Mutlu Binark's Blog, page 25

January 30, 2018

Kitap Değerlendimesi: Güney Hindistan’da Sosyal Medya

Venkatraman, S. (2017). Social Media in South India.Londra: UCL Press, 256 sayfa, ISBN 978-1-911307-94-5


Yazan: Müge Mengü Hale


Shriram Venkatraman’ın University College London Antropoloji bölümünde 2012-2016 yılları arasında yürüttüğü doktora tezi araştırmasının sonucu olarak yazdığı “Social Media in Rural India” (Güney Hindistan’da Sosyal Medya) dijital antropolog Daniel Miller liderliğinde “Global Social Media Impact Study” (GSMIS) ya da “Why We Post” başlığıyla yürütülen ve sosyal medyanın etkisini 8 ülkede araştıran saha monografilerinden biridir ve Güney Hindistan’ın hızla değişen Tamil Nadu bölgesinde gerçekleşen 15 aylık bir etnografik çalışmanın sonuçlarını aktarır.


Why We Post dizisinin her bir monografisi, Miller’ın ekibinden bir antropoloğun araştırdığı bölgede on beş ay boyunca yaşayarak, bölge dilini konuşarak yaptığı araştırmalarla gerçekleşmiştir. Shriram Venkatraman da Hint toplumunda sosyal medyanın etkisini anlama amaçlı 15 aylık araştırmasında çevrimiçi ve çevrimdışı etnografi metodunu uygulamış, Facebook’tan 172, Whatsapp gruplarından 53 kişi, Twitter’dan 41 ve Linkedin’den 67 kişiyle görüşme yapmıştır. (s. 23) Dizinin tüm araştırmalarında olduğu gibi araştırma başlangıcı ve sonunda uygulanan iki anket dışında, veri madenciliği, iletişim günlükleri, iletişim aramaları ve internet tarayıcı arama kayıtları gibi verilerden yararlanmıştır.


Güney Hindistan araştırmaları sonucunda ortaya çıkan monografi 6 bölümden oluşur. Panchagrami çevresi; Sosyal Medya Manzarası: İnsanlar, Algı ve Sosyal Medya; Görsel Paylaşım: Görsel Alanın Sosyal Medyada Devamlılığı; Hısım ve Akrabalık; İş – Ev İkiliği ve Sosyal Medya ve son olarak Bilgi Ekonomisinde Eğitim ve Sosyal Medya başlıkları altında toplanan araştırmanın her bölümü, büyük toplumsal yapıların ve altyapıların sosyal medyaya etkileri ya da sosyal medya üzerinden dönüşümünü incelemektedir. Diğer kitaplarda siyaset, din, devlet ve ticaret yapıları bölüm olarak ele alınmışken, Venkatraman siyaset ve kast yapılarını kitabın her bir bölümü dahilinde incelemeyi uygun bulmuştur.


[image error]Kitabın ilk bölümü Panchagrami’nin değişen sosyo-ekonomik yapısını inceler.  Hint hükümeti tarafından yüzyıl başında Tamil Nadu’nun Panchagrami bölgesindeki beş köy arasına bir Bilişim Teknolojileri (BT) kenti kurulması, daha önce tarımla geçinen bölgeye bilgi ekonomisiyle kalkınma getirmiştir. Panchagrami, araştırma sırasında 30 bin kişilik bir nüfusa sahiptir. Bu nüfusun 14 bini yüzyıllardan beri bölgede yaşayan ve tarımla geçinen yerel Tamil halkıdır. 16 binlik göçle gelen popülasyon ise BT personeli, hizmet sektörü, girişimcilerden ve işçilerden oluşmaktadır. Bunun haricinde, 200 bin kişilik BT’ye çalışan bir işgücü bölgeye günlük olarak gidip gelmektedir.


 


BT bölgesinin getirdiği bilgi ekonomisi bölgeyi kentlileştirmekte, kalkındırmaktadır. BT bölgesinin yarattığı kentsel dönüşümün rantı ile bölgenin yerlisi olan kimi kastlar orta sınıflara atlama fırsatını yakalamıştır ve gelecek kuşaklar için bilişim eksenli eğitim tüm bölge nüfusunun hedefine girmiştir. Ancak yerel halk geleneksel köy yaşamı pratiklerini de sürdürmektedir. Ayrıca gerek yerli halk gerekse BT ile gelen topluluk da hem Hindistan’ın geleneksel kast sistemine hem de hükümetin belirlediği ayrı bir kast kategorizasyonuna mensup bireylerden oluşur.


Venkatraman’ın sosyal medya araştırmasının başında BT popülasyonu teknolojiye kolay ulaşabildiği için sosyal medya kullanımında uzman oldukları, yerel halkın ise yeni teknolojiye kısıtlı erişimiyle sosyal medya kullanımında acemi olduğu varsayılmıştır.


Ancak, Venkatraman araştırma sonucunda Panchagrami halkının günlük hayatına nüfuz etmiş gelenekler ve bu gelenekleri barındıran sosyal kategorilerin etkilerinin sosyal medyada devam etmekte olduğu saptamıştır. Araştırma, bölge insanlarının sosyal medya kullanımının toplumsal değişime neden olup olmadığını araştırırken sosyal medya kullanımında sınıf, yaş, cinsiyet ve kastla gelen yerel pratiklerin etkisinin sürdüğü sonucunu ortaya koyar.


Varsayılan BT personeli ve köylüler ayrımı yüzeysel kalmıştır çünkü Penchagrami’de sosyal medya kullanımı, cinsiyet, akrabalık, yaş, kast, sınıf, din gibi sosyal kategorilerin etkisindeki geleneklerin derin katmanları tarafından belirlenmektedir.


[image error]Kitabın Sosyal Medya Manzarası: İnsanlar, Algı ve Sosyal Medya; Görsel Paylaşım: Görsel Alanın Sosyal Medyada devamlılığı bölümleri Panchagrami’deki sosyal medya kullanım alışkanlıklarını örnekler. Venkatraman 15 ay boyunca yaptığı araştırmalar sonucu iki temel örüntü tespit etmiştir.


Birincisi, iki popülasyonun da çevrimdışı toplumsal yaşantılarını çevrimiçinde de yansıttığı biçimindedir. Öncelikle, sosyal ağlarının oluşturulması sürecinde çevrimdışı kast, cinsiyet, din ve sınıfsal kategoriler belirleyicidir. Bu noktada “ağ homofilisi” adı verilen dış ağlardaki benzeşseverlik kavramı çevrimiçi yaşantıda da izlerini sürdürür. Panchagrami bölgesinde yaşayan iki popülasyon da sosyal medya ağlarına çevrim dışı ilişkilerinin sürdüğü kişileri kabul etmekte ve çevrim dışı toplumsal yaşantılarında taşıdıkları değerleri çevrim içi paylaşımlarda da yansıtmaya ve korumaya önem vermektedir. Kast ve toplumsal sınıflar dışarıda nasıl yaşıyorsa çevrimiçi alanda da bu değerleri korumak üzerine bir tutum gösterir. Çevrimdışı ayrımcılık çevrimiçi sosyal gruplarda da sürmektedir.


Kast sistemi ve cinsiyetçilik kadın kullanıcının iletişim kanallarını sınırlamaktadır. Ağa girme konusunda kadınlar üzerindeki baskı ve gözetim tüm gruplarda sabittir. Özellikle genç kızların akıllı telefon kullanımına yönelik yaklaşım Panchagrami’nin geleneksel ataerkil yapısının sosyal medya üzerinden de yürütüldüğünü gösterir.  Kadın kullanıcılar ağdaki aile üyelerinin gönderilerini takip etmesi gibi hafif gözetimden akıllı telefondan yoksun bırakma gibi katı sınırlamalara tabi tutulur. (s.38)


Araştırmada geleneksel sosyal kategorilerin sürdüğü özellikle Facebook kullanımında ortaya çıkar. Her iki popülasyon da Facebook kullanırken, sınıf, kast ve cinsiyetin Facebook kullanımına etkisi bulunmuştur. Facebook kullanan alt-orta sınıf kullanıcılar özellikle okumuş, iş sahibi, erkek genç kullanıcılar ağırlıklıdır. Bölgedeki genç kızların cep telefonu sahibi olması yasak olduğundan bu kullanıcıların arkadaş listesindeki kızlar çevre şehirlerdendir. Facebook bu kullanıcılar için bir flört alanı olarak algılanarak genç kızlar için gerek kast dengesini bozacak gerek aile namusuna karşı bir tehdit olarak görülmektedir. Facebook’ta erkekler kadın katılımını da gözetim halindedir.


Kastlar arasındaki rekabette de Facebook cinsiyet üzerinden bir mücadele alanıdır.  Özellikle kastlar arasında evlilik inanışlara karşıt olarak görülür ve Facebook’ta farklı kastlardan kadın ve erkekler arasında kurulacak ilişkilerin engellenmesi adına aileler kızlarına sosyal medya ve akıllı telefon yasağı getirmişlerdir. Aile yapısına göre kısıtlama ve kullanım değişse de yakın yaşta erkekler kız kardeşler için sıkı bir gözetim uygulamayı sürdürür.


Üst orta sınıf kullanıcılar sosyal medya iletişiminde daha rahattır. BT merkezi için bölgeye yerleşen ailelerin kızları sosyal medyada katı kontrole tabi değilse de aileler ağlardaki arkadaş listelerine katılarak hafif gözetim uygular. Venkatraman’a göre sosyal medya sınırlamaları, kast, sınıf, ataerkil yapı, duygular gibi çok faktörlü nedenlere bağlanmalıdır. Örneğin, aynı kasttan olmasına karşın farklı sınıflardan gelmek sosyal medya algısında farklılıklara neden olabilmektedir.


Why We Post araştırmalarının literatüre kattığı “ölçeklenebilir toplumsallık” kavramı (Scalable sociability) sosyal medya platformlarının çeşitlenmesi sayesinde bireyin çoklu medya kullanarak sosyal medyada özel ve kamusal alanlar yaratabilme olgusunu tanımlar. Buna göre, özelden genele ve iki kişilik karşılıklı iletişimden kitlesel yayına uzanan iki ölçek belirlenmiştir. Sosyal medya platformlarının çeşitlenmesi bireylere iletişimin özelden genele mahremiyet derecesini belirlemede ve ağ üyelerinin sayı ve topluluğunu gruplandırmada seçenekler ve ölçekler sunmaktadır.


Bu platformlarda bireyin oluşturduğu ya da parçası olduğu farklı sosyal ağlar söz konusudur. Bireyler iletişim kitlelerini sayıca belirlerken kurdukları ağları ölçeklemekte, platformun yapısına uygun toplumsal ağlara katılmakta, iki kişiden sayısız insana hitap kitleleri oluşturmaktadır.  “Ağa bağlı” bireyler iletişim içeriklerinin niteliğini de seçilmiş sosyal platformun teknik ve algılanan yapısına, ağlarına ekledikleri kitlenin niteliğine ya da “ağın beklentilerine” göre özelden kamusala düzenleme yetkisini kazanma eğilimindedir.


Panchagrami halkı da aktif olarak polimedya yani Facebook, WhatsApp, Twitter gibi sosyal medya platformlarını aynı anda kullanmaktadır. Bunun bir nedeni şudur. Sosyal medyada iletişim ve yayın seçeneklerinin artmasıyla, bireyin özel alan ve kamu alanlarında kurduğu ilişki biçimlerini yönlendirebilmesi, gündelik iletişim idaresinde ve toplumsal kimlik sunumunda farklı platformlardan yararlanarak yeni sosyoekonomik düzenini sürdürebilmesi söz konusudur. Özellikle, WhatsApp gündelik hayat pratiğini düzenleyebilmekte yardımcı olan bir platformdur. Polimedya kullanımının ikinci nedeni ise farklı platformlarda toplumsal normlara uyum beklentisi gelişmiş durumdadır. Araştırma çevrimdışı ve çevrimiçi arasındaki devamlılıktan dolayı, kullanıcıların sosyal ağda yaptığı paylaşımlarda “stratejik sunum” olgusunu tespit etmiştir.  Örneğin, WhatsApp’da daha küçük ve yakın gruplarla iletişim kurulurken grubun normlarına uyma kaygısı gözetilerek paylaşım yapılmaktadır. (s. 134) Facebook daha büyük bir gruba hitap eden genel mesajların paylaşıldığı bir ağdır. Twitter’da genele yönelik paylaşımlar yapılırken, Facebook paylaşımları yine ağdakilerin belirlediği toplumsal normlara uygunluk gözetilerek yapılmaktadır.


Bu çalışmada da Oya Morva’nın Türkiye’de Facebook kullanımı araştırmalarında yaptığı Goffman’ın performans kavramına benzer bir bulguyla karşılaşılır. Özellikle Facebook’ta ağın beklentilerine uygun paylaşımlar yapanlar kadınlardır. (Morva, 2014 :254) Venkatraman da, “ağın beklentileri”nin bireylerin sosyal medyadaki sunumunu belirlediğinin altını çizer. Hindistan örneğinde de özellikle evli kadınların sosyal medya gönderilerinde topluluk onuru gözetilmektedir. Bundan dolayı kadınlar daha çok sosyal değerleri yansıtan mesajlar, dini mesajlar ve aile içi fotoğrafları paylaşırken topluluğun beklentisine uygun “ideal Tamil kadını” normunu yansıtacak bir içerik üretirler.  (s.39) Toplumsal beklentilere paralel olarak Facebook’taki varoluş performatif bir işlev kazanmaktadır. (s. 120)


Burada ortaya çıkan durum, bireylerin özel ve kamusal alanlarını belirlemede tümüyle özgür olmadığı, “ağ”ın çevrimdışı toplumsallığı yansıttığı ve bireyin kimlik sunumunu da denetlemeyi de sürdürdüğüdür.  Çevrimiçi ağ, çevrimdışı ağın bir uzantısıdır. Cinsiyet, kast ve sınıf etkileri, ağa katılımda, seçilen platformlarda ve hatta platforma atfedilen işlevde de devam etmektedir.


Değerlendirme sonuçları, sosyal medyanın Penchagrami halkına etkilerini şu şekilde özetler: Hindistan’daki kast sistemi ve aynı zamanda hükümet kast kategorizasyonu sürerken BT sektörünün bölgeye gelmesi, bu sektörün yarattığı arsa ve emlak rantı üzerinden bir varlık birikimine neden olmuş, bu da sınıflar arası bir mobiliteyi getirmiştir. Panchagrami’de ranta dayalı sermaye birikimi ve BT merkezine yakınlık yerlilere refah getirmiş akıllı telefonlara ve sosyal medyaya erişim bu nedenle diğer köylere göre artmıştır. Ancak ranttan yararlanamayan zaten geleneksel olarak düşük konumdaki kastlar bu değişimi yaşamamış ve durumları daha da olumsuz etkilenmiştir.


Daha önce belirtilen ağlardaki homofili yani benzeşseverliğin anlamı, Hindistan toplumu için aynı kast ve aynı sınıflar arasındaki bağlantıların ya da bağlantısızlığın sosyal medyada da sürmesi olarak da yorumlanabilir. Günlük hayattaki kast ve sınıflar arası, hatta BT personeli ve yerli halk arasındaki ilişkilerdeki ötekilik deneyimi, sosyal medyada da sürdürülmektedir.  Venkatraman’a göre kast ve sınıf ayrımı anlamında sosyal medya Panchagrami’ye dijital eşitlik getirmemiştir. Sosyal medyada da alt üst kesim arasında ve farklı kastlar arasındaki iletişim sınırlı kalmıştır. Sınıflar arası farklar arttıkça da sosyal medya sosyal değil işlevsel bir kimliğe bürünmüştür.


Venkatraman’ın çıkardığı bir başka sonuç gelenek konusunda tüm sınıf ve kastların kendi geleneklerini sosyal medyaya da taşıdığı yönündedir. Gelenek sosyal medyada işlenerek kendisini onun üzerinden doğrular. Dolayısıyla, sosyal medya bir grup medyasıdır. Dünyaya normatif Hint geleneklerinin taşındığını sergilemek için bir anlamda bir gösteri alanıdır. Venkatraman, çevrimdışı ile çevrimiçi arasındaki devamlılığın Hint kozmolojik düşüncesinin parçası olduğunu belirtir. Dolasıyla, araştırma binlerce yıl öncesinden gelen geleneksel kategorilerin halen devamlılık taşıdığını gösterir. Sosyal medya üzerinden ifade edilen anlatı bu şekilde anlaşılmalıdır. Sosyal medya toplumu dönüştürememiş benimsenen sosyal medyanın ta kendisi bağlama göre dönüşmüştür. Tamil toplumu, sosyal medya ile kendi kültürlerinin güçlü bir ifadesini sürdürmeyi başarmıştır.


Güney Hindistan’da Sosyal Medya monografisinin bir özelliği bölümlerin teorik genellemelerin dışına çıkarak yerel bulgular üzerinden oluşturulmasıdır. Why We Post dizisi genel olarak internet ve sosyal medya için kullanılan araştırma metodlarını kullansa da tek grup üzerinden elde ettiği bulguları tüm gruplar için genellemekten kaçınmıştır. Ayrıca, çalışmanın bir iddiası da sosyal medyayı pozitif ya da negatif olarak değerlendirme amacı gütmemesidir. Çalışma, eğitsel amaçlarla Trinidad’dan Çin’e incelenen her bölgede sosyal medyanın ifade ettiği anlamı, yerel sonuçlarla bulmak ve yerel değerlendirmeler yapmak hedefindedir. Sosyal medya üzerine olan akademik literatürü takip etmek üzere ise dizinin “How the World Changed Social Media” adlı kitabının okunması önerilir.


Kaynaklar:


Morva O., “Goffman’ın Dramaturjik Yaklaşımı ve Dijital Ortamda Kimlik Tasarımı: Sosyal Paylaşım Ağı Facebook Üzerine Bir inceleme”, Medya ve Tasarım, Çakır S., Ed., Urzeni Yayınları, İstanbul , ss.231-255, 2014


http://discovery.ucl.ac.uk/1558928/1/Social-Media-in-South-India.pdf


http://blogs.ucl.ac.uk/global-social-media/2015/06/16/conclusion-introducing-scalable-sociality/

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 30, 2018 14:02

January 2, 2018

Gözetim kapitalizmi: Bıraktığımız dijital izleri kim kime satıyor?

Yazan: Ahmet Sabancı


Hayatımızın her alanında kullanabildiğimiz ve hatta ‘şeyler interneti’ (internet of things) teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte kullanmamıza gerek olmayan yerlere bile giren internet, artık bir iletişim teknolojisi olmanın ötesine geçmiş durumda. Ancak internette attığımız her adımda arkamızda bıraktığımız küçük veri kırıntıları, bizler için ciddi sorunlar yaratabiliyor. İnternet, hayatımızın daha farklı alanlarına girdikçe, dijital gözetim de o alanları kendisi için kullanışlı hâle getiriyor. Her ne kadar dijital gözetim denildiğinde akla ilk gelen NSA gibi istihbarat kurumları ya da devletlerin vatandaşlarını gözetlemeleri olsa da, dijital gözetim kavramının içerisine giren birçok farklı kurum ve yöntem bulunuyor.


Bu yöntemlerden ve sizin kişisel verilerinizin peşine düşen gruplardan bahsetmeden önce, bu kadar çok veri bırakmamızın nasıl mümkün olduğuna ve bunların önemli bir kısmını neden bırakmak zorunda kaldığımıza bakmamız gerekiyor. Bunu anlamak için de, temel olarak bilgisayarların ve iletişim teknolojilerinin nasıl çalıştıklarına göz atalım.


Nereden geliyor bu veri bolluğu?

Günümüzde internete bağlanmak için kullandığımız cihazların hemen hepsi, istediğimiz şeyleri yapabilmek için kimi verilere ihtiyaç duyar. Bu verileri almalarının sebebi bizi gözetlemek gibi gizli bir amaçlarının olması değil, bu veriler olmadan çalışmalarının mümkün olmamasıdır. Bunun en iyi örneklerinden birisi de, sürekli yanımızda taşıdığımız cep telefonlarımız.


Basit bir şekilde anlatacak olursak, cep telefonlarımızın bizi sürekli bağlantı hâlinde tutabilmesi için daimi bir şekilde etrafımızdaki baz istasyonlarıyla iletişime girmesi ve onlarla bağlantıyı koparmaması gerekiyor. Bunu yapabilmek için de, düzenli olarak etrafına bir sinyal gönderiyor ve kendi konumunu belirlemeye çalışıyor. Telefonunuzun gönderdiği bu sinyaller de en yakın baz istasyonları tarafından alınıyor ve karşılığında baz istasyonları telefonunuza bir cevap sinyali gönderiyor ve hattınızın bağlantıda kalmasını sağlıyor. Ancak bu sinyal alışverişi gerçekleştikten sonra, hem baz istasyonları hem de telefonunuz sizin fiziksel olarak nerede bulunduğunuz bilgisine de sahip oluyor. Çünkü baz istasyonları gönderdikleri sinyalle kendisini tanıtır ve her baz istasyonunun nerede olduğu kayıtlıdır. Aynı şekilde telefonunuz o baz istasyonuyla iletişime geçtiyse, bu ona yakın bir yerde olduğunuz anlamına gelir.


Benzer şekilde gerekli bir veri paylaşımı da ziyaret ettiğiniz web siteleriyle olur. Normal şartlarda, girdiğiniz her web sitesine kim olduğunuza dair kimi bilgileri de gönderirsiniz. Bu verilerin içerisinde hangi ülkeden girdiğiniz, hangi işletim sistemini/cihazı/internet tarayıcısını kullandığınız gibi veriler olur. Bu verilerin gönderilmesinin amacı, o web sitesinin sizin için en ideal versiyonunu size göstermesini sağlamaktır. Örneğin, cep telefonunuzdan giriyorsanız size sitenin mobil versiyonunu gönderir ki daha az veri tüketsin ve siteyi daha rahat gezebilin. Ya da girdiğiniz ülkeye göre sizin için uygun dil seçeneğini sunabilsin. Bu tarz veri paylaşımlarında temel amaç, tamamen sizin için kolaylık sağlamak ve interneti daha kullanışlı bir hâle getirebilmektir.


Ancak bir süre sonra, kimi insanlar bu verilerin bu şekilde başıboş bırakılmasına razı gelmedi ve bunları kullanmak için kimi yaratıcı(!) yollar üretmeye başladı. İşte dijital gözetim dediğimiz şey de tam bu noktadan itibaren devreye giriyor.


Gözetim kapitalizmi: Ekmeğini veriden çıkaranlar
(İllustrasyon: Davide Bonazzi)

İnterneti kullandıkça, bu verilerden çok daha fazlasını bırakmaya başlıyoruz. Sosyal ağlarda yaptığımız paylaşımlarla, internet aramalarımızla, ziyaret ettiğimiz sitelerle aslında kendimize ve kim olduğumuza dair önemli ipuçları veriyoruz. İnternette yaptığımız alışverişler ve indirdiğimiz uygulamalar nelere ilgi duyduğumuza dair işaretler bırakıyor. Tüm bu veriler bir araya geldiğinde ise karşımıza çıkan şey bizim dijital gölgemiz, bize dair bizim söyleyebileceklerimizden daha fazlasını söyleyebilen dijital kopyamız oluyor. Elbette dijital gölgemiz yalnızca devletler ya da istihbarat kurumları için değerli değil. Onlar için oldukça değerli şeyler saklıyor olsa da, dijital gölgemizi çok daha farklı amaçlarla da kullananlar var. Bunların başında da reklamcılar ve bize bir şeyler satmak isteyen şirketler geliyor.


Bizim hiçbir şey yapmadan vakit öldürmemizi bile paraya dönüştürmeyi başaran bu durumun artık bir adı da var: Gözetim kapitalizmi. Attığımız her adımın, vakit öldürmek için yaptığımız her gereksiz şeyin veriye ve bu veri hâlinin de birilerine satılarak paraya dönüştürülmesine tanık oluyoruz. Bu işi en iyi becerenler ise hepimizin her gün bir şekilde kullanmak zorunda kaldığı Facebook ve Google. Gözetim kapitalizminin başını çeken bu iki şirket, yalnızca bu sayede yüz milyarlarca dolarlık servetler yaratmakla kalmadı, arkalarından bu yöntemi izlemeyi görev edinmiş yüzlercesinin de gelmesine neden oldu. Ve bizden topladıkları veriler sayesinde, şu anda internette bize bir şey satmak isteyen herkes verilerimizi kullanmak için onlara koşuyor. Peki ellerinde bu kadar değerli ne var?


Facebook için en önemli verilerden birisinin kaynağı, insanlar arası ilişkiler. Oradaki ilişkilerimiz, verdiğimiz ‘like’lar, beğendiğimiz sayfalar ve bunun yanı sıra ziyaret ettiğimiz ve Facebook butonu bulunduran her site, bizim profilimizin altında birleşiyor ve dijital gölgemizin bir parçası hâline geliyor. Ardından Facebook, dijital gölgemizi kendi analiz sistemlerinden geçiriyor, etiketliyor ve kendisi üzerinden reklam vermek isteyenler için satışa hazır hâle getiriyor. Eğer Facebook’un sizin için hangi etiketleri kullandığını merak ediyorsanız, Ayarlar > Reklamlar (Ads) bölümünde görünür bir kısmını bulmanız mümkün.


Google ise bir diğer önemli veri kaynağına, ilgilendiğiniz ve merak ettiğiniz şeylere sahip. Yaptığınız her arama, yazdığınız her mail ve bunların yanı sıra girdiğiniz her site Google tarafından profilinizin bir parçası hâline getiriliyor. Eğer Android işletim sistemine sahip bir telefon kullanıyorsanız toplanan veriler daha da zenginleşiyor. Girdiğiniz sitelerin büyük bir kısmına ise, kendi verdiği bir hizmet olan Google Analytics sayesinde sahip olabiliyor. Birçok web sitesi sahibi sitesini ziyaret edenler hakkında bilgi edinmek için bu aracı kullanırken, Google da topladığı verileri sizin dijital gölgenize eklemek ve bunu reklam verenlere satabilmek için kullanıyor. Google’ın sizin hakkınızda topladığı verilerin görünür kısmını incelemek için ise Google Hesap Ayarları sayfanızın Kişisel Bilgiler ve Gizlilik bölümü altındaki Reklam Ayarları kısmına bakabilirsiniz. Twitter’ın topladıklarını merak ediyorsanız da Ayarlar bölümündeki Twitter Verilerinizkısmında bulmanız mümkün.


Facebook, Google, Twitter ve daha birçok sosyal ağın yaptığı bu veri toplama işinin temelinde bir diğer faydalı uygulama bulunmakta: Çerezler. Çerezler ziyaret ettiğiniz sitelerle ilgili kimi ayarlarınızı kaydediyor. Yani her seferinde o siteye kullanıcı girişi yapmanıza, dil seçeneği gibi ayarları değiştirmenize gerek kalmıyor. Ancak zaman içerisinde çerezlerin yetenekleri arttı ve örneğin Facebook, ‘like’ butonu olan her web sitesinde çerezini aktif hâle getirerek sizin ziyaret ettiğiniz siteleri görebilme yeteneğini kazandı. Bunu birçok büyük sosyal ağ ve reklam şirketi kullanıyor. Eğer internette bu şekilde gözetlenmek istemiyorsanız, Electronic Frontier Foundation’ın yazdığı Privacy Badger isimli tarayıcı eklentisini kullanarak bu tarz çerezleri durdurabilirsiniz.


Ben de veri satmak istiyorum
(İllustrasyon: Davide Bonazzi)

Google ve Facebook örnekleri üzerinden kişisel verilerimizin ne kadar para ettiğinin görülmesi ve dijital gözetimin ne kadar kârlı bir iş olduğunun anlaşılmasıyla birlikte, bunu yapabileceğini düşünen hemen herkes bu işe girişmeye başladı. Bir şekilde sizin kişisel verilerinizi zaten toplayan ama bunu satmayanlar satmanın yollarına, diğerleri ise, bu verileri toplamak için yaratıcı yollar üretmeye başladı. Bir de elbette yasallığı çok umursamadan bu işi karanlık yollarla yapanlar var.


İlk grup için elimizdeki en tanıdık örnek telekom şirketleri. Son birkaç senedir muhtemelen hepimize, “Kampanya ve avantajlar için verilerinizi kullanmamıza izin verir misiniz?” tarzında mesajlar ve müşteri hizmetleri aramaları gelmiştir. Üstelik onay vermemeniz durumunda da ‘hayır’ı cevap olarak kabul etmeyip tekrar soruyorlar. Bunu yapmalarının sebebi, zaten bizden aldıkları paranın üzerine kişisel verilerimizden de ek kazanç elde etmek istemeleri. Bunu da iznimiz olmadan yapamayacakları için bizim onayımızı almak istiyorlar. Bu onayı almaları durumunda ise, konum bilgilerimizden internet trafiğimize kadar her şey üzerinden para kazanmaları mümkün. Elbette yasal zorunluluk gereği 2014 yılından bu yana devlet için bu verileri toplayıp kaydediyorlar ama bunları satmaları için bizden izin almaları şart. Sizi sıkça rahatsız etmelerinin sebebi de bu.


İkinci grup içerisinde birçok farklı yeni teknolojiyi saymak mümkün. Ancak çok daha iyi bildiğimiz bir başka örnek var: Ülkemizdeki internet sansürü yüzünden herkesin ilk seçenek olarak kullandığı ücretsiz VPN servisleri. Bu servislerin hemen hepsinin ana gelir kaynağı, sizin internet trafiğinizi reklamcılara ve kimi zamanda başka kurumlara satmak. Sizin mecburiyetten ya da başka sebeplerden dolayı VPN gibi yöntemlere muhtaç kalmanızdan faydalanan bu şirketler yalan pazarlama yöntemleri ve başka yollarla gözünüzü boyayarak aslında sizi kişisel verilerinizi sömürebilecekleri bir kaynak hâline getiriyor.


Telefonunuza ya da bilgisayarınıza kurduğunuz uygulamalar da benzer şekilde sizi kandırmaya ya da size bilgi vermeden bu verileri toplayıp satmaya çalışabiliyor. Birçok uygulamanın hiç ihtiyacı olmadığı hâlde konum bilgileri ya da rehber listeniz gibi şeyleri toplamak istemesi bunun en basit örneği. Yakın zamanda buna yakın bir örnek Accuweather’ın mobil uygulamasında yaşandı. Uygulama, konum bilgilerine erişme yetkisini kaldırsanız bile bağlandığınız ağların listesini topluyor, Accuweather da bunları Reveal Mobile’a satıyor. Bağlandığınız modemler ve ağlar üzerinden de konumunuzu tespit etmek mümkün olduğu için, bunu yapabilecek bir yere bu verileri satmakla direkt konum bilgilerini toplamak arasında ciddi bir fark olmuyor. Kimileri ise böyle gizli yollara bile girmeden, direkt bilinir uygulamaların sahtelerini yazarak insanların kazara telefonlarına yüklemelerini sağlıyor ve o uygulama aracılığıyla telefonunuzdan sürekli olarak veri çekiyor. Google Play Store’da neredeyse her ay yüzlerce bu tarz uygulama tespit edilip kaldırılıyor.


Bunun yanı sıra tamamen veri toplamaya yönelik virüs ve malware saldırıları, bu verileri toplayan kaynaklara saldırıp bu verilerin çalınması gibi diğer yollar da mevcut. Geçtiğimiz haftalarda ortaya çıkan bir saldırıda, ABD’li kredi derecelendirme şirketi Equifax’ta gerçekleşen bir sızıntı sonucunda 143 milyon Amerikalının kişisel verileri hackerların eline geçti. Böyle ciddi verileri toplayan kurumların dikkatsizliği ve güvenliği önemsemiyor olması da bize ait kişisel verilerin sızmasına sebep olabiliyor.


Çare: Dijital gölgemizi küçültmek
(İllustrasyon: Davide Bonazzi)

Peki bu kadar çok gözetim yöntemi varken biz ne yapabiliriz? İnterneti şu anki hâliyle kullanmaya devam ettiğimiz sürece, gözetlenmeden hareket etme şansımız çok düşük. Tails OS gibi işletim sistemlerini kullanmak, internete sürekli Tor üzerinden girmek, hiç telefon kullanmamak, büyük ağları kullanmamak gibi ekstrem yöntemleri denemek mümkün ama bunlar tam anlamıyla çözüm sağlamayacağı gibi hayatınızı ciddi bir şekilde zorlaştıracaktır. Böyle yöntemleri tercih etmek kimi insanlar için işlerini bile yapamaz hâle gelmek demek olacağı için, bunları tavsiye olarak yazmanın bir anlamı yok.


Yapılabilecek en akılcı şey, dijital gölgenizin mümkün olduğunda küçülmesini ve çok da para etmeyecek hâle gelmesini sağlamak olacaktır. Bunun için atabileceğiniz kimi temel adımlar arasında şunları sayabiliriz:



İnternette gezerken sizi gözetleyenleri durdurun: Birkaç basit tarayıcı eklentisini kurmanızın bile ciddi faydası olacaktır. Yukarıda bahsettiğimiz Privacy Badger eklentisi ile sizi her yerde takip etmeye çalışan çerezleri hizaya getirebilir, yine EFF’in yazdığı HTTPS Everywhere eklentisi ile birçok internet sitesi ile aranızdaki iletişimin şifreli olduğundan emin olarak internet servis sağlayıcınızın sizi gözetleyebileceği alanları azaltabilir ve uBlock Origin ile rahatsız edici olmakla kalmayıp sizi internetin her yerinde gözetleyen reklamların önüne geçebilirsiniz.
Hayır demeyi öğrenin: Birçok uygulama, sosyal ağ ve telekom şirketi bunları kullanmak için sizden izin alır. Kimilerinde hesap açmanız bile tamamen izin vermek olsa da, birçoğunda hayır demeniz ya da yapabilecekleri şeyleri kısıtlamanız mümkün. Bunun için servis sağlayıcılar sorduğunda ısrarla hayır diyebilir ya da kullandığınız uygulama ve sosyal ağların ‘ayarlar’ kısmını detaylı bir şekilde gözden geçirip gereksiz gördüğünüz her şeyi kapatabilirsiniz.
Tekinsiz görünenden uzak durun: Ücretsiz VPN kullanmak, bir uygulamanın ücretsiz hâlini rastgele bir yerden indirip özel izinlerle cihazınıza kurmak, telefonunuzu gereksiz şeyler için rootlamak/jailbreak yapmak gibi şeyler gözetlenmeniz için birçok yeni yolun açılmasına neden olur. Eğer gerçekten ne yaptığınızı ya da ne kullandığınızı bilmiyorsanız, böyle şeylerden uzak durun.
Dijital gözetim konusunda sessiz kalmayın: Devletlerin ve şirketlerin dijital gözetim konusunda bu kadar rahat olmalarının ve bizi gözetlemek için yasal ve yasadışı yollar kullananların karşısında durmak yerine onların önünü açmalarının en önemli sebebi, çoğu insanın bu konuda bilinçsiz olması veya meseleyi önemsememesi. Bu konuda ne kadar çok kişi ses çıkartır ne kadar çok insan bu yöntemleri ve gözetim kapitalizmi adı verilen bu gelir yolunu sorgularsa, özel hayatımızı yerle bir eden bu uygulamalardan kurtulmamız o kadar mümkün olur.

Başlangıçta da dediğimiz gibi, dijital gözetim, internetin hayatımızın bir parçası hâline gelmesiyle ortaya çıkan bir durum. Akıllı teknolojilerin gelişmesi ve yayılması ile de daha tehlikeli bir hâl alabilir. Evinizdeki her aletin internete bağlı olduğu ve sürekli olarak size dair veri topladığı bir ortam, bu alanda çalışan şirketlerin iştahını kabartmaya başladı bile. Dijital gözetimin şu anki imkânlarıyla neler yapabildiği ortada, daha ilerisini düşünmek bile istememeliyiz.


Kaynak:  https://journo.com.tr/gozetim-kapitalizmi-dijital-izler

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 02, 2018 12:25

Gözetim kapitalizmi: Bıraktığımız dijital izleri kim kime satıyor?

Yazan: Ahmet Sabancı


Hayatımızın her alanında kullanabildiğimiz ve hatta ‘şeyler interneti’ (internet of things) teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte kullanmamıza gerek olmayan yerlere bile giren internet, artık bir iletişim teknolojisi olmanın ötesine geçmiş durumda. Ancak internette attığımız her adımda arkamızda bıraktığımız küçük veri kırıntıları, bizler için ciddi sorunlar yaratabiliyor. İnternet, hayatımızın daha farklı alanlarına girdikçe, dijital gözetim de o alanları kendisi için kullanışlı hâle getiriyor. Her ne kadar dijital gözetim denildiğinde akla ilk gelen NSA gibi istihbarat kurumları ya da devletlerin vatandaşlarını gözetlemeleri olsa da, dijital gözetim kavramının içerisine giren birçok farklı kurum ve yöntem bulunuyor.


Bu yöntemlerden ve sizin kişisel verilerinizin peşine düşen gruplardan bahsetmeden önce, bu kadar çok veri bırakmamızın nasıl mümkün olduğuna ve bunların önemli bir kısmını neden bırakmak zorunda kaldığımıza bakmamız gerekiyor. Bunu anlamak için de, temel olarak bilgisayarların ve iletişim teknolojilerinin nasıl çalıştıklarına göz atalım.


Nereden geliyor bu veri bolluğu?

Günümüzde internete bağlanmak için kullandığımız cihazların hemen hepsi, istediğimiz şeyleri yapabilmek için kimi verilere ihtiyaç duyar. Bu verileri almalarının sebebi bizi gözetlemek gibi gizli bir amaçlarının olması değil, bu veriler olmadan çalışmalarının mümkün olmamasıdır. Bunun en iyi örneklerinden birisi de, sürekli yanımızda taşıdığımız cep telefonlarımız.


Basit bir şekilde anlatacak olursak, cep telefonlarımızın bizi sürekli bağlantı hâlinde tutabilmesi için daimi bir şekilde etrafımızdaki baz istasyonlarıyla iletişime girmesi ve onlarla bağlantıyı koparmaması gerekiyor. Bunu yapabilmek için de, düzenli olarak etrafına bir sinyal gönderiyor ve kendi konumunu belirlemeye çalışıyor. Telefonunuzun gönderdiği bu sinyaller de en yakın baz istasyonları tarafından alınıyor ve karşılığında baz istasyonları telefonunuza bir cevap sinyali gönderiyor ve hattınızın bağlantıda kalmasını sağlıyor. Ancak bu sinyal alışverişi gerçekleştikten sonra, hem baz istasyonları hem de telefonunuz sizin fiziksel olarak nerede bulunduğunuz bilgisine de sahip oluyor. Çünkü baz istasyonları gönderdikleri sinyalle kendisini tanıtır ve her baz istasyonunun nerede olduğu kayıtlıdır. Aynı şekilde telefonunuz o baz istasyonuyla iletişime geçtiyse, bu ona yakın bir yerde olduğunuz anlamına gelir.


Benzer şekilde gerekli bir veri paylaşımı da ziyaret ettiğiniz web siteleriyle olur. Normal şartlarda, girdiğiniz her web sitesine kim olduğunuza dair kimi bilgileri de gönderirsiniz. Bu verilerin içerisinde hangi ülkeden girdiğiniz, hangi işletim sistemini/cihazı/internet tarayıcısını kullandığınız gibi veriler olur. Bu verilerin gönderilmesinin amacı, o web sitesinin sizin için en ideal versiyonunu size göstermesini sağlamaktır. Örneğin, cep telefonunuzdan giriyorsanız size sitenin mobil versiyonunu gönderir ki daha az veri tüketsin ve siteyi daha rahat gezebilin. Ya da girdiğiniz ülkeye göre sizin için uygun dil seçeneğini sunabilsin. Bu tarz veri paylaşımlarında temel amaç, tamamen sizin için kolaylık sağlamak ve interneti daha kullanışlı bir hâle getirebilmektir.


Ancak bir süre sonra, kimi insanlar bu verilerin bu şekilde başıboş bırakılmasına razı gelmedi ve bunları kullanmak için kimi yaratıcı(!) yollar üretmeye başladı. İşte dijital gözetim dediğimiz şey de tam bu noktadan itibaren devreye giriyor.


Gözetim kapitalizmi: Ekmeğini veriden çıkaranlar
(İllustrasyon: Davide Bonazzi)

İnterneti kullandıkça, bu verilerden çok daha fazlasını bırakmaya başlıyoruz. Sosyal ağlarda yaptığımız paylaşımlarla, internet aramalarımızla, ziyaret ettiğimiz sitelerle aslında kendimize ve kim olduğumuza dair önemli ipuçları veriyoruz. İnternette yaptığımız alışverişler ve indirdiğimiz uygulamalar nelere ilgi duyduğumuza dair işaretler bırakıyor. Tüm bu veriler bir araya geldiğinde ise karşımıza çıkan şey bizim dijital gölgemiz, bize dair bizim söyleyebileceklerimizden daha fazlasını söyleyebilen dijital kopyamız oluyor. Elbette dijital gölgemiz yalnızca devletler ya da istihbarat kurumları için değerli değil. Onlar için oldukça değerli şeyler saklıyor olsa da, dijital gölgemizi çok daha farklı amaçlarla da kullananlar var. Bunların başında da reklamcılar ve bize bir şeyler satmak isteyen şirketler geliyor.


Bizim hiçbir şey yapmadan vakit öldürmemizi bile paraya dönüştürmeyi başaran bu durumun artık bir adı da var: Gözetim kapitalizmi. Attığımız her adımın, vakit öldürmek için yaptığımız her gereksiz şeyin veriye ve bu veri hâlinin de birilerine satılarak paraya dönüştürülmesine tanık oluyoruz. Bu işi en iyi becerenler ise hepimizin her gün bir şekilde kullanmak zorunda kaldığı Facebook ve Google. Gözetim kapitalizminin başını çeken bu iki şirket, yalnızca bu sayede yüz milyarlarca dolarlık servetler yaratmakla kalmadı, arkalarından bu yöntemi izlemeyi görev edinmiş yüzlercesinin de gelmesine neden oldu. Ve bizden topladıkları veriler sayesinde, şu anda internette bize bir şey satmak isteyen herkes verilerimizi kullanmak için onlara koşuyor. Peki ellerinde bu kadar değerli ne var?


Facebook için en önemli verilerden birisinin kaynağı, insanlar arası ilişkiler. Oradaki ilişkilerimiz, verdiğimiz ‘like’lar, beğendiğimiz sayfalar ve bunun yanı sıra ziyaret ettiğimiz ve Facebook butonu bulunduran her site, bizim profilimizin altında birleşiyor ve dijital gölgemizin bir parçası hâline geliyor. Ardından Facebook, dijital gölgemizi kendi analiz sistemlerinden geçiriyor, etiketliyor ve kendisi üzerinden reklam vermek isteyenler için satışa hazır hâle getiriyor. Eğer Facebook’un sizin için hangi etiketleri kullandığını merak ediyorsanız, Ayarlar > Reklamlar (Ads) bölümünde görünür bir kısmını bulmanız mümkün.


Google ise bir diğer önemli veri kaynağına, ilgilendiğiniz ve merak ettiğiniz şeylere sahip. Yaptığınız her arama, yazdığınız her mail ve bunların yanı sıra girdiğiniz her site Google tarafından profilinizin bir parçası hâline getiriliyor. Eğer Android işletim sistemine sahip bir telefon kullanıyorsanız toplanan veriler daha da zenginleşiyor. Girdiğiniz sitelerin büyük bir kısmına ise, kendi verdiği bir hizmet olan Google Analytics sayesinde sahip olabiliyor. Birçok web sitesi sahibi sitesini ziyaret edenler hakkında bilgi edinmek için bu aracı kullanırken, Google da topladığı verileri sizin dijital gölgenize eklemek ve bunu reklam verenlere satabilmek için kullanıyor. Google’ın sizin hakkınızda topladığı verilerin görünür kısmını incelemek için ise Google Hesap Ayarları sayfanızın Kişisel Bilgiler ve Gizlilik bölümü altındaki Reklam Ayarları kısmına bakabilirsiniz. Twitter’ın topladıklarını merak ediyorsanız da Ayarlar bölümündeki Twitter Verilerinizkısmında bulmanız mümkün.


Facebook, Google, Twitter ve daha birçok sosyal ağın yaptığı bu veri toplama işinin temelinde bir diğer faydalı uygulama bulunmakta: Çerezler. Çerezler ziyaret ettiğiniz sitelerle ilgili kimi ayarlarınızı kaydediyor. Yani her seferinde o siteye kullanıcı girişi yapmanıza, dil seçeneği gibi ayarları değiştirmenize gerek kalmıyor. Ancak zaman içerisinde çerezlerin yetenekleri arttı ve örneğin Facebook, ‘like’ butonu olan her web sitesinde çerezini aktif hâle getirerek sizin ziyaret ettiğiniz siteleri görebilme yeteneğini kazandı. Bunu birçok büyük sosyal ağ ve reklam şirketi kullanıyor. Eğer internette bu şekilde gözetlenmek istemiyorsanız, Electronic Frontier Foundation’ın yazdığı Privacy Badger isimli tarayıcı eklentisini kullanarak bu tarz çerezleri durdurabilirsiniz.


Ben de veri satmak istiyorum
(İllustrasyon: Davide Bonazzi)

Google ve Facebook örnekleri üzerinden kişisel verilerimizin ne kadar para ettiğinin görülmesi ve dijital gözetimin ne kadar kârlı bir iş olduğunun anlaşılmasıyla birlikte, bunu yapabileceğini düşünen hemen herkes bu işe girişmeye başladı. Bir şekilde sizin kişisel verilerinizi zaten toplayan ama bunu satmayanlar satmanın yollarına, diğerleri ise, bu verileri toplamak için yaratıcı yollar üretmeye başladı. Bir de elbette yasallığı çok umursamadan bu işi karanlık yollarla yapanlar var.


İlk grup için elimizdeki en tanıdık örnek telekom şirketleri. Son birkaç senedir muhtemelen hepimize, “Kampanya ve avantajlar için verilerinizi kullanmamıza izin verir misiniz?” tarzında mesajlar ve müşteri hizmetleri aramaları gelmiştir. Üstelik onay vermemeniz durumunda da ‘hayır’ı cevap olarak kabul etmeyip tekrar soruyorlar. Bunu yapmalarının sebebi, zaten bizden aldıkları paranın üzerine kişisel verilerimizden de ek kazanç elde etmek istemeleri. Bunu da iznimiz olmadan yapamayacakları için bizim onayımızı almak istiyorlar. Bu onayı almaları durumunda ise, konum bilgilerimizden internet trafiğimize kadar her şey üzerinden para kazanmaları mümkün. Elbette yasal zorunluluk gereği 2014 yılından bu yana devlet için bu verileri toplayıp kaydediyorlar ama bunları satmaları için bizden izin almaları şart. Sizi sıkça rahatsız etmelerinin sebebi de bu.


İkinci grup içerisinde birçok farklı yeni teknolojiyi saymak mümkün. Ancak çok daha iyi bildiğimiz bir başka örnek var: Ülkemizdeki internet sansürü yüzünden herkesin ilk seçenek olarak kullandığı ücretsiz VPN servisleri. Bu servislerin hemen hepsinin ana gelir kaynağı, sizin internet trafiğinizi reklamcılara ve kimi zamanda başka kurumlara satmak. Sizin mecburiyetten ya da başka sebeplerden dolayı VPN gibi yöntemlere muhtaç kalmanızdan faydalanan bu şirketler yalan pazarlama yöntemleri ve başka yollarla gözünüzü boyayarak aslında sizi kişisel verilerinizi sömürebilecekleri bir kaynak hâline getiriyor.


Telefonunuza ya da bilgisayarınıza kurduğunuz uygulamalar da benzer şekilde sizi kandırmaya ya da size bilgi vermeden bu verileri toplayıp satmaya çalışabiliyor. Birçok uygulamanın hiç ihtiyacı olmadığı hâlde konum bilgileri ya da rehber listeniz gibi şeyleri toplamak istemesi bunun en basit örneği. Yakın zamanda buna yakın bir örnek Accuweather’ın mobil uygulamasında yaşandı. Uygulama, konum bilgilerine erişme yetkisini kaldırsanız bile bağlandığınız ağların listesini topluyor, Accuweather da bunları Reveal Mobile’a satıyor. Bağlandığınız modemler ve ağlar üzerinden de konumunuzu tespit etmek mümkün olduğu için, bunu yapabilecek bir yere bu verileri satmakla direkt konum bilgilerini toplamak arasında ciddi bir fark olmuyor. Kimileri ise böyle gizli yollara bile girmeden, direkt bilinir uygulamaların sahtelerini yazarak insanların kazara telefonlarına yüklemelerini sağlıyor ve o uygulama aracılığıyla telefonunuzdan sürekli olarak veri çekiyor. Google Play Store’da neredeyse her ay yüzlerce bu tarz uygulama tespit edilip kaldırılıyor.


Bunun yanı sıra tamamen veri toplamaya yönelik virüs ve malware saldırıları, bu verileri toplayan kaynaklara saldırıp bu verilerin çalınması gibi diğer yollar da mevcut. Geçtiğimiz haftalarda ortaya çıkan bir saldırıda, ABD’li kredi derecelendirme şirketi Equifax’ta gerçekleşen bir sızıntı sonucunda 143 milyon Amerikalının kişisel verileri hackerların eline geçti. Böyle ciddi verileri toplayan kurumların dikkatsizliği ve güvenliği önemsemiyor olması da bize ait kişisel verilerin sızmasına sebep olabiliyor.


Çare: Dijital gölgemizi küçültmek
(İllustrasyon: Davide Bonazzi)

Peki bu kadar çok gözetim yöntemi varken biz ne yapabiliriz? İnterneti şu anki hâliyle kullanmaya devam ettiğimiz sürece, gözetlenmeden hareket etme şansımız çok düşük. Tails OS gibi işletim sistemlerini kullanmak, internete sürekli Tor üzerinden girmek, hiç telefon kullanmamak, büyük ağları kullanmamak gibi ekstrem yöntemleri denemek mümkün ama bunlar tam anlamıyla çözüm sağlamayacağı gibi hayatınızı ciddi bir şekilde zorlaştıracaktır. Böyle yöntemleri tercih etmek kimi insanlar için işlerini bile yapamaz hâle gelmek demek olacağı için, bunları tavsiye olarak yazmanın bir anlamı yok.


Yapılabilecek en akılcı şey, dijital gölgenizin mümkün olduğunda küçülmesini ve çok da para etmeyecek hâle gelmesini sağlamak olacaktır. Bunun için atabileceğiniz kimi temel adımlar arasında şunları sayabiliriz:



İnternette gezerken sizi gözetleyenleri durdurun: Birkaç basit tarayıcı eklentisini kurmanızın bile ciddi faydası olacaktır. Yukarıda bahsettiğimiz Privacy Badger eklentisi ile sizi her yerde takip etmeye çalışan çerezleri hizaya getirebilir, yine EFF’in yazdığı HTTPS Everywhere eklentisi ile birçok internet sitesi ile aranızdaki iletişimin şifreli olduğundan emin olarak internet servis sağlayıcınızın sizi gözetleyebileceği alanları azaltabilir ve uBlock Origin ile rahatsız edici olmakla kalmayıp sizi internetin her yerinde gözetleyen reklamların önüne geçebilirsiniz.
Hayır demeyi öğrenin: Birçok uygulama, sosyal ağ ve telekom şirketi bunları kullanmak için sizden izin alır. Kimilerinde hesap açmanız bile tamamen izin vermek olsa da, birçoğunda hayır demeniz ya da yapabilecekleri şeyleri kısıtlamanız mümkün. Bunun için servis sağlayıcılar sorduğunda ısrarla hayır diyebilir ya da kullandığınız uygulama ve sosyal ağların ‘ayarlar’ kısmını detaylı bir şekilde gözden geçirip gereksiz gördüğünüz her şeyi kapatabilirsiniz.
Tekinsiz görünenden uzak durun: Ücretsiz VPN kullanmak, bir uygulamanın ücretsiz hâlini rastgele bir yerden indirip özel izinlerle cihazınıza kurmak, telefonunuzu gereksiz şeyler için rootlamak/jailbreak yapmak gibi şeyler gözetlenmeniz için birçok yeni yolun açılmasına neden olur. Eğer gerçekten ne yaptığınızı ya da ne kullandığınızı bilmiyorsanız, böyle şeylerden uzak durun.
Dijital gözetim konusunda sessiz kalmayın: Devletlerin ve şirketlerin dijital gözetim konusunda bu kadar rahat olmalarının ve bizi gözetlemek için yasal ve yasadışı yollar kullananların karşısında durmak yerine onların önünü açmalarının en önemli sebebi, çoğu insanın bu konuda bilinçsiz olması veya meseleyi önemsememesi. Bu konuda ne kadar çok kişi ses çıkartır ne kadar çok insan bu yöntemleri ve gözetim kapitalizmi adı verilen bu gelir yolunu sorgularsa, özel hayatımızı yerle bir eden bu uygulamalardan kurtulmamız o kadar mümkün olur.

Başlangıçta da dediğimiz gibi, dijital gözetim, internetin hayatımızın bir parçası hâline gelmesiyle ortaya çıkan bir durum. Akıllı teknolojilerin gelişmesi ve yayılması ile de daha tehlikeli bir hâl alabilir. Evinizdeki her aletin internete bağlı olduğu ve sürekli olarak size dair veri topladığı bir ortam, bu alanda çalışan şirketlerin iştahını kabartmaya başladı bile. Dijital gözetimin şu anki imkânlarıyla neler yapabildiği ortada, daha ilerisini düşünmek bile istememeliyiz.


Kaynak:  https://journo.com.tr/gozetim-kapitalizmi-dijital-izler


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on January 02, 2018 12:25

December 26, 2017

Çin’de çevrimiçi ideal yurttaş dönemi üzerine…

Yazan: Gökçe Özsu


“Çin ve internet” konusu, son birkaç yılda konunun Batılı takipçilerini gittikçe endişelendiren bir hal aldı. Adına ‘sosyal kredi sistemi’ denilen ve şimdilik gönüllülük esasına dayalı fakat 2020’de tüm yurttaşları kapsayacak şekilde genişleyecek olan sistem, Çin’in açık ekonomiye geçme atılımından beri yapmış olduğu dijital ekonomi, ICT ve internet yatırımları içesinde bilinen en kapsamlı ve gündelik hayata en çok doğrudan yansıyan projesi. Şimdiye dek, örneğin Freedom House gibi küresel sivil toplum kuruluşlarının raporlarında altını sıklıkla çizdikleri yaygın içerik sansürü, servis sağlayıcılarına kullanıcıların kişisel verilerini kullanıcıların resmi bilgileriyle saklaması (yurttaşlık numaraları, parmak izleri ve diğer kişisel veriler), yüz tanıma teknolojilerinin ulusal video gözetleme sistemine dahil edilmesi ve ülke çapına yayılması kararı, sosyal kredi sisteminin oluşturulması için gereken alt yapının ve üst verilerin toplanmasına hizmet ediyor görüntüsü çiziyor.


Sosyal kredi sistemi aslında ilk kez 2014’te Çin’in yürütme konusundaki en üst düzey kabinesi Devlet Konseyi’nce duyuruldu ve pilot uygulaması halihazırda gönüllülük esasına göre yürürlükte. 2020 yılında tüm Çin vatandaşlarını kapsayacak şekilde genişlediğinde (çocukları kapsayıp kapsamayacağı, kapsasa bile kapsamı bilinmiyor) her bir yurttaşın –haber kaynaklarının bazılarına göre 3 haneli- bir skora sahip olması anlamına geliyor. Sistemin temel amacı finansal şeffaflığı sağlamak olarak açıklandı. Vatandaşların internet üzerinden satın aldıkları ürünler, kullandıkları krediler ve sosyal ağlardaki hareketlilikler, bu skorun belirlenmesinde kullanılan parametreler arasında. Konuyla ilgili Oxford Üniversitesi Çin Medya Politikaları bölümünden Rogier Creeman, bunun finansal güvenilirliğin yanında, kişi olarak vatandaşların davranışların tek bir değerlendirmeye dâhil edileceğini ve bu değerlendirmeyle kişilerin sosyal hizmetlere ya da belli meslekler için uygun olup olmadıkları bu skor sayesinde tayin edilebileceği yorumunu yaptı. Creeman ekliyor: “Çin hemen hemen ne yapsa [Batıdaki] insanlar panikliyor ve bizlerin de pek çok kez [Çin ile] aynı şeyi yaptığımızı unutuyoruz”


Pilot uygulama, Çin’in e-ticaret devi Alibaba’nın ödeme için tasarlanmış mobil uygulaması AliPay ve diğer ödeme uygulamaları üzerinden, Ant Financial’ın geliştirdiği bütçe yönetimine odaklanan bir sosyal ağ platformu olan Sesame (Zhima) Credits’in altyapısı aracılığıyla yürüyor. Her bir kullanıcı 350 ve 950 arasında değişen ve yüksek puana sahip kullanıcıların fazla ürünü daha ucuza alabilmelerini sağlayan bir skor tayin ediliyor. Skoru yükseltmenin yolu daha Alibaba ödeme uygulamaları üzerinden daha fazla alışveriş ve Sesame Credits üzerinden daha fazla etkileşim skoru yükseltiyor. 600-650 puanlarının altındaki skorlar için örneğin depozito ödemeden araç kiralama gibi belli ürün ve hizmetlere kullanıcı erişimini engelliyor.


Sistemin alt yapısının kurulması için bir yıl daha geriye gitmek gerekiyor. 2013 yılında Alibaba ve WeChat (Avrupa ve Amerika’daki WhatsApp benzeri bir anlık mesajlaşma uygulaması) QR kod okuyarak ödeme yapılmasını sağlayan mobil ödeme uygulamalarını tanıttı. Bu uygulamalar, otomobil sigortasından, sipariş ettiğiniz yemeğin tutarı ve hatta garsonlara bırakılacak bahşişe kadar cüzdan gerektiren her türlü ödemeyi QR kod okuyarak gerçekleştiriyor. Ancak uygulama için ulusal kimlik kartı ile kayıt gerekiyor. Böylelikle kullanıcıların çevrimiçi ödeme hareketlilikleri başta olmak üzere, sosyal ağlardaki etkileşim trafiğimi kullanıcıların biyometrik bilgilerini de kapsayan resmi kimlikleriyle eşleşmesini sağlıyor. Bu durum bildiğimiz anlamda, çevrimiçi özne olarak kullanıcıları bir çeşit yurttaş-kullanıcı haline getiriyor, devletle olan vatandaşlık ilişkisinin Çin Komünist Partisi yönetimince tayin edilen sınırlarının kişilerin çevrimiçi kimliklerini yutacak şekilde genişlemesi anlamına geliyor. Bu uygulamanın kırsal Çin’deki çatışmalı alanlarda nasıl uygulanacağı, muhalifler ve aktivistler üstünde nasıl bir dezavantaj yaratacağı konusu meselenin çok bilinmeyenli denklemi olarak görülmemeli. Zira, WIRED’da çıkan bir makaleye göre Ant Financial CEO’su Lucy Peng kendi şirketinin “toplumdaki kötü insanların kaçacağı bir yer olmamasını ve iyi insanların ise engelle karşılaşmaksızın özgürce istedikleri yere gidebilmesini sağlayacağı”nı söyledi. Bu durum, Çin’deki internet kullanıcılarının bir çeşit ‘ideolojik olarak ideal çevrimiçi yurttaş’ haline getirebileceği iddiasına adeta kanıt sunar nitelikte.


Ant Financial, Weibo, Alibaba, Tencent (WeChat) gibi firmalar kullanıcı bilgileri, etkileşim trafikleri ile elde ettiği verileri, her ne kadar kullanıcıların izni olmadan hükümet kurumları ve üçüncü taraf kişilerle paylaşmadıklarını belirtseler de Çinli bilişim firmalarının genel olarak Çin Komünist Partisi yönetimiyle olan organik bağları bilinen bir gerçek. Beijing yönetiminin ekonomik yeniden yapılanma kapsamında dijital ekonomi, internet ve ICT yatırımlarını pivot pozisyonuna alması Çinli bilişim firmalarının merkezi hükümetle yakın ilişkiler kurmalarına sebep olduğu kabul edilebilir.


Çin’in internet yatırımları konusundaki vardığı nokta, Batı’daki rakiplerini distopik hezeyanlarına sebep olması bir yana, yurttaş ve kullanıcı arasındaki geçişkenlik bağlamında çevrimiçi alanın anlamını bir kere daha sorgulamamız gerektiği sonucunu ortaya çıkarmaya gebe. New York Times’ın konu hakkındaki haberi, Batılı perspektifinden internet kavramının nasıl da ters yüz edileceğinin karşılığı niteliğinde: “Eğer Silikon Vadisi liberteryan damarı temsil ediyorsa, Çin’in vizyonu bunun bir bakıma antitezini, devletin kontrolü tarafından güdümlenen ve buna yardım eden bir teknolojiyi sunuyor.” Yüz tanıma teknolojisinde varılan seviye, yapay zekânın kuantum programlama için kullanılması ve yurttaş puanlama sisteminin 2020’de tüm Çin vatandaşlarını kapsayacak şekilde genişleyeceğinin duyurulması, Çin devletinin ve toplumunun teknolojiye yönelik bakış açılarının Batıdaki karşılığı olarak distopik kabusu derinleştiriyor.


Aslında Çin hükümetinin ‘2020’ kararı 2015 yılında, Kalkınma ve Reform Bakanlığı tarafından Xi Jinping yönetiminin yolsuzlukla mücadele politikasına paralel olarak finansal şeffaflığı sağlamak amacıyla alındı. Finansal yolsuzluk, Xi yönetiminin öncelikleri arasında üst sıralarda yer alıyor. Konunun internet yatırımları ile olan ilişkisi karmaşık gibi görünebilir, ama aksine merkezi bir düzenleyici işlevi görüyor. Çin’de merkezi yönetim yerel yönetimlerin üzerinde büyük bir baskı kurmamakla birlikte, ideolojik sapmaların ve mali yolsuzlukları önlenmesi adına merkezi yönetim sosyal medya aracılığıyla kullanıcıların yerel yöneticilerin üzerinde bir çevrimiçi denetim mekanizmasını önemsiyorlar. Ancak bunu yaparken kullanıcıların resmi kimliklerindeki bilgilerle eşleşmiş çevrimiçi kişisel verilerin toplanmasına ayrı önem veriliyor.


2015 yılı Çin merkezi hükümetinin yüz tanıma teknolojilerini kamu güvenliğini sağlamak adına gözetlemek için kullanacağını açıkladığı yıl oldu aynı zamanda. Ulusal kolluk güçlerinin yönetimi olan Çin Kamu Güvenliği Bakanlığı, ulusal çaptaki video gözetleme ağının yaygın, tek merkezden yönetilebilir ve her daim açık kılınması için gereken girişimleri zaten başlatmıştı. Yüz tanıma teknolojisi bu ulusal çapta yaygın merkezi video gözetleme sistemine dahil edilmesinin alt yapısı ise halihazırda Çin’de kurulu. Yüz tanıma teknolojisinin çalışma prensibi -en basit haliyle- kişinin gözleri arasındaki mesafe gibi yüzün belli kısımlarının ile ten renginin tonunun belirlenmesi ya da ölçümlenmesi; daha sonra bunların sosyal medya, finansal kurumlar veya hükümet kurumlarınca toplanan fotoğraflar aracılığıyla oluşturulmuş merkezi bir veri tabanındaki ilgili verilerle karşılaştırılması. Çin’de özellikle finansal konularda kişisel verilerin toplanmasını gerektiren teknolojiler zaten kullanılıyor. Dahası, ‘Smile to pay’ gibi mobil ödeme uygulamaları her ne kadar deneysel olarak yansıtılsa da Çin’de ulusal çaptaki gözetleme veri tabanının bir parçası kabul edilebilir. Yüz tanıma teknolojileri, özellikle Avrupa ülkelerinde havaalanları gibi güvenlik açısında hassas yerlerde pasaport kontrolüne ek olarak sıklıkla kullanılmaya başlandı. Türkiye’de ise ÖSYM’nin elektronik sınav merkezlerinde kullanılıyor. 2020 Tokyo Yaz Olimpiyatlarında da kullanılacağı açıklandı. Bu noktada, verileştirilmiş bir toplumsal siyasal ve ekonomik düzene ve veri egemenliğinden beslenen iktidara geçişin, bu iktidar yapılarının sermaye sahipleri ile grift ilişkilerinin daha detaylı ve kapsamlı tartışılması gerekli.


https://www.newscientist.com/article/mg22830432-100-inside-chinas-plan-to-give-every-citizen-a-character-score/


https://www.wired.com/story/age-of-social-credit/


https://www.nytimes.com/2017/12/05/business/china-internet-conference-wuzhen.html?rref=collection%2Ftimestopic%2FInternet%20Censorship%20in%20China&action=click&contentCollection=world&region=stream&module=stream_unit&version=latest&contentPlacement=1&pgtype=collection&_r=0


https://www.wsj.com/articles/the-all-seeing-surveillance-state-feared-in-the-west-is-a-reality-in-china-1498493020

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 26, 2017 10:26

Çin’de çevrimiçi ideal yurttaş dönemi üzerine…

Yazan: Gökçe Özsu


“Çin ve internet” konusu, son birkaç yılda konunun Batılı takipçilerini gittikçe endişelendiren bir hal aldı. Adına ‘sosyal kredi sistemi’ denilen ve şimdilik gönüllülük esasına dayalı fakat 2020’de tüm yurttaşları kapsayacak şekilde genişleyecek olan sistem, Çin’in açık ekonomiye geçme atılımından beri yapmış olduğu dijital ekonomi, ICT ve internet yatırımları içesinde bilinen en kapsamlı ve gündelik hayata en çok doğrudan yansıyan projesi. Şimdiye dek, örneğin Freedom House gibi küresel sivil toplum kuruluşlarının raporlarında altını sıklıkla çizdikleri yaygın içerik sansürü, servis sağlayıcılarına kullanıcıların kişisel verilerini kullanıcıların resmi bilgileriyle saklaması (yurttaşlık numaraları, parmak izleri ve diğer kişisel veriler), yüz tanıma teknolojilerinin ulusal video gözetleme sistemine dahil edilmesi ve ülke çapına yayılması kararı, sosyal kredi sisteminin oluşturulması için gereken alt yapının ve üst verilerin toplanmasına hizmet ediyor görüntüsü çiziyor.


Sosyal kredi sistemi aslında ilk kez 2014’te Çin’in yürütme konusundaki en üst düzey kabinesi Devlet Konseyi’nce duyuruldu ve pilot uygulaması halihazırda gönüllülük esasına göre yürürlükte. 2020 yılında tüm Çin vatandaşlarını kapsayacak şekilde genişlediğinde (çocukları kapsayıp kapsamayacağı, kapsasa bile kapsamı bilinmiyor) her bir yurttaşın –haber kaynaklarının bazılarına göre 3 haneli- bir skora sahip olması anlamına geliyor. Sistemin temel amacı finansal şeffaflığı sağlamak olarak açıklandı. Vatandaşların internet üzerinden satın aldıkları ürünler, kullandıkları krediler ve sosyal ağlardaki hareketlilikler, bu skorun belirlenmesinde kullanılan parametreler arasında. Konuyla ilgili Oxford Üniversitesi Çin Medya Politikaları bölümünden Rogier Creeman, bunun finansal güvenilirliğin yanında, kişi olarak vatandaşların davranışların tek bir değerlendirmeye dâhil edileceğini ve bu değerlendirmeyle kişilerin sosyal hizmetlere ya da belli meslekler için uygun olup olmadıkları bu skor sayesinde tayin edilebileceği yorumunu yaptı. Creeman ekliyor: “Çin hemen hemen ne yapsa [Batıdaki] insanlar panikliyor ve bizlerin de pek çok kez [Çin ile] aynı şeyi yaptığımızı unutuyoruz”


Pilot uygulama, Çin’in e-ticaret devi Alibaba’nın ödeme için tasarlanmış mobil uygulaması AliPay ve diğer ödeme uygulamaları üzerinden, Ant Financial’ın geliştirdiği bütçe yönetimine odaklanan bir sosyal ağ platformu olan Sesame (Zhima) Credits’in altyapısı aracılığıyla yürüyor. Her bir kullanıcı 350 ve 950 arasında değişen ve yüksek puana sahip kullanıcıların fazla ürünü daha ucuza alabilmelerini sağlayan bir skor tayin ediliyor. Skoru yükseltmenin yolu daha Alibaba ödeme uygulamaları üzerinden daha fazla alışveriş ve Sesame Credits üzerinden daha fazla etkileşim skoru yükseltiyor. 600-650 puanlarının altındaki skorlar için örneğin depozito ödemeden araç kiralama gibi belli ürün ve hizmetlere kullanıcı erişimini engelliyor.


Sistemin alt yapısının kurulması için bir yıl daha geriye gitmek gerekiyor. 2013 yılında Alibaba ve WeChat (Avrupa ve Amerika’daki WhatsApp benzeri bir anlık mesajlaşma uygulaması) QR kod okuyarak ödeme yapılmasını sağlayan mobil ödeme uygulamalarını tanıttı. Bu uygulamalar, otomobil sigortasından, sipariş ettiğiniz yemeğin tutarı ve hatta garsonlara bırakılacak bahşişe kadar cüzdan gerektiren her türlü ödemeyi QR kod okuyarak gerçekleştiriyor. Ancak uygulama için ulusal kimlik kartı ile kayıt gerekiyor. Böylelikle kullanıcıların çevrimiçi ödeme hareketlilikleri başta olmak üzere, sosyal ağlardaki etkileşim trafiğimi kullanıcıların biyometrik bilgilerini de kapsayan resmi kimlikleriyle eşleşmesini sağlıyor. Bu durum bildiğimiz anlamda, çevrimiçi özne olarak kullanıcıları bir çeşit yurttaş-kullanıcı haline getiriyor, devletle olan vatandaşlık ilişkisinin Çin Komünist Partisi yönetimince tayin edilen sınırlarının kişilerin çevrimiçi kimliklerini yutacak şekilde genişlemesi anlamına geliyor. Bu uygulamanın kırsal Çin’deki çatışmalı alanlarda nasıl uygulanacağı, muhalifler ve aktivistler üstünde nasıl bir dezavantaj yaratacağı konusu meselenin çok bilinmeyenli denklemi olarak görülmemeli. Zira, WIRED’da çıkan bir makaleye göre Ant Financial CEO’su Lucy Peng kendi şirketinin “toplumdaki kötü insanların kaçacağı bir yer olmamasını ve iyi insanların ise engelle karşılaşmaksızın özgürce istedikleri yere gidebilmesini sağlayacağı”nı söyledi. Bu durum, Çin’deki internet kullanıcılarının bir çeşit ‘ideolojik olarak ideal çevrimiçi yurttaş’ haline getirebileceği iddiasına adeta kanıt sunar nitelikte.


Ant Financial, Weibo, Alibaba, Tencent (WeChat) gibi firmalar kullanıcı bilgileri, etkileşim trafikleri ile elde ettiği verileri, her ne kadar kullanıcıların izni olmadan hükümet kurumları ve üçüncü taraf kişilerle paylaşmadıklarını belirtseler de Çinli bilişim firmalarının genel olarak Çin Komünist Partisi yönetimiyle olan organik bağları bilinen bir gerçek. Beijing yönetiminin ekonomik yeniden yapılanma kapsamında dijital ekonomi, internet ve ICT yatırımlarını pivot pozisyonuna alması Çinli bilişim firmalarının merkezi hükümetle yakın ilişkiler kurmalarına sebep olduğu kabul edilebilir.


Çin’in internet yatırımları konusundaki vardığı nokta, Batı’daki rakiplerini distopik hezeyanlarına sebep olması bir yana, yurttaş ve kullanıcı arasındaki geçişkenlik bağlamında çevrimiçi alanın anlamını bir kere daha sorgulamamız gerektiği sonucunu ortaya çıkarmaya gebe. New York Times’ın konu hakkındaki haberi, Batılı perspektifinden internet kavramının nasıl da ters yüz edileceğinin karşılığı niteliğinde: “Eğer Silikon Vadisi liberteryan damarı temsil ediyorsa, Çin’in vizyonu bunun bir bakıma antitezini, devletin kontrolü tarafından güdümlenen ve buna yardım eden bir teknolojiyi sunuyor.” Yüz tanıma teknolojisinde varılan seviye, yapay zekânın kuantum programlama için kullanılması ve yurttaş puanlama sisteminin 2020’de tüm Çin vatandaşlarını kapsayacak şekilde genişleyeceğinin duyurulması, Çin devletinin ve toplumunun teknolojiye yönelik bakış açılarının Batıdaki karşılığı olarak distopik kabusu derinleştiriyor.


Aslında Çin hükümetinin ‘2020’ kararı 2015 yılında, Kalkınma ve Reform Bakanlığı tarafından Xi Jinping yönetiminin yolsuzlukla mücadele politikasına paralel olarak finansal şeffaflığı sağlamak amacıyla alındı. Finansal yolsuzluk, Xi yönetiminin öncelikleri arasında üst sıralarda yer alıyor. Konunun internet yatırımları ile olan ilişkisi karmaşık gibi görünebilir, ama aksine merkezi bir düzenleyici işlevi görüyor. Çin’de merkezi yönetim yerel yönetimlerin üzerinde büyük bir baskı kurmamakla birlikte, ideolojik sapmaların ve mali yolsuzlukları önlenmesi adına merkezi yönetim sosyal medya aracılığıyla kullanıcıların yerel yöneticilerin üzerinde bir çevrimiçi denetim mekanizmasını önemsiyorlar. Ancak bunu yaparken kullanıcıların resmi kimliklerindeki bilgilerle eşleşmiş çevrimiçi kişisel verilerin toplanmasına ayrı önem veriliyor.


2015 yılı Çin merkezi hükümetinin yüz tanıma teknolojilerini kamu güvenliğini sağlamak adına gözetlemek için kullanacağını açıkladığı yıl oldu aynı zamanda. Ulusal kolluk güçlerinin yönetimi olan Çin Kamu Güvenliği Bakanlığı, ulusal çaptaki video gözetleme ağının yaygın, tek merkezden yönetilebilir ve her daim açık kılınması için gereken girişimleri zaten başlatmıştı. Yüz tanıma teknolojisi bu ulusal çapta yaygın merkezi video gözetleme sistemine dahil edilmesinin alt yapısı ise halihazırda Çin’de kurulu. Yüz tanıma teknolojisinin çalışma prensibi -en basit haliyle- kişinin gözleri arasındaki mesafe gibi yüzün belli kısımlarının ile ten renginin tonunun belirlenmesi ya da ölçümlenmesi; daha sonra bunların sosyal medya, finansal kurumlar veya hükümet kurumlarınca toplanan fotoğraflar aracılığıyla oluşturulmuş merkezi bir veri tabanındaki ilgili verilerle karşılaştırılması. Çin’de özellikle finansal konularda kişisel verilerin toplanmasını gerektiren teknolojiler zaten kullanılıyor. Dahası, ‘Smile to pay’ gibi mobil ödeme uygulamaları her ne kadar deneysel olarak yansıtılsa da Çin’de ulusal çaptaki gözetleme veri tabanının bir parçası kabul edilebilir. Yüz tanıma teknolojileri, özellikle Avrupa ülkelerinde havaalanları gibi güvenlik açısında hassas yerlerde pasaport kontrolüne ek olarak sıklıkla kullanılmaya başlandı. Türkiye’de ise ÖSYM’nin elektronik sınav merkezlerinde kullanılıyor. 2020 Tokyo Yaz Olimpiyatlarında da kullanılacağı açıklandı. Bu noktada, verileştirilmiş bir toplumsal siyasal ve ekonomik düzene ve veri egemenliğinden beslenen iktidara geçişin, bu iktidar yapılarının sermaye sahipleri ile grift ilişkilerinin daha detaylı ve kapsamlı tartışılması gerekli.


https://www.newscientist.com/article/mg22830432-100-inside-chinas-plan-to-give-every-citizen-a-character-score/


https://www.wired.com/story/age-of-social-credit/


https://www.nytimes.com/2017/12/05/business/china-internet-conference-wuzhen.html?rref=collection%2Ftimestopic%2FInternet%20Censorship%20in%20China&action=click&contentCollection=world&region=stream&module=stream_unit&version=latest&contentPlacement=1&pgtype=collection&_r=0


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 26, 2017 10:26

December 21, 2017

Coding Sisters’e ödül

İnternet Derneği ve Internet Society Turkey Chapter  Üyelerinden Nurhan Güner’in Bilkent Bilişimde Kadınlar Kulübü ve Bilkent Gönüllü Eğitim Projeleri ile birlikte yürüttüğü Coding Sisters Projesi, Internet Society’nin dünya çapında düzenlediği Chapterthon 2017 yarışmasında birinci seçildi! Bu proje kapsamında Bilkent Üniversitesi’nde 12 Kasım 2017 tarihinde toplam 42 ortaokul ve lise öğrencisine 30 gönüllü eğitmenle beraber başlangıç düzeyinde kodlama eğitimi verilmişti. (Projenin kısa tanıtım videosunu da içeren duyuruya şu linkten ulaşabilirsiniz: http://isoc.org.tr/index.php/chapterthon-2017de-birinci-olduk/ )


Yarışmanın sonuçları dün Cenevre’de Birleşmiş Milletler binasında gerçekleştirilmekte olan IGF 2017’de açıklandı ve ödülü Internet Derneği adına üyemiz Su Sonia Herring aldı. Ödül, değerli hocamız Mustafa Akgül’e adanmıştır.


[image error]


 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 21, 2017 13:48

Coding Sisters’e ödül

İnternet Derneği ve Internet Society Turkey Chapter  Üyelerinden Nurhan Güner’in Bilkent Bilişimde Kadınlar Kulübü ve Bilkent Gönüllü Eğitim Projeleri ile birlikte yürüttüğü Coding Sisters Projesi, Internet Society’nin dünya çapında düzenlediği Chapterthon 2017 yarışmasında birinci seçildi! Bu proje kapsamında Bilkent Üniversitesi’nde 12 Kasım 2017 tarihinde toplam 42 ortaokul ve lise öğrencisine 30 gönüllü eğitmenle beraber başlangıç düzeyinde kodlama eğitimi verilmişti. (Projenin kısa tanıtım videosunu da içeren duyuruya şu linkten ulaşabilirsiniz: http://isoc.org.tr/index.php/chapterthon-2017de-birinci-olduk/ )


Yarışmanın sonuçları dün Cenevre’de Birleşmiş Milletler binasında gerçekleştirilmekte olan IGF 2017’de açıklandı ve ödülü Internet Derneği adına üyemiz Su Sonia Herring aldı. Ödül, değerli hocamız Mustafa Akgül’e adanmıştır.


[image error]


 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 21, 2017 13:48

December 14, 2017

Akgül: İnternet yaşamdır

Akgül Hoca’nın, Yeni Medya Çalışmaları II. Ulusal Kongre: Yeni Medya Okuryazarlığı’ndaki konuşması (26 Şubat 2015):



Akgül Hoca’nın 18 Nisan 2016’da konuk olduğu “Yeni Medya Eski İnsan” radyo programı:



[image error]

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 14, 2017 08:31

Akgül: İnternet yaşamdır

Akgül Hoca’nın, Yeni Medya Çalışmaları II. Ulusal Kongre: Yeni Medya Okuryazarlığı’ndaki konuşması (26 Şubat 2015):



Akgül Hoca’nın 18 Nisan 2016’da konuk olduğu “Yeni Medya Eski İnsan” radyo programı:



[image error]


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 14, 2017 08:31

December 13, 2017

Akgül Hoca’nın anısına

Doç. Dr. Mustafa Akgül’ü bir süredir tedavi gördüğü hastanede kaybettik. Akgül Hoca’yı, özgür yazılıma, Türkiye’de internetin gelişmesine ve internette ifade özgürlüğüne verdiği katkılardan dolayı saygıyla anıyoruz. Mustafa Akgül Hoca’nın kolektif çalışmaya açık ve alana ilişkin yapıcı yaklaşımının,  bu alanda çalışan ve gönül veren herkese rehber olacağını biliyoruz.


Akgül Hoca’nın, Alternatif Bilişim tarafından 26-27 Şubat 2015’te düzenlenen Yeni Medya Çalışmaları II. Ulusal Kongre’deki açılış konuşması’ndan


[image error]İnternet, Yeni Medya ve Özgürlükler

Kanımca, İnternet insanlığın gelişmesinde Sanayi Devrimi boyutlarında bir gelişmeyi temsil etmektedir. Neelie Kroes, Avrupa Komisyonu’nun önceki Başkan Yardımcısı ve Sayısal Gündem Başkanı, İnternetin toplumu yeniden yapılandırması açısından, elektrik, telgraf ve  demiryollarının toplamından daha fazla oldugunu söyledi.


İnsanlık olarak, bilim ve teknolojin öncülüğünde, İnternet sayesinde, sınırların fiilen ortadan kalktığı, sosyal ve kültürel açıdan birleşen bir dünyanın parçasıyız. Kitleler sosyal ağlar üzerinden birleşmekte, örgütlenmekte, Davetli Konuşmacı toplumsal, kültürel ve siyasal etkinlikler yapmakta. Dünya üzerine dağılmış gönüllüler imece benzeri bir yöntemle tüm insanlığın ortak malı ürünler üretmektedir: Linux ve özgür yazılım dünyası, wikipedia, açık ders malzemeleri, creative commons lisanslı sanat ve fikir ürünleri gibi.


İnternetin işaret ettiği Bilgi Toplumu’nun bireyleri, bir yandan bağımsız, yaratıcı, farklı ve aykırı düşünebilen insanlar olacaktır. İnternetin tüm toplumu, kamu yönetimini, iş dünyası, sağlık, eğitim, eğlence vb.’ni değiştirdiği ortada. Yurttaşların, eşit bir dünya vatandaşı olması için bu teknolojileri çok rahat, kolay ve etkin kullanabilmesi gerekir. Gerekli okuryazarlık seviyesi, dinamik olmalı ve sürekli geliştirilmelidir. Bu okuryazarlık düzeyine bilgi/bilişim/yeni medya okuryazarlığı diyoruz. Bu okuryazarlık düzeyine ulaşamamış yurttaşlar, eşit yurttaş olma yeteneğini kaybedecek ve geri kalacaktır.


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 13, 2017 07:36

Mutlu Binark's Blog

Mutlu Binark
Mutlu Binark isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Mutlu Binark's blog with rss.