Mutlu Binark's Blog, page 46

August 16, 2015

Gündelik yaşamda Facebook duvarı gibi davranmak…

Gündelik hayatta Facebook duvarı gibi davranmak....

Gündelik hayatta Facebook duvarı gibi davranmak….


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 16, 2015 23:26

İnternet Gazetecisinin İkiyüzlülüğü

Yazan Quinn Norton


Çeviren: Ahmet Özkale / Medium Türkçe



21. yüzyılda bir gazeteci olarak geçimini sağlamak zor ancak, dünyanın en yeni ve karlı iş modeline — işgalci izleme — kurulunca son birkaç yılda bu kolaylaştı. Haber sitelerindeki sayfalar, düzinelerce şirket adına sizi izliyor: Reklam şirketleri, sosyal medya servisleri, veri satıcıları, analiz şirketleri — hepsini kullanıyor ve hepsi tarafından kullanılıyoruz.







Wired’da düzenli yazan bir yazar olarak yıllarca bu sistemin büyüyüşünü rahatsızlıkla izledim. Yazdığım her makaleye sayıları gittikçe artan şirketlerin izleme çerezleri ve kodlarını koyuşunu izledim. Kariyerim ilerledikçe bu liste de uzamaya devam etti. Wired’da birlikte çalıştığım çoğu kişinin aksine, ben yaptığımız şeyin olası sonuçlarını anlıyordum. Gazeteci arkadaşlarımın, okuyucularını satıldığı bu sistemin çapı hakkında hiçbir fikri yok. Ama benim böyle bir bahanem yok. Gazeteci olmadan çok önce, web çağının doğuşunda, veritabanı pazarlaması — şimdi daha yaygın bir olarak adlandırıldığı şekliyle, web trafiği analizi — alanında çalışıyordum.


Bu işe internet tarafından girdim ama tüketici bilgisi içeren veritabanı oluşturan pazarlamacılar için web, ilk görüşte aşktı. Tarayıcı çerezinin gelmesi, veri toplama alanında yüce bir andı. Büyük bir şey olduğunu biliyordunuz ama ne kadar büyük? “Bu şu anda hayal edebileceğimden daha büyük bir şey olacak.” cümlesi söyleyebileceğiniz tek şeydi. — ve ben de insanlara bunu söylüyordum.


Önümde parlak bir kariyer vardı. Artık insanları demografik verilerle takip etmek zorunda değildik; her şeyi takip edebiliyorduk. Tek tek hayatınızı veritabanında inşa edebilirdim, yaptığınız her şeyi size cazip gelmeyi aşacak bir mesaj oluşturmak için kullanabilirdim. Başlangıçta küçük, berbat bir şirketteydim ama belli başlı şirketlerden telefonlar almaya ve Madison Avenue şirketlerinden ilgi görmeye başladım. Ve sonra olan oldu. Dünyaya yapmak üzere olduğum şeye katlanamazdım.


Altı ay sonra Florida’da garsonluk yapıyordum. Beş parasızdım ancak kendimden nefret etmiyordum. Şimdi, 20 yıl ve çok sayıda işten sonra, nefret etmeli miyim bilmiyorum.


Demek istediğim: Ben işi bıraktım ama başka hiç kimse bırakmadı. Bu büyük ağı örmeye ve onunla herkesi yakalamaya devam ettiler.


1996’da teknoloji ve internet işlerini birkaç yıllığına tamamen bıraktım. İnsanlara “Kahvaltıda ne yediğinizi ve öğle yemeğinde ne yiyeceğinizi biliyoruz.” diyordum. Tamamen ne derece izlendiklerini söylüyordum onlara ama kimse bana inanmıyordu. Bir kaçıkmışım gibi beni dikkate almıyorlardı ancak bu işi kendim yapmıştım. Verilelerini topluyordum. O zamanlar topladığımız izleme verileri bugünkü okyanusun yanında birkaç damla gibi kalır.


2000’lerin dünyasında, hâlâ olan bitenlerle uzlaşmaya çalışırken gizlilik olmadan yaşayabileceğimize, radikal açıklığın; kusursuz gözetlemenin sessiz şiddetine tercih edilebilir olduğuna karar verdim. Bu da işe yaramadı. Habersiz gözetlemeden daha iyiydi ama kontrol sorununu çözmüyordu.


Ağ, inşa ettiğimiz şey için en iyi metafordu. Bir ağ hareket etme çapınızı belirler.


Doksanlardaki kariyerim, çevrimiçi gözetleme ve kontrol sistemleri inşa etmekle ilgili anlatmak istediğim şey şu: Bu işte çok iyi olduğumu fark etmiştim. Bu işi aklımdan çıkarmaya ve bir daha hiç yapmama sözü vermeye kendimi ikna edecek kadar korkutucu derecede iyi.


Sonra da her şeye rağmen tüm bunları geliştirmeye yardım ettim.












İlk sayfayı yüklediğinizde, Vox 16 alan adından script çalıştırıyor ve bilgisayarınıza 12 adet izleyici yerleştiriyor.



NoScript ve bir de Ghostery adında tarayıcı eklentisi kullanıyorum. Kullanmanızı önermem, iyi olmadıklarından değil, webde gezinmeyi yarı zamanlı bir işe dönüştürdükleri için. Kimsenin bunlarla uğraşacak zamanı yok. Takip edilmemek için, sürekli olarak her bir sayfanın ne yaptığına dikkat etmeniz gerekiyor. Wired’da yıllar geçtikçe, küçük NoScript penceremdeki üçüncü parti script ve çerez listesinin uzayışını izledim. Üstelik, durum sadece Wired’da böyle değildi; öyle ya da böyle, bütün haber siteleri, haber sektörünün 21. yüzyılda hayatta kalmasının tek yolu haline gelen veri ambarcılarının ve reklamcıların buyruğu ile yavaş yavaş internet gözetiminin dayanak noktası haline geldiler.


Bazen bakıp bu veri ile, orada durduğunu bildiğim veri ile, ne yapabileceğimi düşünürdüm.




The Daily Beast’in anasayfası bilgisayarınızda 13 farklı alan adından script çalıştırıyor.

Sizinle ilgili bir dosya oluşturabilirdim. Sizinle ilgili tek tek veya toplu olarak çekebileceğim demografik açıdan ilgi çeken gerçeklere bağlanmış bir tekil tanıtıcınız olurdu. Kimliğinizi veya adınızı değiştirseniz bile, aynı kalan izler ve davranışlara dayanarak sizi bulabilirdim — aynı bilgisayar, aynı yüz, aynı yazı tarzı, bir şeyler sizi ele verirdi ve sizi yeniden bağlardım. Anonim verinin anonimliğini kaldırmak şaşırtıcı derecede kolay. Sizin bir haritanızı çizmeye yine de devam ederdim. Başka veritabanları, kredi kardı bilgileri (yıllardır satıştalar, bu arada), kamuya açık kayıtlar, seçmen bilgileri ve içinde olduğunuzu bile bilmediğiniz bin tane küçük veritabanı ile ilişkilendirerek hayatınızın o kadar tam bir resmini oluşturabilirdim ki, sizi ailenizden ve hatta belki de kendinizden daha iyi tanırdım. Doğru bir şekilde zihinsel hastalık teşhisi koyabilirdim, örneğin — bipolarlık, depresyon, bağımlılık vb. gibi hastalıklarla ilişkili davranış şekilleri. Sizi hiçbir sevgilinizin anlayamadığı kadar iyi anlayabilirdim ve siz orada olduğumu bile fark etmezdiniz. O veritabanlarından sizi bireysel olarak bulabilsem de, asıl sihir, bunu yapmama hiç gerek bile olmaması. Algoritmaların sizi anlamasını, işlemesini, takip etmesini sağlayabilirdim ve hiçbirinizi tanımak zorunda kalmazdım. Hiç göremediğiniz binlerce küçücük botlar tarafından izlenip tanımlanırdınız.


Ama gözetleme becerilerimin Kutsal Kase’si bu değil. Bunlardan sonra yapacağım şey ise öyle: Zevkinizi yansıtan bir dünya değil, zamanla onu şekillendirecek bir dünya yaratmak. Yavaş yavaş gördüğünüz reklam mesajlarını, birçok durumda gördüğünüz içerikleri bile, masaj yapar gibi uygulayabilir, tahmin edilebilir ve güvenilir bir şekilde dünya görüşünüzü yeniden şekillendirebilirdim. Binlerce ve milyonlarca defa, birazcık farklı olmanız için sizi hafifçe dürtebilirdim, tekrar ve tekrar ve tekrar. Zevk şekillendirme sistemlerini test etmeyi otomatikleştirebilir, zamanla zevk şekillendirme için A/B testi yapabilir ve tekrarlayabilirim, daha da kusursuz bir fikir şekillendirme makinesi inşa ederek.


Gözetleme verileriyle oluşturulmuş algoritmaların temel sonucu internet deneyiminiz değil, sizsiniz. İnsanlar oldukça esnek, son derece uyumlu ve reklamcılar, zamanla bu gerçeği sizi neye dönüştürmek için işe alınmışlarsa ona dönüştürmek için kullanabilirler. Düşündüğümde hâlâ tüylerin diken diken oluyormuş gibi hissediyorum. İçimde bir yerlerde “İnsanlar en iyi oyuncaklardır.” diyen küçük şeytani bir ses var.


Bunları ben yapmadım. Onun yerine, geçen yıllar boyunca vicdanımı biraz olsun yatıştırmak için sadece başkalarının yapabilmesini mümkün kıldım. Aslında, gözetim ve güvenliği, netin neyi nasıl yaptığını açıklayarak kendime bir kariyer oluşturdum ama okuyucularımın haklarını teknik açıdan mümkün olduğu kadar ihlal eden platformları kullanarak.


Dürüst olmak gerekirse, bu konuda ne yapabilirim bilmiyorum. Tüm geçimimi kitle fonlaması ile sağlasam bile, insanlara gözetim ve kontrol hakkında bilgi verebilecek sosyal erişimi sağlayan platformlar aynı zamanda onu mümkün kılan platformlar. Ve böylece, ağda ben de sizinle mahsur kalmış durumdayım, hâlâ 20 yıl önce kaçmaya çalıştığım makineyi inşa ediyorum.


Tolstoy 1894’te ikiyüzlülüklerine teslim olamayanların, ikiyüzlülüklerini dünyaya açıklamalarını önermişti. Bu iyi bir fikir gibi geldi, o yüzden işte buyrun.


Okuyucularıma yardım etmek istiyorum; daha iyi ve daha sağlıklı bir dünya oluşturmak istiyorum. Ancak geçimimi sağlamak ve erişim elde etmek için sizi satıyorum. Yüzlerce şirkete ve düzinelerce hükümete satıyorum. Ailenizi ve çevrelerinizi de satıyorum, dokunduğunuz herkesi satıyorum— üstelik sadece izlemek için değil, kontrol amaçlı da. Sizi, hiç görmeyeceğiniz ama yaşadığınız her bir gün dünyanızı etkileyecek olan küçük bir gerçeklik kafesi inşa edecek insanlara satıyorum.




Abonelikle çalışan bir site, sizi takip edilip satılmaktan kurtarmıyor, işler artık böyle.

Ve sizi satmaya devam edeceğim çünkü size ulaşmanın başka bir yolu yok. Bunun üzerinde çok düşündüm ve gerçekten başka yolu yok. Neti bir bütün olarak hâlâ seviyorum, herkesi birer süper kahramana dönüştürdüğüne hâlâ inanıyorum. Onu bırakmak, dünyadan vaz geçmek gibi olurdu ve ben vaz geçmek istemiyorum. Onun hâlâ, neti olduğu gibi anlamak için daha iyi kullanmayı öğrenerek, bu tuzaktan kurtulmamız için en iyi araç olduğunu düşünüyorum. Kendi kendimize sihirbaz olabiliriz, bizi şu anda kontrol eden güçlere tabi olmayan bir sihirbazlar dünyası. Ancak çok emek gerektirecek. Hepimizin çok şey öğrenmesi gerekecek— gazeteciler, okuyucular, gelecek nesil. Sonra da bizi izleyen ve kontrol etmeye çalışan insanlara karşı koymamız gerekecek.


Bu sırada, lütfen gizli bahçelerinize ve hayal dünyanıza sahip çıkın. Yazacaklarınızı arada sırada kağıda yazın. içinde yaşadığınız ağ hakkında merakınız olsun — dijital okuryazarlık gerçek özgürlük için en iyi şansımız. Çevrimdışı zamanınız kıymetli olsun. Eski kitaplar okuyun. Utanç duymadan sevin ve dünyada kim olmanız gerektiğini söyleyen bütün o şeylerden uzaktayken kim olduğunuzu düşünmek için zaman ayırın.




Editörün notu: Jiyan.org sitesini Ghostery, NoScript veya Privacy Badger ile ziyaret ettiğinizde pek çok benzeri script ile karşılaşacaksınız. Bunların bir kısmı, okuduğunuz makaleyi sosyal ağlarda paylaşmak için konulan hizmetler, bir kısmı WordPress altyapısıyla birlikte geliyor, bir kısmı ise siteyi daha işlevli yapabilmek için kullandığımız eklentilerden kaynaklanıyor. Dürüstçe, bunları mümkün olduğunda azaltmanın yollarını biz de arıyoruz. Bu konudaki endişelerinizi ve tavsiyelerinizi bize yazabilirsiniz.


Kaynak: http://jiyan.org/2015/07/04/internet-gazetecisinin-ikiyuzlulugu/




 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 16, 2015 23:22

Reklamcı kardeş, simit sat, onurlu yaşa!

Başlangıçta, bir web sitesine giren ya da bir internet hizmetini kullanan tüm kullanıcılara aynı reklamı göstermekten ibaret olan internet reklamcılığı, daha sonra fişleme, veri çalma gibi işlere bulaşarak birçok hak ihlalini de yanında getirir oldu.



Orkut Murat YILMAZ


Geçtiğimiz hafta, nasıl bir iş yaptığını biraz sonra anlatacağımız PageFair adlı şirket, özel mülk yazılımın en önemli bayraktarlarından Adobe ile birlikte bir araştırma raporu(1) yayınladı. Aslında, “Annual Ad Blocking Report” (Yıllık Reklam Engelleme Raporu) adlı bu raporu, üçüncü kez yayınlıyordu. PageFair’in tek başına yayınladığı 2013 raporu (2) ve yine Adobe ile birlikte yayınladığı 2014 raporu (3) asıl olarak reklam engelleme konusunu işliyordu. Ancak 2015 raporunda ilk kez “hasarın büyüklüğü” gündeme geliyor ve internet reklamcılığı sektörü için kabusları aşan bir duruma işaret ediyor: Reklam Engelleme Uygulamaları, tüm dünyada internet reklamcıları için 21.8 Milyar Dolar değerinde bir zarara neden olmuş.

Dahası, toplam küresel zararın 2016 yılında 41.4 Milyar Dolar olması bekleniyor. Bu zarara katkı sunan her bir insanı tek tek kutlamakta yarar çok.

Neden kutluyoruz? “Kapitalistler zarar etmiş! Yaşasın!” noktasının çok ötesinde bir durum bu.


İNTERNET REKLAMCILIĞININ GELDİĞİ AŞAMA

Bugüne dek, internet reklamcılığı sürekli evrim geçirdi. Başlangıçta, bir web sitesine giren ya da bir internet hizmetini kullanan tüm kullanıcılara aynı reklamı göstermekten ibaret olan internet reklamcılığı, daha sonra fişleme, veri çalma gibi işlere bulaşarak birçok hak ihlalini de yanında getirir oldu.

Bugünlerde, “Retargeting” (Yeniden Hedefleme) ve DPI (Deep Packet Inspection / Derin Veri Analizi) teknolojileri başta olmak üzere, internet reklamlarının çoğu, kullanıcıları fişlemek ve sınıflandırmak üzerine kurulu. Doğru kişiye doğru reklamı göstermek, tıklama oranlarını artırdığı için, internet reklamcıları sıklıkla yasaları ya da temel insan haklarını çiğneyerek, kullanıcıları fişleme yoluna gidiyor.

Popüler bir e-ticaret sitesine girdikten sonra, beğendiğiniz bir ürünün sayfasında 20 saniyeden fazla kaldığınızı düşünün. Ancak o ürünü satın almadınız ve sonra da popüler bir haber sitesine girdiniz. Sağ tarafta, o ürünün reklamını görüyor olmanız ne kadar rastlantısal olabilir? Burada tanık olduğunuz fişleme, yalnızca çerezleri kullanan, nispeten geri bir fişleme teknolojisi olabilir. Bu biçimiyle, sizi tümüyle tekil olarak tanımlayamaz belki. Ancak, internet hizmetini aldığınız şirket, DPI kullanmaya başlamışsa, sizi gerçekten tekil olarak tanımlayabiliyor demektir. Türkiye’de DPI konusuyla ilgili daha geniş bilgiyi Enphormasyon’dan (4) edinebilirsiniz.


REKLAMLARI ENGELLEME BİÇİMLERİ

Bu bilgileri verdikten sonra, bir internet kullanıcısının, özel yaşamını korumak için yapması gereken en doğru işlerden birisinin reklamları engellemek olduğunu söylemeye gerek yok herhalde. Ancak reklamları engellemenin biçimleri üzerinde konuşmak gerekiyor.

Reklam engellemede en çok kullanılan yöntem, PageFair’in raporlarından anlayabildiğimiz kadarıyla, AdBlock Plus adlı eklenti. İnternet kullanıcıları, yine aynı raporlara göre, en çok Google Chrome üzerine kurdukları AdBlock Plus ile reklamları engelliyor. Reklamcılara bu hasarı yaşatanlar arasında, en kalabalık kitleyi oluştursalar da, bu kullanıcıların yaptıkları fişlenmeye karşı mücadelede maalesef oldukça geri bir noktada.


CHROME’A GÜVEN YOK

Yıllardır fişleme sabıkalarına sürekli yenilerini ekleyen Google’ın geliştirdiği Google Chrome’un geçtiğimiz Haziran’da dizüstü bilgisayarların mikrofonlarını açık tutmaya zorlayarak ortam dinlemesi yapmasına izin veren bir yazılım parçacığını çalıştırdığı ortaya çıkmıştı(5). Bu bile, yeterince tehlikeliyken, bir de üstüne AdBlock Plus adlı eklentinin kurulduğu Google Chrome’un tehlikesi daha da artıyor.

AdBlock Plus, en yoğun kullanılan eklenti. Ancak, kimi keskin yaklaşıma sahip olan eklentilere göre, AdBlock Plus’ın bir whitelist’i (AK Listesi) var. Bu listeye girebilen reklamlar, sakıncasız bulunuyor ve engellenmiyor. AdBlock Plus’ın geliştiricisi olan Eyeo (6) tarafından hazırlanan bu listeye girebilmek için, Google, Microsoft ve Amazon’un hatırı sayılır ücretler ödediğini geçtiğimiz Şubat ayında öğrenmiştik (7).

Artık, bilerek “AK Liste” olarak çevirdiğimiz bu listeye girebilmenin yolu, yalnızca Microsoft, Amazon ya da Google gibi devasa harcamalar yapmak değil. Yazının başında, ne iş yaptığını açıklayacağımızı söylediğimiz PageFair, kendisine üye olan reklamverenleri, uygun ücretler karşılığında “AK Liste”ye eklemek üzerine bir iş modeli kurmuş durumda. Sitesinde bu işi nasıl başardığına dair soruları yanıtlayan (8) PageFair, oldukça geniş reklamveren kitlelerine ulaşabiliyor.


CEVAP ÖZGÜR YAZILIMDA

Peki, Google Chrome ve AdBlock Plus kullanmak yanlışsa, ne kullanmalıyız?

Aslında bu sorunun yanıtı basit: Her zaman Özgür Yazılım kullanmayı yeğlemeliyiz.

İlk olarak, internette gezinirken Mozilla Firefox (ya da GNU IceCat) gibi özgür bir tarayıcıyı seçerek işe başlayabiliriz. Daha sonra, kurduğumuz tarayıcının, eklentiler bölümünden uBlock Origin’i (9) kurarak, tüm reklamları engelleme rahatlığına kavuşmamız mümkün. “Tüm Reklamları Engellemek”ten bahsediyoruz, evet. Çünkü, kapitalizmin bildirilerinden ibaret olan reklamların hiçbirisi, bizi fişlemiyor olsalar bile, “zararsızlar listesi”ne girmeyi hak etmiyor. Bu nedenle, internette gördüğümüz reklamlara karşı, keskin bir duruş sergilemek en doğru davranış olacaktır.

Peki reklam ajanslarında çalışan o çok sevdiğimiz, tatlı arkadaşlarımız ne yapacak? Yani kimse reklam görmek istemezse, o arkadaşlarımız nasıl para kazanacaklar? Bu sorunun yanıtını, biraz “Troll”lük içeren bir espriyle vermek mümkün: Reklamcı Kardeş! Simit Sat! Onurlu Yaşa!


(1) http://downloads.pagefair.com/reports/2015_report-the_cost_of_ad_blocking.pdf

(2) http://downloads.pagefair.com/reports/the_rise_of_adblocking.pdf

(3) http://downloads.pagefair.com/reports/adblocking_goes_mainstream_2014_report.pdf

(4) http://enphormasyon.org/

(5) http://www.theguardian.com/technology/2015/jun/23/google-eavesdropping-tool-installed-computers-without-permission

(6) https://eyeo.com/

(7) http://www.engadget.com/2015/02/03/amazon-google-microsoft-adblock-plus/

(8) https://pagefair.com/about/#about-us-faq

(9) https://addons.mozilla.org/en-US/firefox/addon/ublock-origin/


Kaynak: http://www.evrensel.net/haber/258431/reklamci-kardes-simit-sat-onurlu-yasa



 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 16, 2015 23:17

17 Ağustos’un 16. yıldönümünde, ‘afet sırasında haberleşme’de ne durumdayız?

Yazan: Füsun Sarp Nebil


Pazarı, pazartesiye bağlayan gece, ülkemizin yaşadığı en acı olaylardan birisinin yani 1999 Marmara Depreminin 16cı yıldönümü. Gece 03:02’de meydana gelen 7,5 şiddetindeki 17 Ağustos depremi çok uzun bir fay üzerinde oluştuğu için tüm Marmara Bölgesi’ni etkilemişti.


Resmi rapor, 17.480 ölü, 23.781 yaralı, 505 sakat ile, 285.211 ev ve 42.902 iş yerinin hasar gördüğünü kaydediyor. Ancak resmi olmayan bilgiler, yaklaşık 50.000 ölüm, ağır-hafif 100.000’e yakın yaralı, 133.683 çöken bina ile yaklaşık 600.000 kişinin evsiz kaldığı şeklindeydi.


Bu deprem gerek büyüklük, gerek etkilediği alanın genişliği, gerekse sebep olduğu maddi kayıplar açısından son yüzyılın dünya çapındaki en büyük depremlerinden birisi durumunda. Bugün 16cı senesinde, bir çok kurumdan “hala gerekli dersler alınmadı” ve “büyük tehlike altındayız”, “yeni bir büyük deprem kapıda” cümlelerini duyuyoruz.


Genellikle bahsedilen herşey binalarla ilgili. Çünkü Marmara Depremindeki ölü-yaralı sayısının yüksek olmasının ve 600 bin kişinin evsiz kalmasının arkasında, kötü müteahhitlik, denetimsizlik ve ev alırken musluğa, mutfaktaki mobilyaya bakmaktan, güvenliğe dikkat etmemek yatıyordu.


Ya haberleşme? Bu konuda ne yapıldı?

Ancak bunlar kadar önemli bir hususu atlıyoruz, 1999 Marmara Depreminde çok büyük başka bir sorun daha yaşamıştık; haberleşme zorluğu.


1999 depreminden 3-4 ay önce, başka konularda sohbet ettiğimiz Ulaştırma Bakanlığı yetkilileri, şirketlerin (o zaman Turkcell ve Telsim) yeterli yatırım yapmadıklarından şikayet ediyor ve yaklaşan bayram sırasında hatların doluluk nedeniyle cevap veremeyebileceğinden bahsediyorlardı.


Bu nedenle deprem meydana geldikten ve kendimizi dışarı attıktan sonra, ilk işim yakınlarıma telefon etmek olmuştu. Kısa bir zaman sonra telefonların –kapasite yetersizliği nedeniyle– çalışamayabileceğini biliyordum. Gerçekten de öyle oldu, bir kaç dakika içinde telefon edemez hale geldik ve ertesi gün öğlen saatlerine dek, telefon haberleşmesi yapılamadı. Öğleden sonra kısmen düzelmeye başladı.


Telefon şebekeleri ortalama yüke göre planlanır

Neden kapasiteler yetersiz oluyor derseniz, basit bir örnekle anlatalım; 30.000 “sabit” telefon abonesi olan bir bölgede diyelim ki, 1 abonenin ortalama konuşma süresi günlük 30 dakika olsun. O bölgede –aynı anda konuşan abone sayısına da bağlı olarak–, tahminen 1000-3000 kişiyi konuşturan bir cihaz kapasitesi yeterli olacaktır. Bu normal konuşma alışkanlıkları ile tepe noktanın dengesinden bulunan bir yatırım miktarı anlamına gelecektir.


Mobil telefon şebekeleri ve internet şebekesinde bu yatırım miktarı –kullanıcı alışkanlıkları nedeniyle– daha yüksektir ama yine de telekom firmaları “abone sayısı x yatırım” şeklinde davranmazlar. Ortalama yüke ve tepe noktaların dengesine göre yatırım yaparlar.


Bu nedenle de, dikkat ederseniz herhangi bir etkinlik ya da olay olan yerlere –mesela maç zamanı– mobil operatörler, ayrıca mobil baz istasyonları gönderirler ve oarada oluşacak “anlık” kapasite ihtiyacını ilave baz istasyonu ile dengelerler.


Bunun biz kullanıcılar açısından anlamı şu; büyük bir deprem kapıdaysa, haberleşme olanaklarının da planlanması lazım. Bu planlama ihtiyacının bir tarafında “halkın haberleşmesinin sürdürülebilirliği”varsa da, asıl hayati olan; afet sırasında kurtarma faaliyetleri yapması beklenen “güvenlik güçlerinin ve diğer birimlerin haberleşmelerinin kesintisiz bir şekilde sürdürülebilirliği”dir.


Bunun ise şansa ya da kadere bırakılmaması gerekir. Çünkü halkın afet sırasında “lütfen konuşmayın, güvenlik güçlerinin konuşması lazım” uyarıları ile yönetilmesi mümkün olmayacaktır. Bu nedenle “afet haberleşme şebekesi” şeklinde ayrı bir şebeke olması lazım. Bu internet+mobil olmalıdır.


Ama yetkililerden aldığımız bilgiye göre, afet durumunda, Türkiye’de hala tüm güvenlik-sağlık vs gibi resmi kurumların kullanabileceği, kesintisiz, tüm Türkiye sathında hizmet veren, bir “Kamu Güvenliği ve Acil Durum Haberleşme Sistemi” yok.


FirstNet: Bize de lazım

Ama şimdi önümüzde böyle bir örnek var; çünkü yakın zamanda ABD böyle bir şebekeyi kurdu.


11 eylül sırasında ABD’de itfaiye, sağlık birimleri, polis arasında haberleşme krizi yaşandı. Çünkü cihaz kapasiteleri – bant genişliği yetersizdi. Aynen bizim Marmara Depreminde olduğu gibi, orada da insanlar birbiriyle haberleşmede sıkıntı yaşadı, ama daha önemlisi insanları kurtaracak olan güvenlik güçleri, itfaiye ile sağlık birimleri haberleşme zorluğu yaşadılar.


ABD’de bu nedenle 2012’de bu 8 milyar $ yatırımla ve FirstNet adıyla bir network kuruldu.


Şimdi yaklaşan 4G ihalesi ile gelecek olan bant genişliği, ülkemizin güvenlik kurumlarına afete yönelik böyle bir şebeke kurabilme şansı verecek. Bugüne kadar kurulmadı ama bundan sonrası için bu konuda farkındalık yaratılması ve devletin böyle bir alt yapı kurması için çalışılması gerekli.


Savaş, afetler gibi durumlar açısından gerekli bu networke örnek olması için Amerikalıların kendilerine kurduğu sistemi burayı tıklayarak görebilirsiniz.


Metroda depremle karşılaşırsanız, nasıl haberleşeceksiniz? 

Bu yazıyı özellikle kurtarma servislerine yönelik haberleşme konusuna dikkat çekmek için yayınlıyoruz ama halkın ihtiyaçlarının da geride kaldığını bir daha hatırlatalım.


Devlet tarafından açıklanan abartılı rakamlara rağmen, Türkiye’de internet büyümüyor. Bunun bir çok nedenlerinden bir tanesi de İstanbul Büyük Şehir Belediyesinin fiber kazılara yasal izin vermemesidir. Bu konunun çözümü, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığının Binali Yıldırım döneminde çıkarılan yönetmeliğine rağmen hala bulunamadı.


Diğer yandan İBB’nin metrolardaki cep telefonu ile görüşmelerimizi de engellediğini bir daha hatırlatalım. Bunu fahiş, çok milyonlu paralar isteyerek yapıyorlar.


Tüm dünya metrolarında cep telefonları dışarıdan aranamaz ama içerdekiler dışarıyı arayabilirler.. Hele deprem gibi bir durum için ne kadar can alıcı olduğunu düşünürseniz, İBB’nin vatandaşı düşünmek yerine neden böyle yaptığına, neden bu sorunu çözmediğine şaşarsınız.


Burası İstanbul, bizi büyük bir deprem bekliyor olabilir ama  biz metrodayken cep telefonu ile dışarıyı arayamıyoruz. Anlaşılan belediyemiz vatandaşın güvenliğinden önce kendi cebini düşünüyor !!!


Kaynak: http://t24.com.tr/yazarlar/fusun-sarp-nebil/17-agustosun-16-yildonumunde-afet-sirasinda-haberlesmede-ne-durumdayiz,12535



 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 16, 2015 23:15

July 29, 2015

Italy first European country to introduce Internet Bill of Rights…

Yesterday, Italy became the first European country to introduce an Internet Bill of Rights, which was open to comment by the country’s citizens. Italy follows in the footsteps of Brazil, which passed the world’s first Internet Bill of Rights into law in April 2015 and advised Italy throughout its own process.


Renata Avila, Web We Want campaign manager at the World Wide Web Foundation says:


“Italy is to be commended for taking the lead, and conducting a collaborative, open and crowdsourced effort to draft an Italian Internet Bill of Rights.


“There is a lot to like about this Bill of Rights – it establishes access as a fundamental right, acknowledges the importance of the Internet to democracy, and puts open access to information, knowledge and culture at its heart. Provisions for open government data are also included, while Net Neutrality is not only protected, but seen as a precondition to enjoy other rights.


“However, some doubts also arise. The Bill falls short in protecting anonymity and encryption, while clauses around data retention are unclear.


“Overall, this is a positive development for the protection of fundamental rights online, but further clarity on some clauses, and information on how the Bill will be enforced must be urgently addressed, so it can achieve its full potential.”


Source: http://webfoundation.org/2015/07/italy-first-european-country-to-introduce-internet-bill-of-rights/




 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 29, 2015 00:54

Casus Yazılım Kullanmak Anayasal Suçtur! Basın Açıklaması

5 Temmuz 2015 tarihinde İtalya yazılım şirketi Hacking Team’in kirli dosyaları 400 gigabytelık veri ortalığa saçıldı. Belgeler, şirketin çeşitli devletlere kullanıcı bilgisayarlara erişen casus yazılım sattığını belgeliyordu. Belgelere göre Hacking Team’in aktif müşterileri arasında 21/06/2011 tarihinden bu yana şirketin RCS (Remote Control System – Uzaktan Kontrol Sistemi) yazılımını kullanan Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM) de vardı ve şirkete 440 bin Euro ödeme yapılmıştı. RCS, hedeflenen kullanıcıların bilgisayarlarına ya da telefon/tablet gibi akıllı cihazlarına uzaktan yerleştirilerek bu cihazların uzaktan kontrol edilebilmesine, cihazların içindeki dosyaların kopyalanabilmesine, cihazlara sahibinin bilgisi dışında dosyalar yüklenebilmesine olanak sağlayan bir casus yazılımdır. RCS, hedef kullanıcıya gönderilen bir e-postanın ekinde yer alan dosyanın içine gizlenerek gönderilebilmekte ve e-postayı alan kişi ekteki dosyayı açtığında bilgisi olmadan sistemine kurulabilmektedir.

Bir hukuk devletinde, tüm devlet kurumları yürürlükte olan kanunlar çerçevesinde hareket etmek zorundadır. Halbuki, EGM’nin casus yazılım kullanımı Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına aykırıdır. Yasalarımız, iletişimin izlemesini ancak mahkeme kararıyla izin vermektedir ve izleme süphelinin iş yeri ile sınırlıdır. Bilgisayar kullanıcılarının casus yazılımlarla takibi bu sınırın aşılmasıdır. Bu yolla, sahte delil yerleştirilebilmekte, kişiler tüm iletişimi izleyebilmektedir. Türk Telekomun iletişlimi izleme amacıyla ihale çıktığı bilinmekte, bilişim STK’ları olarak kamuoyunun dikkati daha önce çekilmişti. Bu şekilde casus yazılım kullanmak, Anayasa Suçudur. Bu uygulamaya son verilmeli ve kimlerin casus yazılımla izlendiği açıklanmalı, ilgililer için soruşturma açılmalıdır. Kişisel veriler yasa tasarısı, özgürlükçü bakış açısıyla ve sivil toplumun katkılarıyla, yurttaşı devlete karşı koruyan bir bakış açısıyla yasalaşmalıdır.

Yurttaşlar Kendilerini Korumalıdır!

Güvenli internet, kullanıcıların internet erişiminin çeşitli filtrelerle engellenmesi demek değildir. Güvenli internet için kullanıcıların öncelikle bilgisayarlarına izinsiz giren ve iletişimlerini izleyen kişi ya da kuruluşlara karşı korunması gerekmektedir. Gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı, ve vatandaşlar geniş bir bilgilendirme kampanyası ile haberdar edilmelidir.

Son yıllarda ortaya çıkan belgeler, hükümetlerin ve şirketlerin çeşitli amaçlar doğrultusunda internet kullanıcılarını sürekli bir şekilde gözetlediğini göstermektedir. Birçok kullanıcının “saklayacak bir şeyim yok” diyerek bu gözetime tepkisiz kalmasına karşın gözetim, başta siyasal olmak üzere özgürlükleri tehdit etmektedir. Wikileaks’ten, Snowden’dan ve en son Hacking Team’den sızan belgelerden gözetimin başlıca hedefinin siyasi muhalifler olduğu anlaşılmaktadır. Aktif olarak siyasetin içinde olunmasa bile, gözetimin olağanlaştırılması ve içselleştirilmesi, kullanıcıların kendilerini özgürce ifade etmesini zorlaştıracak ve engellenen sitelerin yerini otosansür alacaktır. İnternetin daha demokratik bir toplumun temeli olacağını tahayyül ederken, internet tam tersine dönüşmektedir. Gözetimden uzak güvenli erişim tüm internet kullanıcılarının hakkıdır.

Kişisel veriler hakkındaki ulusal ya da uluslararası kanunların yetersiz kaldığı veya uygulanmadığı durumlara karşı tüm internet kullanıcılarının bu haklarını ısrarla savunması gerekmektedir.

Hangi işletim sistemi, hangi yazılım kullanılırsa kullanılsın kötü niyetli yazılımlara karşı 0 güvenlik yoktur. Ancak https://prism-break.org/tr/ adresinde önerilen Özgür Yazılımlar’la en azından bilgisayarların, tabletlerin ve akıllı telefonların ele geçirilmesi ve izlenmesi zorlaştırabilir.

Tüm internet kullanıcılarını önce internette gözetime karşı duyarlı olmaya, sonra da özgür olmayan işletim sistemleri ve yazılımlar yerine GNU/Linux ve özgür yazılımlarla bilgisayarlarını güçlendirmeye davet ediyoruz.

Özgür Yazılım, özgürleştirir!


Alternatif Bilişim Derneği

Ankara Barosu Bilişim Hukuku Komisyonu

Elektrik Mühendisleri Odası

Demokrat Bilgisayar Mühendisleri

İnternet Teknolojileri Derneği

İnternet Yayıncıları Derneği

Korsan Parti Türkiye Hareketi

Linux Kullanıcıları Derneği

Pardus Kullanıcıları Derneği

SansüreSansür

Tüm İnternet Derneği


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 29, 2015 00:51

July 22, 2015

Canımız yanarken de uymamız gereken etik kurallar var

Yazan: Ceren Sözeri, Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi
Çok basit: Suruç haberlerini yaparken kendinizi ölenlerin / yaralananların ya da onların yakınlarının yerine koyun…

Dün Suruç’ta çoğu öğrenci 32 kişinin katledilmesi hepimizin canını yaktı, kalbimiz sıkıştı, boğazımız düğümlendi, gözyaşlarımızı tutamadık. Gördüklerimizi, hissettiklerimizi bir refleks halini almış şekilde sosyal medyada paylaştık. Ne olup bittiğini güvendiğimiz medya kuruluşlarından ve sosyal medyadan katliama tanıklık etmiş, yaşamış insanların ifadelerinden öğrendik. Bir bakıma geldiğimiz duruma şükrediyoruz, Roboski’de 34 kişi öldürüldükten ve medya bunu görmezden geldikten sonra önemi artan sosyal medya, özellikle de Twitter sayesinde artık en azından katliamlar görmezden gelinemiyor. Ancak bu durum yeni zorlukları, yeni ikilemleri de beraberinde getirdi. Doğrulanmamış bilgiler, özel yaşamın ihlali, izin alınmadan kullanılan fotoğraflar… hem medyanın hem de sosyal medya kullanıcılarının göz ardı ettiği konular oldu. Canımız acıyor diye ateşin düştüğü yerleri belki daha da incittik.

Online ve sosyal medyada etik standartlara uymalıyız


Aslında yola çıkma noktamız çok basit, daha önce de ifade etmiştim: Bir olayı haberleştirirken ya da bir olayla, insanlarla ilgili bilgileri paylaşırken kendinizi ölenin / yaralananın ya da onun yakınlarının yerine koyun. Sizin ya da sevdiklerinizin başına böyle bir şey gelseydi, emin olunmadan hakkında öldü / yaralı bilgisinin paylaşılmasını ister miydiniz? Özel yaşamınız / yaşamlarınız hakkında konuyla alakasız bilgilerin, her ne kadar olaya maruz kalanların aslında ne kadar iyi insanlar, masum insanlar olduğunu göstermek adına bile olsa, dolaşımda olmasını ister miydiniz? Tamamen olaydan bağımsız bir zamanda çekilen fotoğrafınızın / fotoğrafların sizden hiçbir şekilde izin alınmadan herkesin sayfasında bulunmasını arzu eder miydiniz? Yapılanların pek çoğu iyi niyetli bile olsa, dün paylaşılan bilgilerin bir kısmı ve fotoğraflar pek çok aileyi üzdü.



Çocukları için yola düşmüş pek çok aile Twitter’da çocuklarının akıbetiyle ilgili dolaşan bilgiler arasında yardım aradı. Arkadaşıyla çekilmiş bir fotoğrafını ona veda etmek için sayfasına koyan bir kullanıcı, ölenler arasında kendisinin olmadığını anlatabilmek için bütün gece uğraştı. İşin garibi bu konuda doğrudan iletişime geçtiği “Twitter fenomenleri”ni bile ikna edemedi. Görmeyenlerinizin Twitter’da @dilrike adlı kullanıcının yazdıklarını okumasını tavsiye ederim. Sadece kullanıcılar değil güvendiğimiz medya kuruluşları da aynı fotoğrafları kullanmaya devam etti, aile tek tek arayıp kaldırılması için ricada bulundu.

Felaketler, katliamlar, saldırılar karşında ilk kez karşılaştığımız bir durum değil bu ama ders almayı öğrenemedik. Bu vesileyle bazı kuralları yeniden hatırlatmakta fayda var. Online News Association (ONA) etik sorunları ve yapılması gerekenleri beş maddeyle özetliyor http://journalists.org/2014/03/07/social-newsgathering-five-key-ethical-challenges-part-ii/) :


1. Doğrulama ve kesinlik: En basitiyle doğruluğundan emin olmadığınız, kaynağına güvenmediğiniz haberleri, bir an önce yayalım, çare bulunsun, harekete geçilsin gerekçesiyle bile olsa yaymayın. Örneğin dün Suruç’ta içme suyunun zehirlendiği iddiası medyada yetkili kimseye sorulmadan “iddia” olarak verildi. Oysa doğrulanmadan verilmesine ya da sadece katliama tanık olma sıfatıyla kanala bağlanan kişilere sorulmasına gerek yoktu. Ölen ya da yaralanan kişilere ait bilgiler orada görevli, sorumluluk almış kişiler olmasına rağmen farklı kaynaklardan dolaşıma sokuldu. Doğrulatma önemli bir konu, üzerinde hepimizin daha çok çalışması ve tartışması gerekiyor. İlgilenenler bu konuda yazılmış linkteki el kitabına http://verificationhandbook.com/ ya da bu konu üzerine uzunca bir zamandır kafa yoran Erkan Saka ve Mehmet Atakan Foça’nın yazılarına başvurabilir.


2. Katılımcıların güvenliği: Doğal olarak bu durumlarda medyanın ilk yaptığı şey olaya tanıklık etmiş birilerine bağlanmak, neler olduğunu ilk ağızdan öğrenmek, tanıkların çektiği fotoğraf ve videolara ulaşmak. Katkı verenler gönüllü olduğu için bir sakınca yok ancak ikinci canlı bomba olabilir iddiaları arasında medyaya düşen görev tanıkların güvenliğini de düşünmek, güvenli bir yerde olduklarından emin olmak. Bu başlığın konusunun biraz dışında ama tanıklar o anın dehşetini belgelemek istemiş olabilirler ama medyanın bunları kullanırken dikkatli olması gerekir. Sosyal medya kullanıcılarının da öyle. Olayın dehşetini anlatmak, öfkenizi haykırmak için kimsenin kopan kolunu bacağını, kanlar içinde bedenlerini göstermenize gerek yok. Baştaki cümleye dönelim ölenlerin / yaralananların ailelerini düşünün.


3. Haklar ve yasal konular: Bu konuda yasal bir hassasiyet olmadığından kimsenin kurbanların yasal haklarına ilişkin bir çekincesi yok, bunu biliyoruz ama bu sizin onların haklarını görmezden gelmeniz anlamına gelmemeli. Sağlam etik standartlarla yürüyen medya kuruluşlarının bu konuda gayet açık editoryal politikaları mevcut. BBC bu tür durumlarda kullanılan fotoğrafların videoların medya eliyle yeniden dolaşıma sokulmasının yaratacağı etkinin dikkate alınması gerektiğini söylüyor ve bu tür malzemelerde paylaşımın amacının ne olduğu (örneğin bir tatil ya da mezuniyet fotoğrafı), izin alınıp alınmadığı ve fotoğrafın / paylaşımın kullanılmasında kamu yararının olup olmadığı kriterlerini koyuyor (http://www.bbc.co.uk/editorialguidelines/page/guidance-social-media-pictures). Guardian da yine bu tür paylaşımlarda mahremiyete saygı gösterilmesi gerektiğini savunuyor ve yine kamuya açık paylaşım bile olsa kullanımında kamu yararının olup olmadığının sorgulanması gerektiğini söylüyor (http://image.guardian.co.uk/sys-files/Guardian/documents/2011/08/08/EditorialGuidelinesAug2011.pdf). Suruç’taki katliamla ilgili somut örnek vermek gerekirse basın açıklaması ve katliamdan önce Amara Kültür Merkezi’nin bahçesinde kahvaltı ederken çekilen ve sosyal medyaya konan fotoğraflar ya da gençlerin Kobane için yaptıkları hazırlıkları gösteren paylaşımları elbette kullanılabilir çünkü konuyla alakalı ve Twitter, Instagram gibi kamuya açık alanlarda paylaşılmış ama Facebook sayfalarındaki tatil, mezuniyet fotoğrafları hayır. Bunların kullanımı için mutlaka yakınlarından izin alınmalı ve izin alınarak kullanıldığı belirtilmeli.


4. Bu haberleri yapan gazetecilerin sağlığı: Buna artık yurttaş gazetecileri de eklemek gerekir kanaatindeyim. Bunca paylaşım arasından doğruyu bulmaya, doğrulatmaya çalışanların da risk altında olduğunu, desteğe ihtiyaç duyduklarını unutmamak gerekiyor (gazeteciliğin diğer mesleklerden ne farkı var diyenleri de burada hatırlayalım). The Dart Center for Journalism & Trauma, Tragedies & Journalists’te bu tür durumlarda gazetecilerin nasıl davranmaları gerektiği ve kendilerini nasıl korumaları gerektiğine dair bir rehber var. İster gazeteci ister yurttaş gazeteci olun özetle yardım alın arkadaşlarınızla konuşun, stresinizi ortadan kaldıracak yöntemler bulun. (http://dartcenter.org/content/tragedies-journalists-6#.Va47R_ntlBe)


5. İş akışı: Ne alaka diyebilirsiniz, ONA demeyin diyor, çünkü bu durumlarda haber merkezlerinde kimlerin nasıl görevlendirileceği, editoryal kararların etik standartlara uyup uymadığının birileri tarafından kontrol edilmesi önem taşıyor. Yanlış bir bilginin ya da sizi rahatsız eden bir paylaşımın yer alması durumunda medyada muhatabınız kim, bir düşünün. Biraz lüks gibi gelebilir ama bunlar sağlıklı ve doğru haber / bilgi akışı için çok elzem bir konular.


Son söz: Özdenetim mekanizmalarımız çalışsaydı…


Pek çok yazıda dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz ama başka çaremiz yok maalesef. Pek çok ülkede bu tür olayların ardından basın konseyleri harekete geçip, doğru habercilik için kontrol mekanizmaları oluşturuyorlar. Bizim Konsey’imiz basın özgürlüğü davalarından başını kaldıramıyor. Ama güçlü bir özdenetim mekanizmamız olsaydı herhalde ilk işi dün katliamın ardından sosyal medya aracılığıyla nefret söylemi yayan, tetikleyen, katliamda sorumluların araştırılmasını isteyenleri tehdit eden gazetecileri bu mesleği yapamayacak denli dışlamak, kınamak olurdu. Yasal bir yaptırıma gerek yok, bir gazeteci için en vahimi kendi meslektaşları, meslek örgütleri, okuyucuları tarafından kınanmak, tabii mesleği eğer gazetecilikse…



Kaynak: http://www.platform24.org/guncel/1004/canimiz-yanarken-de-uymamiz-gereken-etik-kurallar-var
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 22, 2015 12:47

July 19, 2015

Çıta yükseltme oyunu…

İnternet politik bir savaş alanı, o kesin, ama bu savaşı kimsenin kazanması mümkün görünmüyor. Bir uçtakiler çıtayı yükselttikçe, diğer taraf onu geçmeye çalışacak.


Ahmet A. Sabancı


Bu yazıyı yazdığım cihaz, bir zamanlar çok da fazla etkisi olmayacağına inanılan bir oyuncaktan ibaretti. Bu yazıyı iletmemi ve sizlerin de okumasını sağlayacak olan iletişim aracı ise dünyada ütopik bir çağın başlangıcı olarak görülüyordu. Ancak şu anda geldiğimiz nokta, geçmişte kurulan hayallerden oldukça farklı görünüyor.

İnternet, belki de insanlık tarihini en hızlı ve en yoğun biçimde etkileyen teknolojik gelişmelerden birisi. Ancak her büyük gelişmede olduğu gibi, internet için de büyük bir teorik ve politik bulanıklık söz konusu. Onun neler yapabileceğini ve tam olarak ne olduğunu anladığımızı söylemek mümkün değil. Belki Facebook, Twitter gibi internet parçalarına bakarak bir şeyler söyleyebiliriz ama bu bize sadece büyük şirketlerin internette para kazanmak için neler yapabileceğini anlatır. İnterneti daha iyi anlayabilmenin yoluysa uç noktaları incelemekten geçiyor. Yani asıl dönüştürücü olayların yaşandığı yerlerden.

***

WikiLeaks belki de bu uçlar arasında ismini en çok duyduklarımızdan. Dünyadaki büyük devletlerin ve şirketlerin sırlarını ifşa etmeyi ve işledikleri suçları belgeleriyle kanıtlamayı görev edinmiş bir grup insan ve onları destekleyen yüz binlerce gönüllü. ABD’nin savaş suçlarını ve diğer devletler hakkındaki dedikodularını, Suudi Arabistan’ın sırlarını, Stratfor gibi bir casusluk şirketinin yaptıklarını ortaya döktüler. Ve hâlâ çalışmaya devam edebiliyorlar. Böyle bir şeyi internet gibi bir iletişim aracı olmadan gerçekleştirebilmeleri ve ardından çalışmaya devam edebilmeleri söz konusu bile olamazdı.

İnternet sayesinde artık bilgiyi yaymanın önündeki engeller her geçen gün daha da azalıyor. İnternetin dağıtık ve merkezsiz ağ yapısı ise tüm bunları yaparken önümüze engeller konulmasını neredeyse imkansız hâle getiriyor. İster Wikileaks olun, isterseniz normal bir internet kullanıcısı; elinizdeki bilgiyi paylaşmanızı ve başkalarının paylaştığına ulaşmanızı engellemeleri çok zor.

***

Ancak devletler ve şirketlerin bu durumdan memnun olmalarını ve bu yeni çağı büyük bir gülümsemeyle karşılamalarını beklememiz safça olurdu. Bizlerin özgürce iletişim kurabilmesini sağlayan her araç, onların güçlerinden ve otoritelerinden bir parça çalıyor. Bu yüzden onlar da bunu durdurabilmek için düşünebildikleri her türlü kirli yöntemi uyguluyorlar.

Edward Snowden’in büyük bir cesaret örneği göstererek açığa çıkarttığı NSA ve GCHQ projeleri bunların en meşhur örnekleri. Bu projelerin temel amacı interneti sansürlemek değil, interneti icat edenler bunu yapamayacaklarını zaten biliyorlar. Onun yerine, artık her yerde olan bu iletişim aracını kullanarak bizi gözetlemeye ve her an kontrol altında tutmaya çalışıyorlar. Bu sayede bilginin önünü kesmek için kaynağına gitmeyi amaçlıyorlar. Elbette ellerinde böyle bir imkan varken de dünyadaki herkesi her an gözetlemeyi de deniyorlar.

Ancak bunun işe yaramayacağı ya da nokta atışı araçlara ihtiyaç duyduklarındaysa Hacking Team ya da FinFisher gibi şirketlerle bir araya geliyor ve onlardan saldırı araçları satın alıyorlar. Özetle bu şirketler kullandığımız bilgisayarlarda internete bağlanabilecek ne varsa onun açıklarını bulmaya ve bunları devletlerin ve özel grupların “güvenlik amacıyla” kullanacakları silahlara çevirmek (http://bit.ly/hackingteamtr). Kullandığımız hemen her şeyin de bozuk olduğunu düşünürsek (http://bit.ly/herseybozuk), durumun ne kadar vahim olduğu daha iyi anlaşılır. Türkiye’nin de müşterileri arasında bulunduğu bu şirketler, belki de internetin başımıza sardığı en büyük tehlikelerden birisi. Tahmini rakamlar, bu şirketlerin devletlere sattığı zararlı yazılımlar yüzünden, dünya genelinde onlarca gazeteci ve aktivistin şu anda hapiste olduğunu söylüyor.

***

Burada özetlediğim şey, aslında iki uç nokta arasında sonu asla gelmeyecek bir savaş. Bir uç mevcut özgür araçları kullanarak bir şeyleri ortaya çıkartıyor ve ona göre bir gelişim süreci başlıyor. Ardından devletler buna karşı daha farklı saldırı yöntemleri geliştiriyor ve bunları kullanmaya çalışıyorlar. Ardından birileri tüm bunları ifşa ediyor ve tekrar başa dönüyoruz.

İşte bu tam olarak Özgür Uçkan’ın “çıta yükseltme oyunu” olarak tanımladığı şey. İnternet politik bir savaş alanı, o kesin, ama bu savaşı kimsenin kazanması mümkün görünmüyor. Bir uçtakiler çıtayı yükselttikçe, diğer taraf onu geçmeye çalışacak. Bu kavramı anlattığı bir konuşmasında da söylediği gibi “Burada mesele oyunu kazanmak değil, bir sonraki aşamaya hazırlanmak için gereken zamanı kazanabilmek, bunun için de çıtayı olabilecek en yüksek noktaya koymak.”

Son günlerde gündemimizde olan Hacking Team olayının ve iki yıldır takip ettiğimiz NSA sızıntılarının bize söylediği de tam olarak bu. İnternetin şu anda geldiği durumda bizlerin çıtası çok aşağıda kalmış görünüyor ve şu anda sıra bizde. İnterneti ve onun gerçekten ne olduğunu hayalleri bir kenara bırakıp gerçekten iyi bir şekilde anlamalı ve çıtamızı mümkün olan en yüksek noktaya koymalıyız.


* http://ahmetasabanci.com

ahmet@ahmetasabanci.com


Kaynak: http://www.evrensel.net/haber/256264/cita-yukseltme-oyunu


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 19, 2015 12:56

Özgür Uçkan’ın ardından

Özgür Uçkan’ın farklı ağlar arasındaki göçebe öznelliği en çok etkilendiğim yanı olmuştur. Sanat, teknoloji ve siyaset üçgeninde enine boyuna uğraşmanın mümkün olabildiğini hayatıyla hepimize göstermiştir


Burak ARIKAN


Özgür Uçkan aramızdan ayrıldı, acımız çok büyük, yakınlarına ve #netdaş’larına baş sağlığı ve sabır diliyorum, fikirlerini, davasını, anısını yaşatacağız. Çok zor da olsa şurada Özgür’ün hayatına ve düşüncelerine dair iki anımı yazmak istiyorum.


MELEZ ÖRGÜTLENME

Bir gün Teşvikiye’de arada bir buluştuğumuz hemen Valikonağı Caddesi’nin arkasında Akkavak sokağına bitişik parkta sohbet ediyoruz.Özgür Uçkan her zamanki gibi o kararlı ses tonuyla Türkiye’de İnternet’in özgürleşmesi için pek çok siyasa yapmayolunu denediğini, ancak bunun mücadeleyi yormaktan öteye gitmediğini söyledi. Bilişim teknolojileri ve bilgi ekonomisi alanında kanun teklifi önerisi hazırlamaktan stratejik danışmanlığa pek çok emeği vardı. Bilişim alanındaki uzmanlığımızı böyle tepeden değiştirmeye çabalamak için değil, diğer pek çok mücadele gibi, aşağıdan büyüyerek baskı oluşturacak toplumsal mücadele için kullanmanın acil olduğunu belirtti. Nitekim o zamanların kült sosyal ağı FriendFeed ve email zincirleri üzerinde örgütlenme çoktan başlamıştı. [1] Bu devirde örgütlenmenin ne sadece internette ne sadece sokakta başarılı olabileceği görüşünde hemfikirdik. Hem internetin bilgiye yön verme hızından, hem sokağın siyasi etkisinden bir arada faydalanacak, dijital ve fiziksel ortamlar arasında geribildirimler ile genişleyecek bir melez örgütlenme esas kabul edilmişti.

2010 Temmuz ayında Türkiye’de ve belki de dünyada örnek teşkil edecek internetin özgürleştirilmesini talep eden ilk geniş katılımlı yürüyüş Taksim’de yapıldı. Özgür Uçkan bu yürüyüş  için “İnternet sokağa iniyor!” başlığıyla çağrı yaptı. [2] Hükümetin giderek artan İnternet sansürü ve erişim bloklamalarına karşı ikinci yürüyüşü ise 2011 Mayıs ayında Türkiye’nin 30 şehrine yayıldı. [3] Özgür Uçkan en önde yürüyenlerdendi.

İnternet-sokak melez örgütlenmeyöntemleri herkesin birbirinden öğrenmesiyle ve anlık iletişim araçlarının, mobil kameraların, akıllı telefonların, dağıtık bilgi yayma kanallarının kitlelere nüfuz etmesiyle daha sık kullanılır oldu. Nitekim bu gidişat etkisini 2013 Haziran’ında da göstermiştir.

Özgür Uçkan bir yandan bu araçları aktif kullanıyor ve yayıyordu bir yandan dafarklı mücadeleler arasında bağlantılar kuran müştereklerin ve platformların oluşturulması için çaba harcıyordu. Keza internet kullanımının artmasıyla, bu ortamın özgürlüğü için ortaya konulan talepler de daha çeşitli oluşumlar tarafından dert edinilir olmaya başladı. Bilgi özgürlüğü ve ifade özgürlüğü başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin internet ortamlarında geçerli olması düşüncesi, Özgür Uçkan’ın ifadesiyle göçebe hale geliyordu.


AĞ GÖÇEBESİ

Özgür Uçkan “gayrimerkezi” terimini İngilizce’de “decentralized” karşılığı olarak, ağ topolojisinde “merkezi” ve “dağıtık”uçları arasında duran üçüncü topolojiyi anlatmak için kullanırdı. Bu terimin çevirisi “gayrimerkezi” mi “çok merkezli” mi olmalı diye Twitter üzerinde yaptığımız bir tartışmada ise neden bunu kullandığını şöyle açıklamıştı:[4]

“Gayrimerkezi, internetin tamamı, içinde birleşmeye çalışan süpermerkezi kümeler var, direniş de dağıtık bir halde TAZ’lar yaratıyor”

Örneğin gerek internet altyapısında yönelticilerin (“router”) veri akışını optimize etmek için yarattığı bağlantı hiyerarşisinde, gerek son yılların Türkiye’sinde ahbap çavuş kapitalizminin yarattığı güç ilişkilerinde gayrimerkezi ağ yapısı hakimdir.

Özgür Uçkan sanatın, felsefenin, teknolojinin, siyasetin farklı bilgi merkezlerini birbirine bağlayan, bu alanlara özgü sosyal gruplar arasında köprüler kuran, kendi deyimiyle bir ağ göçebesiydi. Yaşamı internet, interneti yaşamdı. Nitekim, websitesine şöyle bir metin koymuştur:

Disiplin kimliğin, kimlik aklın, akıl hayal gücünün yerini almasın; düşünce disiplinler, fiiller, diller, kültürler “arası” dolaşsın diye… Bilgiyi neşelendirmek için… Zihin “göçebe”…

Göçebe zihin farklı disiplinler arasında dolaşırken bunların merkezinde durmaz, kenarlarında gezinir, bir disiplinden diğerine geçerek varlığını sürdürdür. Dolayısıyla her daim bir disiplinin merkezinden bakan için kenardaki aykırıdır, oysa o aykırılık farklı alanlar arası köprüyü kurandır, bilgiyi neşelendirendir. [5] Özgür Uçkan’ın kuramsallaştırdığı konulardan ağ sanatıve hacktivizm bu ağlı bağlı hayatın kenarlarında dolaşan yaşamın ürettiği alanlardandır. [6][7]

Özgür Uçkan’ın farklı ağlar arasındaki göçebe öznelliği en çok etkilendiğim yanı olmuştur. Sanat, teknoloji ve siyaset üçgeninde enine boyuna uğraşmanın mümkün olabildiğini hayatıyla hepimize göstermiştir.

Özgür Uçkan’ın vefatından sonra kanımca bize düşen açtığı yolları çatallandırarak ilerletmek, düşüncelerini ve görüşlerini üzerine inşa ederek yaşatmaktır. Bir “Özgür Uçkan Veritabanı” oluşturarak işe başlayabiliriz.


[1] http://www.ozguruckan.com/kategori/teknoloji/22219/internet-sansurune-karsi-ortak-platform-toplantisi

[2] http://www.ozguruckan.com/kategori/teknoloji/22217/internet-sokaga-iniyor

[3] https://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0nternetime_Dokunma!

[4] https://twitter.com/arikan/status/285501651408789505

[5] Gri bölge http://www.ozguruckan.com/kategori/makaleler/33898/gri-bolge

[6] http://www.ozguruckan.com/kategori/sanat/22216/makinedeki-hayalet-ag-ve-sanat

[7] Sanat Felsefesi: Hacktivizm, Internet, Teknoloji ve Sanat: Hack the Art, The Emdire Project – 26 Ocak 2013 Istanbul https://prezi.com/6fw_cerc1kts/dr-ozgur-uckan-vol-7-hacktivizm-internet-teknoloji-ve-sanat-hack-the-art/


Kaynak: http://www.evrensel.net/haber/256266/ozgur-uckanin-ardindan


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 19, 2015 12:54

July 16, 2015

Remembering Özgür Uçkan

Özgür Uçkan, one of the pioneers of the digital rights and free Internet movement in Turkey, passed away on 10 July. He was 54 years old, and had been battling with cancer for two years.


He was one of the founders of the Turkish EDRi member Alternative Informatics Association (AIA) and his contribution to the AIA and to the struggle against surveillance and censorship in Turkey was enormous. He held the post of the EDRi representativeness of AIA, but had to leave this post due to his illness.


Özgür was an multi-faceted person and successfully combined activism with his academic life and art criticism. He was a well-known personality in Turkey who frequently appeared in conferences and media.


He will be dearly missed.


Özgür Uçkan

http://www.ozguruckan.com/


Dr. Özgür Uçkan passed away (only in Turkish)

http://www.ozguruckan.com/kategori/kategorilenmemis/63029/dr.-ozgur-uckan-i-kaybettik


Contribution by Melih Kirlidog, EDRi member Alternatif Bilisim, Turkey


Source: https://edri.org/remembering-ozgur-uckan/


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 16, 2015 12:23

Mutlu Binark's Blog

Mutlu Binark
Mutlu Binark isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Mutlu Binark's blog with rss.