Mutlu Binark's Blog, page 15

March 22, 2020

Coronavirüs Salgını Sürecinde Dijitalize Ekonomi Koşulları Altında Artan Veri Toplama Pratikleri

Çeviri: Hasan H. Kayış, Ankara Ünv. İletişim Fakültesi Ar.Gör.                      


Veri toplama coronavirüse karşı savaşta faydalı oldu ancak, vatandaşlarla ilgili mahremiyet ihlaliyle sonuçlanan gelişmelere de neden oldu.


Çin’in dijital bir ekonomiye dönüşümü internet tabanlı teknolojiler, mobil uygulamalar ve yapay zeka uygulamalarıyla hali hazırda coronavirüsten önce gelişmeye devam ediyordu.


Gündelik hayatın dijitalleşmesi internet aramalarından alışveriş alışkanlıklarına ve sağlık gereksinimlerine kadar eşsiz bir ölçülebilir veri alanı yarattı.


Şimdi ölümcül salgın bu trendi daha da ivmelendirmiş vaziyette.


Merkezi ve yerel hükümetler salgının kontrol altına alınabilmesi için daha fazla veri toplamaya ve analiz etmeye çalışıyorlar. Ve bu konuda özellikle Çin hükümetine çok az bir tepki var. Enfekte insanlar ve diğerleri kamu sağlığı uğruna mahrem verilerinden feragat ediyorlar.


Çin’in bir şehri olan Shenzen’de 29 yaşında bir mühendis olan Wang Junyao da kamu sağlığı söz konusu olduğunda kişisel veri mahremiyetinin bir geçerliliği olmayacağı yönünde görüş bildiriyor.


Peki virüs bitince ne olacak?


Veri toplama ve mahremiyet arasındaki tartışma tabiî ki tekrar dirilecek.


Gerçek ad kullanma ve yüz tanıma Çin’in günlük hayatında önemli bir yerde iken, ilaç alımı ve toplu ulaşım da şu an müdahale alanında.


Örneğin güney illerinden olan Guandong’da yerel otoriteler halktan ateş ve öksürük ilaçları alırken gerçek isimlerini kullanmalarını istemişlerdir. Bunu yapmalarındaki amaç bu ürünlerin kullanımını takip etmektir.


Shenzen’in teknoloji merkezinde aynı durum metroyu kullananlar için de geçerli.


Şimdi ise otobüs, taksi ve trene binmeden kişisel bilgileri içeren QR kodları taratmak zorunlu haldedir.


Bunları reddedenler ise seyahat etmek imkanı bulamıyor.


Çin hükümeti daha ileri giderek veri toplama ve uygulamalarla medikal bilgi, kişilerarası veri ve alışveriş kayıtları (özellikle tıbbi) gibi verileri toplamayı artıracağını belirtiyor.


Temel kişisel bilgiler, gelir, adres, ulaşım verisi zaten otoriteler tarafından toplanıyordu ve yeterli görülüyordu.


Fakat kamu güvenliğini sağlamada memnun edici analiz modelleri görünüşe göre etkili değil.


Ulaşım geçmişi verinizi çarpıtarak karantinadan kaçmak, otoriteleri kandırmak da Çin’in devlet tarafından işletilen 3 telekomünikasyon şirketi sayesinde uygun bir yöntem değil.


China Mobil aboneleri cep telefonlarının mesaj bölümüne CXMYD yazarak seyahat geçmişlerini bir mesaj ile operatörlerinden isteyebiliyorlar.


Bunun sonucunda telefonlarına son iki haftanın seyahat geçmişleri liste olarak geliyor. Bu liste gerekli görüldüğü zaman otoriteler tarafından kontrol edilebiliyor.


Bu durum da kişiye karantina uygulanıp uygulanmayacağında önemli bir etkiye sahiptir.


Veri toplama tartışmasız virüsün Çin’de yayılmasına engel olmuş vaziyettedir. Çünkü enfekte bölgelerin tanımlanmasına imkân sağlamış. Bölgeler de buna göre işaretlemiş.


Çin’in ulusal arama motoru Baidu bu doğrultuda bir salgın haritası yayınlamış.


Bu harita açıklanmış ve şüpheli vakaların yerini göstermektedir. Bu harita sayesinde insanlar buralara gitmekten kaçınmışlardır.


Çin’in en büyük siber güvenlik şirketi Quihoo 360 da kullanıcılarına virüslü biriyle aynı tren ya da uçağı kullanıp kullanmadığını gösteren bir uygulama önermiş.


Veri toplamayı genişletme çabaları merkezi hükümetin tıbbi veritabanı ile sonraki toplumsal ve tıbbi olaylara karşı hızlı ve etkili kararlar almada atılacak adımlara yönelik ilgisinin nedenini oluşturuyor.


Ve hükümet de bunu destekleyici adımlar atmış ve atmaktadır.


Veri, salgını tanımlamada tedavi metotlarında hizmet etkililiğinde önemli bir rol oynayabilir.


Ancak salgına karşı savaşta daha çok veriyi çekmedeki aceleci tutum mahremiyet ihlallerine neden olmaktadır (özellikle Wuhan’da).


Bazılarının isimleri adresleri, günlük hareketleri ve diğer kişisel verileri bir şekilde internete sızmış vaziyette.


Bu sızan veriler ise söz konusu insanların toplumdan izole edilmesine ve ayrımcılığa uğramasına neden oldu.


Endüstri gözlemcileri ise tıbbi destek satın alımlarıyla ilgili daha fazla dijital ayak izinin toplanması noktasında dengeli bir yol izlenmesine karşı uyarıda bulunuyorlar.


Aksi halde kıymetli verilerin risk altında olmasından dolayı insanların bu verileri paylaşmada isteksiz olabileceği endişesine dikkat çekiyorlar.


Veri mahremiyeti konusunda kamu endişesini azaltmak için veri toplamanın şeffaflığının sağlanması, kamu ilgisinin garanti edilmesi ve kuralların gözlemlenmesinin şeffaflığı oldukça önemlidir.


Çinli avukatlar da salgın boyunca gerekli verilerin kamu sağlığı açısından toplanmasından yanadır. Ancak bunun kurallar ve düzenlemeler ile olması gerekliliğinin altını çiziyorlar.


Virüs bittiğinde de bu verilerin dikkatle ele alınması gerekliliğini söylüyorlar. Özellikle hastaneler bu verileri bilgilendirilmiş onam karşılığında kullanması gerekliliğinin altını çiziyorlar.


Bunun gibi kişisel verileri koruma kanunları Çin genelinde hâlihazırda mevcut ancak hükümet genişletilmiş, daha kapsamlı bir kanun hakkında çalışmalarını sürdürüyor.

Kaynak: https://www.abacusnews.com/tech/data-collection-ramps-under-digitized-economy-during-coronavirus-epidemic/article/3052467

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 22, 2020 12:13

March 21, 2020

Sonsuz Bir Virüs Bizi Aciz Kılıyor

Yazar: Oh Young-jin


Çeviri: Beren Kandemir, H.Ü. SBE, İletişim Bilimleri Doktora Öğrencisi


[image error]


FTG: Madrid’in ana caddelerinden biri olan Paseo de la Castellana’nın neredeyse boş bir bölümü. Milyonlarca insan COVID-19 nedeniyle eve kapanmış durumda. AP-Yonhap

Evrende küçük birer nokta gibiyiz ya da fazlaca insana dair, sürekli genişleyen egomuzu bastırmak için böyle söylüyoruz.


Bu gözlem kulağa alakasız gibi gelebilir ancak insanlık olarak, düşünmeyen, yalnızca kendini yaşayan bir varlıkta -ta ki ev sahibi ölene kadar- çoğaltmak için yaşayan bir mikrop, bir virüs tarafından saldırı altındayız.


Bu COVID-19 koronavirüsü, kolektif kalbimizi kendi boyutlarından çok daha büyün bir korkuyla vuruyor ve ülkelerin ne yapacaklarını bilemeyip yalnızca Ortaçağ tarzı bir karantina ile kendilerini kapatmalarıyla onu neredeyse durduruyor.


[image error]


FTG:İtalya’daki koronavirüs salgınını yavaşlatmak için, eşi benzeri görülmemiş bir tecritin altıncı gününde Milano’nun Porta Nuova bölgesinde boş bir sokak. Reuters-Yonhap

Sadece birkaç ay önce, bu viral istila başlamadan; gezegen, yapay zekanın egemen olması ve robotların insanların yerine geçmesi tartışmalarıyla ele geçirilmişti.


ABD ve Çin küresel hegemonya için mücadele ederken dünya karmaşa içindeydi. Bunun yanında insanlar servet dağılımındaki aşırı eşitsizlik durumunda birbirlerine karşı kutuplaşmış haldeydiler.


Mevcut hastalığın merkez üssü olan Wuhan şehrinin, büyük bir cüzam kolonisine dönüşmesi ve ülkenin geri kalanından ayrılarak bir güvenlik çemberine alınmasıyla Çin büyük bir yıkıma uğradı. Yeni vakalar açısından stabilizasyon belirtileri olmasına rağmen, çok az insan şehrin korona destanının sona erdiğini söyleyebilir çünkü henüz hastalık hakkında bilinenler oldukça az.


ABD yeni enfeksiyonların artması ve hükümetin dış dünya ile bağlantılarını keserek kendi kendini karantinaya almasıyla ile bir umutsuz bir vakaya dönüşüyor. Avrupa, İtalya’dan yükselen ve tıpkı Schengen anlaşması gibi sınırları lağvederek kıtanın geri kalanına ve komşu adalara, artmaya devam eden bir şiddetle yayılan koronavirüs ateşiyle perişan bir halde


Akıllara Boccaccio’nun “Decameron” ile kaçışı veya “Binbir Gece” ile inzivanın gelmesi mümkün. Yalnızca, henüz değil.


Geçmişten çok az ders çıkardık – Kara Ölüm, İspanyol Gribi (yanlış bir isimlendirme, çünkü bu grip İspanya’dan gelmedi veya sadece orada yayılmadı) ve daha yakın bir zamanda Ebola salgını.


Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping ve ABD Başkanı Trump’tan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ve Kore Cumhurbaşkanı Moon Jae-in’e kadar liderler, bu hastalığı kontrol altına almak için savaş metaforlarını kullanıyorlar.


Bu savaşların hepsinde bütün parçaların toplamından daha az, her ülke yalnızca kendi düzensiz ordusunu kurma çabasında. Şimdilik bir yere vardığı yok.


İnananlar için tüm bu sahne, Babil Kulesi’nin Tanrı’nın gazabıyla yıkılmadan önceki son anıdır. Sonrasında insanlar cennete ulaşmak için kuleyi inşa etmeye çalışarak bir tanrı olmaya çabaladılar.


Belki de zamanın laneti, insanların sadece farklı dilleri konuşmakla kalmayıp aynı zamanda kendi aralarında kavga halinde olmalarından, herhangi bir anlaşma bulamamalarından dolayı bugüne miras kalmıştır.


İnanmayanlar veya ateistler için ise koronavirüsün ölümcül hataları ortaya çıkarmasıyla, modus operandi’mizin yanlış bir iş modeli olduğu kanıtlanmıştır.


Her iki durumda da, bu viral saldırı bizi yerle bir ediyor ve bizi yeniden aciz hissettiriyor. Şimdi, hastalıktan kaçma çabasıyla çok fazla tükendiğimiz için kendimizi Siddhartha’nın önemli anına vermeyi göze alamayabiliriz. Nirvana gelebilir ya da gelmeyebilir.


[image error]


FTG: Kore’de epideminin başladığı ve en yaygın olduğu Deagu’dan sokak-Reuters-Yonhap

Eğer bu sonsuz varlığa karşı savaş (sanırım koronavirüs bu isme layık bir düşman) birkaç ay içinde sona ererse, eski rutinimize geri döneceğiz.


Eğer olmazsa, ki şu anda bu daha olası görünüyor, virüsün sonsuzluğu kadar büyük bir reset yapacağız. Çoğu zaman, büyük bir değişiklik, değişikliğin iyi ya da kötü olup olmamasıyla ilgili değildir. Etkilenenleri uyumlanmaya veya yok olmaya zorlar. Buna hazırlıklı olmamız gerekebilir.

Kaynak: http://www.koreatimes.co.kr/www/nation/2020/03/667_286514.html


 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 21, 2020 13:42

March 20, 2020

Akıllı Telefonlarla Pandemi Takibi?

Çeviri-Özet: Ertan Ağaoğlu, H.Ü. İletişim Fakültesi Ar.Gör.


Geçtiğimiz günlerde Korona virüs (KOVID-19) salgını Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) tarafından pandemi olarak ilan edildi. Virüs birçok hastada hafif seyretse de oldukça hızlı yayılması ve virüse karşı herhangi bir tedavi ya da aşı geliştirilememesi dünya çapında bir paniğe yol açmış durumda. Ülkeler ve uluslar aşırı organizasyonlar salgını kontrol altına alabilmek için yollar ararken, Bilgi İletişim Teknolojilerinin salgını takip etme ve modelleme amacıyla kullanılması fikri öne çıkıyor.


Bu fikir aslen SARS ve MERS salgınları sırasında da tartışıldı. Bu amaçla, 2011 yılında Cambridge Üniversitesi’nden iki araştırmacı FluPhone isminde bir uygulama geliştirdi. Uygulama öncelikle, gönüllü katılım ilkesine bağlı olarak, kullanıcıların grip belirtileri gösterdiklerinde öz raporlama yapması prensibi ile çalışıyor. Kullanıcılardan toplanan veriler sayesinde sağlık otoriteleri salgının yayılımını takip edebilir ve aynı zamanda salgının gelecekteki seyrini tahmin edebilecek modellemeler yaratmalarına yardımcı olabilir. Ek olarak böyle bir uygulama kullanıcıların demografik bilgilerinden yola çıkarak hangi grupların hastalığa karşı savunmasız olduğunu ortaya çıkarabilir. Buna ek olarak uygulama, bluetooth ve diğer kablosuz sinyalleri kullanarak, hastalık belirtisi gösteren bireylere yaklaştığı taktirde kullanıcıyı uyarıyor.


Yakın zamanda yöneticiler, klinik uzmanları ve teknoloji uzmanlarından oluşan bir grup açık bir mektupla benzeri bir uygulamanın Android ve iOS cihazlara gömülmesi için çağrıda bulundu. Ancak şu ana kadar şirketlerden herhangi bir yanıt gelmedi.


Böylesine bir uygulama her ne kadar kulağa heyecanlandırıcı gelse de birçok endişeyi beraberinde getiriyor. Bu endişelerin başında toplanan verilerin ve kullanıcıların gizliliği konusu yer alıyor. Öyle ki sağlık verilerinin yanı sıra konum, demografik bilgilerin toplanması kullanıcıları hükümetlerin ve şirketlerin gözetimine karşı savunmasız kılabilir. Gizlilik endişelerinin yanı sıra, hassas verilerin kullanıcılar ile paylaşılması en başta yanlış bilgiye, paniğe ve ayrımcılığa sebep olabilir.


Öyle ki bu endişeler Çin ve Güney Kore örneklerinde kendisini ispatlamış durumda.


COVID-19 salgınının ortaya çıktığı Çin Halk Cumhuriyeti, günlük hayatın birçok alanında (ödemeler, para gönderme, bilet alma vb.) kullanılan WeChat ve AliPay uygulamaları yoluyla salgını kontrol altına almaya çalıştı. Sistem öz raporlama ve ihbar yolu ile topladığı bilgiler ışığında kullanıcıları risk gruplarına atadı.  Sitem hayatın her alanında kullanılan QR kodlarına “risk renk”leri atama prensibi ile çalışıyor. Böylece yetkililer yüksek risk grubu olarak işaretlenen bireyleri karantina altına alabiliyor ya da orta risk grubundaki vatandaşların sosyal hayata katılımını engelleyebiliyor. Ancak Çinli birçok kullanıcı uygulamanın renkleri rastgele atadığını dile getirirken, bazı raporlar verilerin hükümet ile paylaşıldığını ortaya koyuyor.


Güney Kore’de yaşananlar ise yanlış bilgilenme ve ayrımcılık endişelerini doğruluyor. Güney Kore enfekte kişilerin bilgilerini gerçek zamanlı olarak (yakındaki) vatandaşlar ile kısa mesaj yoluyla paylaşan bir sistem geliştirdi. Ancak bu kullanıcılar arasında zorbalık ve dedikoduya yol açtı.


Bu endişelerin yanı sıra, bazı teknik detaylar kafalarda soru işareti yaratıyor. Zira böyle bir uygulamanın etkili bir biçimde çalışabilmesi için nüfusun en azından ’sinin uygulamayı kullanması gerekiyor. Bu anlamda bireylerin katılım gösterip göstermeyeceği (özellikle öz raporlama sürecine) konusu oldukça belirsiz. Buna ek olarak günümüzde akıllı telefonlar yalnızca 7-13 metre arasında bir uzaklık hassaslığına sahip. Bu yüzden uygulamanın, neredeyse bir metreden bulaşabilen virüslerin takibi konusunda ne kadar etkili olabileceği oldukça tartışmalı.


Ne var ki, tüm bu endişelere rağmen, böyle bir uygulama olumlu sonuçlar doğurabilir. Elektronik Sınır Vakfı’ndan (Electronic Frontier Foundation) Peter Eckersley, bu tür bir uygulamanın ulusal veri tabanı oluşturmadan da hayata geçirilebileceğini dile getiriyor. Ulusal bir veri tabanının oluşturulmaması, hükümet ve şirket gözetimini engelleyebilecek bir yol olarak kabul ediliyor.


Eckersley’e göre, virüsün yayılma hızı, aşı ve tedavi eksikliği göz önünde bulundurulduğunda tüm bu endişelere rağmen böylesine bir platformu hayata geçirmek en azından “denemeye değer” gibi görünüyor.


Kaynak: https://www.wired.com/story/phones-track-spread-covid19-good-idea/


 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 20, 2020 00:26

March 14, 2020

Küresel Pandemi Krizi Anında Enformasyon Yüklenmesi ve Enformasyon Sisi…

Prof.Dr. Mutlu Binark,  Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi


2020 yılının hemen başında, Ocak ayının sonlarına doğru Çin yeni yıl tatilinin başlangıcı ile Wuhan’da ortaya çıkan yeni corona virüsü gündemimize girdi. Türkiye’de başta Twitter olmak üzere çeşitli sosyal medya ortamlarına bakıldığında, Çinlilerle yemek yeme alışkanlıkları ile dalga geçmekten, siyasi referanslarla nefret söylemi üretmeye değin oldukça niteliksiz ve epidemi ile ilgili doğru bilgi içermekten uzak kullanıcı türevli içeriklerin dolaşıma girdiğini görüyoruz. Hubei eyaleti ne zaman ki karantinaya alındı, Çin’e uçuşlar durduruldu, ardından İran’da, Kore’de ve İtalya’da epidemi hızla yayılmaya başladı, bu ülkelere olan havayolu ulaşımı da askıya alındı; anaakım Türk medyasında ve tabii ki sosyal medya uzamında da bir takım “uzmanlar” ortaya çıktı. Uzman sesine başvurmak, iletinin “doğru” ve “güvenilir” olduğunu göstermek, içeriğin vermek istediği etkiyi desteklemek için medya profesyonellerinin kullandığı bir strateji. Artık epideminin adı “Wuhan virüsü”nden “Covid-19”a evrilmiş, solunum yetmezliğine yol açan bu virüs ve bulaşma yolları hakkında bir takım “uzmanlar” medyada konuşmaya, sosyal medya platformlarında içerik üretmeye başlamışlardı. Ocak ayının sonundan Mart ayına doğru geçen sürede, Türkiye’de Covid-19 “Türk geni bizi korur”, “kelle paça çorbası içmek”, “sarımsak yemek”, “dut pekmezi tüketmek” vb. söylemlerle medyada konuşuldu. Bir yandan Asyalılara yönelik önyargı ve etiketlemeler dünya ve Türkiye’deki kamuoyunda artarken, epideminin yayılma biçimi ve korunma yolları hakkında “kamu yararı” içeren çok az sayıda içerik üretimi gerçekleşti.  Tam bu noktada Hüseyin Köse’nin “…sui generis aydınlar (uzmanlar, gazeteciler, sanatçılar, beyaz yakalılar, teknokratlar vb.) yaşanan bunalımları umut dolu aktüel vaazlara dönüştürerek geniş yığınlar üzerinde türlü çeşitli rızalar üreterek gerçekleri çarpıtmayı sürdürmekteler… Yani mütematideyen ve muhayyel bir vakte kadar yalanlar söylemekteler…” (2019:15) tespitine yer verelim. Köse bu tespitini şu şekilde devam ettirmekte: “Bunların tüketiminde gözden yiten ve amansızca sönümlenen tek değer yüklü hakikat kamu yararı ilkesidir” (16). Kamu yararı ilkesi,  enformasyonun doğruluğunu ve güvenirliğini işaret eder.  Ne var ki özellikle yeni medya eko sisteminde kullanıcıların da içerik üretmesi ve bunun hızlı, adeta tetiklenmiş bir şekilde yapılması, bu içeriklerin geleneksel medya içeriklerin tüketimindeki hızdan daha hızlandırılmış bir şekilde üretim-tüketim döngüsüne girmesi, enformasyonun doğruluğunun ve güvenilirliğinin teyit edilmesini zorlaştırmaktadır. Jose Van Dijk’in “enformasyon yüklemesi” (2016) adını verdiği bu süreçte, siber uzamda akış içinde önümüzden bir tıklık hızda geçen ve yayılan içerikler artık nitelikli enformasyona ulaşma konusunda bir sis bulutu oluşturmaktadır.


[image error]


Zaten, her türlü sosyal medya platformunun algoritmasının, ağın kendi mimarisinin bizi belli yankı odalarına ve filtre balonlarına yerleştirdiğini biliyorsak, bu durumda içerik akışımızda önümüze gelen enformasyon haricinde içerikler ile karşılaşma olanağımızın da, yaşam tarzımızı kökten değiştirmek kadar sınırlı olduğunu kavrayabiliriz. Üstelik platform kapitalizminin temel cazibesi, kullanıcıya bireyselleştirilmiş kullanım ve yakınsak içerik tüketme olanağı vermesidir. Bu durumda, algoritmalar, bireyselleşirme ve yakınsamadan ötürü, ürettiğimiz ve tükettiğimiz içerikler hep belli bir enformasyon çerçevesi içinde kalacaktır. Slavko Splichal’den aktaran Oğuzhan Taş, “Kullanıcıların beğeni ve tercihlerine göre içerikleri süzen algoritmik haber filtreleri, kullanıcıları öznel kanaatleriyle çatışan alternatif görüşlerden yalıtmakta, onları kendileriyle benzer düşünenlerin bulunduğu filtre balonlarına –ya da yankı odalarına- kapatan bir çevrimiçi haber ekolojisi yaratmaktadır.” (Splichal, 2018:8’den aktaran Taş, 2019:74) demektedir. Öyleyse, sosyal medya platformlarında bir yandan enformasyon bolluğu bir yandan da aslında nitelikli, güvenilir ve doğru enformasyon kıtlığı yaşadığımız anlamına gelmektedir.


Böyle algoritmaların belirlediği enformasyon yüklemesi altında, belli içerik akışları içinde gündemi etiket ile takip etmeye çalıştığımızda ise, Türkiye’deki yeni medya ekosisteminde karşımıza çıkan yeni bir olgu daha var: enformasyon sisi…


Dünya Sağlık Örgütü’nün yeni korona virüsünün, epidemik yayılımının pandemiye, diğer bir deyişle küresel ölçekte salgına dönüştüğünü açıklaması, İtalya’nın önce bir eyaleti daha sonra tüm ülkeyi karantinaya alması ve dünya ile ticareti durdurmasının ardından nihayet, Covid-19’un artık kapımıza gelip çaldı. Sağlık Bakanı’nın Türkiye’de ilk vakıa görüldüğünü açıklaması üzerine, sosyal medya platformlarında,  ister #Covid-19 istersek #koronavirüstürkiyede  etiketini takip edelim, görülen ilk şey yoğun kullanıcı türevli içerik üretimi oldu. Bu içerikler çok zengin gif ve yahut meme paylaşımını içeriyordu. Ancak, bu kadar yoğun akış içinde, konuyla ilgili güvenilir bir kaynağın “kamu yararı” taşıyan paylaşımı akış dışında kalmakta veya akışın içinde gözden yitmekteydi. Türkiye’nin de pandemi tehdidi altında olduğunun açıklanması ve akabinde ülkedeki eğitim kurumlarının üç hafta süre ile eğitime ara vermesi kararı ile medya ve yeni medya eko sistemini “uzman sesleri” işgal etti. Bu sefer “Türk geni bizi korur” iddiası ve “kelle paça yemek” önerisinin yerini, çeşit çeşit komplo teorilerini üreten, Covid-19’un kaynağının Yahudiler olduğunu söyleyip, Anti-Semitik söylemi doğallaştıran iddialar birbiri peşi dolaşıma girmeye başladı. Uzmanlar, virologlardan, onkologlara, farmakologlara, dahiliyecilere, dış politika analizcisi think tanklara, siyasi parti temsilcilerine hatta sanatçılara değin medya ve yeni medya ekranlarında çeşitlendi. Covid-19 üzerine, ne olduğu, nasıl korunulacağı hatta aşısı üzerine üretilen tüm sözler yığını hatta cümbüşü içinde, enformasyonun ardyöresi, bağlamı ve düşünüm ortadan hızla yok olmaya başladı.  Epideminin ilk başında görülen etiketlemenin yerini panik ve komplo teorileri üreten söylem pratikleri almaya başladı.


Twitter’da #Covid19 etiketi altında paylaşım yaparken, 21.yüzyılın ruhu olan “hızlandırılmış bir şekilde” akışı tıklamakta, bir diğer tık ile içeriği yaymaktayız. Bu yayılım sırasında, güvenilir ve doğru olanın değil, popüler, ilginç, eğlenceli ve hatta saçma ve yanlış olanın hızla, hatta Covid-19’un geometrik bulaşım hızına eş değerde yayıldığını görmekteyiz. David Schenk’in “veri dumanı” (1997) olarak adlandırdığı bu durum, “Enformasyon arzımızın, enformasyonun artık değerli ve güçlendirici olmak yerine, aşırı bol hale geldiği ve bizi çaresiz bırakacak kadar çok kullanışsız ve gereksiz veriyle kirlendiğini iddia etmektedir” (aktaran van Dijk,  2016:302). Shenck, şöyle demektedir: “Enformasyon bolluğu artık hayat kalitemizi yükseltmek yerine, stres, kafa karışıklığı ve hatta cehalet üretmeye başlamıştır”. (1997:15’den aktaran van Dijk: 2016:302).


Twitter’a baktığımızda da, virüsün biyolojik silah olarak üretildiği, aşısının erkeklerde kısırlığa yol açacağı vb. komplo teorilerin dolaşıma girdiğini ya da toplumsal panik halinde “x kentinde x hastahanesinde korona vakıasına rastlandığı” şeklinde içerikleri görüyoruz. Covid-19’un yayılımını önlemek için alınması gereken temel tedbirler- hijyen, sosyal mesafelenme vb.-  ileten enformasyon yerine bu tür içerikler dikkat çekici görseller ile akışta. Tam bir enformasyon sisi…bu sis içinden doğru enformasyona ulaşmak için epey bir çaba gerekmekte.


Doğru Enformasyon için Doğru Hesapların Takip Edilmesi Gerekli…


Enformasyon yüklenmesi ve yahut benim enformasyon sisi olarak adlandırdığım olgu karşısında algıda seçicilik ve biliş ya da tarama –hızla göz gezdirme- ile başa çıkılmakta (van Dijk, 2016:302-303). Tarama veya hızla göz gezdirme, akışın bolluğu karşısında daha çok niceliğe ulaşmak için nitelikten ödün vermeye, yüzeysel okuma edimine yönelmeye yol açar. Yüzeysel okuma, tıklanan bir linkin başlığına, girişine bakmak, en iyi ihtimale içeriğin sonuna kayıp, sonucu okumak demektir.


[image error]


Sosyal medya platformlarında, pandemi kaynaklı küresel kriz karşısında doğru bilgi ararken, ne yapmamız gerekiyor? Akış içinde doğru enformasyon için doğru hesapların takibi. Medya ve yeni medya ekosisteminde dolaşımda olan bilimsel bilgiden uzak “uzman sesleri” yerine, bilimsel referanslarla konuşan hesapları, kamu yararı ilkesi temelinde içerik üreten küresel ve ulusal kurumların hesaplarını takip etmek gerekmekte. Üstelik eleştirel muhakemeyi de işe koşarak. Çünkü her içeriği algılarken ve paylaşmaya karar verirken, pandemi hakkında doğru ve nitelikli içerik üretme sorumluluğunun farkında olarak. Aksi takdirde enformasyon yüklenmesi ve bilgi kirliliğine biz de katkı yapmış oluruz. Peki, arada  krizin kendisi ile başa çıkmak için kendimiz veya durumla dalga geçmeyelim mi? İnsan olmanın bir hali de, her acı ve katlanılmaz durumu “dalgaya almak”. Ancak, küresel krizlerde, hele de tüm dünyayı böylesine etkileyen olaylarda, her paylaşımımız niteliğini, kimi mention’ladığımız, neyi paylaştığımızı bir kere daha düşünmek gerekli. Son olarak, pandemi ve hükümetlerin dijital ortamlarda sağlık iletişimi konusunda şu derlemeyi önermek istiyorum: Kristian Bjørkdahl ve Benedicte Carlsen (2019). Pandemics, Publics, and Politics: Staging Responses to Public Health Crises, Basingstoke, UK: Palgrave Macmillan.


Kaynaklar:


Köse, H. (2019) “Önsöz”, Kamusuz Yararlar Ülkesi: Sağ Popülist Siyaset Çağında Medya ve Kamu Yararı İlkesi.  (Der.) Hüseyin Köse. Ankara: Ütopya. 7-20.


Taş, O. (2019). “Gazeteciliğin Gölge Fenomeni: Kamu Fikri Üzerine Düşünceler”, Kamusuz Yararlar Ülkesi: Sağ Popülist Siyaset Çağında Medya ve Kamu Yararı İlkesi.  (Der.) Hüseyin Köse. Ankara: Ütopya. 57-78.


Van Dijk, J. (2016). Ağ Toplumu. İstanbul: Kafka.


 


 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 14, 2020 05:46

March 9, 2020

“Dijital Kültür, Dijital Eşitsizlikler, Yaşlanma ve Ötesi” Paneli

11 Nisan 2020 Cumartesi günü 14.00-17.00 arasında Alternatif Bilişim Derneği tarafından Ankara Alman Kültür Merkezi’nde “Dijital Kültür, Dijital Eşitsizlikler, Yaşlanma ve Ötesi”  adlı  panel düzenleniyor.


Dijital Kültür, Dijital Eşitsizlikler, Yaşlanma ve Ötesi” adlı panel, Alternatif Bilişim Derneği’nin AB Delegasyon-Türkiye ve STGM’nin desteği ile gerçekleştirdiği “Sınırlı Erişimden Sınırsız Erişime: Genç Akademisyenlerin/Akademisyen Adaylarının bilişim ve yeni medya alanında ürettikleri nitelikli araştırmalarının özgür dolaşımının ve açık erişiminin yaygınlaştırılması” projesinin ilk bilimsel çıktısı. STÖ ve akademi iş birliği çerçevesinde bilgi iletişim teknolojileri ve yeni medya ile ilgili çalışmalar yürüten genç akademisyenlerin/akademisyen adaylarının bilimsel faaliyetlerini desteklemek amacıyla, bu alanda üretilen nitelikli akademik araştırmaların özgür dolaşımının ve açık erişiminin yaygınlaştırılması ve bu çalışmaların Derneğimiz aracılığıyla akademi içinde ve dışında insanların erişimine sunulması, bu projenin temel amacını oluşturmakta. “Dijital Kültür, Dijital Eşitsizlikler, Yaşlanma ve Ötesi” başlıklı panel, aynı başlığı taşıyan derleme kitap çalışmasında yer alan akademisyenlerden bazılarının çalışmalarını sunmasıyla gerçekleşecek. Türkiye’de dijital eşitsizlik, iletişim teknolojileri ve yeni medya ekosisteminde kuşaklar ve yaş/lanma konularını odağa alan “Dijital Kültür, Dijital Eşitsizlikler, Yaşlanma ve Ötesi” adlı çalışma, bu konudaki ilk özgün eser olup, başvuru kaynağı niteliği taşıyacaktır. Özellikle yaş ayrımcılığının hemen her ortamda karşılık bulduğu ve yaş alan kuşaklara karşı kullanıldığı Türkiye gibi ülkelerde, yaşlanma ve yeni iletişim teknolojileri odaklı çalışmalar yapmak ve bu alandaki eşitsizliği ifşa etmek, “aktif yaşlanma hakkı” konusunda toplum içerisinde farkındalık yaratmak adına oldukça önemli görülmektedir. Bu çalışma Mehmet Figan ve Dr. Yeliz Dede Özdemir tarafından derlenmekte olup, içinde alana dair özgün makale ve  kurucu metinlerinin çevirilerini kapsamaktadır. Gerek derleme gerekse bu panel, aslında 2018 Güz ayında H.Ü. İletişim Fakültesi bünyesinde açılan Yeni Medya Çalışmaları adlı yüksek lisans dersi kapsamında Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Mutlu Binark ve Akdeniz Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi öğretim üyesi Doç.Dr. Özgür Arun’un, yaşama geçirdikleri “Dijital Kültürde Yaşlama ve Sonrası” adlı yüksek lisans ve doktora öğrencilerinden oluşan çalışma grubunun uzun erimli araştırmalarının, kolektif bir çabanın ve işbirliğinin sonucu ortaya çıkmıştır. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Dr.Öğretim Üyesi Şafak Dikmen de NetLab kapsamında bu çalışmaya mikrosite alanı açarak, destek vermiş, çalışmanın tüm üretimlerini [image error]https://netlab.media/calisma-gruplari/’nda duyurmakta, paylaşmaktadır.  “Dijital Kültür, Dijital Eşitsizlikler, Yaşlanma ve Ötesi” çalışması görüldüğü üzere, farklı üniversitelerin ve bir sivil toplum kuruluşunun işbirliği ve kolektif çalışması ile, toplumumuzda göz ardı edilen bir sosyolojik, ekonomik ve politik bir olgu “yaşlanmayı”, dijital kültür ve yeni iletişim teknolojileri kesitinde, farklı toplumsallıkları ilişkilendirerek ve bağlam vurgusunu kurarak ele almayı amaçlamaktadır.  Çalışmanın bir diğer amacı da, ülkemizde  açık bilim ve açık erişim politikasına hem e-kitap üretimi hem de netlab.media’daki paylaşımlar ile katkı yapmaktır.


Dijital Kültür, Dijital Eşitsizlikler, Yaşlanma ve Ötesi” çalışmasına ilişkin şu son hususunda belirtilmesinde yarar var:  BM’in 2030 Sürdürülebilir Kalkınma İlkeleri’nde belirtilen, “2030’a kadar yaşa, cinsiyete, engelliliğe, ırka, etnik kökene, dine, ekonomik ya da başka bir statüye bakılmaksızın herkesin güçlendirilmesi ve sosyal, ekonomik ve siyasi olarak kapsanmasının desteklenmesi” kapsamında, bu çalışma (derleme ve panel ve netlab.media daki üretimler) dijital kültürde yaş ayrımcılığını ve beceri eşitsizliğini bir çok yönü ile (ikincil düzey eşitsizlikten, sınıf, toplumsal cinsiyet, etnik köken vd.) ele alan bilgi birikimine katkıda bulunan kapsamlı ilk çalışmadır.


Panelin katılımcıları ise:


Açılış konuşmaları: Av.Faruk Çayır/Alternatif Bilişim Derneği ve Dr. Yeliz Dede Özdemir/ Alternatif Bilişim Derneği


Moderatör: Prof.Dr. Mutlu Binark/Hacettepe Üniversitesi İletişim Fakültesi


Konuşmacılar:


Doç.Dr. Özgür Arun/Akdeniz Üniversitesi Sağlık Bilimler Fakültesi


Dr.Öğr.Üyesi Duygu Özsoy/Atatürk Üniversitesi İletişim Fakültesi


Ar.Gör. Tuba Sütlüoğlu/Anadolu Üniversitesi Edebiyat Fakültesi


Ar.Gör. Naz Önen/Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi


Mehmet Fiğan/Hacettepe Üniversitesi SBE Dr. Öğrencisi


Öğr.Gör. Alper  Erdem Turan/ Başkent Üniversitesi İletişim Fakültesi


Yer: Alman Kültür Merkezi-Ankara Atatürk Bulvarı N:131


 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 09, 2020 14:19

WeChat, Çin’deki korona virüs hakkındaki tarafsız mesajları dahi nasıl sansürledi?

Özetleyen: Gökçe Özsu, H.Ü.SBE. İletişim Bilimleri Doktora Programı



Bir grup Kanadalı araştırmacı, Çinli sosyal medya uygulamasında yüzlerce anahtar kelime kombinasyonunun engellendiğini ortaya çıkardı.
Kara listeye alınan kelimeler zaman içerisinde değişiklik gösteriyor ve Çinli liderlere yönelik imalar içeriyor

Kanada merkezli dijital medya araştırma grubuna göre, Çin’in en popüler mesajlaşma uygulaması WeChat, bir dizi sohbet grubunda korona virüs salgınına yönelik tarafsız mesajları sansürledi.


Sansürlenen mesajlar arasında politik olarak hassas ifadelerin yanı sıra, Çinli liderlerin salgına dair politikalarına hakkında tarafsız yorumlar ve salgın hakkındaki endişelerini dile getirdikten sonra hayatını kaybeden Dr. Li Wenliang’ı yönelik mesajlar da yer alıyor.


Söz konusu araştırma, Toronto Üniversitesi Munk Küresel İlişkiler ve Kamu Politikası Okulu’na bağlı Citizen Lab tarafından yürütüldü. Araştırmaya göre, sansürlenen anahtar kelimelerin birçoğu liderlere tarafsız bir şekilde atıfta bulunuyor. Araştırma raporunda ise “Çin Devlet Başkanı Xi ile ilgili anahtar kelime kombinasyonlarından sekizi salgın sırasında salgının ortaya çıktığı Wuhan’a gitmeyen Xi’nin nerede olduğuyla ilgili” ifadesi yer alıyor.


Araştırmacılar, Başbakan Li Keqiang’ın da Ocak ayı sonlarında Wuhan’ı ziyaret ettiği sırada, “pnömoni, Li Keqiang, Wuhan, başbakan ve Beijing” anahtar kelime kombinasyonlarının da sansürlendiğini ortaya çıkardı.


Araştırmacılar aynı zamanda, aylık 1.1 milyar aktif kullanıcısı olan WeChat uygulamasının, Dr. Li Wenliang’ın özel bir sohbet grubundaki meslektaşlarını şüpheli bir salgın konusunda uyardıktan yalnızca bir gün sonra, korona virüs ile ilgili mesajlar içeren grup yazışmalarını sansürlemeye başladığını ortaya çıkardı.


Aynı araştırmaya göre, ana kara Çin’de erişilebilen basın kuruluşlarınca bildirilen ve resmi politikalara atıfta bulunan “merkezi karantina” ve “Wuhan tecriti” de dahil olmak üzere 51 kelime kombinasyonunu sansürlendi. Sansürlenen bazı kombinasyonlar, tarafsız mesajlar içermesine rağmen, sohbet gruplarında sansürlenen anahtar kelime kombinasyonlarının yüzde 30’undan fazlası Başkan Xi Jinping’e atıfta bulunuyordu.


“ABD Hastalık Kontrol Merkezi” ve “korona virüs” anahtar kelime kombinasyonu araştırmanın yapıldığı süreç içerisinde sansürlendi, ancak daha sonra sansür kaldırıldı. Citizen Lab araştırmacısı Lotus Ruan, “WeChat’in kara listesindeki anahtar kelimeler zaman zaman değişiyor. Örneğin, bazı anahtar kelimeler yalnızca birkaç gün için engellenirken, bazı sansürler aylarca sürebilir” dedi.


WeChat’in sansürlemeyi hükümet direktifine mi yoksa kendi inisiyatifine dayanarak mı gerçekleştirdiği ise bilinmiyor.


Araştırmacılar, yaşanan sansür dalgasının, büyük ölçekli olayların “uygunsuz yorumlarını” veya “zararlı bilgilerin” yayılımının engelleyememeleri nedeniyle devlet tarafından resmi bir kınamaya maruz kalmamak için WeChat’in kendi inisiyatifiyle “aşırı sansürlemeye” gitmiş olabileceğini söyledi.


WeChat platformunda sansürün grup yazışmalarında, bire bir mesajlaşmalara göre daha sıkı uygulandığı biliniyor. Denizaşırı kullanıcılar ise aynı sohbet grubunun üyesi olsalar bile, Çin’deki kullanıcılar tarafından erişilemeyen web sitelerine erişebilir ve Çin’deki kullanıcıların göremediği mesajları görebilirler.


Kaynak: https://www.scmp.com/news/china/society/article/3064832/how-wechat-censored-even-neutral-messages-about-coronavirus
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 09, 2020 13:59

March 2, 2020

Büyük Veri, Çin’in korona virüs savaşında kamuoyunu “Yeşiller, Sarılar ve Kırmızılar” olarak nasıl bölüyor?

Kimin iş başı yapıp yapmayacağına karar vermek için en yeni teknolojiler ile eski moda gözetleme yöntemleri bir arada kullanılıyor.


Ancak akıllı teknoloji her zaman o kadar da akıllı olmayabiliyor.


[image error]


Ftg. Paul Mozur -NewYorkTimes

Bu yazı, Viola Zhou tarafından kaleme alınıp, Çin’e dair gündelik konularda yayın yapan Inkstone’da yayınlandı. Çeviren: Gökçe Özsu, H.Ü. SBE. İletişim Bilimleri Dr. Öğrencisi


Sevgililer Günü’nde, Çin’in doğusundaki Zhejiang şehrinde yaşayan 36 yaşındaki avukat Matt Ma, “kırmızı” olarak kodlandığını fark etti. Akıllı telefonundaki bir ödeme uygulamasında görüntülenen renk, kendisinde tehlikeli korona virüs semptomları bulunmamasına rağmen evinde karantina altına alınması gerektiğini gösteriyordu.


Ma, sistemden yeşil ışık alamadığı için ailesinin memleketi Lishui’den, şu anda salgını çevreleyecek şekilde kontrol noktalarının yerleştirildiği yeni memleketi Hangzhou’ya gidemedi. Ma, veri tarafından beslenen ve evde kalmaları ya da işe gidip gitmeyeceklerini etkili bir şekilde dikte eden yazılım aracılığıyla hükümet tarafından kontrol altına alınmış milyonlarca insandan yalnızca biri. Milyonların deneyimleri, Çin’in en yeni teknolojiler ve eski moda gözetimden oluşan karma bir kit kullanarak koronavirüsü durdurmaya yönelik umutsuz bir girişimini temsil ediyor. Bu durum aynı zamanda, bulaşıcı hastalıkların yayılmasını durdurmak için böylesine büyük ölçekte bir teknoloji kullanımının nadir ve gerçek bir testiydi.


Çin’deki salgınları inceleyen St Andrews Üniversitesi’nden tıp antropoloğu Christos Lynteris, “Teknolojinin bu şekildeki yaygın kullanımı benzeri görülmüş bir durum değil” dedi. Ancak Hangzhou’daki deney, büyük bir nüfusa şeffaf olmayan çözümlerin uygulanmasının güçlüklerini de ortaya çıkardı. Şehrin şimdiki durumunda, pek çok insanın yanlış işaretlendiği ve -hükümetin kendi deyimiyle- kusursuz işlemeyen bir algoritmaya kurban gittiği bildiriliyor.


M’nın filtresine takıldığı derecelendirme sistemi Sağlık Kodu olarak bilinir ve Alipay ödeme uygulaması üzerinden erişilebilir. E-ticaret devi Alibaba’nın bir iştiraki olan Ant Financial ve Çin’in en büyük teknoloji şirketlerinin çoğuna ev sahipliği yapan Hangzhou yerel yetkilileri tarafından geliştirildi. Alibaba aynı zamanda [bu yazının kaynağı olan] South China Morning Post’un da sahibidir.


Uygulama, milyonlarca Çinlinin koronavirüs salgını nedeniyle uzayan Ay Yeni Yılı tatilinden mesaiye geri döndüğünde başlatıldı.


Çin devlet medyası, sistemin yalnızca üç eyaleti – Zhejiang, Sichuan ve Hainan – ve yaklaşık 180 milyon nüfusa sahip Chongqing belediyesini kapsadığını ancak yakında tüm ülkeyi kapsayacağını bildirdi.


[image error]


Sistemin ilk kez başlatıldığı Hangzhou’da, kentin Komünist Partisisinin iki numaralı ismi Zhang Zhongcan, yazılımın yalnızca kullanıcıların sağlık durumunu, seyahat geçmişini ve yakın temasta oldukları kişileri kendi beyanları ölçüsünde dikkate aldığını söyledi. Kentte yaşayan her sakine, üç renkten biri (yeşil, sarı veya kırmızı) atandı ve her bir renk kişilerin halk sağlığına yönelik oluşturdukları farklı risk düzeylerini belirliyor.


Kırmızı renkle kodlanmış kişilerin en az 14 gün boyunca metro istasyonları, restoranlar veya alışveriş merkezleri gibi halka açık alanlara girmesine izin verilmiyor. Bu yerlerdeki çalışanlar, kullanıcıların kimliğini doğrulamak için QR kodunu taraması uygulayabilir. Sarı ile kodlanmış kullanıcılar ise benzer kısıtlamalarla karşılaşırlar, ancak kısıtlamanın süresi süresi bu sefer yedi gün.


17 Şubat itibariyle uygulamadaki 7,6 milyon Hangzhou sakininin yüzde 93’ü yeşil olarak işaretlenirken, yüzde 4’lük dilimi oluşturan yaklaşık 335,000 kişi ise kırmızı kodu aldı.


[image error]


Herkes aldığı renklerden memnun değil… Çin’in Twitter benzeri sosyal ağ platformu Weibo’da, kırmızı etiket alan birçok kullanıcı neden yüksek risk olarak derecelendirildiklerini bilmediklerinden şikayetçiydi.


Kimi kullanıcı, koronavirüs ile hiçbir ilgisi olmamasına rağmen, sistemin sağlık beyan formuna “burun tıkanıklığı” veya “yorgunluk” gibi semptomları işaretledikten sonra sistemin kırmızıya döndüğünü söyledi.


Yetkililer, “bazı” puanlamaların doğru olmadığını kabul etmekle birlikte kaç kişide yanlışlık olduğu konusunda bilgi vermedi. 12 Şubat’ta, bir erkek yolcu kırmızı etiketi nedeniyle Çin’in kuzeydoğusundaki Harbin şehrinden Hangzhou’ya uçuştan men edildi. Aynı yolcu, 15 Ocak’ta da bir koronavirüs hastasıyla aynı uçuşu yapmıştı, ancak hiçbir zaman herhangi bir hastalık belirtisi görülmedi. Qianjiang Evening News’in haberine göre, iki gün sonra aynı yolcunun rengi polis tarafından elle “kırmızı” dan “yeşil” e çevrildi.


Ant Financial firması, verilerin Sağlık Kanunu sisteminde nasıl toplandığını ve hesaplandığını ayrıntılı olarak açıklamadı.  Şirket sözcüsü, verilerin doğruluğu ve veri güvenliği ile ilgili soruların, sağlık kodu sisteminden sorumlu olması bakımından hükümet tarafından yanıtlanması gerektiğini söyledi.


Yetkililerin, salgının tehdit ettiği Çin ekonomisindeki çarkları yeniden döndürmek için çalışanların iş başı yapmasını sağlaması gerekiyor. Salgından önceki süreçte dahi Çin ekonomisi son 29 yılın en düşük büyüme hızını kaydetmişti. Salgın sebebiyle iş yerlerinin kapalı olması ekonomiyi daha da yavaşlatabilir.


Ancak yetkililer, iş başı yapan çalışanların büyük şehirlerde başka bir salgın dalgasına neden olabileceğinden de endişeli.


Zhejiang eyaletine bağlı Lishui’de Yeni Ay Yılı tatilini geçiren Ma’nın, Hangzhou’ya dönmeden önce sistemden bir kod alması gerekiyordu. Sağlık durumu ve seyahat geçmişi ile ilgili bir form doldurdu ve sistem kendisine kırmızı rengi atadı.


Salgının merkezi ve çoğu ölümün vakalarının gerçekleştiği Hubei eyaletine yakın herhangi bir yerde bulunmayan Ma, duruma itiraz etmek istedi. Fakat bir hükümet kurumuna bağlı yardım hattını aradığında, aldığı karşılık otomatik olarak verilen bir cevaptan fazlası değildi.


19 Şubat’ta Inkstone’a “Büyük verinin merhametine kaldığımı hissettim” dedi Ma. Cevap botları dışında yardım için başvurabileceğim kimsem yok”.


Gizemli bir şekilde iki gün sonra kod kırmızıdan yeşile döndü. “Tüm süreç şaşırtıcıydı” dedi.


Kişisel veriler konusunda uzmanlaşmış bir avukat olan Ma, vatandaşlara itiraz etme şansı verilmeden makinelerce seyahat kısıtlaması getirilmesi durumunda sistemin Çin yasalarını ihlal edebileceğini söyledi.


Ma bu konuda yalnız değil. Bir kullanıcı, kırmızı kod sahiplerinden oluşan yaklaşık 200 kişinin, iş başı yapma konusunda beyin fırtınası yapmak üzere bu hafta  iki WeChat grubunda bir araya geldiğini söyledi.


Fikirler arasında, başka birinin kimlik kartını almak ile otoyoldan geçiş için başka bir Alipay hesabını ödünç istemek de vardı. Geçiş sırasında “maske takardım ve görevlilerin durumu fark etmemesini umardım” dedi bir katılımcı.


Çin’de yetkililer, güvenlik kameralarının her yerde bulunması sayesinde ve İnternet kullanıcılarına yönelik gerçek isimle kaydı zorunluluğu ve otellerdeki check-in bankolarında ve tren istasyonlarındaki yüz taramalarını da içeren bir kapsamlı gözetim ağı ile büyük miktarlarda veri toplayabiliyor.


Çin hükümeti, daha önce de tıbbi uygulamaların da dahil olduğu pek çok konunun daha iyi yönetilmesi için yardımcı olabilecek çok önemli bir araç olarak kabul ettiği büyük veri kullanımını pek çok kere yüceltti.


Kriz boyunca yetkililer, enfekte hastaların nerede bulunduğunu izlemek, yakın temaslarını belirlemek ve salgının merkez üssünden gelenleri bulmak için veriyi kullandılar.


16 Şubat’ta bir Hangzhou yetkilisi, sağlık kodu sisteminin derecelendirmeleri konusunda pek çok eleştiri geldiğini kabul etti. Yetkili, hükümetin verileri teyit etmek için yetkililere geri gönderdiğini ve algoritmanın da daha doğru sonuçlar vermesi için değiştirileceğini söyledi.


Aksaklıklara rağmen, yetkililer halihazırda “bol miktardaki veri kaynağının”, Çin’deki 75.000’den fazla kişiye bulaşan ve en az 2.239’unun ölümüne sebep olan salgının yayılımının önlenmesine katkısından övgüyle bahsediyorlar.


Sağlık kodunun yanı sıra, yüksek risk unsuru taşıdğı düşünülenleri taramak ve hareketlerini kısıtlamak için verilerle güçlendirilen bir dizi başka dijital araç da kullanıldı.


“Yakın temas dedektörü” adı verilen bir devlet tabanlı bir platform, işverenlere çalışanlarının son 14 gün içerisinde kesinleşmiş veya şüpheli koronavirüs hastalarıyla yakın temasta olup olmadığını kontrol etmelerini sağlıyor.


Çin’in devlet tarafından işletilen telekom operatörleri de yerel yetkililere kullanıcıların hareketleri hakkında veri sağladı. Örneğin, doğudaki Wenzhou şehrinde, bu ayın başlarında yetkililer, iki mağaza sahibi hastalandıktan sonra bir noodle dükkanının yakınlarına gelen  3.615 kişiyi belirledi ve veriler mobil operatörler tarafından sağlandı.


Görevliler daha sonra belirlenen herkesi aradılar ve dükkanı ziyaret ettiğini belirten 40 kişiyi karantina altına aldı.


Büyük veri kullanımı konusunda kamuoyu bölünmüş durumda. Kimisi güçlü teknolojilerin kendilerini daha güvenli hissettirdiğini söylüyor, ancak diğerler taraftan yanlış etiketleme ve gizlilik ihlallerinden endişe duyanlar da yer alıyor.


Human Rights Watch’tan üst düzey bir Çin araştırmacısı Maya Wang, hükümetin suçu önlemek için inşa ettiği mevcut gözetim altyapısının, sağlık durumlarının takibi de dahil olmak üzere insanların hayatlarına dair başka yönlerini düzenlemek için giderek daha fazla kullanıldığını söyledi.


“Bu durum Çin’de daha büyük bir sorun çünkü gözetim uygulamasına ilişkin bir yasa yok ve kitlesel gözetime karşı çıkacak neredeyse hiçbir mekanizma bulunmuyor” dedi ve ifade özgürlüğü ile bağımsız yargının eksikliğinin altını çizdi.


Teknoloji şirketlerince büyük veriyle virüs izleminde bulunmak üzere daha önce yapılan bazı girişimler başarısız olmuştu. Google aramalarını temel alarak grip vaka izlemi öngören Google Flu Trend, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki vaka sayısını sürekli bir şekilde olduğundan fazla tahmin ettiği tespit edilerek 2015 yılında sonlandırıldı.


St Andrews Üniversitesi’nden Lynteris, hükümetin şeffaf ve bilimsel çalışmalara izin vermediği takdirde Çin’in gözetim çabalarının hastalık kontrolüne yardımcı olup olmadığını söylemenin zor olduğunu dile getirdi.


Teknolojilerin kusurlu kullanımının, yanlış insanları karantina altına alma, virüs bulaşmış hastaların damgalanmasını arttırma ve salgını kontrol etmek için zaten kısıtlı kaynakları israf etme riskiyle karşı karşıya olduğunu söyledi. Ancak, Lynteris, teknolojinin krizde yaşayan insanlara umut duygusu verdiğini de sözlerine ekledi.


“İnsanların teknolojiye yönelik büyülü bir inancı var” dedi. “Dijital teknolojinin bu şekilde uygulanan kamusal görünümünün, sahada çok ihtiyaç duyulan bir tür kamu rızası yaratıyor. Teknoloji, halka salgının çözüleceğine dair bir güven veriyor”.


 


 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 02, 2020 00:27

February 23, 2020

Korona Virüsü, sosyal medyanın ilk “bilgi-salgını” oldu…

Sosyal medya, tüm dünyada enformasyon ile dezenformasyonu benzersiz bir hızla bir araya getirerek paniği, ırkçılığı ve aynı zamanda da umudu körükledi.


Kaynak: https://www.technologyreview.com/s/615184/the-coronavirus-is-the-first-true-social-media-infodemic/amp/?__twitter_impression=true 12. Şubat.2020


[image error]


Karen Hao ve Tanya Basu


Özetleyen: Gökçe Özsu, H.Ü. SBE. İletişim Bilimleri Dr. öğrencisi


19 Ocak’ta —Yeni Ay Yılı’ndan bir hafta önce – Tommy Tang, tatil için Wuhan’daki ailesini ziyaret etmek üzere kız arkadaşıyla birlikte Shenzhen’den ayrıldı. Yeni korona virüsünden (şimdi resmen COVID-19 olarak biliniyor) haberdarlardı, ancak bildikleri kadarıyla virüs küçük bir alanda hapsedilmişti. Yerel yönetim ise halka virüsün yalnızca vahşi hayvan satışıyla doğrudan ilişkili bir gıda pazarını ziyaret edenleri etkileyeceğinin garantisini vermişti.


Ancak 20 Ocak gecesi, 2003 yılındaki SARS’ın boyutunu ilk kez ortaya koyan hekim olan Dr. Zhong Nanshan, sicilini güncellemek üzere ulusal televizyona çıkacaktı: “Virüs insandan insana bulaşabilir” dedi ve panik başladı. Bir gecede, şehirdeki herkes maske takmaya başladı. Tang ve kız arkadaşı, artık orada kalmanın güvenli olmadığını fark ettiler. Planlarını iptal ettiler ve ertesi gün trene bindiler. 48 saatten daha kısa bir süre içinde şehir tecrit edildi.


Shenzhen’e döndüklerinde, kendilerini 14 gün boyunca karantina altına aldılar. Yalnızca, çöpleri çıkarmak üzere günde yalnızca 1 kere maske takarak evlerinden dışarı çıktılar. Ailesi de Shenzhen’de yaşayan Tang, yeni yıl tatilini kutlamak için ailesine katılamadı, annesi yalnızca kapı deliğinden “mutlu yıllar” dileyebildi. Yiyecekten sabuna ve tuvalet kağıdına kadar her ihtiyaçlarını Meituan Waimai ve Dada-JD Daojia gibi mobil uygulamalar üzerinden sipariş verdiler. Karantinanın üçüncü gününde Tang uygulamaları açtığında her şeyin tamamen tükendiğini gördü ve paniğe kapıldı. .


“Alınacak hemen hemen hiçbir şey kalmamıştı, sebze de tamamen bitmişti” diyor. “Ama Wuhan ile kıyaslandığında, yine de son derece kolay bir şekilde alışveriş yaptık” diye de ekliyor.


Her şeyden öte, en büyük endişe kaynağı, sosyal medyada yayılan haberi takip ettikleri çetin süreçti. Bu süreç, korkularını daha önce hiç yaşamadıkları seviyelere yükseltti. Kız arkadaşıyla birlikte uykusuzluktan ve çoklu panik ataktan muzdariptiler. Virüsü kapmaktan korkuyorlardı ve aileleri için de endişeliydiler.


“Dürüst olmak gerekirse, bu 14 gün boyunca neler yaşadığımızı anlatmak gerçekten zor” diyor. “Haberleri okumaktan başka yapacak bir şey yoktu ve haberler de her geçen gün daha da kötüleşiyordu. [Wuhan’ın dışındaki] insanlar için işin en zor kısmı bu”.


2 Şubat’ta Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), insanların ihtiyaç duyduklarında güvenilir kaynakları bulmalarını zorlaştıran -bazılarının doğru olduğu, bazılarınınsa olmadığı- çok fazla bilginin varlığına işaret ederek, yeni korona virüsü “büyük bir ‘bilgi-salgını [infodemic]’” olarak adlandırdı. Bu yeni tip salgın, Korona virüsü önceki salgınlardan ayıran bir farklılık oldu. SARS, MERS ve Zika’nın hepsi küresel paniğe neden olurken, korona virüs etrafındaki korkular özellikle sosyal medya tarafından güçlendirildi. Sosyal medya, dezenformasyonun eşi görülmemiş hızda yayılmasına ve gelişmesine olanak sağladı, kişisel ve çevrimiçi düzeyde kaygı ve ırkçılığı körükleyen bir belirsizlik ortamı yarattı.


[image error]


DSÖ, dezenformasyonu baskılamak için Twitter, Facebook, Tencent ve TikTok ile ortaklık kurarak sorunu ele almaya çalıştı. Örneğin, DSÖ içeriklerinin, korona virüs arama sonuçlarının en üstüne çıkarmak için Google SOS uygulaması başlatıldı. DSÖ, ayrıca önemli sağlık bilgileri sağlayan reklamlar aracılığıyla belirli nüfus ve demografik bilgileri hedeflemek için Facebook ile birlikte çalışıyor. Hatta Asya’daki influencer’lara erişmeye çalışıyor.


Sosyal medya şirketleri ve sağlık kuruluşları da kendi çabalarıyla da bir araya geldiler. TikTok, “topluluğumuza veya daha geniş bir şekilde halka zarar verebilecek yanlış bilgilere izin vermeyeceğini” söyleyerek, kasten yanıltıcı videoları kaldırmaya çalıştı. Facebook aynı şekilde şüpheli sağlık önerileri barındıran içerikleri temizlemek için mesai harcadı ve WeChat’ın sahibi Tencent, çevrimiçi dolaşan korona virüs söylentilerini incelemek için kendi haber teyit platformunu kullandı.


Ancak içerik yağmuru, tüm bu gürültüyü temizlemek üzere koordine edilmiş çabaları büsbütün ezdi. Bu da yabancı düşmanlığı için bir üreme alanı yarattı. TikTok ve Facebook’ta ırkçı meme’ler ve karalamalar çoğaldı. Bazı gençler, kendilerini daha fazla sosyal medya etkileşimi elde etmek için için bir korona virüs tanısı taklit edecek kadar ileri gitti. Bu çevrimiçi toksiklik ayrıca kişisel etkileşimlere de dönüştü. Asyalılar açıkça ırkçılık ve tacizle karşı karşıya kaldılar ve Çin mahalleleriyle Çin restoranları işlerinde çeşitli duraklamalar yaşadı.


Çin içinde de Wuhan’daki halka yönelik ayrımcılık yapıldığı bildiriliyor. Buna göre, kapatılma sırasında seyahatte oldukları için Wuhan’a giremeyenler, kimlik kartlarından yaşadıkları yer anlaşılınca otellerde konaklamalarına izin verilmediği aktarıldı.


Bu arada sosyal medya doğrulanmış bilgi için de önemli bir kaynak oldu. Dünyanın dört bir yanındaki gazeteciler, durumun daha doğru bir resmini elde etmek için Çin sosyal medyasını kullandılar, doğrulanmış haberleri topladılar ve arşivlediler. Çin’deki kesin doğrular hakkında her gün dolaşan kişisel anekdotların ve haberlerin hacmi de hükümete kriz hakkında daha doğru bilgiler yayınlaması için baskı oluşturdu.


İlk günlerde, örneğin, birkaç doktor durumun ciddiyeti hakkında bilgi vermek için sosyal medyaya başvurdu. Ancak hükümet hızlı bir şekilde doktorlara ihtar çekti ve bilgi akışını kontrol etmek adına harekete geçti. Yine de doktorların uyarıları viral hale geldi ve bu durum muhtemelen hükümeti doğru bilgiye daha fazla yönelmesini teşvik etti. Daha sonra, doktorlardan biri olan Li Wenliang hastalıktan öldüğünde, Çin platformları hükümeti eleştirerek acı ve öfke patlamasıyla aydınlandı. Hoşnutsuzluk o kadar yaygındı ki sansürü işlevsiz kıldı.


Bu tür sosyal medya faaliyetleri, gelecekte hastalık salgınlarını yakalamak ve izlemek için de kullanılabilir. Güney Galler Üniversitesi’nde bir biyogüvenlik uzmanı olan Raina MacIntyre, Ocak ayında Epidemiyoloji dergisinde, tweet aktivitelerinin oluşturduğu noktaların bir hastalığın nasıl yayıldığının göstergeleri olabileceğini belirten bir makale yayınladı. “Özellikle hastalık için sansür veya kaynak eksikliği olduğunda,” diyor Dr. MacIntyre, kuruluşların viral bir salgın sırasında daha erken harekete geçmelerine ve küresel bir acil durum haline gelmeden durdurulmalarına yardımcı olabilir.


Sosyal medya aynı zamanda kolektif bir yas alanı haline geldi. Weibo ve WeChat’te umutsuzluk ve iyilik hikayeleri bolca görülmeye başladı. Karantinada sıkışıp kalmış insanlardan ve tedaviye erişemeyen hastalardan gelen korku dolu anlatımların yanı sıra bağış yapan, gönüllü olan ve cömert bir şekilde birbirlerine yardım eden insanların anekdotları da burada yer alıyor.


“Salgın hakkındaki uluslararası yayınlarda okumadığınız kişisel hikayeler de var” diyor Boston’da yaşayan ve korona virüs konusunda sosyal medya hareketlerini takip eden gazeteci Shen Lu. Ancak bu hikayeler, bir katharsis hali olarak ve -tüm bu panik ve toksiklik arasında- küçük de olsa bir umut vererek insanların krizi takip etmeleri için önemli bir yol haline geldi.


 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 23, 2020 06:53

February 18, 2020

Koronovirüs Salgınında Çin’de Araştırmacı Gazetecilik(*)

[image error]


Yazan: Maria Repnikova, 5 Şubat 2020


Koronavirüs salgını Çin’in siyasi sistemi üzerindeki uluslararası sorgulamaların artmasına neden olmuştur. Salgın sonrası birkaç yorumcu Çin Komünist Partisi’nin salgına tepkisini etkili bulurken, pek çoğu salgına yönelik tedbirleri yetersiz bulmuştur. Hatta, bazıları salgının yayılmasından dolayı Komünist Parti’yi suçlamış, salgını “Komünist koronavirüs” veya “Kuşak ve Yol Salgını” olarak adlandırmıştır.


Bir yorumcuya göre, Çin bir kez daha kontrolü elinde tutmak için salgınla ilgili kamuoyunda dönen tartışmaları denetim altına alma yoluna gitmiştir.  Ancak Koronavirüs krizinden ortaya çıkan umut verici şeylerden biri, Çin’deki daha açık sözlü bilgi kaynakları ve sosyal medyadaki yeni sesler tarafından üretilen yaratıcı içeriklerdir.


Şimdiye kadar yayınlanan onlarca makale, 23 Ocak’tan beri karantina altında olan, salgının merkezi 11 milyonluk şehir Wuhan’daki doktorların, kurbanların ve burada yaşayanların durumu hakkındaki insanın ilgisini çeken anlatılardan Çin Kızılhaç’ındaki tıbbi kaynakların yetersizliği, kasıtlı olarak bilgi saklama ve yolsuzluklarla ilgili daha araştırmaya dayalı anlatılara kadar çeşitli konular içermektedir.


Çin’in en saygın ticari dergilerinden birine sahip haber grubu Caixin, kısa süre önce, dört bölümlük bir dizi haber şeklinde önemli bir araştırmayı yayımladı. Araştırmalardan ilki Wuhan hükümetinin krizin boyutlarını açıklamada nasıl geciktiğini adım adım anlatmaktadır. Makale, salgından haberdar olan doktorları tehdit ederek ya da susturarak, salgınının boyutlarını görmezden gelerek ve virüsün insandan insan geçebileceği gerçeğini gizleyerek yerel makamların yaklaşık bir aydır süregelen bir olayı nasıl örtbas ettiklerini göstermektedir. Akademisyenler, doktorlar, hastalar ve yetkililerle yapılan görüşmelere dayanan raporda, resmi görevlilerin virüsün tehlikesiz bir deniz ürünleri ve canlı hayvan pazarını ziyaret eden insanlarla sınırlı olduğu iddiasının aksine virüsün insandan insan bulaştığı gerçeğinin baştan beri bilindiği ifade edilmektedir.


Caixin ve  araştırmacı gazetecilik konusunda ünü olan Caijing dergileri dışında, Xinjing Bao (Beijing News), Beijing Qingnian Bao Shenyidu (Beijing Youth Daily’nin araştırmacı gazetecilik birimi) ve Zhongguo Qingnian Bao (China Youth Daily) ve hatta GQ China, Renwu (Portrait Magazine) gibi yaşam tarzı dergileri de dahil olmak üzere diğer saygın medya kuruluşları ve Sanlian Zhoukan (Lifeweek Dergisi) dergisi koronavirüs krizine ayrıntılı olarak yer vermiştir.


Buradaki temel soru bu yayın kuruluşlarının hükümetin bilgi üzerindeki kontrolünü aşmayı nasıl başardığına ilişkindir. Aslında, hükümetin kontrolü henüz tamamlanmamıştır ve bazı hikayeler en azından geçici olarak gözden kaçabilmektedir. Çin’de politika oluşturma, özellikle merkezi ve yerel makamlar arasında uygulamada sık sık boşluklar olması nedeniyle dışarıdan göründüğünden daha parçalıdır. Bu parçalılığın bir nedeni, yerel yetkililerin başarısızlıklarını Beijing’den saklamak için örtbas etme yoluna gitmeleridir. Ancak bu durum eleştirel habercilik için de alan açmaktadır. Yerel yetkililer yalnızca kendi illerinde kayıtlı medya kuruluşlarını doğrudan denetleyebilir; başka yerlerdeki haber kaynaklarının faaliyetleriyle ilgili çok da yapabilecekleri bir şey bulunmamaktadır. Dolayısıyla “sınır dışı” araştırmacı gazetecilik olarak adlandırılan bu uygulama Çin gazeteciliğinin uzun süredir devam eden bir özelliğidir. Koronavirüs salgını ile ilgili kapsamlı haberlerin çoğu, Wuhan’ın bulunduğu Hubei Eyaleti dışında bulunan haber kuruluşları tarafından yayımlanmıştır.


Kriz zamanlarında, Beijing’deki merkezi otorite de kasıtlı olarak medyaya herhangi bir başarısızlığı ortaya çıkarmada sınırlı alan sağlamaktadır. Geçici bilgi açıklıkları hükümet için de faydalıdır: Sorunun kaynağının belirlenmesine, kamuoyu duyarlılığını ölçmeye ve muhtemelen etkili bir yanıt vermeye veya en azından yönetimin şeffaf olduğu imajını yansıtmaya olanak sağlamaktadır.


Eleştirel seslerin sürekliliği, habercilik stratejilerini dikkatli bir şekilde oluşturma becerilerine bağlıdır. Salgının şu anki kapsamı dolaylı olarak hata bulma eğiliminde olma anlamına geliyor. Popüler bir yaklaşım, insanların ilgisini çeken hikayelerdeki ıstırapla ilgili eleştirileri perdelemektir. Viral zatüreden ölen bir hastanın akrabası tarafından acımasızca saldırıya uğrayan bir doktorla yapılan duygusal bir röportaj, özellikle kimseyi suçlamaz; kriz yönetiminin temelinde yatan kaos ve umutsuzluğu ortaya çıkarır. Yine de, insan trajedisine ilişkin kaba tasvirin ardında örtük bir siyasi mesajın yattığı görülmektedir: “Eğer doktorların güvenliği sağlanamıyorsa, bu doktorlar, biz, virüsle nasıl savaşabileceğiz?”


Başka bir yaklaşım da muhabirlerin ağırlıklı olarak uzman yorumlarından yararlanmasıdır. Bu, muhabirleri aktardıkları bilgininin onaylanmama durumundan kurtarır. Ve Çin toplumunda akademisyenlere duyulan yüksek saygı göz önüne alındığında, kabul görmüş uzmanların görüşü olarak bir eleştiri sunmak da onu yüceltir ve meşrulaştırır.


Neredeyse sadece uzman yorumlarına dayanan bir Caixin raporu, Wuhan yetkililerinin salgın hakkında temel bilgileri yayınlamayı geciktirdiğini öne sürmektedir. Rapor, esasen, yerel makamlara karşı yasal bir dava taslağı niteliğindeydi ancak böyle görünmemeyi başardı. Rapor, iki Pekinli profesörün gelecekte benzer aksaklıkları önlemek için mevcut yasaların değiştirilmesi tavsiyesiyle sonuçlanmaktaydı. Çözüm önererek akademisyenler sistemi eleştirenler olarak değil yapıcı geribildirim sunanlar olarak görünmüştü. (En azından ilk başta: Rapora erişim o zamandan beri engellendi.)


Şimdilik, koronavirüs krizinin sorumluluğu – geçmişte yaşanan diğer krizlerde olduğu gibi – öncelikle yerel yetkililerin omuzlarına bırakılmaktadır. Merkezi hükümet suçlamak daha sıkıntılıdır: Merkezi hükümete ilişkin bir suçlama hızla sansürle sonuçlanabilir ve diğer cezaları da beraberinde getirebilir. Otoritenin üst basamaklarına suçlamayı kabul ettirmek genellikle daha zordur. Batılı gazeteciler, Çin’in tüm politik sistemini eksikliklerinden ötürü eleştiriyorlar, ancak Çinli muhabirler, bunun yerine belirli suçlulara odaklanarak genel hükümlerden uzak durma eğilimindedir.


Yakın tarihli bir Caixin makalesi, Hubei sağlık otoritelerinin, Çin Hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’nin en azından salgının ortaya çıkmasından 10 gün sonrasına kadar salgının tehdit düzeyini resmi olarak yükseltmediğini ileri sürdü Makale doğrudan bir suçlama yapmamakta, bunun yerine olayın yerel olarak bir örtbas etme veya bürokratik verimsizlik hikayesi olup olmadığı kararını vermeyi okuyuculara bırakmaktadır.


Çin’de eleştirel gazetecilik sosyal medyanın bilgi yayma, bazen sızdırmadaki daha güçlü rolü sayesinde yükselişe geçti. Şüpheli hastalık hakkında ilk uyarıyı yapan Wuhan doktorları, endişelerini yaymak için WeChat gruplarını kullandılar. Mesajları daha sonra Phoenix TV’nin web sitesinde yayınlandı, analiz edildi ve diğer haber kaynaklarının yanı sıra Caixin’de de yer aldı. Aşırı kalabalık hastanelerdeki korkunç koşullar ve Wuhan’daki ceset torbalarının dramatik görüntüleri yurttaş-gazeteciler, hemşireler ve hastalar tarafından kaydedildi. Sosyal medya platformları, şehrin boş sokaklarının gerçeküstü görüntülerini ve Wuhan sakinlerinin kasabalarına girmesini engelleyen görüntüleri aktardı. Koronavirüs salgınının Çin’de katılımcıların kendileri tarafından akıllı telefonlar aracılığıyla “televizyonda yayınlanan” ilk büyük felaket olduğu söylenebilir. Koronavirüse krizine ilişkin bazı geniş kapsamlı haberler Tengxun ve Sohu gibi geleneksel olmayan, çevrimiçi haber sitelerinde yer aldı.


Ancak kriz zamanlarında eleştirel habercilik penceresi oldukça dar olma eğilimindedir ve oldukça öngörülemeyen bir şekilde açılır ve kapanır. Bunun nedeni kısmen yetkililerin başka bir yerde “ihtiyatlı doğaçlama” olarak tanımlanan pratikleri uygulamasıdır: Nihai amaçları sosyal istikrar olan yetkililer, sansür veya propaganda arasında geçiş yaparak ve medyanın hesap verebilirlik için baskı yapmasına izin vererek siyasi kontrol ve düzenlenmiş şeffaflık arasında kırılgan bir denge kurmaya çalışmaktadırlar.


Örneğin, 2008 yılında Sichuan Eyaleti, Wenchuan’daki depremle ilgili haber soruşturmalarına (69.000’den fazla ölü) yalnızca birkaç hafta izin verilmiştir. Kötü inşa edilmiş okulların ölü sayısının artışına neden olduğu ortaya çıkardıktan sonra, hükümet felaketle ilgili bağımsız soruşturmaları engellemiştir.


Bir krizin sosyal istikrarsızlığa neden olma potansiyeline sahip olması,  kamunun suçlamasının yerelden merkezi makamlara kaymaya başlaması durumunda, hükümet medyaya hakim olmaya ve tek bir resmi bir mesaj vermek için medyayı zorlamaya çalışır.


Çinli gazetecilerin ve endişeli vatandaşların kriz hakkında ne kadar uzun süre bildirimde bulunabileceklerini ve ne kadar zor sorular sorabileceklerini söylemek mümkün değil. Çin’in medyayı yönlendirme, boğma veya kontrol etme çabaları, kısıtlamaları ince ve dolaylı yollarla aşan alternatif haber kaynakları üretti. Yetkililer bir noktaya kadar bu durumu tolere ediyorlar. Başkan Xi Jinping yönetimi altında bile, hükümet halkın aşağıdan yukarıya baskısına, bilgi hakkı ve hesap verebilirlik çağrılarına hassas ve bir dereceye kadar duyarlıdır.



05 Şubat 2020 tarihinde The New York Times internet sitesinde yayımlanan, “The Subtle Muckrakers of the Coronavirus Epidemic” başlıklı yazının geniş özetidir. https://www.nytimes.com/2020/02/05/opinion/coronavirus-china-news-journalism.html#click= https://t.co/7HQwX0wbtm

Maria Repnikova, Georgia State Üniversitesi Küresel İletişim bölümünde akademisyendir.“Çin’de Medya Politikaları: Otoriterizm Altında Doğaçlama Gücü” adlı kitabın yazarıdır.


 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 18, 2020 08:03

February 16, 2020

Derin Medyatikleşme Döneminde Veri Güdümlü Eleştirel Bir Etnografi İçin Ön Argümanlar*

Matti Pohjonen


Özetleyen: Hasan Kayış, Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Araştırma Görevlisi


Antropologların eski Far Side çizgi romanında olduğu gibi egzotik kabileleri tasvir eden çalışmaları gerçekleştirirken tüm modern kayıt cihazlarını saklama masumluğu görülmeye değerdi. Ancak modernitenin getirdikleri ve derin bir medyatikleşme süreci birleştiğinde ilk dönemki antropologların sakladıkları cihazlar artık saklanmak yerine daha da öne çıkarılarak insanların bu cihazlar ile etkileşimine odaklanılmaktadır. Saklanmak şöyle dursun algoritmalar ile çevrimiçi insan pratikleri insan olmanın ne olduğuna dair önemli bilgiler sunmaktadırlar.


Pohjonen, klasik antropolojinin içine daldığı geleneksel ve çevrimiçi kültürler paradoksunun ortasında, kitlelerin giderek çevrimiçi ortamlara kaymasından dolayı dijital izlerin takip edilerek gündelik faaliyetlerin gözlemlenebileceğini ileri sürer. Görüşünü geliştirmek için ise Andreas Hepp’ten bir alıntıya başvurmaktadır. Burada Hepp’in ileri sürdüğü, dijital ortamlardaki bilinçli ve bilinçsiz olarak gerçekleştirdiğimiz tüm faaliyetlerin izlerinin bir şekilde takip edilebileceğidir.


Ancak büyük ölçekli dijital izlerin takip edilmesi yöntemi izlenerek gerçekleştirilebilecek çalışmalar sosyal bilimlerin temel problemlerini ortadan kaldırmamıştır. Ulaşılan büyük ve istatistikî verinin araştırmacı ve araştırılan tarafından ne anlama geleceği problemi hala söz konusudur. Buna iki farklı yaklaşımdan söz edilmektedir. İlki ulaşılan büyük verinin istatistikî ve olasılıklara dayanan matematiksel biçimi. Diğeri ise kültürleri, bireysel değer sistemlerini ve deneyimleri anlamaya çalışan fenomenolojik yaklaşım. Buradan bakıldığında büyük veri ile birlikte “teorinin sonu” gibi çıkarımların öne sürüldüğü bir dönemde yapı/fail ilişkisine yönelik bunun gibi açıklamaların hala teorik olarak bir sis perdesi içerisinde olduğunu belirtebiliriz. Bu durumun aşılmasında ve aradaki gerilimin azaltılmasında etnografi gibi yöntemler bir araç olarak kullanılmaya çalışılmıştır. Özellikle antropolojinin günlük basit kültürel eylemleri anlamada başarısı anlamların şeffaf ve sorunsuz bir biçimde (son zamanlarda giderek bu işlevini yitirse de) temsil edilebileceği düşüncesi uyandırmıştır.  Ancak şunu da unutmamak gerekir ki, dijital etnografinin büyük ölçekli veri kümelerinin kullanımında “anlam” ve “bağlam” sağlamanın yeni bir yolu olarak kullanılmasını teşvik eden bu yeni yaklaşımlar bir diğer problemi de beraberinde getirmiştir.  Diğer insanları temsil etmede daha karmaşık felsefi ve politik sorunların ortadan kaldırılması riskini taşıyan bu problem kırk yılı aşkın bir süredir antropolojik soruşturmanın merkezinde olan bir endişedir.


Tüm bu gelişmeler göz önünde bulundurarak bu çalışmanın amacı, araştırmacıların etnografik yaklaşımları ölçme yöntemleri ve büyük ölçekli veri kümeleri ile birleştirdiklerinde ortaya çıkan teorik ve metodolojik sorunları incelemektir.  Pohjonen bunu, antropolojinin yüz yüze iletişimdeki eski kesinliklerinin dijital gelişmeler tarafından nasıl bozulduğu ve yeni bir duruma nasıl adapte olduğunu,  2015-2016 mülteci krizi sırasında sosyal medya nefret söylemini incelemek için bilgisayımsal yaklaşımların ve büyük ölçekli veri setlerinin kullanımını denediği bir projenin özdüşünümsel analizini sağlayarak ve bu yazıda “eleştirel artırılmış etnografi” adını verdiği bazı prensiplerin izleğini takip ederek yapmayı amaçlamaktadır. Bunu antropolojik etnografinin eleştirel duyarlılığını çağdaş dijital kültürleri anlamak için yeni ölçme yöntemlerinin sağladığı yeni fırsatlarla birleştirmeye çalışan geçici bir çalışma yaklaşımı olarak düşünebiliriz.


Etnografi uzun zamandır antropolojinin tanımlayıcı yöntemi olagelmiştir. Klasik kullanımında araştırma öznesinin günlük yaşamları bağlamında doğrudan ve sürekli temas, neler olduğunu izleme, söylenenleri dinleme, soru sorma gibi pratikleri kapsayan etnografi insan deneyiminin indirgenemezliğine saygı duyar. Bununla birlikte dijital dönüşüm içerisinde insan deneyiminin bu indirgenemezliğinin giderek daha fazla çevrimiçi hale gelmesiyle antropologlar da bu insan deneyiminin dijital teknolojiyle bir şekilde veya başka bir şekilde aracılık ettiği durumlarda araştırmanın nasıl şekilleneceği problemi ile karşı karşıya kaldılar. Örneğin Hine, sanal etnografiyi yüz yüze etkileşimlerin eski kesinliklerinin dijital iletişim ile bozulduğu durumlara aktarmanın bir yolu olarak önerdi. Netnografi ve siber etnografi gibi diğer benzer yaklaşımların her biri, kendi yollarıyla, dijital çevrenin araştırılmasına ve ileriki çalışmaların algoritmalar ve büyük veri ile neler yapabileceğinin yolunu açıyordu.


Peki dijital tabanlı bir araştırma ortamına yönelik bir “antropolojik” araştırma yaklaşımı neleri içerir? Bu noktada Horst ve Miller (2012) dijital antropolojiyi diğer dijital medya araştırma türlerinden ayıran bir takım ilkeler önermektedirler. Bunlar kısaca kültürel çeşitliliğin artacağına yönelik vurgu, dijital olana yönelik yaklaşımlarda daha önceki kültürel ve çevrimdışı uygulamalara yaklaşımdaki gibi bir yaklaşım, alanda olmanın önemine yönelik vurgu, kültüre yönelik evrenselci iddialara karşı çıkan düşünce, kültürlere yönelik önceden bilinemezlik anlayışı ve son olarak dijital kültürdeki insan faaliyetlerinin çevrimdışı insan faaliyetlerinden farklılaştırılamayacağı anlayışı olarak özetlenebilir.


Yukarıda bahsedilen Digital Etnography adlı çalışmanın 2015 yılındaki düzenlenmiş edisyonunda Horst ve arkadaşları benzer şekilde bu yeni yöntemin temel ilkelerine ana hatlarıyla sadık kalmışlardır. Ancak bu edisyonda diğer dijital medya araştırma türlerinden ayırt edilebilmek adına yardımcı beş ilke ile daha eklenmiştir. Bunlar da yanıtlanan araştırma sorularına ve zorluklarına yönelik çoklu perspektifler, dijital etnografinin dijital merkezciliği önlemesi, diğer disiplinlerle işbirliği ve ele aldığı insanları yansıtma kabiliyeti olarak özetlenebilir.


Buradan da anlaşılabileceği üzere dijital etnografiyi “dijital” olanı araştıran diğer araştırma yöntemlerinden ayıran şey olarak evrensel modelleri, istatistiksel açıklamaları ve tekrarlanabilir metodolojilere öncelik veren bilgisayımsal sosyal bilimler ve pozitivist nicel araştırma gelenekleri ile tam bir tezat olarak hayal edebiliriz. Diğer taraftan dijital etnografiyi aktörün araştırılan insanların dünya görüşleriyle sürekli müzakerede bulunduğu daha açık uçlu bir refleksif uygulama olarak yorumlayabiliriz. Ancak bu radikal olarak farklı epistemolojik yönelimler göz önüne alındığında bu iki yaklaşım nasıl uzlaştırılabilir?


Antropoloji ile ilgili sofistike metodolojik ve teorik tartışmalar öncelikle bir disiplin olarak antropolojinin yeni dijital ortamda araştırmaya nasıl yönelmesi gerektiği sorusuna odaklanmıştır. Temel problemlerden birisi antropolojinin dijital ortamların getirdiği büyük veri setleri ile nasıl başa çıkacağıdır. Bu mesele önemlidir çünkü dijital medyanın getirdiği dönüşüm büyük veri ile çalışmayı zorunlu kılmıştır ve alana yönelik öneriler de bu yöndedir. Hâlihazırda alandaki antropologlar da bu yöntemi kullanmaktadır.  Örneğin, Wang’ın “Why Big Data Needs Thick Data” adlı makalesinde büyük verinin nitel yöntemler ile desteklenmesi üzerinde duruyor ve “Thick Data” kavramını ortaya atıyor. “Thick Data”, insanların duygularını, hikâyelerini ve dünyalarının modellerini ortaya çıkaran nitel, etnografik araştırma yöntemlerini kullanarak ortaya çıkan verilerdir.


Fakat bu tür bir etnografi çevrimiçi forumlardaki ve bloglardaki kullanıcıları bir müşteri olarak görür ve pazarlama faaliyetleri için onlarla daha iyi bağlantı kurmak ve “müşterinin duygusal ihtiyaçlarını” anlamak gibi amaçlarla yönetilir. Bu durum sosyal antropolojinin tıpkı 20. yüzyılın başlarında olduğu gibi ticari kaygıların odağında olduğunu göstermektedir. Teknoloji dünyayı değiştirdikçe bireyi dönüştürdüğü düşüncesi o zamanlar küreselleşme kavramını ortaya atmıştı. Günümüzde ise sosyal medyanın işlevini anlamada dikkatler yine etnografinin üzerinde.


Pohjonen güncel etnografik çalışmalar ile ilgili önemli bir meseleye dikkat çekmektedir. Yabancı insanları anlamak için etik ve felsefi tartışmaların bir kenara bırakılması üzerinde durur. Bundaki temel amacı ise nüanslı büyük veri hakkında insani deneyimi yakalayamama ve onlarca yıllık zengin antropolojik yansımanın göz ardı edilmesi durumundan etnografiyi kurtarmaktır. Çünkü etnografın esas görevi ve amacı bilinse de tarih boyunca bunu kötüye kullananlar olmuştur. Özellikle Batılı bakış, Avrupalıların başkalarını sömürge rejimlerinin bir parçası olarak yönetmelerini sağlayacak şekilde hayal etmeyi gerektiriyordu. Ancak yine de etnografın otoriter sesi ayrıcalıklı kılınmalı ve sosyal yaşamın böylece çok odaklı gerçekliği sunulmalıdır. Pohjonen, Fabian’dan alıntıladığı bir paragrafında bunu destekleyici bir argüman ileri sürer. Her ne kadar diğer toplumları anlamak diyalektik bir süreç olsa ve bu sürecin sonunda Batılı tahakküm biçimleri gözler önüne serilse de, bu süreçlerin göz ardı edilmesi gerekliliği etnografinin geleceği açısından daha önemlidir. Deleuze’ün de dediği gibi “diğer insanlar için konuşma onuru” on yıllardır devam eden bir sürecin ürünüdür. Bu yüzden günümüzde dijital medyayı anlamak için yeni veri odaklı etnografik yöntemlerin önemi düşünüldüğünde, bu yöntemleri gelecekte nasıl geliştireceğimiz yalnızca dijital pazarlama uzmanına bırakılamayacak kadar önemlidir. Pohjonen burada alternatif bir yaklaşımın düşünülmesi gereği üzerinde durmaktadır. Yani çağdaş kapitalizmin ihtiyaçları yerine eleştirel antropoloji geleneğine dayanan bir yaklaşım.


Veri Güdümlü Eleştirel Bir Etnografi Nasıl Olmalı?


Etnografiyi nicel veya bilgisayımsal yöntemler ile birlikte kullanmaya yönelik en iyi girişimler antropolojiden değil, dijital sosyoloji, siyaset bilimi veya internet çalışmaları gibi diğer alanlardan gelmiştir. Bu yaklaşımlar, böyle yeni bir hibrit yöntemin neye benzeyebileceğini keşfetmemiz için iyi bir başlangıç noktası sağlıyor. Veri odaklı etnografinin en iyi yaklaşımlarından birini Laaksonen ve arkadaşları (2017) “büyük veri artırılmış etnografi” olarak adlandırmaktadırlar. Bu yöntem aşağıdaki görselde şu şekilde yer almaktadır:


[image error]


Bu tip artırılmış büyük veri etnografisinden araştırma sürecinin ayrılmaz bir parçası olarak araştırmacılar, etnografi ve bilgisayımsal analizinin birleştirilmesinden üç şekilde faydalanabilir. İlk olarak, etnografik çalışmada verilerin bağlamsallatırılmasına önem verildiğinden, söz konusu bilgisayımsal yöntem ile elde edilen veriler tek başına yeterli olmayabilir. İkinci olarak, büyük veri kümesinin bilgisayımsal analizi bağlamsal derinliğin sağlanamayacağı çalışmalarda bir genelleme aracı olarak kullanılabilir. Üçüncü olarak ise, sahada gözlem ve bilgisayımsal analiz çalışmanın güvenilirliğinin artırılması için verilerin çapraz doğrulanmasına izin verir. Ancak tüm bunlara rağmen etnografi tanımı hala Clifford Geertz’in “kültürel anlamları yorumlamak” yaklaşımına yakın durmaktadır. Laaksonen ve arkadaşları ise bu tanımı “daha da yüksek bir açıklama ile buluşturmak” ile genişletme düşüncesindedirler. Bununla birlikte, bu tür veri odaklı etnografiye daha eleştirel bir yaklaşım Hobart’dan gelir. Hobart etnografik araştırma sürecinin tüm kurucu sınırlamaları ve refleksivite ihtiyacının daha kritik bir duyarlılığı içermesi gerektiğinin altını çizer. Peki, dijital medya araştırmaları bağlamında Batı kaynaklı teorilerin kullanılması günümüzde tartışmalı bir durumda iken, büyük ölçekli dijital izleme verilerinin herkes için aynı şeyleri ifade etmediği göz önünde bulundurulduğunda, kültürel anlamları yorumlamak için farklı referans çerçeveleri arasında nasıl uzlaşabiliriz? Pohjonen bu noktada, etik, teorik, politik, çift yorumsama, meta refleksivite tartışmalarının ve dijital izlerin sürülmesinde anlam ve bağlamların açıklanmasına odaklanmanın yerine ön plan olarak nasıl kullanılabileceği üzerine odaklanılması gerektiği üzerinde durmaktadır.


Örnek Bir Çalışma


Bahsedilen yöntemleri kullanarak yapılabilecek bir çalışmanın örneği Suriyeli mültecilere yönelik çevrimiçi nefret söylemini araştıran bir çalışma kapsamında denenmiştir. Söz konusu çalışma Pohjonen ve Voyonova’nın çalışmalarıdır. Çalışma kapsamında mültecileri destekleyen ve desteklemeyen çevrimiçi Facebook gruplarına odaklanılmıştır. Bu gruplardakilerin birbirlerine yönelik ırkçı söylemleri ve hatta çevrimiçi eylemlerin dışında çevrimdışına taşan ırkçı pratikleri incelenmiştir. Bunların dışında iki grubu kesen ortak tartışma grubu özelliği gösteren bir grup da incelemeye dâhil edilmiştir. Söz konusu grupların birbirileri ile etkileşimi aşağıdaki görselde şu şekilde gözlenmiştir:


[image error]


Bu görsel kutuplaşmanın ne derecede olduğunu göstermektedir. Irkçılığa karşı farklı görüşleri benimseyen bu grupların oldukça yoğun bir paylaşım trafiği olduğu (sadece 2016’da 100.000’ye yakın yazı ve 500.000 yorum) görselde görülmektedir. Çalışma büyük ölçekli veri kümeleri için mevcut olan bilgisayımsal yöntemler ile birlikte nitel dijital etnografik yaklaşımların kullanımının denenmesine izin vermiştir.


Pohjonen araştırma çerçevesini geliştirirken ilk olarak gruplarda ana temaların ve konuların ne olduğunu saptamak üzere etnografik bir gözlem gerçekleştirmiştir. Anahtar konular belirlendikten sonra ise Facebook Graph API ile söz konusu grupların tüm yorumları ve gönderileri indirilmiştir. Veri kümesi daha sonra cinsiyet, haber kaynağının türü, yazılarda ve yorumlarda öfkeli, saldırgan ve nefret dolu konuşmaların yaygınlığı ve bunlarda bulunan konu türleri gibi kategorilere indirilerek araştırma için zenginleştirilmiştir. Ayrıca çalışmada nefret söyleminin geleneksel tanımının kullanılmasından kaçınılmıştır. Çünkü kullanılan programın ince dil nüanslarını kaçırma olanağı oldukça yüksektir. Bu yüzden daha geniş bir ifade kategorisi kullanılmıştır. Veriler elde edildikten sonra, zenginleştirilmiş veri kümesinde bulunan eğilimlere ve örüntülere ilişkin kavrayışlar çıkarmak için farklı niteliksel ve niceliksel ölçme yaklaşımları kullanılmıştır. Bu amaçla, hem nitel hem de nicel yöntemler kullanılarak üç analiz düzeyi kullanılmıştır.


İlk analiz düzeyi, ne tür yerleşik uygulamaların ve süreçlerin üç farklı tipteki grubun hassas içeriğin üretilmesini, tartışılmasını ve paylaşılmasını mümkün kıldığını incelemek için çevrimiçi etnografiden oluşuyordu. Ancak araştırmacı, gruplar arası nefret söyleminin oldukça fazla olmasından dolayı katılımcı olarak çevrimiçi gözlemde yer almamıştır.  İkinci analiz düzeyinde ise bilgisayımsal metin madenciliği denenmiştir. Burada belirli sayıda anahtar terim ve konuya dayanarak yazılarda ve yorumlarda bulunan içerik keşfedilmek için NLP ve LDA gibi bilgisayımsal yöntemler denenmiştir. Sonrasında ise elde edilen veriler etnografik gözlemde elde edilen veriler ile birlikte kullanılarak bir bağlamsallaştırma denenmiştir. Üçüncü analiz düzeyinde ise, sosyal ağ analizinden elde edilen topluluğun topolojileri, Facebook topluluklarında yer alan kilit aktörleri, toplulukları ve ilişkilerini incelemek için kullanılmıştır. Bu topolojiler sonradan daha da geliştirilmiştir.  Şüphesiz böyle bir karma yöntemin kullanılması üç grubun iletişim dinamikleri hakkında tüm eğilim ve dinamiklerin belirlenmesine imkân vermiştir.   Araştırmacılar böyle bir yöntem izleyerek geleneksel yöntem ile belirlenemeyecek pek çok veri de elde etmiştir. Örneğin nefret söylemlerinin Cuma akşamı ve Cumartesi sabahı erken saatlerde artış gösterdiği bilgisine ulaşılmıştır.


Şunu da belirtmek gerekir ki, bilgisayımsal metodlar bu çalışma özelinde herhangi bir hipotezi ya da istatistiki modeli test etmek için kullanılmamıştır. Bunun yerine dijital etnografinin keşfini artırmak için sezgisel olarak kullanılmıştır. Mesela büyük veri kümesinden nitel olarak elde edilemeyecek bir anlam söz konusu olduğunda araştırmacı çevrimiçi gözlemine geri dönerek buradan bir anlam oluşturmaya çalışmıştır. Nitekim nefret söyleminin belirli gün ve dilimlerde artışı da böyle bulunmuştur.  Sonuç olarak Pohjonen asıl meselenin artan nefret söylemi olduğu değil, karşıt görüşler arasındaki anlayış ufkunun daralması ve kutuplaşma olduğunu görmüştür. Avrupa özelindeki bu sorun Facebook’taki yorumları bir şekilde ortadan kaldırmaktan daha zor görünmektedir.


Pohjonen nefret söylemi özelinde yaptığı bu deneysel çalışmanın geliştirilebileceği üzerinde durur. Özellikle bilgisayımsal yöntemlerin geleneksel yöntemler ile birlikte kullanılmasının üzerinde durur ve bu tür çalışmaların geleceğine tesir edecek iki öner ortaya atar. İlk öneri, bu yöntemsel işbirliğinin en basit ortak istatistiksel paydaya indirgemek yerine insan deneyiminin indirgenemezliğini ve perspektif çeşitliliğini ön plana çıkaracak şekilde yapılması gerektiğidir. Pohjonen böyle düşündüğünden dolayı gruplarda nefret söyleminin dilsel pratiklerini incelemek ve ideolojik olarak bu dilsel kullanımların nasıl farklılaştığını görmek istemiştir. Bunun sonucunda nefret söyleminin sadece göçmenler üzerinden yayılmadığını, aynı zamanda İslam, zenci, terörist gibi anahtar kelimelerin de kullanımının yaygın olduğunu görmüştür. Ancak tabi ki bu söylemleri tersine çevirmeye çalışan ırkçılık karşıtı grupların varlığının olduğunun da belirtilmesi gerekir. Tıpkı bu şekilde geleceğin artırılmış etnografisi de ölçülemeyen yolları vurgulamanın ya da istatistiki indirgemelerin yerine, tüm kültürün temel belirsizliklerini ve perspektiflerin çokluğunu ön planda tutarak daha eleştirel bir antropoloji anlayışı benimseyebilir.


İkinci öneri, söz konusu yöntemsel işbirliğinin, büyük ölçekli veri kümelerinin ve giderek yapay zekânın (AI) merkezi rolünün, çağdaş toplumların bilgi üretiminin merkezi düğümleri olarak ön plana çıkmasına yardımcı olacak bir şekilde yapılması gerektiğidir. Yani, “toplum” veya “kültür” gibi soyut kavramları evrenselleştirmek yerine, etnografiye daha eleştirel bir yaklaşım getirmek gerekir. Bu da bizi Derrida’nın eleştirel felsefenin hem araştırdığı tarihsel bilgi çerçevesinde hem de paradoksal olarak da bunun dışında kaçınılmaz olarak yer alması gerektiği argümanına götürür. Bunun anlamı, eleştirel bir etnografik duyarlılığın araştırdığı katılımcıların dünya görüşlerini aynı anda dikkate alabilmeleri gerektiğidir. Bu da Hobart’dan yola çıkarsak araştırılan üzerinde bir otorite kurmadan, daha karmaşık olayları anlamak için eleştirel bir uygulamaya işaret etmektedir.


Peki bu durum çağdaş dijital medya araştırmaları için neden önemli olabilir? Daha ampirik bir düzeyde tartışılan vaka çalışmasının önerdiği gibi, bu yeni eleştirel artırılmış etnografik yaklaşım, yalnızca nitel veya nicel bilgisayımsal yöntemlerin kullanılmasıyla mümkün olmayan dijital araştırmalar hakkında potansiyel olarak yeni ampirik içgörüler üretmek için kullanılabilir. Sonuç olarak bahsedilen artırılmış etnografik yaklaşım gelecekte karşılaşılabilecek dijital izlere yönelik (buna yapay zekâ da dâhil) bilgi üretmede bir yöntem olarak kullanılabilir. Nitekim ezoterik kategorileri araştırmanın eleştirel antropolojik kökenleri yeni dönemde geri geleceğe benziyor.  Yapay zekâ ve geleceğin diğer deneysel teknolojilerindeki yeni gelişmelerden hangi yeni epistemolojileri keşfedebileceğimizin üzerinde durulması gerekiyor. Gerçekten de, gelecek tahminlerini ciddiye alırsak, bu geleceğin ortaya çıkan yerli metafiziğinin nasıl görüneceğini anlamak için hala yapılması gereken çok sayıda ciddi çalışma var. Belki de geleceğin dijital etnografisi (ya da bu makalede açıklanan eleştirel artırılmış etnografi) bu çaba için benzersiz bir şekilde uygundur.


* Matti Pohjonen, (2020) “Preliminary arguments for a critical data-driven ethnography in the time of ‘deep mediatization’.” Electronic Working Paper (EWP) 31’den özetlenmiştir. https://www.kommunikative-figurationen.de/fileadmin/user_upload/Arbeitspapiere/CoFi_EWP_No-31_Matti-Pohjonen.pdf


Matti Pohjonen dijital antropoloji, felsefe ve veri biliminin kesişim noktasında çalışmaktadır. Halen Londra Üniversitesi SOAS’ta çalışmaktadır. https://www.soas.ac.uk/staff/staff37130.php

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 16, 2020 12:18

Mutlu Binark's Blog

Mutlu Binark
Mutlu Binark isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Mutlu Binark's blog with rss.