Mutlu Binark's Blog, page 24

April 4, 2018

Video Aktivizmde Kavramlar Sorunlar Uygulamalar kitabı çıktı…

 [image error]


 


İçindekiler
Önsöz :İntikam, Zafer, Tanıklık, Boşluk, Gerçeklik Olarak Video ve Ondan Doğan Aktivizm – Aslı Telli Aydemir                                    


Bölüm: Video Aktivizm: Kuram, Etik ve Hukuk


Alternatif Medya ve Video Aktivizmi – Ahmet Taylan
Video Aktivizm ve Etik: Gerçeklik, Tanıklık, Bakış – Gülsüm Depeli
Dijital Bir Hak Mücadelesi Olarak Video Aktivizm ve Video Aktivistlerin Yaşadığı Hukuki Sorunlar – Faruk Çayır
Sosyal Ağlarda Video Aktivizm – Gülüm Şener


Bölüm: Video Aktivizm: Teknik ve Teyit


Video Aktivizminin Teknik Temelleri – Nihan Gider Işıkman
Görgü Tanığı Videoyu Doğrulamak: İnsan Hakları İhlalinin
Kamera Görüntüsü Nasıl Doğrulanır Witness / Çeviri: Derya Güçdemir
Etik İlkeler: İnsan Hakları Haberciliğinde ve Savunuculuğunda Görgü Tanığı Videolarını Kullanmak Witness / Çeviri: Derya Güçdemir


Bölüm: Video Aktivizm: Yerel ve Küresel Pratikler


Röportaj: Tanıklıktan Öz-KayıtaVideo Eylemcinin  Konumu: Karahaber ve Seyr-i Sokak Örnekleri Dr. Şirin Fulya Erensoy
Politik İtaatsizliğin Kolektif Hafızası  Özge Çelikaslan, Alper Şen / Artıkişler Kolektifi, bak.ma
Video Aktivizminin Türkiye Serüveni / BalıkBilir – İnadına Haber – Onur Metin
Yerli Objektifin Dışında: Zapatistalar ve Otonom Video   Yapımı- Alexandra Halkin

Önsöz


İntikam, Zafer, Tanıklık, Boşluk, Gerçeklik Olarak Video ve Ondan Doğan Aktivizm


Aslı Telli Aydemir


Bu; yeni keşfeden bir çocuk hevesiyle kaydedilenleri izleyip, tartismalari dinleyen, yazılanları tek solukta yutan bir amatörün önsöz denemesi… Sıcak Mayıs günlerinden ikisinde, aynı zamanda hoş bir tesadüfle doğum gününe denk gelen pazarlardan birini, atölyenin tekinde geçirmeye neden bu kadar hevesli olur ki insan?


Dziga Vertov´un kameradan yansıyan dünyasını kuramsal olarak tartışmaya açan derslerden, sokaklarda hak mücadelesi sürdürenlerin gözü, kulağı olmaya doğru giden bir yolculuk bu… Görüntünün estetik ve artistik ilişkisini Spinoza’dan Ulus Baker’e uzanan çalışmalarda anlamaya çalışırken gözlerini kaybeden, anlık bombalarla sayısız parçalara ayrılan bedenleri gördük. Çeviremedik yüzümüzü sosyal medyaya, her ne kadar kendi sokağımızda yürümeye cesaret edemesek de…Ve tabii en ama en acısı, alıştırıldık bu insanlık dışı görüntülere!!


Bu yazıyı yazmam konusunda beni teşvik eden sevgili Gülüm Şener çok emek verdi bu alanda; onu bu derlemeye katkı sunanlar arasında ilk olarak anmak gerekir. Daha önce gençlerin dijital aktivizmi üzerine benim bir çalışmama sosyal hareketlerle ilgili gerçekleştirdiği alan araştırmasıyla katkıda bulunan Gülüm, bu kez sosyal ağlarda video aktivizm üzerine düşünmemizi istiyor. Toplumsal değişimi sağlayan amatör çekimler, video aktivist kimliği, ağlar üzerinde video aktivizm, direnişi sahnelemek, kolektif gayri maddi emek, viralleşme, videonun kanıt niteliği ve gerçek sonrası-post-truth– üzerinde durduğu belli başlı konular.  Kadın örgütlerinin gözetlenmesine kadar varan bir ekosistemin varlığından haberdar ediyor bizi Türkiye’de yaşanan son durum analiziyle…


Sevgili Gülüm Şener ve Faruk Çayır’la aynı zamanda Alternatif Bilişim Derneği´nde birlikte çalışıyoruz. En önemli ortak emek verdigimiz çalışmalardan biri, iki yılda bir gerçekleştirdiğimiz Ulusal Yeni Medya Kongresi (www.yenimedya.org.tr) ve “Türkiye’de İnternetin Ahvali” başlıklı yıllık raporlar… Faruk Çayır, bu derlemede “Dijital bir hak mücadelesi olarak video aktivizm ve video aktivistlerin yaşadığı hukuki sorunlar” başlıklı yazısıyla dikkat çekiyor. Derneğin aynı zamanda hukuk danışmanlığını üstlenen ve her sorunda hızır gibi yetişen sevgili Faruk Çayır, video aktivistlerin kaydedilenlerin hesabını verebilen, hak ve özgürlük mücadelesi veren, tanıklık eden, aktif kaydedici rolünü hatırlatıyor yazısında. Thomas Harding’den (2001, s.1) yola çıkarak, video aktivistin elinde bir kameranın polis şiddetini caydırıcı, güçlü bir politik araca; bir kurgu setinin siyasi gündem oluşturma aracına; bir video yansıtıcının ise kitlesel farkındalık yaratan bir mekanizmaya dönüşebileceğini vurguluyor.


Video aktivizm ve hukuk ilişkisine gelince, materyalleri dağınık ve kolektif çalışma olmasının getirdiği düzensizliğe rağmen kitlelere gerçekleri gösteren bir edim olan video aktivizm, delil ya da ispat aracı olarak önem taşıyor. Bir insanın kendi rızası olmadan çekilen ve anonim olmayan videoların kanıt olarak kullanılması ise yasak. Ancak ceza davalarında kişi hakkında olumlu bir durum oluşturuyorsa, hakimler videoların yorumlanmasına sıcak bakıyor. Türkiye’de videoları daha çok kamu kurumları kanıt olarak kullanıyor. Çoğunlukla göstericilerin yargılandığı davalarda kullanımına rastlanıyor. Aynı zamanda ceza davalarında, suç işleyen kamu görevlilerinin teşhisinde de kullanılıyor. Bu videoların özellikle kolluk kuvvetlerinin şiddet eyleminin kanıtlanmasında kullanımı da son 10 yılda kayda değer biçimde arttı. Bu bağlamda hukukçular ve yargı organları açısından önem taşıyor. Veri kaynaklarının güvenilirliğini teyit etmek (bkz. teyit.org), video aktivistler ve bu konular üzerine araştırma yapanlar, haberciler için vazgeçilmez bir pratik olmalı.


Tüm bunların yanında, Youtube’un ve diğer paylaşım platformlarının tartışmalı güvenilirliği üzerinde durmak gerekiyor. Creative Commons  lisansı ise paylaşım ve dağıtımı kolaylaştırma açısından şart. Görüntülerin toplumsal fayda sağlaması açısından muhalif olması kaçınılmazken, 5846 sayılı Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu da bu görüntülerin özerkliğine işaret ediyor. Video aktivistlerin fikir ve eser sahibi olarak hakları mevcut. Telif hakları kaynaklı yaşanabilecek sorunlardan haberdar olmaları ve proaktif davranmaları gerekiyor. Tüm bunların yanında, arama ve dijital arama yapılabileceği gözönüne alınmalı. Açık verinin temel özelliklerinden haberdar olarak, bu anlayışın getirdiği normlara uyulmalı. Özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerle ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin temel alınabilecek önemli kararları mevcut; anonim hale getirmekle ilgili teknik koşullar sağlanmalı.


Hukuki boyut çoğu zaman gözden kaçmakla birlikte, özellikle zor gelen bakış açısı “etik” olan diyebiliriz. Gülsüm Depeli, yazısında bize gerçeklik, tanıklık ve bakış kavramları üzerinden kayıtçı pozisyonunu korurken etik ilkelere uymak gerektiğini hatırlatıyor. Öyle ki tanıklık ve amatörlük aynı zamanda eleştirellik üretiyor.  Bu eksen, Godard’ın hem tanık ve üretici, hem seyirci, hem de aktarıcı olarak imgeyle karşılaşma halinin video aktivist için “etik eşik üretme hali” üzerindeki fikirleriyle açıklanabilir. Bu eşik yerine göre esneyebilir ve sorgulanabilir; ancak video aktivistin fenomenolojik olarak eşiğin varlığından haberdar olarak üretmesi gerekir. Bu üretim planlama, çekim, kurgu ve yayılım aşamalarının tümü için geçerlidir.


Hiç kuşkusuz, teknik içeriği konuşturan temel öğedir. Dolayısıyla Nihan Gider’in “Video Aktivizmin Teknik Temelleri” başlıklı yazısı hangi ekipmanın kullanılacağı ve hakim olan görsel-işitsel dil ve kurgu biçimi açısından önemsenmesi ve paylaşılan deneyimlerin, tıpkı bu atölyeler gibi etkinliklerle paylaşılmasıyla alanın gelişmesine katkıda bulunacaktır.


Türkiye’de hep geriden gelen taraf, alanyazının oluşması, edinilen deneyimlerin var olan ve gelecek kuşaklar için birikime dönüşmesini sağlamaktır. Bu bağlamda Onur Metin’in “Video Aktivizmin Türkiye Serüveni/Balık Bilir–İnadına Haber” başlıklı katkısının uzun vadede kalıcı etkisi olacağını umuyorum. Video aktivizmin Gezi sonrası ortaya çıkan ve zamanla sönen bir edim ve uğraş olmadığı, basite indirgenemeyeceği, Türkiye’nin güncel toplumsal tarihinde ve toplumsal hareketler paydasında bir eşik olarak nitelendirilebileceğini kabul etmek gerekir. Peki ya alana medya ve kitle iletişim araçlarının ne gibi katkısı olmaktadır? Ahmet Taylan, “Alternatif Medya ve Video Aktivizmi” başlıklı yazısında, anaakım medyanın yapısal sorunları ve onun yarattığı habercilik pratiklerine dair sorunların bizi alternatif aramaya ittiğini belirtiyor (Friedland, L.A., 1996, s. 185-212). İnternet, söylem topluluklarından ibaret değildir; toplumsal sermaye ağlarından oluşur. Yeni iletişim teknolojilerinin iletişim unsurlarının hayatımıza kattığı önemli bir unsur, bu yönüdür. Bu bir kamusal alan değil, alternatif kimlik ve öznelerin hak mücadelesinin gerçekliklerinden söz etmektir. Kitlesizleştirme ve özelleştirme nedeniyle, mesajın kontrolünün üreticiye değil, alıcıya ait olması durumu (Timisi, 2003) ise yenidir ve alıcının üretimini kolaylaştırmakta ve teşvik etmektedir. Her bireyin kendi medyası olması buna işaret ediyor.


Türkiye’de video eylemcilik adıyla yeni açılan kulvara göz atan Şirin Fulya Erensoy ise “Tanıklıktan Öz Kayıta Video Eylemcinin Konumu: Karahaber ve Seyri Sokak Örnekleri” başlıklı röportajıyla 2005 yılından bugüne bir panorama sunuyor. Bu bağlamda uluslararası tanınırlığa sahip Witness adlı örgütten söz etmeden geçemeyiz. Atölyeler esnasında temsilcilerinin eğitim verdiği ve sunum yaptığı bu örgüt, özellikle sıcak savaş alanlarında hizmet veriyor ve insan hakları haberciliğinde ve savunuculuğunda görgü tanığı videolarının nasıl kullanılacağı konusunda perdeleri aralıyor. Burada dikkat edilmesi gereken can alıcı nokta, görgü tanığı olarak kabul edilen videonun nasıl doğrulanacağıyla ilgili adımları öğrenip, paylaşmadan önce gerekli teyitleri yapmak… Herhangi bir dezenformasyonla karşılaşıldığında bunun hızlıca düzeltilmesini sağlamak da ortaklaşılan ağların harekete geçirilmesindeki beceriye bağlı.


İşte yine dönüp dolaşıp “dijital okuryazarlıklar” konusuna  geri dönüyoruz. Bir an için Meksika’nın  Chiapas bölgesinde yaşayan Zapatistalar’a çevirelim kameramızı… O bölgede katılımcı gözlem pratikleriyle atölyeler düzenleyen ekipten Alexandra Halkin anlatıyor deneyimlerini. Chiapas Media Project adıyla anılana kadar geçirilen aşamaları tasavvur etmek bile güç. İnsanoğlunun doğayla mücadelesinin en çetin anında kaydedilen görüntülerin, o görüntülerin beden bulduğu kişilerce izlenmesi bile başlı başına bir şölen!.. Otonom videonun tam olarak ne anlama geldiğini, kendi özerk yaşamlarıyla ifade eden Zapatistalar’ın video aktivizmle tanışma öyküsünü kaçırmayın lütfen. Hızlı ilerleyebilmek için fikir, literatür ve kaynak üretmek gerekiyor. Umarız bu kaynak bir klavuz görevi görür ve ilham verir bu alanda emek verenlere…


Nefis bir emek-yoğun, kolektif örnekle son verelim söze: Artık İşler: Politik İtaatsizliğin Kolektif Hafızası (Artik işler kolektifi, bak.ma), önünde saygıyla egiliyoruz… Arşiv, disiplin toplumuna hizmet ederken, son 10 yılda kurumsal olmayan işlerin, sosyal hareketlerin kolektif olarak görsel arşivlenmesiyle sivil bir faaliyet haline geldi. Görüntü yükleme ve sızdırmanın politik itaatsizlik örneği olarak incelenmesi; müştereklerin gündelik hayat pratiklerini yansıtan, otonom, açık kaynaklı arşivleme pratiklerini görünür kıldı. Belgeleme, bir müdahale, bir eylemdir; arşivleme ise bir kolektif projenin parçasıdır (Appadurai, 2003, s. 14-25).


Bak.ma anti arşiv manifestosundan esinleniş:


Medyanın ve sosyal medyanın duygularımızı ve aklımızı denetleyici, sansürleyici, pasifize edici mekanizmalarından sıyrılabilmek, karşı medyalarımızı ve direniş alanlarımızı genişletmek için;


Birden fazla formu, ara formları bir arada kullanmak; sanattan, sosyal bilimlerden, sinematografiden eyleme uzanan geçişken alanların işleyişini birlikte düşünmek, izlemek, paylaşmak ve tasarlamak için;


iktidarların dayattığı zamansallıktan zaman dışına sıçramak için;


Anti-Arşiv!


Ve tabii “Yaşasın İnsan Hakları Savunuculuğuna yeni boyut getiren Video-Eylem!”


Kaynakça


Appadurai, A. (2003). Archive and Aspiration. Joke Brouwer and Arjen Mulder (ed). Information is Alive icinde (ss 14-25). Rotterdam: V2_Publishing /NAI publishers.


Friedland, L.A. (1996). “Electronic Democracy and the new citizenship”. Media, Culture and Society. Vol. 18. Ss. 185-212.


Harding, T. (2001). The Video Activist Handbook. London: Pluto Press.


Timisi, N. (2003). Yeni İletişim Teknolojileri ve Demokrasi. Ankara: Dost Kitabevi Yayınları.


Vertov, D. (1995). On Kinopravda. 1924 and The Man with the Movie Camera. 1928, in: Annette Michelson ed. Kevin O´Brien tr. Kino-Eye: The Writings of Dziga Vertov, University of California Press.


 Bu kitap, Mart 2016’da Ankara’da ve Ocak 2017’de Mersin’de AB fonlarından “Sivil Düşün Programı” tarafından desteklenen ve Alternatif Bilişim Derneği tarafından  gerçekleştirilen “Ses Sensin: STK’lar İçin Video Aktivizm Atölyeleri”nin eğitmenlerinin katkılarıyla ortaya çıkmıştır.


Doç. Dr., Almanya Siegen Üniversitesi, kıdemli araştırmacı.


 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 04, 2018 00:41

March 22, 2018

Cambridge Analytica skandalı bize ne anlatıyor?

Yazar: SARPHAN UZUNOĞLU
Politik mücadelelerimiz konusunda dahi Internet’in belirleyici ve asıl aktör olduğuna dair derin bir inancımız var – ne kadar acıklı



Son günlerde yeni medya ve siyasetin kesişim alanında en çok konuşulan konuların başında Cambridge Analytica skandalı var. ABD merkezli veri analizi şirketi Cambridge Analytica’nın Facebook üzerinden ulaştığı kullanıcı verileriyle ABD ve Britanya’daki seçim ve referandumlardaki tercihleri etkilediği iddiası etrafında oldukça yoğun bir tartışma var. Tartışma Donald Trump’ın 2016 başkanlık kampanyasında ve 2015 önseçim propaganda döneminde de Ted Cruz’un kampanyasında servislerinden yararlandığı şirket, muhafazakâr politik kampanyalara yakınlığı ile biliniyor.

Aslında kişisel verilerin ticari ve siyasi amaçla kullanımı, teknik olarak bugünün yeni medya ekonomisinin temeli. Gazetelerin Internet sitelerinde yararlandıkları Google Adsense, Google Analytics ve benzeri teknolojilerin çoğunun temelinde  kişisel verilere göre yapılan hedefleme var.


Cambridge Analytica skandalı olarak anılan bu yeni skandalda özel olan durum Facebook’un araştırma amacıyla sağladığı ve erişilmesi Facebook’un onayı olmadıkça imkânsız verilerin, tamamıyla bu alanda uzmanlaşmış bir şirket tarafından kullanımı var. Şirketin, Brexit’in temellerini atan Leave EU (AB’yi terk et) kampanyasında da aktif olarak hizmet verdiği biliniyor. Yani, ABD’deki ve dünyadaki mevcut ideolojik çatışmaların en “ana akım” olanında taraf olduklarını söylemek mümkün.


Ortaya çıkan skandalın aslında iyi bir yanı da var. Zira yalnızca büyük veri analizi ve işlemesi üzerine çalışan tek şirket Cambridge Analytica değil ve kişisel veri işleyerek sonuca giden ve etik birçok probleme yol açan birçok kurumun aktivitelerini tartışmak bakımından bu bir tür şans. Türkiye’de de yakın dönemde kimlik numaraları dâhil fazlasıyla kritik kişisel verilerin çeşitli şekillerde ortaya saçılması veya sağlık verileri gibi mahrem verilerin satılması gibi krizlere tanık olduk. Ancak verinin nasıl kullanılacağı, hangi verinin hangi şartlarda kiminle paylaşılabileceği gibi hususları bir türlü doğru düzgün tartışma fırsatı bulamadık.


Büyük veri çağında veri etiği krizi


Yaşadığımız çağ büyük veri çağı. Boyut olarak olduğu gibi, anlamak için gerektirdiği emek ve bu süreçlerin karmaşıklığı gibi faktörler de büyük veri dediğimiz kavramın ortaya çıkmasına neden oluyor. Yeni iletişim teknolojileri ve kişiselleştirilmiş sosyal ağ profilleri de bu büyük verinin her saniye büyümesine sebep oluyorlar. Dahası, bu profillere kullanıcıların iletişim ya da kanaatlerini belirtme amaçlı olarak paylaştıkları her şeyin bir üstünde çok kapsamlı araştırmalar yapılabilecek dinamik veri tabanlarına kaydediliyor olması, hem sosyal bilimciler hem de siyaset kurumları gibi toplumu okuma arzusundaki aktörler için çok önemli bir durum.


Her ne kadar Türkiye’de biz Internet kullanım süreçlerimizde çağdışı sansür aşma uygulamalarıyla mücadele etmek zorunda kalsak da, sıradan kullanıcı düzeyinde çok daha geniş bir sistemin parçasıyız ve bununla da müdahale etmek zorundayız. Zira üye olduğumuz Twitter, Facebook ve benzeri sosyal ağların neredeyse tamamı hakkımızdaki verileri işlenmek üzere depoluyor ve kâr amacıyla paylaşıyor. Bu zaten “herkesin bildiği sır.”


Cambridge Analytica krizi ve politik etik


Meselenin politik boyutu ise epey karmaşık. ABD’de hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi senatörler Facebook’un kurucusu ve yöneticisi Mark Zuckerberg’i ifade vermeye davet etmiş durumdaEvrensel’in haberine göre bir Facebook sözcüsü ise veri kullanımının bir veri sızıntısı veya hackleme sonucu gerçekleşmediğini, kullanıcıların kendi verilerini rıza vererek sunduğunu belirtmiş ki bu da yazının devamında değineceğim kullanıcı sözleşmeleri kapsamında doğru bir ifade. Birleşik Krallık Parlamentosu Dijital, Kültür, Medya ve Spor Komitesi Başkanı Damian Collins ise, Cambridge Analytica yöneticisi Alexander Nix’in geçen ay Avam Kamarası’nda kendilerine verdiği bilgilerin yanlış yönlendirici olduğunu açıklamış. Avrupa Parlamentosu Başkanı Antonio Tajani ise Avrupa Birliği vatandaşlarının verilerinin hukuka aykırı bir şekilde kullanılıp kullanılmadığı konusunda kapsamlı bir araştırma sözü vermiş durumda.


Cambridge Analytica üstünden 2016 ABD Başkanlık seçimleri ve Brexit’in politik/teknolojik hesaplaşmasının yapılmakta olduğu ortada. Batı demokrasisi ve teknoloji odaklı pazarı, kendi değerleri ile ürettiği veri işleyen ve veri üzerinden finansal modelini oluşturan “bu kocaman canavarı” (ister Facebook olsun ister Google) nasıl kullanabileceği konusunda henüz bir konsensusa varamamış durumda ve dünyanın yaşadığı terörizm bazlı güvenlik krizi ve otoriterleşen rejimler söz konusuyken bu krizin derinleşeceği de aşikâr.


Trump ve ABD özelinde aslen hukukî olarak suç teşkil eden değil ama etik olmayan bir faaliyetten bahsetmek mümkün. Ancak bunun Rusya’nın seçimlere müdahalesini kanıtlayan bir gelişme vs. olmadığı da ortada. Bu Trump ya da Cruz fark etmeksizin Cambridge Analytica ya da benzeri şirketlerin –alanlarında tek değiller– hizmet verdiği herhangi bir adayın ya da seçilmişin başına gelebilecek bir hadise daha doğrusu alabileceği bir hizmet. Burada aslolan, siyasal iletişimin sınırlarının bu kadar keskin şekilde çizilmeye çalışıldığı ABD siyasal alanında dahi yeni medyanın ve yeni gözetim teknolojilerinin bu tür geniş delikler açabilmesi.


İşlenecek bir veriden mi ibaretiz?


Kişisel veri güvenliği ve gizliliğine önemli soruların başında, girdiğimiz haber sitelerinden üye olduğumuz sosyal platformlara kadar birer birey olarak sunduğumuz verilere dair fakındalığımızın düşüklüğü var. Zira günümüzde sağladığımız veriler, 1990’ların devlet ve firmaları için erişilmez durumdaydı. Bugün ise kendimiz, okumaya zahmet etmediğimiz birçok sözleşmeyi dijital olarak kabul edip bu tür verileri paylaşıyoruz. Bu yalnızca bu verileri paylaşmakla ilgili değil, ayrıca Internet kullanımımızla da ilgili.


Internet’i bir tür sosyal var oluş alanı olarak görüyoruz. Öyle ki politik mücadelelerimiz konusunda dahi Internet’in belirleyici ve asıl aktör olduğuna dair derin bir inancımız var – ne kadar acıklı. Burada kesin olan bir şey var ki Habermas’ın kamusal alana yüklediği o pozitif anlamda Internet işlemiyor. Hattâ Internet’in varlığından söz ederken sürekli olarak olumlu bir ton kullanan, onun bir tür “buluşma alanı” olduğunu öne süren görüş çoktan demode oldu. Bugünlerde filtre balonlarından, yankı odalarından daha sık söz ediyoruz; ancak tüm bunlardan söz etsek de yeğenimizin sünnetinden oy verdiğimiz partiye, Uber Taksi tartışmasından Oscar’lardaki ödül alan filmlerin durumuna dek birçok konuda kanaatlerimizi hiçbir şekilde efektif olmayacağını bilmemize rağmen paylaşıyoruz. Söz konusu siyaset olduğunda mangalda kül bırakmasak da çevremizdeki insanlar için bu genellikle pek etkili olmuyor. Aksine, sonuçta birçok insan Facebook profillerinde geniş bir “yazdıklarımı göremesin” listesi barındırmaya ya da “engelliler” ile dolu bir kara liste oluşturmaya başlıyor. Sadece kendimizi haklı olduğumuza ikna etmek için yazdığımız bu içerikler ise çoğu zaman bizim profilimizin çıkarılması için kullanılıyor. Tabii bu buradaki tek dilemma değil, zira To Save Everything Click Here kitabının yazarı Morozov’un dediği üzere karşılaştığımız oyunlaştırılmış bu yeni medya evreni masum bir evren değil ve hattâ bizi oldukça tembelleştirerek politik meselelerimiz konusunda da sadece birer “fikir beyan edene” dönüştürüyor ki buna da bir isim bulunmuş: Slacktivism. Türkçe ifadesiyle Internet aracılığıyla, politik veya sosyal bir mücadeleye destek olarak gerçekleştirilen ancak çok az zaman veya katılım gerektirdiği kabul edilen eylemler, örn. bir sosyal medya web sitesinde veya uygulamada çevrimiçi bir dilekçe imzalamak veya bir kampanya grubuna katılmak gibi. Bu tür eylemler de çoğunlukla efektif olmamakla birlikte içerdiği kişisel bilgilerle birlikte bizi daha iyi hedeflenebilir, daha anlaşılabilir bir veri hâline sokmanın ötesine gitmiyor.


Çare Internet’den uzak durmak mı?

Şu bir gerçek ki Internet’in hiper-endüstriyel bir yapı etrafındaki aksiyonlar üzerine kurulu olduğu bir çağdan geçiyoruz. Bu büyüklükte ve sosyal potansiyelde bir mekanizmada kâr odaklılığın konu dışı olması da ana akım seçenekler için yakın gelecekte pek mümkün görünmüyor. Burada kullanıcıların ve kullanıcı kolektiflerinin inisiyatifler geliştirerek kullanım pratiklerini dönüştürmesi ilk aşama olabilir.


İlk adım olarak Türkiye’de kolayca indirilmesi engellenmiş olsa da tarayıcı olarak TOR Browser kullanmak, Chrome veya Firefox gibi tarayıcılarınız varsa https everywhere, ad blocker, privacy badger gibi eklentiler kullanmak şart. Arama motoru olarak da Google’a muhtaç değiliz. Duckduckgo arama motoru tarayıcı Google kadar etkili, üstelik sizi bir ürün gibi görüp her hareketinizi kaydetmiyor. Cep telefonunuz söz konusu olduğunda da VPN servislerini ve yine Duckduckgo’nun mobil tarayıcısını kullanmak mümkün.


Tabii ki bu sadece bilinçli ve aktivist ruhla Internet kullanan “küçük bir kitleye” özgü bir kullanım pratiği gibi görünüyor ilk aşamada. Zira kolaylıkla erişilebilen tarayıcılar ve bilgisayarlarla ya da mobil cihazlarla gelen uygulamalar bu önerdiğim özelliklerin çoğunu içermiyor.



Sonuç olarak devletlerin de bireylerin de Internet’le ve yeni iletişim teknolojileriyle ilişkilerini tekrar sorgulamaları gereken bir çağda olduğumuz kesinleşmiş durumda. Cambridge Analytica skandalının “skandal” olmasının temel sebebi ise devletlerce uygulamaya dökülen gözetim rejimlerini ifşa eden Snowden sızıntısının aksine rekabetçi bir alanda fark yaratmış olması ve bu farkın belirli bir grubun hoşuna gitmemiş olması. Tartışmanın yalnızca Cambridge Analytica, Trump ve Britanya sağı eksenine sıkışmaması tam da bu yüzden önemli.

Kaynak:
http://platform24.org/yazarlar/2909/cambridge-analytica-skandali-bize-ne-anlatiyor
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 22, 2018 23:49

Cambridge Analytica skandalı bize ne anlatıyor?

Yazar: SARPHAN UZUNOĞLU
Politik mücadelelerimiz konusunda dahi Internet’in belirleyici ve asıl aktör olduğuna dair derin bir inancımız var – ne kadar acıklı



Son günlerde yeni medya ve siyasetin kesişim alanında en çok konuşulan konuların başında Cambridge Analytica skandalı var. ABD merkezli veri analizi şirketi Cambridge Analytica’nın Facebook üzerinden ulaştığı kullanıcı verileriyle ABD ve Britanya’daki seçim ve referandumlardaki tercihleri etkilediği iddiası etrafında oldukça yoğun bir tartışma var. Tartışma Donald Trump’ın 2016 başkanlık kampanyasında ve 2015 önseçim propaganda döneminde de Ted Cruz’un kampanyasında servislerinden yararlandığı şirket, muhafazakâr politik kampanyalara yakınlığı ile biliniyor.

Aslında kişisel verilerin ticari ve siyasi amaçla kullanımı, teknik olarak bugünün yeni medya ekonomisinin temeli. Gazetelerin Internet sitelerinde yararlandıkları Google Adsense, Google Analytics ve benzeri teknolojilerin çoğunun temelinde  kişisel verilere göre yapılan hedefleme var.


Cambridge Analytica skandalı olarak anılan bu yeni skandalda özel olan durum Facebook’un araştırma amacıyla sağladığı ve erişilmesi Facebook’un onayı olmadıkça imkânsız verilerin, tamamıyla bu alanda uzmanlaşmış bir şirket tarafından kullanımı var. Şirketin, Brexit’in temellerini atan Leave EU (AB’yi terk et) kampanyasında da aktif olarak hizmet verdiği biliniyor. Yani, ABD’deki ve dünyadaki mevcut ideolojik çatışmaların en “ana akım” olanında taraf olduklarını söylemek mümkün.


Ortaya çıkan skandalın aslında iyi bir yanı da var. Zira yalnızca büyük veri analizi ve işlemesi üzerine çalışan tek şirket Cambridge Analytica değil ve kişisel veri işleyerek sonuca giden ve etik birçok probleme yol açan birçok kurumun aktivitelerini tartışmak bakımından bu bir tür şans. Türkiye’de de yakın dönemde kimlik numaraları dâhil fazlasıyla kritik kişisel verilerin çeşitli şekillerde ortaya saçılması veya sağlık verileri gibi mahrem verilerin satılması gibi krizlere tanık olduk. Ancak verinin nasıl kullanılacağı, hangi verinin hangi şartlarda kiminle paylaşılabileceği gibi hususları bir türlü doğru düzgün tartışma fırsatı bulamadık.


Büyük veri çağında veri etiği krizi


Yaşadığımız çağ büyük veri çağı. Boyut olarak olduğu gibi, anlamak için gerektirdiği emek ve bu süreçlerin karmaşıklığı gibi faktörler de büyük veri dediğimiz kavramın ortaya çıkmasına neden oluyor. Yeni iletişim teknolojileri ve kişiselleştirilmiş sosyal ağ profilleri de bu büyük verinin her saniye büyümesine sebep oluyorlar. Dahası, bu profillere kullanıcıların iletişim ya da kanaatlerini belirtme amaçlı olarak paylaştıkları her şeyin bir üstünde çok kapsamlı araştırmalar yapılabilecek dinamik veri tabanlarına kaydediliyor olması, hem sosyal bilimciler hem de siyaset kurumları gibi toplumu okuma arzusundaki aktörler için çok önemli bir durum.


Her ne kadar Türkiye’de biz Internet kullanım süreçlerimizde çağdışı sansür aşma uygulamalarıyla mücadele etmek zorunda kalsak da, sıradan kullanıcı düzeyinde çok daha geniş bir sistemin parçasıyız ve bununla da müdahale etmek zorundayız. Zira üye olduğumuz Twitter, Facebook ve benzeri sosyal ağların neredeyse tamamı hakkımızdaki verileri işlenmek üzere depoluyor ve kâr amacıyla paylaşıyor. Bu zaten “herkesin bildiği sır.”


Cambridge Analytica krizi ve politik etik


Meselenin politik boyutu ise epey karmaşık. ABD’de hem Demokrat hem de Cumhuriyetçi senatörler Facebook’un kurucusu ve yöneticisi Mark Zuckerberg’i ifade vermeye davet etmiş durumda. Evrensel’in haberine göre bir Facebook sözcüsü ise veri kullanımının bir veri sızıntısı veya hackleme sonucu gerçekleşmediğini, kullanıcıların kendi verilerini rıza vererek sunduğunu belirtmiş ki bu da yazının devamında değineceğim kullanıcı sözleşmeleri kapsamında doğru bir ifade. Birleşik Krallık Parlamentosu Dijital, Kültür, Medya ve Spor Komitesi Başkanı Damian Collins ise, Cambridge Analytica yöneticisi Alexander Nix’in geçen ay Avam Kamarası’nda kendilerine verdiği bilgilerin yanlış yönlendirici olduğunu açıklamış. Avrupa Parlamentosu Başkanı Antonio Tajani ise Avrupa Birliği vatandaşlarının verilerinin hukuka aykırı bir şekilde kullanılıp kullanılmadığı konusunda kapsamlı bir araştırma sözü vermiş durumda.


Cambridge Analytica üstünden 2016 ABD Başkanlık seçimleri ve Brexit’in politik/teknolojik hesaplaşmasının yapılmakta olduğu ortada. Batı demokrasisi ve teknoloji odaklı pazarı, kendi değerleri ile ürettiği veri işleyen ve veri üzerinden finansal modelini oluşturan “bu kocaman canavarı” (ister Facebook olsun ister Google) nasıl kullanabileceği konusunda henüz bir konsensusa varamamış durumda ve dünyanın yaşadığı terörizm bazlı güvenlik krizi ve otoriterleşen rejimler söz konusuyken bu krizin derinleşeceği de aşikâr.


Trump ve ABD özelinde aslen hukukî olarak suç teşkil eden değil ama etik olmayan bir faaliyetten bahsetmek mümkün. Ancak bunun Rusya’nın seçimlere müdahalesini kanıtlayan bir gelişme vs. olmadığı da ortada. Bu Trump ya da Cruz fark etmeksizin Cambridge Analytica ya da benzeri şirketlerin –alanlarında tek değiller– hizmet verdiği herhangi bir adayın ya da seçilmişin başına gelebilecek bir hadise daha doğrusu alabileceği bir hizmet. Burada aslolan, siyasal iletişimin sınırlarının bu kadar keskin şekilde çizilmeye çalışıldığı ABD siyasal alanında dahi yeni medyanın ve yeni gözetim teknolojilerinin bu tür geniş delikler açabilmesi.


İşlenecek bir veriden mi ibaretiz?


Kişisel veri güvenliği ve gizliliğine önemli soruların başında, girdiğimiz haber sitelerinden üye olduğumuz sosyal platformlara kadar birer birey olarak sunduğumuz verilere dair fakındalığımızın düşüklüğü var. Zira günümüzde sağladığımız veriler, 1990’ların devlet ve firmaları için erişilmez durumdaydı. Bugün ise kendimiz, okumaya zahmet etmediğimiz birçok sözleşmeyi dijital olarak kabul edip bu tür verileri paylaşıyoruz. Bu yalnızca bu verileri paylaşmakla ilgili değil, ayrıca Internet kullanımımızla da ilgili.


Internet’i bir tür sosyal var oluş alanı olarak görüyoruz. Öyle ki politik mücadelelerimiz konusunda dahi Internet’in belirleyici ve asıl aktör olduğuna dair derin bir inancımız var – ne kadar acıklı. Burada kesin olan bir şey var ki Habermas’ın kamusal alana yüklediği o pozitif anlamda Internet işlemiyor. Hattâ Internet’in varlığından söz ederken sürekli olarak olumlu bir ton kullanan, onun bir tür “buluşma alanı” olduğunu öne süren görüş çoktan demode oldu. Bugünlerde filtre balonlarından, yankı odalarından daha sık söz ediyoruz; ancak tüm bunlardan söz etsek de yeğenimizin sünnetinden oy verdiğimiz partiye, Uber Taksi tartışmasından Oscar’lardaki ödül alan filmlerin durumuna dek birçok konuda kanaatlerimizi hiçbir şekilde efektif olmayacağını bilmemize rağmen paylaşıyoruz. Söz konusu siyaset olduğunda mangalda kül bırakmasak da çevremizdeki insanlar için bu genellikle pek etkili olmuyor. Aksine, sonuçta birçok insan Facebook profillerinde geniş bir “yazdıklarımı göremesin” listesi barındırmaya ya da “engelliler” ile dolu bir kara liste oluşturmaya başlıyor. Sadece kendimizi haklı olduğumuza ikna etmek için yazdığımız bu içerikler ise çoğu zaman bizim profilimizin çıkarılması için kullanılıyor. Tabii bu buradaki tek dilemma değil, zira To Save Everything Click Here kitabının yazarı Morozov’un dediği üzere karşılaştığımız oyunlaştırılmış bu yeni medya evreni masum bir evren değil ve hattâ bizi oldukça tembelleştirerek politik meselelerimiz konusunda da sadece birer “fikir beyan edene” dönüştürüyor ki buna da bir isim bulunmuş: Slacktivism. Türkçe ifadesiyle Internet aracılığıyla, politik veya sosyal bir mücadeleye destek olarak gerçekleştirilen ancak çok az zaman veya katılım gerektirdiği kabul edilen eylemler, örn. bir sosyal medya web sitesinde veya uygulamada çevrimiçi bir dilekçe imzalamak veya bir kampanya grubuna katılmak gibi. Bu tür eylemler de çoğunlukla efektif olmamakla birlikte içerdiği kişisel bilgilerle birlikte bizi daha iyi hedeflenebilir, daha anlaşılabilir bir veri hâline sokmanın ötesine gitmiyor.


Çare Internet’den uzak durmak mı?

Şu bir gerçek ki Internet’in hiper-endüstriyel bir yapı etrafındaki aksiyonlar üzerine kurulu olduğu bir çağdan geçiyoruz. Bu büyüklükte ve sosyal potansiyelde bir mekanizmada kâr odaklılığın konu dışı olması da ana akım seçenekler için yakın gelecekte pek mümkün görünmüyor. Burada kullanıcıların ve kullanıcı kolektiflerinin inisiyatifler geliştirerek kullanım pratiklerini dönüştürmesi ilk aşama olabilir.


İlk adım olarak Türkiye’de kolayca indirilmesi engellenmiş olsa da tarayıcı olarak TOR Browser kullanmak, Chrome veya Firefox gibi tarayıcılarınız varsa https everywhere, ad blocker, privacy badger gibi eklentiler kullanmak şart. Arama motoru olarak da Google’a muhtaç değiliz. Duckduckgo arama motoru tarayıcı Google kadar etkili, üstelik sizi bir ürün gibi görüp her hareketinizi kaydetmiyor. Cep telefonunuz söz konusu olduğunda da VPN servislerini ve yine Duckduckgo’nun mobil tarayıcısını kullanmak mümkün.


Tabii ki bu sadece bilinçli ve aktivist ruhla Internet kullanan “küçük bir kitleye” özgü bir kullanım pratiği gibi görünüyor ilk aşamada. Zira kolaylıkla erişilebilen tarayıcılar ve bilgisayarlarla ya da mobil cihazlarla gelen uygulamalar bu önerdiğim özelliklerin çoğunu içermiyor.



Sonuç olarak devletlerin de bireylerin de Internet’le ve yeni iletişim teknolojileriyle ilişkilerini tekrar sorgulamaları gereken bir çağda olduğumuz kesinleşmiş durumda. Cambridge Analytica skandalının “skandal” olmasının temel sebebi ise devletlerce uygulamaya dökülen gözetim rejimlerini ifşa eden Snowden sızıntısının aksine rekabetçi bir alanda fark yaratmış olması ve bu farkın belirli bir grubun hoşuna gitmemiş olması. Tartışmanın yalnızca Cambridge Analytica, Trump ve Britanya sağı eksenine sıkışmaması tam da bu yüzden önemli.

Kaynak:
http://platform24.org/yazarlar/2909/cambridge-analytica-skandali-bize-ne-anlatiyor
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 22, 2018 23:49

March 17, 2018

Moment Journal CFP: Creative Industries and Creative Labor

[image error]


Policy discourses on creative industries dominate the public agenda in diverse national contexts including England, USA, Australia, South Korea, China, and Turkey, promising remedies to internal problems of capitalism such as employment and economic growth. Policy makers generally endorse the discourse of creative industries, whereas researchers and artists adopt a more ambivalent stance. Researchers of cultural studies and cultural policy have also focused on the question of creative industries along with researchers of political economy of communications. It is in this context that we are inviting critical and interdisciplinary perspectives on creative industries, creative labor, creative industry policies and policy discourses, practices, and the experience of subjects located in these industries.


How, then, should we grasp policy makers and urban actors’ love for creative industries? In what context should we situate their passion towards creative industries?


The creative industry discourse has been popularized since 2000s by the works of John Howkins, Charles Landry, Richard Florida, and Britiain’s DCMS (Department for Culture, Media, and Sport). At the center of this discourse lie its claims to resolve unemployment derived from deindustrialization, as well as its promises to revitalize urban spaces and therefore create the “smart cities” of the 21st century. These policies mainly aimed to create the ideal topography of creative cities by attracting “creative class,” namely the creative labor force. Nevertheless, it has also been emphasized that this very creative workforce, especially within labor processes shaped by digital technologies, faces a serious form of precarization.


Responses to the question “What is a creative industry?” vary. The umbrella of creative industries includes toy industry, film, television, research and development, software, digital games, museums and heritage industries, tourism, culinary arts, libraries, fashion, and cosmetics etc. Conceptual debates regarding creativity and creative industries are also numerous. Here is a list of some of the commonly used concepts: creative labor (David Hesmondhalgh and Sarah Baker), cultural work (Mark Banks), venture labor (Gina Neff), immaterial labor (Maurizio Lazzarato, Michael Hardt and Antonio Negri), hope labor (Kathleen Kuehn and TC Corrigan), aspirational labor (Brooke Erin Duffy), digital labor (Christian Fuchs, Trebor Scholz). And it is possible to extend the list of cases and conceptualizations regarding creative industries.


In this Special Issue (Creative Industries and Creative Labor) of Moment Journal, we aim to contribute to the contested terrain of diverse policies and discourses with theoretical and empirical studies. We invite authors to contribute to our Special Issue with articles on topics including but not limited to:



Creative labor, labor processes and degradation of labor
Identity processes of industry professionals
Digital technologies, creative labor and everyday life
Creative labor and ethnography
Soap opera industry, digital game industry, journalism and digital technologies
Gender and creativity/creative labor
Creative industries, vulnerable groups and social inclusion
Ethnic identities and creative labor
Creativity and inequalities
Creative industries and public policies
Different national contexts and creative industry policies
Turkish governments’ creative industry and creative labor policies in historical terms and within the contemporary moment
Fluid borders between culture policies and creative industry policies
Creative industries and universities
Creative industries and city; the topography of free trade zones and creativity
The relationship between creative industries and techno-cities and development agencies; institutional frameworks
Transnational bodies (UNCTAD, UNESCO etc.) and their involvement in creative industry policies
Creative industries and intellectual property
From cultural to creative industries: historical perspectives
Theoretical approaches to creative industries and creative labor
Creative industry and creative labor in non-Western contexts

Media and creative industries play a vital role in the formation, reproduction, and transformation of power relations at a global scale. On the one hand, governments are struggling to attract creative industries to their geographies. On the other hand, college graduates are trying hard to find employment within these sectors. Moment Journal is expecting to receive your empirical and theoretical submissions to this interdisciplinary Special Issue and provide a ground for this ongoing debate.


Special Issue Editors: Ergin Bulut, Serhat Kaymas, Mutlu Binark


Submission process:


Deadline for article submission: September 3rd 2018. Please use Moment Journal’s online submission system. For details, see http://momentdergi.org/index.php/momentdergi/about/submissions


 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 17, 2018 03:57

Moment Dergi Çağrı Metni:Yaratıcı Endüstriler ve Yaratıcı Emek

[image error]


Yaratıcı endüstrilere dair çeşitli politika söylemleri, İngiltere, ABD, Avustralya, Güney Kore, Çin ve Türkiye’nin de aralarında olduğu pek çok ülkenin gündemindedir. Bu yeni alanın istihdam ve ekonomik büyüme gibi kapitalizmin içsel problemlerine çare olacağı düşününülmektedir. Politika yapan aktörler, yaratıcı endüstri söylemini genel olarak hevesle benimserken, araştırmacılar ve sanatçılar bu konuda daha ikircikli bir tutum benimsiyorlar. Nitekim kültürel çalışmalar ve kültür politikaları odaklı akademik çalışmalar da, ekonomi politik literatürünün üzerinde yoğunlaştığı bu alana ancak son yıllarda yöneldiler. Bu bağlamda, yaratıcı endüstri ve yaratıcı emeğe dair politikaların, söylemlerin, öznelerin deneyimlerinin ve uygulama alanlarının, eleştirel ve disiplinlerarası perspektifle ele alınması acil bir ihtiyaçtır. Peki hükümetlerin, politika üreten aktörlerin ve kentleri yönetenlerin yaratıcı endüstri aşkını nasıl anlamalı ve hangi tarihsel bağlamda konumlandırmalıyız? Yaratıcı endüstrilere ilişkin söylem 2000’li yıllardan itibaren John Hawkins, Charles Landry, Richard Florida ve İngiltere Kültür, Medya ve Spor Bakanlığı tarafından popülerleştirilmiştir. Bu söylemin merkezinde, yaratıcı endüstrilerin özellikle sanayisizleşmenin getirdiği işsizlik sorununa çare üreteceği, kent mekânlarını canlandıracağı ve böylece 21. yüzyılın ‘akıllı’ kentlerini yaratacağı iddiaları yer almaktadır. Söz konusu politikalarla birlikte, kentlerin ‘yaratıcı sınıfı,’ yani yaratıcı iş gücünü çekmesi ve dolayısıyla da yaratıcı endüstrilerin ideal bir topoğrafyasının oluşturulması hedeflenmekteydi. Ancak bu bağlamda yaratıcı iş gücünün, özellikle dijital teknolojilerin dahil olduğu emek süreçlerinde, ciddi bir güvencesizleşme ile karşı karşıya olduğu da sıklıkla dile getirilmektedir. ‘Yaratıcı endüstri nedir?’ sorusuna verilen yanıtlar ise çok farklı: Liste oyuncak sanayi, film, televizyon, araştırma ve geliştirme, yazılım, dijital oyun, müzecilik, turizm, mutfak sanatları, kütüphanecilik, moda, estetik ve kozmetik şeklinde uzayıp gidiyor. Elbette yaratıcı endüstrilerdeki sektörler kadar, literatürdeki kavramsal tartışmalar da oldukça çeşitli. İşte bu kavramlardan bazıları: Yaratıcı emek (David Hesmondhalgh ve Sarah Baker), kültür emeği (Mark Banks), girişim emeği (venture labor-Gina Neff), gayrı maddi emek (Maurizio Lazzarato, Michael Hardt ve Antonio Negri), umut emeği (Kathleen Kuehn ve TC Corrigan), arzu emeği (aspirational labor-Brooke Erin Duffy), dijital emek (Christian Fuchs, Trebor Scholz). Dolayısıyla, yaratıcı endüstrilere dair vakalar ve kavramsallaştırma çabalarını çoğaltmak mümkün. Tüm bu gelişmelere bağlı olarak, medya ve yaratıcı endüstriler, küresel anlamda iktidarın kurulması, yeniden üretilmesi ve dönüştürülmesinde merkezi konumda yer alıyor. Hükümetler yaratıcı endüstrileri kendi ülkelerine ve gözde şehirlere çekmek için, üniversite mezunları ise bu sektörlerde çalışmak için can atıyor. Moment Dergi’nin Yaratıcı Endüstri, Yaratıcı Emek Özel sayısında, medya endüstrilerinin merkezinde yer aldığı bu çatışmalı politikalar ve söylemler bütününe, teorik ve ampirik çalışmalarla katkı sunmayı hedefliyoruz. Bu sayı için farklı disiplin ve yaklaşımlardan, kuramsal tartışma ve/veya özgün araştırma üzerine kurulu yazılarınızı bekliyoruz .


Bu sayı ile birlikte aşağıdaki tüm tartışmalara bir zemin sağlamak istiyoruz.


• Yaratıcı emek, emek süreçleri, emeğin vasıfsızlaşması


• Endüstri çalışanlarının kimlik süreçleri


• Dijital teknolojiler, yaratıcı emek ve gündelik hayat


• Yaratıcı emek ve etnografi • Dizi endüstrisi, dijital oyun endüstrisi, gazetecilik emeği ve dijital teknolojiler


• Toplumsal cinsiyet ve yaratıcılık/yaratıcı emek


• Etnik kimlikler ve yaratıcı emek


• Yaratıcılık ve eşitsizlikler


• Yaratıcı endüstriler ve kamu politikaları


• Yaratıcı endüstri politikalarında farklı ülke deneyimleri


• Türkiye’de hükümetlerin tarihsel anlamda ve güncel dönemde yaratıcı endüstri ile emek politikaları


• Kültür politikaları ve yaratıcı endüstri söylemi arasındaki geçişkenlik


• Yaratıcı endüstriler ve üniversiteler


• Yaratıcı endüstriler ve kent, serbest ticaret bölgeleri ve yaratıcılığın topografyasının üretimi


• Yaratıcı endüstriler tekno-kentler ve kalkınma ajansları ilişkisi, kurumsal yapılar


• Ulus ötesi/aşırı kuruluşların (UNCTAD, UNESCO vb.) yaratıcı endüstri politikasına dahil olması


• Yaratıcı endüstri ve telif hakları


• Kültür endüstrilerinden yaratıcı endüstrilere tarihsel perspektifler


• Yaratıcı endüstrilere ve yaratıcı emeğe dair teorik yaklaşımlar


• Batı-dışı coğrafyalarda yaratıcı endüstri ve yaratıcı emek


Yazı teslim süreci: Değerlendirilmesini istediğiniz yazılarınızın, 3 Eylül 2018 tarihine kadar Moment Dergi’ye internet üzerinden teslim edilmesi gerekmektedir.


Tema editörleri: Ergin Bulut, Serhat Kaymas, Mutlu Binark


Moment Dergi’ye makale gönderme koşullarıyla ilgili detaylı bilgi için bakınız: http://momentdergi.org/index.php/momentdergi/about/submissions

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 17, 2018 03:52

Moment Dergi Çağrı Metni:Yaratıcı Endüstriler ve Yaratıcı Emek

[image error]


Yaratıcı endüstrilere dair çeşitli politika söylemleri, İngiltere, ABD, Avustralya, Güney Kore, Çin ve Türkiye’nin de aralarında olduğu pek çok ülkenin gündemindedir. Bu yeni alanın istihdam ve ekonomik büyüme gibi kapitalizmin içsel problemlerine çare olacağı düşününülmektedir. Politika yapan aktörler, yaratıcı endüstri söylemini genel olarak hevesle benimserken, araştırmacılar ve sanatçılar bu konuda daha ikircikli bir tutum benimsiyorlar. Nitekim kültürel çalışmalar ve kültür politikaları odaklı akademik çalışmalar da, ekonomi politik literatürünün üzerinde yoğunlaştığı bu alana ancak son yıllarda yöneldiler. Bu bağlamda, yaratıcı endüstri ve yaratıcı emeğe dair politikaların, söylemlerin, öznelerin deneyimlerinin ve uygulama alanlarının, eleştirel ve disiplinlerarası perspektifle ele alınması acil bir ihtiyaçtır. Peki hükümetlerin, politika üreten aktörlerin ve kentleri yönetenlerin yaratıcı endüstri aşkını nasıl anlamalı ve hangi tarihsel bağlamda konumlandırmalıyız? Yaratıcı endüstrilere ilişkin söylem 2000’li yıllardan itibaren John Hawkins, Charles Landry, Richard Florida ve İngiltere Kültür, Medya ve Spor Bakanlığı tarafından popülerleştirilmiştir. Bu söylemin merkezinde, yaratıcı endüstrilerin özellikle sanayisizleşmenin getirdiği işsizlik sorununa çare üreteceği, kent mekânlarını canlandıracağı ve böylece 21. yüzyılın ‘akıllı’ kentlerini yaratacağı iddiaları yer almaktadır. Söz konusu politikalarla birlikte, kentlerin ‘yaratıcı sınıfı,’ yani yaratıcı iş gücünü çekmesi ve dolayısıyla da yaratıcı endüstrilerin ideal bir topoğrafyasının oluşturulması hedeflenmekteydi. Ancak bu bağlamda yaratıcı iş gücünün, özellikle dijital teknolojilerin dahil olduğu emek süreçlerinde, ciddi bir güvencesizleşme ile karşı karşıya olduğu da sıklıkla dile getirilmektedir. ‘Yaratıcı endüstri nedir?’ sorusuna verilen yanıtlar ise çok farklı: Liste oyuncak sanayi, film, televizyon, araştırma ve geliştirme, yazılım, dijital oyun, müzecilik, turizm, mutfak sanatları, kütüphanecilik, moda, estetik ve kozmetik şeklinde uzayıp gidiyor. Elbette yaratıcı endüstrilerdeki sektörler kadar, literatürdeki kavramsal tartışmalar da oldukça çeşitli. İşte bu kavramlardan bazıları: Yaratıcı emek (David Hesmondhalgh ve Sarah Baker), kültür emeği (Mark Banks), girişim emeği (venture labor-Gina Neff), gayrı maddi emek (Maurizio Lazzarato, Michael Hardt ve Antonio Negri), umut emeği (Kathleen Kuehn ve TC Corrigan), arzu emeği (aspirational labor-Brooke Erin Duffy), dijital emek (Christian Fuchs, Trebor Scholz). Dolayısıyla, yaratıcı endüstrilere dair vakalar ve kavramsallaştırma çabalarını çoğaltmak mümkün. Tüm bu gelişmelere bağlı olarak, medya ve yaratıcı endüstriler, küresel anlamda iktidarın kurulması, yeniden üretilmesi ve dönüştürülmesinde merkezi konumda yer alıyor. Hükümetler yaratıcı endüstrileri kendi ülkelerine ve gözde şehirlere çekmek için, üniversite mezunları ise bu sektörlerde çalışmak için can atıyor. Moment Dergi’nin Yaratıcı Endüstri, Yaratıcı Emek Özel sayısında, medya endüstrilerinin merkezinde yer aldığı bu çatışmalı politikalar ve söylemler bütününe, teorik ve ampirik çalışmalarla katkı sunmayı hedefliyoruz. Bu sayı için farklı disiplin ve yaklaşımlardan, kuramsal tartışma ve/veya özgün araştırma üzerine kurulu yazılarınızı bekliyoruz .


Bu sayı ile birlikte aşağıdaki tüm tartışmalara bir zemin sağlamak istiyoruz.


• Yaratıcı emek, emek süreçleri, emeğin vasıfsızlaşması


• Endüstri çalışanlarının kimlik süreçleri


• Dijital teknolojiler, yaratıcı emek ve gündelik hayat


• Yaratıcı emek ve etnografi • Dizi endüstrisi, dijital oyun endüstrisi, gazetecilik emeği ve dijital teknolojiler


• Toplumsal cinsiyet ve yaratıcılık/yaratıcı emek


• Etnik kimlikler ve yaratıcı emek


• Yaratıcılık ve eşitsizlikler


• Yaratıcı endüstriler ve kamu politikaları


• Yaratıcı endüstri politikalarında farklı ülke deneyimleri


• Türkiye’de hükümetlerin tarihsel anlamda ve güncel dönemde yaratıcı endüstri ile emek politikaları


• Kültür politikaları ve yaratıcı endüstri söylemi arasındaki geçişkenlik


• Yaratıcı endüstriler ve üniversiteler


• Yaratıcı endüstriler ve kent, serbest ticaret bölgeleri ve yaratıcılığın topografyasının üretimi


• Yaratıcı endüstriler tekno-kentler ve kalkınma ajansları ilişkisi, kurumsal yapılar


• Ulus ötesi/aşırı kuruluşların (UNCTAD, UNESCO vb.) yaratıcı endüstri politikasına dahil olması


• Yaratıcı endüstri ve telif hakları


• Kültür endüstrilerinden yaratıcı endüstrilere tarihsel perspektifler


• Yaratıcı endüstrilere ve yaratıcı emeğe dair teorik yaklaşımlar


• Batı-dışı coğrafyalarda yaratıcı endüstri ve yaratıcı emek


Yazı teslim süreci: Değerlendirilmesini istediğiniz yazılarınızın, 3 Eylül 2018 tarihine kadar Moment Dergi’ye internet üzerinden teslim edilmesi gerekmektedir.


Tema editörleri: Ergin Bulut, Serhat Kaymas, Mutlu Binark


Moment Dergi’ye makale gönderme koşullarıyla ilgili detaylı bilgi için bakınız: http://momentdergi.org/index.php/momentdergi/about/submissions

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 17, 2018 03:52

February 11, 2018

Geleneksel Radyo Yayıncılığına Sosyal Medyanın Getirdiği Yenilikler: Yeni Medya Eski İnsan Programı Twitter Hesap İncelemesi

Yazan: Şule Karataş Özaydın, Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Görevlisi


TRT Ankara Radyosu ve Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi işbirliğiyle 2016 yılında yayın hayatına başlayan Yeni Medya Eski İnsan programı, geleneksel radyo programcılığıyla sosyal medyayı bir araya getirdi.  Sosyal medyanın geleneksel bir radyo programına getirdiği yenilikleri tartışmadan önce Yeni Medya Eski İnsan programını özce tanıtmak faydalı olacaktır. 2018 yılına kadar TRT Radyo 1’de her Pazartesi günü saat 11:00-12:00 arasında canlı olarak yayınlanan Yeni Medya Eski İnsan programının yapımcılığını Ayşe Yürük ve sunumunu spiker Bilge Demirağ üstlendi. Programın danışmanlığını Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Televizyon ve Sinema Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mutlu Binark ile yine aynı üniversiteden Arş. Gör. Şule Karataş Özaydın gerçekleştirdi.


[image error]


100. programla yayın hayatına veda eden Yeni Medya Eski İnsan programında yeni iletişim teknolojilerinin toplumsal, ekonomik, siyasal, kültürel ve tarihi etkileri ile haftalık ele alınan konuyla ilgili güncel bilimsel araştırmalar paylaşıldı. Her hafta yeni medyayla ilişkili olarak farklı konu başlıklarına yer verilen programda dinleyicilerle çeşitli biçimlerde iletişim ve etkileşim kurma yoluna gidildi. Bu yollardan bir tanesini geleneksel radyoculukta da sıklıkla kullanılan telefonla iletişim oluşturdu. İstanbul, Edirne, Gümüşhane gibi çeşitli illerden dinleyiciler, programın canlı olarak yayınlandığı TRT Radyo 1’i telefonla arayarak sorularıyla ve görüşleriyle programa katkıda bulundular.


Yeni Medya Eski İnsan programında iki yıl boyunca aktif olarak kullanılan bir diğer iletişim yolu sosyal medya oldu. Program yayın hayatına başlamadan önce Aralık 2015 tarihinde @yeniolanne adıyla bir Twitter hesabı açıldı. Bu Twitter hesabı, programda “Haftanın Başucu” köşesini de hazırlayan Şule Karataş Özaydın tarafından yönetildi. Karataş Özaydın’ın yanı sıra içerik oluşturulması ve paylaşım yapılması hususunda Prof. Dr. Mutlu Binark da katkı sağladı. @yeniolanne Twitter hesabında yeni medyayla ilgili dünyadan ve Türkiye’den güncel haberler ve araştırmalar paylaşıldı. Bununla beraber, @yeniolanne hesabının asıl amacı Yeni Medya Eski İnsan programında yer verilen tartışmaları zaman ve mekandan bağımsız kılmaktı. TRT Ankara Radyosu’na ait bir stüdyodan sadece radyo dinleyicilerine ulaşan ve 1 saat ile sınırlandırılan  program içeriğini Twitter’a taşımak yakınsama/yöndeşme kültürünün (convergence culture) önemli bir göstergesi olmuştur. Henry Jenkins’in (2006) ifade ettiği gibi bu kültürde artık içerikler akışkan haldedirler ve platformlar arasında gezinirler. Böylelikle, zaman ve mekan sınırlılıkları ortadan kalkmıştır.


Yeni Medya Eski İnsan programı, yayın hayatı boyunca sadece radyo dinleyicilerine ve Twitter kullanıcılarına ulaşmakla kalmamış aynı zamanda dinleyicileri ve takipçileri arasında çevrimiçi bir köprü kurmuştur. Twitter’ın etkileşim (mention) özelliği, radyo programının dinleyicilerine ve Twitter’dan takip eden kullanıcılarına birlikte söz söyleme ve tartışma imkanı sağlamıştır.


Yeni Medya Eski İnsan programında Twitter’ın ağ mimarisi göz önüne alınarak her hafta programın konu başlığına uygun olarak bir etiket (#) belirlenmiştir. Konu başlıklarına göre belirlenen bu etiketler, @yeniolanne hesabını takipte olmayan insanların da programın içeriğine erişmesini sağlamıştır. Bununla beraber, etiketler hangi konu başlıklarının daha fazla ilgi çektiğini ortaya çıkarmıştır. Twitter Şirketi’nin @yeniolanne hesabı için sunduğu istatistikler dikkate alındığında Yeni Medya Eski İnsan programının 2016 ve 2017 yıllarının en fazla etkileşim alarak ön plana çıkan etiketleri şöyle olmuştur:


 





 

2017 Ön Plana Çıkan Etiketler
 


2016 Ön Plana Çıkan Etiketler


#edebiyatvesosyalmedya
#kadınyazılımcı


#kimlikhırsızlığı
#çocuklarveyenimedya


#ErasmusPlus
#e-devlet


#belediyelervesosyalmedya
#özçekim


#dijitaleğitim
#dilimizveyenimedya


#dijitaleşitsizlik
#duygularveyenimedya


#mobilhabercilik
#eğitimveyenimedya


#sağlıkokuryazarlığı
#taşradasosyalmedya



2016 ve 2017 yıllarında ön plana çıkan konu başlıklarına bakıldığında aslında program takipçilerinin pek çok farklı konuya ilgi gösterdikleri görülmektedir. Yeni Medya Eski İnsan programının sağlamış olduğu konu çeşitliliği etiket kullanımı sayesinde görünür kılınmıştır. Geleneksel bir radyo programı için @yeniolanne Twitter hesabı yazılı ve görsel bir arşiv görevi görmüştür.


Her hafta birbirinden farklı konu başlıklarının uzman konuklarla ele alındığı Yeni Medya Eski İnsan programının Twitter hesabında aktif 392 takipçi bulunmaktadır. Bu takipçilerin G’si kadın ve S’ü erkektir. Beğeni ve RT aracılığıyla varlıklarını her zaman hissettiren @yeniolanne hesabının takipçileri, Twitter’dan ilettikleri soru ve görüşleriyle canlı yayına zenginlik katmışlardır.


Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki Yeni Medya Eski İnsan radyo programı 25 Aralık 2017 tarihinde son buldu fakat program içerikleri dijital ortamda varlığını sürdürmeye devam etmektedir. Program bitmesine rağmen @yeniolanne Twitter hesabını takip etmeyi bırakmayan 392 takipçiye de selam olsun!


Son Not: Yeni Medya Eski İnsan programının dijital arşivine buradan ulaşılabilir.


Kaynakça


Jenkins, H. (2006). Convergence Culture: Where Old and New Media Collide. New York: New York University Press.


 


 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 11, 2018 10:43

February 8, 2018

“İnternet Sansüründe Bir RTÜK Eksikti, O da Oldu” Prof.Dr. Yaman Akdeniz’in açıklamasıyla yeni torba yasa tasarısındaki İnternet regülasyonunu değerlendirelim…

Yazı/Haber: Elif Akgül


Yeni torba yasayla getirilmek istenen RTÜK’e internet yayınlarına müdahale yetkisini Prof. Akdeniz değerlendirdi: “Türkiye’de internette yayın yapan yayın kuruluşları hedef alınacak. Bu her ne kadar Adnan Oktar’ın A9’u ile tartışılsa da olayın esası Oktar değil.”

 


Yeni torba yasaya eklenen Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) yasasına internet yayınları için lisans verme, lisans iptal etme ve Sulh Ceza Hakimlikleri aracılığıyla erişim engelletme yetkisi vermesine ilişkin tasarıyı, YouTube sansürünü AİHM’de mahkum ettiren sürecin mimarlarından hukuk profesörü Yaman Akdeniz değerlendirdi.


Prof. Akdeniz: Hedef internette yayın yapan muhalif siteler

bianet’e konuşan Prof. Dr. Akdeniz, 5651 sayılı internet içeriklerinin kaldırılmasını düzenleyen yasa ile zaten erişim engellendiğini hatırlatarak, “Siyasi kişiler, Bakanlıklar, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu erişim engelleyebiliyordu, bir de bunlara RTÜK eklendi” diyor.






Yasada ne var?

* İnternette yayın yapmak isteyen medya hizmet sağlayıcılar Üst Kuruldan yayın lisansı, bu yayınları internet ortamından iletmek isteyen platform işletmecileri yayın iletim yetkisialmak zorunda.


* Üst Kuruldan alınan geçici yayın hakkı ve/veya yayın lisansı bulunmayan ya da bu hak ve/veya lisansı iptal edilen gerçek ve tüzel kişilerin yayın hizmetleri RTÜK tarafından tespit edilirse RTÜK’ün talebi üzerine sulh ceza hakimi tarafından içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesine karar verilebilir.


* İçerik veya yer sağlayıcısının yurtdışındaysa da “Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu Üst Kurulun görev alanına ilişkin uluslararası anlaşmalar ve bu Kanun hükümlerine aykırı yayın yaptığı Üst Kurulca tespit edilen” internet ortamından Türkçe, Türkiye’ye yönelik yayın yapan veya yayın dili Türkçe olmamakla birlikte Türkiye’ye yönelik ticari iletişim yayınlarına yer veren yayın kuruluşlarının için de aynı süreç işler.


* Bu kuruluşların internet ortamındaki yayınlarına devam edebilmeleri geçici yayın hakkı ve/veya yayın lisansı, bu kapsamdaki platform işletmecilerinin de yayın iletim yetki belgesi alması zorunlu.



Tasarı halindeki torba yasanın 73. maddesinde yer alan değişiklikle sadece internette yayın yapan kurucuların RTÜK’ten yayın yetkisi alma zorunluğu getiriliyor, tasarı yasalaşırsa lisans ya da geçici lisans almayanlar RTÜK’ün talebi doğrultusunda Sulh Ceza Hakimliklerinden 24 saatte çıkacak bir kararla erişime engellenebilecek.


Prof. Akdeniz, bu tasarı ile özellikle internette yayın yapan muhalif haber sitelerinin hedef alınacağını söylüyor.


“Hedeflenen 3 kategori var. Birincisi Türkiye’de bulunan ve internette görsel yayın yapan yayın kuruluşlar hedef alınacak. Bu her ne kadar Adnan Oktar’ın A9’u ile tartışılsa da olayın esasının Oktar olduğunu düşünmüyorum.


“İkincisi yurtdışında kurulmuş ama Türkiye’ye odaklı yayın yapan kuruluşlar hedef alınacak, Özgürüz ya da Artı TV gibi.


“Üçüncüsü ise sadece internette yayın yapan özel şirketleri de kapsayacak, Netflix, Puhu TV, BluTV gibi.”


Peki ne olacak?

Tasarı radyo ve televizyonların internet yayınlarını, sadece internette yayın yapan televizyon ve radyoları, yurtdışından Türiye’ye yönelik internette yayın yapanlar, blog, site ve uygulama üzerinden yapılan video yayınları (streamler) kapsıyor.


Netflix, Blu TV…

* Tasarı yasalaşırsa, RTÜK, Netflix ya da BluTV gibi dizi, sinema, belgesel yayını yapan platformlarda aynı karasal yayında yaptığı gibi değerlendirme ve rapor hazırlayabilecek. Akdeniz, bu durumda içeriği sağlayan hizmetin içerik kaldırma talebi ile bilgilendirilebileceğini söylüyor.


Ama misal Game of Thrones hakkında bir şikayet olduğu takdirde RTÜK yayınla ilgili “müstehcenlik”, “gençlerin gelişimini kötü etkileme” gibi bir gerekçeyle rapor hazırlayıp, platformdan içeriğin kaldırılmasını isteyebilecek, kaldırılmayan içerik nedeniyle hizmetin kendisi erişime engellenebilecek. Bu durumda korsan yayınlar haricinde, telifli bir şekilde izlenen eserlerin yayınlanmayacağı ya da sansürlenebileceği anlamına geliyor.


Persicope da etkilenebilir, Faceboook da

* Yine tasarı, internette videolu (canlı ya da kayıttan) yayın yapan herhangi bir sitenin de lisans almasını zorunlu kılıyor. Bu ne demek? Örneğin ABD’de görülen Reza Zarrab davasında olduğu gibi duruşmada olup bitenleri kendi Facebook ya da Periscope hesaplarından yayınlayan kişilerin sayfaları da “lisans olmadığı” gerekçesiyle erişime engellenebilecek.


* Bir diğer ihtimalse, halihazırda yayını olan televizyon kanalları da, internette yaptığı ama uydu yahut dijitaldeki televizyon yayınında yer vermediği içerikler nedeniyle ceza alabilecek, cezalardan sadece internet değil, geleneksel televizyon yayını da etkilenebilecek.


“İnternette frekans sınırı yok ki lisans gereksin”

Prof. Akdeniz, uydu ya da kabloludaki televizyon frekansı, ya da radyo için FM’deki frekans sayısının belli olduğunu, bu durumda lisansın bir gereklilik olduğunu söylüyor.


“Frekans sayısı sınırlı olduğu için lisans gerekiyor. Örneğin en son NTV Spor’u satın alan Discovery Channel aslında NTV Spor’un frekansını satın almış durumda. Ama internette böyle bir sıkıntı yok.


“Dolayısıyla burada müdahaleyi gerektirecek bir durum da yok. Tasarı bu nedenle aslında kullanıcıların haber ve bilgi almak için eriştiği kanalları engellemek.”


“AYM ve AİHM süreçleri çok hantal”

Torba yasaya eklenmiş değişiklikle sürecin şeffaflıktan uzak yürütüldüğünü vurgulayan Prof. Akdeniz, Türkiye’de bu tip yasalara yönelik hukuki sürecin de işlemediğini vurguluyor.


Tasarı yasalaştığı takdirde uygulamaya geçerse Anayasa Mahkemesi’ne ve sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de başvuracaklarını söyleyen Prof. Akdeniz yargı yolunun yavaşlığını da eleştiriyor:


“Ama bu süreçler de çok hantal. Hem Wikipedia yasağında hem de tutuklu gazetecilerin başvurularında göründüğü gibi AYM’de de AİHM’de de süreç çok yavaş yürüyor. Ama bu örneklerde ihlal olup bitmiş değil, sürekli olarak devam ediyor. Bu süreçlerde AYM ve AİHM’in de hızlı karar alması gerekiyor.”


Tasarıdaki maddeye şu bağlantıdan ulaşabilirsiniz. (EA)


Kaynak:


 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 08, 2018 22:53

“İnternet Sansüründe Bir RTÜK Eksikti, O da Oldu” Prof.Dr. Yaman Akdeniz’in açıklamasıyla yeni torba yasa tasarısındaki İnternet regülasyonunu değerlendirelim…

Yazı/Haber: Elif Akgül


Yeni torba yasayla getirilmek istenen RTÜK’e internet yayınlarına müdahale yetkisini Prof. Akdeniz değerlendirdi: “Türkiye’de internette yayın yapan yayın kuruluşları hedef alınacak. Bu her ne kadar Adnan Oktar’ın A9’u ile tartışılsa da olayın esası Oktar değil.”

 


Yeni torba yasaya eklenen Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) yasasına internet yayınları için lisans verme, lisans iptal etme ve Sulh Ceza Hakimlikleri aracılığıyla erişim engelletme yetkisi vermesine ilişkin tasarıyı, YouTube sansürünü AİHM’de mahkum ettiren sürecin mimarlarından hukuk profesörü Yaman Akdeniz değerlendirdi.


Prof. Akdeniz: Hedef internette yayın yapan muhalif siteler

bianet’e konuşan Prof. Dr. Akdeniz, 5651 sayılı internet içeriklerinin kaldırılmasını düzenleyen yasa ile zaten erişim engellendiğini hatırlatarak, “Siyasi kişiler, Bakanlıklar, Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu erişim engelleyebiliyordu, bir de bunlara RTÜK eklendi” diyor.






Yasada ne var?

* İnternette yayın yapmak isteyen medya hizmet sağlayıcılar Üst Kuruldan yayın lisansı, bu yayınları internet ortamından iletmek isteyen platform işletmecileri yayın iletim yetkisialmak zorunda.


Üst Kuruldan alınan geçici yayın hakkı ve/veya yayın lisansı bulunmayan ya da bu hak ve/veya lisansı iptal edilen gerçek ve tüzel kişilerin yayın hizmetleri RTÜK tarafından tespit edilirse RTÜK’ün talebi üzerine sulh ceza hakimi tarafından içeriğin çıkarılması ve/veya erişimin engellenmesine karar verilebilir.


* İçerik veya yer sağlayıcısının yurtdışındaysa da “Türkiye Cumhuriyetinin taraf olduğu Üst Kurulun görev alanına ilişkin uluslararası anlaşmalar ve bu Kanun hükümlerine aykırı yayın yaptığı Üst Kurulca tespit edilen” internet ortamından Türkçe, Türkiye’ye yönelik yayın yapan veya yayın dili Türkçe olmamakla birlikte Türkiye’ye yönelik ticari iletişim yayınlarına yer veren yayın kuruluşlarının için de aynı süreç işler.


* Bu kuruluşların internet ortamındaki yayınlarına devam edebilmeleri geçici yayın hakkı ve/veya yayın lisansı, bu kapsamdaki platform işletmecilerinin de yayın iletim yetki belgesi alması zorunlu.



Tasarı halindeki torba yasanın 73. maddesinde yer alan değişiklikle sadece internette yayın yapan kurucuların RTÜK’ten yayın yetkisi alma zorunluğu getiriliyor, tasarı yasalaşırsa lisans ya da geçici lisans almayanlar RTÜK’ün talebi doğrultusunda Sulh Ceza Hakimliklerinden 24 saatte çıkacak bir kararla erişime engellenebilecek.


Prof. Akdeniz, bu tasarı ile özellikle internette yayın yapan muhalif haber sitelerinin hedef alınacağını söylüyor.


“Hedeflenen 3 kategori var. Birincisi Türkiye’de bulunan ve internette görsel yayın yapan yayın kuruluşlar hedef alınacak. Bu her ne kadar Adnan Oktar’ın A9’u ile tartışılsa da olayın esasının Oktar olduğunu düşünmüyorum.


“İkincisi yurtdışında kurulmuş ama Türkiye’ye odaklı yayın yapan kuruluşlar hedef alınacak, Özgürüz ya da Artı TV gibi.


“Üçüncüsü ise sadece internette yayın yapan özel şirketleri de kapsayacak, Netflix, Puhu TV, BluTV gibi.”


Peki ne olacak?

Tasarı radyo ve televizyonların internet yayınlarını, sadece internette yayın yapan televizyon ve radyoları, yurtdışından Türiye’ye yönelik internette yayın yapanlar, blog, site ve uygulama üzerinden yapılan video yayınları (streamler) kapsıyor.


Netflix, Blu TV…

* Tasarı yasalaşırsa, RTÜK, Netflix ya da BluTV gibi dizi, sinema, belgesel yayını yapan platformlarda aynı karasal yayında yaptığı gibi değerlendirme ve rapor hazırlayabilecek. Akdeniz, bu durumda içeriği sağlayan hizmetin içerik kaldırma talebi ile bilgilendirilebileceğini söylüyor.


Ama misal Game of Thrones hakkında bir şikayet olduğu takdirde RTÜK yayınla ilgili “müstehcenlik”, “gençlerin gelişimini kötü etkileme” gibi bir gerekçeyle rapor hazırlayıp, platformdan içeriğin kaldırılmasını isteyebilecek, kaldırılmayan içerik nedeniyle hizmetin kendisi erişime engellenebilecek. Bu durumda korsan yayınlar haricinde, telifli bir şekilde izlenen eserlerin yayınlanmayacağı ya da sansürlenebileceği anlamına geliyor.


Persicope da etkilenebilir, Faceboook da

* Yine tasarı, internette videolu (canlı ya da kayıttan) yayın yapan herhangi bir sitenin de lisans almasını zorunlu kılıyor. Bu ne demek? Örneğin ABD’de görülen Reza Zarrab davasında olduğu gibi duruşmada olup bitenleri kendi Facebook ya da Periscope hesaplarından yayınlayan kişilerin sayfaları da “lisans olmadığı” gerekçesiyle erişime engellenebilecek.


* Bir diğer ihtimalse, halihazırda yayını olan televizyon kanalları da, internette yaptığı ama uydu yahut dijitaldeki televizyon yayınında yer vermediği içerikler nedeniyle ceza alabilecek, cezalardan sadece internet değil, geleneksel televizyon yayını da etkilenebilecek.


“İnternette frekans sınırı yok ki lisans gereksin”

Prof. Akdeniz, uydu ya da kabloludaki televizyon frekansı, ya da radyo için FM’deki frekans sayısının belli olduğunu, bu durumda lisansın bir gereklilik olduğunu söylüyor.


“Frekans sayısı sınırlı olduğu için lisans gerekiyor. Örneğin en son NTV Spor’u satın alan Discovery Channel aslında NTV Spor’un frekansını satın almış durumda. Ama internette böyle bir sıkıntı yok.


“Dolayısıyla burada müdahaleyi gerektirecek bir durum da yok. Tasarı bu nedenle aslında kullanıcıların haber ve bilgi almak için eriştiği kanalları engellemek.”


“AYM ve AİHM süreçleri çok hantal”

Torba yasaya eklenmiş değişiklikle sürecin şeffaflıktan uzak yürütüldüğünü vurgulayan Prof. Akdeniz, Türkiye’de bu tip yasalara yönelik hukuki sürecin de işlemediğini vurguluyor.


Tasarı yasalaştığı takdirde uygulamaya geçerse Anayasa Mahkemesi’ne ve sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de başvuracaklarını söyleyen Prof. Akdeniz yargı yolunun yavaşlığını da eleştiriyor:


“Ama bu süreçler de çok hantal. Hem Wikipedia yasağında hem de tutuklu gazetecilerin başvurularında göründüğü gibi AYM’de de AİHM’de de süreç çok yavaş yürüyor. Ama bu örneklerde ihlal olup bitmiş değil, sürekli olarak devam ediyor. Bu süreçlerde AYM ve AİHM’in de hızlı karar alması gerekiyor.”


Tasarıdaki maddeye şu bağlantıdan ulaşabilirsiniz. (EA)


Kaynak:


 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 08, 2018 22:53

January 30, 2018

Kitap Değerlendimesi: Güney Hindistan’da Sosyal Medya

Venkatraman, S. (2017). Social Media in South India.Londra: UCL Press, 256 sayfa, ISBN 978-1-911307-94-5


Yazan: Müge Mengü Hale


Shriram Venkatraman’ın University College London Antropoloji bölümünde 2012-2016 yılları arasında yürüttüğü doktora tezi araştırmasının sonucu olarak yazdığı “Social Media in Rural India” (Güney Hindistan’da Sosyal Medya) dijital antropolog Daniel Miller liderliğinde “Global Social Media Impact Study” (GSMIS) ya da “Why We Post” başlığıyla yürütülen ve sosyal medyanın etkisini 8 ülkede araştıran saha monografilerinden biridir ve Güney Hindistan’ın hızla değişen Tamil Nadu bölgesinde gerçekleşen 15 aylık bir etnografik çalışmanın sonuçlarını aktarır.


Why We Post dizisinin her bir monografisi, Miller’ın ekibinden bir antropoloğun araştırdığı bölgede on beş ay boyunca yaşayarak, bölge dilini konuşarak yaptığı araştırmalarla gerçekleşmiştir. Shriram Venkatraman da Hint toplumunda sosyal medyanın etkisini anlama amaçlı 15 aylık araştırmasında çevrimiçi ve çevrimdışı etnografi metodunu uygulamış, Facebook’tan 172, Whatsapp gruplarından 53 kişi, Twitter’dan 41 ve Linkedin’den 67 kişiyle görüşme yapmıştır. (s. 23) Dizinin tüm araştırmalarında olduğu gibi araştırma başlangıcı ve sonunda uygulanan iki anket dışında, veri madenciliği, iletişim günlükleri, iletişim aramaları ve internet tarayıcı arama kayıtları gibi verilerden yararlanmıştır.


Güney Hindistan araştırmaları sonucunda ortaya çıkan monografi 6 bölümden oluşur. Panchagrami çevresi; Sosyal Medya Manzarası: İnsanlar, Algı ve Sosyal Medya; Görsel Paylaşım: Görsel Alanın Sosyal Medyada Devamlılığı; Hısım ve Akrabalık; İş – Ev İkiliği ve Sosyal Medya ve son olarak Bilgi Ekonomisinde Eğitim ve Sosyal Medya başlıkları altında toplanan araştırmanın her bölümü, büyük toplumsal yapıların ve altyapıların sosyal medyaya etkileri ya da sosyal medya üzerinden dönüşümünü incelemektedir. Diğer kitaplarda siyaset, din, devlet ve ticaret yapıları bölüm olarak ele alınmışken, Venkatraman siyaset ve kast yapılarını kitabın her bir bölümü dahilinde incelemeyi uygun bulmuştur.


[image error]Kitabın ilk bölümü Panchagrami’nin değişen sosyo-ekonomik yapısını inceler.  Hint hükümeti tarafından yüzyıl başında Tamil Nadu’nun Panchagrami bölgesindeki beş köy arasına bir Bilişim Teknolojileri (BT) kenti kurulması, daha önce tarımla geçinen bölgeye bilgi ekonomisiyle kalkınma getirmiştir. Panchagrami, araştırma sırasında 30 bin kişilik bir nüfusa sahiptir. Bu nüfusun 14 bini yüzyıllardan beri bölgede yaşayan ve tarımla geçinen yerel Tamil halkıdır. 16 binlik göçle gelen popülasyon ise BT personeli, hizmet sektörü, girişimcilerden ve işçilerden oluşmaktadır. Bunun haricinde, 200 bin kişilik BT’ye çalışan bir işgücü bölgeye günlük olarak gidip gelmektedir.


 


BT bölgesinin getirdiği bilgi ekonomisi bölgeyi kentlileştirmekte, kalkındırmaktadır. BT bölgesinin yarattığı kentsel dönüşümün rantı ile bölgenin yerlisi olan kimi kastlar orta sınıflara atlama fırsatını yakalamıştır ve gelecek kuşaklar için bilişim eksenli eğitim tüm bölge nüfusunun hedefine girmiştir. Ancak yerel halk geleneksel köy yaşamı pratiklerini de sürdürmektedir. Ayrıca gerek yerli halk gerekse BT ile gelen topluluk da hem Hindistan’ın geleneksel kast sistemine hem de hükümetin belirlediği ayrı bir kast kategorizasyonuna mensup bireylerden oluşur.


Venkatraman’ın sosyal medya araştırmasının başında BT popülasyonu teknolojiye kolay ulaşabildiği için sosyal medya kullanımında uzman oldukları, yerel halkın ise yeni teknolojiye kısıtlı erişimiyle sosyal medya kullanımında acemi olduğu varsayılmıştır.


Ancak, Venkatraman araştırma sonucunda Panchagrami halkının günlük hayatına nüfuz etmiş gelenekler ve bu gelenekleri barındıran sosyal kategorilerin etkilerinin sosyal medyada devam etmekte olduğu saptamıştır. Araştırma, bölge insanlarının sosyal medya kullanımının toplumsal değişime neden olup olmadığını araştırırken sosyal medya kullanımında sınıf, yaş, cinsiyet ve kastla gelen yerel pratiklerin etkisinin sürdüğü sonucunu ortaya koyar.


Varsayılan BT personeli ve köylüler ayrımı yüzeysel kalmıştır çünkü Penchagrami’de sosyal medya kullanımı, cinsiyet, akrabalık, yaş, kast, sınıf, din gibi sosyal kategorilerin etkisindeki geleneklerin derin katmanları tarafından belirlenmektedir.


[image error]Kitabın Sosyal Medya Manzarası: İnsanlar, Algı ve Sosyal Medya; Görsel Paylaşım: Görsel Alanın Sosyal Medyada devamlılığı bölümleri Panchagrami’deki sosyal medya kullanım alışkanlıklarını örnekler. Venkatraman 15 ay boyunca yaptığı araştırmalar sonucu iki temel örüntü tespit etmiştir.


Birincisi, iki popülasyonun da çevrimdışı toplumsal yaşantılarını çevrimiçinde de yansıttığı biçimindedir. Öncelikle, sosyal ağlarının oluşturulması sürecinde çevrimdışı kast, cinsiyet, din ve sınıfsal kategoriler belirleyicidir. Bu noktada “ağ homofilisi” adı verilen dış ağlardaki benzeşseverlik kavramı çevrimiçi yaşantıda da izlerini sürdürür. Panchagrami bölgesinde yaşayan iki popülasyon da sosyal medya ağlarına çevrim dışı ilişkilerinin sürdüğü kişileri kabul etmekte ve çevrim dışı toplumsal yaşantılarında taşıdıkları değerleri çevrim içi paylaşımlarda da yansıtmaya ve korumaya önem vermektedir. Kast ve toplumsal sınıflar dışarıda nasıl yaşıyorsa çevrimiçi alanda da bu değerleri korumak üzerine bir tutum gösterir. Çevrimdışı ayrımcılık çevrimiçi sosyal gruplarda da sürmektedir.


Kast sistemi ve cinsiyetçilik kadın kullanıcının iletişim kanallarını sınırlamaktadır. Ağa girme konusunda kadınlar üzerindeki baskı ve gözetim tüm gruplarda sabittir. Özellikle genç kızların akıllı telefon kullanımına yönelik yaklaşım Panchagrami’nin geleneksel ataerkil yapısının sosyal medya üzerinden de yürütüldüğünü gösterir.  Kadın kullanıcılar ağdaki aile üyelerinin gönderilerini takip etmesi gibi hafif gözetimden akıllı telefondan yoksun bırakma gibi katı sınırlamalara tabi tutulur. (s.38)


Araştırmada geleneksel sosyal kategorilerin sürdüğü özellikle Facebook kullanımında ortaya çıkar. Her iki popülasyon da Facebook kullanırken, sınıf, kast ve cinsiyetin Facebook kullanımına etkisi bulunmuştur. Facebook kullanan alt-orta sınıf kullanıcılar özellikle okumuş, iş sahibi, erkek genç kullanıcılar ağırlıklıdır. Bölgedeki genç kızların cep telefonu sahibi olması yasak olduğundan bu kullanıcıların arkadaş listesindeki kızlar çevre şehirlerdendir. Facebook bu kullanıcılar için bir flört alanı olarak algılanarak genç kızlar için gerek kast dengesini bozacak gerek aile namusuna karşı bir tehdit olarak görülmektedir. Facebook’ta erkekler kadın katılımını da gözetim halindedir.


Kastlar arasındaki rekabette de Facebook cinsiyet üzerinden bir mücadele alanıdır.  Özellikle kastlar arasında evlilik inanışlara karşıt olarak görülür ve Facebook’ta farklı kastlardan kadın ve erkekler arasında kurulacak ilişkilerin engellenmesi adına aileler kızlarına sosyal medya ve akıllı telefon yasağı getirmişlerdir. Aile yapısına göre kısıtlama ve kullanım değişse de yakın yaşta erkekler kız kardeşler için sıkı bir gözetim uygulamayı sürdürür.


Üst orta sınıf kullanıcılar sosyal medya iletişiminde daha rahattır. BT merkezi için bölgeye yerleşen ailelerin kızları sosyal medyada katı kontrole tabi değilse de aileler ağlardaki arkadaş listelerine katılarak hafif gözetim uygular. Venkatraman’a göre sosyal medya sınırlamaları, kast, sınıf, ataerkil yapı, duygular gibi çok faktörlü nedenlere bağlanmalıdır. Örneğin, aynı kasttan olmasına karşın farklı sınıflardan gelmek sosyal medya algısında farklılıklara neden olabilmektedir.


Why We Post araştırmalarının literatüre kattığı “ölçeklenebilir toplumsallık” kavramı (Scalable sociability) sosyal medya platformlarının çeşitlenmesi sayesinde bireyin çoklu medya kullanarak sosyal medyada özel ve kamusal alanlar yaratabilme olgusunu tanımlar. Buna göre, özelden genele ve iki kişilik karşılıklı iletişimden kitlesel yayına uzanan iki ölçek belirlenmiştir. Sosyal medya platformlarının çeşitlenmesi bireylere iletişimin özelden genele mahremiyet derecesini belirlemede ve ağ üyelerinin sayı ve topluluğunu gruplandırmada seçenekler ve ölçekler sunmaktadır.


Bu platformlarda bireyin oluşturduğu ya da parçası olduğu farklı sosyal ağlar söz konusudur. Bireyler iletişim kitlelerini sayıca belirlerken kurdukları ağları ölçeklemekte, platformun yapısına uygun toplumsal ağlara katılmakta, iki kişiden sayısız insana hitap kitleleri oluşturmaktadır.  “Ağa bağlı” bireyler iletişim içeriklerinin niteliğini de seçilmiş sosyal platformun teknik ve algılanan yapısına, ağlarına ekledikleri kitlenin niteliğine ya da “ağın beklentilerine” göre özelden kamusala düzenleme yetkisini kazanma eğilimindedir.


Panchagrami halkı da aktif olarak polimedya yani Facebook, WhatsApp, Twitter gibi sosyal medya platformlarını aynı anda kullanmaktadır. Bunun bir nedeni şudur. Sosyal medyada iletişim ve yayın seçeneklerinin artmasıyla, bireyin özel alan ve kamu alanlarında kurduğu ilişki biçimlerini yönlendirebilmesi, gündelik iletişim idaresinde ve toplumsal kimlik sunumunda farklı platformlardan yararlanarak yeni sosyoekonomik düzenini sürdürebilmesi söz konusudur. Özellikle, WhatsApp gündelik hayat pratiğini düzenleyebilmekte yardımcı olan bir platformdur. Polimedya kullanımının ikinci nedeni ise farklı platformlarda toplumsal normlara uyum beklentisi gelişmiş durumdadır. Araştırma çevrimdışı ve çevrimiçi arasındaki devamlılıktan dolayı, kullanıcıların sosyal ağda yaptığı paylaşımlarda “stratejik sunum” olgusunu tespit etmiştir.  Örneğin, WhatsApp’da daha küçük ve yakın gruplarla iletişim kurulurken grubun normlarına uyma kaygısı gözetilerek paylaşım yapılmaktadır. (s. 134) Facebook daha büyük bir gruba hitap eden genel mesajların paylaşıldığı bir ağdır. Twitter’da genele yönelik paylaşımlar yapılırken, Facebook paylaşımları yine ağdakilerin belirlediği toplumsal normlara uygunluk gözetilerek yapılmaktadır.


Bu çalışmada da Oya Morva’nın Türkiye’de Facebook kullanımı araştırmalarında yaptığı Goffman’ın performans kavramına benzer bir bulguyla karşılaşılır. Özellikle Facebook’ta ağın beklentilerine uygun paylaşımlar yapanlar kadınlardır. (Morva, 2014 :254) Venkatraman da, “ağın beklentileri”nin bireylerin sosyal medyadaki sunumunu belirlediğinin altını çizer. Hindistan örneğinde de özellikle evli kadınların sosyal medya gönderilerinde topluluk onuru gözetilmektedir. Bundan dolayı kadınlar daha çok sosyal değerleri yansıtan mesajlar, dini mesajlar ve aile içi fotoğrafları paylaşırken topluluğun beklentisine uygun “ideal Tamil kadını” normunu yansıtacak bir içerik üretirler.  (s.39) Toplumsal beklentilere paralel olarak Facebook’taki varoluş performatif bir işlev kazanmaktadır. (s. 120)


Burada ortaya çıkan durum, bireylerin özel ve kamusal alanlarını belirlemede tümüyle özgür olmadığı, “ağ”ın çevrimdışı toplumsallığı yansıttığı ve bireyin kimlik sunumunu da denetlemeyi de sürdürdüğüdür.  Çevrimiçi ağ, çevrimdışı ağın bir uzantısıdır. Cinsiyet, kast ve sınıf etkileri, ağa katılımda, seçilen platformlarda ve hatta platforma atfedilen işlevde de devam etmektedir.


Değerlendirme sonuçları, sosyal medyanın Penchagrami halkına etkilerini şu şekilde özetler: Hindistan’daki kast sistemi ve aynı zamanda hükümet kast kategorizasyonu sürerken BT sektörünün bölgeye gelmesi, bu sektörün yarattığı arsa ve emlak rantı üzerinden bir varlık birikimine neden olmuş, bu da sınıflar arası bir mobiliteyi getirmiştir. Panchagrami’de ranta dayalı sermaye birikimi ve BT merkezine yakınlık yerlilere refah getirmiş akıllı telefonlara ve sosyal medyaya erişim bu nedenle diğer köylere göre artmıştır. Ancak ranttan yararlanamayan zaten geleneksel olarak düşük konumdaki kastlar bu değişimi yaşamamış ve durumları daha da olumsuz etkilenmiştir.


Daha önce belirtilen ağlardaki homofili yani benzeşseverliğin anlamı, Hindistan toplumu için aynı kast ve aynı sınıflar arasındaki bağlantıların ya da bağlantısızlığın sosyal medyada da sürmesi olarak da yorumlanabilir. Günlük hayattaki kast ve sınıflar arası, hatta BT personeli ve yerli halk arasındaki ilişkilerdeki ötekilik deneyimi, sosyal medyada da sürdürülmektedir.  Venkatraman’a göre kast ve sınıf ayrımı anlamında sosyal medya Panchagrami’ye dijital eşitlik getirmemiştir. Sosyal medyada da alt üst kesim arasında ve farklı kastlar arasındaki iletişim sınırlı kalmıştır. Sınıflar arası farklar arttıkça da sosyal medya sosyal değil işlevsel bir kimliğe bürünmüştür.


Venkatraman’ın çıkardığı bir başka sonuç gelenek konusunda tüm sınıf ve kastların kendi geleneklerini sosyal medyaya da taşıdığı yönündedir. Gelenek sosyal medyada işlenerek kendisini onun üzerinden doğrular. Dolayısıyla, sosyal medya bir grup medyasıdır. Dünyaya normatif Hint geleneklerinin taşındığını sergilemek için bir anlamda bir gösteri alanıdır. Venkatraman, çevrimdışı ile çevrimiçi arasındaki devamlılığın Hint kozmolojik düşüncesinin parçası olduğunu belirtir. Dolasıyla, araştırma binlerce yıl öncesinden gelen geleneksel kategorilerin halen devamlılık taşıdığını gösterir. Sosyal medya üzerinden ifade edilen anlatı bu şekilde anlaşılmalıdır. Sosyal medya toplumu dönüştürememiş benimsenen sosyal medyanın ta kendisi bağlama göre dönüşmüştür. Tamil toplumu, sosyal medya ile kendi kültürlerinin güçlü bir ifadesini sürdürmeyi başarmıştır.


Güney Hindistan’da Sosyal Medya monografisinin bir özelliği bölümlerin teorik genellemelerin dışına çıkarak yerel bulgular üzerinden oluşturulmasıdır. Why We Post dizisi genel olarak internet ve sosyal medya için kullanılan araştırma metodlarını kullansa da tek grup üzerinden elde ettiği bulguları tüm gruplar için genellemekten kaçınmıştır. Ayrıca, çalışmanın bir iddiası da sosyal medyayı pozitif ya da negatif olarak değerlendirme amacı gütmemesidir. Çalışma, eğitsel amaçlarla Trinidad’dan Çin’e incelenen her bölgede sosyal medyanın ifade ettiği anlamı, yerel sonuçlarla bulmak ve yerel değerlendirmeler yapmak hedefindedir. Sosyal medya üzerine olan akademik literatürü takip etmek üzere ise dizinin “How the World Changed Social Media” adlı kitabının okunması önerilir.


Kaynaklar:


Morva O., “Goffman’ın Dramaturjik Yaklaşımı ve Dijital Ortamda Kimlik Tasarımı: Sosyal Paylaşım Ağı Facebook Üzerine Bir inceleme”, Medya ve Tasarım, Çakır S., Ed., Urzeni Yayınları, İstanbul , ss.231-255, 2014


http://discovery.ucl.ac.uk/1558928/1/Social-Media-in-South-India.pdf


http://blogs.ucl.ac.uk/global-social-media/2015/06/16/conclusion-introducing-scalable-sociality/

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 30, 2018 14:02

Mutlu Binark's Blog

Mutlu Binark
Mutlu Binark isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Mutlu Binark's blog with rss.