Defne Suman's Blog, page 38
November 23, 2012
Hayatımın Enn Kötü Dersinin Devamı

Foto: Rebekka Haas
Hayatımın ennn berbat dersine yirmi kadar öğrenci gelmişti. Başlamadan önce hepsini karşıma oturtup kendimi tanıttım, esas hocaları ile aynı sistemden geldiğimizi söyledim ve bir sakatlıkları var mı diye sordum. Yüzlerindeki sıkkın ifadeyi önemsemedim. Hemencecik hareket etmeye başlamak istiyorlardı belli ki, ayaklandık.
Shadow Yoga yedek hocalık ettiğim bu tip “drop in” derslerinde öğretilebilecek bir yoga sistemi değil. İlk adımlarını kavramak ve içselleştirmek bile en azından altı ders gerektiriyor. Yine de böyle durumlarda uyguladığım bir yöntemim var benim. Her hareketi bir kez gösteriyorum, sonra beraber yapıyoruz, sonra bir sonraki hareketi gösteriyorum, onu da beraber yapıyoruz. Dersin ilk yarısı böyle geçiyor. İkinci yarıda da parça parça öğrendiğimiz seriyi baştan sona yapıyoruz. Bir kaç defa üstüste. Evet biliyorum bu yöntem sırasında, hareketlerin inceliği, nefesle bağlantısı, enerjiyle ilişkisi gibi hassas konular güme gidiyor ama en azından öğrenciler bir prelüd’de akmanın tadına şöyle bir bakmış oluyorlar. Zaten dediğim gibi bu benim acil durum reçetem. Ben “drop in” dersi yerine 6şar derslik kurslar verdiğim için benim öğrencilerim bütün hassas konuları öğrenme imkanına sahip oluyorlar.
Derse ısınmalarla başladık. Shadow Yoga’nın en acayip hareketi de en başta: Ayak bileklerinin döndürülmesi. Öğrenciye kendini daha en baştan hantal ve sakar hissettiren bir hareket bu. (ki biz hocalar bu ilk ısınma sırasında ayakların yumuşaklığına ve hareketin akıcılığına bakarak öğrencinin bedeni, enerjisi, nefesi ve hatta psikolojisi hakkında bir çok bilgi toplayabiliyoruz.)
Dönmüyor tabii ayak bilekleri. Öyle kolay mı? Hepsi bir afalladılar. Bir kaçı durdu, vazgeçti. Dedim, ayak bilekleri boyun ve el bilekleri ile beraber bedenin üç kilit noktasından biridir. Burada enerji akışı başlamazsa, ilerleyen hareketlerde yukarıda bir yerde (dizde, kalçada, belde, boyunda) sıkışır, sistem kısa devre yapar. Boynu ısıtmak için başımızı çevirmeye başlayınca neyse, demin duranlar harekete katıldılar yine. Sevincim kısa sürdü. Isınmalar bitip de kuş gibi çökerek aldığımız nefeslerde kafalar yine karıştı. Kalktık, bir daha gösterdim. Alternatifleri gösterdim. “Hadi şimdi bir daha çökelim” dedim. Aaa, ama, o da ne? Arkadaki sakallı uzun saçlı adam bağdaş kurmuş yerde oturuyor. Belki başı filan dönmüştür diye ses etmedim. Sınıfın gerisi kuş gibi çökmüş khaki nefesini çalışıyordu. Bitti, ayağa kalktık. Bağdaş kuran sakallı, uzun saçlı adam da kalktı. Sıra geldi Civa Çalana’yı göstermeye. Dedim ki bakın şimdi eklemlerdeki enejiyi uyandırdık, karın merkezindeki derin kasları da nefese dahil ettik, şimdi sıra bu canlanmış enerjiyi güzelce bedenin etrafına yaymak, varolan friksiyonları, kırışıklıkları düzleştirmekte. Arkadaki sakalı adamın yanındaki kısa saçlı zayıf kadın ben konuşurken sinirli sinirli ağırlığını bir ayağından ötekine geçirdi. Aldırmadım, onları biraz daha ayakta bekletip Civa Çalana’yı baştan sona yaptım. Bitirdiğimde yüzlerinde bir heyecan pırıltısı var mı diye baktım. Öndeki genç kadın gülümsedi. O gülümseyince yüreklendim, sınıfın geri kalanının yüzlerindeki boş ifadeyi unutmaya karar verdim. Civa Çalana şimdi neşelerini yerine getirir diye düşündüm.
Civa Çalana serisi sivrisinek dediğimiz çok basit ama tepeden tırnağa bütün bedenin, nefesin, beş duygu organının ve zihnin tam katılımını gerektiren bir pozda bitiyor. Biz hocalara öğrencinin seviyesi ve gelişimi ile ilgili bir yığın veri sağlayan bir poz bu sivrisinek. Gösterdim. Girdik. Hassas bir dengesi var. İlk defa yapanların hemen öyle bulamayacağı ince bir ayar gerektiriyor. Ben aralarında geziyor, pozda uzun süre kalabilmeleri için ufak tefek tüyolar veriyorum. Ayaklarınızın dış tarafına ağırlık verin, poponuzu dizlerinizden daha yukarıda bir yerde tutun, dirseklerinizi kırıp omuzlarınızı yere doğru bırakın, başınızı kaldırıp karşıya bakın…Bazılarını elimle düzeltiyorum. Oflayıp poflayıp, girip çıkıyorlar poza. Topu topu beş nefes duracağız. Derken baktım arkadaki sakallı adam yine pozdan çıkmış, bu sefer yerde bağdaş da kurmamış, Sivrisinek ile hiç ilgisi bulunmayan bir poz yapıyor. (Malasana) Bir an ne diyeceğimi bilemedim. En çok da şaşkınlığımdan. Kendi öğrencilerimde bugüne kadar hiç görmediğim bir davranış bu.
Meğer herşey daha yeni başlıyormuş!
Ben Civa Çalana üzerine Balakrama’nın ilk hareketlerini gösterir ve onlara tekrarlatırken arkadaki sakallı uzun saçlı adam kendi başına hareket etmeyi sürdürdü. O kadarla kalsa iyi, daha çok dikkat ve sabır gerektiren pozlara geçtikçe sadece sakallı adam değil, yanındaki kısa saçlı zayıf kadın da benim gösterdiklerimden bağımsız şeyler yapmaya başladı. At pozunda dururken bu durumun veba gibi sınıfın geneline yayıldığını gördüm. Her üç öğrenciden biri at pozunda durmak yerine öne arkaya katlanan, sağa, sola katlanmaya başladı. Benim basiretim büsbütün bağlandı. Baştan o sakallıyı uyarmadım ya, artık kimseyi uyaramıyorum. Derken sakallı kendi hareketlerini bitirdi, matını topladı, dersin ortasında salondan çıktı gitti.
İşte o noktada ben bir hocanın düşebileceği en fena tuzağa düştüm ve öğrencinin gönlünü hoş tutacak, onları eğlendirecek ve kendilerini iyi hissetmelerini sağlayacak bir şeyler yaptırma arayışına girdim. Öyle bir şeyler yapayım ki hepsi yine bana dönsünler ve lütfen başka birisi dersi terketmesin! Olacak iş mi? Seri var, sıra var, nizam var. Hepsini boşverdim. Hadi size Shadow Yoga’nın Güneşe Selam serisini öğreteyim, ister misiniz? Olur mu? Olmaz tabii. Shadow Yoga’nın Güneşe Selam serisi ileri pozların karmakarışık geçişlerinden oluşan bir seri. Bir sağa, bir sola, bir ileri bir geri giderken kafalar iyice karıştı, fiziksel yetersizlikler iyice ortaya çıktı. Gözümün ucuyla arka köşedeki sarışın kadının da matını toplayıp çıktığını gördüm. Kısa saçlı zayıf kadın kendi kendine bir şeyler yapmaya devam ediyordu. Önlerdeki bir başka genç kadın da durdu, oturdu, meditasyona başladı. Ben seriden koptukça, öğrenci de benden kopuyor tabii. Benim kendime güvensizliğim tabak gibi onlara yansıyor!
Hay Allahım! Gözüm saate kaydı. Daha yarım saat daha var. Başıma hiç böyle bir şey gelmemişti. Bu ders hemen şimdi bitsin istedim!
Hayatımın ennnn kötü dersiydi!
Yoga Hocalarının düşebileceği en fena tuzak öğrenciyi memnun etme kaygısı/isteği ile ders vermek. İngilizce, matematik, sosyal bilgiler ve hatta müzik öğretmenleri bile öğrencilerini eğlendirmek için değil, bilgiyi aktarmak ve öğrenciyi yeni bir tecrübeye taşımak amacıyla ders verirler. Eylemek, gönülleri hoş tutmak biz hocaların işi değil ki! Özellikle kişisel dönüşüm potansiyeli taşıyan yoga gibi bir dalın hocalarının işi hiç değil. Gönülleri hoş tutmak amacıyla verilen derslerde öğrenciler yogaya dair bir şey öğrenemedikleri gibi, varolan ve kendilerini kısıtlayan davranış kalıplarını biraz daha pekiştirmiş oluyorlar.
Nasıl mı?
Eh o da yarına kalsın.
Bu arada, bütün yoga öğretmeni meslekdaşlarımın öğretmenler gününü kutluyorum!


November 22, 2012
Hayatımın ENNN Kötü Dersi

Foto: İlkay Torum
Geçen hafta hayatımın ennnn kötü dersini verdim. Bakın hiç utanmadan, sıkılmadan yazıyorum. Berbat bir dersti ki ben iyi bir yoga hocasıyım. Bu da utanmadan, sıkılmadan söyleyebileceğim bir gerçek.
Bir yoga dersini berbat kılan iki şey var:
1. Hoca
2. Öğrenciler
Her iki taraf da dersin berbatlığı konusunda suçu birbirine atmaya hazır tabii. Bana sorsanız şimdi, “Defne Hocam derslerin genelde iyi geçerken bu geçen haftaki neden öyle kötü geçti” diye, ilk tepkim suçu öğrencilere atmak olur. Ama Allahtan yoga bizi bir güzel yonttu da öyle ilk tepkilerin ağında takılıp kalmıyoruz. İlk tepkimizi dile getirmek bir yana, onu dikkate bile almıyoruz. Çünkü o ilk tepki benim sahici tepkim bile değil. Annemin, babamın, nenemden dedemden öğrenmiş oldukları bir tepki o sadece. Onların bile değil. Tepkinin gölgesini aralarsanız tazecik başka duygular çıkacak alttan. Geçen ay Kanada’da yaptığım muhteşem bir kursta (yoga değil, kişisel gelişim temalı bir kurs) şöyle bir egzersiz yaptık: Önce ilk tepkini veriyorsun. Suçlama, saldırı, küsme, bozulma vs, ne ise işte, aileden bize geçen ilk tepki. Sonra bir duruyorsun ve şu cümleyi tamamlamaya çalışıyorsun:
Saldırgan (suçlayan) tavrımın altında yatan duygum…
Artık neyse o duygu. Korku, hayal kırıklığı, endişe, kafa karışıklığı, güvensizlik vs vs vs.
Şimdi benim geçen haftaki berbat dersimin suçunu öğrenciye atmam da bir saldırı. Durup souyorum:
Saldırgan (suçlayan) tavrımın altında yatan duygum….
Nedir nedir nedir o duygu? O berbat geçen ders aklıma geldiğinde yüreğimi yakan his nedir?
Nedir nedir nedir?
Hayal kırıklığı, korku, endişe, üzüntü.
Hepsinden biraz ama galiba en çok üzüntü.
Esas duygumuz üzüntü iken karşımızdakini suçlamamız ne kadar mantıksız, değil mi? Neyse, bu başka bir konu. Başka bir yazıda bahsederiz ondan. Ben şimdi size berbat geçen dersimi anlatayım.
Berbat ders Shadow Yoga’dan bir sınıf arkadaşımın dersiydi aslında. Ben onun yerine veriyordum dersi. Yedek Hoca olarak. Şimdi aranızda yoga hocalığı yapanlar varsa, yedek hoca statüsünün zaten ne denli berbat bir şey olduğunu biliyorsunuzdur. Yoga hoca ile öğrenci arasındaki derin samimiyet üzerine kurulu bir sistem olduğundan, Yedek Hoca verse verse Dadı tadı verebilir ve her Dadı gibi Ana-Baba’nın yerine geçtiği ilk gün çocuklar ona hayatı burnundan getirirler. Ben bu durumu bildiğim ve ne olursa olsun öğrencilerimi Dadı’ya teslim etmediğim için, hazırlıklı gittim.
Ama sorun bu değildi. Sorun benden önce başlamıştı. Öğrenciler dersin esas hocasını da tanımıyorlardı. Yani Hoca-Öğrenci samimiyeti kurulmamıştı henüz hayatlarında. Ve fakat yıllardır da yoga derslerine girip çıkıyorlardı. Hoca-Öğrenci samimiyetini tatmadan. Hayatımın ennn berbat dersini verdiğim merkez, evet belki sadece yoga öğreten bir okul değildi ama adı duyulmuş bir yoga stüdyosuydu. Aylar önce ben onlara bir teklif yazmıştım. Sabahları stüdyonuzda Shadow Yoga kursları düzenlemek isterim diye. Teklifimi kibarca “Biz öğrencilerimizin tek bir eğitmene ya da sisteme bağlanmalarını tercih etmiyoruz. Çatımız altındaki bütün hocaların derslerine girmeleri için cesaretlendiriyoruz.” diye geri çevirmişlerdi.
Berbat geçen dersimin berbatlığının yüzde bir kısmı bu zihniyetten kaynaklanıyor. Öğrenci bu zihniyetteki bir stüdyoya devam ederken bir hocayla samimiyet kuramıyor. Kuramayınca yoganın kalbi sayılan ilişkiden mahrum bir şekilde yapıyor yogasını. Bu durumu ben yadırgıyorum ama Batılı ülkelerin çoğunda yoga zaten bu şekilde uygulanıyor. Öğrenciler bir stüdyoya aerobik dersine gider gibi gidip, o sırada kimin dersi varsa ona giriveriyorlar. Sanki yoga sabit bir bilgiymiş ve onu kimden alırsan al, aynı etkiyi yaratırmış gibi. Ama işte öyle değil. Yoga sabit bir bilgi değil. Yoga karşılıklı kurulan ilişkide öğrenilen bir bilgi. Enerji alışverişinden yoksun kaldığı anda bilginin akışı donuyor. Bu sebeple öğrencinin hocayı tanıması, ona kendini açması, onun sularında güvenle yüzeceğine inanması gerek. Aynısı hoca için de geçerli. Hocanın da öğrenciyi tanıması, ismini, cismini, yaralarını, güçlü taraflarını öğrenmesi ve ona güvenle yüzebileceği bir havuz sağlaması lazım. Bu da zamanla, sabırla, sebatla kurulan bir ilişki. Yoga bilgisi ancak bu ilişki kurulduktan sonra başlıyor akmaya.
O halde Yedek Hoca olarak girdiğimiz derslerin/Yedek Hoca’nın verdiği derslerin yoga akışını yaratmasına zaten imkan yok ki, diyebilirsiniz. Bir bakıma öyle. Ama öğrenciler uzun zamandır güvendikleri bir hoca ile çalışıyorlarsa, zaten yogaya güvenmişler ve hoca ile ilişki kurmayı öğrenmişlerse, bir de orjinal hoca sizle aynı sularda yüzüyorsa o zaman yabancı bir sınıfa dadılık yapmak illa ki de berbat bir şekilde sonuçlanmayabilir. (Mesela biz Cihangir Yoga’da birbirimizin derslerine Dadılık ettiğimizde, Dadı gibi değil de teyze, dayı filan gibi görülüyoruz. Tamam evet bu kadın/adam bizim esas hocamız değil ama aynı aileden gibi hissediyor öğrenciler.)
Neyse…Ben size hayatımın ennn berbat dersini anlatacaktım…Lafa daldım. Vaktimiz de doldu. Yarına kaldı artık. Bugün burada (Amerika’da) Şükran Günü. Sabah çok iyi bir ders yaptık. Balakrama üstüne Şükran Meditasyonu…
Şimdi bir de buradan hepinize seslenmek istiyorum sevgili okurlar,
Okuduğunuz için, yorumlarınız, desteğiniz için teşekkür ederim sizlere..
Şükürler olsun.
***
Devamı yarın. Bizden ayrılmayın


November 21, 2012
Shadow Yoga Yazıları 2

Foto: Rebekka Haas
Ben uzun bir zaman Shadow Yoga’ya direndim doğrusunu isterseniz. Hem de Shadow Yoga’nın Mekke’si sayılan Portland’da yaşamama rağmen. Başka bir yoga geleneğini takip ediyordum ve hayatımdan memnundum. Evet, takip ettiğim yoga sisteminin kısa serisini bitirmek her sabah neredeyse iki saatimi alıyordu ve evet arada sırada bizim stüdyoya “ziyarete gelen” Shadow yogacıların zarafeti, gücü ve güzelliği dikkatimi çekiyordu ama hayatımdan memnundum. Başka bir sisteme geçmeyi aklımdan geçirmiyordum. Etrafımdaki Shadow Yogacı dostlar beni en azında bir denemeye cesaretlendirmeye çalıştıklarında bu sistemden iyice soğuyor, bir deneyeceğim varsa da vazgeçiyordum.
Sonra bir gün Eski Hocam’la aramız bozuldu ve her şey değişti. Eski Hocam beni stüdyodan kovmadan önce, “Git sen Shadow Yogacı ol. Sana o yakışır!” dedi. Ben de inadımdan değilse bile yeni bir hoca bulmak zorunda olduğum için gittim Shadow Yoga’yı denemeye karar verdim. (Bu hikayenin ayrıntılarını merak ediyorsanız Yoga’da Hoca Yitirmek adlı dizi yazısını okuyabilirsiniz.)
***
Zhander Remete’nin karşısına geçtiğim ilk sabah bu sistem hakkında çok az şey biliyordum. Evet mat kullanmıyorlardı. Bir de prelüd diye bir şey yapıyorlardı. Prelüd denen şey çok kısaydı. “Sizin yoganız bu kadarcık mı sürüyor?” diye sorduğumda, kafamı büsbütün karıştıran “yok, prelüdden sonra asana var” diye bir cevap alıyordum. Ne yani prelüd dedikleri şey asana değil miydi yani?
Zhander Remete, Macar asıllı, beyaz saçlı, esmer tenli, çatık kaşlı, kalın sesli, benden koyu bir aksanla İngilizce konuşuyor… Akrabaymışız gibi geldi. Hemen kanım ısındı.
“Şimdi burada karşımda oturuyorsanız, bir şeylerden memnun değilsiniz demektir” dedi.
Arkamda oturan kadın huzursuzca yerinde kıpırdandı. Zhander Hoca açıklamak zorunda hissetti kendini:
“Yaptığınız yogadan, bağlı olduğunuz sistemden, sizi yetiştiren hocanızdan memnun olsaydınız, şimdi burada benim karşımda oturuyor olmazdınız. Buradasınız çünkü hala bir şeylerin arayışı içindesiniz.”
Bu sefer huzursuz-huzursuz yerinde kıpırdanma sırası bana geldi. Eski Hocam’ın beni stüdyodan kovduğu günden beri hamamda oğluna gelin bakan karılar gibi yoga hocası arayışına girmiştim çünkü. Bütün yaz Türkiye’de, Avrupa’da Amerika’da adını duyduğum yoga hocalarının kurslarına katılmış, hangisi ile kimyamın uyduğunu anlamaya çalışmıştım. Zhander Remete’nin Portland’da düzenlediği Shadow Yoga kursu da “Hocamı Arıyorum” turnesinin bir durağıydı sadece. Bunu bilen, hisseden Emma Hoca (Shadow Yoga okulunun müdürü) beni Portland kursuna kabul etmemek için sonuna kadar ayak diretmiş, son ana kadar beni bekletmişti. Çok sonra öğreneceğim tabiri ile o sırada ben onların gözünde (ve gerçekte) bir “shopper” idim. Bir kurstan diğerine koşarak yogayı tüketen öğrenci tipi yani.
O zar zor kabul edildiğim ilk kursun sonunda ben artık başka bir hoca veya sisteme dönmeyeceğimi biliyordum. Gözümü karatıp Emma Hoca’ya yaklaştım, bu sistemi öğretmek istediğimi söyledim. O yıllarda ben çoktan tam zamanlı yoga hocası olarak çalışmaya başlamıştım. Gençtim ve yoganın inceliklerinden bihaberdim. Bir de üstüne kendimi iyi zannediyordum. (en tehlikeli kişisel yanılgı bileşimi) Beni seve seve kabul ederler diye düşündüm. İnsanlar yoga bilmeden hocalık eğitimlerine katılıyorlardı. Ben dört yıldır bir sabah bile aksatmadan kendi yogamı yapıyor, yoga hakkında ne var ne yoksa okuyor ve hatta yazıyordum bile. Beni eğitimlerine almasınlardı da kimi alsınlardı?
Ertesi gün dersten sonra Zhander Hoca beni yanına çağırdı, gözlüğünün üstünden beni süzerek,
“Emma’ya Shadow Yoga öğretmek istediğini söylemişsin” dedi.
Zar zor duyulur bir sesle, evet, diyebildim. Önceki gün Emma’yla konuşurkenki güvenim deterjandan yapılma bir balonmuş meğerse. Zhander Hoca’nın kalın sesiyle bir anda patladı gitti.
Gözlüğünü indirip uzun, upuzuuuun, hiç bitmeyecekmiş gibi gelen bir sessizlik boyunca beni süzdü. Ben kapıya göz attım.
“Bizim hocalık eğitimimiz üç sene sürüyor” dedi.
“Biliyorum” diye fısıldadım. Biliyordum da sesim nereye gitmişti?
“Seni bu eğitime alıp almayacağımıza karar verebilmemiz için bizimle iki sene geçirmen lazım”
Peki.
“Bu iki sene içinde Shadow Yoga sisteminden başka bir sistemi öğreten hiç bir hocanın dersine gitmemen de lazım. Öğretinin saflığını koruması için. Sendeki gelişmeyi gözlemleyebilmemiz için. Razı mısın?”
Razıyım.
“İyi. İki sene sonra seni Hocalık Eğitimine alıp almayacağımızı söyleriz sana. Hocalık eğitimi en az üç sene sürecek. Üçüncü senenin sonuna varan herkes bu sistemi öğretecek diye bir kural da yok. Ancak hazır olduğuna karar verirsek sana el vereceğiz. Yoksa devam.”
Tamam.
***
Bu konuşmanın üzerinden tam altı yıl geçti. Bu altı yıl boyunca bir gün bile canım başka bir hocanın dersine, kursuna katılmayı çekmedi. Hergün prelüdümü ve zamanla bana verilen asanalarımı yapmayı, yılda iki defa Zhander Hoca’nın karşısına geçmeyi sürdürdüm. Zar zor kabul edildiğim o ilk kursun ilk günü Zhander Hoca’nın bize söylediği sözlerin anlamını bu altı yıl içinde defalarca düşündüm.
“Buradaysanız hayatınızdaki bir şeylerden memnun değilsiniz. Buradaysanız arayış içindesiniz.”
Gerçek yoga eğitiminin arayışın bittiği yerde başladığını bu süre içinde canımla kanımla anladım.
***
Devamı gelecek. Bizden ayrılmayın!


November 20, 2012
Shadow Yoga Yazıları 1

Foto: Rebekka Haas
Bu sabah kapıyı çektim çıktığımda bir de ne göreyim? Çantam boynumda asılı değil. Hemen kapının tokmağına asıldım. Açılmadı tabii. İçeriden kilitlemiştim çıkmadan. Binanın etrafında bir tur atıp balkon kapısına geldim. O da kilitli. Arabaya yürüdüm. Onun da kapıları kilitli. Üzerimde yeşil paltom, başımda berem, boynumda atkım, arabanın yanında öylece kalakaldım. Elimde ne evin, ne arabanın anahtarı, ne de bisiklet kilidinin anahtarı var. Param, cep telefonum ve otobüs biletlerim evin içindeki çantamın içinde. Saat sabahın altısı. Yağmur kara geceye bastırıyor da bastıyor. Dersim on beş dakikaya başlayacak. Ne yapmalı?
Başladım yürümeye tabii. Başka ne yapacağım? Çantanın içinde kalıp elimden kaçanlara değil, şu anda elimde avucumda tuttuklarıma odaklanarak yağmur altında vurdum kendimi yokuş yukarı. Başımda berem vardı mesela. Kapının önünde arabaya bineceğim nasıl olsa diye bere takmayabilirdim. Şemsiyesizliğime yanacağıma bereme sevinmeye karar verdim. Ve sonra kalın bir yoga pantolonu giymiştim bugün. Her zaman giydiğim renkli incecik pazar taytlarımdan birini değil de, yogacı erkekler için üretilen kalın kumaş pantolumla çıkmıştım dışarı. Bu da şükredilmesi gereken bir durumdu. Şaşkınlığıma küfretmeyi bırakıp, sahip olduklarıma şükrettim.
Durakta şöyle bir durakladım ve acaba beni biletsiz halimle otobüsüne alacak vicdanlı bir şoföre denk gelir miyim diye bir bakındım. Islak, karanlık ve ıssız uzayıp giden Division caddesinin aşağı ucunda otobüs motobüs görünmüyordu. Hocamızın gençlik günlerine denk gelen eski öğrencilerini aklıma getirerek tabana kuvvet verdim. On beş dakika sonra stüdyodaydım.
***
Yoga hocam, sevgili ustam Zhander Remete eskiden bütün öğrencilerine stüdyoya yürüyerek gelmelerini şart koşarmış. Evleri ne kadar uzak olursa olsun arabaya, bisiklete, otobüse binmek yokmuş. O zamanlar on sekiz yaşında olan Emma hocamız, sabah 6’da başlayan ders için evden dört buçukta çıktığını anlatmıştı bana.
“Annemin yüreğine inerdi her sabah, karanlıkta Sydney’in bir ucundan diğerine yürüyor oluşum…Ama ne yapacaksın, emir yüksek yerden gelmiş! Hepimiz tıpış tıpış yürüyerek geliyorduk stüdyoya.”
Neden böyle bir şart koşuyor Zhander hoca? Öğrencilerine işkence olsun, sözünü geçirsin diye değil herhalde. Kendi gücünü başkalarına yaptırabildikleri ile ölçen bir adam değil Zhander Remete. Kendi gücünün zaten farkında. Öğrenciler onu sözünü dinleseler de kendi gücünden emin, öğrenciler onun arkasında iş çevirseler de öyle. Yani kendisi ile ilgili değil bir şart değil bu sabahları stüdyoya yürüyerek gelme kuralı. Yogayla, yoga öğrencisi olmakla ilgili bir kural.
Zhander Hoca, Shadow Yoga kitabının giriş bölümünde anlatıyor bu şartın altında yatan mantığı. İnsan tabiatı itibarı ile heryere yürüyerek giden -gitmesi icab eden- bir canlı. Bedenin enerjisi insanın hergün düzenli olarak bir yerden bir yere yürüyeceği varsayımına göre düzenlenmiş. Sağlıklı bir enerji akışı, insanın yaradılış prensiplerine uygun bir yaşam sürmesiyle mümkün olabilir.
Bugün yaşadığımız hayatlar ise bedenimizin mükemmel tasarımını devam ettirmek için değil de, aksine sanki o tasarımı ziyan etmek amacını taşıyor. Bir yerden bir yere giderken yürümeyi tercih etmemek bu ziyan sürecinin bir parçası. Bir diğer ziyan ve zarar ise iskemlede, koltukta oturmaktan geliyor. İnsanın omurgası doğal olarak bedeni taşıyacak güce sahip. Yerde rahatça oturan bir bebeğin sırtını, omuzlarını, başını nasıl da eforsuzca taşıdığına bir bakın. Henüz ziyan edilmemiş mükemmel tasarımın resmini göreceksiniz. Bebek büyürken sırtını dayasın diye arkasına dayadığımız her iskemle, koltuk, kanepe, sıra onun doğal sırt kaslarından çalacak, ve kendi omurgasını tek başına taşıma yeteneğini elinden alacak. (Daha yirmi yaşına gelmemiş öğrencilerin sırtlarını duvara dayamadan karşımda oturamadıklarını çok gördüm, görüyorum derslerimde. )
Bedeninin tasarımına verdiğimiz zarar ve ziyan bu kadarla da bitmiyor. Bir de tuvalet meselesi var. İnsan adlı canlı türü tasarlanırken, bağırsaklarının düzenli boşaltılması için bir tek pozisyon belirlenmiş. Çökmek. Insan ancak çöktüğü zaman sindirim sisteminin bütün organları posayı atmak üzere hazırlanıyor ve ancak o zaman aşağı doğru akan enerji (apana) hareketleniyor. Bunu da aslında hepimiz içgüdüsel olarak biliyoruz. Peki kaçımız bugün rahatça çökebiliyoruz? Ayurveda hastalıkların yüzde doksanının eleme (tasviye) bozukluğundan kaynaklandığını söyler. Bağırsaklarımız oturarak değil çökerek boşaltılmak üzere tasarlanmış bir mekanima ile çalışırken biz çökemiyorsak, doğal tasviye sistemimizden verim nasıl bekleyebiliriz? (İnsanın oturarak tuvalete gitmesi, kedinin dört ayak üzerinde tuvalete gitmeye çalışması gibi bir şey.)
Zhander Remete, yarattığı Shadow Yoga sistemini, ziyan ettiğimiz ve hatta bazen zarar verdiğimiz mükemmel tasarımımızı yeniden kazanma prensibi üzerine kurmuş. İşte bu yüzden yürümekle başlasın günümüz demiş.
Ben bugün yürüdüm. Stüdyoya vardığımda, kafamın içi tertemiz, ciğerlerim açık, bedenim sıcacıktı.
Shadow Yoga yazıları devam edecek. Bizden ayrılmayın!

