Defne Suman's Blog, page 11

February 5, 2020

Minoa’da Bu Cuma Söyleşi ve İmza

Herkese merhaba!


İstanbul’un en sevdiğim kitapçı kahvelerinden birinde, Minoa Bookstore’da bu Cuma yeni kitabım İnsanlık Hali’nin konuşuyoruz. Sevgili Nazlı Gürkaş soracak ve ben yanıtlayacağım. Yoga, yaratıcılık, evlilik, ilişkiler, yas ve nice insanlık hali hakkında konuşacağımız zengin bir sohbet olacağını umuyorum. Söyleşiden sonra da Minoa’nın cafesinde caz dinletisi varmış. Gelirseniz çok sevinirim!


7 Şubat Cuma


19:00, Minoa Bookstore Cafe, Akaretler


[image error]

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 05, 2020 04:04

Minoa’da Bu Cuma Söyleşi ve İmza

Herkese merhaba!


İstanbul’un en sevdiğim kitapçı kahvelerinden birinde, Minoa Bookstore’da bu Cuma yeni kitabım İnsanlık Hali’nin konuşuyoruz. Sevgili Nazlı Gürkaş soracak ve ben yanıtlayacağım. Yoga, yaratıcılık, evlilik, ilişkiler, yas ve nice insanlık hali hakkında konuşacağımız zengin bir sohbet olacağını umuyorum. Söyleşiden sonra da Minoa’nın cafesinde caz dinletisi varmış. Gelirseniz çok sevinirim!


7 Şubat Cuma


19:00, Minoa Bookstore Cafe, Akaretler


[image error]

1 like ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 05, 2020 04:04

January 17, 2020

2020 KIŞ ETKİNLİKLERİ

Bu kışa hızlı giriyoruz. Yoga, yazarlık, kitap yürüyüşleri, kitap okumaları, atölyeler, dersler, kurslar… Listesini aşağıya bırakıyorum.


Kış Masalları

[image error]Piyano dinletisi eşliğinde Emanet Zaman kitabımı okuyorum. Kış boyunca dört defa bir araya geleceğiz. Şömine, sıcak şarap, çay, kediler…Dört buluşmanın tamamına katılmak ve Emanet Zaman’ı okumak şartıyla.


Piyano: Fatma Şafak Pınarbaşı Okuma: Defne Suman


Buluşma tarihleri 7/1, 4/2, 3/3, 31/3.


Saat: 19:00-21:00


Yer: Kurtuluş Son Durak


Bu etkinliğimiz dolmuştur. İlginiz için çok teşekkür ederi.z


Yaz Sıcağı Kitap Yürüyüşü

[image error]


Romanın geçtiği mahallerde geziyoruz, kilit sahnelere ev sahipliği eden kiliselere, okullara, binalara, surlara girip çıkıyoruz. Isınmak için girdiğimiz yerlerde kitaptan parçalar okuyoruz. Kitabın Dyazılış öyküsünü siz soruyorsunuz, ben zevkle anlatıyorum. Bu yürüyüşe katılmak için Yaz Sıcağı kitabının en azından ilk yarısını okumuş olmanız gerekiyor.


Tarih: 28 Ocak 2020 Salı


Saat: 11:30-14:30 Fener, Balat, Ayvansaray


11:30 Fener Rum Patrikhanesi önünde buluşuyoruz


Ücret:100TL


Öncesinde kayıt yapılması şarttır. Kayıt için sumandefne@gmail.com adresine email yazınız.


Konuşma: Hatha Yoga’nın Kökleri ve Dönüşümü

[image error]Bu akşam yoganın felsefesini, değişimini ve itibarını geri kazanması için yapılabilecekleri konuşmak üzere buluşuyoruz.


Tarih: 30 Ocak 2020


Saat 19:00


Yer: Kıraathane. Istanbul Edebiyat Evi


Etkinlik ücretsizdir.


Kayıt ve ayrıntılı bilgi için:


http://kiraathane.com.tr/sezon-programi/2020-01-30-hatha-yoga-nin-kokleri-ve-donusumu



Shadow Yoga Workshop- Balakrama Prelüt

Shadow Yoga prelütlerini hatırlamak veya cilalamak isteyen eski öğrenciler için bir workhop.


[image error]


Balakrama prelütünü geçmişte bir zaman öğrenmiş olma şartımız vardır. Tecrübeli yoga öğrencileri, ilgileniyorsanız bana yazın. Konuşalım.


Tarih: 3 ve 6 Şubat 2020


Saat: 17:00-19:00


Yer: Gayrettepe, İstanbul


Ücret: 200TL


Kayıtlar için defnesumanyoga@gmail.com


 



Minoa’da İnsanlık Hali Sohbeti ve İmza

Beşiktaş Minoa’da yeni kitabım İnsanlık Hali’ni konuşuyoruz. Sevgili Nazlı Gürkaş soruyor, ben yanıtlıyorum.


Moderatör: Nazlı Gürkaş


[image error]


Sonra  imza var, daha sonra da caz dinletisi. Harika bir akşam.


Tarih: 7 Şubat 2020


Saat:19:00


Yer: Minoa Bookstore, Akaretler Yokuşu No 52A Beşiktaş


 


 


 


 


 


 


AGNIYOGANA Film Gösterimi

Yönetmenliğini Shadow Yoga okulunun baş hocası Emma Balnaves’in üstlendiği Agniyogana Belgeseli, Hatha Yoga’nın kadim köklerini anlatıyor.


Belgeselin gösterimi 23 Nisan 2020 saat 19:00’da Kadıköy Sineması’nda gerçekleşecek.


Biletler için shadowyogaturkiye@gmail.com


[image error]


 


Shandor Remete ve Emma Balnaves ile Hatha Yoga Konuşması ve Nṛtta Sādhanā Hafta Sonu Kursu

24-25-26 Nisan 2020


Bütün dersler yoga tecrübesine sahip her seviyeden öğrenciye açıktır.


[image error]


Sundernath (Shandor Remete) ile Hatha Yoga Konuşması


24 Nisan Cuma

17:00-19:00

Yer: Advayta Bomonti

Ücret: 100 USD



Bu konuşmaya katılım, hafta sonu kursuna katılanlar için zorunludur. Hafta sonu kursuna katılanlar bu konuşma için ayrıca ücret ödemezler. Yalnızca konuşmaya katılmak isteyenler için ücret 100 USD’dir.

Emma Balnaves ile Nṛtta Sādhanā Hafta Sonu Kursu


25 & 26 Nisan

Cumartesi             Pazar

07:00-09:00           07:00-09:00

16:00-18:00


Yer: Advayta Bomonti

Ücret: 370 USD (Bu ücrete Sundernath’ın Hatha Yoga Konuşması dahildir)



Erkenci kuş ücreti: 1 Mart 2020’den önce yapılan ödemeler için 330 USD.

Yerinizi ayırtmak için kursun %’i değerindeki 90 USD’lik kaporanın ödenmesi gereklidir. Kapora hiçbir koşulda geri ödenmez.


İptal politikası:


24 Şubat 2020 tarihinden önce yapılan iptaller için ödenen miktarın P’si iade edilir. Bu tarihten sonra yapılan iptaller için ücret iade edilmez.


Kontenjan kısıtlıdır. Yerinizi ayırtmak için ücreti erkenden ödemeniz tavsiye olunur.


Kayıt için shadowyogaturkiye@gmail.com adresine yazınız.



 




 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 17, 2020 09:50

December 14, 2019

Kış Masalları

[image error]Yazar ve Piyanist olarak sizi bekliyoruz!

Sevgili Blog Okurlarım,


Yeni bir projemiz var. Sosyal medyada duyurmadan önce size yazıyorum.


Projenin ismi Kış Masalları.


Bir piyanomuz var ve yetenekli piyanistimiz: Fatoş Şafak Pınarbaşı. Bir kitabımız var: Emanet Zaman ve bir yazar: ben.


Ben Emanet Zaman’ı okuyacağım. İkinci romanım.


Fatoş piyanoda romana uygun parçalar çalacak. Oda müziği konseri


Siz salona yayılacaksınız.  Şömineyi yakacağız. Bir masada şarap, konyak, kahve, çay, kuruyemiş ve atıştırmalıklar olacak Kediler var, sağdan, soldan geçecekler.


Bu toplantılar ayda bir defa, Salı akşamları saat 19:00’da Kurtuluş’ta Fatoş ve Ali Pınarbaşı’nın evinde gerçekleşecek. Her buluşmada Emanet Zaman’dan uzunca bir bölüm okuyacağım ben size. Arada geçen zamanda siz kitabı biraz daha okuyacaksınız. sonraki buluşmamızda, yine uzunca bir bölüm okuyacağım ben ve Fatoş piyano çalacak. Kitabı konuşacağız, yazım sürecini, müziği, o dünyayı…


Dört buluşmanın sonunda Emanet Zaman’ı okumayı bitirmiş olacağız.


Müzik, edebiyat, dostluk ile geçen bir kaç saatte  ruhumuzu doyurup, yüreklerimizi ısıtacağımızı umuyoruz.


Salonumuz çok büyük değil. Zaten samimi bir buluşma olsun isyoruz. O yüzden 15 kişi alacağız. Grup belli olduktan sonra araya yeni kimseler girmeyecek. Ocak-Nisan arası aynı grup ayda bir defa, Salı akşamları Kurtuluş’da bir araya geleceğiz. Tarihlerimiz de belli ve şöyle:


7 Ocak, 4 Şubat, 3 Mart, 31 Mart


Yer: Kurtuluş Son Durak


Ücret: 250TL (yerinizi ayırtmak için 50TL kaparo göndermeniz yeterli.) İlgilenirseniz bana hemen yazın. Sosyal medyada duyurduktan sonra çok çabuk yerler bitebilir.


sumandefne@gmail.com



[image error] Piyano: Fatoş Şafak Pınarbaşı
[image error]

Yazar: Defne Suman

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 14, 2019 07:47

Kış Masalları

[image error]Yazar ve Piyanist olarak sizi bekliyoruz!

Sevgili Blog Okurlarım,


Yeni bir projemiz var. Sosyal medyada duyurmadan önce size yazıyorum.


Projenin ismi Kış Masalları.


Bir piyanomuz var ve yetenekli piyanistimiz: Fatoş Şafak Pınarbaşı. Bir kitabımız var: Emanet Zaman ve bir yazar: ben.


Ben Emanet Zaman’ı okuyacağım. İkinci romanım.


Fatoş piyanoda romana uygun parçalar çalacak. Oda müziği konseri


Siz salona yayılacaksınız.  Şömineyi yakacağız. Bir masada şarap, konyak, kahve, çay, kuruyemiş ve atıştırmalıklar olacak Kediler var, sağdan, soldan geçecekler.


Bu toplantılar ayda bir defa, Salı akşamları saat 19:00’da Kurtuluş’ta Fatoş ve Ali Pınarbaşı’nın evinde gerçekleşecek. Her buluşmada Emanet Zaman’dan uzunca bir bölüm okuyacağım ben size. Arada geçen zamanda siz kitabı biraz daha okuyacaksınız. sonraki buluşmamızda, yine uzunca bir bölüm okuyacağım ben ve Fatoş piyano çalacak. Kitabı konuşacağız, yazım sürecini, müziği, o dünyayı…


Dört buluşmanın sonunda Emanet Zaman’ı okumayı bitirmiş olacağız.


Müzik, edebiyat, dostluk ile geçen bir kaç saatte  ruhumuzu doyurup, yüreklerimizi ısıtacağımızı umuyoruz.


Salonumuz çok büyük değil. Zaten samimi bir buluşma olsun isyoruz. O yüzden 15 kişi alacağız. Grup belli olduktan sonra araya yeni kimseler girmeyecek. Ocak-Nisan arası aynı grup ayda bir defa, Salı akşamları Kurtuluş’da bir araya geleceğiz. Tarihlerimiz de belli ve şöyle:


7 Ocak, 4 Şubat, 3 Mart, 31 Mart


Yer: Kurtuluş Son Durak


Ücret: 250TL (yerinizi ayırtmak için 50TL kaparo göndermeniz yeterli.) İlgilenirseniz bana hemen yazın. Sosyal medyada duyurduktan sonra çok çabuk yerler bitebilir.


sumandefne@gmail.com



[image error] Piyano: Fatoş Şafak Pınarbaşı
[image error]

Yazar: Defne Suman

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 14, 2019 07:47

December 11, 2019

Ayurveda Haberleri

Sevgili sadık okurlarım,


Size bu mektubu Hindistan’ın Coimbatore kenti eteklerine kurulmuş Vaidyagrâma Ayurveda Merkezi’nden yazıyorum. Buraya varalı tastamam iki hafta oldu. İki haftadır ağaçlar, çiçekler, kuş, horoz, tavuskuşu sesleri, kuzu melemeleri arasında yaşıyorum. Sütlü mamül bile yutuyorum.


Buraya yoga hocalarımızın daveti sayesinde geldik. On gün Ayurveda terapisi ve bir hafta da yoga dersi göreceğimiz şekilde tasarlanmış bir tedavi-eğitim programına katılıyorum. İlk hafta hocalarımız burada değillerdi. Dünyanın farklı köşelerinden yaşayan ve büyük çoğunluğu Shadow Yoga hocalığı yapan sınıf arkadaşlarımdan -ben de dahil onsekiz kişi- bir araya geldik.


Doğrusu ben buraya beklentisiz gelmiştim. Beklentisizlikten de öte burada geçireceğimiz zamanının nasıl olacağını tahayyül bile etmemişim. O yüzden de ilk akşam dört kişilik bir doktorlar ekibi ellerinde formlar, stereoskop ve bir baskül (eyvah eyvah!) odama geldiklerinde epey şaşırdım. Sonradan anladım ki bizim burada yoga öğrencisi sıfatıyla bulunmamız doktorlarımız için bir şey değiştirmiyor, sanatoryuma yatan hastalarız biz de ve tedavimiz için ne gerekirse yapılacak.


Sanatoryum kelimesini boşuna kullanmadım. İstanbul-Mumbai arası yolculuk sırasında Kelebeğin Rüyası filmini seyretmiştim. Heybeliada sanatoryumu oradan aklımda kalmış olmalı. Sanatoryum yaşamı, doğa içinde, iyileşmeye adanmış bir zaman dilimi, doktorlarla hastaların beraber kaldığı bir tesis vs. Burası da tam öyle. İnsanlar buraya bizim gibi yoga kursumuz başlamadan iki dirhem şifa alalım diye gelmiyorlar. Ciddi hastalıkların pençesinden kurtulmak veya geçmişte tabii kaldıkları farklı durumlar sırasında aldıkları toksinlerden arınmak için geliyorlar.


Doktorlar bilgili ve ciddiler. Sadece Ayurveda tıbbı konusunda değil, Batı ve Çin tıbbını da çalışmış, bilen kimseler. Onların benim sağlığımı ciddiye almaları benim içimde de saygı ve ciddiyet uyandırdı. Ne zamandır beni rahatsız eden dizimi iyileştirmek istediğimi söyledim. Dizim 1996 yılında, tutkulu bir yaz aşkının terkisinde, Bodrum’da kiralanmış bir Vespa’nın arka koltuğundan uçarak sol kalçamın üzerine indiğimden beri sızlar. Padmâsana’da sol diz havada kalan dizdir. Ağır yük kaldırdığım günlük hayat, yogayla dengelendikçe ben dizimi idare ediyordum ama bu yaz benden iki kat ağır bir mermer kurnayı bahçenin bir ucundan diğer ucuna taşımaya kalkışınca dizim iflas etti ve o günden beri ne zaman büksem kilitleniyor ve düzleşmesi için epey uğraşmam gerekiyor.


Bu denli yapısal bir sorunun kandaki toksinleri temizlemek, enerji kanallarındaki tıkanıklarını açmak, vücudun element dengesini düzenlemek üzerine kurulu Ayurveda tıbbı tarafından, hem de bu kadar kısa sürede tedavi edileceğinden emin değildim ama doktorlara bıraktım kendimi. Tedavimi belirlediler, ertesi sabah başlayacağını bildirip beni kendi halime bıraktılar.


Odamda tek başıma kalıyorum. Yemekler sefertasında günde üç defa odama geliyor. Balkonumdaki döşekte bağdaş kurarak yiyorum. Yemekler hafif, doyurucu sebze yemekleri, pilav, çorba ve çutneyden oluşuyor. Miktarı benim normalde yediğimden fazla. Ama ağırlık yapmıyor. Burada güneşe çıkmamız önerilmiyor. Tüm açık hava alanlarının tepesi örtülü. İnternete günde bir saat giriyoruz. Girmesek daha da iyi olacağı söyleniyor. Odalarda internet yok. İnternete girebilmek için sohbetlerin ve diğer etkinlilerin yapıldığı Mandapam’a gidiyoruz. Aslında anladım ki insanın internette işi günde bir saatte çok rahat bitiyor. E-mailliermi topladıktan sonra yanıtları odamda yazıp, ertesi günkü internet saatinde gönderiyorum. Mesajların tamamı aynı saatte telefona düşünce onlara da beş dakika içinde yanıt verebiliyorum. Bu sistemi eve gidince de sürdürmek istiyorum. Sabah yarım saat ve sonra akşam yarım saat internet. Acil bir işi olan bana telefon edebilir.


Tedavim ilk sabahımızda başladı. Burası dört odadan oluşan kısımlara ayrılmış. Ben 7. kısımdayım. Her kısmın bir doktor ekibi ve bir de terapist ekibi var. Terapistler genç kadın ve erkekler. Kadınlara kadınlar, erkeklere erkekler bakıyor. Bana Tayland’daki öğrencilerimi hatırlatan, güler yüzlü, saygılı ve kendi aralarında bol bol konuşup gülen insanlar. Benim terapistim Vidya ilk sabah beni alıp terapi odasına götürdü. Her kısmın iki tane terapi odası var. Odanızdan çıktıktan sonra iki adımda oraya varıyorsunuz. Terapi masası, ahşap, büyük, yüksek bir yatak. Buraya belinize bağladıkları bir patiska donu saymazsak çıplak yatıyorsunuz. Doktorların size uygun gördükleri terapiyi genç terapist kızlar uyguluyor. Bir saat kadar sürüyor. Masaj olabilir, lavman olabilir, tepeden tırnağa vücudun üzerinde su gezdirmek, içi şifalı ot dolu sıcak torbalarla vücudu dövmek olabilir… Herkesi dengesizliğine ve olası tıkanıklıklarına göre doktorlar tedaviyi belirliyor, terapistler uyguluyor. Doktorlar arada kontrole geliyor.


Terapiden sonra terapist kızlardan biri sizi terapi odasına bağlı bulunan hamama götürüyor ve oradan maşrapalar dolusu sıcak suyu başınızdan aşağı dökmek suretiyle bir güzel yıkıyor. Sonunda saç da yıkanıyor. Sabun yok. Sabun yerine yeşil gram adı verilen ve maş fasülyesinden yapılan bir karışım kullanılıyor. Terapistim Vidya beni yeşil gramla yıkadıktan sonra bir defa bile nemlendirici sürme ihtiyacı duymadım. Tenim yumuşacık oldu. Yüzüm de dahil. Saçları da şampuanla değil, Karruka adı verdikleri kara bir tıbbi su ile yıkıyorlar. İki haftadır saçlarıma şampuan değmedi ve saçlarım hiç bu kadar parlak ve sağlıklı görünmemişti.


Yıkanıp paklandıktan sonra tansiyon ölçülüyor, ıslak baştan nem kapmayalım diye bındıldak bölgesine bir pudra, iki kaşın arası ve boğaza da başka pudralar sürülüyor, terapist eşliğinde odanıza götürülüyorsunuz. Günün geri kalanında dinlenme öneriliyor. Veya doktorların konuşmalarına katılabilirsiniz. Her öğleden sonra doktorlar Ayurveda hakkındaki sorularımızı yanıtlamak üzere Mandapam’da bizi bekliyorlar. Bu sohbetlerde ben çok şey öğrendim.


Ayuverda vücudun iyileşmesinin, zihnin temizliğinden ve ruhun sükunetinden bağımsız olmadığını öne süren bir tıp sistemi. Gün doğumuna ve batımına denk gelen dua seanslarında, gözlerimi salonun ortasındaki ateşten ayırmadan oturdum ve yaşamı sürdüren agniye dua eden doktorlarımızın sesine kendimi bıraktım. Yıllar önce Tayland’ın kuzeyinde bir Budist manastırda kalmıştım. Orada da gün ilk ve son ışıkları toplu dua ile selamlanırdı. Aklıma tüm zamanların en sevdiğim filmi Contact (Jody Foster’ın uzaya gittiği)’tan bir cümle geldi. Dünya üzerinde yaşayan insanların yüzde doksan dokuzu ulu bir gücün varlığına inanır. Gezegenimizi uzayda temsil edecek kişinin insanlığın bu ortak özelliğini yüreğinde taşıyor olması önemlidir.


Hocalarımız geldikten kısa bir süre sonra yoga derslerimiz başladı. Yoga ve terapi aynı anda gitmiyor. Terapinin bitip yoganın başlaması lazım. Bunu hem doktorlar hem de hocalar bize defalara söylediler. Yoga ile Ayurveda ortak ilkeler üzerine kurulu da olsa aynı anda çalıştığında birbirine ters düşen iki sistem. Tedavilerimizi de ona göre ayarlamıştı doktorlar. Yoga başlarken biz de artık iyileşiyorduk.


Dizim gözle görülür bir şekilde iyileşti. Bu kadar yapısal bir incinmenin enerji kanallarını düzene sokarak (hem de sadece on günde) iyileşmesi bana yine vücudun kendini onaracak güce sahip olduğunu hatırlattı. Yeter ki biz önündeki engelleri kaldıralım.


Bu arada bonus olarak da adet kanamam geldi. Dört aydır gelmiyordu. Çok sevindim. Kanama başlar başlamaz yogaya ara verdiğimiz gibi Ayurveda tedavileri de duruyor. Doktorlar, adet kendisi bir temizlik süreci. Biz müdahale etmeden kendisi aksın gitsin diyorlar, gözüme sürme bile çekmiyorlar!


İki haftadır kahve içmediğimi ve kahvenin yerine günde 2 litreye yakın sıcak su içtiğimi de buradan siz sevgili okurlara bildirmek isterim. Akşamlarım sessiz. Odamda kitap okuyorum. Mektup yazıyorum. Bir tane öykü bile çıkarttım. Tayland yıllarımın huzurlu akşamlarını hatırlıyorum. Yanık hindistancevizi kokusu da eklenince, on beş yıl önceki Nong Khai yaşamım burnumda tütmeye başladı.Özlemediğimi bile bilmediğim şeyleri meğer ne çok özlemişim!


Haberlerim şimdilik bu kadar… Aklınızda Ayurveda tıbbı ile tedavi görmek varsa, hiç üşenmeyin atlayın gelin. Basit ilkeler üzerine kurulu bu tıp sistemi 3000 yıldır insanları iyileştirmeyi sürüyor. Daha doğrusu vücudun kendini iyileştirme kabiliyetini ortaya çıkarmak için yoldaki kayaları, taşları temizliyor, gerisini organizmanın mühendislik harikası tasarımı getiriyor.


Hepinize sevgiler, selamlar…


Mektubuma bir kaç tane de fotoğraf ekliyorum. Umarım beğenirsiniz.


Defne.


[image error]Vaidyagrama
[image error]Sabah kahvaltısı
[image error]Şenbagam’ı kutsarken
[image error]Odamın bulunduğu avlu
[image error]Avlumuzun girişi
[image error]Japonya’nın Shadow Yoga hocası Akiko ile sabah çayı
[image error]Elimi sıcak sudan soğuk suya sokmayan terapist kızlarım
[image error]Doktorum ve cin kızıyla
[image error]Sütlerimizin kaynağı
[image error]Gheeler hazırlanıyor.
[image error]Ghee yapan teyzenin torunları
[image error]Doktorumla sandalağacı dikiyoruz
[image error]Vidya ile birbirimize pek bağlandık.
[image error]

Tayland’daki evim de böyle bir manzaraya bakardı. Özlemediğimi bile bilmediğim şeyleri meğer ne çok özlemişim!


[image error]Shadow Yoga Türkiye
1 like ·   •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 11, 2019 07:42

October 26, 2019

Blue Jean

Bir Öykü- iyi tatiller….


Servisten inince eve çıkacağıma kırtasiyeye koştum. Ağzımdan dumanlar çıktı. 1989 yılının sonuydu. Duvarlarla yıkılıyor, bildiğimiz dünya gözümüzün önünde çatır çatır kabuk değiştiriyor, annemler dudaklarının ucunda acı bir tebessümle haberleri seyrediyorlardı.


Ben liseye yeni geçmiştim.


Soluk soluğa dükkanına dalınca Kırtasiyeci Erdoğan Abi hiç ayrılmadığı tezgahının ardından gülümsedi:


“Küçük abla ne istiyorsun?”


Fısıldadım ne istediğimi.


“Blue Jean var mı?”


Normalde almazdım ama… Yani beni yanlış tanımayasın Erdoğan Abi. Hafif dergiydi Blue Jean. Geçen yaz Joan Baez gelmişti İstanbul’a. Açık Hava Tiyatrosunda aklımı başımı almıştı. Ben artık pop müzik dinlemiyordum. Baez, Dylan, Leonard Cohen… Zaten liseye geçmiş, pembe gömlekten maviye terfi etmiştim. Blue Jean yakışmazdı benim gibi kıza ama bu ay başka, bu ay özeldi. Parayı ödedikten sonra dergiyi çantama tıkıştırdım, eve koştum.


Evde kimse yoktu. Formamı çıkardım, saçlarımı çözdüm, pikabın iğnesini Bakırköy’deki bir pasajda bulduğum Bob Dylan’ın Greatest Hits plağımın üzerine bıraktım. Masama çökünce ilk iş derginin naylonu yırttım, ipten bileziği ve Pazar sabahları gösterilen bir dizide oynayan Amerikalı bir yakışıklının dev posterini kenara attım, parmaklarımın arasında gıcır gıcır eden sayfaları hızlı hızlı geçtim.


Ve derken… İşte oradaydı. Benim mektubum! Sevgili Rumuz Hüzün diye başlayan. Annesini kansere kaybetmiş Hüzün rumuzlu genç kızın, derginin geçen ayki sayısında çıkan ve  içimi titreyen mektubuna yazdığım cevabı kocaman çerçevelemişler, öyle yayımlamışlardı. Rumuz Hüzün benim yaşlarımdaydı. Derginin “okur mektupları” köşesine kardeşi ve babasıyla yapayalnız kaldıklarını, kendini çok çaresiz hissettiğini yazmıştı. Mektubu sade, samimi bir ağıttı, kızcağızın bütün acısı yüreğime çöreklenivermiş, hiç düşünmeden kağıda kaleme sarılıp ona bir cevap döşenmiş, hemen o gün koşa koşa gidip mektubumu postaya vermiştim. Blue Jean dergisi de bir sonraki sayısında o mektubu yayımlamıştı işte!


Bir süre Rumuz Hüznün benim sayemde kendini ne kadar iyi hissedeceğini düşünerek sevindim. Sözlerimin bir dergide yer bulmuş olması da başka türlü kıvanç veriyordu. Bundan önce bir defa, o da on yaşındayken haftalık TV dergisine şikayet mektubu yazıp, Şahin Tepesi dizisini daha erken saatte yayınlamalarını talep etmiştim ama o sefer annem görür de dalga geçer diye korktuğum için mektubumu sahte bir isimle imzalamıştım. Bu sefer, dergi sayfasından bana bakan sözlerimin altında kendi ismim ve yanında Rumuz Hüzün’ün bana yazacağını hayal ettiğim mektuplarını göndereceği kendi adresim duruyordu.


Günlerce Rumuz Hüzün’den mektup bekledim.


Güler yüzlü, kaytan bıyıklı postacımız Ramazan abi daha zile basmadan kapıya koşuyor, çapraz çantasından mektup demetini çıkarırken adım adım kadınlığa yaklaşan vücudumu unutup zıplıyordum. Hiç haber yoktu. Akşamları yatağımın altına sakladığım dergideki sözlerimi tekrar tekrar okuyordum. Acaba yanlışlıkla kalbini kıracak bir laf mı etmiştim? Dostluğuma hiç mi ihtiyacı yoktu? Hani çok yalnızdı?


Derken bir gün o çapraz çantadan benim adıma bir zarf çıktı. İnce uzundu. Elinden kaptım, odama koştum, masama çöktüm. İncecik bir siyah mürekkeple yazılmış ismime, adrese baktım. İnci gibi bir el yazısıydı. Tam açacaktım, zarfın arkasındaki damga gözüme çarptı. Zarfın açılacağı çizgiye basılmış damga. “Görülmüştür” diyordu.


Tedirgin, damgayı ikiye ayırdım, zarfı açtım.


Siyah mürekkep ince beyaz kağıdın üzerinde yazı yazmamış, vals yapmıştı! Öyle ince, öyle inci, şırıl şırıl akan dere gibi satırlar… Kağıdın sağ alt köşesindeyse, plaktaki çizik gibi, tökezleyen ayak gibi bir daha o damga. “Görülmüştür!”


Mektup Rumuz Hüzün’den değildi


“Anneeeee! Bir dakika gelsene buraya.”


Annem omzumun üzerinden eğildi. Beraber okuduk.


Sevgili Defne Kardeşim,


Blue Jean dergisinde Rumuz Hüzün adlı genç kıza yazdığın cevabı okuyunca ben de sana yazmak, seninle dost olmak istedim. Sen çok iyi yürekli bir insansın. Ben fikirlerim yüzünden beş yıldır Eskişehir Cezaevinde yatmaktayım. Merhamet dolu sözlerinin bende uyandırdığı ilham ile  çizdiğim resmi mektubuma ekliyorum. Umarım sana rahatsızlık vermemişimdir ve bana cevap yazarsın.


Mektubun yazarı şairdi, ressamdı, içli mi içli bir adamdı. Nişantaşı’ndaki okulumdaki sınıf arkadaşlarımın aksine Joan Baez’i biliyordu.


Yazışmaya başladık.


Artık kimselere anlatmadığım dertlerimi ona anlatıyordum. Dünyayı değiştirmek istiyorum. Neden herkes bu kadar duyarsızdı? Ben de sokaklara dökülmek, isyan etmek, insan hakları için savaşmak arzusuyla yanıp tutuşuyordum. Neden etrafımdakiler bana gülüp geçiyordu? Dünyaya çok  geç gelmişim gibi hissediyordum kendimi. Parti bitmiş, herkes gitmiş bana yerlere saçılmış konfetilerden başka bir şey kalmamıştı. Bir vakitte insanlar haksızlığın isyanla alt edilemeyeceğine inanmış, herkesi de buna ikna etmiş gibiydi. Çok konuşursam “Aman ha” diyorlardı. Duvarlara barış için poster asan lise öğrencisi bir kızı içeri almışlardı daha yeni. Barış istemek neden suç sayılıyordu?


Kendi satırlarımın da kim bilir kimler tarafından okunacağını bile bile, pembe mavi kağıtlarımın da görüldü damgasını yiyeceklerini bile bile yalnızlığımı, hayallerimi, yenilgilerimi yazıyordum. O beni duyuyordu. O beni anlıyordu. Nasıl olabiliyordu da yüzünü bile görmediğim bir genç adama, üstelik izlendiğimizi bile bile yüreğimin karanlık köşelerini açabiliyordum.


Yoksa?


Yoksa aşk böyle bir şey miydi? Hani gözü kördür derler… Görmeden de aşık olunur muydu?


Peki, böyle tedirgin bir şey miydi aşk yani?


Lise 1 bitti, yaz geldi. Romanların sayfaları etrafımdaki gülüşmeleri, çığlıkları, kızartma ve deniz yağı kokularını yuttu, sadece mavi uzun kulaçların böldüğü uzak dünyalara taşıdı beni. Yaz özgürlüktü, kırmızı dudaklarımda tuzlu bir öpücüktü. Uzak kıyılar tuzunu saçıma, sıcağını tenime katarken, postacımızın çantasındaki “görüldü” damgalı mektuplar İstanbul’daki apartmanımızın kapısında birikiyordu. Tatilden döndüğümde O’nun mektuplarının yanında bir başka zarf buldum. Aynı cezaevinden yazan bir başkası… Tesadüfe bak, Blue Jean’in aynı sayısını o da okumuş, o da benimle mektup arkadaşı olmak istemiş. Aylar sonra hem de! İnanmadım. O’na kızdım. Benden başkalarına bahsetti diye. Beni utanmadan sıkılmadan koğuş arkadaşlarıyla paylaştı diye. Kendimi ranzaların dizildiği koğuşun duvarındaki Hülya Avşar posteri gibi hissettim. Birikmiş onca mektubu kısa, soğuk tek bir notla yanıtladım. Sonuna da arkadaşına selam söylemesini ekledim.


Bir süre ses çıkmadı. Doğrusu rahatladım. Onun düşündükçe hareketlenen yüreğimin tedirgin çırpıntısından kurtulmuştum. Lise iki zordu zaten. Dünyayı kurtarma heyecanımın yerini iyi bir üniversiteye girme hırsı alıyordu. Çok ders çalışıyor, çok da geziyorduk. Ailelerimiz eskisi kadar sıkmıyordu bizi. Joan Baez’in kim olduğunu bilmiyorsa arkadaşlarım, onları daha kolay affedebiliyordum artık.


Sonra bir gün cevabı geldi. Artık hiç beklemediğim bir zamanda. Artık belki de cezaevinden çıkıp beni unuttuğuna inandığım bir zamanda…


Olmaz böyle, diyordu.  Aynı cezaevinden iki kişinin sana yazması yakışık almaz. Sen diğer arkadaşla mektuplaşmayı sürdürmek istersen bana bir daha yazma. Olmaz çünkü öyle Defne kardeş. Hoşçakal.


Yazmadım. Ne O’na, ne de ötekine. İçimi karartmak istemiyordum artık. Boğaziçi Üniversite’sinden aydınlık bir gelecek bekliyordu.


O’ndan bir daha da haber almadım. Özgürlüğüne kavuştu mu, kendini bu satılarda okuyor mu, bilmiyorum.


 


 


 


 


 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on October 26, 2019 05:59

September 28, 2019

1 Ekim Salı 19.00

Bekliyoruz!


Kahvaltı Sofrasını ve çok yakında çıkacak yeni kitabım İnsanlık Hali’nin konuşacağız.


[image error]

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on September 28, 2019 11:59

1 Ekim Salı 19.00

Bekliyoruz!


Kahvaltı Sofrasını ve çok yakında çıkacak yeni kitabım İnsanlık Hali’nin konuşacağız.


[image error]

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on September 28, 2019 11:59

September 20, 2019

Bir Pabuç Gibi

[image error]Hocanın karşısında oturmuş beni gözlerken öğrendiklerim (ve sizden çok kendime söylediklerim) :


Bir pabuç gibi bırakacaksın kendini kapının dışında yoga öğrenmeye geliyorsan. Hocanın gözündeki imgenin zerre kadar önemi olmayacak. Bir ruhtan diğerine akan bilgiyi taşımaktan başka işe yaramayacak bedenin ve zihnin. Gerisini dedim ya, bırakacaksın pabuçlarının yanında, kapının dışına. Hocanın karşısında oturan insanlar kimlikten, kişilikten, benlikten, bellekten bağımsız organizmalar. O platformdan görünen manzarada bir büyük vücudun kolları, bacakları, gövdesisin. Tek nefes alıp veriyor bütün oda. İyi bir orkestra gibi. Akordu bozuk enstruman ahengi bozacak ve o zaman hoca kızacak. Amma kızdığı zaman senin varlığına değil kastı. Senin içindeki ahengi engelleyen parçana kızacak. Hakikatten bıraktıysan kendini pabuçların yanına, gücenmezsin. Hoca senin karşında değil, yanındadır. Akordu bozuk telini sana göstermekten başka bir derdi yoktur. İçindeki dangalağı beraber bulup eğitmekten başka bir emel gütmez. Madem bir hocanın önünde diz çöktün, onuna beraber çalışmalısın. Kafa tutmak, küsmek, yanlış anlaşıldığına yanmak, şu bu onlar hep kapının dışında bıraktığın parçana ait kalacak, sen yola devam edeceksin.


Bu bir.


İkincisi: Esrarlı bir alem yoga. Esrarını bir meşale gibi taşıyacaksın. Orta yerde yapmayacaksın mesela. Yalnızsan ve ilgi çekmek istiyorsan yogayı değil, şahsi çeşnini ortaya koyacaksın. Şahsi çeşnin pabuçların yanına bıraktığın parçanda saklıdır ve pabuçların kadar mühimdir bu hayatta yürürken. Ve fakat o çeşniyi yogaya sokmayacaksın. O kadar. Sanat, edebiyat senin benliğini ifade etmen ve insanlığa sunman için sana armağan edilmiş imkanlardır. İnsanlarla temas istiyorsan sanata başvur. Edebiyata başvur. Yoganı kendine sakla. O mahremdir. Dünyada daha çok insan yoga yapsın değil, bu disipline hak ettiği saygıyı gösterilsin diye uğraş. Yogayı aktaracaksan derslerin dışında bir kanalla, mesela sosyal medya ile, bilgi vermek için aktar. İlgi çekmek için değil. Bilgi dışarıdan gelmez. İçinde kayıtlıdır. İçtendir. Sana münhasır varoluşun kodudur. Herkesinki ayrıdır. Sanırım ki Tanpınar’ın şahsi çeşni dediği de budur.


Üç:


Yalan söylemeyi bırak. En ufak bir yatırım varsa aklında, gör onu. Ben bir şey beklemeden buraya geliyorum, büyük bir yalandır. Önce onu gör. Görmezsen tanımazsın. Tanımazsan bırakamazsın. Neden buradasın? Hoca sonsuza dek seni görmezse ve adını öğrenmezse gözünün içine asla bakmaz ve sana el vermezse ve hatta verdiği eli geri çekerse sen yine burada olur musun? İnsanevladı bir topluluk içinde yer edinmek ister. Bu topluluk seni dışlar ve yapayalnız bırakıırsa yine gelir misin? Öykü yazmak istiyorum diyorsun. Çantanı aç ve bak, yanında romanın, öykün var mı? Günün fonunda sana eşlik eden, çantanın içinden seni çağıran bir kurmaca dünyası hayatının, zihninin parçası değilse yazamazsın. Edebiyat ancak ona zaman verirsen sana ödülünü sunar. Yoga öğretmek istiyorum diyorsun, her sabah tek başına yoganı yapacak kadar seviyor musun onu? Bir daha asla yoganın güzel, zarif hareketlerini, nefsini çoşturan yogik zaferlerini sosyal medyada ya da şu bu kursta bu kursta sergilemeyecek olsan yine de her sabah yoganı yapar mısın?


Böyle böyle şeyler işte…


Kısa kısa yazdım. Derse yetişiyorum. Bence yetişir ama konuyu biraz açar mısın derseniz o da olur. Yorumlarınız için çok teşekkürler. Her biri yüreğime işledi. İyi ki varsınız. Umarım yine yazarsınız…


Defne.


 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on September 20, 2019 06:18