Mutlu Binark's Blog, page 12

July 26, 2020

Profesör Sonia Livingstone ve Alicia Blum-Ross’un Parenting For A Digital Future Adlı Kitabı Üzerine

London School of Economics and Political Science’dan Profesör Sonia Livingstone Alicia Blum-Ross ile birlikte kaleme aldığı yeni kitabı Parenting for a Digital Future: How Hopes and Fears about Technology Shape Children’s Lives hakkında The Chronicle’a konuştu.[1]





[image error]



Bize yeni kitabınızdan bahseder misiniz?





Dijital ebeveynlik ile ilgili çok fazla endişe var. Aile evi son yıllarda giderek daha fazla dijital cihazla dolu hale gelmiş vaziyettedir. COVID-19 sırasında yaşam bu endişeleri daha da yoğunlaştırıyor gibi görünüyor. Kitabımız, ebeveynlerin dijital dünyaya nasıl yaklaştıkları ve çocukların dijital geleceği için ne umdukları ile ilgilidir. Aileler önemli bir değişim geçiriyor ve çoğu zaman çocukların ellerindeki teknoloji, ebeveynlerin çocuklarının geleceği hakkındaki umutlarını ve korkularını özetliyor gibi görünüyor. Araştırmamızda, bazı ailelerin varlıklı ancak birçoğunun da fakir olduğunu, bazılarının yaratıcı ve diğerlerinin bilgisayar kurdu olduğunu (her ikisi de olabilir), bazıları farklı zorluklar ile karşı karşıya iken, bazılarına özel eğitim ihtiyacı gerektiği ve farklı engelleri olan çocukların olduğunu kabul ederek aile yaşamının çeşitliliğini yakalamak istedik. Kitabımız, yol boyunca bazı ilham verici hikâyeler ve pratik bilgilerle onların bu problemlerle nasıl başa çıktıkları ve toplumun onlara nasıl daha iyi yardımcı olabileceği ile ilgilidir.





Bu kitabı yazmaya ne ilham verdi?





Çocukların dijital dünyaya bakış açılarını yıllardır araştırıyor, teknolojik her şeye olan hevesli kucak açışlarını takip ediyor ve ebeveynler, eğitimciler ve toplum üzerindeki etkilerini izliyorum. Ancak son birkaç yıldır, araştırmacıların ve politika yapıcıların doğrudan ebeveynlerden ne kadar az şey duyduklarının farkına vardım. Sanki ebeveynleri ve onların bakış açılarını ve endişelerini anlamak yerine, sadece çocukları öğrenmek için ebeveynlerle konuşuyoruz. Bir keresinde bir politika yapıcı bana ebeveynlere ulaşmanın çok zor olduğundan şikâyet etti. Ve eğitimcilerle konuşurken dolaylı olarak da olsa sık sık ebeveynlerin çocukları için bir şekilde sorun olduğunu duyuyorum. Bu da beni doğrudan ebeveynler ile irtibat kurmaya itti. Sonuçta imkânsız bir görevleri var. Şu an için 10, 20 veya daha fazla yıl içinde çocuklarının hayatlarını etkileyebilecek kararları vermek zorundalar. Ebeveynlere 2030 veya 2040’ta çocuklarının yaşamlarını nasıl hayal ettiklerini sorduğumda genellikle bana boş boş bakıyorlar. Ya da bana teknolojinin devraldığı distopik bir bilim kurgu geleceğini anlatıyorlar. Böylece, dijital geleceği nasıl hayal ettikleri ve bugünkü ebeveynliklerinin ne gibi sonuçları olduğu noktasında ebeveynlerle görüşme yapmaya başladım.





Ebeveynler ve diğer bakıcılar şu anda ne tür zorluklarla karşılaşmaktadır? Bunlar mevcut COVID-19 salgınına özgü mü?





Ebeveynlerin genel olarak karşılaştıkları temel zorluk, normal destek kaynaklarının dijital teknolojiye göre daha az etkili olmasıdır. Örneğin, ebeveynler genellikle çocuk yetiştirme konusunda tavsiye almak için kendi ebeveynlerine başvururken, dijital teknolojiler söz konusu olduğunda bunu yapamayacaklarını söylerler. Diğer bir zorluk, sanki çocuklarını izlemek ve kısıtlamak için ellerinden geleni yapıyormuş gibi aldıkları tavsiyelerin çoğunun ekran süresinden endişe duyma ve her zaman çocuklarının dijital aktivitelerine polislik etmelerinin beklenmesidir. Araştırmamız, ekran zamanı kurallarının evde hemen hemen her şeyden daha fazla çatışmaya neden olduğunu buldu. Bu zorlukların her ikisi de ebeveynlerin daha izole olduğu ve ailelerin internet’e daha da bağımlı hale geldiği COVID-19 sürecinde daha beter hale geldi. Ebeveynlerin ve çocukların sadece çevrimiçi olarak ne kadar zaman harcayacaklarına değil, hangi aktivitelerin değerli olduğu, hangi uygulamaların gerçekten eğitici olduğu ve farklı sosyal medya uygulamalarının risklerinin neler olduğuna karar vermek için birlikte yollar bulmaları her zamankinden daha önemlidir.





Bu kitapta, mentorluk programları gibi çocuklara ve ailelere hizmet veren kuruluşlar için hangi mesajlar var?





Çocuklara ve ailelere hizmet veren kuruluşların sürece ebeveynleri dâhil edebilmesinin açık bir yolu olduğunu bilsem de yine de ebeveynlerin yeterince hoş karşılanmadığını veya dinlenmediklerini duydum. Ebeveynler genellikle çocuklarının özel ihtiyaçları hakkında en çok şeyi bilendir ve ayrıca kendi ayırt edici aile değerlerinin çocuklarına yardım eden kuruluşlar tarafından tanınmasına heveslidir. Mentorluk ve desteğe ihtiyaç duyan birçok ebeveynle görüştük. Açıkçası duygusal ihtiyaçları ve endişeleri mevcut koşullar altında daha da büyük olacak gibi görünüyor. Dijital teknolojinin şu anda ailelerin yaşamlarını işgal ettiği dikkate alındığında, genellikle keşfedilmemiş olan nokta ilişkilerin ve kimliklerin oluşturulmasına yardımcı olabilecek birçok olumlu dijital fırsatın olmasının muhtemelliğidir. Ve kitabımız bunun nasıl gerçekleşebileceğine dair örnekler sunmaktadır.









[1] Röportaj Monica Arkin tarafından gerçekleştirilmiştir.





Çeviri: Hasan H.Kayış, Ankara Ünv. İletişim Fak.Ar.Gör.





Kaynak:https://www.evidencebasedmentoring.org/professor-sonia-livingstone-on-parenting-in-the-digital-age/

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 26, 2020 12:32

July 22, 2020

Kamu Görevlilerine Covid-19 Testi Pozitif Olan İnsanların Nerede Olduğunu Söylemek Kamu Sağlığına Zarar Verebilir

Matthew Guariglia





Çeviri. H. Hüseyin Kayış, A.Ü. İletişim Fakültesi Ar.Gör.





ABD’nin bazı bölgelerinde yerel yönetimler COVID-19 testi pozitif çıkan kişilerin adlarını ve adreslerini polis ve diğer ilk müdahale ekipleriyle paylaşıyor. Bu uygulama, testi pozitif çıkan birinin evinden bir çağrı geldiğinde polis, EMT ve itfaiyecileri güvende tutmayı amaçlamaktadır.





Bununla birlikte, bu bilgi çağrılara ilk cevabı verenleri tanımlanamayan, asemptomatik ve semptomatik vakalardan koruyamaz. Ayrıca, insanların test edilmesini engelleyebilir, enfekte olmuş kişilerin damgalanmasına katkıda bulunabilir, savunmasız topluluklarda polislik kalitesini düşürebilir ve virüse yakalanma korkusu nedeniyle polisi yardım çağrısından kaçınmaya teşvik edebilir.





Mevcut sağlık krizine yanıt olarak, bazı hükümetler yüz tanıma, coğrafi konum izleme ve ateş algılama kameraları da dâhil olmak üzere kişisel verileri, test edilmemiş veya etkisiz yeni yollarla toplamaya ve dağıtmaya çalışmaktadır. Bu tür yeni taktikler ve teknolojilerin kullanımlarının haklı, minimize, şeffaf ve tarafsız olup olmadığını belirlemek için yakından değerlendirilmesi gerekmektedir. Çağrılara ilk cevap verenler ile COVID-19 sözleşmesi imzalamış olan kişilerin ev adreslerini paylaşmak uygun olmaz.





Ne öneriliyor?





Alabama, Florida, Massachusetts ve Kuzey Carolina’daki bazı yerel yetkililer hâlihazırda COVID-19 testi pozitif çıkan kişilerin adlarını ve adreslerini topluyor ve bu verileri yerel ilk çağrı yanıtlayanlara teslim ediyor. Bu taktiğin taraftarları bu uygulamanın, ilk müdahalenin gerekeceği pozitif vakanın evinden gelen bir çağrıya cevap verirken gerekli önlemleri almasına izin vereceğini savunuyor.





Bununla birlikte, bu şu anda virüsün bulaşmasından kaçınmanın yollarını deneyen çağrılara ilk yanıt verenleri korumak için çok az şey yapacaktır. Birçok COVID-19 vakası asemptomatiktir, hafif semptomlar gösterir veya Amerika Birleşik Devletleri’nin birçok bölgesinde test yapılmaması nedeniyle teşhis edilmemiştir. Çağrıları ilk yanıtlayanlara vakası onaylanmış COVID-19 bireyleri hakkında veri vermek, polisi, sağlık görevlilerini veya itfaiyecileri yanlış bir güvenlik hissine sokabilir. Çağrılara ilk yanıt verenler her aramaya içerideki birine virüs bulaşmış gibi cevap vermelidir. Bu da veri paylaşımını gereksiz kılar. Gerçekten de, ilk müdahalede bulunanlar ile halkın üyeleri arasında pek çok etkileşim bir evde gerçekleşmemektedir. Bu nedenle ilk müdahalede bulunanlar her teması bir enfeksiyon riski olarak ele almak için gerekli araçlar ve eğitim ile donatılmalıdır.





Endişeler neler?





Amerika Birleşik Devletleri’nde insanlar için COVID-19 testi yaptırmak için hala çok fazla zorluk var. Testi pozitif çıkan kişilerin tıbbi verilerini ve adreslerini paylaşmak bir tane daha yaratabilir, bazı insanların test edilmesini engelleyebilir. Örneğin, evsiz ya da belgesiz bireyler gibi savunmasız nüfus, bilgilerinin halk sağlığını yönetenler dışındaki devlet kurumlarının elinde olacağını bildikleri takdirde test edilmeye hazır olmayabilir. Gerçekten de buradaki taktik, veri gizliliği ile ilgili temel bir normla çelişmektedir. Hükümet, tanımlanabilir insanlar hakkında hassas verileri bir amaç için topladığında, bu verileri başka bir amaçla kullanmamalıdır. Ayrıca, yüz binlerce ilk müdahale ve sevk memuru bu bilgilere eriştiğinde yanlış kullanım ve ihlal riski doğar.





Benzer şekilde, kişisel sağlık verilerinin polis ve diğer hükümet yetkililerinin elinde birikmesinin, enfekte olan kişilerin toplum karşısında damgalanma ve önyargı oluşturduğuna dair tarihsel emsaller vardır. Örneğin, bazı halk sağlığı uzmanları COVID-19 testi pozitif çıkanların bir listesini tutmak ile 1980’lerin ve 1990’ların AIDS krizi sırasında HIV testi pozitif olan bir kişiyi takip eden damgalamanın arasındaki paralelliklere dikkat çekti. Benzer şekilde, 1918 grip salgını sırasında bazı insanlar ve doktorlar, karantinaya alınma, utanma veya damgalanma korkusuyla hastaları ifşa etmekten veya teşhis etmekten kaçındı.





Ayrıca virüs, halihazırda kamu güvenliği ve kamu sağlığı kurumları bakımından zaten yetersiz durumda olan insanların yaşadığı mahallelere orantısız bir şekilde zarar vermektedir. Hastalık bulaşmış kişilerin adreslerini ilk çağrı yanıtlayanlara açmak, yanıt verenlerin cesaretini kırabilir ve evlere hızlı yanıt verilmesini engelleyerek bu sorunu artırabilir. Bu isteksizlik, paylaşılan COVID-19 test verileriyle ilişkili belirli bir ırk veya etnik kökenle kolayca tanımlanabilen bir mahalleye bile yayılabilir.





Sonuç





Çağrılara ilk yanıt verenler ile COVID-19 testlerinden veri paylaşmak, ciddi bir sorunu çözmek için kolay bir düzeltme gibi görünebilir, ancak önerildiği gibi yardımcı olmayacaktır. İlk müdahaleciler, çağrıları yanıtlarken ve halkla etkileşimler başlatırken her türlü önlemi almaya devam etmeli ve toplumlarındaki yanıltıcı derecede az sayıda pozitif testten kaynaklanan kişisel sağlık verilerine güvenmemelidir.





Bu verilerin paylaşılması halk sağlığı hedeflerimize zarar verebilir. İnsanların test, izolasyon ve tedavide kendilerine yardımcı olması için hükümete ihtiyaç duydukları bir anda, hükümet de halkın işbirliğine ihtiyaç duyar. Bu tür bilgi paylaşımı bu önemli ilişkiyi aşındırabilir.





Kaynak : https://www.eff.org/tr/deeplinks/2020/04/telling-police-where-people-covid-19-live-erodes-public-health

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 22, 2020 08:03

July 20, 2020

K-POP’TAN K-AKTİVİZME SOSYAL MEDYANIN YENİ ‘K’ GÜÇLERİ

Alptekin Keskin, İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi Sosyoloji Doktora Öğrencisi 





K-Pop gruplarının tüm dünyada yükselen popülerliğinin bir sonucu olarak gündelik hayatta (özellikle sosyal medyada) herhangi bir K-Pop grubunun ismini duymayan hemen hemen yok gibidir: BTS, EXO, Blackpink, Big Bang, GOT7, RedVelvet, TXT vb.





K-Pop grupları dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hayranları tarafından ilgiyle takip edilen gruplardan bazıları. Twitter’da yalnızca BTS’in (@BTS_twt) 27 milyon takipçisi bulunmakta. BTS’i dünya çapında tanınır kılan ise BTS’in hayran topluluğu olan ARMY. Lee (2019), dünya çapında güçlü dayanışmaları bulunan ARMY’leri tutkulu bir grup ve inanç benzeri duyguları paylaşan ‘haz topluluğu’ (community of taste) olarak nitelemekte.





[image error]BTS’in BLM destek açıklaması



Güney Kore hükümetlerinin Hallyu (Korean Wave-Kore Dalgası) olarak adlandırılan Güney Kore popüler kültürü ürünleri K-dramalar ve K-Pop’u kültürel diplomasi ve yumuşak güç aracı olarak kullandığı (Jang ve Paik, 2012; Walsh, 2014; Dhawan, 2017; Binark, 2019; Binark, 2020) bilinmektedir. Hatta bazı araştırmacılara göre Hallyu açık bir şekilde Kore hükümetleri ve medya/kültür endüstrileri tarafından desteklenen ulusal/cı bir proje dir (Choi, 2015). Güney Kore hükümetleri, kamu ve özel ajanslar aracılığıyla özellikle son dönemlerde K-Pop gruplarını ulus markası (nation brand) olarak bilinçli olarak teşvik etmekte ve ön planda tutmaktadır.





K-Pop ve K-Pop fanlarının isimleri son zamanlarda çeşitli sosyal hareketlere verdikleri destekle gündemde. BTS, EXO ve Blackpink, ABD’deki ırkçı hareketler karşısında başlatılan ‘Black Lives Matter’ kampanyasına desteklerini bildirdiler. BTS’in ‘Black Lives Matter’ kampanyasına 1 milyon dolar bağışı ve hemen ardından ARMY’lerin sosyal medya organizasyonu ile bu bağışa karşılık olarak 24 saat içerisinde topladıkları 1 milyon dolar tüm dünyada gözleri BTS ve ARMY’lerin üzerine çevirdi.





[image error]



K-Pop fanlarının dünya medyasını meşgul etmesi yalnızca Black Lives Matter’a destekleriyle sınırlı kalmadı. ‘Black Lives Matter’ protestolarından sonra 31 Mayıs’ta Dallas Polisinin bir mobil uygulama hazırlayarak illegal aktiviteleri bu uygulamaya ihbar edilebileceğini bildirmelerinden sonra K-Pop fanları bu uygulamayı kendi hazırladıkları fan videolarıyla sabote ettikleri görüldü. Sonuç olarak söz konusu uygulamanın ‘teknik zorluklardan dolayı’ kaldırıldığı bildirildi.





Olaylar bununla da bitmedi. ABD Başkanı Trump’ın 20 Haziran’daki Tulsa’daki seçim mitinginin boş kalması da K-Pop fanları ve TikTok kullanıcılarının üzerine kaldı. İddiaya göre K-Pop fanları ve TikTok kullanıcılarının, Trump’ın seçim mitingi için hazırlanan online davetiyeleri alarak mitinge katılmamaları sonucu miting salonunun üçte ikisi boş kaldı ve bu Trump için büyük bir hayal kırıklığı oldu. Bundan sonrasında ise K-Pop fanları için sosyal medyada yazılanlar fanlara yeni bir güç veya liderlik sıfatlarını akla getirdi: ‘Sosyal medyanın maestroları[1]’, ‘beklenmedik bir müttefik[2]’, ‘farklı kahramanlar[3]’.





[image error]



Son olarak Hindistan’daki yüzlerce kişinin evsiz kalmasına ve 71 kişinin ölmesine sebep olan Assam sel felaketinden dolayı sosyal medyada organize olan Hintli BTS fanları bir gün içerisinde yaklaşık 5,80,000 Hint Rupisi (yaklaşık 8000 Dolar) toplayarak büyük bir rekora imza attılar. Bu bağış Hindistan medyası ve sosyal medyada büyük bir yankı uyandırdı[4] (5).





Tüm bunlar dijital dünyada K-aktivizminin yükselen ayak seslerini çağrıştırmakta. K-Pop fanlarının sosyal ağlarda trolleme davranışı ve dünya genelindeki kampanyalara organize bağış desteği, pandemi süreci de göz önünde bulundurulduğunda sosyal hareketlerin günümüzde daha çok dijital ağlardaki topluluklar aracılığıyla yükseleceğini göstermektedir.





KAYNAKÇA





Binark, M. (2019). Kültürel Diplomasi ve Kore Dalgası “Hallyu”Güney Kore’de Sinema Endüstrisi, K-Dramalar ve K-Pop. Ankara: Siyasal Yayınevi.





Binark, M. (2020). “Arttırılmış Eğlence Olarak K-Pop Ve Bts’in Çekim Gücü”, Asya’da Popüler Kültür ve Medya. (Der.) Mutlu Binark, Ankara: UMAG.





Choi, J. B. (2015). Hallyu versus Hallyu-hwa: Cultural Phenemenon versus Institutional Campaign., Hallyu 2.0: The Korean Wavein the Age of Social Media. Der. Sang Joon Lee ve Abe Markus Nornes, Ann Arbor: University of Micgigan Press, 31-52.





Dhawan, R. K. (2017). Korea’s Cultural Diplomacy: An Analysis of the Hallyu in India. Strategic Analysis, Volume 41:6, 559-570.





Jang, G., & Paik, W. K. (2012). Korean Wave as Tool for Korea’s New Cultural Diplomacy. Advences in Applied Sociology, Vol.2 No.3, 196-202.





Lee, J. (2019). BTS and ARMY Culture. Seoul: CommınicationBooks.





Walsh, J. (2014). Hallyu as a Government Construct: The Korean Wave in the Contextof Economic and Social Development. The Korean Wave: Korean Popular Culture in Global Context. Der. Yasue Kuwahara. New York: Palgrave Macmillan.13-31.









[1]https://www.latimes.com/world-nation/story/2020-06-04/k-pop-fans-maestros-o-social-media-bring-their-powers-to-bear-on-blacklivesmatter-protests)





[2] https://time.com/5851211/kpop-bts-black-lives-matter-social-media/





[3] https://www.adobomagazine.com/digital-news/digital-dont-anger-the-k-pop-fans-k-pop-community-invades-racist-hashtags/





[4] https://www.sentinelassam.com/north-east-india-news/assam-news/fans-of-korean-pop-group-bts-raise-over-rs-5-lakh-for-assam-flood-victims-489444





(5) https://www.news18.com/news/buzz/bts-fans-in-india-dont-just-sing-on-self-love-they-raised-over-rs-5-lakh-for-assam-floods-2720633.html





 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 20, 2020 10:47

July 3, 2020

Dear Class of 2020 ve YouTube Canlı Yayını 2: “Pick a Topic, Shoot a Video, Be on Our Show…”

Yazan: Meral Tosun Tüfekçioğlu, Hacettepe Üniversitesi SBE, İletişim Bilimleri Programı, Lisansüstü Öğrencisi





[image error]



Youtube Dear Class of 2020 Etkinliğine Dair Bir Değerlendirme





Bugün artık bir Covid – 19 yeni normali içerisinde yaşamaktayız. 2019’un sonunda Çin’de ortaya çıkan ve hızla dünyaya yayılan pandemi ile bütün gündelik rutinlerimiz değişti. Neredeyse bütün aktivitelerimize ve alışkanlıklarımıza ara vermek durumunda kaldık. İşe gitmek, restoran, kafe vb. mekanlarda sosyalleşmek, kamuya açık alanlarda spor yapmak, sarılmak, tokalaşmak, toplu taşıma kullanmak, kalabalık kutlamalar, festivaller, konferanslar, konserler… Hepsi ara vermek, ertelemek zorunda olduğumuz faaliyetlere dönüştü. Bu süreçte sekteye uğramayan ve azaltmak zorunda olmadığımız hatta daha fazla pratik ettiğimiz deneyimler ise herhalde yemek yapmak, temizlik yapmak ve yeni medya platformlarında etkileşime girmek oldu. Öyle ki bu platformların varlığı eski normalimizde yapmayı planladığımız ama pandemiden dolayı yapamadığımız bir çok etkinliği sanal ortamda gerçekleştirmemize imkan verdi. Bauman’ın deyimiyle mekan artık ulaşmak için çaba harcanması gereken hedef olmaktan çıktı. (Bauman. 2008, s. 172).





Covid – 19, ağ toplumunda bir pandemi yaratmıştır ve pandemiye bağlı olarak bireylerin ağda yapıp ettikleri bu süreci geçmişte yaşanmış diğer pandemilerden ayıran temel özelliklerden biri olarak karşımıza çıkar; tüm iletişimsel faaliyetler teknik engeller dışında sekteye uğramadan devam etmektedir, mekanın önemini yitirmesi hatırı sayılır ölçüde çalışanın evden çalışmasına imkan vermiştir, dünya genelinde pandemi ile ilgili tüm gelişmeler herkesin ilgilendiği gündem maddelerine dönüşmüş, bütün dünya vatandaşları her ülkenin pandemi sürecini gözlemleyebilmişlerdir. Bu çoğunlukla dijital mecralar aracılığıyla gerçekleşmiştir ve küresel bir bütünlük, ortak bir nokta yaratmıştır. Bu bağlamda yine platformlar üzerinden gerçekleşen dayanışma konserleri, konferanslar, çeşitli kutlamalar medyana gelmiştir; bunlardan biri de Youtube’un 2020 mezunları için düzenlediği Dear Class of 2020 online mezuniyet törenidir. Youtube, bu küresel törene katılmak isteyen öğrencilerden kendi kutlamalarına dair kısa videolar çekip göndermelerini istemiş, böylece öğrencilere sanal bir stadyumda bir araya gelerek yapılacak olan törenin bir parçası olma fırsatını vermiştir. Öğrencilerin geniş katılımının yanı sıra etkinliğe çok fazla ünlü katılmış ve 2020 mezunları için konuşmalar yapmış ve konserler vermişlerdir. Törene Beyonce’un yaptığı ırkçılık ve gender karşıtı konuşma damgasını vururken Michelle ve Barack Obama, Bill ve Melinda Gates gibi önemli isimler ve Lady Gaga, BTS gibi dünyaca ünlü starlar da katılmıştır. Yaklaşık 5 saat süren törenin toplam izlenmesi ise 8,5 milyondur. Sanal platformların pandemi döneminde en çok kar eden şirketler olduğunu ve Youtube’un da bu özel şirketlerden biri olduğunu düşünürsek, ayrıca törene katılan bireylerin ağ toplumunda yaşayan bireyler olduğunu hatırlarsak Dear Class of 2020 törenini platform kapitalizmi, emek, zaman ve mekan açısından değerlendirmek anlamlı olacaktır.





[image error]



Kapitalizm, bir krize çarptığında yeniden yapılanma eğilimi gösterir; yeni teknolojiler, yeni örgütsel biçimler, yeni sömürü biçimleri, yeni iş türleri ve yeni pazarlar, sermaye biriktirmenin yeni bir yolunu oluşturmak için ortaya çıkar. (Srnicek, 2017, s. 22)  Platformlar, Srnicek’e göre, dünyanın yaşadığı 1970, 1990 ve 2008 yıllarında geleneksel üretim süreçlerinin yaşadığı kaynak ve üretim sorunlarından kaynaklanan krizler ve önemli gelişmelerin oluşturduğu zeminde ortaya çıkan, hammadde olarak veriyi işleyen iş alanlarını oluşturmuşlardır. (Srnicek, 2017). Kapitalizmin yeniden yapılanma eğilimi ve platformların hammadde olarak veriyi çıkartıp işleyip satması platform kapitalizmini doğurmuştur. Bu bağlamda kişisel verileri elinde en çok tutabilen platformlar lider olacak, bu liderlik ise tekelleşmeyi getirecektir. Bugün en büyük tekeller olarak Google, Facebook, Netflix Çin’de WeChat gibi şirketler gösterilebilir. Google’ın bünyesinde faaliyet gösteren Youtube ise büyük oranda kullanıcıya yani güce sahiptir. Bu noktada Youtube’un neredeyse tamamen reklamla finanse edildiğini hatırlamak önemlidir. (Allen’den aktaran Gillespie, 2010, s. 354). Youtube, hizmetini yalnızca kullanıcılarına değil, reklamverenlere, iş ortağı ve politika yapıcılara, partner olmayı umduğu büyük medya üreticilerine de sunmalıdır. (Gillespie, 2010, s. 348). Dolayısıyla Youtube, ticari kaygıları olan özel bir şirkettir ve platformda etkileşimde bulunan herkesin verileri onun için gelir sağlayacak hammaddelerdir. Ayrıca platform kapitalizminin bir özelliği olan tekelleşme platformlar arası rekabeti kızıştırarak platformları yakınsak hale getirir. (Srnicek, 2017) Bu yakınsama Youtube ve Netflix’in rakip olmasına da sebep olan bir özelliktir. Öyle ki Youtube, Premium uygulamasına geçmiş, Netflix’e ve diğer dizi ve film platformlarına benzer şekilde kendi özgün dizilerini üretmeye başlamıştır. Tüm bunlar bize platformlar arası rekabetin boyutlarını göstermektedir. Korona döneminde ise platform kullanımlarındaki artış, özellikle video tüketiminde en yüksek artışın görülmesi (Goetzen, 2020) platformlar arası ticari çekişmeleri normal kılmaktadır. Bu bağlamda Dear Class of 2020 Youtube için ticari açıdan başarılı bir hamle olarak değerlendirilebilir çünkü pandemi döneminde en çok vakit geçirilen platformlardan biri olan Netflix’te olmayan etkileşim ve canlı yayın özelliği ile daha kapsayıcı ve çok yönlü olduğunu kanıtlamıştır. Youtube, öğrencilere online bir platform sağlayıp onları önemli isimlerle buluşturmasının yanı sıra tüm katılımcıların verilerini ve etkileşimlerini platformun elde edeceği ivmelenme için kullanmıştır.





Platform kapitalizminin daha hızlı ivmelenmesinde payı olan pandemi, platformlar üzerinde artı değer üreten emeğin de daha fazla sömürülmesine ortam hazırlamıştır. Bu dönemde deneyimlediğimiz zaman ve mekan algısı ise bu sömürüye hizmet eder. Hali hazırda ağ toplumunun bir özelliği olarak mekanın önemini yitirmiş olmasından bahsetmiştik. Karantinada kalınan süreçte döngüsel bir zaman algısını, içinde kalmak zorunda olduğumuz mekanlar yani evler oluşturmuştur denebilir. Bu alışık olmadığımız zamandan düz çizgisel zamana geçiş içinse platformları kullanmak en yaygın davranış haline gelmiştir. Emarketer.com’da yayınlanan rapora göre, platformlarda vakit geçirme oranı 2019 yılına göre 7 dakika daha fazla olarak kaydedilmiştir. Bu artış tamamen pandemiden kaynaklıdır zira 2019 yılındaki tahminler 2020’de stabil bir hareketlilik olacağını göstermiştir.(Williamson, 2020). Pandemi ve karantina süreçleri, bu süreçte yeni medya platformlarında sergilediğimiz pratikler, pandemi sonrasında da devam edecek bir takım değişikliklerin temelini atmış olabilir. Dear Class of 2020 mezuniyet töreninin Dear Class of 2021 şeklinde devam etmeyeceğini garanti edemeyiz. Bu ipucu net bir şekilde kapitalist çıkarlar uğruna iş ve sosyal yaşamda bir takım köklü değişiklere işaret edebilir. Örneğin, pandemi sonrasında da online eğitimlerin devam edeceğine yönelik söylemler fazlalaşıyor. Prof. Dr. Selçuk Şirin’in Ekotürk Tv’ye yaptığı açıklamada, eğitimin P’sinin dünya genelinde dijital ortamlarda gerçekleştirileceğini, bilimsel çalışmalardan ziyade meslek edinmek isteyen öğrencilerin online programlarla dijital diplomalar ile mezun olacaklarını tahmin ediyor. Teorik eğitimin dijital platformlar aracılığıyla, uygulamanın ise staj vb. gerçek ortamlı deneyimlerle elde edilebileceğini vurguluyor. (Şirin, 2020). Bu durum yalnızca eğitim için geçerli değildir. Evden çalışmaya devam edebilecek binlerce çalışan da pandemi sonrasında bu şekilde devam edebilir. Bu uygulamaların birçok eleştirisi olabilir ya da faydalı yanları illaki olacaktır. Ancak bizi ilgilendiren eleştiri platform kapitalizmi bağlamında emeğin gitgide daha da güvencesizleşmesidir. Çalışanını somut bir iş yerinde istihdam etmeyen (bir çalışma mekanı olarak ev deneyimi bu sürece vesile olacaktır) işletmeler ise bu durumdan karlı çıkacak olanlardır çünkü bu durumda işyerleri çalışanını freelance istihdam edebilir, sigorta maliyetlerinden kurtulabilir, fazla mesai ya da ücretli izin gibi maliyet yaratan yüklerden kurtulabilir. Ayrıca çalışma zamanı ile boş zamanın arasındaki çizginin belirsizleşmesi emeğin daha fazla sömürülmesine olanak tanır. Bu durum pandemi öncesi süreçte de yaşanmaktaydı ancak pandemi ile birlikte daha çok derinleşmekte ve günlük rutine dönüşmektedir.





Ele alınacak bir diğer önemli nokta törene katılan konuşmacıların değindikleri ortak konulardır. Genel olarak, toplumsal cinsiyet, ırkçılık ve iklim krizi birden fazla konuşmacının dikkat çektiği konuları oluşturmaktadır. Bu durumdan yola çıkarak platformların kendi iç politikalarından bahsedebiliriz. Gillespie’nin Politics of Platforms adlı makalesinde yer verdiği, Youtube ekibinin kendi iç politikalarıyla ilgili açıklaması şöyledir;





Senatör Joe Lieberman’ın İslamcı eğitim propagandası olduğunu iddia ettiği bir dizi videoyu kaldırma talebine yanıt olarak, Youtube, özgür konuşmayı teşvik eder, popüler olmayan bakış açılarını ifade etme hakkını ve herkesi savunur. Youtube’un kullanıcılar için daha zengin bir platform olduğuna inanıyoruz, çünkü farklı görüşlere ev sahipliği yapar, tartışmaları bastırmak yerine kullanıcılarının kabul edilebilir tüm içeriği görüntülemelerine ve kendi fikirlerini oluşturmalarına izin verir. (Aktaran Gillespie, 2017, s. 356).





Bu açıklamadan anlaşılacağı üzere Youtube ifade özgürlüğünü dolayısıyla belli bir hedef kitleye değil geniş kitlelere hitap ettiğini duyurur. Karşıt görüşlere, farklı yaşam tarzlarına sahip, farklı sınıftan insanların girip içerik üretebileceği, içerik tüketebileceği ve etkileşimde bulunabileceği bir yapı sunar. Bu politika platformların yayılmacı özelliğini ve tekelleşme çabalarını anlamak için somut bir örnektir. 





Sonuç





[image error]



Gittikçe tekelleşen ve piyasa değerini yükselten platformlar aracılığıyla köklü bir dijital dönüşümün ilk adımlarını Covid -19 pandemisi ile birlikte görmekteyiz. Gittikçe güçlerinin artıran platformların özellikle pandemi döneminde ekstra bir ivmelenme elde ettiğini söyleyebiliriz. Dear Class of 2020 ilerde yaygın bir şekilde yapılacak olan yüzlerce online mezuniyetin ilki olabilir. Bu ilk, milyonlarca online eğitim ile mezun olacak, online diploma alacak öğrencilere işaret ediyor olabilir. Bu mezun olan öğrencilerin ciddi bir kısmı yaratıcı emek gücünü oluşturacak daha da derinleşmiş güvencesiz koşullarda birer prekarya olarak çalışma hayatına atılacaklardır. Dear Class of 2020’de konuşan ünlülerin söylediği, “hayallerinin peşinden git, cesur ol, güç senin içinde, farklı olanı keşfedip yapacaksın” gibi motivasyon cümleleri, bu koşullarda maalesef öğrencilerin çok azının başarabileceği hedefler olacaktır. Sonuç olarak, eğitimin ve emeğin büyük oranda dijitalleşmesi hali hazırda dijitalleşmeden kaynaklanan eşitsizlik ve güvencesizliği güçlendirecektir. Bu işten karlı çıkacak olan ise günü sonunda platform kapitalizmi olacaktır.  





Kaynakça





Bauman, Z. (2019). Akışkan Modernite. S. Okan Çavuş, (Çev.). İstanbul: Can Yayınları.





Gillespie, T. (2010). “The Politics of Platforms”, New Media and Society, 12(3):347-364.





Goetzen, N. (2020, Haziran 12). How Consumers’ Spending Habits, Media Consumption and Brand Perceptions Have Shifted During the Pandemic. https://www.emarketer.com/content/how-consumers-spending-habits-media-consumption-brand-perceptions-have-shifted-during-pandemic





Srnicek, N. (2017). Platform Capitalism. London: Polity





Şirin, S. (2020, Nisan 21). Uzaktan Eğitim Pandemiden Sonra Da Devam Edecek Mi?. https://www.youtube.com/watch?v=iJbnzeQ_S0s





Williamson, D.A. (2020, Haziran 2).  US Social Media Usage How the Coronavirus Is Changing Consumer Behavior. https://www.emarketer.com/content/us-social-media-usage

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 03, 2020 12:10

Dear Class of 2020 ve YouTube Canlı Yayını 1: “Devam et / Go on!”

Yazan: Barış Gençyılmaz, Hacettepe Üniversitesi SBE, İletişim Bilimleri Lisansüstü Öğrencisi





Dear Class of 2020





YouTube Originals kanalı 6 Haziran’da pandemi dolayısıyla mezuniyet törenlerine katılamayan öğrenciler için ağ toplumunun artık yabancılık duymadığı şekilde çevirim içi bir mezuniyet etkinliği gerçekleştirdi. 8,5 milyondan fazla insanın “like”ladığı 4 buçuk saatlik yayında eski başkan Obama’dan G.Koreli müzik grubu BTS’ye, şarkıcı Lady Gaga’dan komedyen Hassan Minhaj’a kadar birçok ünlü isim performanslarıyla(şarkı, dans, konuşma-özellikle toplumsal meselelere duyarlılık-, giyim-kuşam, makyaj vb. birçok alanda) yer aldı.





[image error]



YouTube Originals





YouTube’un kendi yapımlarını sergilediği kanalı olan Originals’de platformun bir başka yönünün çalıştırıldığını görebiliriz. Bu, içerik yayıncısının aynı zamanda içerik üretici olma pozisyonudur. Dizi ve film platformlarının prodüksiyonunu kendilerinin üstlendiği yapımları müşterilerine başarılı şekilde sunuyor olmasının diğer rakiplerini de etkilediği söylenebilir. YouTube Originals kanalı her ne kadar 2016 yılının Ocak ayında açılmış olsa da yalnızca 311 video içeriğe sahip. Abone sayacı gizli olarak ayarlanmış olan kanalın bugüne kadar yaklaşık olarak 436 milyon kez görüntülendiği bilgisi yer alıyor. Kanal açıklamasında İrlandalı bir şirket olan Ceann Nua LTD. “provider” olarak karşımıza çıkmakta. Youtue Originals kanalının açılma tarihi 19 Ocak 2016 iken şirketin kurulma tarihi daha sonrasında, 13 Eylül 2017’de görünmektedir.





Okul Biter Gösteri Bitmez





[image error]Lady Gaga Uncle Sam pozu



YouTube Originals’ten çıkan son içerik ise girişte belirtildiği üzere bir mezuniyet töreni oldu. Oldukça ilgi çekici bir içeriğe sahip olan bu çalışmada dünya çapına üne sahip olan isimler öğrencileri hem tebrik etti hem de “yeni normal” dahilinde üretilen bu yapımda yer alarak “yeni normal”e dair görüşlerini de dile getirdi. Obama, çalkantılı bir dönemden geçen dünyada normallere esir olmayıp yeni normali gençliğin inşa edebileceğini söylerken Lady Gaga, toplumsal değişimlere şahit olanların adalet için mücadele edeceğine dair inancını paylaştı. BTS üyeleri üzülecek bir şey olmadığını, fırsatların daima var olacağını müjdelerken Bart Simpson ise(hayalî bir karakterin sosyal gerçekliğe daha yakın olması ABD için çok uygun bir çelişki) olasılıklar dünyasının sonsuz olduğunu, mezun gençler dilerlerse aile evindeki bodrum katında ders çalışmak yerine artık aynı yerde iş yapmaya(homeoffice) başlayabileceklerini aktardı. Konuşmaların her biri tek tek analiz edilebilir ancak platformun sunduğu olanaklarla içeriği beraber ele almak gerektiğinde mesajın ortak olduğu anlaşılabilir. “Devam et!”. Neye devam edileceği konusunda ise devasa belirsizlikler vardır. Aslında burada modernizmin önerdiği “devam et” ile içerik katılımcılarının “devam et”i arasında büyük bir fark olduğu söylenebilir. Zira “Dear Class of 2020”nin Gösteri Toplumu’nun video içerik hali olduğunu iddia etmek yanlış olmayacaktır. Guy Debord,   modernizmin gelişmeye(“devam et!”) her koşulda evet cevabı aradığını ve fakat bunu artık bir amaca sahip olmadan yaptığını belirtir. Katılımcılar açıktır ki yeni jenerasyondan umutlu olduklarını, onların da kendi yaşamlarına dair inançlarını korumalarını gerektiğini düşünüyor ve buna paralel olarak “devam et”melerini istiyor. Ve fakat toplumsal mesaj vermekten de kaçınmayarak özellikle de ABD’de son dönemde yaşanan hareketliliği olumluyor ve özünde zaten “devam eden” kötülüklere karşı gençlerin bir şeyler yapmaya “devam et”melerini salık veriyorlar. Tabii burada bahsi geçen açık bir sokak eylemliliği çağrısı değil, yeni bir dünyanın kuruluyor olduğu ve eskisinden daha iyisini hak ettiğimizi savunan görüşlerdir.





[image error]



Ayrıca video içerikle beraber düşünüldüğünde “gösterinin karşı-gösteriyi de yuttuğu” görülür. Kurtuluş vaatleri gösteriden bağımsız değildir, o yüzden Lady Gaga da, Obama ailesi de gösterinin merkezinden izleyicilere (aslında üre-tüketicilere) seslenerek “gösteriye dikkat edin” uyarısında bulunabilmektedir. YouTube gibi platformlar bu seviyede büyük şirketlere dönüşmeseydi, bir başka deyişle Debord’un eleştirdiği gibi imge-egemen bir dünya dönemi yaşanmasaydı bu kişilerin sözleri yine bu kadar önemli olur muydu?





Tören Sahnesi: Platform





Konuşmacıların direkt ya da dolaylı olarak toplumsal iyiye işaret eden söylevlerini nasıl bir sahneden yaptıkları düşünüldüğünde ise başka bir hakikat ile karşılaşılır, platform kapitalizmine. Mezuniyet töreni yapılan öğrencilerin ekranda görünme süresi ile mevcut “celebrity”lerin görünme süreleri kıyaslandığında ortaya çıkacak tablo tahmin edilebilir. Platforma erişim tekno-iyimseleri heyecanlandırdığı kadar adil şartlar altında gerçekleşmemekte, kaldı ki büyük yapımların içerikleri de buna göre şekillenmektedir. İzleme alışkanlıklarımız öylesine düzenlenmiştir ki ardı ardına tanımadığımız birkaç kişinin(yani bizim gibi “sıradanların”) mezuniyet coşkusunu görüp duygularını anlamaya çalışmak yerine “skip” ile tanıdık yüzlerin bilge konuşmalarına atlama ihtiyacı duyarız.





Platform kapitalizminin ne anlama geldiğini dijital ekonominin market ekonomisi içindeki gelişme tablolarından anlayabiliriz. Market kapitalizminin 7 büyük şirketinden 6’snıı dijital ekonomi şirketileri oluşturuyor. Baumanncı bir kavramla bu şirketler hafif modernitenin kapitalistleri: (1)Apple (2)Alphabet (3)Microsoft (4)Facebook (5)Amazon (7)Alibaba.





Böylesi bir tabloda interneti “merkezsiz ve herkes için eşit erişimli” düşlemek-hatta Richard Barbrook gibi anarko isimler bir siber komünizm hayal ediyordu- imkânsızdır. Hatta tam aksine Castells’in savunduğu haliyle internet, “hipermerkezli”dir. Ağın içinde dijital ekonomi tekelleri de kendilerine ait rotalar kurar ve düğüm noktalarından ağdaki dolaşım takip edilir. Birden fazla şirkete ait birden fazla düğüm noktası olabilir. Ağır modernitenin terk edilmesi zor mekânlarına göre hafif modernitenin vazgeçilip yenisi kurulabilir sanal mekânlarının farkı ve avantajı buradadır. İşte “Dear Class of 2020” konuşmacılarının izleyici emeğine seslendiği sahne böyle bir yerdir. Söylevlerde seçilen cümleler sahneye ve sahnedikelere saygıya çağırır. Zira tüm bu olup bitenler pandemiye rağmen yeniden üretimin kesilmemesi için elzemdir. Henüz “dünya nasıl bir yer haline geldi, daha kaç mülteci çocuk cesedi kıyılardan toplanacak, silaha ayrılan bütçe doğayı korumaya neden harcanmıyor, iklim krizi için hâlâ neyi bekliyoruz, küreselleşme hayallerinin sonu global pandemi oldu” vb. diyerek her ne yapıyorsak “yapmamaya, etmemeye, döngüyü sürdürmemeye” dair bir çağrı duyulmadı. Sadece biçimsel olarak farklılaşarak yapıp etmelere, okul okumalara, mezun olmalara, iş aramalara, çalışmalara, spora, üretken olmaya “devam et / go on!”. Çünkü emtia ekonomisi ve dijital ekonomi artık iç içe geçmiştir, hatta buna daha arkaik kökleri olan “ahlâk ekonomisi ve -sembolik olarak- armağan ekonomisi” de eklenebilir. Dolayısıyla bir ekonomiyi ayakta tutmak diğerinin de devamlılığını sağlamasına yardımcı olur, o yüzden “go on”.





[image error]



Platformun Üre-Tüketici Dostu(!) Olanakları





Google ve YouTube gibi aracılar, son derece dalgalı bir kültürel ve ekonomik alanda(akışkan da diyebiliriz) uzun vadeli bir konum tutabilmeyi amaçlar. Aslında geleneksel medyada daha önce gördüğümüz, ana akımın gölgesinde kalan yayın organlarının niche alanlar bularak buraları doldurma çabasını şimdi “platformların” sürdürdüğüne tanık olmaktayız. Bir sanal mezuniyet töreni hem interneti yaygın kullanan gençlik kitlerinin bir ihtiyacını karşılıyor gibi gözükmekte hem de geleneksel medyanın yapamayacağı kadar uzun ve içerik açısından çok daha zengin bir program üretebilmeyi sağlamaktadır. Ayrıca “replay” edilebilmekte ve arzu edilirse “download” imkânı sunmaktadır. Platformların doldurduğu boşluk aslında ihtiyaçlar hiyerarşisinde yer almaz, o boşluk henüz keşfedilmemiş tüketim yollarının boşluğudur ve bulduğu an doldurulur. İzleyicide yaratılmak istenen algı ise “böyle bir ihtiyaç oluşabilir ve bunu buradan karşılayabilirsin” olur. Bir platform kapitalizmi örneği olarak YouTube, mezuniyet videolarını oynatmadan önce dayattığı reklamlar(premium üye olarak platformdan kesintisiz yararlanma fırsatı), içeriğin altına yorum bırakma ve hatta dislike butonuna basma hakkı, yayın “live” olarak takip ediliyorsa içerik üreticisi ile doğrudan diyalog kurabilme şansı  gibi tamamı ekonomik çıktılara sahip ve karşılıklılık ilişkisine dayanan özelliklerle donanmıştır.





[image error]



Kısacası “Dear Class of 2020” üzerinden değerlendirirsek YouTube platformu üzerinden yalnızca bir video izlenmemiş; etkileşime girerek sosyalleşme ihtiyacını karşılanmış, reklamla etkileşime girerek alışveriş yapma ihtiamli doğmuş ya da yazılan bir yorumun fazla “like” alması ile popülarite kazanıp  bir kimlik performansı ortaya konmuş olunabilir. Sermayeler arası geçişlilik ağ üzerinde çok daha hızlıdır. Akış halinde olmayana yer yoktur. Bu yüzden YouTube da kendini yenilemenin yollarını sürekli arar ve üre-tüketicilerine “nasıl olunması gerektiğini” bu vesileyle göstermiş olur.





KAYNAKÇA





Baumann, Z. (2018). Akışkan Modernite. İstanbul: Can Sanat Yayınları.





Castells, M. (2008). Ağ Toplumunun Yükselişi (E. Kılıç, Çev.). İstanbul: İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları.





Debord G. (2017) Gösteri Toplumu (A. Ekmekçi ve O. Taşkent, Çev.). İstanbul: Ayrıntı Yayınları





Elder-Vass D. (2018). Moral Economies of the Digital European Journal of Social Theory Vol:21(2).





Gillespie, T. (2010). The Politics of ‘Platforms’, new media & society 12(3), DOI: 10.1177/1461444809342738





Romele A. – Severo M. (2016). The Economy of the Digital Gift: From Socialism to Sociality Online.









 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 03, 2020 12:03

Pandemi günleri ve yeni medya: (A)Senkronize

Yazan: Ertan Ağaoğlu, Hacettepe Üniversitesi İletişim Fak.Araş.Görevlisi





Sahip olduğumuz refah düzeyi bakımından insanlık tarihinin belki de en iyi dönemlerinden birinde yaşamaktayız [1]. Hayat standartlarımız, tıbbın ve teknolojinin sunduğu olanaklar sayesinde oldukça yüksek ve daha da iyileşmeye devam ediyor. Böylesine bir zamanda sahip olduğumuz ilaçları, aşıları, ulaşım ve iletişim olanaklarını verili kabul edip hayatımızın doğal bir parçası gibi yaklaşabiliyoruz. Belki de bu yaklaşım, bizleri bir doğayı hükmetme çılgınlığına sürüklüyor. Bu durum bizlere aslında ne kadar aciz, doğaya hükmeden bir canlıdan çok, yalnızca onun bir parçası olan canlılar olduğumuzu unutturabiliyor. Ne var ki kriz anları bizleri bu unutkanlığın içinden çekip alabiliyor.





31 Aralık’ta Çin Halk Cumhuriyeti’nin, daha önce rastlanmamış bir virüs ile karşı karşıya olduğunu açıklaması, tam da bu verili saydığımız olanakların elimizden nasıl kısa bir süre içinde kayıp gidebileceğine şahit olacağımız bir sürecin başlangıcına işaret ediyordu. Önceki SARS tipi virüslerin aksine oldukça hızlı yayılan COVID-19 (Coronavirus 2019), çok kısa bir süre zarfı içinde neredeyse tüm ülkelerde tespit edildi ve dünya bir anda kendisini tam anlamıyla bir krizin içinde buldu. Öyle ki insanlık, yakın tarihte bulaş hızı böylesine yüksek ve tüm dünyayı etkisi altına alan bir virüs ile karşılaşmamıştı. Şu an hala bu krizle nasıl başa çıkacağımızı kestirmekte zorlanıyoruz.





Gün itibariyle virüse karşı hala bir aşı ya da tedavi geliştirilememişken, yayılımını yavaşlatabilmek için evde kalmaktan başka bir yönteme de sahip değiliz. Her ne kadar “normalleşme” süreci içine girmiş bulunsak da, dünya çapında 2 milyarı aşkın insan hala hayatını evinden idame ettiriyor (Freemalaysia, 2020) ve bu sürenin ne kadar devam edeceği belirsiz. Bu kriz, en başta ülkeleri ekonomi, eğitim, ulaşım gibi alanlarda etkilemekte.





Devletlerin yaşadığı bu makro krizin ötesinde, eve sıkışan insanların da bir krizin içinde olduğunu söylemek mümkün. Daha önce belki de hayatları boyunca hiçbir zaman böylesine uzun süreler boyunca evde kalmak zorunda olmayan insanlar, süresi belirsiz bir karantina altında evlerine sıkışmış durumda. Bu durum bireylerin gündelik pratiklerinin (alışveriş, ulaşım, sağlık) değişime uğraması anlamına gelirken, onların fiziki ve akli sağlıklarını da tehlike altına atıyor. Geleneksel ve sosyal medyada kanaat önderlerinin, organizasyonlarının bu sürenin nasıl değerlendirilebileceğini anlatması ya da bireylerin içinde bulundukları bunalımı aktif olarak ifade etmeleri bu durumun kanıtı niteliğinde.





Bu sürede evde meşgul olabileceğimiz çevrimiçi filmlerin, dizilerin, aktivitelerin listeleri sosyal medya üzerinden sıklıkla paylaşılıyor, eğitim kurumları çevrimiçi derslerini herkese açıyor, müzeler sanal turlarını ücretsiz olarak dünyaya sunuyor. Bunun ötesinde kullanıcılar çeşitli internet platformları üzerinden birbirlerine tıbbi ve psikolojik [2] anlamda destek olmak üzere topluluklar kuruyor. Açılan çevrimiçi kursların, paylaşılan listelerin, destek platformlarının hepsi aslında tek bir krizin çözümüne yönelik: zaman ile başa çıkma krizi. Bu metin, içinde bulunduğumuz pandemi sürecinde zaman, uzam  ve yeni medya ilişkisini bazı kavramlara başvurarak açıklamaya çalışacaktır.





Bu anlamda zaman ve günümüzde zamanla ilişkimizi etkileyen hız kavramından bahsetmek faydalı olacaktır. Aslen zamanla kurduğumuz ilişki yüzyıllar boyunca içinde yaşadığımız doğa ile içkin olmuştur (Gleick, 1999, s.101-108). Birçok dönemde güneşin doğuşu insan etkinliğinin başlangıcını işaretlerken, güneşin batışı bir bitiş anlamını taşımaktaydı. Öyle ki insan bedeni, diğer tüm canlılar gibi bu düzen çerçevesinde bir biyoritm geliştirmiş (a.g.e; Urry, 2009), zamanı ‘hissetme’ konusunda yetkinleşmiştir. Ancak bazı teknolojik gelişmeler zaman ile kurduğumuz ilişkiyi kökten değiştirmiştir. Bu değişime yol açan teknolojik gelişmelerin başında elbette saat gelmektedir (31-43). Saatin icadı daha önce insanoğlu için oldukça soyut olan zamanı göreceli olarak somut bir hale getirmiştir. Zaman artık tıpkı hız gibi birimler ile ölçülebilen, planlanabilen bir gerçeklik haline dönüşmüştür.





Saat ve saat zamanı elbette uzun süredir insanoğlunun hayatında olan gerçekliklerdir. Ancak insanın zaman ve doğa ile kurduğu bağ, endüstriyel kapitalizmin gelişmesi ile beraber büyük bir değişime uğramış, insan hayatı saat zamanı etrafında organize edilmeye başlamıştır. Bu süreç en başta emek süreçlerinin tarladan fabrikaya taşınması ile başlar. Fabrikalar, doğadan otonom bir biçimde çalışabilen, doğal süreçlerden özerk bir alandır. Fabrikalarda sabah ve akşam mesailerinin dönüşümlü olarak gerçekleşmesi, yapay ışıklandırmalar ile doğadan bağımsız bir üretim sürecinin ortaya çıkması insanları saat zamanına daha da bağlı bir biçimde yaşamaya itmiştir. İş zamanı ve boş zaman arasında keskin çizgiler ile ayrılmış, böylece iş zamanı maksimum kâr etmek üzerine çalışılan, boş zaman ise bir sonraki çalışma gününe hazırlanmak için dinlenilen bir sürece işaret etmekteydi (Crary, 2013).





Günümüz modern toplumlarında, özellikle de şehirlerde, yaşam kârı arttırmak üzere zaman düzenlemelerinin boyunduruğu altındadır (bkz: Simmel, 2008). Kişilerin hayatları saat zamanı etrafında organize edilir.  Zamanın böylesine sıkı bir biçimde düzenlendiği toplumlar monokronik bir kültüre sahiptir (Duranti, Di Prata, 2009). Monokronik kültürlerde zaman düz çizgiseldir. Etkinlikler tek başına gerçekleştirilir yani iki etkinlik birbirine karıştırılmaz ve birbirini takip eden bir yapıya sahiptir. Monokronik kültüre sahip toplumlarda toplumsal hayatın organizasyonunda zaman planlamaları (saat, takvimler, çizelgeler) öne çıkar. Monokronik kültürler “zamanında” iş yapmaya, dakikliğe, zaman çizelgelerine önem verir (Duranti, Di Prata, 2009). Kişilerin zaman düzenlemelerine uyması toplumun pürüzsüz bir biçimde işlemesinin ön koşuludur (Simmel, 2008). Monokronik kültürlerde zaman kaybedilebilecek, boşuna harcanabilecek veya tam tersi biçimde yönetilip, planlanabilecek ve verimli kullanılabilecek değerli bir olgu olarak kabul edilir (Duranti, Di Prata, 2009). Zamanın böylesine değerli olduğu toplumlarda onun etkili kullanımı, elzem bir gereklilik haline gelir. Özellikle iletişim ve ulaşımın da hızlanması ile beraber zamanın etkili kullanımına yönelik söylem hız tutkusunu ortaya çıkarmıştır





Hızlanmanın dinamiklerini anlamak için Rosa’nın, hızlandırıcı faktör olarak ekonomik, kültürel motor (2009, s.90-92) kavramlarını incelemek faydalı olabilir. Hızlanmanın altında yatan en büyük etkilerden biri elbette ekonomiktir. Kapitalist ekonomilerin işleyişinde malların ve sermayenin hızlı dolaşımı merkezdedir. Bu sebeple zaman kontrolü önem taşırken, her şeyden önce emek zamanı kâr için önemli bir faktördür. Zaman kazanmak kâr anlamına gelir; vakit, nakittir. Bir diğer önemli etken ise hızlanmanın rekabet ortamında hayati bir önem taşımasıdır. Rekabet içindeki taraflar birbirinden hızlı davranmak zorundadır; yenilikleri hızlı yakalayan taraf daha fazla kâr edecektir (89). “Son olarak, yatırım yapılan sermayenin hızla yeniden üretimi, Marx’ın teknolojinin “ahlaki tüketimi” olarak adlandırdığı olgudur ve kredi sistemi açısından çok önemlidir.”(89).





Hayatın hızlanmasındaki bir diğer itki ise kültürel motordur. Batı toplumlarında hızlanma modernitenin kültürel fikrileri ile yakından ilişkilidir. Bu fikirler geleneksel ve yenilik arasındaki dengeyi değiştirip, “değişim için değişim” düşüncesini güçlendirmiştir. Günümüzde iyi yaşam, geçmişte olduğunun aksine, ölümden sonraki öteki dünyada değil, sonsuz seçenekler ile dolu bu hayatta yaşanmalıdır. Bu sebeple, bireyin hayatı boyunca daha fazla şey deneyimlemesi gerektiği söylemi hakimdir.  Ne var ki insan yaşamı dünyadaki her şeyi deneyimleyecek kadar uzun değildir. Deneyimleri, hedefleri, eylemleri daha hızlı gerçekleştirmek; daha fazla şeyi tecrübe etmek; daha iyi bir yaşam sürmek anlamını taşır (91-92).





Dolayısıyla hız, güç ve üstünlük ile eşleştirdiğimiz bir olgu haline gelmiş, özellikle 20. Yüzyılın başlarında bu hız tutkusu hayatın her bir yanına sirayet etmiştir. Yemek sektöründen, eğlence sektörüne, yayıncılıktan siyasete kadar birçok alan hız ile şekillenmiş, tüketim alışkanlıklarımız değişmiştir. Diyetimizi oluşturan besinler gitgide daha kolay hazırlanabilir, tüketilebilir bir hal alırken (147-151); medya diyetimiz de kısa sürelerde daha fazla keyif veren, bizleri enformasyon bombardımanına tutan türler ile dolmuştur. Siyasiler de en kısa zamanda, en fazla mesajı vermeye çalışan söylemlere sarılmıştır (173-191). Neredeyse Her Şey hızlanmıştır.





Bu sürecin bir sonucu olarak bilişsel ve duygusal tepkilerimizde de bazı değişimler yaşanmıştır. Örneğin yavaş konuşmalara, ağır ilerleyen filmlere karşı sabır eşiğimiz oldukça düşmüştür. Medya da bu sabırsızlığımıza uyum sağlayarak sunduğu içerikleri ilgimizi yüksek derecede tutmak üzere tasarlamaya başlamıştır. VH kanalında yayınlanan Geriye Sar programı bunun en güzel örneklerindendir (a.g.e). Program eski video klipleri üzerine konuşma baloncukları ekleyerek ya da üzerine yorum yaparak yeniden yayınlamıştır. Artık tek bir uyaran izleyiciye yetmemektedir. Uyaranlara karşı tepki eşiğimizin gitgide düşmesi, alkole (ve diğer tüm maddelere) karşı töleransımıza oldukça benzerdir. İnsanlar alkol tükettikçe töleransları yükselir ve bunun sonucunda, eski sarhoşluğu yakalamak ancak daha fazla alkol ile mümkündür. Sıradan bir günde şehirde yaşayan bir insanın maruz kaldığı reklamlar, imgeler ve diğer birçok enformasyon parçası da bireyin uyarıcılara karşı töleransını arttırır. Günden güne daha fazlasına ihtiyaç duyan beynimiz yeterince uyarılmadığında, “modern bir icat olan” sıkılma (a.g.e) durumu baş gösterir.





COVID-19 ve Zaman Deneyimi





COVID-19 salgını alışık olduğumuz zaman düzenlemelerini ve hız anlayışımızı yerle bir etmiştir. Modern hayatın hız anlayışını şekillendiren en temel olgulardan biri şüphesiz ki ulaşımdır. Ulaşım teknolojileri sayesinde insan, mal ve bilgi küresel çapta hızlı bir akış içindedir. Ancak salgın bu akışı büyük ölçüde sekteye uğratmıştır. En başta uluslararası yolculuklar olmak üzere her türlü ulaşımın hükümetler tarafından engellenmesi, insanların hareketlilik kabiliyetini azaltmıştır. Kargo ve posta hizmetlerinin de süresiz olarak durdurulması mal ve hizmetlerin akışını yavaşlatmıştır. Bir anlamda neo-liberal dönem öncesinin katı sınırları (hard borders) geri dönmüştür. Bunun ötesinde, evden çalışma, dönüşümlü çalışma programları gibi emek zamanının azalması ile sonuçlanan yeni düzenlemeler sonucunda şirketlerin kârında büyük oranda azalmalar görülürken; pandeminin piyasaya getirdiği belirsizlik tüm dünya borsalarında bir düşüşe yol açmıştır. Tüm bu faktörler, hızın ‘ekonomik motorunun’ sekteye uğramasına yol açmıştır.





Pandemi sürecinin beraberinde getirdiği eve kapanma zorunluluğu, hızlanmanın ‘kültürel motorunun’ temelini oluşturan deneyim dolu hayat söylemini de sekteye uğrattı. Zira sinema, tiyatro, konser gibi kültürel etkinlikler belirli olmayan tarihlere ertelenirken, başta uluslararası ulaşım kanallarının kapatılması deneyim dolu hayat söylemini bir süre için de olsa rafa kaldırdı. Öyle ki ‘Hayat eve sığar’ sloganı bu durumun en iyi örneklerinden sayılabilir. Kısa zamanda daha fazla deneyim yaşama olanağı ortadan kalktıkça, bireyler bir yavaşlama sürecine girerek evlerinde kendilerine yetebilecek etkinlikler ile ilgilenmeye başladı. Bu süreç, insanları modernitenin hızlı yaşam – fazla deneyim söylemi ile taban tabana zıt bir gerçekliğin içinde yaşamaya itti.





Bu yavaşlama, Rosa (2020)’nın da bahsettiği gibi, zorunlu bir yavaşlamaya işaret etmektedir. Bu süreci, hızlanmanın ve dinamizasyonun isteyenmeyen bir sonucu olarak yavaşlama (Rosa, 2009, s.94) olarak okumak mümkündür. Öyle ki salgın, hızlanmanın da temelini oluşturan ulaşım yoluyla başlamış ve kentleşmenin yarattığı nüfus yoğunluğu sebebiyle yayılmıştır. Dolayısıyla aşırı hızlanma tüm dünyayı zorunlu bir yavaşlamaya sürecine itmiştir. Ancak bu süreçte dijital teknolojiler, yavaşlayan hayatımızda dengeleyici bir rol oynamaktadır.





Zorunlu yavaşlama insanların birçok uyarandan uzak kalmasıyla da sonuçlanmıştır. Sosyal çevresinden uzaklaşan, dışarıda gerçekleştirilen tüm etkinliklerden uzak kalan insanların, dakikalar içinde yüzlerce görüntüyü, binlerce kelimeyi ekranına taşıyabilen dijital teknolojilere [3]  yönelmesi hiç de şaşırtıcı değildir. Bireylerin akli uyarıcılara ihtiyaç duydukları bu günlerde yeni medya en temel eğlence aracı haline gelmiştir. Bireylerin dijital teknolojilerin sunduğu çoklu medya özelliğinden yararlanmasının dışında, karantina sırasında en düşük seviyede tutulmaya çalışılan sosyal ilişkilerin neredeyse tamamı siber uzama taşınmıştır. Dolayısıyla karantina günlerinde siber ortamın sunduğu hizmetler, hız tutkumuz ile yükselen uyaran eşiğimizin tatmin edilmesinde büyük bir rol oynamaktadır. Buna ek olarak alışveriş, bankacılık işlemleri, fatura ödemeleri gibi birçok gündelik iş dijital uzam üzerinden gerçekleştirilmektedir. Ardından e-müzeler, e-konserler, e-konferanslar fiziksel hareketlilik kapasitemizi arttıramasa da sosyal mevcudiyet yoluyla hayata bir nebze de olsa katılımımızı kolaylaştırmaktadır.





Salgın sırasında dijital teknolojilerin zaman algımız üzerindeki etkisi ise iki yönlüdür. Her şeyden önce bireylerin hayatlarını evlerinden sürdürebilmesi monokronik zamanın bağlayıcılığını bir derecede sekteye uğratmaktadır. Esnek çalışma saatleri, önceden kayıt edilmiş eğitim setleri bireylerin resmi saatler dışında çalışmasına ve derslere katılabilmesine olanak sağlar. Kişinin deneyimlerinin ötesinde kurumlar da asenkronize işlemeye başlamıştır. Dersler monokronik zaman rejiminin belirlediği “uygun” saatler içinde gerçekleşmemekte, toplantılar olağandışı saatlere kayabilmektedir. Tüm bu süreçte, zaman üzerine bağlayıcı kurallar olmadan yaşayan bireylerin zaman algısının değişmesi muhtemeldir. Bu teknolojiler bireylerin zaman algılarını değişime uğratıp onların dışarıdaki hayat ile kurdukları senkronik düzeni sekteye uğratabilmektedir. Öyle ki günlerin birbirine karıştığı, insanları zamanı takip edemediği söylemi ile sık sık karşılaşmaktayız [4].





Aynı zamanda dijital teknolojiler, evde kalan bireylerin monokronik zaman rejimi ve toplum ile tek bağlantısıdır. Çevrimdışı dünyada zaman kuralları çerçevesinde hayatını sürdüremeyen (zamanında derse katılabilmek adına trafik sıkışıklığını da göz önünde bulundurup belirli bir saatte uyanan, öğle yemeği saatinden, molalarına kadar belirlenmiş bir öğrenciyi düşünün) birey artık monokronik zaman rejimine tabii değildir. Birey çevrimiçi dersler, iş görüşmeleri, canlı haber yayınları gibi etkinlikler yoluyla tekrar senkronize olmasını sağlayabilir. Dolayısıyla yeni medyanın senkronize olma konusunda ikircikli bir role sahip olduğu söylenebilir. Bireyler yeni medya yoluyla monokronik zaman rejimine istedikleri anda bağlanabilirken, aynı zamanda bu teknolojiler sayesinde zaman düzeninden bağımsız bir biçimde hayatını idame ettirebilmektedir.





Bu anlamda dijital teknolojiler yavaşlayan yaşamlarımızı bir nebze de olsa alışkın olunan hıza yaklaştırmaktadır. Ardından evde geçirilen süre içinde uzak kalınan uyaranların yerini alabilecek yeni uyaranları sunma konusunda etkili bir araçtır. Bu durum uyaranlara karşı toleransı arttıracağı gibi, zamanın böylesine yavaşlaması belki de kişilerin tekrar basit etkinliklerden keyif almasının önünü açabilir. Uyaranlar bağlamında oynadığı rolün yanı sıra dijital teknolojiler zaman algımızı da şekillendirmektedir. Monokronik düzenden azade bir biçimde çalışmamıza olanak tanıyan dijital medya teknolojileri modern bireyin ritmini değişime uğratabildiği gibi, yeri gelince otoriteler tarafından atanan görevler sonucunda bireylerin hayata tekrar senkronize olmalarına izin veren bir araç olarak işlev görebilir.





Dipnotlar





 [1] https://www.bbc.com/future/article/20160928-why-the-present-day-could-be-the-best-time-to-be-alive





[2]  https://www.reddit.com/r/COVID19_support/





[3]  https://www.cnet.com/news/coronavirus-has-made-peak-internet-usage-into-the-new-normal/





[4]  https://www.discovermagazine.com/mind/how-the-coronavirus-pandemic-is-warping-our-sense-of-time





Kaynakça





Crary, J. (2013). 24/7: Late capitalism and the ends of sleep. Verso Books.





Duranti, G., & Di Prata, O. (2009). Everything is about Time: Does it Have the Same Meaning All Over the World?. Project Management Institute.





Freemalaysia. (2020) Worldwide, nearly 2 billion told to stay home to curb virus spread. 23 Mart tarihinde erişildi. Erişim: https://www.freemalaysiatoday.com/category/highlight/2020/03/23/worldwide-over-1-billion-told-to-stay-home-to-curb-virus-spread/





Gleick, J. (1999). Faster the acceleration of just about everything.





Rosa, H., Feddersen, J. (2020). Soziologe Hartmut Rosa über Corona: „Wir sind in einem Versuchslabor“. Erişim tarihi 20 Haziran 2020, adresi https://taz.de/Soziologe-Hartmut-Rosa-ueber-Corona/!5673868/





Rosa, H. (2009). “Social Acceleration: Ethical and political consequences of a desynchronized high speed society”, High Speed Society. (Der.) Hartmut Rosa ve William E. Scheuerman. Unv. Park: Penn State Unv.Press.





Simmel, G. (2008). Metropol ve tinsel hayat. Modern kültürde çatışma, 85-102.





Urry, J. (2009). “Speeding up and Slowing down”, High Speed Society. (Der.) Hartmut Rosa ve William E. Scheuerman. Unv. Park: Penn State Unv.Press.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 03, 2020 11:48

June 23, 2020

“Information Seeking and Information Evaluation of Older Adults in the Covid19 Process” Research Project has been supported by TÜBİTAK-SOBAG…

Our project that we proposed within the TÜBİTAK’s call in order to investigate the problems arising during the COVID-19 pandemic and to develop solutions for these problems, titled “COVID-19 and Society: Social, Human and Economic Effects of the Pandemic, Problems and Solutions” which is a part of ARDEB 1001-Scientific and Technological Research Projects Support Program, has been found worth supporting. The aim of our project titled “Information Seeking and Information Evaluation of Older Adults in the Covid19 Process” is to explore information seeking behavior of individuals over 65 years of age and how they evaluate this information during pandemic period. In this scope; we will seek answers to the questions of what sources the older adults access information from, which information sources they trust and what level they trust, which sources they find more reliable and why.





The World Health Organization (WHO) used the concept of “infodemia” to express the rapid spread of disinformation and misinformation about the pandemic and pandemic-related problems. Director-General of WHO emphasized that the information pollution that became widespread during the epidemic led to the growth of the existing problem, by saying “We are fighting not only epidemic but also infodemic. The fake news spreads faster and more easily than this virus and is as dangerous as the virus.”





In times of crisis, people’s need for information and the amount of information increases accordingly. However; due to excessive amount of information and the rapid proliferation of false information besides the correct information are the factors that make it difficult to fight the pandemic outbreak. In addition to the disadvantages of the older population in terms of both accessing information resources and using these technologies, it may become more difficult to access and evaluate the information for this segment of the population. As the older adults are one of the groups which is the most affected by the outbreak, they are one of the most isolated groups in this process. There is a risk that this isolation may bring new physical, mental, psychological and social problems. For these reasons, information needs of the elderly increase during the pandemic process. During this process, the use of communication technologies might help older adults to solve some of the problems they face. Exploring the engagement of older adults with information at the time of crisis and the quality of this relationship, will contribute to understanding the problem and solution seeking.





In the study, socio-demographic characteristics, information access, pre and post COVID-19 information-getting preferences and practices, information deficiencies, pre and post COVID-19 levels of trust in media/ resources and content will be collected through surveys from the sample that will represent the 65 and older population of Turkey.





It is planned to share the results of the study and solution recommendations based on this with the relevant public institutions, policy makers and NGOs, to offer recommendations to media professionals for the development of rights-oriented media practices against discriminating discourse against the older adults which has been increased during the pandemic period, and to share the results of the study with the public through e-books.





The project manager is Prof. Dr. Ferruh Mutlu Binark from Hacettepe University Faculty of Communication, and Akdeniz University Faculty of Health Sciences Faculty Member Assoc. Prof. Dr. Özgür Arun and from Atatürk University Faculty of Communication Asst. Prof. Dr. Duygu Özsoy are the researchers of the project. The scholarship students of the project are K. Beren Kandemir, PhD candidate from Hacettepe University, and Gül Şahinkaya, graduate student from Akdeniz University.





Contact e-mail: 120k613proje@gmail.com

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on June 23, 2020 06:07

June 18, 2020

Pandemi Sürecinde Toplumsal Cinsiyete Dayalı Yeni Eşitsizlikler ve Dijital Uçurum

Tuba Sütlüoğlu[1]





‘BBC News Türkçe’nin internet sitesinde, 29 Nisan 2020’de yayınlanan, “Koronavirüs günlerinin gün yüzüne çıkardığı eşitsizlik: Dijital uçurum” başlıklı haberde Birleşik Krallık’ın başkentinde yaşayan bir kadının, salgın döneminde internete erişimle ilgili yaşadığı sıkıntıyı anlatan ifadelerine yer verildi. Ekonomik kısıtlılıklarla mücadele ettiği anlaşılan kadın aynı zamanda bir anneydi ve kızının uzaktan eğitimi için ihtiyaç duyduğu internet erişimini sağlayabilmek için haftalık gelirinin yarısına yakınını harcıyordu. “Sokağa çıkma sınırlamaları öncesinde internet erişimi için 10 sterlin harcıyordum, şimdi haftada 30-40 sterlin harcamam gerekiyor” diyen anne için, mesele sadece internet erişimi de değildi; çünkü anne sahip oldukları bir telefonu iki kızıyla birlikte paylaştıklarını ifade etmişti.[2] 





Haberin başlığında da geçen dijital uçurum kavramı; “bilgisayara ve internete kolay erişimi olan kişilerle bunlara sahip olmayanlar arasındaki eşitsizlik (Chandler ve Munday, 2018, s. 93)” şeklinde tanımlanmaktadır. Eşitsiz erişim örüntüleri ise hem küresel eşitsizliklerle hem de gelir, yaş ve toplumsal cinsiyet gibi bireysel faktörlerle (Chandler ve Munday, 2018, s. 93), yani hâlihazırda fizik gerçeklikte var olan eşitsizlik biçimleriyle ilgilidir. Yazıya böyle bir haberle başlanmasının nedeni ise, farklı boyutlarda da olsa, dijital uçurumun dünyanın genelini ilgilendiren bir sorun olmasıdır. Nitekim, 2020 yılı Mayıs ayı itibarıyla, Kuzey Amerika ve Avrupa kıtalarındaki internet penetrasyon oranlarının sırasıyla ,6 ve ,2 olduğu görülmektedir. Bu kıtaları sırasıyla, Orta Doğu (p,2), Latin Amerika (h,9) ve Avustralya/Okyanusya (g,7) takip etmektedir. Oranlar, Asya kıtasında U,1’e, Afrika kıtasında ise 9,3’e kadar düşmektedir. Dünya ortalaması ise Y,6’dır. İnternet kullanan nüfusun genel nüfusa oranını veren bu rakamlara göre, Asya (U,1) ve Afrika’daki (9,3) internet kullanım oranı dünya ortalamasının altındadır. Kuzey Amerika (,6) ve Avrupa’daki (,2) internet kullanım oranlarıysa, birbirine yakındır, fakat özellikle Afrika (9,3) kıtasıyla aralarındaki uçurum çok fazladır.[3] Rakamların, yüzdelerin büyüleyici gücü, her geçen yıl artış gösteren oranlarla da birleşince, dijital eşitsizliklerle ilgili yanılgıları da beraberinde getirmektedir. Oysa, bölgesel bazda kullanım artmasına karşın, kıtalar/bölgeler arasındaki uçurum devam etmektedir. Bu anlamda, yukarıda referans verilen haberin başlığı oldukça anlamlıdır. Zira, yeni koronavirüs salgını, dijital eşitsizlikleri daha görünür hâle getirmiştir.  Salgınla birlikte, toplumsal ve ekonomik yaşamın birçok alanını kapsayan zorunlu değişimlerin bir uzantısı olarak, yeni iletişim teknolojilerine duyulan ihtiyacın çok hızlı bir şekilde arttığı gerçektir. Farklı sektörlerde evden çalışmayı zorunlu kılan koşullar, elbette eğitim alanına da yansımış, hem orta hem de yükseköğretim kurumlarında uzaktan eğitim ve öğretim süreci uygulanmaya başlanmıştır. Yeni iletişim teknolojilerine duyulan ihtiyaç yalnızca resmi ve kurumsal ilişkileri ilgilendiren alanlarla sınırlı kalmamıştır. Salgından önceki dönemlerde de birçok insan için sıradan bir gündelik yaşam pratiği olan dijital iletişim, özellikle evde kalmanın zorunlu olduğu dönemlerde, toplumsal yaşamın her alanında ve her sosyoekonomik düzeyde iletişim kurabilmenin neredeyse yegâne yolu olmuştur. Dolayısıyla, toplumsal cinsiyet, yaşlılık, eğitimsizlik ve yoksulluk gibi birey ve aile yaşamını kısıtlayıcı unsurların bu süreci daha da zorlaştırdığı; hem dijital araçların hem de o araçları kullanma becerilerinin eksikliğinin, toplumsal eşitsizliklere maruz kalan taraflarca daha hissedilir olduğu düşünülmektedir. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un 5 Mayıs 2020 tarihinde sosyal medya hesapları üzerinden paylaştığı, “Çocukların uzaktan eğitimini, oyunlarını, ödevlerini pek çok evde sadece annelerin takip ettiğini üzülerek görüyorum. Bir çocuğun eğitim hayatına bilgimizle dahil olmak, çocukluğunda bir oyun arkadaşı olarak yer almak bu kadar zor olmasa gerek” şeklindeki babalara yönelik mesaj içeren cümleleri, bu dönemde ortaya çıkan geçici bir sorun olarak görülmemelidir. Bu sorun, hane içi rolleri paylaştıran egemen cinsiyet rejimiyle ilgilidir. Böyle bir dönemde, dijital eşitsizliklerin daha görünür olmaya başlaması normal olmakla birlikte, bu eşitsizliklerin hep var olduğunu ve maalesef ki mevcut toplumsal eşitsizliklerden hem beslendiğini hem de onları güçlendirdiğini vurgulamak gerekir. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından yapılan Hanehalkı Bilişim Teknolojileri Kullanım Araştırması, yaşa, eğitim düzeyine ve işgücü durumuna göre farklılaşan bilgisayar ve internet kullanım oranlarının, neredeyse her yaş, eğitim düzeyi ve işgücü durumu içerisinde, erkeklerde kadınlardan daha yüksek olduğunu göstermektedir (TÜİK, 2019). Uzaktan eğitim ve öğretim sürecinin, teknoloji okuryazarlığını gerektirdiği göz önüne alındığında, yoksul, eğitim düzeyi düşük, hatta temel okuryazarlığı olmayan anneler için bu dönemin daha zor geçmiş olması da muhtemeldir. Yoksulluk ve eril aile rejimiyle örülen duvarlar arkasında kalan kadınlar için, yeni iletişim teknolojilerinin dış dünyaya açılan bir ‘pencere’ işlevi görmesi gerçeği de (Ergül vd. 2012, s. 132), yine aynı teknolojilerin aynı kadınları yeni eşitsizliklerle, çevrimiçi risklerle baş başa bırakma potansiyeli de göz ardı edilmemelidir. Ayrıca, akademik düzeydeki çalışma ve araştırmalarda, dijital uçurumun sadece bir sahip olma ve erişme problemi olmadığı, özellikle 2000’li yıllardan itibaren tartışılmaktadır. Nitekim, meselenin dijital becerilerle ve okuryazarlıklarla ilgili boyutuna işaret eden “ikinci düzey dijital uçurum” (second-level digital divide) (Hargittai, 2002) ile sosyoekonomik statü ve kültürel sermaye düzeylerini, yeni iletişim teknolojileriyle kurulan ilişkinin biçimini etkileyen unsurlar olarak gören; bu teknolojilerle kurulan ilişkinin fizik gerçeklikteki yaşama olan somut katkılarına odaklanan “üçüncü düzey dijital uçurum” (third-level digital divide) (van Deursen ve Helsper, 2015) kavramları, erişme ve sahiplik konularını aşan çok boyutlu yaklaşımların önemini vurgulamaktadır. Bunla birlikte, dijital uçurum, aynı zamanda hâlâ bir erişim ve sahiplik sorunudur. Yukarıda verilen yüzdelerin gizlediği, buna karşın salgın döneminin gün yüzüne çıkardığı en önemli gerçek, gelişmiş ülkeler de dahil olmak üzere, yeni iletişim teknolojilerine erişimin hem hâlâ önemli bir bölünme sorunu olmaya devam ettiği hem de beceriler ve okuryazarlıkları da kapsayan boyutlarıyla giderek daha önemli bir toplumsal eşitsizlik meselesi hâline geldiğidir. Dijital eşitliğin tüm yurttaşlar için sağlanması gereken temel bir hak olduğu (Binark, 2015, s. 11; Baştürk Akça ve Kaya, 2016, s. 317); gelecek yaşamın gerek kurumsal gerekse de gündelik yaşam düzeyinde bugünden daha fazla teknolojiyle şekilleneceği gerçeği, dijital uçurumu yalnızca cinsiyetler arasında değil, farklı yaş grupları, eğitim düzeyleri, gelir grupları ve bölgeler arasında da azaltacak/giderecek politikaların geliştirilmesini gerekli kılmaktadır.





[1]Arş. Gör., Anadolu Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Sosyoloji Bölümü





[2]https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52464019 (Erişim tarihi: 16.06.2020)





[3]https://www.internetworldstats.com/stats.htm (Erişim tarihi: 15.06.2020)





Kaynakça





Baştürk Akça E. ve Kaya B. (2016). Toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifinden dijital bölünme ve farklı yaklaşımlar. Intermedia International e-Journal, 3 (5), 301-319.





Binark, M. (2015). Yeni medya çalışmaları özel sayısı hakkında: neden?. Folklor&Edebiyat, 21 (83), 9-18. 





Ergül, H., Gökalp, E. ve Cangöz, İ. (2012). Medya ne ki… Her şey yalan! Kent yoksullarının gündelik yaşamında medya. İstanbul: İletişim Yayınları.





Hargittai, E. (2002). Second-level digital divide: differences in people’s online skills. First Monday, 7 (4). https://journals.uic.edu/ojs/index.php/fm/article/view/942/864





Türkiye İstatistik Kurumu (2019). Hanehalkı bilişim teknolojileri kulanım araştırması. http://www.tuik.gov.tr/PreTablo.do?alt_id=1028 (Erişim tarihi: 25.11.19).





van Deursen, A. J., Helsper, E. J. (2015). Third-level digital divide : who benefits most from being online?. Communication and Information Technologies Annual: Digital Distinctions and Inequalities Studies in Media and Communications, 10, 29-53.





https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-52464019 (Erişim tarihi: 16.06.2020)





https://www.internetworldstats.com/stats.htm (Erişim tarihi: 15.06.2020)

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on June 18, 2020 12:53

June 10, 2020

Vancouver’da Çin Karşıtı Bir Virüs Yayılıyordu. Fakat Irkçılığın Zincirlerini Kırabilecek “Veri” Ortaya Çıktı*

Ian Young[1] (Çev,ren Hasan H. Kayış, Ankara Ünv. İletişim Fak.Ara.Gör.)





Perşembe günü British Columbia’daki yetkililer Covid-19 salgınındaki dördüncü ayda, Çinli çoğunluğun yaşadığı Richmond’un (bir zamanlar salgın için potansiyel sıfır noktası olabileceğinden korkulan) aslında Vancouver’ın en az enfekte alanı olduğunu gösteren bölgesel veriler yayınladılar. İronik bir biçimde, verilerin bu kadar uzun süre saklanması belirli toplulukları damgalamaktan kaçınmaktı. Esasen işleyiş böyle olmadı.





“İronik” bir biçimde diyorum çünkü o sıralar Covid-19 ile ilişkili Asya karşıtı ve Çin karşıtı ırkçılık olayları yayılıyordu.





[image error]



92 yaşındaki zayıf bir adam Covid-19 hakkında Çin karşıtı bir şeyler söyleyen iri yarı bir adam tarafından mağazadan fırlatıldı. Genç bir kadın sokakta karşısındakine yumruk attı. Chinatown’daki aslan heykellerine defalarca Covid-19 grafitileri ile zarar verildi.





Vancouver Polis Departmanı’ndan Komiser Yardımcısı Howard Chow, nefret suçlarındaki artışın “şaşırtıcı” olduğunu belirterek, geçen yıl 22 Mayıs itibariyle aynı dönemde 4 olan vakayı bu yıl 29 Asya karşıtı vakanın takip ettiğini söyledi.





Tüm bunlara sosyal medya ve gazete yorum dizilerindeki yansımaları ekleyebiliriz. Covid-19, Vancouver’da Asyalılık ve Çinlilik ile doluydu. Maske takma, sosyal mesafe ve gönüllü kendi kendine izolasyon gibi pandeminin kötü etkilerini ortadan kaldırmaya yardımcı olabilecek davranışlar yerine, bölgenin Çin topluluklarını hedef alan, Covid-19’un bir şekilde onların hatası olduğunu öne süren cahil tepkiler ortaya çıkmıştı.





Tüm bu süre boyunca, Asya dışındaki dünyanın en Çinli şehri olan Vancouver metrosunda kaynağı bilinmeyen klişelerin halkın gözünün önünde olması bu durumun yanlış olduğunu kanıtlıyor.





[image error]



Perşembe günün verileri, Richmond’un (etnik olarak yüzde 54’ünü Çinliler’in oluşturduğu bölge, yaklaşık 200.000 kişi)  tüm Vancouver bölgesindeki en düşük Covid-19 enfeksiyon oranına sahip olduğunu gösterdi. Richmond’un kümülatif olarak 100.000 kişi başına 44 enfeksiyon toplam oranı, komşu Vancouver şehrinde 100.000 kişi başına 83’e denk geliyor.





Birkaç ay önce, eyalet sağlık görevlisi Dr Bonnie Henry bölgesel Covid-19 istatistiklerinin tutulmamasını iki nedenden ötürü savunmuştu. İlki ağır enfekte bölgelerin damgalanmasını önlemek, ikinci ise düşük enfeksiyon oranlarına sahip yerlerdeki rahatlığı önlemek.





31 Mart’ta “bu hastalıkta ve birçok bulaşıcı hastalıkta olduğu gibi, hala onunla ilişkili bir damgalama var” demiştir. Bunun “bir açıklamama politikası olmadığını” ama enfekte insanları desteklemek için tasarlanmış bir taktik olduğunu belirtmiştir.





Bölgesel enfeksiyon oranlarındaki eşitsizliklere bakılmaksızın, tüm il genelindeki pandemik önlemlere uyum sağlamadaki amacın altını çizmiştir.





Ancak Richmond’un düşük enfeksiyon oranına dair kanıtlar sızdı. Nisan ayı sonlarında yerel bir sağlık görevlisi, Vancouver’daki yüzde 60’lık orana karşılık, Richmond’un Vancouver Sahil Sağlık Bölgesindeki vakaların yalnızca yüzde 10’unu oluşturduğunu bir Facebook canlı yayın etkinliğinde açıkladı. Bu durum South China Morning Post’un Richmond’daki enfeksiyon oranının Vancouver’ın yalnızca yarısı kadar olduğunu ve o sırada ulusal oranın üçte biri kadar olduğunu doğru bir şekilde tahmin etmesine olanak vermiştir.





[image error]



Yine Perşembe günün verilerin dökümüne göre 700 ila 800 virüs örneğinden gelen genomik dizilim verileri, Çin’in British Columbia’daki enfeksiyon zincirlerinin büyük çoğunluğunun kaynağı olmadığını gösteriyor.





BC Hastalık kontrol Merkez’inin bu bilgileri ne kadar yaygın bir şekilde ele aldığı henüz belli değil. Ancak daha önceki veriler Çin karşıtı duyguların etkilerini bastırmaya da yardımcı olabilir miydi? Bu kadar zarar vermeyeceği açık görünmektedir.





Bilim adamları Covid-19’un 2019’un sonlarında Çin’den çıktıktan sonra dünyaya yayıldığını genel olarak kabul etseler de, takip eden mutasyonlar dünya çapında çeşitli türler yarattı ve bu gelişmeler BC Hastalık Kontrol Merkezi’nin il genelindeki enfeksiyonların kökenini belirlemesine izin verdi.





Henry’ye Ocak ayında ilk gelen vakalar Wuhan’daki Covid-19 virüs türünü içeriyordu Henry bunun şaşırtıcı olmadığını belirtse de bu durum değişti. Söz konusu enfeksiyon zincirleri hızla kırıldı.





Bunun yerine, British Columbia’ya Avrupa, Doğu Kanada ve Washington eyaletinden gelen virüs türleri, burada topluma hızlı bir yayılma ve ölümcül etkileri ile bakım evlerindeki çok sayıdaki vakadan sorumlu oldular.





Düzinelerce vaka Vancouver’da bir Dişhekimliği konferansına katılan ve yakın zamanda Almanya’da bulunan bir kişiyle bağlantılıydı. Ancak konferansta hasta olan birkaç kişi vardı ve sonraki 87 enfeksiyonla bağlantılıydı. Hepsi Avrupa olmak üzere üç virüs türü vardı.





[image error]



Daha sonra, British Columbia ile sınırı olan ve 1100’den fazla ölüm gerçekleşen Washington eyaletine bağlı büyük bir dalga geldi. Henry, “Washington eyaletinde olup bitenlerin BC’de salgını çok derinden etkilediğini” belirtmiştir.





Buna karşılık, Çin’den önceden gelen enfeksiyonlar çok yoğun bir bulaşma ile sonuçlanmadı. Henry bunda insanların hastalanır hastalanmaz kendilerini izole etmesinin ve başarılı temas izleme pratiğinin payına işaret ediyor.





Henry, Çin topluluğu ile birlikte çalışıldığını ve BC’deki toplumun bunu çok ciddiye aldığını belirtmektedir. Ayrıca insanların desteklendiğini, Ocak ve Şubat aylarında Çin’den gelen insanların kendi kendini tecrit etmelerini desteklemek için toplum faaliyetleri hakkında konuştuklarını söylemektedir.





Sadece 10 Mart’ta, Washington eyaleti virüs türleri BC’de ve bakım evlerindeki salgınlardan sorumlu enfeksiyonların hızlı bir şekilde artmasından sorumluydu. Avrupa virüs türleri de benzer şekilde, özellikle dişhekimliği konferansı yoluyla hızlı bir şekilde yayılmaya başladı.





Henry, insanların Çin dışındaki ülkelerden gelen riski fark etmedikleri bir zaman diliminin varlığından söz etmektedir. Washington virüs türünün yayılmaya başlamasından sonra temas izleme yoluyla insanları bulmanın çok daha zor olduğunu belirtmektedir.





[image error]



Ocak ayı başlarında Richmond’daki Çin topluluğu zaten kalabalık yerlerden kaçıyordu. Bu kendi kendini motive eden bir sosyal mesafe anlayışıydı. Topluluğa yerel yetkililer tarafından ne yapılacağının söylenmesine gerek yoktu. Çin, Hong Kong ve başka yerlerde neler olduğunu gözlemlediler, bu yüzden de aynısını yaptılar. Evde kaldılar. Maskelendiler. Bunu yaparken, BC’nin geri kalanını çok daha kötü bir salgından kurtarmaya yardımcı olabilirler.





Şimdilerde Richmond’da Covid-19 vakaları oldukça nadir. En az 18 Mayıs’tan bu yana yeni bir vaka kaydedilmedi. Richmond bu ayrıcalığa sahip büyük Vancouver bölgeleri arasında tektir.





Geçen yıl Çin kaynaklı olarak ortaya çıkan hastalığın bilimsel olarak tartışmaya açık bir yanı yoktur. BC’deki Pandemi ve yayılmanın Çinliler ile eşitlenmesi, BC’nin Çin topluluklarının bu yayılımdan sorumlu tutulmasının yanlış olduğu gösterilmiştir.





[image error]



Pandemi sırasında karşılaşılan çeşitli Asya karşıtı şiddet eylemleri nedeniyle sağlık yetkililerini suçlamak mantıksız olurdu. Bu tür faillerin genomik dizilim ve enfeksiyon istatistiklerine çok fazla dikkat ettiklerinden şüpheliyim. Ancak Dr. Bonnie Henry’nin empatisi pandemi sırasında British Columbialılar için bir işaret olmuştur.





Eğer Richmond’un enfeksiyon istatistikleri ve belki de genomik dizilimi daha önce yayınlanmış olsaydı, anti-Çin alaycılığı ve nefretinin yayılmasını azaltmaya yardımcı olur muydu?





Belki bu bağnazlık daha önceden kırılmış olabilirdi.





En azından, veriler şimdi acı verici gerçekleri ortaya koyuyor. Ve onların acı verici yanlışlıklarını kanıtlıyor. Onlar bizim gerçek covidiot’larımız.









[1] South China Morning Post Köşe Yazarı









Kaynak: https://www.scmp.com/news/article/3088123/anti-chinese-virus-was-spreading-vancouver-data-could-have-broken-infection



 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on June 10, 2020 05:55

June 7, 2020

Covid-19 Sürecinde Yaşlıların Enformasyon Arayışı ve Enformasyon Değerlendirmesi Araştırma Projesi Tübitak Sobag tarafından desteklendi…

TÜBİTAK’ın COVID-19 salgını döneminde ortaya çıkan sorunların araştırılması ve bu sorunlara çözüm önerileri geliştirilmesi amacıyla, sosyal ve beşeri bilimler özelinde, ARDEB 1001-Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Projelerini Destekleme Programı kapsamında açtığı “COVID-19 ve Toplum: Salgının Sosyal, Beşeri ve Ekonomik Etkileri, Sorunlar ve Çözümler” başlıklı çağrısı için sunduğumuz projemiz desteklenmeye değer bulundu. “Covid-19 Sürecinde Yaşlıların Enformasyon Arayışı ve Enformasyon Değerlendirmesi” başlıklı projemizin amacı; 65 yaş üstü bireylerin, pandemi döneminde, enformasyon arama davranışlarını ve bu enformasyonu nasıl değerlendirdiklerini araştırmak. Bu kapsamda; yaşlıların enformasyona hangi kaynaklardan ulaştıkları, hangi enformasyon kaynaklarına ne düzeyde güvendikleri, hangi kaynakları neden daha güvenilir buldukları sorularına yanıt arayacağız.





Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), pandemi hakkında dezenformasyon ve misenformasyonun hızla yayılması ve buna bağlı olarak ortaya çıkan sorunları ifade etmek için “infodemi” kavramını kullandı. DSÖ Genel Direktörü, “sadece epidemi ile değil infodemi ile de savaşıyoruz. Sahte haberler bu virüsten daha hızlı ve daha kolay yayılıyor ve virüs kadar tehlikeli” sözleriyle salgın döneminde yaygınlaşan enformasyon kirliliğinin var olan sorunun büyümesine yol açtığını vurguladı.





Kriz dönemlerinde, insanların enformasyona duydukları ihtiyaç ve buna bağlı olarak da enformasyon miktarı önemli ölçüde artmaktadır. Bununla birlikte; enformasyon miktarının aşırılaşması ve doğru enformasyonun olduğu kadar yanlış enformasyonun da hızlı çoğalması hatta yanlış enformasyonun daha hızlı yaygınlaşması pandemiyle mücadeleyi zorlaştıran unsurlardır. Yaşlı nüfusun hem enformasyon kaynaklarına erişim hem de bu teknolojileri kullanma konusundaki dezavantajları da eklenince nüfusun bu kesimi için enformasyona erişmek ve enformasyonu değerlendirmek daha zor hale gelebilir. Yaşlılar, salgından en çok etkilenen gruplardan biri olması nedeniyle bu süreçte en fazla izole edilen grupların başında gelmektedir. Bu izolasyonun fiziksel, mental, psikolojik, toplumsal yeni sorunları da beraberinde getirebilme riski bulunmaktadır. Bu nedenlerle, salgın sürecinde yaşlıların enformasyon ihtiyaçları da artmaktadır. Bu süreçte, iletişim teknolojilerinin kullanımı, yaşlıların karşı karşıya kaldıkları bazı sorunların çözümüne yardım edebilir. Yaşlıların kriz anında enformasyonla kurdukları ilişkiyi ve bu ilişkinin niteliğini araştırmak hem sorunun anlaşılmasına hem de çözüm arayışına katkı sunacaktır.






[image error]
Doç.Dr.Özgür Arun






[image error]
Dr. Duygu Özsoy





Araştırmada, 65 yaş ve üstü Türkiye nüfusunu temsil edecek örneklemden, anket aracılığıyla, sosyo-demografik özellikleri, enformasyon erişimleri, COVID-19 öncesi ve sonrası haber/enformasyon alma tercih ve pratikleri, enformasyon eksiklikleri, COVID-19 öncesi ve sonrası mecralara/kaynaklara/içeriklere güven düzeylerine ilişkin veri toplanacaktır.





Araştırma sonuçlarının ve buna dayanarak oluşturulan çözüm önerilerinin, ilgili kamu kurumları, politika yapıcılar ve STK’lar ile paylaşılması, salgın döneminde artan yaşlılara karşı ayrımcı söyleme karşı hak odaklı medya pratiklerinin geliştirilmesi için medya profesyonellerine öneriler sunulması, araştırma sonuçlarının e-kitap aracılığıyla kamuyla paylaşılması planlanmaktadır.





 





Yürütücülüğünü Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ferruh Mutlu Binark’ın yaptığı projede, Akdeniz Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Özgür Arun ve Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesinden Dr. Öğr. Ü. Duygu Özsoy araştırmacı olarak görev yapmaktadır. Projenin bursiyerleri ise Hacettepe Üniversitesinden doktora öğrencisi Kadriye Beren Kandemir ve Akdeniz Üniversitesinden yüksek lisans öğrencisi Gül Şahinkaya’dır.





İletişim için: 120k613proje@gmail.com





 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on June 07, 2020 03:13

Mutlu Binark's Blog

Mutlu Binark
Mutlu Binark isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Mutlu Binark's blog with rss.