Mutlu Binark's Blog, page 27

October 5, 2017

Facebook’dan Asılsız Haberleri Tespit Etmek İçin İpuçları

Yazan: Mehmet Figan/ Ankara Ünv. SBE RTS Bölümü Doktora Programı


Yeni medyanın ayrılmaz bir parçası olan sosyal ağlar, gündeme dair paylaşımların sıklıkla dolaşıma sokulduğu önemli mecralar haline gelmişlerdir. Kullanıcılara kendi içeriklerini de üretme imkânı sunan bu ağlar, kimi zaman yanlış bilgi yayılımı, konuyla alakasız fotoğraf paylaşımı, yalan haber yapımı ya da bir haber içeriğindeki bilginin, görsel öğelerinin çeşitli şekillerde manipüle edilip servis edilmesi durumuna sebebiyet vermektedir. Bu mesele, yakın zaman önce başlayan ve hala etkisini sürdüren “post-truth” tartışmalarına da kapı aralamıştır.


Toplumsal bakımdan tartışmalı olan ve sosyal yaşamı bir şekilde etkileyen gündem haberlerinde, isteyerek ya da istemeyerek yanlış haber paylaşımlarında artış yaşanır. Nitekim Haziran 2016’da İngiltere’nin Avrupa Birliğinden ayrılmasına neden olan Brexit oylaması, ardından Donald Trump’ın Cumhuriyetçi Partinin başkan adaylığına getirilmesi ve ABD Başkanlık seçimlerinden galip ayrılmasının esas sebebi olarak gösterilen yalan haberler, genelde sosyal ağlardan özelde de Facebook üzerinden yayılmıştır. Özellikle ABD Başkanlık seçimlerinin ardından Facebook üzerinden yürütülen “yalan haber” tartışmaları ciddi bir hal almıştır. Öyle ki Zuckerberg, 19 Kasım 2016’da kişisel Facebook hesabından bu konuda ile ilgili sorumluluk aldıklarını ve sahte içerikleri daha kolay raporlama, daha güçlü denetim, “fact-checking” (doğruluğunu kontrol etme) sistemleri de dâhil olmak üzere neler yapmayı planladıklarını anlatan bir yazı paylaşmıştır. Açıklamanın ardından Facebook, konu hakkında birçok düzenleme yapmıştır.


Türkiye’de de 5 Kasım 2017 tarihinde Facebook, kullanıcılarıyla “Asılsız Haberleri Tespit Etmek İçin İpuçları” başlıklı bir makale paylaşarak konu hakkında ilk somut adımı attı.


Makalede, “Asılsız haberlerin yayılmasını durdurmak için çalışmalarımız devam ederken, dikkat etmeniz gereken noktalarla ilgili bazı ipuçları vermek istiyoruz” denilerek, okuyucuya yalan haber konusunda hangi hususlara dikkat etmesi gerektiği açıklanıyor.


Kadir Has Üniversitesi ile işbirliği halinde hazırlanan önlemler şu şekilde sıralanmaktadır;


1) Başlıklara şüpheyle yaklaşın.


2) İnternet adresine (URL) yakından bakın.


3) Kaynağı araştırın.


4) Yazı biçiminin olağandışı olup olmadığına dikkat edin.


5) Fotoğraflara dikkat edin.


6) Tarihleri inceleyin.


7) Kanıtları kontrol edin.


8) Başka haber kaynaklarına bakın.


9) Haber bir şaka mı?


10) Bazı haberler kasten yanlış bilgi içerir.


Sonuç olarak Dünya’da ve Türkiye’de özellikle sosyal ağlar üzerinden dolaşıma sokulan yalan haberler, önemli etkiler yaratmakta ve kitlelerin duygusal reflekslerle hareket etmesine neden olmaktadır. Bu durum, kimi zaman toplumsal öfkenin kontrolsüz bir şekilde yoğunlaşmasına ve dezavantajlı kesimlere yönelmesi ile sonuçlanabilmektedir. Dolayısıyla Facebook’un başlattığı süreç yetersiz olmakla birlikte önemli bir adımdır. Aynı konu hakkında bağımsız otoriteler, sivil toplum örgütleri ve akademinin de sorumluluk alması gerektiği aşikârdır.


Oxford Sözlüğündeki tanımlamaya göre “post-truth” terimi; “tarafsız gerçeklerin kamuoyu fikrini etkilemede  duygulara ve kişisel inançlara cazip gelen şeylerden çok daha az etkili olması durumuyla ilgilidir.”


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on October 05, 2017 11:44

September 3, 2017

Çin’in Büyük Güvenlik Duvarı: Sansürde 21 Yıl

「牆」就像一個邪惡的郵差,只要看到你的信封上寫上 Google 或 Facebook 等網站的地址,就會直接將信件丟棄。


Eylül 1987’de, bir Beijing laboratuarı, Çin’in ilk e-postasını gönderdi. Bir Alman üniversitesine giden mesaj şöyleydi:”Çin Seddi’nin ötesinde dünyanın her köşesine ulaşabiliriz.” Son birkaç on yılda İnternet altyapısındaki gelişme, Çin halkının “Çin Seddi”nin ötesine geçmeye devam etmesini ve dünyanın geri kalanıyla iletişim kurabilmesini sağladı. Ancak Çinli yetkililer, kısa süre sonra Çin Komünist Partisi’ni tehdit ettiğini düşündükleri bilgiye halkın erişimini önlemek için başka bir duvar inşa ettiler.


1996 yılında, Beijing bilgisayar bilgisini yönetmek için geçici hükümler dizisi çıkardı. 1998 yılında, Kamu Güvenliği Bakanlığı Altın Kalkan (Golden Shield) projesini başlattı. Altın Kalkan, politik olarak hassas içeriğin yerel ağa girmesini engelleyen bir ulusal filtredir.


Bu sansür taktik şeması uzun zamandır “Büyük Güvenlik Duvarı” olarak adlandırılmakta ve insanların “Büyük Güvenlik Duvarı”nı geçme çabalarının kesintisiz olduğu göz önüne alınarak başlangıcından bu güne periyodik güncellemeler (upgrades) geçirdi. Bazıları “Büyük Güvenlik Duvarı”yla Çinli netizens (aktif İnternet kullanıcıları) arasındaki etkileşimi, süregiden bir “hapishaneden kaçış” olarak tanımlamaktadır.


Yakın zamanda, Hong Kong merkezli araştırmacı gazetecilik platformu olan Initium, “Büyük Güvenlik Duvarı” ve onu aşmak için kullanılan araçların eş zamanlı evrimini inceledi. Çin raporundaki önemli noktaların kısaca ve kısmi çevirisi şöyledir:



Birinci Aşama: Altın Kalkan Alan Adlarını ve Ip Adreslerini Engeller

İlk nesil “Altın Kalkan”, belirli alan adlarını ve sunucu IP adreslerini engelleyen yerel/yerli bir filtredir. Proxy sunucusu gibi yurtdışı bir sunucu aracılığıyla insanlar duvarın etrafından dolaşıp istedikleri siteleri ziyaret edebilmektedir.



İkinci Aşama: Altın Kalkan Anahtar Kelime Sansürü Uygular

“Altın Kalkan”ın anahtar kelime filtreleme sistemi, İnternet bağlantısı bir proxy üzerinden geçse bile netizenlerin ziyaret ettiği web sitelerinin içeriklerini algılayacak şekilde güncellendi. Ağ bağlantısı boyunca iletilenin “hassas içerik” olması durumunda, İletim Kontrol Protokolü (TCP) sıfırlanır.


Bu denetimi önlemek için, Çinli netizenler “Büyük Güvenlik Duvarı”nı aşmak için sanal özel ağları veya VPN’leri kullanmaya başladı. Başlangıçta, VPN’ler global şirket tarafından ticari sırları korumak için kullanıldı, onların dahili iletişimleri özel bir ağda dolaştı ve ağ üzerinden gönderilen mesajları üçüncü tarafların algılayamadığından emin olmak için şifrelendi.


Şekil 1:


[image error]


Başka bir ifadeyle, Çin dışındaki bir VPN sunucusu, bir Çinli netizenin ziyaret isteklerini herhangi bir üçüncü taraf web sitesine güvenle aktarabilirdi.



Üçüncü Aşama: “Büyük Güvenlik Duvarı” VPN’leri ve Atlatma Araçlarını Tespit Etmeye Başlar

Hükümet desteğiyle, “Büyük Güvenlik Duvarı”nın geliştiricileri, nihayet VPN’lerin zayıf yönlerini belirlemeyi başardı. Sıkça kullanılan VPN protokollerinin IPSec, L2TP/TPSec ve PPTP gibi genellikle belirli bağlantı noktalarını kullanan bazı belirgin özelliklerinin bulunduğunu tespit ettiler. Şifreli bağlantıyı işletirken ayırt edici bir iz kalır. Bu tür “düzensiz” bağlantıları tespit etmek için “Büyük Güvenlik Duvarı” yine güncellendi.


2011 yılında, “Büyük Güvenlik Duvarı”, iki büyük güvenlik duvarı PPTP ve L2TP’yi geçici olarak bloke etti. Ancak bu protokolleri bloke etmenin ekonomik zararı çok büyük oldu. “Büyük Güvenlik Duvarı” bireysel VPN bağlantılarını yavaşlatmak veya sıfırlamak için güncellendi/yükseltildi.


Şekil 2:


[image error]


Bu sorunu çözmek için, Github’dan açık kaynak kullanıcıları toplu olarak Shadowsocks adlı yeni bir araç geliştirdi.


VPN gibi Shadowsocks da bir atlatma teknolojisidir. Kullanıcı ve ziyaret etmek istedikleri web sitesi arasındaki iletişimi şifreler. Ancak üçüncü taraf için bağlantıyı tesit etmek zordur, çünkü Shadowsocks kullanıcıların farklı şifreleme yöntemleri seçmesine ve rastgele bir bağlantı noktası atamasına izin verir.


Dahası, Shadowsocks açık kaynaklı bir projedir. Orijinal geliştirici otoritelerin baskısı sonucunda GitHub’da yayınlanan kodları silmek zorunda kalsa bile, diğer geliştiriciler ShadowsocksR ve V2Ray gibi türevleri geliştirmeyi ve devam ettirmeyi sürdürebilir.


Çin hükümeti siyasi olmayan çevrimiçi oyun siteleri, fotoğraf paylaşım siteleri ve sosyal medya platformlarının da yer aldığı giderek daha fazla web sitesini engellediğinden, atlatma araçları için talep artmıştır. Bazı bireysel geliştiriciler Shadowsocks’u kullanarak bireysel netizenlere atlatma aplikasyonu sağlamada başarılı bir iş çıkarmıştır.


Apple işletim sistemini 2014 yılında İOS 8’e yükselttikten sonra, Apple diğer geliştiricilerin özel sektöre ait şifreli VPN uygulamaları oluşturmasına olanak tanıyan firmanın VPN ile ilgili API programlama portlarını açmaya başladı. O zamandan beri, Shadowsock protokollerini destekleyen Proxy uygulamaları gelişti. Kullanıcıların yalnızca uygulamayı yüklemeleri ve açmaları yeterlidir ve Çin hükümeti tarafından yasaklanan web sitelerine bağlanabiliyorlar. Sıradan İnternet kullanıcılarının da “Büyük Güvenlik Duvarını” aşmalarını kolaylaştırmaktadır.


Ancak Çinli yetkililer bütün bu gelişmeleri sıkı gözetim altında tutmaktadır.



Dördüncü Aşama: Siber Güvenlik Yasaları Anonimliği ve VPN’leri Hedef Alma

“Büyük Güvenlik Duvarı”nı sürekli geliştirmenin yanı sıra Beijing yönetimi VPN servis sağlayıcılarını sınırlamak için yeni yasalar da çıkarttı.


22 Ocak 2017’de Çin Sanayi ve Enformasyon Teknolojisi Bakanlığı (MIIT) “İnternet Erişim Hizmeti Pazarını Düzenleme” uyarısı ilan etti. Buna göre:


“Telekomünikasyon yönetim dairelerinden onay alınmadan sanal özel VPN ağları da dahil olmak üzere kimse kendi arzusuyla özel hatlar ya da sınır ötesi iş faaliyetlerini yürütmek için diğer bilgi kanalları oluşturmamalı veya kiralamamalı. Kullanıcılara uluslar arası hatlar kiralayan temel telekomünikasyon kuruluşları, merkezi bir kullanıcı arşivi oluşturmalı ve hatların kullanım koşullarının dahili ofis kullanımıyla sınırlı olduğunu kullanıcılara açıklamalıdır. Hatlar telekomünikasyon operasyon faaliyetlerini yürütmek amacıyla yurtiçi veya yurtdışı veri merkezlerine veya operasyon platformlarına bağlanmak için kullanılmamalıdır.”


01 Haziran’da tartışmalı “Siber Güvenlik Yasası” resmi olarak yürürlüğe girdi. Yasa denetim bölümüne geniş kapsamlı haklar tanımakta, İnternet operatörünün sorumluluklarını ve görevlerini güçlendirmekte ve bireysel İnternet kullanıcılarının gerçek isimle kaydını talep etmektedir. İzleme sistemi ABD bilim kurgu filmi “Azınlık Raporu”ndaki “suç öncesi” operasyonuna benzemektedir.


Yasal düzenleme, Apple’ın Temmuz ayında Çin uygulama mağazasından VPN uygulamalarını kaldırması konusunda doğrudan Apple’ı zorladı. Amazon’un Çinli ortağı ayrıca, VPN sunucusu kurmak için bulut sunucusunun kullanılmasına karşı müşterilerine bir uyarı yayınladı. Uyarıda müşterilerin onaylanmayan VPN’leri kullanımını tespit etmeleri durumunda Amazon’un hizmet vermeyi durduracağı bilgisi yer almaktaydı.


Bireysel geliştiricilere ve VPN kullanıcılarına yönelik baskılar ağırdı. Temmuz ayından başlayarak, Proxy yazılım geliştiricileri ve kullanıcılarının polis tarafından taciz edildiği haberleri düzenli olarak ortaya çıktı.


Bir geliştirici Twitter’da polis tarafından nasıl tespit edildiğini paylaştı. Polis Apple store da gösterilen kullanıcının QQ numarası aracılığıyla IP adresini bulmuştu. Polis kullanıcının evini ziyaret ederek ve geliştiriciden uygulamayı kaldırmasını istedi. Daha sonra, kullanıcı Proxy uygulamasını tekrar yüklememeye söz verdi.


Shenzen’de bazı İnternet kullanıcıları, Proxy yazılımına sıkı bağlantıları nedeniyle polis tarafından bulundu. Onların İnternet hizmeti kesildi ve bağlantıyı sürdürmek için yazılımı bir daha kullanmayacaklarına dair bir mektup yazmaya zorlandılar.


Artan baskılar bireysel atlatma aracı geliştiricileri ve kullanıcılarını korkuttu. Geliştirici topluluğundan bir geliştirici iki seçeneğin kaldığını söyledi:


“Birincisi uygulamanın Çin sürümünü yapmamak ve uygulamanızı Express VPN gibi bir yabancı şirketten alıyormuş gibi tanıtmak ve diğer yol…. Birkaç gün önce bir arkadaşa rastladım. MIIT’de çalışan birilerini tanıdığını ve o kişinin VPN satış izni almasını sağlayabileceğini söylediğini belirtmiştir. Bu şekilde, iş tamamen yasal olabilir.”


Bununla birlikte, lisans almak, VPN kullanıcılarının çevrimiçi faaliyetlerini gözlemlemek için hükümetle birlikte çalışmak demektir.


Teknik olarak konuşmak gerekirse, atlatma teknolojileri “Büyük Güvenlik Duvarı”nı kurnazlıkla yendi. Ancak yeni yasal rejim oyunun kurallarını değiştirdi. Bugün, dış ağa bağlanmak isteyen Çinli netizenler ya gizliliklerinden vazgeçmeyi ve lisanslı VPN hizmetlerine abone olmayı seçmeli ya da polis korkularının üstesinden gelmeli ve yurtdışındaki atlatma araçlarına kayıt olmalıdır.


Otuz yıl sonra, Çin Seddi’ni açma ve dünyanın her köşesine ulaşma hayali insanların özgürlüğünü tehdit altında gören kabuslara yol açtı.


Kaynak: https://advox.globalvoices.org/2017/08/30/the-evolution-of-chinas-great-firewall-21-years-of-censorship/?utm_content=buffere7c63&utm_medium=social&utm_source=twitter.com&utm_campaign=buffer


 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on September 03, 2017 07:16

Çin’in Büyük Güvenlik Duvarı: Sansürde 21 Yıl

「牆」就像一個邪惡的郵差,只要看到你的信封上寫上 Google 或 Facebook 等網站的地址,就會直接將信件丟棄。


Eylül 1987’de, bir Beijing laboratuarı, Çin’in ilk e-postasını gönderdi. Bir Alman üniversitesine giden mesaj şöyleydi:”Çin Seddi’nin ötesinde dünyanın her köşesine ulaşabiliriz.” Son birkaç on yılda İnternet altyapısındaki gelişme, Çin halkının “Çin Seddi”nin ötesine geçmeye devam etmesini ve dünyanın geri kalanıyla iletişim kurabilmesini sağladı. Ancak Çinli yetkililer, kısa süre sonra Çin Komünist Partisi’ni tehdit ettiğini düşündükleri bilgiye halkın erişimini önlemek için başka bir duvar inşa ettiler.


1996 yılında, Beijing bilgisayar bilgisini yönetmek için geçici hükümler dizisi çıkardı. 1998 yılında, Kamu Güvenliği Bakanlığı Altın Kalkan (Golden Shield) projesini başlattı. Altın Kalkan, politik olarak hassas içeriğin yerel ağa girmesini engelleyen bir ulusal filtredir.


Bu sansür taktik şeması uzun zamandır “Büyük Güvenlik Duvarı” olarak adlandırılmakta ve insanların “Büyük Güvenlik Duvarı”nı geçme çabalarının kesintisiz olduğu göz önüne alınarak başlangıcından bu güne periyodik güncellemeler (upgrades) geçirdi. Bazıları “Büyük Güvenlik Duvarı”yla Çinli netizens (aktif İnternet kullanıcıları) arasındaki etkileşimi, süregiden bir “hapishaneden kaçış” olarak tanımlamaktadır.


Yakın zamanda, Hong Kong merkezli araştırmacı gazetecilik platformu olan Initium, “Büyük Güvenlik Duvarı” ve onu aşmak için kullanılan araçların eş zamanlı evrimini inceledi. Çin raporundaki önemli noktaların kısaca ve kısmi çevirisi şöyledir:



Birinci Aşama: Altın Kalkan Alan Adlarını ve Ip Adreslerini Engeller

İlk nesil “Altın Kalkan”, belirli alan adlarını ve sunucu IP adreslerini engelleyen yerel/yerli bir filtredir. Proxy sunucusu gibi yurtdışı bir sunucu aracılığıyla insanlar duvarın etrafından dolaşıp istedikleri siteleri ziyaret edebilmektedir.



İkinci Aşama: Altın Kalkan Anahtar Kelime Sansürü Uygular

“Altın Kalkan”ın anahtar kelime filtreleme sistemi, İnternet bağlantısı bir proxy üzerinden geçse bile netizenlerin ziyaret ettiği web sitelerinin içeriklerini algılayacak şekilde güncellendi. Ağ bağlantısı boyunca iletilenin “hassas içerik” olması durumunda, İletim Kontrol Protokolü (TCP) sıfırlanır.


Bu denetimi önlemek için, Çinli netizenler “Büyük Güvenlik Duvarı”nı aşmak için sanal özel ağları veya VPN’leri kullanmaya başladı. Başlangıçta, VPN’ler global şirket tarafından ticari sırları korumak için kullanıldı, onların dahili iletişimleri özel bir ağda dolaştı ve ağ üzerinden gönderilen mesajları üçüncü tarafların algılayamadığından emin olmak için şifrelendi.


Şekil 1:


[image error]


Başka bir ifadeyle, Çin dışındaki bir VPN sunucusu, bir Çinli netizenin ziyaret isteklerini herhangi bir üçüncü taraf web sitesine güvenle aktarabilirdi.



Üçüncü Aşama: “Büyük Güvenlik Duvarı” VPN’leri ve Atlatma Araçlarını Tespit Etmeye Başlar

Hükümet desteğiyle, “Büyük Güvenlik Duvarı”nın geliştiricileri, nihayet VPN’lerin zayıf yönlerini belirlemeyi başardı. Sıkça kullanılan VPN protokollerinin IPSec, L2TP/TPSec ve PPTP gibi genellikle belirli bağlantı noktalarını kullanan bazı belirgin özelliklerinin bulunduğunu tespit ettiler. Şifreli bağlantıyı işletirken ayırt edici bir iz kalır. Bu tür “düzensiz” bağlantıları tespit etmek için “Büyük Güvenlik Duvarı” yine güncellendi.


2011 yılında, “Büyük Güvenlik Duvarı”, iki büyük güvenlik duvarı PPTP ve L2TP’yi geçici olarak bloke etti. Ancak bu protokolleri bloke etmenin ekonomik zararı çok büyük oldu. “Büyük Güvenlik Duvarı” bireysel VPN bağlantılarını yavaşlatmak veya sıfırlamak için güncellendi/yükseltildi.


Şekil 2:


[image error]


Bu sorunu çözmek için, Github’dan açık kaynak kullanıcıları toplu olarak Shadowsocks adlı yeni bir araç geliştirdi.


VPN gibi Shadowsocks da bir atlatma teknolojisidir. Kullanıcı ve ziyaret etmek istedikleri web sitesi arasındaki iletişimi şifreler. Ancak üçüncü taraf için bağlantıyı tesit etmek zordur, çünkü Shadowsocks kullanıcıların farklı şifreleme yöntemleri seçmesine ve rastgele bir bağlantı noktası atamasına izin verir.


Dahası, Shadowsocks açık kaynaklı bir projedir. Orijinal geliştirici otoritelerin baskısı sonucunda GitHub’da yayınlanan kodları silmek zorunda kalsa bile, diğer geliştiriciler ShadowsocksR ve V2Ray gibi türevleri geliştirmeyi ve devam ettirmeyi sürdürebilir.


Çin hükümeti siyasi olmayan çevrimiçi oyun siteleri, fotoğraf paylaşım siteleri ve sosyal medya platformlarının da yer aldığı giderek daha fazla web sitesini engellediğinden, atlatma araçları için talep artmıştır. Bazı bireysel geliştiriciler Shadowsocks’u kullanarak bireysel netizenlere atlatma aplikasyonu sağlamada başarılı bir iş çıkarmıştır.


Apple işletim sistemini 2014 yılında İOS 8’e yükselttikten sonra, Apple diğer geliştiricilerin özel sektöre ait şifreli VPN uygulamaları oluşturmasına olanak tanıyan firmanın VPN ile ilgili API programlama portlarını açmaya başladı. O zamandan beri, Shadowsock protokollerini destekleyen Proxy uygulamaları gelişti. Kullanıcıların yalnızca uygulamayı yüklemeleri ve açmaları yeterlidir ve Çin hükümeti tarafından yasaklanan web sitelerine bağlanabiliyorlar. Sıradan İnternet kullanıcılarının da “Büyük Güvenlik Duvarını” aşmalarını kolaylaştırmaktadır.


Ancak Çinli yetkililer bütün bu gelişmeleri sıkı gözetim altında tutmaktadır.



Dördüncü Aşama: Siber Güvenlik Yasaları Anonimliği ve VPN’leri Hedef Alma

“Büyük Güvenlik Duvarı”nı sürekli geliştirmenin yanı sıra Beijing yönetimi VPN servis sağlayıcılarını sınırlamak için yeni yasalar da çıkarttı.


22 Ocak 2017’de Çin Sanayi ve Enformasyon Teknolojisi Bakanlığı (MIIT) “İnternet Erişim Hizmeti Pazarını Düzenleme” uyarısı ilan etti. Buna göre:


“Telekomünikasyon yönetim dairelerinden onay alınmadan sanal özel VPN ağları da dahil olmak üzere kimse kendi arzusuyla özel hatlar ya da sınır ötesi iş faaliyetlerini yürütmek için diğer bilgi kanalları oluşturmamalı veya kiralamamalı. Kullanıcılara uluslar arası hatlar kiralayan temel telekomünikasyon kuruluşları, merkezi bir kullanıcı arşivi oluşturmalı ve hatların kullanım koşullarının dahili ofis kullanımıyla sınırlı olduğunu kullanıcılara açıklamalıdır. Hatlar telekomünikasyon operasyon faaliyetlerini yürütmek amacıyla yurtiçi veya yurtdışı veri merkezlerine veya operasyon platformlarına bağlanmak için kullanılmamalıdır.”


01 Haziran’da tartışmalı “Siber Güvenlik Yasası” resmi olarak yürürlüğe girdi. Yasa denetim bölümüne geniş kapsamlı haklar tanımakta, İnternet operatörünün sorumluluklarını ve görevlerini güçlendirmekte ve bireysel İnternet kullanıcılarının gerçek isimle kaydını talep etmektedir. İzleme sistemi ABD bilim kurgu filmi “Azınlık Raporu”ndaki “suç öncesi” operasyonuna benzemektedir.


Yasal düzenleme, Apple’ın Temmuz ayında Çin uygulama mağazasından VPN uygulamalarını kaldırması konusunda doğrudan Apple’ı zorladı. Amazon’un Çinli ortağı ayrıca, VPN sunucusu kurmak için bulut sunucusunun kullanılmasına karşı müşterilerine bir uyarı yayınladı. Uyarıda müşterilerin onaylanmayan VPN’leri kullanımını tespit etmeleri durumunda Amazon’un hizmet vermeyi durduracağı bilgisi yer almaktaydı.


Bireysel geliştiricilere ve VPN kullanıcılarına yönelik baskılar ağırdı. Temmuz ayından başlayarak, Proxy yazılım geliştiricileri ve kullanıcılarının polis tarafından taciz edildiği haberleri düzenli olarak ortaya çıktı.


Bir geliştirici Twitter’da polis tarafından nasıl tespit edildiğini paylaştı. Polis Apple store da gösterilen kullanıcının QQ numarası aracılığıyla IP adresini bulmuştu. Polis kullanıcının evini ziyaret ederek ve geliştiriciden uygulamayı kaldırmasını istedi. Daha sonra, kullanıcı Proxy uygulamasını tekrar yüklememeye söz verdi.


Shenzen’de bazı İnternet kullanıcıları, Proxy yazılımına sıkı bağlantıları nedeniyle polis tarafından bulundu. Onların İnternet hizmeti kesildi ve bağlantıyı sürdürmek için yazılımı bir daha kullanmayacaklarına dair bir mektup yazmaya zorlandılar.


Artan baskılar bireysel atlatma aracı geliştiricileri ve kullanıcılarını korkuttu. Geliştirici topluluğundan bir geliştirici iki seçeneğin kaldığını söyledi:


“Birincisi uygulamanın Çin sürümünü yapmamak ve uygulamanızı Express VPN gibi bir yabancı şirketten alıyormuş gibi tanıtmak ve diğer yol…. Birkaç gün önce bir arkadaşa rastladım. MIIT’de çalışan birilerini tanıdığını ve o kişinin VPN satış izni almasını sağlayabileceğini söylediğini belirtmiştir. Bu şekilde, iş tamamen yasal olabilir.”


Bununla birlikte, lisans almak, VPN kullanıcılarının çevrimiçi faaliyetlerini gözlemlemek için hükümetle birlikte çalışmak demektir.


Teknik olarak konuşmak gerekirse, atlatma teknolojileri “Büyük Güvenlik Duvarı”nı kurnazlıkla yendi. Ancak yeni yasal rejim oyunun kurallarını değiştirdi. Bugün, dış ağa bağlanmak isteyen Çinli netizenler ya gizliliklerinden vazgeçmeyi ve lisanslı VPN hizmetlerine abone olmayı seçmeli ya da polis korkularının üstesinden gelmeli ve yurtdışındaki atlatma araçlarına kayıt olmalıdır.


Otuz yıl sonra, Çin Seddi’ni açma ve dünyanın her köşesine ulaşma hayali insanların özgürlüğünü tehdit altında gören kabuslara yol açtı.


Kaynak: https://advox.globalvoices.org/2017/08/30/the-evolution-of-chinas-great-firewall-21-years-of-censorship/?utm_content=buffere7c63&utm_medium=social&utm_source=twitter.com&utm_campaign=buffer


 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on September 03, 2017 07:16

August 8, 2017

Kitap Değerlendirme: Ağ Toplumu

Yazan: Şerife Öztürk,  Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü   Gazetecilik A.B.D Doktora Öğrencisi


 Ağ Toplumu- Orijinal Adı: Network Society – Jan Van Dijk Çeviren: Özlem Sakin, İstanbul: Kafka Yayınları, 2016, 454 sayfa.


[image error]


Jan van Dijk tarafından yazılan Ağ Toplumu kitabı, Kafka Yayınları’nın Alternatif Medya ve Toplumsal Hareketler serisinin bir parçasıdır. Barış Çoban ve Bora Ataman’ın editörlüğünü yaptığı seri, yeni medya ve direniş odaklı bir platform olarak tasarlanmıştır. Farklı disiplinlerden araştırmacıların bir araya geldiği dizi, ağ toplumu içerisinde alternatif bir küreselleşmenin mümkün olabileceğini, dijital kültürde farklı alanların nasıl evrildiğini ortaya koymaktadır.


Jan Van Dijk, yeni medyanın birçok yönünü çeşitli çalışmalarıyla ortaya koymuştur. K. Hacker ile birlikte yazdığı Digital Democracy: Issues of Theory and Practice (2000),  H. Bouwman, B. Van den Hooff ve L. Van de Wijngaert ile kolektif olarak hazırladığı Information and Communication Technology in Organizations (2005) ve bireysel olarak yazdığı The Deeping Divide, Inequality in The Information Society (2005) isimli kitapları da bu çalışmalarının bir ürünüdür.


Kitaplarının tümünde sosyolog ve iletişim bilimci olmanın avantajlarını kullanan Van Dijk, dijital ortamların sosyolojik yönlerini farklı açılardan incelemiştir ve yakında okuyucusuyla buluşacak olan Digital Skills, The Key to the Information Society (A. Van Deursan ile birlikte) adlı çalışması da, başlığından da anlaşılacağı üzere, yine bu yönde olacaktır.


Çevirisinin gayet sade ve akıcı, anlatılanların ise net olarak ifade edildiği kitap, on bölümden oluşmaktadır. Van Dijk kitabının temelinde, yeni medyanın sosyal yönlerinin hayatın çeşitli alanlarında ve seviyelerde belirmesi ve yorumlanmasının yatmakta olduğunun altını çizmektedir. Kitabın Girişini oluşturan birinci bölümünün ilk satırları yazarın günümüze dayalı bazı gözlemlerini ortaya koymakta ve bunun eserin çıkış noktası olduğunun altı çizilmektedir. Buna göre günümüzde elektrik kabloları, altyapı, yollar, su boruları, televizyon vb. temel ihtiyaçlar kadar internet, Facebook veya diğer sosyal paylaşım siteleri de ihtiyaçlar listesinin ilk sıralarında yer almaktadır. Hatta bu tür sosyal paylaşım sitelerinden bir günlüğüne bile uzak kalmanın kişilerde yoksunluk yarattığı iddia edilmektedir.


Günümüze “ağlar çağı” ismini veren Van Dijk, ağlara da toplumun sinir sistemi nitelemesiyle önem atfetmektedir. Kitapta, dünyanın günümüzdeki kadar özgür olmadığını ancak özgürlükle birlikte bağımlılığın da beraberinde geldiği ve bazı değerlerin tehlikede olduğu belirtilmektedir: Toplumsal eşitlik, sosyal ilişkilerin niteliği ve niceliği, demokrasi, insan zihninin zenginliği.


Teknolojilerin birden bire, bir günde ortaya çıkmadığının çeşitli şekillerde ifade edildiği kitabın bununla ilgili satırları okuyucunun aklına, Yuval Norah Harari’nin Homo Sapiens ile Harold Innis’in İmparatorluk ve İletişim Araçları adlı kitaplarını getirmektedir. İnsanlık tarihinin başlangıcını ve yaşadığı yerin onun hangi yönlere evrilmesine katkı sağladığını, iktidar mücadelelerinin başlangıcını ve gelişimini buna bağlı olarak da iletişim araçlarının iktidarı elinde bulundurmaya nasıl yardımcı olduğunu tarihsel süreçte ele alan kitaplar, “teknolojinin determinizmi” yönündeki görüşlerin karşısındadır. Van Dijk’ın kitabı da bu eserlerin ortaya koyduğu görüşleri destekler niteliktedir.


Kitaba göre, yeni medyanın yükselişi ikinci bir iletişim devrimi yaratmıştır ve ilk iletişim devrimi olan yazının icadı da de en az günümüz kadar etkili ve baş döndürücüdür. Van Dijk bu noktada, ilk iletişim devrimi ile ikinci iletişim devrimi arasındaki farklılığı da ortaya koymaktadır: “Yeni medya teknolojisi devrimseldir. Ancak yeni medya araçlarının toplum üzerindeki etkisi daha çok evrimseldir ve toplumdaki eğilimleri güçlendirmektedir”  (s. 38)


Kitapta, artık herkesin bildiği yeni medya ortamlarının özellikleri dört karakteristik şekilde tanımlanmaktadır: Hem bütünleşmiş (multimedya) hem de interaktif olan, teknik araçlar olarak da dijital kod ve hiper metin kullanan medya.


Van Dijk’a göre, yeni medya araçlarının en önemli özelliği güçlü ve yüksek depolama kapasitesine sahip olmasıdır. Günümüzde çoğu insanın sosyal medya platformlarında fotoğraf ve video paylaşımında bulunmasının nedeni de budur. Bu tür paylaşımlar sosyal ağlarda arşivlenmektedir. İletişim araçlarına herhangi bir zarar gelmesi durumunda bu tür paylaşımlar ağlarda depolanmaktadır. Çünkü hem arşivlenmesi hem de istenilen yerden ulaşılması kolaydır.


Yeni medyanın güçlü yönleri yanında (hız, geniş coğrafi erişim, depolama kapasitesi, kesinlik, seçicilik) zayıf yönlerine (tam interaktiflik, doğal uyartı zenginliği ve bunlar kullanılarak başarılacak görevlerin karmaşıklığı, özel hayatın gizliliğinin korunması) de yer veren Van Dijk, bu tavrıyla kitabında genel anlamda dengeli bir tutum sergilemektedir.


[image error]


Kitabın ikinci bölümü, Ağlar: Toplumun Sinir Sistemi  başlığıyla sunulmaktadır. Bu bölüm “ağ toplumu”, “enformasyon toplumu” ve “kitle toplumu” kavramlarına değinerek başlamaktadır. Van Dijk, toplumlardaki faaliyet ve süreçlerin değişen özüne enformasyon toplumuyla, toplumların değişen örgütlenme biçimleri ve altyapılarına ağ toplumuyla, toplumun her seviyesindeki örgütlenme biçimine kitle toplumuyla vurgu yaparak, bu kavramlar arasındaki temel farkların içeriksel, biçimsel ve örgütsel olduğuna dikkat çekmektedir.


Konuşmanın icadından beri tüm toplumların ağlar içerisinde örgütlendiğini belirterek “ağ toplumu”nun yeni bir kavram olmadığının altını çizen Van Dijk, bu ifadesiyle sosyal ağların insanlık kadar eski olduğuna vurgu yapmaktadır. Van Dijk, toplumların bugün kullandıkları dijital teknolojilerin evrimleri göz önüne alındığında insanoğlunun ilk teknolojisinin “dil” olduğunu bu ifadelerle anlatmaktadır.


Kitabında Van Dijk sık sık, kitabının da ismi olması nedeniyle, Manuel Castells’in “ağ toplumu” kavramına atıfta bulunmaktadır. “Ağ toplumu”, Manuel Castells’in, teknolojinin toplumsal alanlarda evrilmelere neden olduğunu anlatmak için kullandığı bir terimdir. Belki de içinde bulunduğumuz durumun en kısa ancak net ifadesidir ağ toplumu. Van Dijk ile Castells’in düşünceleri bu noktada kesişmektedir.


Kitapta, internetin insan hayatına getirdiği durumu “güçlü ve geniş bir hiper bağ” ile açıklayan Van Dijk, bireylerin, grupların ve örgütlerin sosyal ve medya ağları ile birbirine artan bir biçimde bağlandığını dile getirmektedir. Van Dijk’ın bu konuda yazdıkları, danah Boyd’un ağlaşmış / ağdaş kamu kavramını açıklar niteliktedir.


Van Dijk günümüzün dijital olarak yorumlanmasının temelini oluşturan web’in yedi kanununu da açıklamaktadır: Ağ eklemleme kanunu, ağların dışsallığı kanunu, ağ genişlemesi kanunu, küçük dünyalar kanunu, dikkatin sınırlılığı kanunu, ağlardaki güç kanunu, eğilimleri güçlendirme kanunu.


Yerel – küresel tartışmalarını ağ toplumu kavramı boyutunda açıklayan Van Dijk, bu terimin kapsamını hem yerel hem de küresel, bazen de küreyerel olduğu şeklinde anlatmaktadır. Van Dijk kitabında, günümüzün belki de kıymeti bilinmeyen en önemli değerine vurgu yapmaktadır: Yüz yüze iletişim. Ağ toplumunda pek çok açıdan en önemli iletişim türünün yüzyüze olduğunun altını çizen Van Dijk, dolayımlanmış iletişimin bunu tamamladığını belirtmektedir.


Kitabın Teknoloji başlığını taşıyan üçüncü bölümü, bilgisayar, internet ve dijital medyanın ilk karakteristik özellikleri olan mikro-elektronik, dijitalleşme, depolama-iletme, ağların katmanlı örgütlenmesi ve yeni bağlantılar gibi toplumun teknik temellerini atan bölümlerine değinerek başlamaktadır. Teknik özelliklerin zaman içerisinde değişime uğradığını kaydeden Van Dijk, bu güncel teknik eğilimlere de değinmektedir.


Van Dijk, bu eğilimlerden yöndeşmenin 30-40 yıldır yeni medyanın gelişimindeki en önemli değişim olduğunu ifade ederken, sürecin telekomünikasyonun dijitalleşmesi ile başladığını gözler önüne sermektedir.


Günümüzdeki teknolojik araçların gittikçe küçüldüğünü, her yere taşınabilen hale geldiğini kaydeden Van Dijk, bu özelliği minyatürleşme olarak tanımlamaktadır. Bilgisayarlar ilk defa hayatımıza girmeye başladığında kim derdi ki cebe girecek. Bilgisayar, internet ve daha birçok yeni medya uygulamalarının bir araya gelmesiyle ve en önemlisi de bunların minyatürleşerek her an her yerde taşınması, istenilen her türlü işlemin yapılabilmesini kolaylaştırmıştır. Bu eğilim aslında yeni değildir. Van Dijk, 1965 yılında Gordon Moore’un yayınladığı ve Moore Yasası olarak bilinen “her 18 ayda bir çiplerin hafıza ve bilgi işlem kapasitesi ikiye katlanmaktadır” kuralının halen geçerli olduğunu ifade etmektedir. Kitapta çipler temsili olarak kullanılmıştır. Yeni medya araçlarında bunun daha geniş örneği hemen hemen hergün yaşanmaktadır. Cep telefonlarındaki programlar (örneğin navigasyon, Facebook, Twitter ve daha pek çoğu)  devamlı güncellenmekte ve bizim de bunu telefonlarımızda gerçekleştirmemiz için uyarılar göndermektedir. Cep telefonlarının, ipad ya da bilgisayarların hafızaları da dolmakta ve bunun yükseltilmesi gerekmektedir. Bu güncellemeler de cihazların şarjlarını bitirmekte veya diğer sorunlara yol açabilmekte bunların neticesinde de yeni cihaz alımını zorunlu hale getirmektedir. Teknolojinin avantajları yanında elbette dezavantajları da olmaktadır. Sürekli güncellemeler de avantaj gibi görünmekle birlikte aslında cihaz ömürleri açısından dezavantaj ancak kapitalizmin devamı açısından avantajdır.


Van Dijk, teknolojik araçların güncel eğilimlerini saymaya gömülü teknoloji özelliği ile devam etmektedir. Çip olarak tanımlanan mikro beyinlerin sadece bilgisayar ve elektronik cihazların parçası olarak bilindiğini; ancak bunların akıllı evlerin, çeşitli saat ve arabaların, evlerin vb. yeni medya aracı olarak tanımlanan bütün herşeyin temeli olduğunun altını çizmektedir.


Dijital medyanın diğer bir güncel eğilimi mobil ve kablosuz teknoloji olarak niteleyen Van Dijk, bu teknolojinin ağ toplumunu dünyadaki en uzak yerlere ve en derin deliklere doğru yayacağı iddiasını taşımaktadır. Nitekim Marshall McLuhan’ın “global köy” kavramı da bunun zaman içinde gerçekleştiğini ve daha da gelişeceğini göstermektedir.


Geniş bant teknolojisinin dijital medyanın diğer bir güncel eğilimi olduğunu aktaran Van Dijk, geniş bantın her zaman açık olma özelliği nedeniyle insanların artık bağlantı süresinin maliyetleriyle ilgili endişelerin ortadan kalktığını vurgulamaktadır. İnternet ortaya çıktığı ilk zamanlarda bağlantı süresi uzadıkça maliyet insanlara pahalıya patlamaktaydı. İnsanlar dakika hesabıyla internete korkarak girmekte iken geniş bant sayesinde artık sınırsız bir şekilde ve maliyeti düşük olarak internet kullanabilmektedir. Hatta çoğu kamusal ve özel alanlarda wi-fi sayesinde ücretsiz olarak internet kullanılabilmektedir.


Kitapta dijital ortamların son güncel eğilimi ise bulut bilişim olarak ortaya konmaktadır. Van Dijk, bilgi işlemi, kullanılan yazılım ve depolanan tüm verileri içeren merkezi sunucunun bulutlarında merkezileştiğinin altını çizerek, bunun avantaj ve dezavantajlarına değinmektedir. Bulut bilişimin avantjını bağımsız çalışan bilgisayarların kapasitelerinin çok küçük bir kısmını kullanmaları nedeniyle bilgi işlem gücünün etkin kullanılması, enerji tasarrufu sağlaması, verilerin güvenli ve profesyonel şekilde depolanması ve özellikle kullanıcıların çokça yakındığı güncellemelerin kişilerin haberi olmadan, onları rahatsız etmeden eklemlenebilmesi olarak sıralamaktadır Van Dijk. Dezavantaj olarak da şirketler ve bireysel kullanıcıların verilerinin kontrolünü kısmen kaybetmesi olarak değerlendiren Van Dijk, bulut bilişimin internetin özgür iletişim aracı olup olamayacağına karar verecek önemli bir eğilim olduğu iddiasındadır.


Kitabın Ekonomi başlığındaki dördüncü bölümü, kitle iletişimini ortaya çıkaran iletişim devriminin tarihsel arka planını sunarak başlamaktadır. Bu bölümde yeni medya ortamlarının şirketler boyutunda neler sağladığını ortaya koyan Van Dijk, web 2.0’ın gelişmesiyle birlikte, her alanda olduğu gibi, çalışma koşullarında da birtakım değişiklikler yaşandığını, bu durumun esnek çalışma koşulları ve yeni iş yapma modellerini ortaya çıkardığını vurgulamaktadır. Şirketler arası ve şirketler içindeki ağ yapılarının da incelendiği kitapta, birinci ve ikinci iletişim devriminin inovasyonları, yeni etkinleştirilmiş yani “kağıtsız ofisler” ve bu duruma geçiş süreci yine bölümde ele alınan konular arasındadır.


Van Dijk, kitabının bu bölümünde telefon, yayıncılık ve internet gibi her seviyedeki kamusal ağ üreticilerinin sistematik analizini sunmaktadır. Kitapta ayrıca yeni medya ortamlarının patronları olarak tanımlanan Microsoft, Apple, Google, Facebook, Twitter ve diğer sosyal medya şirketleri ele alınmaktadır. Google’ın interneti enformasyon aracı haline getirdiğini, Facebook’un interneti sosyal araca dönüştürdüğünü, Apple’ın ise hepsini bir araya getirerek iletişim, eğlence ve popüler uygulamaları yeni medya araçları için taşınabilir yaptığını, Microsoft’un da interneti çevrimiçi günlük, iş, ofis ve ev uygulamaları serisi olarak farklı boyutta ele aldığını ifade eden Van Dijk, böylelikle bu küresel şirketlerin farklı işlevleri yerine getirdiğini, değişik platformlarda faaliyetlerini sürdürdüklerini yazmaktadır.


Politika ve Güç başlıklı beşinci bölümde, anlaşılacağı üzere iktidar mücadelelerinde ağlara sahip olmanın ve ağları kullanabilmenin önemine vurgu yapılmaktadır. Bu bölümdeki anahtar kavram “güç”tür. Bunun dışında bölümde ağlarda arıza, siber savaşlar, siber suç ve bilgisayar korsanlığı gibi durumlar açıklanmaktadır. Politik sistemlerin artık bir ağ yapısına büründüğünden hareketle yazılan bölümde, internetin demokrasinin popüler aracı olup olmadığı tartışılmaktadır.


Kamusal anlamdaki güçten bireysel güce geçiş yapan Van Dijk, önemli bir noktaya dikkat çekmektedir: “İnsanlar ağlara bağımlı duruma geldiğinde güçlerini kaybedebileceğini genelde unutur”. Artık herşey teknolojinin elindedir. Bu duruma insanlar da rıza göstermektedirler. İşte bu bölümde Van Dijk, insanların teknolojiye gönüllü teslimiyetlerine değinmektedir.


Van Dijk Facebook ve Twitter’ı (diğer sosyal ağlar gibi) kullanıcı türevli içeriğe sahip olması nedeniyle devrim olarak nitelendirmektedir. Bu tür ağların kullanıcıları özgürleştirdiğini belirten Van Dijk, bu kez Castells’in kişilerarası ve kitle iletişimi arasında yeni bir iletişim türü olarak kavramsallaştırılan “kitlesel öz iletişim”ine atıfta bulunmaktadır.


Ağlar sayesinde veri madenciliği gibi çeşitli yöntemlerle kişilerin gözetlenmesine imkan sağlandığı konusunu da hatırlatan Van Dijk, bu görüşüyle Jeremy Bentham’ın “panoptikon”unun günümüz şartlarıyla nasıl ele alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Göz bebeği taramaları, sokaktaki kameralar, parmak izleri, kimlik numaralarıyla yapılan işlemler kayıt altına alınmakta ve depolanmaktadır. Bu nedenle kişiler sürekli gözetlenmektedir.


Bölümün sonunda Van Dijk, ağlardaki hukuksal ve etik sorunlara karşı koruyucu önlemleri de sıralamaktadır. Aslında herkesin bildiği, ilgili alanlarda sürekli tekrarlanan bu önlemler içinde en önemlisi bireysel kontroldür. İnsanlar paylaşımlarının hiçbir zaman sadece kendi profillerinde değil, dünyanın diğer ucundaki kullanıcıların da görebileceğini, ağlarda yapılan paylaşımların fiziken silinebildiği; ancak bir gün bir yerde onunla karşılaşılabileceğinin bilincinde olursa en önemli adım atılmış olacaktır.


Hukuk başlığını taşıyan altıncı bölüm boyunca “interneti kim yönetiyor?” sorusuna cevap aranmaktadır. Bir önceki bölüm, beşinci bölümle, paralellik gösteren bu bölüm, internet hakkındaki en önemli mevzuatları incelemektedir. Bu mevzuatlar hemen herkes tarafından bilinir, sosyal ve iletişim bilimciler tarafından da hep dile getirilir: Enformasyon ve iletişim özgürlüğü, fikri mülkiyet hakları, özel hayatın gizliliği hakları.


Van Dijk, önemli bir konunun daha altını çizerek, cesur bir şekilde her zaman hukuk ve adaletin yeni teknolojilerden geri kaldığını ifade etmektedir. Van Dijk bu durumun sebebini, mevzuat uygulanmadan önce yeni teknolojilerin toplumda yer edinmesi ve uygulamalarının görülmesi gerektiğine bağlamaktadır.


Van Dijk, hukuki açıdan gizliliğin korunmasıyla ilgili yasal çerçeveleri Avrupa ve Amerikan mevzuatlarından örneklerle açıklayarak, bunun yanında teknik ve öz düzenleme önerilerini de sunmaktadır.


Bu bölümü Van Dijk, ağ teknolojisinin suiistimal edilmesine karşı koruma sağlaması gereken kanunun, bu teknolojinin kendisi tarafından zayıflatıldığını iddia ederek, teknolojinin büyük çoğunluğunun hükümetlerin kontrolü dışında olduğunu, ağların sınırlar ötesi olduğunu ve gitgide karmaşık hale geldiğinin altını çizerek bitirmektedir.


Sosyal Yapı başlıklı yedinci bölüm kitabın temel savının ne olduğu açıklamaktadır. Buna göre, kitap, toplumsal altyapının iletişim ağlarının etkisiyle değiştiği veya bunun tersi olarak toplumun değişen sosyal altyapısının iletişim teknolojisini değiştirdiği iddiasındadır. Van Dijk kitabının bu bölümünde belirgin bir biçimde bu karşılıklı durumun birbirini şekillendirdiğini ortaya koymaktadır.


Günümüzün yeni medya ortamları açısından bilinen durumunu, yani toplumun temel altyapısının uzam ve zaman boyutundan oluştuğunu tekrarlayan Van Dijk, hayatın bulanıklaşan alanlarına ağ toplumunun yapısının damga vurduğunu kaydetmektedir.


Öte yandan dijital eşitsizliğe de değinen Van Dijk, ağların bilgi ve enformasyonu yaydıkları için eşitsizliği azaltabilecekleri görüşünün pratikte tam tersi olduğunun altını çizmektedir. Ağ toplumunun istikrarsız olduğunu vurgulayan Van Dijk, bunun nelere yol açtığını tartışarak bölümü sonlandırmaktadır.


Kitabın Kültür başlığını taşıyan  sekizinci bölümü dijital kültürle başlamaktadır. Dijital kültürün özellikleri olarak önceden programlama ve yaratıcılık, parçalanma, yeniden birleştirme, kullanıcı üretimi, hızlanma, görselleştirme ve nicelleşmeyi sayan Van Dijk, yeni medya ile birlikte veri ve enformasyon niceliğinde adeta patlama yaşandığı vurgusunu yapmaktadır.


Yazılı medyanın gözle görülür bir biçimde gerilediği iddiasını taşıyan kitap, bu sürecin doğal olduğunu vurgulamaktadır. Son dönemlerde bu konudaki tartışmaları kitabında gündeme getiren Van Dijk, geleneksel kitle iletişim araçlarının yerini yeni medyanın kısmen ve kademeli olarak aldığını söylemenin daha doğru olduğunu aktarmaktadır.


Van Dijk, bölümün sonunda enformasyon bolluğunun hayat kalitemizi yükseltmek yerine stres, kafa karışıklığı ve hatta cehalet üretmeye başladığının altını çizmektedir. Bu konuda Jonathan Crary’nin 7/24: Geç Kapitalizm ve Uykuların Sonu kitabında yazdıklarını destekler niteliktedir. Crary, adı geçen kitabında teknolojinin insan hayatında yol açtığı psikolojik değişimleri farklı bir boyutta, kapitalizm boyutunda, ele almaktadır. Enformasyon akışının insanları, herşeyin dijital ortamda gerçekleşmesi nedeniyle, gece gündüz bilgisayara mahkum ettiğini vurgulayan Crary, bu durumun artık insanlarda strese ve çeşitli hastalıklara yol açtığını ifade etmektedir.


Hakan Bıçakcı’nın Doğa Tarihi adlı kitabı da Van Dijk’ın bu bölümde sunmuş olduğu  görüşleriyle paralellik göstermekte olup insanların dijital teknolojiye olan bağımlılıklarının ve teknolojinin yerinde kullanılmamasının nelere yol açabileceğinin ortaya konması açısından önemlidir.


Kitabın Psikoloji başlıklı dokuzuncu bölümü, yeni medya kullanımı nedeniyle insanların algıları, bilişleri sosyal ilişkileri ve kişiliklerindeki değişiklikler hakkındadır. İnsanlar ve bilgisayarların veri işleme arasındaki farklarının ortaya konduğu bölümde, insan tecrübelerinin de şekil değiştirdiği, artık deneyimleyerek öğrenmenin yerine sembol sistemler ve görsel modellerle öğrenmenin geçtiği anlatılmaktadır.


Bu bölümde insan psikolojisiyle birlikte eğitim başlığı da konu içinde yer almaktadır. Özellikle interaktif eğitim ve öğrenmeye değinilen bölümde, yakın gelecekte öğretmenlerin evlerinden yayın yaparak eğitim vereceklerine bu da eğitim sisteminin tamamen dönüşmesine neden olacağına yer verilmektedir.


Kitapta çevrimiçi ve çevrimdışı hayatların birbirine karıştığını bunun riskleri olabileceği gibi avantajlarının da olduğu kaydedilmektedir. Çevrimiçi ve çevrimdışı hayatlarımız farklı benliklerin ortaya konduğu mecralardır. Bruce Hood’un Benlik Yanılsaması kitabı çevrimiçi ve çevrimdışı benliklerin oluşumunda yeni medya mecralarının etkisi, bu benliklerin sosyal ağlara nasıl yansıdığını ortaya koymakta ve Van Dijk’ın bu bölümdeki düşüncelerini daha detaylı şekilde sunmaktadır.


Kitapta, teknolojinin giderek insan biçimini aldığı yargısı öne sürülmekte ve bu bölümde, “Sayborglara mı dönüşüyoruz?” başlığıyla yapay zeka çalışmalarına atıfta bulunulmaktadır. Van Dijk, teknolojik araçların giderek insanların suni uzuvları haline dönüştüğünü, bu uzuvların da zamanla bir çip şeklinde insan beynine yerleştirilebileceği konusuna dikkat çekmektedir. Günümüzde yapay zekayla ilgili çeşitli çalışmalar yapılmakta olup Van Dijk’ın değindiği konunun yakın bir gelecekte gerçekleşmesinin mümkün olabileceği herkesin malumudur.


Sonuçlar ve Politika Perspektifleri başlıklı onuncu bölüm kitabın son bölümü olup aynı zamanda kitapta değinilen konuların derlendiği bir bölümdür. Kitaba ait en önemli çıkarımlar bu bölümde sunulmuştur.


Bölüm, ağ toplumu için genel bir politika perspektifi içermektedir. On bir enformasyon toplumu modelinin ortaya konduğu bu bölümde Kuzey Amerika, Avrupa, Doğu Asya ve Üçüncü Dünyadan örnekler verilmektedir.


Kitabın son satırları, yeni medya alanında çalışan akademisyenlerin pek çoğunun ortak düşüncesini dile getirmektedir: “En iyi strateji, akıllı makinelerin ve insanların sahip oldukları güçlü varlıklarını verimli biçimde birleştirmektir.”


Jan Van Dijk’ın kaleme aldığı bu kitap, yeni medya alanında kapsamlı bir kaynak olma niteliği taşımaktadır. Ayrıca yeni medya ortamlarının disiplinlerarasılığını ortaya koyması açısından Ağ Toplumu önem arz etmektedir.


Okuyucuların aklında ilk kalan, yeni medya ortamlarının, artık yaşamımızın vazgeçilmez bir parçası haline geldiğidir. Bu, herkesin bildiği bir konu. Ancak bununla birlikte teknolojinin  determinizmine kapılmadan bu araçların dengeli biçimde kullanılması yaşamımızı kolaylaştırmakta ve onun esiri olmaktan kurtarmaktadır.


Yazı ve matbaa, sonrasında da bilgisayar gibi toplumsal yaşamın ve teknolojinin dönüm noktaları olan gelişmeler yeni medya ortamlarını hazırlamıştır. Birden bire ortaya çıkan hiçbir teknoloji olmamıştır. Önce zemini hazırlanmış, sonrasında da toplum yavaş yavaş bu yeniliğe ayak uydurmuştur. Bu durum kimi araçta kısa kimi araçta uzun sürmüştür. Ancak en kısa süren yeni medya araçlarıdır. Van Dijk da, kitabında bu durumların olağan olduğuna değinmekte ve gelecek dönemlerde bizleri hangi yeniliklerin beklediğine dair sinyaller vermektedir.


  Jan A.G.M Van Dijk Hakkında Bilgi (Kitabın içeriğinden)


Jan A.G.M. van Dijk, yeni medya çalışmaları alanında uluslararası alanda tanınmış iletişim bilimci ve sosyologdur. Hollanda Twente Üniversitesi’nde profesör olan Van Dijk, Enformasyon Toplumu Sosyolojisi üzerinde çalışmalar yapmaktadır. Van Dijk aynı zamanda Medya, İletişim ve Örgütlenme Depertmanı ve e-Hükümet Çalışmaları Merkezi’nin başkanıdır. Yazar, Nijmege Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi’nde doktora yapmış ve 1980-2000 yılları arasında Utrecht Üniversitesinde çalışmıştır. Van Dijk, Avrupa Komisyonu ve Hollanda’da pek çok bakanlık, hükümet kurumları ve belediyeler için danışmanlık da yapmaktadır.


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 08, 2017 15:33

Kitap Değerlendirme: Ağ Toplumu

Yazan: Şerife Öztürk,  Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü   Gazetecilik A.B.D Doktora Öğrencisi


 Ağ Toplumu- Orijinal Adı: Network Society – Jan Van Dijk Çeviren: Özlem Sakin, İstanbul: Kafka Yayınları, 2016, 454 sayfa.


[image error]


Jan van Dijk tarafından yazılan Ağ Toplumu kitabı, Kafka Yayınları’nın Alternatif Medya ve Toplumsal Hareketler serisinin bir parçasıdır. Barış Çoban ve Bora Ataman’ın editörlüğünü yaptığı seri, yeni medya ve direniş odaklı bir platform olarak tasarlanmıştır. Farklı disiplinlerden araştırmacıların bir araya geldiği dizi, ağ toplumu içerisinde alternatif bir küreselleşmenin mümkün olabileceğini, dijital kültürde farklı alanların nasıl evrildiğini ortaya koymaktadır.


Jan Van Dijk, yeni medyanın birçok yönünü çeşitli çalışmalarıyla ortaya koymuştur. K. Hacker ile birlikte yazdığı Digital Democracy: Issues of Theory and Practice (2000),  H. Bouwman, B. Van den Hooff ve L. Van de Wijngaert ile kolektif olarak hazırladığı Information and Communication Technology in Organizations (2005) ve bireysel olarak yazdığı The Deeping Divide, Inequality in The Information Society (2005) isimli kitapları da bu çalışmalarının bir ürünüdür.


Kitaplarının tümünde sosyolog ve iletişim bilimci olmanın avantajlarını kullanan Van Dijk, dijital ortamların sosyolojik yönlerini farklı açılardan incelemiştir ve yakında okuyucusuyla buluşacak olan Digital Skills, The Key to the Information Society (A. Van Deursan ile birlikte) adlı çalışması da, başlığından da anlaşılacağı üzere, yine bu yönde olacaktır.


Çevirisinin gayet sade ve akıcı, anlatılanların ise net olarak ifade edildiği kitap, on bölümden oluşmaktadır. Van Dijk kitabının temelinde, yeni medyanın sosyal yönlerinin hayatın çeşitli alanlarında ve seviyelerde belirmesi ve yorumlanmasının yatmakta olduğunun altını çizmektedir. Kitabın Girişini oluşturan birinci bölümünün ilk satırları yazarın günümüze dayalı bazı gözlemlerini ortaya koymakta ve bunun eserin çıkış noktası olduğunun altı çizilmektedir. Buna göre günümüzde elektrik kabloları, altyapı, yollar, su boruları, televizyon vb. temel ihtiyaçlar kadar internet, Facebook veya diğer sosyal paylaşım siteleri de ihtiyaçlar listesinin ilk sıralarında yer almaktadır. Hatta bu tür sosyal paylaşım sitelerinden bir günlüğüne bile uzak kalmanın kişilerde yoksunluk yarattığı iddia edilmektedir.


Günümüze “ağlar çağı” ismini veren Van Dijk, ağlara da toplumun sinir sistemi nitelemesiyle önem atfetmektedir. Kitapta, dünyanın günümüzdeki kadar özgür olmadığını ancak özgürlükle birlikte bağımlılığın da beraberinde geldiği ve bazı değerlerin tehlikede olduğu belirtilmektedir: Toplumsal eşitlik, sosyal ilişkilerin niteliği ve niceliği, demokrasi, insan zihninin zenginliği.


Teknolojilerin birden bire, bir günde ortaya çıkmadığının çeşitli şekillerde ifade edildiği kitabın bununla ilgili satırları okuyucunun aklına, Yuval Norah Harari’nin Homo Sapiens ile Harold Innis’in İmparatorluk ve İletişim Araçları adlı kitaplarını getirmektedir. İnsanlık tarihinin başlangıcını ve yaşadığı yerin onun hangi yönlere evrilmesine katkı sağladığını, iktidar mücadelelerinin başlangıcını ve gelişimini buna bağlı olarak da iletişim araçlarının iktidarı elinde bulundurmaya nasıl yardımcı olduğunu tarihsel süreçte ele alan kitaplar, “teknolojinin determinizmi” yönündeki görüşlerin karşısındadır. Van Dijk’ın kitabı da bu eserlerin ortaya koyduğu görüşleri destekler niteliktedir.


Kitaba göre, yeni medyanın yükselişi ikinci bir iletişim devrimi yaratmıştır ve ilk iletişim devrimi olan yazının icadı da de en az günümüz kadar etkili ve baş döndürücüdür. Van Dijk bu noktada, ilk iletişim devrimi ile ikinci iletişim devrimi arasındaki farklılığı da ortaya koymaktadır: “Yeni medya teknolojisi devrimseldir. Ancak yeni medya araçlarının toplum üzerindeki etkisi daha çok evrimseldir ve toplumdaki eğilimleri güçlendirmektedir”  (s. 38)


Kitapta, artık herkesin bildiği yeni medya ortamlarının özellikleri dört karakteristik şekilde tanımlanmaktadır: Hem bütünleşmiş (multimedya) hem de interaktif olan, teknik araçlar olarak da dijital kod ve hiper metin kullanan medya.


Van Dijk’a göre, yeni medya araçlarının en önemli özelliği güçlü ve yüksek depolama kapasitesine sahip olmasıdır. Günümüzde çoğu insanın sosyal medya platformlarında fotoğraf ve video paylaşımında bulunmasının nedeni de budur. Bu tür paylaşımlar sosyal ağlarda arşivlenmektedir. İletişim araçlarına herhangi bir zarar gelmesi durumunda bu tür paylaşımlar ağlarda depolanmaktadır. Çünkü hem arşivlenmesi hem de istenilen yerden ulaşılması kolaydır.


Yeni medyanın güçlü yönleri yanında (hız, geniş coğrafi erişim, depolama kapasitesi, kesinlik, seçicilik) zayıf yönlerine (tam interaktiflik, doğal uyartı zenginliği ve bunlar kullanılarak başarılacak görevlerin karmaşıklığı, özel hayatın gizliliğinin korunması) de yer veren Van Dijk, bu tavrıyla kitabında genel anlamda dengeli bir tutum sergilemektedir.


[image error]


Kitabın ikinci bölümü, Ağlar: Toplumun Sinir Sistemi  başlığıyla sunulmaktadır. Bu bölüm “ağ toplumu”, “enformasyon toplumu” ve “kitle toplumu” kavramlarına değinerek başlamaktadır. Van Dijk, toplumlardaki faaliyet ve süreçlerin değişen özüne enformasyon toplumuyla, toplumların değişen örgütlenme biçimleri ve altyapılarına ağ toplumuyla, toplumun her seviyesindeki örgütlenme biçimine kitle toplumuyla vurgu yaparak, bu kavramlar arasındaki temel farkların içeriksel, biçimsel ve örgütsel olduğuna dikkat çekmektedir.


Konuşmanın icadından beri tüm toplumların ağlar içerisinde örgütlendiğini belirterek “ağ toplumu”nun yeni bir kavram olmadığının altını çizen Van Dijk, bu ifadesiyle sosyal ağların insanlık kadar eski olduğuna vurgu yapmaktadır. Van Dijk, toplumların bugün kullandıkları dijital teknolojilerin evrimleri göz önüne alındığında insanoğlunun ilk teknolojisinin “dil” olduğunu bu ifadelerle anlatmaktadır.


Kitabında Van Dijk sık sık, kitabının da ismi olması nedeniyle, Manuel Castells’in “ağ toplumu” kavramına atıfta bulunmaktadır. “Ağ toplumu”, Manuel Castells’in, teknolojinin toplumsal alanlarda evrilmelere neden olduğunu anlatmak için kullandığı bir terimdir. Belki de içinde bulunduğumuz durumun en kısa ancak net ifadesidir ağ toplumu. Van Dijk ile Castells’in düşünceleri bu noktada kesişmektedir.


Kitapta, internetin insan hayatına getirdiği durumu “güçlü ve geniş bir hiper bağ” ile açıklayan Van Dijk, bireylerin, grupların ve örgütlerin sosyal ve medya ağları ile birbirine artan bir biçimde bağlandığını dile getirmektedir. Van Dijk’ın bu konuda yazdıkları, danah Boyd’un ağlaşmış / ağdaş kamu kavramını açıklar niteliktedir.


Van Dijk günümüzün dijital olarak yorumlanmasının temelini oluşturan web’in yedi kanununu da açıklamaktadır: Ağ eklemleme kanunu, ağların dışsallığı kanunu, ağ genişlemesi kanunu, küçük dünyalar kanunu, dikkatin sınırlılığı kanunu, ağlardaki güç kanunu, eğilimleri güçlendirme kanunu.


Yerel – küresel tartışmalarını ağ toplumu kavramı boyutunda açıklayan Van Dijk, bu terimin kapsamını hem yerel hem de küresel, bazen de küreyerel olduğu şeklinde anlatmaktadır. Van Dijk kitabında, günümüzün belki de kıymeti bilinmeyen en önemli değerine vurgu yapmaktadır: Yüz yüze iletişim. Ağ toplumunda pek çok açıdan en önemli iletişim türünün yüzyüze olduğunun altını çizen Van Dijk, dolayımlanmış iletişimin bunu tamamladığını belirtmektedir.


Kitabın Teknoloji başlığını taşıyan üçüncü bölümü, bilgisayar, internet ve dijital medyanın ilk karakteristik özellikleri olan mikro-elektronik, dijitalleşme, depolama-iletme, ağların katmanlı örgütlenmesi ve yeni bağlantılar gibi toplumun teknik temellerini atan bölümlerine değinerek başlamaktadır. Teknik özelliklerin zaman içerisinde değişime uğradığını kaydeden Van Dijk, bu güncel teknik eğilimlere de değinmektedir.


Van Dijk, bu eğilimlerden yöndeşmenin 30-40 yıldır yeni medyanın gelişimindeki en önemli değişim olduğunu ifade ederken, sürecin telekomünikasyonun dijitalleşmesi ile başladığını gözler önüne sermektedir.


Günümüzdeki teknolojik araçların gittikçe küçüldüğünü, her yere taşınabilen hale geldiğini kaydeden Van Dijk, bu özelliği minyatürleşme olarak tanımlamaktadır. Bilgisayarlar ilk defa hayatımıza girmeye başladığında kim derdi ki cebe girecek. Bilgisayar, internet ve daha birçok yeni medya uygulamalarının bir araya gelmesiyle ve en önemlisi de bunların minyatürleşerek her an her yerde taşınması, istenilen her türlü işlemin yapılabilmesini kolaylaştırmıştır. Bu eğilim aslında yeni değildir. Van Dijk, 1965 yılında Gordon Moore’un yayınladığı ve Moore Yasası olarak bilinen “her 18 ayda bir çiplerin hafıza ve bilgi işlem kapasitesi ikiye katlanmaktadır” kuralının halen geçerli olduğunu ifade etmektedir. Kitapta çipler temsili olarak kullanılmıştır. Yeni medya araçlarında bunun daha geniş örneği hemen hemen hergün yaşanmaktadır. Cep telefonlarındaki programlar (örneğin navigasyon, Facebook, Twitter ve daha pek çoğu)  devamlı güncellenmekte ve bizim de bunu telefonlarımızda gerçekleştirmemiz için uyarılar göndermektedir. Cep telefonlarının, ipad ya da bilgisayarların hafızaları da dolmakta ve bunun yükseltilmesi gerekmektedir. Bu güncellemeler de cihazların şarjlarını bitirmekte veya diğer sorunlara yol açabilmekte bunların neticesinde de yeni cihaz alımını zorunlu hale getirmektedir. Teknolojinin avantajları yanında elbette dezavantajları da olmaktadır. Sürekli güncellemeler de avantaj gibi görünmekle birlikte aslında cihaz ömürleri açısından dezavantaj ancak kapitalizmin devamı açısından avantajdır.


Van Dijk, teknolojik araçların güncel eğilimlerini saymaya gömülü teknoloji özelliği ile devam etmektedir. Çip olarak tanımlanan mikro beyinlerin sadece bilgisayar ve elektronik cihazların parçası olarak bilindiğini; ancak bunların akıllı evlerin, çeşitli saat ve arabaların, evlerin vb. yeni medya aracı olarak tanımlanan bütün herşeyin temeli olduğunun altını çizmektedir.


Dijital medyanın diğer bir güncel eğilimi mobil ve kablosuz teknoloji olarak niteleyen Van Dijk, bu teknolojinin ağ toplumunu dünyadaki en uzak yerlere ve en derin deliklere doğru yayacağı iddiasını taşımaktadır. Nitekim Marshall McLuhan’ın “global köy” kavramı da bunun zaman içinde gerçekleştiğini ve daha da gelişeceğini göstermektedir.


Geniş bant teknolojisinin dijital medyanın diğer bir güncel eğilimi olduğunu aktaran Van Dijk, geniş bantın her zaman açık olma özelliği nedeniyle insanların artık bağlantı süresinin maliyetleriyle ilgili endişelerin ortadan kalktığını vurgulamaktadır. İnternet ortaya çıktığı ilk zamanlarda bağlantı süresi uzadıkça maliyet insanlara pahalıya patlamaktaydı. İnsanlar dakika hesabıyla internete korkarak girmekte iken geniş bant sayesinde artık sınırsız bir şekilde ve maliyeti düşük olarak internet kullanabilmektedir. Hatta çoğu kamusal ve özel alanlarda wi-fi sayesinde ücretsiz olarak internet kullanılabilmektedir.


Kitapta dijital ortamların son güncel eğilimi ise bulut bilişim olarak ortaya konmaktadır. Van Dijk, bilgi işlemi, kullanılan yazılım ve depolanan tüm verileri içeren merkezi sunucunun bulutlarında merkezileştiğinin altını çizerek, bunun avantaj ve dezavantajlarına değinmektedir. Bulut bilişimin avantjını bağımsız çalışan bilgisayarların kapasitelerinin çok küçük bir kısmını kullanmaları nedeniyle bilgi işlem gücünün etkin kullanılması, enerji tasarrufu sağlaması, verilerin güvenli ve profesyonel şekilde depolanması ve özellikle kullanıcıların çokça yakındığı güncellemelerin kişilerin haberi olmadan, onları rahatsız etmeden eklemlenebilmesi olarak sıralamaktadır Van Dijk. Dezavantaj olarak da şirketler ve bireysel kullanıcıların verilerinin kontrolünü kısmen kaybetmesi olarak değerlendiren Van Dijk, bulut bilişimin internetin özgür iletişim aracı olup olamayacağına karar verecek önemli bir eğilim olduğu iddiasındadır.


Kitabın Ekonomi başlığındaki dördüncü bölümü, kitle iletişimini ortaya çıkaran iletişim devriminin tarihsel arka planını sunarak başlamaktadır. Bu bölümde yeni medya ortamlarının şirketler boyutunda neler sağladığını ortaya koyan Van Dijk, web 2.0’ın gelişmesiyle birlikte, her alanda olduğu gibi, çalışma koşullarında da birtakım değişiklikler yaşandığını, bu durumun esnek çalışma koşulları ve yeni iş yapma modellerini ortaya çıkardığını vurgulamaktadır. Şirketler arası ve şirketler içindeki ağ yapılarının da incelendiği kitapta, birinci ve ikinci iletişim devriminin inovasyonları, yeni etkinleştirilmiş yani “kağıtsız ofisler” ve bu duruma geçiş süreci yine bölümde ele alınan konular arasındadır.


Van Dijk, kitabının bu bölümünde telefon, yayıncılık ve internet gibi her seviyedeki kamusal ağ üreticilerinin sistematik analizini sunmaktadır. Kitapta ayrıca yeni medya ortamlarının patronları olarak tanımlanan Microsoft, Apple, Google, Facebook, Twitter ve diğer sosyal medya şirketleri ele alınmaktadır. Google’ın interneti enformasyon aracı haline getirdiğini, Facebook’un interneti sosyal araca dönüştürdüğünü, Apple’ın ise hepsini bir araya getirerek iletişim, eğlence ve popüler uygulamaları yeni medya araçları için taşınabilir yaptığını, Microsoft’un da interneti çevrimiçi günlük, iş, ofis ve ev uygulamaları serisi olarak farklı boyutta ele aldığını ifade eden Van Dijk, böylelikle bu küresel şirketlerin farklı işlevleri yerine getirdiğini, değişik platformlarda faaliyetlerini sürdürdüklerini yazmaktadır.


Politika ve Güç başlıklı beşinci bölümde, anlaşılacağı üzere iktidar mücadelelerinde ağlara sahip olmanın ve ağları kullanabilmenin önemine vurgu yapılmaktadır. Bu bölümdeki anahtar kavram “güç”tür. Bunun dışında bölümde ağlarda arıza, siber savaşlar, siber suç ve bilgisayar korsanlığı gibi durumlar açıklanmaktadır. Politik sistemlerin artık bir ağ yapısına büründüğünden hareketle yazılan bölümde, internetin demokrasinin popüler aracı olup olmadığı tartışılmaktadır.


Kamusal anlamdaki güçten bireysel güce geçiş yapan Van Dijk, önemli bir noktaya dikkat çekmektedir: “İnsanlar ağlara bağımlı duruma geldiğinde güçlerini kaybedebileceğini genelde unutur”. Artık herşey teknolojinin elindedir. Bu duruma insanlar da rıza göstermektedirler. İşte bu bölümde Van Dijk, insanların teknolojiye gönüllü teslimiyetlerine değinmektedir.


Van Dijk Facebook ve Twitter’ı (diğer sosyal ağlar gibi) kullanıcı türevli içeriğe sahip olması nedeniyle devrim olarak nitelendirmektedir. Bu tür ağların kullanıcıları özgürleştirdiğini belirten Van Dijk, bu kez Castells’in kişilerarası ve kitle iletişimi arasında yeni bir iletişim türü olarak kavramsallaştırılan “kitlesel öz iletişim”ine atıfta bulunmaktadır.


Ağlar sayesinde veri madenciliği gibi çeşitli yöntemlerle kişilerin gözetlenmesine imkan sağlandığı konusunu da hatırlatan Van Dijk, bu görüşüyle Jeremy Bentham’ın “panoptikon”unun günümüz şartlarıyla nasıl ele alınması gerektiğini vurgulamaktadır. Göz bebeği taramaları, sokaktaki kameralar, parmak izleri, kimlik numaralarıyla yapılan işlemler kayıt altına alınmakta ve depolanmaktadır. Bu nedenle kişiler sürekli gözetlenmektedir.


Bölümün sonunda Van Dijk, ağlardaki hukuksal ve etik sorunlara karşı koruyucu önlemleri de sıralamaktadır. Aslında herkesin bildiği, ilgili alanlarda sürekli tekrarlanan bu önlemler içinde en önemlisi bireysel kontroldür. İnsanlar paylaşımlarının hiçbir zaman sadece kendi profillerinde değil, dünyanın diğer ucundaki kullanıcıların da görebileceğini, ağlarda yapılan paylaşımların fiziken silinebildiği; ancak bir gün bir yerde onunla karşılaşılabileceğinin bilincinde olursa en önemli adım atılmış olacaktır.


Hukuk başlığını taşıyan altıncı bölüm boyunca “interneti kim yönetiyor?” sorusuna cevap aranmaktadır. Bir önceki bölüm, beşinci bölümle, paralellik gösteren bu bölüm, internet hakkındaki en önemli mevzuatları incelemektedir. Bu mevzuatlar hemen herkes tarafından bilinir, sosyal ve iletişim bilimciler tarafından da hep dile getirilir: Enformasyon ve iletişim özgürlüğü, fikri mülkiyet hakları, özel hayatın gizliliği hakları.


Van Dijk, önemli bir konunun daha altını çizerek, cesur bir şekilde her zaman hukuk ve adaletin yeni teknolojilerden geri kaldığını ifade etmektedir. Van Dijk bu durumun sebebini, mevzuat uygulanmadan önce yeni teknolojilerin toplumda yer edinmesi ve uygulamalarının görülmesi gerektiğine bağlamaktadır.


Van Dijk, hukuki açıdan gizliliğin korunmasıyla ilgili yasal çerçeveleri Avrupa ve Amerikan mevzuatlarından örneklerle açıklayarak, bunun yanında teknik ve öz düzenleme önerilerini de sunmaktadır.


Bu bölümü Van Dijk, ağ teknolojisinin suiistimal edilmesine karşı koruma sağlaması gereken kanunun, bu teknolojinin kendisi tarafından zayıflatıldığını iddia ederek, teknolojinin büyük çoğunluğunun hükümetlerin kontrolü dışında olduğunu, ağların sınırlar ötesi olduğunu ve gitgide karmaşık hale geldiğinin altını çizerek bitirmektedir.


Sosyal Yapı başlıklı yedinci bölüm kitabın temel savının ne olduğu açıklamaktadır. Buna göre, kitap, toplumsal altyapının iletişim ağlarının etkisiyle değiştiği veya bunun tersi olarak toplumun değişen sosyal altyapısının iletişim teknolojisini değiştirdiği iddiasındadır. Van Dijk kitabının bu bölümünde belirgin bir biçimde bu karşılıklı durumun birbirini şekillendirdiğini ortaya koymaktadır.


Günümüzün yeni medya ortamları açısından bilinen durumunu, yani toplumun temel altyapısının uzam ve zaman boyutundan oluştuğunu tekrarlayan Van Dijk, hayatın bulanıklaşan alanlarına ağ toplumunun yapısının damga vurduğunu kaydetmektedir.


Öte yandan dijital eşitsizliğe de değinen Van Dijk, ağların bilgi ve enformasyonu yaydıkları için eşitsizliği azaltabilecekleri görüşünün pratikte tam tersi olduğunun altını çizmektedir. Ağ toplumunun istikrarsız olduğunu vurgulayan Van Dijk, bunun nelere yol açtığını tartışarak bölümü sonlandırmaktadır.


Kitabın Kültür başlığını taşıyan  sekizinci bölümü dijital kültürle başlamaktadır. Dijital kültürün özellikleri olarak önceden programlama ve yaratıcılık, parçalanma, yeniden birleştirme, kullanıcı üretimi, hızlanma, görselleştirme ve nicelleşmeyi sayan Van Dijk, yeni medya ile birlikte veri ve enformasyon niceliğinde adeta patlama yaşandığı vurgusunu yapmaktadır.


Yazılı medyanın gözle görülür bir biçimde gerilediği iddiasını taşıyan kitap, bu sürecin doğal olduğunu vurgulamaktadır. Son dönemlerde bu konudaki tartışmaları kitabında gündeme getiren Van Dijk, geleneksel kitle iletişim araçlarının yerini yeni medyanın kısmen ve kademeli olarak aldığını söylemenin daha doğru olduğunu aktarmaktadır.


Van Dijk, bölümün sonunda enformasyon bolluğunun hayat kalitemizi yükseltmek yerine stres, kafa karışıklığı ve hatta cehalet üretmeye başladığının altını çizmektedir. Bu konuda Jonathan Crary’nin 7/24: Geç Kapitalizm ve Uykuların Sonu kitabında yazdıklarını destekler niteliktedir. Crary, adı geçen kitabında teknolojinin insan hayatında yol açtığı psikolojik değişimleri farklı bir boyutta, kapitalizm boyutunda, ele almaktadır. Enformasyon akışının insanları, herşeyin dijital ortamda gerçekleşmesi nedeniyle, gece gündüz bilgisayara mahkum ettiğini vurgulayan Crary, bu durumun artık insanlarda strese ve çeşitli hastalıklara yol açtığını ifade etmektedir.


Hakan Bıçakcı’nın Doğa Tarihi adlı kitabı da Van Dijk’ın bu bölümde sunmuş olduğu  görüşleriyle paralellik göstermekte olup insanların dijital teknolojiye olan bağımlılıklarının ve teknolojinin yerinde kullanılmamasının nelere yol açabileceğinin ortaya konması açısından önemlidir.


Kitabın Psikoloji başlıklı dokuzuncu bölümü, yeni medya kullanımı nedeniyle insanların algıları, bilişleri sosyal ilişkileri ve kişiliklerindeki değişiklikler hakkındadır. İnsanlar ve bilgisayarların veri işleme arasındaki farklarının ortaya konduğu bölümde, insan tecrübelerinin de şekil değiştirdiği, artık deneyimleyerek öğrenmenin yerine sembol sistemler ve görsel modellerle öğrenmenin geçtiği anlatılmaktadır.


Bu bölümde insan psikolojisiyle birlikte eğitim başlığı da konu içinde yer almaktadır. Özellikle interaktif eğitim ve öğrenmeye değinilen bölümde, yakın gelecekte öğretmenlerin evlerinden yayın yaparak eğitim vereceklerine bu da eğitim sisteminin tamamen dönüşmesine neden olacağına yer verilmektedir.


Kitapta çevrimiçi ve çevrimdışı hayatların birbirine karıştığını bunun riskleri olabileceği gibi avantajlarının da olduğu kaydedilmektedir. Çevrimiçi ve çevrimdışı hayatlarımız farklı benliklerin ortaya konduğu mecralardır. Bruce Hood’un Benlik Yanılsaması kitabı çevrimiçi ve çevrimdışı benliklerin oluşumunda yeni medya mecralarının etkisi, bu benliklerin sosyal ağlara nasıl yansıdığını ortaya koymakta ve Van Dijk’ın bu bölümdeki düşüncelerini daha detaylı şekilde sunmaktadır.


Kitapta, teknolojinin giderek insan biçimini aldığı yargısı öne sürülmekte ve bu bölümde, “Sayborglara mı dönüşüyoruz?” başlığıyla yapay zeka çalışmalarına atıfta bulunulmaktadır. Van Dijk, teknolojik araçların giderek insanların suni uzuvları haline dönüştüğünü, bu uzuvların da zamanla bir çip şeklinde insan beynine yerleştirilebileceği konusuna dikkat çekmektedir. Günümüzde yapay zekayla ilgili çeşitli çalışmalar yapılmakta olup Van Dijk’ın değindiği konunun yakın bir gelecekte gerçekleşmesinin mümkün olabileceği herkesin malumudur.


Sonuçlar ve Politika Perspektifleri başlıklı onuncu bölüm kitabın son bölümü olup aynı zamanda kitapta değinilen konuların derlendiği bir bölümdür. Kitaba ait en önemli çıkarımlar bu bölümde sunulmuştur.


Bölüm, ağ toplumu için genel bir politika perspektifi içermektedir. On bir enformasyon toplumu modelinin ortaya konduğu bu bölümde Kuzey Amerika, Avrupa, Doğu Asya ve Üçüncü Dünyadan örnekler verilmektedir.


Kitabın son satırları, yeni medya alanında çalışan akademisyenlerin pek çoğunun ortak düşüncesini dile getirmektedir: “En iyi strateji, akıllı makinelerin ve insanların sahip oldukları güçlü varlıklarını verimli biçimde birleştirmektir.”


Jan Van Dijk’ın kaleme aldığı bu kitap, yeni medya alanında kapsamlı bir kaynak olma niteliği taşımaktadır. Ayrıca yeni medya ortamlarının disiplinlerarasılığını ortaya koyması açısından Ağ Toplumu önem arz etmektedir.


Okuyucuların aklında ilk kalan, yeni medya ortamlarının, artık yaşamımızın vazgeçilmez bir parçası haline geldiğidir. Bu, herkesin bildiği bir konu. Ancak bununla birlikte teknolojinin  determinizmine kapılmadan bu araçların dengeli biçimde kullanılması yaşamımızı kolaylaştırmakta ve onun esiri olmaktan kurtarmaktadır.


Yazı ve matbaa, sonrasında da bilgisayar gibi toplumsal yaşamın ve teknolojinin dönüm noktaları olan gelişmeler yeni medya ortamlarını hazırlamıştır. Birden bire ortaya çıkan hiçbir teknoloji olmamıştır. Önce zemini hazırlanmış, sonrasında da toplum yavaş yavaş bu yeniliğe ayak uydurmuştur. Bu durum kimi araçta kısa kimi araçta uzun sürmüştür. Ancak en kısa süren yeni medya araçlarıdır. Van Dijk da, kitabında bu durumların olağan olduğuna değinmekte ve gelecek dönemlerde bizleri hangi yeniliklerin beklediğine dair sinyaller vermektedir.


  Jan A.G.M Van Dijk Hakkında Bilgi (Kitabın içeriğinden)


Jan A.G.M. van Dijk, yeni medya çalışmaları alanında uluslararası alanda tanınmış iletişim bilimci ve sosyologdur. Hollanda Twente Üniversitesi’nde profesör olan Van Dijk, Enformasyon Toplumu Sosyolojisi üzerinde çalışmalar yapmaktadır. Van Dijk aynı zamanda Medya, İletişim ve Örgütlenme Depertmanı ve e-Hükümet Çalışmaları Merkezi’nin başkanıdır. Yazar, Nijmege Üniversitesi Sosyal Bilimler Fakültesi’nde doktora yapmış ve 1980-2000 yılları arasında Utrecht Üniversitesinde çalışmıştır. Van Dijk, Avrupa Komisyonu ve Hollanda’da pek çok bakanlık, hükümet kurumları ve belediyeler için danışmanlık da yapmaktadır.


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 08, 2017 15:33

July 27, 2017

Kitap Değerlendirmesi: Walter Ong’un Sözlü ve Yazılı Kültür – Sözün Teknolojileşmesi…

Yazan: Şerife Öztürk, Ankara Üniv. SBE. Gazetecilik Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi


 


S ö zl ü ve Yaz ı l ı K ü lt ü r – S ö z ü n Teknolojile ş mesi


Orijinal Ad ı : Orality and Literacy, The Technologizing of The Word


Walter Ong; Çeviren: Sema Postacıoğlu Banon


İstanbul: Metis Yayınları, 1995, 230 sayfa.


 


        “Dil sadece bir taşıt değil, aynı zamanda şofördür” –Wittgenstein


 


Ong, 16.yüzyıl Fransız filozoflarından Peter Ramus’un, ilerlemenin ancak geçmişi anlayarak yaşanabileceğine ilişkin Aristo ve Çiçero karşıtı düşüncelerinden etkilenmiştir. Ong’a göre, iletişim araçlarının değişmesi, insanın içinde yaşadığı dünyayı algılamasını farklılaştırırken aynı zamanda kendisine ilişkin düşüncelerini de dönüştürmektedir. Öte yandan Ong, teknolojinin, eski alışkanlıkların yerini alan bir gerçeklik değil, iyi yönde kullanıldığında, onları yeniden şekillendirip güçlendiren bir yenilik olduğunu ispat etmeye çalışmıştır. (www.wikipedia.org)


Walter Ong’un “Sözlü ve Yazılı Kültür – Sözün Teknolojileşmesi” kitabı, en tanınmış eseridir. Bu özelliği, belki de son kitabı olmasından kaynaklanmaktadır. Okuryazar düşünme ve anlatı biçimine değinilen kitabın konusu, sözlü ve yazılı kültür arasındaki farklardır. Kitapta odak noktasını söz ve yazı ilişkisi oluşturmaktadır. Tartışmacı bir anlatımla kaleme alınan kitapta, yazılı ve sözlü kültürle ilgili düşünceler geliştirilirken bunlar arasındaki ilişki işlenmiştir. Kitap, günümüz yeni medya ortamlarının değerlendirilmesi boyutunda geniş bir bakış açısı sunmaktadır. Kültür ve iletişimi birbirinin ayrılmaz bir parçası olduğunu gözler önüne seren kitapta, bunun nedenleri de ortaya konmaktadır.


İletişim biçim ve araçlarındaki değişimler, kültürü meydana getiren unsurların üretim, taşınma ve tüketim gibi süreçlerini de doğal olarak etkiler ve bunların, şartlara göre değişmesine, başka bir forma dönüşmesine ya da tamamen ortadan kaybolmasına neden olur. Üretilen her yeni iletişim teknolojisi, bir taraftan önceki teknolojilerin oturtulduğu zeminden, kullanıma sunduğu kültürel pratiklerden ve bu pratiklere bağlı alışkanlıklardan yararlanırken diğer taraftan da varlığını pekiştiren yeni birtakım üretim, tüketim ve kullanım pratikleri de geliştirmektedir (Binark, 2015: 10). Bu anlamda elektronik kültür ortamı da doğal olarak hem kendisinden önce ortaya çıkmış olan sözlü ve yazılı kültür ortamlarının imkanlarını kullanır hem de kendine özgü pratiklerini geliştirir (Çevik, 2016: 115).


McLuhan’a göre kültür nasıl iletişim kurulduğuna bağlı olarak şekillenir ve iletişim teknolojisindeki bir buluş kültürel değişime yol açar. İletişim modelindeki değişim insan yaşamına şekil verir. McLuhan’a göre biz ilk başta aletlerimize şekil veririz, daha sonra aletlerimiz bize şekil verir (Rigel, Batuş vd., 2005: 22).


Ong, yedi bölümden oluşan kitabında önce dil, sonra yazı ve matbaa en son olarak da bilgisayar üzerinde durarak teknolojinin hem kronolojik bir sıralamasını sunmakta hem de bugünkü yeni medya ortamlarının zeminini hatırlatmaktadır.


Kitabının ilk bölümüne başlarken modern dilbilimin babası Ferdinand de Saussure’e atıfta bulunarak, onun her tür sözel iletişimin öncelikle konuşma temeline dayandığı görüşünü aktarmaktadır. Ong’un kitabına dil ile başlaması aslında kitabın gidişatı ve savunduğu görüşle ilgili de ipucu vermektedir.


En güçlü ideolojik araç, dil teknolojisinin kendisidir. Dil, tamamen bir ideolojidir. Dil bize sadece şeylerin adlarını öğretmekle kalmaz aynı zamanda hangi şeylerin adlandırılacağını öğretir. Dil, dünyayı özneler ve nesneler olarak böler. Nelerin süreç, nelerin olay ve nelerin nesne olarak kabul edilmesi gerektiğini belirtir. (Postman, 2016: 119).


İnsanların yaşadığı her yerde dilin varlığına, insanların sayısız yoldan iletişim kurduğuna işaret eden Ong, iletişim kurulurken insanların jest, mimik ve el kol hareketleriyle tüm duyularını seferber ettiklerinin altını çizmektedir. Ong, yazının dilin gücünü pekiştirdiğini ve yine yazının sözlü kültürden bağını hiçbir zaman koparmadığını vurgulamaktadır. Sözlü anlatımın yazısız da var olduğunu ancak her sözlü dilin yazılı olmadığını vurgulayan Ong, yazının sözlü anlatım olmadan hiçbir zaman var olamayacağını kaydetmektedir. Sözü bütün kültürlerin temeline oturtmaktadır Ong.


Yapay zeka üzerine çalışan Ray Kurzweil (2015: 135), konuşma dilinin ilk teknoloji, yazılı dilin ise ikinci teknoloji olduğunu ifade etmektedir.


Yazıyı aynı anda hem faydalı, hem yetersiz hem de tehlike olarak gördüğünün altını çizen Ong, bu görüşüyle, Marshall McLuhan ve Neil Postman’ı desteklemektedir.


Postman’ın (2016: 9-10), Platon’un Phaedrus adlı eserinde verdiği örneğe bulunduğu atıf, özelde yazılı kültürün ancak genelde teknolojilerin değerlendirilmesi boyutunda ufuk açıcıdır:


“Sokrates’in arkadaşı Phaedrus’a anlattığı hikayeye göre, Yukarı Mısır’ın büyük bir şehrinin Kral Thamus bir keresinde sayılar, hesaplama, geometri, astronomi ve yazı dahil birçok şeyin mucidi Tanrı Theuth’u ağırlar. Theuth, Kral Thamus’a buluşlarını sergiler ve bu buluşların Mısır’da adamakıllı bilinmesi ve mevcut olması gerektiğini söyler. Thamus bütün buluşların ne işe yardıklarını inceler ve her bir buluşu beğenip beğenmediğini dile getirir. Sıra yazıya gelince Theuth, ‘Sayın kralım, bu Mısırlıların bilgeliğini ve hafızalarını geliştirecek bir başarıdır. Bilgeliğin ve hafızanın reçetesini buldum’ der. Thamus ise, ‘Ey mucitlerin piri, icat yapmak ayrı şey, icadın onu kullananlara fayda mı yoksa zarar mı getireceğini kestirmek ayrı şey. Yazıyı kullanmaya başlayanlar hafızalarını kullanmaktan vazgeçecekler ve unutkanlaşacaklar. Birşeyleri hatırlamak için iç kaynaklarını kullanmak yerine harici birtakım işaretlere bel bağlayacaklar. Sen hafıza için değil, hatırlama için bir reçete keşfettin. Sonuçta belki bilgili sayılacaklar ama birçok şeyin cahili olacaklar’ karşılığını vermiştir.”


Ong, birincil ve ikincil sözlü kültür tanımlarına da yer vermektedir. Yazı ve matbaa kavramlarının varlığını bile bilmeyen, iletişimin yalnız konuşma dilinden oluştuğu kültürlere birincil sözlü kültür, günümüz ileri teknolojisiyle yaşantımıza giren telefon, radyo, televizyon ve diğer elektronik araçları sözlü nitelikleri, üretimi ve işlevi önce yazı ve metinden çıkıp sonra konuşma diline dönüştüğü için de “ikincil sözlü kültür” olarak niteleyen Ong, ikincil sözlü kültürün varlığını matbaaya dayandırmaktadır.


Kitabının ikinci bölümünde Ong, ilk dilbilimcilerin yazılı ve sözlü dil ayrımına karşı çıktıklarını ve bunu da sözlü gelenek sayesinde sözel sanat biçimlerinin geliştiği vb. konulara dayandırdıklarını aktarmaktadır. Marshall McLuhan’ın göz-kulak, sözlü-metinsel ayrımından yararlanan Ong, James Joyce’un çok önce bu kutuplaşmayı sezdiğini hatırlatır. Ong, sözlü-yazılı kültür ayrımına gereken önemin verilmediğinden yakınmaktadır.


Ong üçüncü bölümde, sözlü kültürün psikodinamiğinden bahsetmektedir. Sözlü kültürde deneyimin belleği pekiştirdiğini vurgulayan Ong, birincil sözlü toplumlarda düşünme ve anlatımın belleğe dayalı olduğunu yazmaktadır.


Yaşanılan olaylar, edinilen tecrübeler bellekte kayıtlanır. Kayıtlı olayın benzeri veya aynısıyla karşılaşıldığında bellekteki bilgiler ortaya çıkar. Bu olaylar tekrarlandıkça bellekte pekişir ve deneyim olarak hayatımızda yerini alır.


Sözlü kültürle yazılı kültür arasındaki benzerlik ve farklılıkları kitap boyunca aktaran Ong,  sözlü kültürde meslek öğreten el kitaplarına benzer şeylerin olmadığını zaten bunlara da ihtiyaç duyulmadığını, meslek edinmenin yolunun çıraklık, gözlem ve uygulama olduğunu vurgulayarak, yazının insanların birbirini soyutladığı ortamları getirdiğini, sözlü gelenekte ise insanların birbirleriyle iç içe olduğunu aktarmaktadır.


Ong, yazılı kültürü toplumdan soyutlanmanın nedenlerinden biri olarak görürken günümüz dijital ortamlarında bu durum farklı boyutlarda gerçekleşebilmektedir. Yeni medya ortamlarında aile bireylerinin aynı evin içinde cep telefonu aracılığıyla veya farklı uygulamalarla iletişim kurduğu örnekler de bulunmaktadır. Meslek edinme yöntemlerine bakıldığında, usta-çırak ilişkisinin günümüz yeni medya ortamlarında dijital platformlarda uygulanageldiği bir gerçektir. Sadece usta-çırak ilişkisinde değil, eğitim alanında da uzaktan eğitimlerin yaygınlaştığı, öğrenciler ile öğretmenin yüzyüze iletişime girmeden sanal eğitimlerin olduğu aşikardır. Bu durumda kitapların yakın zaman içerisinde ortadan kalkabileceği olası görünmektedir.


Ong kitabında yazılı ve sözlü kültür arasındaki diğer bir ayrımın da mesafeli olmak yerine duygudaş ve katılımcı olmak boyutunda ortaya çıktığını kaydetmektedir. Ona göre, sözlü kültürde öğrenmek veya bilmek, bilinenle bilen arasında yakın, duygudaş ve ortaklaşa bir özdeşleşmeye ulaşmak demektir, yazı ise bilineni bilenden ayırdığı gibi kişisel gerçeklikten de uzaklaştırarak bilgiyi nesnel kılar. McLuhan’a göre, Gutenberg ile başlayan basım devrimi endüstriyel devrimin öncüsü olmuştur. Ancak basım devrimi aynı zamanda toplumu parçalamıştır. Dolayısıyla okuyucular tek başlarına okuma fırsatı elde etmişler ve toplumdan soyutlanmışlardır (Rigel, Batuş vd., 2005: 20).


Yazının özellikle matbaanın insanı uzaklaştırdığı hatta tabiatını bile bozabildiğini anlatan Ong, bu düşüncesiyle Marx’ın yabancılaşma kavramını akla getirmektedir.


Marx, yabancılaşmayı yeni araçların ortaya çıkışıyla birlikte insanın doğaya ve kendisine yabancılaştığından bahsetmektedir. Yabancılaşma Marx’ta, kapitalizmin getirdiği kavramlardan biridir (www.wikipedia.org). Aslında Ong ve Marx’ın görüşündeki benzerlikten yola çıkıldığında, matbaanın kapitalizmi getirdiği, kapitalizmin de yabancılaşmayı doğurduğu fikri ile karşılaşılmaktadır. Bu durum günümüz açısından ele alındığında, insanların hemen hemen bütün eylemlerini yeni medya ortamlarında gerçekleştirdiği görülmektedir. Bankacılık, okul kayıtları, alışveriş, iş başvuruları ve daha birçok işlem artık insanlarla yüzyüze iletişim kurmadan, onlarla aynı mekanı paylaşmadan, sıraya girmek vb. aynı duyguları yaşamadan, bir tuşa basarak halledilebilecek işler arasına girmiştir. Bu ortamlar sayesinde insanlar yerlerinden kalkmadan, evlerinden dışarı çıkmadan, farklı iletişim yöntemleriyle hayatlarını sürdürmektedir.


Sözlü ve yazılı iletişimin insanlar arasındaki ilişkilere etkisini de kitabında anlatan Ong, sözlü iletişimin insanları birleştirdiğini, yazı ve okumanın ise kişinin tek başına yaptığı ve kendi iç dünyasına döndüğü eylemler olarak değerlendirmektedir.


Yazıyı teknoloji olarak değerlendiren Ong’un bu bakış açısını günümüz yeni medya ortamlarıyla eşleştirebiliriz. Yazılı kültürün ilk dönemlerinde toplumlar için yazı neyse, yeni medya ortamları da bu dönemde odur. Ancak günümüz dijital ortamlarına ayak uydurma hatta içselleştirme, yazının ortaya çıktığı dönemlere göre daha hızlı ve sancısız olmuştur.


Ong, McLuhan’ın “Görüntü, ayırır; ses, birleştirir” düşüncesinden yola çıkarak, bir şeyi görmek, seyretmek için o nesneden uzaklaşmak gerektiğini de ifade etmektedir. “Halbuki ses insanın içine akar. Kendinizi işitmenin, sesin içine gömebilirsiniz. Aynı şekilde görüntünün içine gömülmek imkansızdır. Parçalayan duyu olan görmeye karşılık ses birleştiricidir. Görüntüde aranan en önemli nitelik açık seçiklik, belirginlik, ayırmadır. İşitmede aranan en üstün nitelikse uyum, birleştirmedir” der Ong.


Kitabının dördüncü bölümüne, ilk bölümde bahsettiği Thamus’un yargısını hatırlatarak başlayan Ong, bu bağlamda yazının insan bilincini en çok değiştiren tekil buluş, bir nesne, imal edilmiş bir ürün olduğunun altını çizmektedir. Ong, yazıya alışanın unutkan olacağını, yazının zihni zayıflatacağını belirterek, yazının edilgen ve kendi gerçek dışı, yapay dünyasına kapalı olduğu aktarmaktadır. “Tıpkı bilgisayar gibi” cümlesiyle Ong, bu bölümde karşımıza çıkacak konunun da sinyalini vermektedir.


Ong, yazının zihni zayıflatacağı yönündeki düşüncesiyle sanki günümüz yeni medya ortamlarında karşılaşılan durumu haber vermektedir. Artık basit hesaplamalar bile kağıt kalem kullanarak değil, bilgisayar veya cep telefonu aracılığıyla yapılmaktadır. Çantamızda telefon numaraları ve/veya adreslerin kayıtlı olduğu not defterleri yerini smartphone, ipad vb. araçlara bırakmıştır. Ankesörlü telefonlarda arama yapabilmek için numarayı çevirirken o numaranın, gideceğimiz yerin adresini not ettiğimiz kağıtta ararken o adresin hafızamızda yer etmesi durumu yeni medya ortamları öncesinde kalmıştır. Çantamızda/yanımızda not defteri, kalem yerine cep telefonu veya ipad taşımak yeterli hale gelmiştir. Bütün hafızamız artık bu cihazlardadır.


Söze teknoloji girdikten sonra, yeni teknolojinin sonuçlarını en iyi şekilde eleştirmenin ancak mevcut en ileri teknoloji araçlarından yararlanmakla mümkün olduğunu vurgulayan Ong, teknolojinin sadece eleştiriyi yaymak için kullanılmadığını, her yeni teknolojinin aslında o eleştirinin kendisini doğurduğunu da kaydetmektedir. Buradan yola çıkarak, yazı ve matbaayı eleştirmenin yine yazı ve matbaa ile mümkün olduğunu ifade ederek, aynı şeyin yeni medya ortamlarının eleştirisi için de geçerli olduğu söylenebilir. Yeni medya ortamlarını eleştirenler yine bu ortamlardan yararlanmaktadır. Bu ortamlar sayesinde eleştiri konusu doğmaktadır.


Düşüncelerinden etkilendiği Platon’a da kitabında atıfta bulunan Ong, “Platon, tıpkı bugün birçok insanın bilgisayarı gördüğü gibi, yazıyı dışsal, yabancı bir teknoloji olarak görüyordu. Bugünse yazıyı öyle içselleştirmiş, benliğimizin o denli ayrılmaz bir parçası kılmışız ki, matbaa ve bilgisayarı kolaylıkla teknoloji olarak nitelendirdiğimiz halde yazıyı teknoloji olarak görmekte zorlanıyoruz. Fakat yazı bir teknolojidir, araç gereç kullanımını zorunlu kılar: Kağıt, kalem, hayvan derisi, tahta, boya, mürekkep vb.” ifadelerine yer vermektedir.


Yazı gibi her teknoloji beraberinde birtakım araçların da zorunluluğunu getirir. Cep telefonu, dizüstü bilgisayar, ipad vb. araçlar şarj cihazını, dışarıdayken şarjın bittiğinde kullanılması için bir de harici şarj cihazını, bu araçlardan internete bağlanabilmek için wi-fi bağlantısını, ekranlarının çizilmemesi için ekran koruyucu kılıfları, masaüstü bilgisayarlarda yazıcı, tarayıcı vb. araçları ihtiyaç haline getirmiştir. Teknoloji ihtiyaçların niteliğini de değiştirmiş, lüks ihtiyaçlar en temel tüketim ihtiyaçları haline getirilmiştir.


Ong, doğal konuşma dilinin tersine yazının yapaylığından bahsetmekte ve konuşmanın insanın doğal yeteneği olduğu vurgusuyla yazı ve söz arasındaki bir ayrımı daha gözler önüne sermektedir. Yazının başka yapay yenilikler gibi belki de hepsinden daha fazla kişinin öz kaynaklarından yararlanmasına en geniş olanak sağlayan çok değerli bir buluş olduğunu,  teknolojinin sadece kişinin dışında kalan yabancı bir araç değil, bilincin kendi iç değişimleri olduğu vurgusunu yapan Ong’a göre yazı ile şiir, roman, hikaye vb. edebiyat eserleri ortaya çıkmıştır. Bunlar yazarının kendi içinden gelen ve yazıyla görünür kıldığı bir nevi kişisel buluştur. Bu buluşlar yazı sayesinde insanlığa sunulmuştur.


Yazma pratiği, mitlere ve tarihe özgü geçmişi yaratmış, yerli ve yabancı yaratılar faydalanılabilinir hale gelmiştir. Nesneye ilişkin düşünce, nesnenin kendisinden farklılaşmıştır (Innis, 2006: 32).


Ong, teknolojinin yapay ve yapaylığın da insanların doğal bir parçası olduğunu belirterek, teknolojiden yararlanmanın insan ruhunu zenginleştirdiği, genişlettiği ve iç yaşamını yoğunlaştırdığı kaydetmektedir. “Yazıyı anlamak için yazının bir teknoloji olduğunu kabul etmeliyiz” diyen Ong, yazının insanın teknolojik buluşlarının en büyüğü olduğunu da yadsımamaktadır.


Yazıyı kelimelerin mekansal boyutu, matbaayı da kelimeleri bu mekana hapseden olarak gören Ong, her metnin görüntü ve ses içerdiğini, matbaanın, baskının, yazının hiçbir zaman yapamayacağı kadar kelimeleri mekana amansızca yerleştirdiğini vurgulamaktadır.


Günümüzde kullandığımız teknolojinin temeli söz ve yazıya dayanmaktadır. Ong, bu düşünceyi kitabında sık tekrar, atıf ve örneklerle iyi bir şekilde sunmaktadır. Sözlü ve yazılı kültür ayrımını akılda kalıcı cümlelerle okuyucuya aktaran Ong, teknolojiyi kullanan çoğu insanın neredeyse hiç düşünmediği konuyu ustalıkla ele almaktadır.


Ong, yazıyı duyusal açıdan da değerlendirerek, konuşmayı sözlü-işitsel duyudan çıkarıp yeni bir duyu dünyasına, görmeye bağladığı için hem konuşmayı hem de düşünme biçimini dönüştürdüğünü aktarmaktadır. Tıpkı radyo ve televizyon gibi… Duyusal açıdan sözü radyoya, televizyonu yazıya benzetebiliriz. Radyo işitsel, televizyon da hem işitsel hem görseldir. Ancak yeni medya ortamları, tüm duyulara hitap edebilmektedir: İşitsel, görsel, dokunma. Ekranda bir şey izlerken görsel duyuyu, ekrandaki görüntünün sesi işitsel duyuyu, klavye veya ekranda kullanılan tuşlar da dokunma duyusunu harekete geçirir.


Ong, kitabının beşinci bölümünde matbaayla gelen yenilikleri, matbaanın nelere kapı araladığını anlatmakta, matbaayla birlikte kitap sayfalarının çıktığını, kapak sayfasının bir etiket olduğunu ve bunun kitabı bir nesne ya da şeye dönüştürdüğünün altını çizmektedir.


McLuhan da Ong gibi, matbaanın ve tipografik yazının insan yaşamına etkilerini inceler. Her yeni buluşun insanın bir uzantısı olduğunu düşünen McLuhan’a göre duyusal duyuya bağlı olarak yaşayan insan matbaann buluşuyla görsel alana kaymıştır. Mc Luhan (2014), matbaanın yol açtığı ayrımla Batılı insanın göz dünyasına yöneldiğini ve kulak dünyasından koptuğunu belirtmektedir.


McLuhan’a göre “araçlar insanın uzantısıdır.” Bu uzantı akla gelen herşeyi kapsar. Konuşulan ve yazılı sözcük, giysi, ev, para, basın, yol, araba, tekerlek, uçak, fotoğraf, telgraf, daktilo, telefon, sinema, radyo, televizyon… Kamera veya fotoğraf makinesi gözün uzantısıdır, tekerlek ayağın uzantısıdır, el aletleri elin uzantısıdır (McLuhan ve Fiore, 2012).


Matbaanın icadını ekonomi politik açıdan ele alan McLuhan, Gutenberg Galaksisi’nde (2014) baskı kültürünün tüketici kültürünü de beraberinde getirdiğini yazmaktadır. Baskıyla birlikte Avrupa’nın ilk tüketici çağını yaşadığını belirten McLuhan, basılı kültüre alışan insanın elektrik enformasyon çağına alışmasının kolay olmadığını vurgulamaktadır.


Ong, matbaa sonrasını elektronik olarak nitelerken, sözel anlatımın elektronik dönüşümünü anlatmaktadır. Bu dönüşümün hem kelimenin yazıyla başlayıp matbaayla pekiştirilen mekan bağlarını güçlendirdiğini hem de bilinci ikincil sözlü kültür çağına soktuğunu kaydetmektedir.


Yazı, elektronik kültür ortamına geçişin temel basamağıdır (Çevik, 2016: 113).


McLuhan, elektronik medya sayesinde insanların dünyayı yeniden birlikte algılamaya başladıklarının altını çizmektedir (Rigel, Batuş vd., 2005: 20). Bu birlikte yaşama yukarıda sözü edilen toplumsal yaşamın şekil değiştirmiş halidir. Yani Maria Bakardjieva’nın tanımıyla “hareketsiz toplumsallaşma” dır (akt. Binark, 2014). Yeni medya ortamlarında insanlar farklı benliklerle, anonim veya nonim kimliklerle çevrimiçi iletişim kurabilmekte ve yüzyüze gelmeden, oturdukları yerde toplumsallaşabilmektedir.


Postaman’a göre (2016: 63), bilgi çağı 16. yüzyılın ilk yıllarında matbaanın keşfiyle başlamıştır. Sözel kültürler Gutenberg ile yazılı kültüre dönüşmüştür. Yazılı kültür de elektronik kültüre dönüşmektedir. Buna bağlı olarak düşünce tarzı da değişmektedir. McLuhan, televizyonu insan yaşamının çizgisini ve düşüncesini kıran bir alet olarak görmüştür. Televizyon sayfalardan ve dizilerden oluşan sıralı basılı kültürü etkilemiştir. Elektronik çağının bir başka ilginç özelliği, gizliliği tamamen ortadan kaldırmasıdır. Elektronik hızda hiçbir gizlilik kalmamıştır. McLuhan elektronik çağın en önemli aracı olan televizyonun dışarıyı içeriye, içeriyi dışarıya taşıdığını söylemektedir. Ona göre televizyon gözü kulak olarak kullanır (Rigel, Batuş vd., 2005, 21).


Elektronik teknoloji olan telefon, radyo, televizyon ve çeşitli ses kayıt araçlarının bizi ikincil kültür çağına soktuğunu kaydeden Ong, bu çağın katılımcı gizemi, topluluk duygusunu geliştirmesi, yaşanan anı odaklayışı ile birincil sözlü kültüre benzediğini vurgulamaktadır. Elektronik çağda değişim göstermeye başlayan topluluk duygusu yeni medya ortamlarıyla daha da değişmiş, Castells’in deyimiyle “ağ toplumu” (2013a) haline gelmiştir.


Tıpkı şu anda yaşanılan “yeni medya yazılı basını ortadan kaldırır mı?” tartışmaları gibi, ilk dönemlerinde elektronik araç – basılı kitap tartışmalarının yaşandığına da atıfta bulunan Ong, elektronik araçların basılı kitapları yok etmediğini belirtmektedir. Ong, elektronik araçların kitap sayısını artırdığını ifade ederek, teknolojiden yana tavır sergilemektedir. Bu görüşünü, elektronik ses kayıt cihazlarıyla söyleşiler yapıldıktan sonra bu tür kitaplardan binlerce basılmasına dayandıran Ong, “Bu kayıt cihazları olmasa pek çok söyleşi bugün kağıt yüzü göremezdi” demektedir. Ong, yeni aracın eski olanın konumunu hem pekiştirdiğini hem de değiştirdiğinin altını çizmektedir.


Sözlü ortam yazılı ortam sonrası uğradığı tüm değişimlere rağmen ortadan kalkmayıp devam etmiştir (Yıldırım, 1998’den akt. Çevik, 2016: 116). Yani hem sözlü kültür hem de yazılı kültür elektronik kültür ortamı içinde değişip dönüşerek ve yeni formlar içine girerek de olsa varlığını korumuştur.


Ong, ikincil sözlü kültürün, birincile hem çok benzediğini hem de hiç benzemediği zıtlığından yol çıkarak, yazı ve matbaanın okumakta oldukları metni anlamaları için insanları yalnız kıldığını, birincil ve ikincil sözlü kültürlerin de dinleyiciler arasında güçlü bir grup bilinci yarattığı vurgusunu yapmaktadır. Ong, kültürlerin bir araya getirdiği kitlelere de değinerek, ikincil sözlü kültürün grup bilinciyle bir araya getirdiği dinleyici topluluğunun birincil sözlü kültürdekinden kat kat geniş olduğunu aktarmaktadır. McLuhan’a göre bu geniş topluluk “global köy”dür (McLuhan ve Powers, 2001).


McLuhan, enformasyon akışının elektronik çağda hızlandığının altını çizmektedir. Ona göre enformasyon tüketimi dünyayı büyük bir enformasyon tüketimine sokmuştur. Dünya, insanların herşeyin aynı anda öğrendiği bir köy haline gelmektedir. Bu yerde insanlar hızla tüketmeye başlamıştır ve insanlar neredeyse sadece tüketim için vardırlar (Rigel, Batuş vd., 2005: 17-18).


McLuhan ve Powers (2001) elektronik çağda veriye ulaşmanın kolaylığına dikkat çekerken tıpkı Ong gibi, bu çağın diğer tarafını da bize göstermektedir. Aşırı bilgi yüklemesinin insanların psikolojileri üzerinde olumsuz etki yaptığı, insanları duyarsızlaştırdığı ve şizofrenik bir noktaya sürüklediğidir bu diğer yönü.


Ong, kitabının altıncı bölümünde sözlü bellek üzerinde durmaktadır. Tüm bilgi ve söylemin kaynağını insan denetimine dayandıran Ong, bunu sözel olarak işlemenin temel yolunun deneyimin nasıl doğup geliştiğini zaman akışını izleyerek aktarmak olduğunu kaydetmektedir.


İlk zamanlarda kitapların topluluk önünde yüksek sesle okunduğunu hatırlatan Ong, buna rağmen okuma ve yazmayı insanın tek başına gerçekleştirdiği eylemler olarak nitelendirmektedir. Ong yabancılaşma derken, yazı ile birlikte insanların okuma ve yazma eylemlerini yapmak için yalnız kaldıklarını ve toplumdan kendilerini soyutladıklarını kastetmektedir.


Ong, kitabının yedinci ve son bölümünde Roland Barthes’ın metinlerarasılık teoremine atıfta bulunarak, bütün metinlerin metin dışından destek aldığını vurgulamaktadır. Metnin okunmadığı sürece birşey ifade etmeyeceğini, birşey ifade edebilmesi için metnin önce yorumlanması yani okurun iç dünyasıyla ilişkilendirmesi gerektiğini yazan Ong, burada metnin içselleştirilmesinin önemine vurgu yapmaktadır.


İnsan iletişiminin hiçbir zaman tek yönlü olmadığını yazan Ong, biçim ve içeriğin gelmesi beklenen karşılığa göre şekillendiğini ifade etmektedir. Ong, iletişim ve medya kavramlarına da değinerek iletişimin özneler arası bir olgu olduğunu, medya modelininse böyle olmadığını bildirmektedir. Birincisinin yazı kültüründe konuşma, özellikle bilgi aktarımı işlevini gördüğünü; ikincisinin ise gerçek bir alıcının bulunmadığı tek yönlü bilgi ileten bir kağıt parçası olarak değerlendirmektedir Ong.


Yazının icadı ve zamanla yaygınlaşması, insanlığın bugüne ve geleceğe uzanan gelişim çizgisindeki en önemli kırılma noktalarından biridir. Matbaanın gelişimiyle derinlik kazanan bu kırılma, sonraki yıllarda icat edilecek tüm teknolojilerin de zeminini oluşturur. Ancak “teknoloji” denince, makinelerin ve gelişmiş elektronik sistemlerin akla geldiği günümüzde yazı, bir teknoloji gibi algılanmamaktadır. Bu algılama biçimine karşı çıkan Walter Ong, yazının teknoloji olduğunu vurgular. Ong’a göre, günümüz insanı matbaa ve bilgisayarı kolaylıkla teknoloji olarak nitelendirmesine rağmen yazıyı teknoloji olarak görme konusunda zorlanmaktadır. Aslında bu durum günümüz insanının, yazıyı tamamen içselleştirmiş ve benliğinin ayrılmaz bir parçası haline getirmiş olmasından kaynaklanır. Ancak yazı, özellikle de alfabeli yazı, önemli bir teknolojidir. Dahası yazı, matbaa ve bilgisayar teknolojilerine göre çok daha zorlayıcıdır. Çünkü yazı özünde sözlü, yani konuşmaya dayalı olan kelimeyi görsel mekana yerleştirmiştir. Dolayısıyla hem matbaa hem de bilgisayar, dinamik sesi, suskun mekana indiren ve kelimeyi yaşanan andan koparan yazının açtığı yolda ilerlemişlerdir (Çevik, 2016)


Bugün herkes bilgisayar kullanmaktadır ya da herkes bilgisayar tarafından kullanılmaktadır. Bugün biliyoruz ki, bilgisayarın ortaya çıkmak için telgraf, telefon ve dijital devrenin icadı gibi buluşları beklemesi gerekiyordu (Postman, 2016: 105-107).


Bilgisayarlar, genel olarak yaptıkları şeylerden ötürü teknik haberleşme yöntemlerine aşırı vurgu yaparlar ve gerçekliğe çok az önem atfederler. McLuhan’ın “Araç mesajın kendisidir” aforizmasına bu kadar iyi örnek olabilmiş bir başka teknoloji yoktur. Bilgisayar neredeyse doğal bir süreçtir. Şu an bilgisayar teknolojisi gerçek iletişimin yeni vasıtası olmaktan çok yeni bir tarz taşıyıcı işlevi görmektedir. Enformasyonun büyük bir kısmı hızlı biçimde bilgisayar sayesinde aktarılmaktadır. (Postman, 2016: 115).


McLuhan ve Powers (2001), internetin sinyalini vermişlerdir. Onlara göre binlerce iletişim aygıtı aracılığıyla ışık hızında çalışan bilgisayar tercihlerini ister kusursuz düzenlenmiş bir sigorta yatırım programı, ister düşsel bir seyahat olsun, veri tabanı yoluyla önceden sinyalleşmiş potansiyel alıcılara ısmarlama ürünler ve hizmetler üretecektir.


Söz, yazı, matbaa, bilgisayar derken “yeni medya” olarak nitelenen araçları kullanmaya başladık atta onları her yeni teknoloji gibi içselleştirdik.


İletişim ve iletişim araçları her dönemde önemli olmuştur. Innis bu durumu,, geniş alanların etkini yönetimin iletişimin etkili olmasına bağlamaktadır (Innis, 2006: 27).


İletişim pratikleri, kişiler arası iletişimi ve iletişim araçlarına dayalı iletişimi kapsar. Toplumsal ölçekte insanların hayatlarında anlam üreten işaretleri aldıkları. işledikleri ve gönderdikleri sembolik ortamı oluşturan şey, iletişim araçlarına dayalı iletişimdir. Son yıllarda iletişimde en önemli dönüşüm, kitlesel iletişimin kitlesel öz iletişime (mass self communication) kayması olmuştur. Kitlesel öz iletişim bir izleyici, dinleyici kitlesine ulaşma olanağına sahip, ama mesaj üretiminin kişinin kendisine bağlı olduğu, mesaj alımını kişinin kendisinin yönlendirdiği, elektronik iletişim ağlarından içerik kabulü ve bir araya getirme işinin kişinin kendi seçimlerine dayandığı karşılıklı etkileşime dayalı iletişim biçimidir (Castells, 2013b: 1).


İnsanlar başkalarıyla birlikte olabilmek için ağlar inşa eder, başkalarıyla birlikte olabilmek için de belli ölçütlere dayanmak isterler. Bu ölçütler önceden tanıdıkları da kapsar. Mobil iletişimin yaygınlaşmasının da desteklediği daimi bir bağlantılılık halidir bu. …Sosyal ağlar, insanların deneyimlerinin bütün boyutları arasında bağlantı kuran canlı mekanlardır. Bu da kültürü dönüştürür, çünkü insanlar düşük bir duygusal maliyetle paylaşır, böylece enerji ve çabadan tasarruf ederler. Zaman ve mekan aşarlar, ama içerik üretir, bağlantılar kurar, pratikleri birbirine bağlarlar. İnsan deneyiminin her boyutunda sürekli ağlar oluşturan bir dünyadır bu. Çok sayıda daimi etkileşim sayesinde birlikte evrilirler. Ama birlikte evrilmenin koşullarını seçerler. Başka bir deyişle insanlar fiziksel hayatlarını yaşar, ama giderek sosyal ağ sitelerinde çok sayıda boyutta birbirleriyle bağlantı kurarlar. Paradoksaldır, sanal hayat, iş ve kent hayatının örgütlenmesiyle bireyselleşen fiziksel hayattan daha sosyaldir. Ama insanlar sanal bir gerçekliği yaşamaz. Aslına bakarsanız gerçek bir sanallık söz konusudur, çünkü toplumsal pratikler, paylaşma, topluma karışma ve toplumda yaşama sanallıkta akışlar uzamı denen tanımda kolaylaşır (Castells, 2013b: 13).


Ong’un kitabı değerlendirilirken amaç, teknolojilerin her iki yönüne de dikkat çekmektir. Bu bağlamda Postman ve McLuhan’ın görüşleri de önemlidir.


Postman’a  (2016: 8) göre, birçok insan teknolojinin sadık bir dost olduğuna inanır. Bunun iki nedeni vardır. Birincisi teknoloji dosttur. Hayatımızı kolaylaştırmakta, temiz kılmakta ve uzatmaktadır. İkinci olarak kültürle olan uzun süreli samimi ve yakın ilişkisinden ötürü teknoloji, sebep olduğu sonuçların sorgulanmasına davetiye çıkarmaz. Teknoloji güvenilmek ve itaat edilmek isteyen bir dosttur ki birçok insan teknolojiye güvenmektedir ve boyun eğmektedir zira teknoloji gerçekten çok cömerttir. Fakat elbette bu dostluğun karanlık bir yanı vardır. Teknolojinin hediyeleri yüksek maliyetten masum değildir. En dramatik haliyle ifade edecek olursak, teknolojinin kontrol dışı büyümesi insanlığın hayati kaynaklarını yok etmektedir suçlamasında bulunabiliriz. Teknoloji ahlaki temelden yoksun bir kültür meydana getirmektedir. İnsan hayatını yaşamaya değer kılan zihin yöntemlerine ve sosyal ilişkilere zarar vermektedir. Kısaca teknoloji, hem dost hem düşmandır.


McLuhan genellikle insanların, yeni icatlarn ve teknolojilerin getirdiği iyi yönlü yeniliklerle ilgilendiklerine dikkat çekmektedir. Ancak McLuhan, teknolojilerin getirdiği kötülüklerin insanlar tarafından görmezden gelindiğini vurgulamaktadır. (Rigel, Batuş vd., 2005: 18-19).


Ong’un ilgi gören Sözlü ve Yazılı Kültür kitabı, teknolojinin determinizmine kapılmadan, günümüz yeni medya ortamlarını, iletişimin gelişim evresi ışığında değerlendirmek için son derece iyi bir fırsat sunmaktadır. Kitapta dilden başlayarak ortaya çıkan teknolojileri günümüzün temeli olarak niteleyen Ong, pek çoğumuzun unuttuğu belki de hiç farkında olmadığı hususu defalarca değişik biçimlerde dile getirmektedir: Yazı bir teknolojidir ve bütün teknolojilerin temeli de sözlü kültürdür.


“Herşey sürekli değişim halindedir. Artık yolcu yoktur, herkes mürettebattır”


      (McLuhan ve Powers, 2001)


Kaynaklar:


Binark, M. (2014). Dijital Oyun Dünyası ve Yeni Toplumsallaşma Biçimleri, www. aljazeera.com.tr, Erişim Tarihi: 18.01.201


Binark, M.(2014). “Yeni Medya Özel Sayısı Hakkında: Neden?”, Folklor/Edebiyat, Cilt: 21, Sayı: 83.


Castells, M. (2013a). İsyan ve Umut Ağları: İnternet Çağında Toplumsal Hareketler, İstanbul: Koç Üniversitesi Yayınları.


Castells, M. (2013b). İletişim Gücü, (Çev.) Ebru Kılıç, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.


Çevik, M. (2016). “Sözlü, Yazılı ve Elektronik Kültür Ortamlarında Bilmeceden Bulmaca ve Bilgi Yarışmasın Dönüşüm”, Folklor/Edebiyat, Cilt: 22, Sayı: 86.


Innis, H. (2006). İmparatorluk ve İletişim Araçları, (Çev.) Nurcan Törenli, Ankara: Ütopya Yayınevi.


Kurzweil, R. (2015). Bir Zihin Yaratmak – İnsan Düşüncesinin Esrarı, (Çev.) Dilara Gostolüpçe, İstanbul: Bilgi Üniversitesi Yayınları.


McLuhan, M. (2014). Gutenberg Galaksisi, (Çev.) Gül Çağla Güven, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları


McLuhan, M., Miore, Q. (2012). Medya Mesajı Medya Masajıdır – McLuhan’ın İzinde Medyayı Anlama Kılavuzu, (Çev.) İlke Haydaroğlu, İstanbul: MediaCat Yayınları


McLuhan, M., Powers, B. (2001). Global Köy, (Çev.) Bahar Öcal Düzgören, İstanbul: Scala Yayıncılık.


Postman, N. (2016). Teknopoli – Kültürün Teknolojiye Teslim Oluşu, (Çev.) Mustafa Emre Yılmaz, İstanbul: Sentez Yayıncılık.


Rigel, N., Batuş, G., Yücedoğan, G., Çoban, B. (2005). Kadife Karanlık, İstanbul: Su Yayınevi


İnternet


https://en.wikipedia.org/wiki/Walter_J._Ong, Erişim Tarihi: 18.01.2017


https://tr.wikipedia.org/wiki/Marx’%C4%B1n_yabanc%C4%B1la%C5%9Fma_teorisi, Erişim Tarihi: 10.01.2017


Walter Ong Hakkında Kısa Bilgi:


ABD’de 1912 yılında doğan Walter Ong, Saint Louis Üniversitesi’nde felsefe ve teoloji okumuş, aynı üniversitede İngiliz Filolojisi’nde yüksek lisans yapmış ve Harvard Üniversitesi’nden doktorasını almıştır. ABD’nin pek çok üniversitesinde dersler vermiş olan Ong, eğitim, teoloji ve felsefe alanında yaptığı çalışmalarıyla ün kazanmıştır. Ong, radyo ve televizyon konuşmalarıyla da bilinmektedir. Marshall McLuhan’ın öğrencisi olan Ong, 2013 yılında hayata veda etmiştir. Ong’un başlıca eserleri, Frontiers in American Catholicism (Amerikan Katolisizminde Sınırlar, 1957), The Barbarian Within (İçerideki Barbar, 1962), In the Human Grain (İnsan Ekininde, 1967), Fighting for Life: Contest, Sexuality, and Consciousness (Hayatta Kalma Savaşı: Yarışma, Cinsellik ve Bilinç,1981), Sözlü ve Yazılı Kültür: Sözün Teknolojileşmesi (Orality and Literacy, The Technologizing of The Word) (1995)’dir.


 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 27, 2017 02:02

July 10, 2017

ALGORİTMALARIN YARATTIĞI YANKI ODALARINDA SİYASAL KATILIMIN OLANAK/SIZLI/ĞI

*Bu yazı ilk olarak Varlık Dergisi S:1317 (ss.19-23) de yayınlanmıştır.


Mutlu BİNARK, Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi


Yeni medya ortamlarının sağladığı olanakları şöyle bir sayalım desek aklımıza ilk elde gelen hususlar, yakın çevremizle hızla haberleşmek, her an onlarla bağlantıda kalmak, arzu ettiğimiz formatta (ses, görüntü, metin) içerik üretip paylaşmak/yaymak, dünyada ve Türkiye’de olup bitenlerle ilgili an’lık enformasyon akışına sahip olmak böylece “gündemi” takip etmek, gündeme koşut yaşadığımıza göre de siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel olaylara anında tepki vermek, bu tepkimizi arayüzey akışımızda dolaşıma sokmak olarak sıralayabiliriz.


Pekiyi, arayüzey üzerindeki edimlerimiz burada sıralandığı gibi dikensiz gül bahçesi midir? Herhangi bir yeni medya ortamında yakınlardan oluşan bir dünya inşaası bizim varlığımızı ne kadar zenginleştiriyor ve çoğaltıyor? Sosyal medya ortamlarında paylaşılan tüm içerikler barışçıl, temel insan haklarına saygılı, özgürlükçü ve eşitlikçi bir dünya tasarımı arzusundan kaynaklanan, evrensel etik değerleri, temel erdemleri besleyen içerikler midir? Acaba dünyada ve Türkiye’de neler olup bittiğini hashtagler (etiketler) veya haber akışı beslemeleri üzerinden gerçekten takip edebiliyor muyuz? Herhangi bir olaya olguya sosyal medya uygulamaları ile verdiğimiz tepki,  toplumsal, siyasal, kültürel ve ekonomik alanları nasıl değiştirmekte ve kolektif belleğin, kolektif zekânın üretilmesinde nasıl bir rol oynamaktadır? Her ürettiğimiz içerikten kim/ler nasıl değer yaratıyor? Arayüzey dolayımıyla üretip yaydığımız içerikler “varlık” olarak bizi nereye nasıl konumlandırıyor? Dijital performansımızla ürettiğimiz “varlık” fiziksel olanı nasıl sarıp sarmalıyor? Devletler ve bilişsel kapitalizmin iktidar sahipleri dijital bedenlenişimizi ne şekilde biyoiktidar aracına dönüştürüyor? vb. soruları sormaya başladığımızda, yeni medya ortamlarındaki olanaklar birden tersyüz edilmekte.


Günümüzde bireylerin farkında olması gereken, yeni medya ortamlarının Janus’un iki yüzü gibi olan bu yapısı. Sosyal medya ortamlarını kullanarak siyasal, toplumsal, kültürel ve ekonomik olaylara ve eylemlere etki etmek konusunda, iki önemli altyapısal belirlenimin farkında olmak çok önemli. İlki tüm kullandığımız platformların algoritmalarının oluşturduğu bireysel “yankı odaları” ve ikincisi ise arayüzey akışımızın benlik performansımızdaki seçişlere koşut bireyselleştirilmiş olarak algoritmik inşaası. Bu iki yapısal özellikten beslenen günümüzün önemli bir siyasal sorunu sosyal medya platformlarının algoritmalarının devlet, hükümet ve yahut şirketler tarafından “post-gerçek” üretimi için savaş aracı olarak kullanılmasıdır. Veri bilimci Jonathan Albright, yapay zekânın daha önce hiç görülmemiş bir şekilde sosyal mühendislik aracı olarak kullanılmasındaki tehlikeye “bu bir propaganda aracı”dır diyerek dikkat çekmektedir (Anderson ve Hoervarth, 2017:1).  Gelin şöyle bir kurguda bulunalım: Twitter hesabımızda akan gönderiler troller ve bot hesaplar tarafından gönderilmekte olsun, biz de sürekli olarak bu hesapların beslediği enformasyon akışı içinde olalım, bunları paylaşalım ve beğenelim, arayüzeyimizde akışa bakıp kendimize benzerlerin ne kadar çok ve çoğunluk olduğunu (tabii bunun aksi de mümkün) düşünüp memnun olalım, kanaatlerimiz böyle bir akış içinde çerçevelensin… Bu durumun sonunda, nasıl bir siyasal, toplumsal ve ekonomik yurttaşlık pratiği gerçekleştiririz?


İşte bu nedenle, bu yazıda yukarıdaki girizgâhta tanımlamaya çalıştığım bu üç husus üzerinde durmak istiyorum.  Birleşik Krallık’ta Brexit adıyla bilinen halk oylaması ABD’de 2016 Başkanlık seçimleri ve Türkiye’de 16 Nisan 2017 halk oylamasında sosyal medya ortamlarında üretilen “kolektif bellek” göz önüne alınırsa, algoritma ve veri temelli kurulan iktidarın yaşamımızın her alanında oynayacağı rolün artacağını söylemek yanlış olmaz.  Algoritmaların kurguladığı yankı odaları bu seçim örneklerinde açıkça görüldüğü üzere siyasi manipülasyon amaçlı kullanılan troller, trol ordusu ve bot hesaplar tarafından hedef alındığında ortaya çıkan durum “enformasyon yoksunluğu” ve “post-gerçek” olgusu. Nilgün Tutal’ın ifadesiyle post-gerçek olgusu ile yitirilen “gerçek ile gerçeğin insan zihnindeki yansıması arasındaki bağlantı, insanın gördüğünü, düşündüğünü veya hissettiğini gerçeğe sadık kalarak ifade etmesine dair ahlaki ya da etik ilkenin bizzat kendisi; bir anlatıcının anlatısında ya da tanıklığında olguya sadık kalmayıp, samimiyetini ve dürüstlüğünü yitirmesini dert etmemesi” (2017:6).


Orhan Şener’in de altını çizdiği gibi, platform kapitalizmde arayüzeylerdeki performansımız benzer görüşteki kişileri takip etmek üzerine kurulu, böylece bunun sonucu olarak  kendi kanılarımızı paylaşan ve besleyen bir yankı odası içinde kalmaktayız (2017:15). Engin Bozdağ’ın Bursting the Filter Bubble: Democracy, Design and Ethics (2015) adlı doktora tezinde Eli Pariser’in “filtre balonu” kavramından yola çıkılarak, algoritmaların yönlendirdiği siyasi katılımın demokratik yurttaş pratiklerini geliştirmediğini, gündelik hayatta varolan siyasi kutuplaşmaları daha da derinleştirdiğini Hollanda ve Türkiye’de farkı olaylarda Twitter kullanım pratiklerini Twitter akış takibi ve sosyal ağ analizi ile ortaya koymaktadır. Bozdağ, platformların algoritmik yapıların, enformasyona erişim ve ifade özgürlüğü önünde yeni eşik bekçileri olarak işlev gördüğünü belirtmektedir.


Eli Pariser (2011), “filtre balonu” olgusunun kültürel ve toplumsal sonuçlarını açıkladığı çalışmasında, bireyselleştirilen kullanım pratikleri ve yahut bireysel tercihler üzerinden şekillendirilen arayüzey aramaları ve akışlar nedeniyle,  İnternet’in farklı ve çeşitli birikimler arasında bağ kurulması olanağının ortadan kaldırıldığına ve birbiriyle aynı kanaatleri paylaşan kişileri gruplandırdığına dikkat çeker. Pariser’e göre, filtre balonunun üç özelliği vardır: “1. Belirli bir  balonda bulunan tek kişi sizsinizdir; 2. Bu balonu göremezsiniz; 3. Bu balona girmek sizin tercihiniz değildi(r)” (aktaran van Dijk, 2016: 321).  İnternet’in giderek Facebook veya Google haline gelmesine koşut olarak, bireysel kullanım alışkanlarımızın da  bir çok ortama sahip ve bunları yöndeştiren bu tekel platform sahipleri tarafından giderek daha fazla anlamlı/semantik algoritmalar üretmek için kullanıldığını belirtir. Bireyler birbirine entegre ve yöndeşmiş bu altyapılarda içerik ürettikçe “zayıf yönleri” (zaafları) da algoritmalar üzerinden ortaya çıkartılmaktadır. Bu zaafların siyasal katılım, ekonomik bir tercih veya kültürel bir seçiş için nasıl bireyselleştirilmiş ikna ediminin hedefi haline geleceğine örnek ise yazının başında verdiğim Birleşik Krallık 2016 Brexit halk oylaması ve 2016 ABD Başkanlık seçiminin bizatihi kendisidir. Bireyselleştirilmiş arayüzey akışının algoritmik tasarımı Pariser’e göre,  kamusal alandaki antagonizmayı ve farklı kanaatlerin müzakere olanaklarını ortadan kaldırmaktadır.  Bu noktada forum tiyatrosu kuramcılarından Agusto Boal enformasyonun “çitlenmesi” kavramına başvurulmasının faydalı olacağını düşünüyorum. Boal, “çitleme” kavramını, 17.yüzyıl İngiltere’sinde  halkın kullanımına açık arazilerin büyük toprak sahipleri tarafından “çitlenerek”, açık ve herkesin kullanımına açık olana el konulup, sahiplenilmesi olayına dayanarak açıklar. Geçmişte nasıl toprak çitlenmişse, günümüzde de enformasyon platform sahipleri tarafından çitlenmektedir (Boal 1995:5’ten aktaran Downing,2017:255), kullanıcılar da gönüllü, gayri maddi emek gücüne dönüşmektedir. Filtre balonu ve bunun sonucu oluşan yankı odaları kamusal alanda müzakere ve diyalogun “çitlenmesi” anlamına gelmektedir. Pew Research Center tarafından İnternet’te ifade özgürlüğünün geleceği ve çevrimiçi sahte haber sorunu üzerine konunun uzmanı akademisyen, bilişim endüstrisi profesyonelleri ve STK temsilcileri ile yapılan araştırmanın sonucunda, Vint Cerf İnternet’in giderek daha fazla parçalanma tehlikesi altında olduğunu belirtmektedir (Raine vd.2017: 6). Cerf’e göre, “insanlar çevrimiçi medyada mesnetsiz/dayanaksız iddialar, çıkarımlar ve suçlamaları yapmakta kendilerini özgür hissetmektedir…. Önyargılarla güçlendirilmiş dışa kapalı topraklar ve kötü davranışlara küresel erişimin bileşimi toksik bir karışıma benzemektedir.” (Raine vd. 2017: 6). Sonuç olarak, Jan van Dijk, filtre balonu olgusunu “öz-seçimli enformasyon hapishanesi” (2016:321) olarak adlandırmaktadır.


2016 ABD Başkanlık seçimleri süreci ve sonucu yapay zekânın sosyal mühendislik aracı olarak kullanılmasının en iyi örneğidir. Cambridge Analytica adlı şirket tarafından bireylerin Donald Trump ve Hillary Clinton’a yönelik olarak kanaatlerini değiştirmeye yönelik olarak Facebook kara postalarının, A/B testlerinin, bot hesaplar aracılığıyla bireyselleştirilmiş ikna stratejilerinin ve sahte haber sitelerinin nasıl kullanıldığını kısaca açıklayalım. Cambridge Analytica da tıpkı diğer şirket gibi veri pazarında satılan büyük veri setlerini satın alarak, bu verilerden bireylerin bilişsel ve duygu durumlarına ilişkin çıkarımlarda bulunan bir algoritma geliştirmiştir. Şirket, Facebook ve Twitter gönderilerini toplayarak, şirketin veri tabanında bulunan kişilik profilleriyle ilişkilendirmiştir. Bu sayede, şirket hangi seçmenin kime oy vermeye eğilimli olduğunu tahmin etmektedir. İşte sorun da bu çıkarsamadan sonraki adımda başlamaktadır. Seçmenin olasılığı yüksek oy verme davranışını değiştirmek için bireyselleştirilmiş yanıltıcı, bağlamı kopuk ve dayanaksız sahte haber bombardımanına tutulması. Üstelik algoritmanın bireyselleştirilmiş içerik iletmesi nedeniyle, örneğin Facebook’ta bir seçmene gönderilen kara postaların sadece o kişi tarafından arayüzey akışında görülmesi söz konusu olmuştur. Bu durumda o kişinin enformasyonun doğruluğunu teyit etmek için arayüzeyinde bir tartışma dahi meydana gelmemektedir. Bu tür kara postalar, Amerikalı seçmeni baskılama işlevi görmüştür. Berit Anderson ve Brett Horvarth’ı izleyerek dersek, böylece gelecekteki “kara kuğu” seçimlerinin temeli atılmıştır (2017:11).  2016 Başkanlık seçimlerinde 306’ya yakın sahte haber sitesi tespit edilmiştir, ancak bu sahte haber siteleri oldukça etkili bir şekilde haber ekosistemini etkilemektedir: bu sahte haber siteleri  23.000 sayfa ve 1.3 milyon hiperlinke sahiptirler (Anderson ve Horvarth, 2017:11). Üstelik arama motorlarında seçimle ve adaylarla ilgili bir arama yapıldığında ön sıralarda erişilmektedir (12). Albright, bunun sonucunun yanlış, aşırı önyargılı, siyasal olarak belirlenmiş enformasyonun toplumda yayılması olduğunu belirtir. Şirket tarafından Trump yandaşı olan sosyal medya akışları da bot hesaplar tarafından üretilmiştir. Cambridge Analytica şirketinin algoritmasının işlemesinde demokratik siyasal katılım için daha da  kaygı verici  bir husus ise, bireylerin daha fazla sahte haberlerle ilgilendikçe, şirketin geliştirdiği bireyselleştirilmiş kişilik ilişkilenme algoritmasına daha fazla bağımlı hale gelmeleridir. Algoritmik propaganda sonucu ABD’de Donald Trump Başkan olmuştur. Bunun sonucu olarak gelecekte seçimlerde, siyasi liderlerin fikirlerinin ya da politika önerilerinin değil, satın alınan büyük veriler üzerine kurulu algoritmik propagandanın seçmen davranış çıkarsamasının ve otomatikleştirilmiş davranış değişikliğinin yarışacağı öngörüsünde bulunulabilir.  Algoritmik propagandanın yakın gelecekte yalnızca Facebook ve Twitter arayüzey akışımızda kullanılmayacağı, sanal gerçek ve arttırılmış gerçek uygulamaları ile entegre edilebileceği de söylenebilir.


Access Now’ın İnternet’te ifade özgürlüğünün gerçekleşebilmesi için trol vb. ordular ve bot hesaplar sorununun nasıl çözüleceğine ilişkin endişesi oldukça yerindedir (Access Now, 21 Nisan 2017). Günümüzde özellikle siyasi partilerin ve özellikle otoriter devletlerin trol ordularını ve bot hesaplara kamuoyunu manipüle etmek amacıyla kaynak ayırdıkları bilinen bir gerçektir. Örnekler vermek gerekecek olursa, Rus devletinin kullandığı trol ordusunun, 2014 yılında Ukrayna’daki nüfusu Rusya yanlısı ve karşıtı olarak kutuplaştırması, 2016 ABD Başkanlık seçimlerinde Trump destekçisi ve Clinton karşıtı içerikler yaymaları, 217 yılının başından bu yana da İsveç kamuoyunu hedef alarak uzun erimli bir strateji belirleyerek Batı dünyası ile ittifaktan uzaklaştırmaya ve gelecek seçimleri etkilemeye yönelik içerikler üretmesi ve son olarak Fransa’da 2017 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aşırı sağ bloğun adayı Marine Le Pen’i destekleyen içerikler yayması gibi. Keza Çin Halk Cumhuriyeti’nde de “50 Cent Army” de Çin’de halkın kullandığı sosyal medya platformları olan QQ, We Chat, RenRen, Weibo, Youku Tudou, DianPing  vd. de hükümet destekçisi iletiler üreterek, halkın çoğunluğunun mevcut hükümet ve politikalarının destekçisi olduğu şeklinde algı/tasarım inşaa etmektedir. Hindistan’ın mevcut Başbakanı Narendra Mori’nin de 2014 yılındaki seçim kampanyasında kendi partisi Bharatiya Janata’ya karşı muhalefet yapanlara yönelik olarak nefret söylemi içerikleri ürettirdiği, Filipin Cumhurbaşkanı Rodrigo Duterte’nin “klavye ordusunun” hükümet karşıtlarına yönelik ölüm tehdidi içeren mesajlar ürettiği bilinmektedir. Batı dünyasında da devletlerin “ifade özgürlüğü” hakkı çerçevesinde, trol ordusu istihdam etmediklerini varsaysak bile, şirketlerin “çevrimiçi persona yönetimi” hizmetlerinin “satışta” olduğu bilinmektedir. Kate Crawford trollemenin günümüzde siyasal söylemin anaakım biçemi haline geldiğini iddia etmektedir (Raine vd. 2017: 9). Avrupa’da yakın zamanlarda yükselişte olan aşırı sağ partilerin ve liderlerin, ABD’de Donald Trump’un söylemsel pratiklerine bakılacak olursa Crawford’un ne kadar haklı olduğu görülecektir: siyasal, toplumsal ve ekonomik sorunların tartışılmasının yerini etnik grupların, azınlıkların, dini inanışların ve yabancıların, özellikle göçmenlerin ve sığınmacıların, LGBTi bireylerin sorun kaynağı olarak hedef gösterilmesi ve şeytanileştirilmesi almıştır.  Çevrimiçi dünyada siyasi liderlerin zihinlerine ve yüreklerine hakim olan “kötülüğün sıradanlığını” doğal kılan söz edimleri, kampanya yöneticilerin tarafınca ücretli işe koşulmuş trol hesapların ürettikleri mesajlar, İnternet memeleri (capslar, gifler) ve videolarla pekiştirilmektedir.


Türkiye özeline gelecek olursak, özellikle Haziran 2013 Gezi Parkı eylemlerini müteakip, Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından geleneksel medyanın yanısıra, sosyal medya ortamlarının da “yönetilmesi” gerektiğini kavramış, kamuoyunda “AK Troller” adıyla bilinen bir sosyal medya grubu istihdam edilmeye ve Türkiye’nin gündemindeki önemli olaylarda “post-gerçek” üretimi ve kamu yararından uzak alternatif bir gündem yaratılması için işe koşulmaya başlanmıştır. Siyasi trol hesapların amacı Türkiye’nin siyasal olarak kutuplaşan siyasal ve toplumsal alanı daha da keskinleştiren ve siyasal hamaseti doruk noktasına çıkartan içerikler üretmek, kitlesel ajitasyon yapmaktır. Bu içerikler rasyonel akılla düşünüşe, olup bitenleri irdeleyişe ve eleştirel mesafelenişine izin vermemektedir. Devletlerin, hükümetlerin ve şirketlerin yaptıkları bu hesaplar üzerinden son kertede yapılan şey, post-gerçeğin, diğer bir deyişle gerçekle bağı kopartılmış, bireyi çelişkiye düşüren, ardyöresi olmayan, birey tarafından olayın veya olgunun ardyöresinin kavranmasını namümkün kılan, katıksız ve yoğunlaştırılmış demagojik söylem pratiklerine temelli otoriter popülizmi destekleyen ve toplumsal galeyana gelmeye kaynaklık eden içeriklerin üretilmesidir.  Şener de Türkiye dahil yukarıda adları zikredilen bir çok ülkede, iktidarın egemen kılmak istediği söylemsel pratiği sosyal medya ortamlarında profesyonel ekipler aracılığıyla dolaşıma soktuğunu belirtirken, asli amacın, “… gerçeğin karşısına bir ya da daha çok argüman koymak ve kitlelerde hakikate karşı güvensizlik yaratmak ve mümkünse ortak paydada birleşilebilecek bir hakikatin olmadığı kanaatini yerleştirmek” (2017:17) olduğu şeklinde oldukça önemli bir saptama yapmaktadır. Türkiye’de de 16 Nisan 2017 de Anayasa maddelerine ilişkin değişiklik yapılmasına ilişkin halk oylaması örneğinde olduğu üzere, Facebook ve özellikle Twitter’da gerek oylama konusunun üretilen hashtagler ile çarpıtılması, bağlamından kopartılması, gerekse halk oylamasının tartışmalara açık sonucunun AK trol ordusu tarafından sandıkların kapanması ve YSK’nın mühürsüz oylara ilişkin açıklamasını takiben hızla yürütülen  birçok farklı hashtag kampanyası ile “büyük bir zafer” olarak kurgulanmasının altında yatan iktidar stratejisi Şener’in de saptamasında dikkat çekilen “yeni bir gerçek”, diğer bir deyişle “post-gerçek” inşaasıdır. Özellikle referandrum sonucunda Twitter ortamında üretilen farklı hashtaglere bakılacak olursa, bu etiketlerin altında içerik üreten trol ve bot hesapların varlığı dikkat çekecektir.


Access Now’ın trol ordularının ve bot hesapların siyasi ve ekonomik iktidar mücadelesi için kullanılması karşısında, sosyal medya platform sahiplerinden talebi, şirketlerin temel ve evrensel insan haklarına saygıyı merkeze almaları ve algoritmalarının nasıl üretildiği ve bireyin sanal uzamda performansını nasıl şekillendirdiği, dolayısıyla buradan da gerçek uzama taşınan akışların demokratik siyasal katılımı nasıl şekillendirdiğine ilişkin şeffaf ve hesap verici olmalarıdır.  Harvard Üniversitesi Berkman Center’den Judith Donath da The Social Machine: Designs for Living Online adlı çalışmasında, filtre balonları ve yankı odaları üreten algoritmalar yerine, daha iyi algoritmaların üretilmesi gerektiğini belirtmektedir (aktaran Raine vd., 2017:18).


Giderek daha fazla öğrenen ve akıllı hale gelen algoritmalar arayüzeyde ne arayacağımızı, neyi beğeneceğimizi, ne paylaşacağımızı bilmekte, dijital performansımız temel alarak siyasal, ekonomik, toplumsal seçiş ve kararlarımızı kavramakta ve üstüne üstlük belirme çabasındadır. Algoritmaların yarattığı ve bizi benzerlerimizle aynı kanaatlerin yaygın ve egemen olduğunu düşündüğümüz bir akışa adeta mahkum eden yankı odalarına ve bu yankı odalarını hedef alan devlet, hükümet ve şirketlerin yürüttüğü veri madenciliği ve verigözetimi (dataveillance) temelli algoritmik arayüzey savaşlarına karşı ne yapabiliriz?  Sorunun yanıtı basitçe, “sosyal medya ortamlarında olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu!” değildir. Bireyler sosyal medya platformlarını ve yeni medyanın öğrenen (akıllı) algoritmalarını, Nesnelerin İnternet’ini giderek daha fazla gündelik yaşamı içine dahil edecektir. Ağların içine dahil olduktan sonra Jan van Dijk’in de dikkat çektiği üzere ağların yapısı ve kullanımı konusunda çok az denetim sahibidir (2016:410). Sarphan Uzunoğlu’nun da vurguladığı gibi (2017:14), tüm bu olguların kurumsallaşmış olduğunun farkında olarak, bu kurumsal yapıları daha iyi analiz etmemiz elzemdir. Pariser’in önerisi, toplumda basit düzeyde “algoritmik okuryazarlığın” geliştirilmesi, tıpkı yabancı bir dil öğrenmek nasıl teşvik ediliyorsa, yurttaşların da temel programlama ve kodlamayı öğrenmelerinin desteklenmesidir (2011). Kanımca, bireylere düşen ilk iş, benzerseverliği besleyen yankı odalarının dışına çıkacak, algoritmaları yanıltacak direniş stratejileri/oyunlarını büyük bir ciddiyetle geliştirmek/tasarlamak olmalıdır. Böylece sosyal medya akışımızda çeşitli ve farklı söylemsel pratiklerle karşılaşmak olanaklı olur. Hak odaklı bir bakış açısını gerek kullanım pratiklerinde merkeze almak gerekse platform kapitalizminde bunun temini için mücadele yolları geliştirmek için daha fazla kafa yormamız gerekmektedir.


Kaynakça:


Access Now (21 Nisan 2017) “How do you solve a problem like troll armies”, https://www.accessnow.org/solve-problem-like-troll-armies/?utm_content=buffer3e243&utm_medium=social&utm_source=twitter.com&utm_campaign=buffer.


Anderson, Berit ve Brett Horvath (12 Şubat 2017) “The Rise of the Weapoinized AI Propaganda Machine”,

https://medium.com/join-scout/the-rise-of-the-weaponized-ai-propaganda-machine-86dac61668b.


Bozdağ, Engin (2015) Bursting the Filter Bubble: Democracy, design and ethics. Delft: Delft Universty of Technology. Yayınlanmamış Doktora Tezi. http://repository/tudelft.nl/.


Downing, John D.H. (2017) Radikal Medya: İsyancıların iletişimi ve toplumsal hareketler. (Yay. Haz. Ülkü Doğanay). Ankara: İmge.


Pariser, Eli (2011) The Filter Bubble: What the Internet is hising from you. New York: Penguin Press.


Raine, Lee, Janaa Anderson ve Jonathan Albright (29 Mart 2017) ”The Future of Free Speech, Trolls, Anonymity and Fake News Online”, Pew Research Center, http://www.pewinternet.org/2017/03/29/the-future-of-free-speech-trolls-anonymity-and-fake-news-online/?utm_content=bufferae851&utm_medium=social&utm_source=twitter.com&utm_campaign=buffer.


Şener, Orhan (2017) “Post-Gerçek Dönem: Sebepler ve Sonuçlar”, Varlık, 1316, Mayıs, 15-17.


Tutal, Nilgün (2017) “Post-Gerçek: Şeytanla imzalanan yeni sözleşme”, Varlık, 1316, Mayıs, 6-10.


Uzunoğlu, Sarphan (2017) “Keyes’in Gözünden Post-Gerçek: Görmezden gelinen yalanlar çağı”, Varlık, 1316, Mayıs, 11-14.


Van Dijk, Jan (2016) Ağ Toplumu. (Çev. Özlem Salin). İstanbul: Kafka.


Son notlar:


Varlık Dergisi’nin 1316.sayısında (Mayıs, 2017) “Post-gerçek” olgusu tema konusu olarak ele alınmıştır. Bu sayıdaki tartışmalar post-gerçek olgusunun zihnimizde ve edimlerimizde yarattığı etkiyi serimlemesi açısından yol gösterici ve düşündürücüdür.


Cambridge Analytica şirketinin sahibi, Trump kampanyasının da en büyük bağışçısı olan Mercer ailesinindir. Steve Bannon şirketin yönetim kurulu üyesi olup, aynı zamanda Trump’ın baş strateji danışmanı ve Beyaz Saray Güvenlik Konseyi’nin bir üyesidir. Şirket çalışma ve ilgi alanını ABD politikasının belirlenmesi, geçmişte Brexit Ayrılma kampanyasının yönlendirilmesi ile sınırlı tutmamakta, Avrupa, Asya ve Latin Amerika’daki aşırı sağ parti ve hükümetlere de hizmet verme yönelimindedir (Anderson ve Horvarth, 2017:2).


Cambridge Analytica’nın kullandığı bu algoritma Cambridge Üniversitesi Pyschometrics Center’dan Dr. Michal Kosinski’nin 2013’te geliştirdiği Facebook beğenileri ile bireylerin toplumsal cinsiyet, cinsellik, siyasal kanaatleri, kişilikleri arasında ilişki kuran bilişsel çıkarsama algoritmasına dayanmaktadır.


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 10, 2017 03:16

ALGORİTMALARIN YARATTIĞI YANKI ODALARINDA SİYASAL KATILIMIN OLANAK/SIZLI/ĞI

*Bu yazı ilk olarak Varlık Dergisi S:1317 (ss.19-23) de yayınlanmıştır.


Mutlu BİNARK, Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi


Yeni medya ortamlarının sağladığı olanakları şöyle bir sayalım desek aklımıza ilk elde gelen hususlar, yakın çevremizle hızla haberleşmek, her an onlarla bağlantıda kalmak, arzu ettiğimiz formatta (ses, görüntü, metin) içerik üretip paylaşmak/yaymak, dünyada ve Türkiye’de olup bitenlerle ilgili an’lık enformasyon akışına sahip olmak böylece “gündemi” takip etmek, gündeme koşut yaşadığımıza göre de siyasal, toplumsal, ekonomik ve kültürel olaylara anında tepki vermek, bu tepkimizi arayüzey akışımızda dolaşıma sokmak olarak sıralayabiliriz.


Pekiyi, arayüzey üzerindeki edimlerimiz burada sıralandığı gibi dikensiz gül bahçesi midir? Herhangi bir yeni medya ortamında yakınlardan oluşan bir dünya inşaası bizim varlığımızı ne kadar zenginleştiriyor ve çoğaltıyor? Sosyal medya ortamlarında paylaşılan tüm içerikler barışçıl, temel insan haklarına saygılı, özgürlükçü ve eşitlikçi bir dünya tasarımı arzusundan kaynaklanan, evrensel etik değerleri, temel erdemleri besleyen içerikler midir? Acaba dünyada ve Türkiye’de neler olup bittiğini hashtagler (etiketler) veya haber akışı beslemeleri üzerinden gerçekten takip edebiliyor muyuz? Herhangi bir olaya olguya sosyal medya uygulamaları ile verdiğimiz tepki,  toplumsal, siyasal, kültürel ve ekonomik alanları nasıl değiştirmekte ve kolektif belleğin, kolektif zekânın üretilmesinde nasıl bir rol oynamaktadır? Her ürettiğimiz içerikten kim/ler nasıl değer yaratıyor? Arayüzey dolayımıyla üretip yaydığımız içerikler “varlık” olarak bizi nereye nasıl konumlandırıyor? Dijital performansımızla ürettiğimiz “varlık” fiziksel olanı nasıl sarıp sarmalıyor? Devletler ve bilişsel kapitalizmin iktidar sahipleri dijital bedenlenişimizi ne şekilde biyoiktidar aracına dönüştürüyor? vb. soruları sormaya başladığımızda, yeni medya ortamlarındaki olanaklar birden tersyüz edilmekte.


Günümüzde bireylerin farkında olması gereken, yeni medya ortamlarının Janus’un iki yüzü gibi olan bu yapısı. Sosyal medya ortamlarını kullanarak siyasal, toplumsal, kültürel ve ekonomik olaylara ve eylemlere etki etmek konusunda, iki önemli altyapısal belirlenimin farkında olmak çok önemli. İlki tüm kullandığımız platformların algoritmalarının oluşturduğu bireysel “yankı odaları” ve ikincisi ise arayüzey akışımızın benlik performansımızdaki seçişlere koşut bireyselleştirilmiş olarak algoritmik inşaası. Bu iki yapısal özellikten beslenen günümüzün önemli bir siyasal sorunu sosyal medya platformlarının algoritmalarının devlet, hükümet ve yahut şirketler tarafından “post-gerçek” üretimi için savaş aracı olarak kullanılmasıdır. Veri bilimci Jonathan Albright, yapay zekânın daha önce hiç görülmemiş bir şekilde sosyal mühendislik aracı olarak kullanılmasındaki tehlikeye “bu bir propaganda aracı”dır diyerek dikkat çekmektedir (Anderson ve Hoervarth, 2017:1).  Gelin şöyle bir kurguda bulunalım: Twitter hesabımızda akan gönderiler troller ve bot hesaplar tarafından gönderilmekte olsun, biz de sürekli olarak bu hesapların beslediği enformasyon akışı içinde olalım, bunları paylaşalım ve beğenelim, arayüzeyimizde akışa bakıp kendimize benzerlerin ne kadar çok ve çoğunluk olduğunu (tabii bunun aksi de mümkün) düşünüp memnun olalım, kanaatlerimiz böyle bir akış içinde çerçevelensin… Bu durumun sonunda, nasıl bir siyasal, toplumsal ve ekonomik yurttaşlık pratiği gerçekleştiririz?


İşte bu nedenle, bu yazıda yukarıdaki girizgâhta tanımlamaya çalıştığım bu üç husus üzerinde durmak istiyorum.  Birleşik Krallık’ta Brexit adıyla bilinen halk oylaması ABD’de 2016 Başkanlık seçimleri ve Türkiye’de 16 Nisan 2017 halk oylamasında sosyal medya ortamlarında üretilen “kolektif bellek” göz önüne alınırsa, algoritma ve veri temelli kurulan iktidarın yaşamımızın her alanında oynayacağı rolün artacağını söylemek yanlış olmaz.  Algoritmaların kurguladığı yankı odaları bu seçim örneklerinde açıkça görüldüğü üzere siyasi manipülasyon amaçlı kullanılan troller, trol ordusu ve bot hesaplar tarafından hedef alındığında ortaya çıkan durum “enformasyon yoksunluğu” ve “post-gerçek” olgusu. Nilgün Tutal’ın ifadesiyle post-gerçek olgusu ile yitirilen “gerçek ile gerçeğin insan zihnindeki yansıması arasındaki bağlantı, insanın gördüğünü, düşündüğünü veya hissettiğini gerçeğe sadık kalarak ifade etmesine dair ahlaki ya da etik ilkenin bizzat kendisi; bir anlatıcının anlatısında ya da tanıklığında olguya sadık kalmayıp, samimiyetini ve dürüstlüğünü yitirmesini dert etmemesi” (2017:6).


Orhan Şener’in de altını çizdiği gibi, platform kapitalizmde arayüzeylerdeki performansımız benzer görüşteki kişileri takip etmek üzerine kurulu, böylece bunun sonucu olarak  kendi kanılarımızı paylaşan ve besleyen bir yankı odası içinde kalmaktayız (2017:15). Engin Bozdağ’ın Bursting the Filter Bubble: Democracy, Design and Ethics (2015) adlı doktora tezinde Eli Pariser’in “filtre balonu” kavramından yola çıkılarak, algoritmaların yönlendirdiği siyasi katılımın demokratik yurttaş pratiklerini geliştirmediğini, gündelik hayatta varolan siyasi kutuplaşmaları daha da derinleştirdiğini Hollanda ve Türkiye’de farkı olaylarda Twitter kullanım pratiklerini Twitter akış takibi ve sosyal ağ analizi ile ortaya koymaktadır. Bozdağ, platformların algoritmik yapıların, enformasyona erişim ve ifade özgürlüğü önünde yeni eşik bekçileri olarak işlev gördüğünü belirtmektedir.


Eli Pariser (2011), “filtre balonu” olgusunun kültürel ve toplumsal sonuçlarını açıkladığı çalışmasında, bireyselleştirilen kullanım pratikleri ve yahut bireysel tercihler üzerinden şekillendirilen arayüzey aramaları ve akışlar nedeniyle,  İnternet’in farklı ve çeşitli birikimler arasında bağ kurulması olanağının ortadan kaldırıldığına ve birbiriyle aynı kanaatleri paylaşan kişileri gruplandırdığına dikkat çeker. Pariser’e göre, filtre balonunun üç özelliği vardır: “1. Belirli bir  balonda bulunan tek kişi sizsinizdir; 2. Bu balonu göremezsiniz; 3. Bu balona girmek sizin tercihiniz değildi(r)” (aktaran van Dijk, 2016: 321).  İnternet’in giderek Facebook veya Google haline gelmesine koşut olarak, bireysel kullanım alışkanlarımızın da  bir çok ortama sahip ve bunları yöndeştiren bu tekel platform sahipleri tarafından giderek daha fazla anlamlı/semantik algoritmalar üretmek için kullanıldığını belirtir. Bireyler birbirine entegre ve yöndeşmiş bu altyapılarda içerik ürettikçe “zayıf yönleri” (zaafları) da algoritmalar üzerinden ortaya çıkartılmaktadır. Bu zaafların siyasal katılım, ekonomik bir tercih veya kültürel bir seçiş için nasıl bireyselleştirilmiş ikna ediminin hedefi haline geleceğine örnek ise yazının başında verdiğim Birleşik Krallık 2016 Brexit halk oylaması ve 2016 ABD Başkanlık seçiminin bizatihi kendisidir. Bireyselleştirilmiş arayüzey akışının algoritmik tasarımı Pariser’e göre,  kamusal alandaki antagonizmayı ve farklı kanaatlerin müzakere olanaklarını ortadan kaldırmaktadır.  Bu noktada forum tiyatrosu kuramcılarından Agusto Boal enformasyonun “çitlenmesi” kavramına başvurulmasının faydalı olacağını düşünüyorum. Boal, “çitleme” kavramını, 17.yüzyıl İngiltere’sinde  halkın kullanımına açık arazilerin büyük toprak sahipleri tarafından “çitlenerek”, açık ve herkesin kullanımına açık olana el konulup, sahiplenilmesi olayına dayanarak açıklar. Geçmişte nasıl toprak çitlenmişse, günümüzde de enformasyon platform sahipleri tarafından çitlenmektedir (Boal 1995:5’ten aktaran Downing,2017:255), kullanıcılar da gönüllü, gayri maddi emek gücüne dönüşmektedir. Filtre balonu ve bunun sonucu oluşan yankı odaları kamusal alanda müzakere ve diyalogun “çitlenmesi” anlamına gelmektedir. Pew Research Center tarafından İnternet’te ifade özgürlüğünün geleceği ve çevrimiçi sahte haber sorunu üzerine konunun uzmanı akademisyen, bilişim endüstrisi profesyonelleri ve STK temsilcileri ile yapılan araştırmanın sonucunda, Vint Cerf İnternet’in giderek daha fazla parçalanma tehlikesi altında olduğunu belirtmektedir (Raine vd.2017: 6). Cerf’e göre, “insanlar çevrimiçi medyada mesnetsiz/dayanaksız iddialar, çıkarımlar ve suçlamaları yapmakta kendilerini özgür hissetmektedir…. Önyargılarla güçlendirilmiş dışa kapalı topraklar ve kötü davranışlara küresel erişimin bileşimi toksik bir karışıma benzemektedir.” (Raine vd. 2017: 6). Sonuç olarak, Jan van Dijk, filtre balonu olgusunu “öz-seçimli enformasyon hapishanesi” (2016:321) olarak adlandırmaktadır.


2016 ABD Başkanlık seçimleri süreci ve sonucu yapay zekânın sosyal mühendislik aracı olarak kullanılmasının en iyi örneğidir. Cambridge Analytica adlı şirket tarafından bireylerin Donald Trump ve Hillary Clinton’a yönelik olarak kanaatlerini değiştirmeye yönelik olarak Facebook kara postalarının, A/B testlerinin, bot hesaplar aracılığıyla bireyselleştirilmiş ikna stratejilerinin ve sahte haber sitelerinin nasıl kullanıldığını kısaca açıklayalım. Cambridge Analytica da tıpkı diğer şirket gibi veri pazarında satılan büyük veri setlerini satın alarak, bu verilerden bireylerin bilişsel ve duygu durumlarına ilişkin çıkarımlarda bulunan bir algoritma geliştirmiştir. Şirket, Facebook ve Twitter gönderilerini toplayarak, şirketin veri tabanında bulunan kişilik profilleriyle ilişkilendirmiştir. Bu sayede, şirket hangi seçmenin kime oy vermeye eğilimli olduğunu tahmin etmektedir. İşte sorun da bu çıkarsamadan sonraki adımda başlamaktadır. Seçmenin olasılığı yüksek oy verme davranışını değiştirmek için bireyselleştirilmiş yanıltıcı, bağlamı kopuk ve dayanaksız sahte haber bombardımanına tutulması. Üstelik algoritmanın bireyselleştirilmiş içerik iletmesi nedeniyle, örneğin Facebook’ta bir seçmene gönderilen kara postaların sadece o kişi tarafından arayüzey akışında görülmesi söz konusu olmuştur. Bu durumda o kişinin enformasyonun doğruluğunu teyit etmek için arayüzeyinde bir tartışma dahi meydana gelmemektedir. Bu tür kara postalar, Amerikalı seçmeni baskılama işlevi görmüştür. Berit Anderson ve Brett Horvarth’ı izleyerek dersek, böylece gelecekteki “kara kuğu” seçimlerinin temeli atılmıştır (2017:11).  2016 Başkanlık seçimlerinde 306’ya yakın sahte haber sitesi tespit edilmiştir, ancak bu sahte haber siteleri oldukça etkili bir şekilde haber ekosistemini etkilemektedir: bu sahte haber siteleri  23.000 sayfa ve 1.3 milyon hiperlinke sahiptirler (Anderson ve Horvarth, 2017:11). Üstelik arama motorlarında seçimle ve adaylarla ilgili bir arama yapıldığında ön sıralarda erişilmektedir (12). Albright, bunun sonucunun yanlış, aşırı önyargılı, siyasal olarak belirlenmiş enformasyonun toplumda yayılması olduğunu belirtir. Şirket tarafından Trump yandaşı olan sosyal medya akışları da bot hesaplar tarafından üretilmiştir. Cambridge Analytica şirketinin algoritmasının işlemesinde demokratik siyasal katılım için daha da  kaygı verici  bir husus ise, bireylerin daha fazla sahte haberlerle ilgilendikçe, şirketin geliştirdiği bireyselleştirilmiş kişilik ilişkilenme algoritmasına daha fazla bağımlı hale gelmeleridir. Algoritmik propaganda sonucu ABD’de Donald Trump Başkan olmuştur. Bunun sonucu olarak gelecekte seçimlerde, siyasi liderlerin fikirlerinin ya da politika önerilerinin değil, satın alınan büyük veriler üzerine kurulu algoritmik propagandanın seçmen davranış çıkarsamasının ve otomatikleştirilmiş davranış değişikliğinin yarışacağı öngörüsünde bulunulabilir.  Algoritmik propagandanın yakın gelecekte yalnızca Facebook ve Twitter arayüzey akışımızda kullanılmayacağı, sanal gerçek ve arttırılmış gerçek uygulamaları ile entegre edilebileceği de söylenebilir.


Access Now’ın İnternet’te ifade özgürlüğünün gerçekleşebilmesi için trol vb. ordular ve bot hesaplar sorununun nasıl çözüleceğine ilişkin endişesi oldukça yerindedir (Access Now, 21 Nisan 2017). Günümüzde özellikle siyasi partilerin ve özellikle otoriter devletlerin trol ordularını ve bot hesaplara kamuoyunu manipüle etmek amacıyla kaynak ayırdıkları bilinen bir gerçektir. Örnekler vermek gerekecek olursa, Rus devletinin kullandığı trol ordusunun, 2014 yılında Ukrayna’daki nüfusu Rusya yanlısı ve karşıtı olarak kutuplaştırması, 2016 ABD Başkanlık seçimlerinde Trump destekçisi ve Clinton karşıtı içerikler yaymaları, 217 yılının başından bu yana da İsveç kamuoyunu hedef alarak uzun erimli bir strateji belirleyerek Batı dünyası ile ittifaktan uzaklaştırmaya ve gelecek seçimleri etkilemeye yönelik içerikler üretmesi ve son olarak Fransa’da 2017 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aşırı sağ bloğun adayı Marine Le Pen’i destekleyen içerikler yayması gibi. Keza Çin Halk Cumhuriyeti’nde de “50 Cent Army” de Çin’de halkın kullandığı sosyal medya platformları olan QQ, We Chat, RenRen, Weibo, Youku Tudou, DianPing  vd. de hükümet destekçisi iletiler üreterek, halkın çoğunluğunun mevcut hükümet ve politikalarının destekçisi olduğu şeklinde algı/tasarım inşaa etmektedir. Hindistan’ın mevcut Başbakanı Narendra Mori’nin de 2014 yılındaki seçim kampanyasında kendi partisi Bharatiya Janata’ya karşı muhalefet yapanlara yönelik olarak nefret söylemi içerikleri ürettirdiği, Filipin Cumhurbaşkanı Rodrigo Duterte’nin “klavye ordusunun” hükümet karşıtlarına yönelik ölüm tehdidi içeren mesajlar ürettiği bilinmektedir. Batı dünyasında da devletlerin “ifade özgürlüğü” hakkı çerçevesinde, trol ordusu istihdam etmediklerini varsaysak bile, şirketlerin “çevrimiçi persona yönetimi” hizmetlerinin “satışta” olduğu bilinmektedir. Kate Crawford trollemenin günümüzde siyasal söylemin anaakım biçemi haline geldiğini iddia etmektedir (Raine vd. 2017: 9). Avrupa’da yakın zamanlarda yükselişte olan aşırı sağ partilerin ve liderlerin, ABD’de Donald Trump’un söylemsel pratiklerine bakılacak olursa Crawford’un ne kadar haklı olduğu görülecektir: siyasal, toplumsal ve ekonomik sorunların tartışılmasının yerini etnik grupların, azınlıkların, dini inanışların ve yabancıların, özellikle göçmenlerin ve sığınmacıların, LGBTi bireylerin sorun kaynağı olarak hedef gösterilmesi ve şeytanileştirilmesi almıştır.  Çevrimiçi dünyada siyasi liderlerin zihinlerine ve yüreklerine hakim olan “kötülüğün sıradanlığını” doğal kılan söz edimleri, kampanya yöneticilerin tarafınca ücretli işe koşulmuş trol hesapların ürettikleri mesajlar, İnternet memeleri (capslar, gifler) ve videolarla pekiştirilmektedir.


Türkiye özeline gelecek olursak, özellikle Haziran 2013 Gezi Parkı eylemlerini müteakip, Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından geleneksel medyanın yanısıra, sosyal medya ortamlarının da “yönetilmesi” gerektiğini kavramış, kamuoyunda “AK Troller” adıyla bilinen bir sosyal medya grubu istihdam edilmeye ve Türkiye’nin gündemindeki önemli olaylarda “post-gerçek” üretimi ve kamu yararından uzak alternatif bir gündem yaratılması için işe koşulmaya başlanmıştır. Siyasi trol hesapların amacı Türkiye’nin siyasal olarak kutuplaşan siyasal ve toplumsal alanı daha da keskinleştiren ve siyasal hamaseti doruk noktasına çıkartan içerikler üretmek, kitlesel ajitasyon yapmaktır. Bu içerikler rasyonel akılla düşünüşe, olup bitenleri irdeleyişe ve eleştirel mesafelenişine izin vermemektedir. Devletlerin, hükümetlerin ve şirketlerin yaptıkları bu hesaplar üzerinden son kertede yapılan şey, post-gerçeğin, diğer bir deyişle gerçekle bağı kopartılmış, bireyi çelişkiye düşüren, ardyöresi olmayan, birey tarafından olayın veya olgunun ardyöresinin kavranmasını namümkün kılan, katıksız ve yoğunlaştırılmış demagojik söylem pratiklerine temelli otoriter popülizmi destekleyen ve toplumsal galeyana gelmeye kaynaklık eden içeriklerin üretilmesidir.  Şener de Türkiye dahil yukarıda adları zikredilen bir çok ülkede, iktidarın egemen kılmak istediği söylemsel pratiği sosyal medya ortamlarında profesyonel ekipler aracılığıyla dolaşıma soktuğunu belirtirken, asli amacın, “… gerçeğin karşısına bir ya da daha çok argüman koymak ve kitlelerde hakikate karşı güvensizlik yaratmak ve mümkünse ortak paydada birleşilebilecek bir hakikatin olmadığı kanaatini yerleştirmek” (2017:17) olduğu şeklinde oldukça önemli bir saptama yapmaktadır. Türkiye’de de 16 Nisan 2017 de Anayasa maddelerine ilişkin değişiklik yapılmasına ilişkin halk oylaması örneğinde olduğu üzere, Facebook ve özellikle Twitter’da gerek oylama konusunun üretilen hashtagler ile çarpıtılması, bağlamından kopartılması, gerekse halk oylamasının tartışmalara açık sonucunun AK trol ordusu tarafından sandıkların kapanması ve YSK’nın mühürsüz oylara ilişkin açıklamasını takiben hızla yürütülen  birçok farklı hashtag kampanyası ile “büyük bir zafer” olarak kurgulanmasının altında yatan iktidar stratejisi Şener’in de saptamasında dikkat çekilen “yeni bir gerçek”, diğer bir deyişle “post-gerçek” inşaasıdır. Özellikle referandrum sonucunda Twitter ortamında üretilen farklı hashtaglere bakılacak olursa, bu etiketlerin altında içerik üreten trol ve bot hesapların varlığı dikkat çekecektir.


Access Now’ın trol ordularının ve bot hesapların siyasi ve ekonomik iktidar mücadelesi için kullanılması karşısında, sosyal medya platform sahiplerinden talebi, şirketlerin temel ve evrensel insan haklarına saygıyı merkeze almaları ve algoritmalarının nasıl üretildiği ve bireyin sanal uzamda performansını nasıl şekillendirdiği, dolayısıyla buradan da gerçek uzama taşınan akışların demokratik siyasal katılımı nasıl şekillendirdiğine ilişkin şeffaf ve hesap verici olmalarıdır.  Harvard Üniversitesi Berkman Center’den Judith Donath da The Social Machine: Designs for Living Online adlı çalışmasında, filtre balonları ve yankı odaları üreten algoritmalar yerine, daha iyi algoritmaların üretilmesi gerektiğini belirtmektedir (aktaran Raine vd., 2017:18).


Giderek daha fazla öğrenen ve akıllı hale gelen algoritmalar arayüzeyde ne arayacağımızı, neyi beğeneceğimizi, ne paylaşacağımızı bilmekte, dijital performansımız temel alarak siyasal, ekonomik, toplumsal seçiş ve kararlarımızı kavramakta ve üstüne üstlük belirme çabasındadır. Algoritmaların yarattığı ve bizi benzerlerimizle aynı kanaatlerin yaygın ve egemen olduğunu düşündüğümüz bir akışa adeta mahkum eden yankı odalarına ve bu yankı odalarını hedef alan devlet, hükümet ve şirketlerin yürüttüğü veri madenciliği ve verigözetimi (dataveillance) temelli algoritmik arayüzey savaşlarına karşı ne yapabiliriz?  Sorunun yanıtı basitçe, “sosyal medya ortamlarında olmak ya da olmamak işte bütün mesele bu!” değildir. Bireyler sosyal medya platformlarını ve yeni medyanın öğrenen (akıllı) algoritmalarını, Nesnelerin İnternet’ini giderek daha fazla gündelik yaşamı içine dahil edecektir. Ağların içine dahil olduktan sonra Jan van Dijk’in de dikkat çektiği üzere ağların yapısı ve kullanımı konusunda çok az denetim sahibidir (2016:410). Sarphan Uzunoğlu’nun da vurguladığı gibi (2017:14), tüm bu olguların kurumsallaşmış olduğunun farkında olarak, bu kurumsal yapıları daha iyi analiz etmemiz elzemdir. Pariser’in önerisi, toplumda basit düzeyde “algoritmik okuryazarlığın” geliştirilmesi, tıpkı yabancı bir dil öğrenmek nasıl teşvik ediliyorsa, yurttaşların da temel programlama ve kodlamayı öğrenmelerinin desteklenmesidir (2011). Kanımca, bireylere düşen ilk iş, benzerseverliği besleyen yankı odalarının dışına çıkacak, algoritmaları yanıltacak direniş stratejileri/oyunlarını büyük bir ciddiyetle geliştirmek/tasarlamak olmalıdır. Böylece sosyal medya akışımızda çeşitli ve farklı söylemsel pratiklerle karşılaşmak olanaklı olur. Hak odaklı bir bakış açısını gerek kullanım pratiklerinde merkeze almak gerekse platform kapitalizminde bunun temini için mücadele yolları geliştirmek için daha fazla kafa yormamız gerekmektedir.


Kaynakça:


Access Now (21 Nisan 2017) “How do you solve a problem like troll armies”, https://www.accessnow.org/solve-problem-like-troll-armies/?utm_content=buffer3e243&utm_medium=social&utm_source=twitter.com&utm_campaign=buffer.


Anderson, Berit ve Brett Horvath (12 Şubat 2017) “The Rise of the Weapoinized AI Propaganda Machine”,

https://medium.com/join-scout/the-rise-of-the-weaponized-ai-propaganda-machine-86dac61668b.


Bozdağ, Engin (2015) Bursting the Filter Bubble: Democracy, design and ethics. Delft: Delft Universty of Technology. Yayınlanmamış Doktora Tezi. http://repository/tudelft.nl/.


Downing, John D.H. (2017) Radikal Medya: İsyancıların iletişimi ve toplumsal hareketler. (Yay. Haz. Ülkü Doğanay). Ankara: İmge.


Pariser, Eli (2011) The Filter Bubble: What the Internet is hising from you. New York: Penguin Press.


Raine, Lee, Janaa Anderson ve Jonathan Albright (29 Mart 2017) ”The Future of Free Speech, Trolls, Anonymity and Fake News Online”, Pew Research Center, http://www.pewinternet.org/2017/03/29/the-future-of-free-speech-trolls-anonymity-and-fake-news-online/?utm_content=bufferae851&utm_medium=social&utm_source=twitter.com&utm_campaign=buffer.


Şener, Orhan (2017) “Post-Gerçek Dönem: Sebepler ve Sonuçlar”, Varlık, 1316, Mayıs, 15-17.


Tutal, Nilgün (2017) “Post-Gerçek: Şeytanla imzalanan yeni sözleşme”, Varlık, 1316, Mayıs, 6-10.


Uzunoğlu, Sarphan (2017) “Keyes’in Gözünden Post-Gerçek: Görmezden gelinen yalanlar çağı”, Varlık, 1316, Mayıs, 11-14.


Van Dijk, Jan (2016) Ağ Toplumu. (Çev. Özlem Salin). İstanbul: Kafka.


Son notlar:


Varlık Dergisi’nin 1316.sayısında (Mayıs, 2017) “Post-gerçek” olgusu tema konusu olarak ele alınmıştır. Bu sayıdaki tartışmalar post-gerçek olgusunun zihnimizde ve edimlerimizde yarattığı etkiyi serimlemesi açısından yol gösterici ve düşündürücüdür.


Cambridge Analytica şirketinin sahibi, Trump kampanyasının da en büyük bağışçısı olan Mercer ailesinindir. Steve Bannon şirketin yönetim kurulu üyesi olup, aynı zamanda Trump’ın baş strateji danışmanı ve Beyaz Saray Güvenlik Konseyi’nin bir üyesidir. Şirket çalışma ve ilgi alanını ABD politikasının belirlenmesi, geçmişte Brexit Ayrılma kampanyasının yönlendirilmesi ile sınırlı tutmamakta, Avrupa, Asya ve Latin Amerika’daki aşırı sağ parti ve hükümetlere de hizmet verme yönelimindedir (Anderson ve Horvarth, 2017:2).


Cambridge Analytica’nın kullandığı bu algoritma Cambridge Üniversitesi Pyschometrics Center’dan Dr. Michal Kosinski’nin 2013’te geliştirdiği Facebook beğenileri ile bireylerin toplumsal cinsiyet, cinsellik, siyasal kanaatleri, kişilikleri arasında ilişki kuran bilişsel çıkarsama algoritmasına dayanmaktadır.


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 10, 2017 03:16

June 9, 2017

Review of Leah Lievrouw’s Book “Alternative and Activist New Media”

by Sana Zainab, Hacettepe University, Graduate School of Social  Sciences
Review of Leah Lievrouw‘s Book “Alternative and Activist New Media” 2011 (294 pagesAs the title says, this book is an overview of the way activists, artists and civil society use media around the globe to talk, resist, share, criticize or create their content, views about anything and everything, to support or confront popular media practices. It’s equally useful for general public as well as to media scholars and practitioners. Lievrouw covers the historical and contemporary practices in alternative media, social movements, and activists art by quoting both theoretical and practical examples. This study also traces relevant case studies to analyze the alternative media practices and activism of new media and society. One can understand the trendiest areas of new media while
[image error]
going through participatory culture, interactivity and open source design. 

Since the beginning few institutions dominated as well as controlled media and information. In other words, throughout the 20th century industrial style information system has been used in almost all kinds media content. Media’s main purpose from sharing of information or to provide access to information changed to feeding the specific information, gatekeeping and to control in the name of freedom (Butsch, 2003). But over the thirty years proliferation and convergence of networked media gave new birth to communication and engagement. That’s how roles changed. Media audiences and consumers became users and participants. Before media content was delivered through particular platforms, such as books, newspapers, magazines, radio, television, cinema, and video games. But now traditional model of information is giving way to alternative use of media as it’s faster, looser and cheaper (Atton, 2015).  On the other hand, new media ecology posed few problems that includes social equity and solidarity, privacy and security, politics and economic, participation, freedom and control, expert verses popular knowledge. The journey from pre-browser internet to web 2.0 catered both pipeline and frontier views of new media. This book discusses genres of contemporary media having cultural and conceptual roots of alternative and activists perspective. The author gives theoretical account on communication process, creative industry and media culture. Though the concept of mediation is not new and all about the use of technology to enhance communication, participation, creation and sharing while covering both modes of reconfiguration and remediation.


New media itself is defined as a information and communication technologies and their social status including it’s three constituting components like material artifacts, communication activists or participants and social arrangements. Lievrouw explained that media is a product of people’s ideas, decisions and actions but it could be used in other ways and evolved. Some techniques and their usage becomes a routine and we don’t think in alternative ways to use the same media that makes it monotonous. But when someone use it differently that sounds more innovative. New media has more capability to be used as alternative and activist new media due to having multiple features giving it an edge on mass media. For instance, Hybrid or recombinant technologies, connectivity, networking, ubiquity and interactivity. Although new media is available to more people than ever before but it gives rise to digital divide as well. Somehow, alternative usage can overcome that.


Lievrouw also defines alternative and activist new media as well as it’s formation. Such as print, radio, audio, video, street art, memes etc. Alternative media provide resistance to the colonization of online corporates (Dahlberg, 2005). Over last few decades, it broke the monopoly of mass media and the controlling authorities though it’s not completely free. As major online corporates have some control on visibility of online content through logarithms and related tools.


The cultural roots of alternative and activist new media can be found between today’s remixed culture to as back as the ideology of Dada which emerged in World War-I who was technological innovation in photography, cinema, typography, sculpture and theatre. Dadians used almost all the available forms of expression in different ways to express themselves and the society. While referring to social and political roots, author used social movement theory to highlight the emergence of new social movements like labor movement, civil rights movement, anti-war movement etc.


Author refers to genre framework along with genre theory and emphasizes that genres are useful as they make communication recognizable and understandable, create and maintain social contexts, establish different worldviews, recognizable as a sign of membership in a particular community, active rather than fixed or static as well as dynamic.  But genres don’t stand alone and employed by community in combinations for interactions and make genre systems. Generally, there are three major themes the scope or size of active project, the stance of movements and project relativity to society and culture, the nature of project as action and agents of change connects activist art movements, new social movements and online activism.


Collectively, author explains five basic genres of alternative and activist new media projects that includes; culture jamming, alternative computing, participatory journalism, mediated mobilization and common knowledege. Each of them relates to a different domain of life.


First genre, culture jamming is all about the strategies employed by social movements to disrupt or subvert media culture and it’s formal institutions that includes corporate advertising etc. Culture jamming has been termed as artistic terrorism by Derry back in 1990 because of it’s rebellion setting (Derry, 1990). All culture jamming actions have a central intention: to challenge or disrupt dominant discourse with a dose of subversion and creativity.   They often use the same tools as mass media and marketing to create their disruptions. It borrows, comments and subverts elements from popular culture like entertainment, advertising, art, music, literature and cinema. It critique mainstream culture, specially corporate capitalism, commercialization and consumerism. World wide web gave rise to the adaptation of traditional media strategies in new emerging media. It has different forms like images, sounds, text from popular culture, graffiti art, billboards etc. The practice of culture jamming is adopted from offline media projects of commercial images and public spaces. The term which was coined in 1984 and in practice even before that, went online  by 1990 by adaptation of familiar media strategies in cyberspace and expands to reverse jamming as well.


Second genre, alternative computing is also called unconventional computing that aims for ease and performance (Fitzgerald, 2014). It timely critiques and reconfigures the structure of information and communication technologies. It is related to hardware, software, institutional power and gatekeeping. It has various forms like hacking, open source system, design and file sharing, The purpose is to provide and have open access to and use of information technology. The notions of hacker and hacking which were considered as malicious for more than two decades and still used as a synonym for vandal, thief or terrorist  moves to the open access and community sharing practices and leading to free press.


Third genre, participatory journalism is a practice in which common people play an important role in collecting, editing and disseminating of information or news. It’s also called citizen journalism or street journalism (Thurman and Hermida, 2010). In this practice volunteers or amateur applies the ethics and practices of professional journalism to give voice to under-reported and invisible groups as well as to investigate and highlight neglected issues. Mostly found in forms of online news services, blogs and interactive media. For instance Google and Amazon are merged as Googlezon to dominant the online culture by harvesting content from traditional media and serve individual consumers and knowing their priorities through algorithm. Participatory journalism threaten the monopoly of mainstream media and leads to the crisis of press. In addition to that citizen journalism is a shift of power and control from major media corporations to general public.  Though critiques consider it as a danger for ethical media, professional journalism and democracy.


Forth genre mediated mobilization is more like getting people on the street that extends and activates the strength of live, local social relations and organization like kinship and social support networks, professional affiliations or expert advice network through social media, mobs, virtual worlds and blogs. The aim is to activate mobilization in lifestyle, politics, social movements and cultural reforms. Not only the participants of a social movement but the people who witness such movements also experience social change. New media makes communication and mobilization for social movements instant, interactive and timely as it happened in global justice movement. The literature on global justice movement highlights three aims or networked communication technology; an indispensable tool to coordinate and direct diverse groups, a platform to produce and distribute content, electronic civil disobedience or electronic/online protests. In Pakistan, it has been used for political and religious purposes. Several times, it has been used to exploit the situation, to gather people, manipulate them with false or altered information. To provoke them for massive destructions. The recent killing of a university student Mashal Khan by mob is a clear example of it (R. 2017).


Fifth genre is common knowledge which is actually closer to challenging the experts. It’s projects are about reorganizing and categorizing information through tagging, bookmarking, creating wikis or crowdsourcing in order to mobilize and facilitate outsider amateur knowledge. It covers the facilitation from collaboration to crowdsourcing that is another way to equal empowerment and access for anyone and everyone. Critics mentions three problems of such projects; firstly, these projects could be exploitative as depends on volunteer contributions or free labor. Such projects creates alienation, enrich the investor but labor remain unpaid. Secondly, collective knowledge production comes from critics and amateurs and compete the experts. Thirdly, collective knowledge project have no sense of quality. But these objections are not discouraging rather constructive for common knowledge projects and open up more space for innovation and creation.


To summarize, author analyzes and gives a broad summary of emerging alternative and activist new media, its scope and practices. We can conclude the consideration of mediation useful for theorizing and empirical research about communication and technology as well as new media and society. In past, only few corporations had access to resources which resulted in the form of monopolized media (Chomsky, 1997). Even now, elite media dominates somehow but not the only power. Anyone with phone or tablet have access to viewers, readers in fact general public without any limitation of borders, time or space. Though, there is still need to deal with the check and control of online media corporates which effects visibility and privacy.  But the alternative and activist media projects may be models to understand mediation, communication and social change. Almost all the practices were existed in mass media before the takeover of new media. But the alternative and activist usage transformed the sphere and brought revolutionary outcomes in communication and information. All the five genres of alternative and activist new media are back rooted in history as well and work in more powerful way in emerging media separately and in combinations. Collectively, this book is an informative and interesting study that how new media can challenge powerful elite media in alternative and activist ways. It’s another way of power sharing.


References


Atkinson, J. D. (2010). Alternative media and politics of resistance: a communication perspective. New York: Peter Lang Publishing.


Atton, C. (2015). The Routledge companion to alternative and community media. London: Routledge.


Bailey, O. G., Cammaerts, B., & Carpentier, N. (2008). Understanding alternative media. Maidenhead: Open University Press.


Butsch, R. (2003). Popular Communication Audiences: A Historical Research Agenda. Popular Communication,1(1), 15-21. Retrieved May 26, 2017, from http://www.infoamerica.org/documentos_pdf/morley01.pdf


Chomsky, N. (1997, October). What Makes Mainstream Media Mainstream. Retrieved June 02, 2017, from https://chomsky.info/199710__/


Dahlberg, L. (2005). The Corporate Colonization of Online Attention and the Marginalization of Critical Communication? Journal of Communication Inquiry,29(2), 160-180. Retrieved June 1, 2017, from https://msu.edu/~jmonberg/415/Schedule_files/Dahlberg.pdf.


Dery, M. (1990, December 22). The Merry Pranksters And the Art of the Hoax. Retrieved June 01, 2017, from http://www.nytimes.com/1990/12/23/arts/the-merry-pranksters-and-the-art-of-the-hoax.html?pagewanted=all&src=pm


R. (2017). Pakistani Investigators Say University Student’s Lynching Was Premeditated. Retrieved from https://www.rferl.org/a/pakistan-investigators-mashal-khan-lynching-premeditated/28527893.html


For the book:  http://eu.wiley.com/WileyCDA/WileyTitle/productCd-0745641849.html


 


 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on June 09, 2017 02:41

April 25, 2017

Çevrimiçi Çocuk Projesi yaşama geçti…

ISOC-Beyond the Net Destekleme Programı kapsamında ISOC-TR olarak yürütülen Çocukların Internette bilinçli ve etik davranışlar geliştirmesine yardımcı olmayı hedefleyen Çevrimiçi Çocuk projesi için bir süredir çalışmalarına devam ediyordu. Hazırlanan  içeriklerin bir kısmının hazırlık süreci tamamlanarak internet sitemize ve Youtube kanalımıza eklendi (www.cevrimicicocuk.org.tr https://www.youtube.com/channel/UCJF5V2fUqtuu6q2VLsMADBQ ).


Çevrimiçi Çocuk Projesi Komitesi içeriklerin yayılması için yardımlarınızı bekliyor. Çeşitli etkinliklerde çocuklarla buluşarak içerikleri anlatmayı hedefliyor Özel okullar ve çocuklarla ilgili STK’lardan  yönlendirebilecek birileri varsa info@cevrimicicocuk.org.tr adresinden Çevrimiçi Çocuk Projesi Komitesi ile iletişime geçebilir.


https://twitter.com/isoc_tr

https://www.facebook.com/isoctr/?fref=ts


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 25, 2017 02:57

Mutlu Binark's Blog

Mutlu Binark
Mutlu Binark isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Mutlu Binark's blog with rss.