoruz, kedilerle oynuyoruz.
O yüzden bu akÅamlık burada sizden ayrılıyorum. Tom Robbins’in Åöyle bir Åey yazdıÄını hatırlıyorum: İnsan hiç bir Åey yapmadıÄında zaman hızlı akar, çok Åey yapılan bir günün süresiyse uzun, upuzun gelir insana. Ben bugün hiç bir Åey yapmamıŠgibi hissediyorum kendimi. Birden gece oldu. Hep daha uzun saatlerim olsun yazmaya, okumaya, yazdıklarımı düzetlmeye, akÅam yogasına, sabah yogasına istiyorum… Sonra uykum geliyor.
Yarın görüÅmek üzere…
Defne.
[image error]bu akÅam evdeyiz
February 18, 2020
Atina Günlükleri 7
18 Şubat 2020
Atina
[image error]Little Tree and Books – Tartışmasız en sevgili kahvem
Sevgili Günlük okurları,
Bugün çok güzel bir gün olarak başladı ve son bir kaç saate kadar da öyle sürdü. Hatta ben bu bloğa yazmaya başladığımda ümitli ve sevinçliydim. Osman Kavala, Yiğit Aksakoğlu ve tüm dostlarımızın Gezi davasından beraat ettiklerinin haberini almıştım. Bu müjde telefonuma mesaj olarak düştüğünde ben bakkalın önünde bisikletimi çözüyordum. O anda sadece bisikletin değil, içimin de zincirleri boşaldı ve ağlamaya başladım. Demek adaletsizlik ve iyiliğin böyle hunharca katledilmesi çabası içimde koca bir yumruymuş.
Sonra hevesimiz kursağımızda kaldı. Beraat kararı çıkmış ama Osman Kavala salınmayacakmış. Bu haberin doğru olmadığını umarak Arundathi Roy’un yazısını hatırlıyorum. Özellikle de şu cümlesini:
“Birçoğumuz “Başka bir dünya mümkün”ün hayalini kurarken, bu adamlar da aynı şeyin hayalini kuruyorlar. Ve onların rüyası –bizim kabusumuz– ne yazık ki gerçekleşmek üzere.” (Yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz)
Sonra eve koştum ve müjdeyi Bey’e, o sırada bizim evde buluna kayınvalideme ve hatta bugün iş başı yapan yeni bakıcımıza vermek istedim. Verdim de. Ama sevincimi paylaşamadılar. Paylaşamazlar. Bu da yabancı bir damada varmanın dayanılmaz hafifliği. Neyse ki Facebook var ve herşeye rağmen iyi ki var! İnstagrama dudak büküp, twitter’dan şaşmasak da Facebook bunların arasında en samimi mecra olarak yerini buldu mu ne? Benim Facebook’da bir bayram havası ki sormayın! Sevincimiz katlanarak çoğalsın dilerdim. Hala da diliyorum.
Bizim domestik cephede de haberler iyi. Yeni bakıcımız, biz yaşlarda, akıllı bir kadın. Sabah 9’da geldi, öğleden sonra üçe kadar kaldı. Hızlı öğreniyor. Bugün ben demo yaptım, o seyretti. Ortalığı toplayıp temizledi. Temizlik tekniği dersinde kaynanamdan geçer not aldı. Beraber kahvaltı ettik. Bey’i kaldırdık, yıkadık, giydirdik. Kedilerle oynadık. Ancak o gittiğinde ben çok yorulmuştum. Yükselen duygulardan sersemlemiş bi biçimde, saat 4 gibi yediğimiz erken akşam yemeğimizden sonra kanepeye uzandım, alarmı 24 dakikaya kurdum (24 dakika=1 gatika=yoga bir zaman birimi). O gatika boyunca sanıtım hayatımın ennn derin uykusunu uyudum. 24 dakika sonra alarm çalarken nerede olduğumu, neden uyandığımı filan uzun süre hatırlayamadım. Kara deliğe düşmüşüm sanki. Nihayet ayaklandığımda gördüm ki kediler ve Bey de derin bir uykunun kucağına düşmüşler. Artık yıldızlara ne olduysa o sırada….
Çantamı hazırlayıp evden çıktığımda saat 5 buçuk olmuştu. Bugün Atina’nın toplu taşıma araçları genel greve girdi. Metro, otobüs, troleybüs, tramvay hiç biri çalışmıyor. Sabah trafik felçti, herkes arabasını almış çıkmış tabii. AMa akşam 5 buçukta ortalık süt liman. Belki de millet korkup erkenden evine döndü, bilmiyorum. Kolaylıkla bir taksi bulup Little TRee and Books’a geldim. Badem sütlü kakaomu içerken Salman Rushdie’nin yeni kitabu Quichotte’tan bir kaç sayfa okudum. Kitap çok iyi. Ursula le Quin demiş ki Rushdie bizim Şehrazat’ımızdır. Katılıyorum sevgili Ursula’ya. Rushdie bizim Şehrazat’ımız. Bir hikayeden diğerine kayar gibi geçiyorsun ve her biri hayalinde yıllarca yaşıyor. Bu işte ustalık.
Bir kaç sayfa okuduktan sonra baktım, kendi öyküme başlamak için sabırsızlanıyorum. Pansiyonda geçen öykü. Ne vapur, ne tren, ne otogar. Sorry. AMa biliyorum siz heveslendiniz. Siz yazın o öyküleri. Ben pansiyona başladım. Öykünün veya ilk bölümün adı Eylül Konukları. 1000 kelime yazdım. Aktı gitti. Yarın biraz şekil veririm bu ilk 1000 kelimeye. Şimdilik üst üste yığdığım çamur gibi. Yarın bıçakla gireceğim. Biraz da yeni bölüm yazarım.
Gece çöktü artık. Eve dönme vakti. Bu saatlere kadar sokakta kaldığım görülmüş şey değildir ama bugün özel bir gündü. Öyle sürmesi dileğimle…
Hepinize sevgiler.
Atina Günlükleri 7
18 Åubat 2020
Atina
[image error]Little Tree and Books – TartıÅmasız en sevgili kahvem
Sevgili Günlük okurları,
Bugün çok güzel bir gün olarak baÅladı ve son bir kaç saate kadar da öyle sürdü. Hatta ben bu bloÄa yazmaya baÅladıÄımda ümitli ve sevinçliydim. Osman Kavala, YiÄit AksakoÄlu ve tüm dostlarımızın Gezi davasından beraat ettiklerinin haberini almıÅtım. Bu müjde telefonuma mesaj olarak düÅtüÄünde ben bakkalın önünde bisikletimi çözüyordum. O anda sadece bisikletin deÄil, içimin de zincirleri boÅaldı ve aÄlamaya baÅladım. Demek adaletsizlik ve iyiliÄin böyle hunharca katledilmesi çabası içimde koca bir yumruymuÅ.
Sonra hevesimiz kursaÄımızda kaldı. Beraat kararı çıkmıŠama Osman Kavala salınmayacakmıÅ. Bu haberin doÄru olmadıÄını umarak Arundathi Roy’un yazısını hatırlıyorum. Ãzellikle de Åu cümlesini:
“BirçoÄumuz âBaÅka bir dünya mümkünâün hayalini kurarken, bu adamlar da aynı Åeyin hayalini kuruyorlar. Ve onların rüyası âbizim kabusumuzâ ne yazık ki gerçekleÅmek üzere.” (Yazının tamamını buradan okuyabilirsiniz)
Sonra eve koÅtum ve müjdeyi Bey’e, o sırada bizim evde buluna kayınvalideme ve hatta bugün iÅ baÅı yapan yeni bakıcımıza vermek istedim. Verdim de. Ama sevincimi paylaÅamadılar. PaylaÅamazlar. Bu da yabancı bir damada varmanın dayanılmaz hafifliÄi. Neyse ki Facebook var ve herÅeye raÄmen iyi ki var! İnstagrama dudak büküp, twitter’dan ÅaÅmasak da Facebook bunların arasında en samimi mecra olarak yerini buldu mu ne? Benim Facebook’da bir bayram havası ki sormayın! Sevincimiz katlanarak çoÄalsın dilerdim. Hala da diliyorum.
Bizim domestik cephede de haberler iyi. Yeni bakıcımız, biz yaÅlarda, akıllı bir kadın. Sabah 9’da geldi, öÄleden sonra üçe kadar kaldı. Hızlı öÄreniyor. Bugün ben demo yaptım, o seyretti. OrtalıÄı toplayıp temizledi. Temizlik tekniÄi dersinde kaynanamdan geçer not aldı. Beraber kahvaltı ettik. Bey’i kaldırdık, yıkadık, giydirdik. Kedilerle oynadık. Ancak o gittiÄinde ben çok yorulmuÅtum. Yükselen duygulardan sersemlemiÅ bi biçimde, saat 4 gibi yediÄimiz erken akÅam yemeÄimizden sonra kanepeye uzandım, alarmı 24 dakikaya kurdum (24 dakika=1 gatika=yoga bir zaman birimi). O gatika boyunca sanıtım hayatımın ennn derin uykusunu uyudum. 24 dakika sonra alarm çalarken nerede olduÄumu, neden uyandıÄımı filan uzun süre hatırlayamadım. Kara deliÄe düÅmüÅüm sanki. Nihayet ayaklandıÄımda gördüm ki kediler ve Bey de derin bir uykunun kucaÄına düÅmüÅler. Artık yıldızlara ne olduysa o sırada….
Ãantamı hazırlayıp evden çıktıÄımda saat 5 buçuk olmuÅtu. Bugün Atina’nın toplu taÅıma araçları genel greve girdi. Metro, otobüs, troleybüs, tramvay hiç biri çalıÅmıyor. Sabah trafik felçti, herkes arabasını almıŠçıkmıŠtabii. AMa akÅam 5 buçukta ortalık süt liman. Belki de millet korkup erkenden evine döndü, bilmiyorum. Kolaylıkla bir taksi bulup Little TRee and Books’a geldim. Badem sütlü kakaomu içerken Salman Rushdie’nin yeni kitabu Quichotte’tan bir kaç sayfa okudum. Kitap çok iyi. Ursula le Quin demiÅ ki Rushdie bizim Åehrazat’ımızdır. Katılıyorum sevgili Ursula’ya. Rushdie bizim Åehrazat’ımız. Bir hikayeden diÄerine kayar gibi geçiyorsun ve her biri hayalinde yıllarca yaÅıyor. Bu iÅte ustalık.
Bir kaç sayfa okuduktan sonra baktım, kendi öyküme baÅlamak için sabırsızlanıyorum. Pansiyonda geçen öykü. Ne vapur, ne tren, ne otogar. Sorry. AMa biliyorum siz heveslendiniz. Siz yazın o öyküleri. Ben pansiyona baÅladım. Ãykünün veya ilk bölümün adı Eylül Konukları. 1000 kelime yazdım. Aktı gitti. Yarın biraz Åekil veririm bu ilk 1000 kelimeye. Åimdilik üst üste yıÄdıÄım çamur gibi. Yarın bıçakla gireceÄim. Biraz da yeni bölüm yazarım.
Gece çöktü artık. Eve dönme vakti. Bu saatlere kadar sokakta kaldıÄım görülmüŠÅey deÄildir ama bugün özel bir gündü. Ãyle sürmesi dileÄimle…
Hepinize sevgiler.
February 17, 2020
Atina Günlükleri 6
17 Şubat 2020
Atina
Sevgili Günlükzadeler,
[image error]Trende
Altıncı günümüze geldik. Bugün her şey ağır başladı. Belki dün dışarı çıkıp fazlaca sosyalleştiğimiz için bir türlü uyanamadık. Uyandıktan sonra da hayata hızlıca atılamadık. İkinci yatak odamız bir takım inşaatlar yüzünden toz altındaydı. Onu temizledik. Kahvaltı ettik. Giyindik. Ben Gezi davalarıyla ilgili yazıları okurken iyice ağırlaştım. Öğleden sonra bisikletime atlayıp sokağa çıktım. Size ve kendime söz verdiğim öyküye başlayamayacağımı hissediyordum. Bunca adaletsizlik varken, ne öyküsü diyordum. Dİyordum ama yine de çayımı sipariş edip de bir kahvenin masasına oturduğumda bu hayatta bana başka bir yol sunulmamış olduğunu anladım. Defterimi açıp bir iki not aldım. Tren, vapur, otogar? Notlar alıyordum. Bir tren yolculuğunun bende uyandırdığı hisler ve anılar… Ankara, Mavi Tren, yataklı… Bir defasında ODTÜ sosyoloji konferansına gidiyorduk, Boğaziçi Sosyoloji lisans ve yüksek lisans öğrencileri. Yemekli vagonda yemiş, içmiş, memleketi kurtarmış, biraz daha yemiş, içmiş çok gülmüştük. Dışarıda kar yağıyordu. Boğazlı kazaklar giyiyorduk ve yanılmıyorsam yemekli vagonda sigara içiliyordu. Bir ara başımı çevirip dışarı bakmıştım. Bembeyaz karla kaplı bozkır, süt gibi bir geceye karışıyordu. İçim huzur ve mutlulukla dolmuştu. ODTÜ’ye bildiri sunmaya gidiyorduk. Güzel günler bizi bekliyordu ve ODTÜ’nün yakışıklı sosyologları. Neden sonra trenin hiç yerinden kımıldamadığını fark etmiştim. Meğer saatlerdir aynı yerde duruyormuşuz. Fatih eksperesi arıza yapmış! Ankara’ya saatler sonra varmıştık.
Başka trenler? Bangkok-Nong Khai arasını defalarca gidip geldim. O da yataklı trendir. AMa bizim Mavi Tren gibi değil, tüm vagon beraber uyunur. Yatakhane gibi. Ortada ince uzun bir koridor. İstasyonlarda durdukça pirinç patlağı satan genç kızları o ince koridorda yürürler. Sabah uyanınca, Nong Khai yönünde gidiyorsanız fosforlu yeşil pirinç tarlalarına doğan güneşi seyrederseniz.
Veya Hindistan’da, Delhi’den Rişikeş’e giderken bindiğim bir trende, yer ayırmadığım için ayakta kalmıştım. Tüm tren halkı pek dert etmişti, yerlere oturmama katiyen izin vermemişlerdi. Sonunda Astrolog bir yaşlı amcayla, teyze oturdukları tahta sırada bana da bir yer açıp, beni aralarına almışlardı. Kumbmela’ya gidiyorlardı. 4 yılda bir yapılan ve milyonlarda Hindu’nun katıldığı bir hacdır Kumbmela. O sene (2004) benim trenin gittiği yönde bir yerde yapılıyordu sanırım, pek çok kişi hac yolcusuydu. Ben Rişikeş’te dokuz çocuklu bir kadının peşinden trenden atlamış, onların peşinde Ram Jula köprüsünü geçmiştim.
[image error]Nong Khai yolunda trenden bir görüntü
Otogar ve vapurla ilgili notları da döktüm önüme ve sonunda ne vapur, ne tren ne de otogar bir pansiyon hikayesi belirmeye başladı hayalimde. Yaz sonu pansiyon. Buna ben bir ara başlamıştım ama şimdi yeni bir çerçevede, yeni bir teknikle yazmayı düşündüm. Size söz verdiğim üzere bir saat çiziktirdim. Aklımdaki hikayeyi farklı karakterlere anlattırdım. 5N1K haritasını çıkarttım. Karakterlerin isimlerine karar verdim. Kurguyu kabaca hazırladım. İlk paragrafı yazdım. Yarın devam.
Demek ki neymiş? Memleketin iç karartan haberleriyle ağırlaşıp da edebiyattan, yazıdan, yaşamdan vazgeçmek yok. Üstelik 10 yıllık sosyoloji eğitimimin ve 15 yıllık yoga kozmolojisi çalışmalarımın bana verdiği yetkiye dayanarak şunu da söylebilirim ki gezegenin ve kainatın şu anda vardığı noktada bizim memleketimiz adaletsizliğin ve kötülüğün tek adresi değil. Aksine tüm dünyanın izlediği bir trend var, bizimki de o yolda gidiyor. Ne diyor sevgili Leonard Cohen? Get ready for future. It is murder. Bunu hatırlamak içimizi rahatlatıyor mu? Yüreğimizi hafifletiyor mu? Hayır ama yalnız olmadığımızı hatırlıyoruz. Ben de edebiyat annem diye bağrıma bastığım Arundhati Roy’un bir konuşmasını hatırladım bu yazıya başlamadan. Şöyle diyordu:
Edebiyat bizim sığınağımız. O yüzden ona ihtiyacımız var.
Ben bir adım daha ileri götüreceğim. Sadece sığınağımız değil, kurtuluşumız da edebiyatta saklı… İnsanlığı bize hatırlattığı için.
Nasıl gidiyor tren, vapur, otogar öyküleri? Yoksa sizinki de hedefi şaşırdı, kendi yoluna gidiyor mu? Öyle ise nereye gidiyor? Bana yazın.
Sevgilerimle,
Defne
Not: Arundathi Roy’un yazısını buraya koyuyorum.
Not 2: Bir dostum günlüklerden öyle etkilenmiş ki atlamış Atina’ya gelmiş! Bu akşam Bey ile onu yemeğe çıkarıyoruz. Bisiklete atlayıp eve dönmeliyim şimdi.
Not 3. Eski fotoğraflar arasında Nong Khai treninden bir tane bulursam buraya ekleyeceğim.
[image error]Tayland’da yataklı tren
Atina Günlükleri 6
17 Åubat 2020
Atina
Sevgili Günlükzadeler,
[image error]Trende
Altıncı günümüze geldik. Bugün her Åey aÄır baÅladı. Belki dün dıÅarı çıkıp fazlaca sosyalleÅtiÄimiz için bir türlü uyanamadık. Uyandıktan sonra da hayata hızlıca atılamadık. İkinci yatak odamız bir takım inÅaatlar yüzünden toz altındaydı. Onu temizledik. Kahvaltı ettik. Giyindik. Ben Gezi davalarıyla ilgili yazıları okurken iyice aÄırlaÅtım. ÃÄleden sonra bisikletime atlayıp sokaÄa çıktım. Size ve kendime söz verdiÄim öyküye baÅlayamayacaÄımı hissediyordum. Bunca adaletsizlik varken, ne öyküsü diyordum. Dİyordum ama yine de çayımı sipariÅ edip de bir kahvenin masasına oturduÄumda bu hayatta bana baÅka bir yol sunulmamıŠolduÄunu anladım. Defterimi açıp bir iki not aldım. Tren, vapur, otogar? Notlar alıyordum. Bir tren yolculuÄunun bende uyandırdıÄı hisler ve anılar… Ankara, Mavi Tren, yataklı… Bir defasında ODTà sosyoloji konferansına gidiyorduk, BoÄaziçi Sosyoloji lisans ve yüksek lisans öÄrencileri. Yemekli vagonda yemiÅ, içmiÅ, memleketi kurtarmıÅ, biraz daha yemiÅ, içmiŠçok gülmüÅtük. DıÅarıda kar yaÄıyordu. BoÄazlı kazaklar giyiyorduk ve yanılmıyorsam yemekli vagonda sigara içiliyordu. Bir ara baÅımı çevirip dıÅarı bakmıÅtım. Bembeyaz karla kaplı bozkır, süt gibi bir geceye karıÅıyordu. İçim huzur ve mutlulukla dolmuÅtu. ODTÃ’ye bildiri sunmaya gidiyorduk. Güzel günler bizi bekliyordu ve ODTÃ’nün yakıÅıklı sosyologları. Neden sonra trenin hiç yerinden kımıldamadıÄını fark etmiÅtim. MeÄer saatlerdir aynı yerde duruyormuÅuz. Fatih eksperesi arıza yapmıÅ! Ankara’ya saatler sonra varmıÅtık.
BaÅka trenler? Bangkok-Nong Khai arasını defalarca gidip geldim. O da yataklı trendir. AMa bizim Mavi Tren gibi deÄil, tüm vagon beraber uyunur. Yatakhane gibi. Ortada ince uzun bir koridor. İstasyonlarda durdukça pirinç patlaÄı satan genç kızları o ince koridorda yürürler. Sabah uyanınca, Nong Khai yönünde gidiyorsanız fosforlu yeÅil pirinç tarlalarına doÄan güneÅi seyrederseniz.
Veya Hindistan’da, Delhi’den RiÅikeÅ’e giderken bindiÄim bir trende, yer ayırmadıÄım için ayakta kalmıÅtım. Tüm tren halkı pek dert etmiÅti, yerlere oturmama katiyen izin vermemiÅlerdi. Sonunda Astrolog bir yaÅlı amcayla, teyze oturdukları tahta sırada bana da bir yer açıp, beni aralarına almıÅlardı. Kumbmela’ya gidiyorlardı. 4 yılda bir yapılan ve milyonlarda Hindu’nun katıldıÄı bir hacdır Kumbmela. O sene (2004) benim trenin gittiÄi yönde bir yerde yapılıyordu sanırım, pek çok kiÅi hac yolcusuydu. Ben RiÅikeÅ’te dokuz çocuklu bir kadının peÅinden trenden atlamıÅ, onların peÅinde Ram Jula köprüsünü geçmiÅtim.
[image error]Nong Khai yolunda trenden bir görüntü
Otogar ve vapurla ilgili notları da döktüm önüme ve sonunda ne vapur, ne tren ne de otogar bir pansiyon hikayesi belirmeye baÅladı hayalimde. Yaz sonu pansiyon. Buna ben bir ara baÅlamıÅtım ama Åimdi yeni bir çerçevede, yeni bir teknikle yazmayı düÅündüm. Size söz verdiÄim üzere bir saat çiziktirdim. Aklımdaki hikayeyi farklı karakterlere anlattırdım. 5N1K haritasını çıkarttım. Karakterlerin isimlerine karar verdim. Kurguyu kabaca hazırladım. İlk paragrafı yazdım. Yarın devam.
Demek ki neymiÅ? Memleketin iç karartan haberleriyle aÄırlaÅıp da edebiyattan, yazıdan, yaÅamdan vazgeçmek yok. Ãstelik 10 yıllık sosyoloji eÄitimimin ve 15 yıllık yoga kozmolojisi çalıÅmalarımın bana verdiÄi yetkiye dayanarak Åunu da söylebilirim ki gezegenin ve kainatın Åu anda vardıÄı noktada bizim memleketimiz adaletsizliÄin ve kötülüÄün tek adresi deÄil. Aksine tüm dünyanın izlediÄi bir trend var, bizimki de o yolda gidiyor. Ne diyor sevgili Leonard Cohen? Get ready for future. It is murder. Bunu hatırlamak içimizi rahatlatıyor mu? YüreÄimizi hafifletiyor mu? Hayır ama yalnız olmadıÄımızı hatırlıyoruz. Ben de edebiyat annem diye baÄrıma bastıÄım Arundhati Roy’un bir konuÅmasını hatırladım bu yazıya baÅlamadan. Åöyle diyordu:
Edebiyat bizim sıÄınaÄımız. O yüzden ona ihtiyacımız var.
Ben bir adım daha ileri götüreceÄim. Sadece sıÄınaÄımız deÄil, kurtuluÅumız da edebiyatta saklı… İnsanlıÄı bize hatırlattıÄı için.
Nasıl gidiyor tren, vapur, otogar öyküleri? Yoksa sizinki de hedefi ÅaÅırdı, kendi yoluna gidiyor mu? Ãyle ise nereye gidiyor? Bana yazın.
Sevgilerimle,
Defne
Not: Arundathi Roy’un yazısını buraya koyuyorum.
Not 2: Bir dostum günlüklerden öyle etkilenmiÅ ki atlamıŠAtina’ya gelmiÅ! Bu akÅam Bey ile onu yemeÄe çıkarıyoruz. Bisiklete atlayıp eve dönmeliyim Åimdi.
Not 3. Eski fotoÄraflar arasında Nong Khai treninden bir tane bulursam buraya ekleyeceÄim.
[image error]Tayland’da yataklı tren