Tuğba Gürbüz's Blog, page 39
February 25, 2022
Çocuk kitabı umut demek
Kaan Elbingil'in yeni çocuk romanı "Kardeş Mardeş Deme Bana!" Dil Dernği Beşir Göğüş 2022 Çocuk Romanı Ödülü'ne değer görüldü. Kaan Elbingil ile yazarlık serüveni ve ödüllü romanı hakkında konuştuk.
Biyografinize baktığımızda Bilkent Üniversitesi Müzik Fakültesi Şan Bölümü mezunu olduğunuzu, şimdilerde İstanbul Devlet ve Operası’nda görev yaptığınızı görüyoruz. Müzikal geçmişinizin edebiyat anlayışınız ve yazım süreciniz üzerindeki izdüşümüne dair neler söylemek istersiniz?
Yaklaşık yirmi sekiz yıllık profesyonel opera sanatçısıyım. Bunun yazarlığıma bir etkisi var mıdır? Vardır tabii. Müzik ve edebiyatın birbirine benzeyen esrarengiz kuralları var bir kere. Motifler, alçalmalar, yükselmeler, minik tüyolar, tepe noktaları vs. İki dal da yeri gelir birbirlerinin içine geçer. İyi bir metni okurken, bir müzik, bir ritim hissedebilirsiniz mesela. Ya da sözsüz bir müzik dinlersiniz ama notalar konuşur, bir şeyler anlatır. Böylesine bir içiçelik... Sahne sanatçısı olmanın bir avantajı da, yazarken karakterleri seslendirip, sahneleri oynayabilmek.
Pozitif köpek eğitmenisiniz ve çocuk kitaplarınızdan önce “Dedektif Köpek Cash” adlı müzikal oyun seyirciyle buluştu. Bu iki farklı alanda seyirciyle ve okurla buluşmak arasındaki farklılıklar ve benzerlikler nedir? Sanatçıya ne sağlar?
Tiyatroda canlı reaksiyon alabilmek yazar için büyük avantaj. Seyirciyi eleştirel bir gözle takip ederseniz, değişikliğe ihtiyacı olan yerler konusunda geri dönüşler almış olursunuz. Oysa kitap basıldığında, yazıldığı haliyle donar kalır. Ancak yine de, hayallerinizin içinde dolanmış insanlarla buluşmak apayrı bir şey. Siz, bir çılgın, uçurumun kenarından bir yerlere bağırdınız. Okurla buluştuğunuzda, bu kez sesinizin yankısını duyarsınız.
Sözü yavaş yavaş son romanınız “Kardeş Mardeş Deme Bana!”ya getirmek istiyorum. “Berk Mucit Oldu”, “Berk Operacı Oldu” ve “Berk ve Çıp Çıp Detektif Oldu” birbirini takip eden bir üçleme idi. Bu üçlemenin ardından daha büyük yaş grubu için özgün karakterler yaratmak, daha oylumlu bir eser ortaya koymak sizin için nasıl bir yazma deneyimiydi?
Daha önce üç öykülük Berk dizisini yazmıştım. Yeni kitabımsa bir roman. Dil ve kurgu açısından giderek derinleştiğimi, olgunlaştığımı hissediyorum. Büyüyor insan. Birikimi, kalemi, sevdikleri değişiyor. Romanıma da diğerleri gibi, büyük bir merak ve istekle başladım. Ancak tıkanıp karamsarlığa kapıldığım anlar oldu. Yok dedim, kıvıramayacağım galiba. İnat ettim yine de. Notlar aldım, antenlerimi açtım. Güvendiğim kişilerin fikirlerini dinledim. Daha farklı düşünmeye çabaladım. Bazen de kontağı kapatıp başka şeylerle uğraştım. Bir gün bir baktım, romanım ete kemiğe bürünmüş.
“Kardeş Mardeş Deme Bana!”, “Kardeş” başlıklı bir kompozisyon ödeviyle başlıyor, aynı ödevin yeniden yazılmasıyla bitiyor. Biz de okur olarak bu iki ödev arasında romanın kahramanı Salih Emre’nin geçirdiği değişimi izliyoruz. Yazmaya başlarken bu değişimin ne kadarı planlıydı? Yazarken sizi şaşırtan ayrıntılar belirdi mi?
Yüzde yüz netleşmiş bir kurguyla yazmaya başlayan biri değilim. Keşke olsaydım. Yazarken fikir değiştiririm, meraktan ya da çıkış yolu bulamadığımdan yeni yollara saparım. O yüzden kitabımdaki bazı yerler planlıydı ama bazı yerler bana da sürpriz oldu, diyebilirim. Çok emek vererek yazdığım bazı bölümleri de çıkardım mesela. Hikâyede yeri olmadığını hissettiğimden. Kurguyu aranmaktan çok keyif alan biriyim ben. Kendi kendime konuşurum, karakterlerle açık oturumlar düzenler onları konuştururum. Yürümek önemli bir kaynak benim için. Yürürken konuşur, düşünür notlar alırım.
Hikâye boyunca iflas, haciz, kayıp, aile içi çatışmalar, tartışmalar, aidiyet/aidiyetsizlik, yalnızlık, karşı cinsle yakınlaşma çabası gibi pek çok zor konunun içinden geçiyoruz. Buna karşın Salih Emre’ye acımak aklımızın ucundan geçmiyor. Bunu sağlayan en önemli unsur anlatının mizahla dengelenmesi zannediyorum. Mizah, olmazsa olmazınız mıdır?
Bana sorsanız, “Kardeş Mardeş Deme Bana!”, daha ziyade hüzünlü bir kitap derim. Ve doğru, Salih Emre’ye acımıyoruz pek. Hızla gelişen olaylar, okura çok fazla içe kapanma fırsatı vermiyor olabilir. Salih Emre’nin o ya da bu şekilde meseleleri çözebileceğine güveniyor da olabiliriz. Aslında komik bir şeyler yazdığımın farkında değilim. Mizahi dil benden doğal olarak çıkıyor galiba. Bilmiyorum. Henüz yolun çok başında görüyorum kendimi. Belki kalemim gittikçe değişime uğrar, ileride koyu dramlar yazarım. Gerçekten bilmiyorum.
Değişim öğrencisi Hans hikâyede önemli bir kahraman. Onun, Salih Emre ve ailesi için yaptıklarına tanık olmak bir nevi “Sevgi emektir,” sonucuna götürdü beni. Romana başlarken ortaya çıkarmak istediğiniz belirgin bir niyetiniz var mıydı?
Hikâyemde bana bir olay lazımdı, sorunlara bulaşmalı, kapana kısılmalıydım. Öyle bir noktaya gelmeliydi ki konu, her şey çıkmaza girmeliydi. Öyle de oldu. Ancak, çocuk kitabı umut demek. Son sayfada umutla veda etmeliydim okura. Yüz kırk dört sayfadaki en büyük derdim, hayat gibi yazmaktı sanırım. Kimse tamamen iyi ya da kötü değil. Yeri geldi Salih Emre, Hans’ın kafasına heykel fırlattı. Hans yalan söyledi, Sabit Usta alacaklısını yüzüstü bıraktı. Oysa hepsi iyi insanlar özlerinde. İşte hayat da aynen böyle... Yazarken eğlenmek, şaşırmak istedim sanırım. Bozuk yollara bile isteye kırdım direksiyonu. Ama yine de sonunda umutla bitirdim.
Okuru umutlu bir yerde bırakmak bilinçli bir tutum olsa gerek. Buradan yola çıkarak çocuk ve gençlik edebiyatında zor konuları da ele almaktan çekinmeyen bir yazar olarak başka hangi unsurları gözettiğinizi öğrenebilir miyim?
Gözettiğim unsurları, inanın bilmiyorum. Planlı bir, şunu da içine koyayım, şuna da değineyim, bu konuyu da hatırlatayım durumu olmuyor bende. Bazen kitaplarımla ilgili heyecan duyduğum açılımlar duyuyorum. Oysa onların farkında bile olamamışım yazarken. Ama sonuçta öyle bir şey ortaya çıkmış mı? Evet çıkmış. Benim önceliğim başka bir şey. Bir ya da birkaç olay ve değer verdiğim karakterler lâzım bana. Sağduyumu elden bırakmadan, belli belirsiz duyduğum sese doğru yaza yaza ilerliyorum. Hepsi bu.
Bir kitapla vedalaşmak, okura emanet etmek ve sonrasına dair merak ettiklerim var. Bir proje bittiğinde hemen yenisine koyulabiliyor musunuz? Orada hâkim dilden uzaklaşmak için zamana gereksinim duyuyor musunuz? İki proje arasında en çok hangi kaynaklardan besleniyorsunuz?
Bir kitap basıldığı anda, artık sizden tamamen çıkmış oluyor. Kimi yazarlara göre ölüyor hatta. Kafasında sürüyle proje dolandıran biriyim. Kimi kitap oldu kimi alıştırma olarak bir köşede kaldı. Kimi de hâlâ kafamın içinde, hadisene diyor. Sağı solu çok belli bir yazma serüvenim olmadı benim. O gün nasıl davranmaya ihtiyacım varsa öyle davranıyorum. Ancak ne yaptığının bilincinde olmak gerek. Gerekirse silkelenmek, kendini bir toparlamak. İnsan yazdığını ezberleme, ona aşık olma eğiliminde olabiliyor… Yeni kitaba geçme aşamasında, okumak, izlemek, kendimi düşünmek, rutini, en olmadı kafayı biraz değiştirmek iyi geliyor bana.
Sırada ne var diye sorsam…
Yeni bir romana başladım.
* Bu söyleşi ilk kez 24 Şubat 2022 tarihinde Parşömen Sanal Fanzin'de yayımlanmıştır
February 24, 2022
Büyümek: Birlikte Kazanılacak Bir Mücadele
Her ihtiyacının hemen yerine getirildiği ilk çocukluk döneminin ardından üç altı yaş aralığı çocuk dünyayı keşfetmeye koyulur. Nispeten özgürleşir, sosyalleşir. Birey olma yolunda ilk adımları atar. Kendi kararlarını almaya, uygulamaya başlar. Giderek sınırlarını genişletmek ister. Neden sonuç ilişkilerini kurmaya, eylemlerinin sonuçlarını öngörme becerileri edinmeye başlar. Deneyimler yoluyla gelen “yapabiliyorum, başarabiliyorum” düşüncesiyle kendini daha etkin ve güçlü hissetmeye başlar. Yetişkinlerin koyduğu kurallar, ne yapması gerektiğine dair işittikleri ile ve kendi kararlarını hemen şimdi uygulamak isteği arasındaki çatışma hem çocuk, hem ebeveynler için zorlayıcı olabilir. Önceden belirlenmemiş kararlar, yaklaşımlar ebeveynlerde tutarsız davranışlar, çocuğun kafasını karıştırdığı gibi, davranışlarında, kararlarında ısrarcılığa yol açarak çatışmayı daha da güçlendirebilir. Bu çatışmadan güçlü ve işlevsel bir işbirliği yaratmak, çocuğun büyüme mücadelesi verirken iç dünyasında olan biteni kavramak, ona karşı değil, onunla beraber hareket etmek isteğimizi doğru şekilde iletmek… Ebeveynlik niyetimiz bu olduğunda bile ne yapacağımızı tam olarak bilemediğimiz zamanlarda uzmanlar tarafından yazılmış, eğitsel nitelik taşısa da çocuğa iletmek istediği mesajı kafiyeli bir dille ileten, hikâyede ve görsellerde yer alan gerçeküstü ögelerle hayal dünyasını zenginleştiren örnekler işimizi kolaylaştırıyor.
“Ne Zormuş Büyümek” bu kategoriye giren bir seri. Üç altı yaş aralığındaki çocuklar için yazılmış yedi kitaplık bir seride “Küçük Kardeş İstemiyorum!”, “Her Şeyi İsterim, Kral Benim!”, “Yemeyeceğim İşte!”, “Kendi Yatağımda Uyumayacağım!”, “Kurallardan Nefret Ediyorum!”, “Okula Gitmek İstemiyorum!”, “Nereden Çıktı Bu Kardeş!” adlı kitaplar yer alıyor. İtalya’nın ödüllü gelişim psikoloğu ve çok satan kitapların yazarı Alberto Pellai ile çocuk psikoloğu ve pedagog Barbara Tamborini’nin ortaklaşa yazdığı seriyi İtalyanca aslından Bahar Ulukan çevirmiş. İlgilenenlere tavsiyemdir.
February 17, 2022
Z raporu
Bu ara okumalar, kendim için not almalar, yeni öykü taslaklarıyla geçiyor zaman. Öyle olunca okumaya ve yazmaya epey mesai harcadığım halde bloğu boşlamış gibi görünüyorum. Bloğun ilk yıllarında olduğu gibi öykülerimi ilk kez buradan paylaşmaya varmıyor elim. İstiyorum ki, bir kitap bütünlüğünde okurla buluşsun öyküler. 2022 bu muradımın gerçekleştiği yıl olur mu henüz bilmiyorum ama arka planda buradaki boşluğun ve sessizliğin aksine çalıştığım biline...
Okumalar da bu niyetten payını alıyor, daha çok faydacılık tutumuyla, kendimi beslemeye yönelik, bazen bir öykü kitabından yalnızca birkaç öyküyle sınırlı, tekrar tekrar, yoğun okumalar hâline dönebiliyor. Dünya öykülerle dolu hepimiz biliyoruz. Oralarda bir yerlerden öykü fikri çekmek, kurmacayı kendine çağırmak telaşı gütmeden sessiz ve sakin bir okuma yapmak istedim dün. Elim Beyaz Kitap'a gitti. Kısa bir anlatı. Bir oturumda, odaklanarak, hiçbir amaç olmaksızın kendimi okumanın keyfine bırakmak hoşuma gitti. Sabah bir fotoğraf çekip koydum instagram hesabıma. Üzerimde pijamalar, koltukta oturup birkaç dakika içinde aklımda kalanları döktüm satırlara. Her zaman bir kitap hakkında dolu dolu sayfalar yazamıyor insan ama unutulup kalsın da istemiyor. Kitabın parçalı yapısına uygun okuma notları oldu doğrusu, kısa ve boşluklu... Orada kalıp unutulmasın diye buraya da almak istiyorum.
Han Kang Varşova'da kaldığı iki, üç aylık dönemde kentin yıkıntılar arasından yeniden doğmuş suretine bakarken aynı rahmi paylaştığı doğumdan sonra yalnızca iki, üç saat yaşayan ablasını, aile travmasını, doğumdan beri taşıdığı yükü anımsar. Beyaz Kitap Varşova sokaklarını örten kar beyazından ölü bebeğin beyaz suretine bir hat çeken, o aralıkta salınan, kronolojik ve bütünü göstermekten ziyade yazarın kendi yaşantısından kanırtan anları öne çıkartan parçalı bir anlatı. Ben ve O Kadın adlı iki bölümden oluşuyor. Bireysel yastan Varşova sokaklarında tutulan toplumsal yasa bakıyor, karşılaştırıyor, anlamlandırıyor, yaşama şansı bulamayanı onurlandırıp ikame çocuk olmanın yükünü yazı yoluyla sağlatıyor.
Beyaz Kitap
Han Kang
April Yayıncılık
Çeviri Göksel Türközü
February 13, 2022
Engelleri aşan kadın: Marie Curie
Birleşmiş Milletler, 2015 yılında kadınların ve kızların STEM (fen, teknoloji, mühendislik ve matematik) alanında eğitim ve araştırma faaliyetlerine katılımını teşvik etmek amacıyla 11 Şubat gününü “Bilimde Kadın ve Kız Çocukları Uluslararası Günü” olarak ilan etti.
Elbette kız çocuklarının ve kadınların eğitim alma, bilimsel araştırma faaliyetlerine katılmasının önü kendiliğinden açılmadı. Kız çocukları ve kadınlar bu uğurda inançla, azimle, kararlılıkla çalıştı, çabaladı. Çoğu zaman başarıları istisna olarak görüldü, yok sayıldı. Yine de yılmadılar, kendilerinden sonra gelenler için yolu açmaya, ilerlemeye devam ettiler. Size karşısına çıkan engelleri yılmadan aşan, öncü bilim kadınlarından Marie Curie’nin hikâyesini anlatan bir çocuk kitabından bahsetmek istiyorum.
“Marie Curie ve Atomların Sırrı” Luca Novelli’nin yazdığı, Süheyla Kaya’nın çevirdiği, Can Çocuk’tan yayımlanmış bir biyografi kitabı. Kitapta kronolojik sırayla Marie’nin çocukluğu, eğitimi, kocası Pierre Curie ile tanışması, fizik çalışmaları, karşılaştığı engeller, ona ün kazandıran bilimsel başarıların yanı sıra ilk Nobel ödülü alan kadın olması, hiçbir kadının alınmadığı kurumlarda çalışmayı başarması gibi tarihe düştüğü ilkler anlatılıyor. Kitap Marie’nin hayatını on dokuz bölüme ayırıyor. Her bir bölümün başında üçüncü tekil şahıs anlatıcı, o bölümde okuyacağımız içeriğe dair genel bilgi sunuyor. Sonra Marie dile geliyor ve ben anlatıcının olanaklarından faydalanarak bize ilk elden biyografisinin ayrıntılarını sunuyor. Bu ayrıntılar neşeli siyah beyaz karikatürlerle belirginleşiyor, daha da ilgi çekici hâle geliyor. Anlatının sonunda yer alan radyoaktif sözlük bölümünde ise kitap boyunca karşılaşılan terimler ve bilim insanları hakkında bilgiler yer alıyor.
Gelelim Marie Curie’nin ilham veren hikâyesine:
Marie Curie, 7 Kasım 1867’de Polonya’nın başkenti Varşova’da Maria Sklodowska adıyla dünyaya geldi. O tarihlerde günümüz Polonya toprakları Rusya, Prusya ve Avusturya-Macaristan’nınegemenliği altında idi. Varşova, Çarlık Rusya’sı işgali altındaydı ve halkın ana dili olan Lehçe’yi öğrenmesi yasaktı. Maria’nın babası Wladyslaw lisede matematik, annesi Bronislawa ise bir kız okulunda müdürdü. Maria daha liseyi bitirmeden ablalarından biri tifodan, annesi ise tüberkülozdan öldü. Babası yanlış bir yatırım nedeniyle tüm parasını kaybedince aile zor günler geçirdi. Maria başarılı bir öğrenciydi. Yasak olmasına karşın Lehçe okumayı ve yazmayı da öğrendi. Liseyi birincilikle bitirdiği halde o günlerde kızların üniversiteye gitmesi engellendiği için “Uçan Üniversite” denilen bir oluşumla öğretimine devam edebildi. Bu oluşuma “Uçan Üniversite” deniyordu çünkü öğretmenler kızlara gizlice evlerde ders veriyor, polis baskınına karşın da bu evler sürekli olarak değişiyordu. Maria öğretmenleriyle Avrupa’da dolaşan yeni fikirler üzerine konuşmaktan hoşlansa da yurt dışına giderek gerçek bir üniversite eğitimi almaya kararlıydı. Bunun üzerine ablası Bronia ile bir anlaşma yaptılar. Ablası Paris’te tıp okurken Maria mürebbiye olarak çalışacak ve ablasına para gönderecekti. Ablası doktor olup para kazanmaya başladığında ise okuma sırası Maria’ya gelecekti. Maria önce Varşova’da, sonra kırsalda mürebbiye olarak çalıştı. Kırsalda çalıştığı evin oğluyla yakınlaşınca aile, oğullarının drahoma getiremeyecek yoksul biriyle evlenmesini istemedi. Yeniden Varşova yolunu tutan Maria, kuzenlerinden birinin gizlice kurduğu fizik ve kimya kursuna başladı. Mendeleyev’in öğrencisi olan kuzeninden çok şey öğrendi.
Paris’e gitme sırası geldiğinde seçimi belliydi. Maria, Sorbonne’da fizik bölümüne kaydolurken ismini Marie olarak değiştirdi. Sorbonne’dan birincilikle mezun oldu. Burs alarak Ulusal Endüstriyi Geliştirme Derneği adına belirli çelik çeşitlerinin manyetik özelliklerini incelemeye başladı. Bu araştırma için Endüstriyel Fizik ve Kimya Okulu laboratuvarı başkanı fizik doktoru Pierre Curie ile tanıştı. Ortak ilgi alanlarının da etkisiyle yakınlaşan çift 26 Temmuz 1895’te evlendi. Bu tarihten sonra Marie Curie adını aldı. Curie, doktora konusu olarak Bekerel ışınımını seçti. Araştırmaları sonucunda bu ışınıma radyoaktivite adını verdi ve polonyum ve radyumu keşfetti. Radyumun keşfi, tıp alanında kullanılabileceğinin tespit edilmesi onlara büyük ün kazandırdı. Bu araştırmayla Marie Curie, eşi Pierre ve doktora hocası AntoineHenriBecquerel ile Nobel Fizik Ödülü’nü aldı. Tarihte Nobel ödülü alan ilk kadın oldu. Keşiflerinin tüm insanlığın yararına kullanılması için patent almaksızın, ticari kaygı gütmeksizin araştırmalarına devam ettiler. 1906 yılında Pierre kaza geçirip ölünce Marie Curie, Sorbonne’da profesör olarak çalışan ilk kadın oldu. Pierre’in ölümünden sonra ismi haksız skandallarla anılıp itibarsızlaştırılmaya çalışılsa da Marie Curie çalışmalarını sürdürdü. 1911 yılında bu defa Nobel Kimya Ödülü’nü alarak tarihte iki Nobel Ödülü’ne sahip ilk insan oldu. Çalışmaları bununla sınırlı kalmadı. Birinci Dünya Savaşı sırasında yaralanan askerlerin vücudunda kalan şarapnel parçalarını bulmak için röntgen ışınlarından faydalanma fikrini düşündü. Kızı Irene ile cephelerde bulundu. Uzun yıllar radyoaktif maddelere maruz kaldığı için 1934’te kan kanserinden öldü.
Marie Curie radyoaktivitenin atom bombasının geliştirilmesinde kullanıldığını görmedi. Ölümünden sonra radyoaktivite alanındaki gelişmeler, nükleer santrallerin kurulması, nükleer tıp gibi uygulamalarla devam etti. Pierre ve Marie Curie buluşlarının insanlığın iyiliğine kullanılmasını arzu ediyor, aksi bir durumdan endişe ediyordu. Nitekim Pierre Curie 1905’te Nobel Fizik Ödülü aldıkları törende görüşlerini şöyle dile getirmişti:
“Radyum canilerin elinde çok tehlikeli olabilir… Kendimize şu soruları sormamız gerekiyor: Doğanın sırlarını bilmek insanlığa gerçekten yarar sağlayacak mı? İnsan bu yeni bilgilerden faydalanmak olgunluğuna erişti mi?” Pierre Curie iyimserdi. Sözlerini şöyle sürdürdü: “Fakat ben de Nobel gibi, insanlığın, her şeye rağmen yeni buluşlardan zarardan çok yarar sağlayabileceğini düşünüyorum.” Tarih bize Pierre Curie’nin sözlerinin kehanet gibi gerçekleştiğini gösterdi. Dilerim bundan böyle yeni buluşların zarardan çok yarar getirme konusunda daima haklı çıkar.
*Bu yazı ilk kez 11 Şubat 2021 tarihinde Parşömen Sanal Fanzin'de yayımlanmıştır.
January 31, 2022
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 40
Bilmek isteyen yola çıkar.
Şefkatli Anne Günlükleri'ni yazmak, ebeveynlik amaçlarımı, önceliklerimi belirlememe, düşüncelerimin ve eylemlerimin farkına varmamı sağlıyordu. Sura Hart alıntıları bitince, sanki ters yönde yürümeye başlamışım gibi bir düşünce gelip çöreklendi içime. Yeniden konu üzerine düşünmek, yazı yoluyla düşüncelerimi tasnif etmek, eylemlerimin farkına varmak istedim. İşbu sebeple www.nonviolentcommunication.com sitesinde ücretsiz yayımlanan haftalık ipuçlarının rehberliğinde yeni bir günlüğe başlıyorum.İpuçlarının çevirisi bana ait.Şefkatli Ebeveyn İpuçları Hediyelerinizi özgürce verin. Çocuğunuza zamanınızı, dikkatinizi, ilginizi ya da başka bir hediye verdiğinizde bunu yapmak istediğiniz için yaptığınızdan emin olun çünkü vermenin doğasında neşe vardır. Eğer suçlu hissettiğiniz, görev gibi gördüğünüz ya da bununla bağlantılı düşüncelerle veriyorsanız bunun bir hediye olmadığını ve sonucu herkesin ödeyeceğini bilin.
Haftanın mindful alıştırmasıBu hafta çocuğumla ilişkime hangi niyeti taşıyacağım?Saygılı bir dil kullanarak kolaylıkla güvenli, dürüst ve aidiyet içeren bir ev ortamı yaratabilirsiniz. İhtiyaç duyduğunuz destek için Şiddetsiz İletişim Kitaplığı'ndan faydalanabilirsiniz.
Ben ne düşünüyorum? Ne yapacağım? Çocuklar için en kıymetli hediyenin mecburiyetten uzak, içtenlikle verilen zaman ve ilgi olduğunu düşünüyorum. Maddi değeri olan nesnelerin verdiği haz çok anlık, uçucu. Evde biriken eşyalar da bir müddet sonra insana sıkışıklık hissi veriyor. Üstelik ebeveyn olarak şöyle bir çıkarım da yapıyoruz rahatlıkla. "O kadar oyuncağın, kitabın var ve sıkılıyorsun öyle mi!" Az çoktur şiarıyla bakacak olursak beraber geçirilen zaman satın alınan oyuncaklardan, götürülen etkinliklerden, kurslardan çok daha kıymetli ve akılda kalıcı. Anı biriktirmenin, nesne biriktirmekten daha etkili olduğu muhakkak. Bununla beraber bütün günü okulda ya da evde geçirmiş, ebeveynine olanı biteni anlatmak için sabırsızlanan, ya da sıkıntısını gidermek umuduyla onu dört gözle bekleyen, ya da kardeş çatışmasını aşmak için sizden medet uman çocuk varsa ve siz fırtına gibi eve giriyor, üzerinizi değiştirdiğiniz gibi sizi bekleyen işlere girşiyorsanız ne olacak? Çoğu kadın için işten eve gelmek, ikinci bir mesai, karşılığı olmayan bir emek. Eksiklerin görüldüğü, söylendiği, olanın dile getirilmediği bir alan. İş yerindeki üretimin maddi bir karşılığı var, oradaki emek maddi manevi gideriliyor ancak evdeki emek çoğunlukla görmezden geliniyor. Temiz çamaşırlar kendiliğinden katlanıp çekmecelere, pişmiş yemekler kendiliğinden buzdolabına yerleşmiş gibi bir sessizlik. Buna karşın henüz yapılmamış, sırası gelmemişler hemen size soruluyor. Bazen bu yoğunluğun içinde insanın içindeki şefkatli doğayı koruyabilmesi gerçek bir mucize. Şimdi bu satırları yazarken yeniden fark ediyorum. Akşam eve gittiğimde bir süre sessizlik içinde kalmak istiyorum. Günün bombardımanından arınmak, yalnız kalmak, çabasızca hareket etmek, sırayla, yapmak istediğim kadar, buraya bir uyaran geldiğinde, içimde ihtiyaç duyduğum yavaşlıktan çıkarak telaşla iş yaparken daha fazla multitask olmak istemiyorum. Kızımla bunun üzerine sohbet ederken o da bir okul gününü bitirmenin yorgunluğuyla eve geldiğini, bazen kendisini yorgun, bıkkın hissettiğini fark etti. Böyle hissettiğimizde birbirimizi durumdan haberdar etmeye ve birbirimize ihtiyaç duyduğumuz alanı tanımaya karar verdik. İkinci yarı yıl başlarken bu kararı hatırlatmak üzere onunla konuşacağım. Dinlenmiş ve arınmış bir zihinle ve bedenle iletişime başlamak, hediyelerimizi birbirimize cömertçe sunmamıza vesile olmasını diliyorum.
Bir demet kitap...
Uzamış pandeminin hepimizin okuma alışkanlıklarını değiştiren bir etkisi oldu sanırım. Dikkatimi toplamakta kimi zaman zorlandığımı fark ediyorum. Okumak istediklerimiz her zaman okuyabildiklerimizden fazla. Yetişmek mümkün değil, biliyorum. Bunun ötesinde bir zihinsel yavaşlama, eline aldığını bitirememe hâli daha çok benimki. Hâl böyleyken çocuk edebiyatına yöneliyorum. Sevdiğim kimi çocuk kitapları hakkında küçük değerlendirmelerim burada. Belki kitaplığınıza eklemek istedikleriniz çıkar.
Notabene Yayınları'ndan çıkan "Dünyayı Kurtaran Öfke"kendi halinde yaşayan Sophia'nın hayatını anlatıyor.
Sophia'nın hayatı evine ard arda gelen sığınmacı hayvanlar ve insanlar nedeniyle kaosa döner. Bu duruma öfkelenen Sophia her birinin küresel iklim krizi nedeniyle göç etmek zorunda kaldığını anlayınca sorunları çözmek için hükümetten yardım ister ancak ciddiye alınması pek de kolay olmaz. Sophia'nın öfkesi arttıkça hareket de dalga dalga yayılır. Bu resimli kitap çocuklara şartlar olumsuz göründüğünde dahi birlikte mücadele etmenin önemini anlatırken barışçıl ve şiddetsiz eylem planı örneği de sunuyor. Kitabının sonunda küresel iklim krizi hakkında bilimsel bilgiler veren bir bölüm ve dünyayı kurtarma eylem planı posteri yer alıyor. Anlattığı konunun ciddiyetine karşın çözüm önerisi ve umut barındıran bu kitabı sevdim. Okul öncesi ve ilk öğretim seviyelerinde iklim konularını ele alırken incelenmek, içinden etkinlik çıkarmak için uygun. Tavsiye ediyorum.
İdil okulun ilk haftası alışamadığı, annesinden ayrıldığı için ağlarken tüm arkadaşların kapıldığını düşünüyor. 2. sınıfa geçtiğinde dahi durumun değişmediğini fark ediyor. Ona düşen yedek arkadaşlık. Yedek arkadaş olmaktansa yalnızlığı yeğleyince okulda kendisi gibi başka çocukların da olduğunu fark ediyor. Okula yeni gelen rehber öğretmenle bir proje geliştiriyor. Nöbetçi oyun arkadaşlığı. Arkadaşı olmayan çocuklar isimlerini kumbara gibi bir kutuya atıyor. Rehber Öğretmen isimleri günün nöbetçisine söylüyor ve oyun başlıyor. Çünkü hiçbir çocuk oyunsuz ve arkadaşsız kalmamalı. Yalnızlık, dışlanmak ve bu süreçten güçlenerek çıkmak, bu farkındalığı, eşsiz armağanı ihtiyacı olanlarla paylaşmak üzerine tatlı bir hikâye.
Teo can sıkıntısıyla geçen birkaç günün ardından can sıkıntısının nedenlerini ve aşmanın yollarını öğreniyor. Birbirinin aynı gibi görünen her güne merakla, heyecanla bakmanın o günü farklılaştıracağını deneyimliyor.
Unutma sıkılmak sadece bir uyarı! Yaptığın işe mola verebilir, bu deneyime tüm duyularınla katılırsan farklı bir yan bulabilirsin.
Denizin tadı yüzmekle, müziğin tadı dansla, okulun tadı arkadaşlara katılmakla çıkar.
Mükemmel Elin ve Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu olan Jamie'nin bağımsız akan hikayeleri onların üvey kardeş olarak aynı çatı altında yaşamalarıyla devam ediyor. Anlatı ileriye doğru akıyor, her çocuk kendi hikâyesini "ben" diliyle anlatıyor. Bu sayede her iki kahramanın iç dünyası bize geçiyor. Mükemmel olursa anne ve babasının yeniden bir araya geleceğini uman Elin'in duygularını, düşüncelerini ta içeriden gördüğümüz için o baskıyı, Jamie'nin eve gelişiyle hayallerinin nasıl yıkıldığını görüyoruz. Aynı şekilde DEHB yaşayan bir bireyin iç dünyasını, kendisini dizginleyememesini, dışarıdan baş belası gibi görünürken içeride yaşanan kaosu ve doğru yaklaşımı da görüyoruz. Romanın ele aldığı zor konular yalnızca boşanma sonrası çocukların yaşadığı sıkıntılar, yeni kurulan aileler, zoraki üvey kardeşlik değil. Romanda sınıf ortamı, okulda yaşananlar da epey yer tuttuğu için akran zorbalığı, popülerlik meselesi, dışlanmak gibi meselelere de değinilmiş. Buradaki örnekler üzerinden doğruyu, yanlışı, seçenekleri görmek, çocuk okurun bu konular üzerine düşünmesine de vesile olacaktır. Çocuk edebiyatı zor konuları ele alıp bunu da akıcı, maceralı bir metnin içine yedirip sunduğunda genellikle iyi sonuçlar ortaya çıkıyor. Edebiyat da amacına ulaşıyor. Bize uzak görünen deneyimlere tanıklık ediyor, beceriksiz, sakar, ezik gibi etiketlerin ardında yatan güzellikleri, iyilikleri, oradan doğabilecek sonsuz potansiyeli görüyoruz. Okumak gibi pasif görünen bir eylem, bizde değişime yol açabiliyor, etrafımıza daha esnek bakabilme olanağı sağlıyor. Genç Timaş isabetli kitap seçimleriyle sevdiğim, beni hayal kırıklığına uğratmayan bir yayınevi. Henüz tanışmadıysanız okuma listelerinizi oluştururken göz atmayı unutmayın.
Aile içi İletişimsizlik, akran zorbalığı üzerine etkileyici, düşündüren bir gençlik romanı.
Defne ve ailesinin hayatından kısa bir kesiti anlatıyor. İkili bir anlatım var. Odasında baygın bulunan Defne'ye acilde müdahale, anne Emel'in kızının günlüğünü okuması şimdiki zaman hattını oluştururken, günlüğün kendisi geçmişi anlatıyor. Ben diliyle bir ergenin ağzından yazılan günlük en çok da ebeveynlere sesleniyor. Ergenlik denilen o zor geçişi ne kadar anlıyoruz, dinliyoruz? Kitabın umutlu bir sonu var. Yeni bağlar kurarak onarmak, çaresizliği yenmek, "Dur!" deme cesaretini göstermek de mümkün. Tüm bunları bize en hızlı kurmacalar gösteriyor. İyi ki...
Deniz'in Türkçe dersinde okuyacağı kitaplardan biri.
Greta Thunberg'in hikayesi, çocukları küresel iklim krizi hakkında bilgilendirirmekle kalmıyor, onun kararlılığı ve adanmışlığını bir örnek olarak sunuyor, büyük şeyler yapmak için çok küçük olmadıklarını hatırlatıyor ve eyleme geçmeye çağırıyor. Çocuktan çocuğa güçlü bir davet bu. Sınıf ortamında birlikte okumalarının doğuracağı eylemliliği şimdiden merak ediyorum.
Akran zorbalığı, kardeş didişmesi, kıskançlık, can sıkıntısı, kayıplar, ölüm gibi evrensel konuların işlendiği öykülerde Peter düşle gerçek arasında gidip geliyor sıkça. Peter'ın gerçeküstü evreni başına iş açmıyor. Tam tersi kavrayış, çözüm buradan geliyor.
En çok Peter'ın bir kurtarıcı aramamasını sevdim galiba. Düşleri, hayalleri içinde kaybolurken, düşünceyi bir anahtar gibi kullanmasını, bu anahtarla kendi algısını, anlayışını genişletmesini, felsefi bir sorgulamayı başlatabilmesini, ilerletip sonuçlar çıkarabilmesini...
Öykü kahramanları çoğunlukla kendi yollarını bulma, kendilerine dayatılanlar yerine hayallerinin peşine düşme derdinde olan, aileleriyle ya da kendileriyle yüzleşip olağan sonucuna katlanacakları seçimler yapma arifesinde olan kimseler. Baskı, hayatın güçlükleri hepimiz için birer eşiktir. Ya gücümüzü fark eder, içimizdeki potansiyeli görür, bunu harekete geçirir ve büyürüz ya da kaderimize razı gelir, kabullenir, siner, donarız. Olmayan Şeyler'de ele alınan öyküler çoğunlukla bu türden eşik anları içerisinden yazılmış öyküler. Tespit et, yüzleş, harekete geç dedirten anların içinden seslenen yazar, belki de genç okuru kendi akranlarının müşkül durumlardan çıkma hikâyelerine ilgi duymaya, oradan gelecek deneyimi kendi zihninde evirip çevirerek okumaya eşlik etmeye davet etmektedir. Her metin okura uzatılan bir davetiye olduğuna göre Füsun Çetinel'in davetine icap edenleri çok olsun.
January 28, 2022
İşbirliği Şart
Pandemi nedeniyle son bir buçuk yıldır ev içlerine tıkılan ve çevrimiçi eğitime devam eden çocuklar, bu öğrenim yılında yeniden okullarına döndü ve ilk ara karnelerini aldı. Tam zamanlı yüz yüze eğitime başlamak, gün boyu maskeyle öğrenim görmek, uzayan okul saatleri, evde geçirilen sürenin kısalması, ders ve ödev yükünün artması... Tüm bunların yanı sıra kendini virüsten koruma çabası… Çocuklar duygusal olarak belki de hiç olmadıkları kadar zorlandıkları bir sürecin içinden geçiyor ve yeniden uyumlanmaya çalışıyor. Bununla beraber rekabet, okul sınav sonuçları üzerinden yürüyen yarış, merkezi sınavlara yönelik yoğun çalışma kaldığı yerden devam ediyor. Başarı ve başarısızlık karneler ve sınav sonuçları aracılığıyla ilan ediliyor. Alınan eksik puanlar çocuklar nezdinde nereleri güçlendirmesi gerektiğine dair bir uyarı olarak görülmüyor. Başaramama kaygısı, sınavlardan korkmak, ödevlerden bıkmak gibi sonuçlar doğurmayı sürdürüyor.
Bu yazıda amacım, sistemi eleştirmek, ödül ceza yöntemini yermek ya da “Peki ya öğrenmenin, merak etmenin heyecanına ne oldu?” diye sormak değil. Enerjinizi verimsizce, olumsuz, eksik yanlarda tutarak çocuklarınızda bu inanışları daha da köklendirmenizi istemem. Çünkü nöropsikolojik çalışmalar, verilen mesajların bizi şartlandırdığını, çalışmalarımızı, dünyayı algılayışımızı belirlediğini, davranışlarımız ve gerçekliğimiz üzerinde sonuçları olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla davetim, başınızı başka bir yöne çevirmeniz için. Bir çocuk kitabı aracılığıyla çocuklarınıza okul hayatında başarının temelini oluşturan beceri ve alışkanlıkları kazandırmak için basit ama etkili stratejiler göstermeye, bunları birlikte uygulamaya var mısınız? Umarım, cevabınız “Evet”tir çünkü çocuklara başarmanın, kendi gelişimini izlemenin hazzını verebildiğimizde, öğrenmenin, merak etmenin kendiliğinden geleceğini, bu sayede okula, ödevlere, sınavlara bakış açılarının değişeceğini, kaygı ve stres seviyesinin düşeceğine canı gönülden inanıyorum.
Ada'nın Planı Okuyan Koala’dan yayımlanmış APA (Amerikan Psikoloji Derneği) onaylı bir resimli kitap. Kitabın alt başlığı “Ödev Yapmak ve Düzenli Olmak Aslında O Kadar da Zor Değil”. APA, binlerce araştırmacı, eğitimci, klinisyen, danışman ve öğrencilerle bilimsel çalışmalar yapan dünyanın en büyük psikoloji topluluğu. 1997 yılından itibaren bünyelerine kattıkları Magination Press aracılığıyla 4-18 yaş arası çocuk ve gençlere, büyüme dönemlerinde karşılaştıkları okul yaşantısı, korkular, dikkat eksikliği, depresyon, öfke ve kızgınlık gibi zorlu duygularla başa çıkma, yeni kardeşin doğumu, boşanma, yas gibi kayıplarla ilgili resimli kitaplar sunuyor. Çocukları bu konuyla ilgili bilgilendiriyor, günlük yaşamlarına adapte edebilecekleri pratik çözüm önerileri sunuyor. Hikâyelerin sonunda yer alan “Ebeveynlere ve Eğitimcilere Not” bölümü kitapları okuyan yetişkinlere yönelik. Kitapların içeriği ve çocuklara nasıl rehberlik edileceği bilgileri burada yer alıyor. Görüldüğü üzere kitapların hedef kitlesi yalnızca çocuklar değil. Ebeveynler, çocuklarla çalışan öğretmenler, sosyal hizmet uzmanları, pedagoglar, psikologlar için de kaynak niteliği taşıyor. Okuyan Koala bünyesinde yirmiden fazla APA onaylı kitap mevcut.
Jeanne Kraus’un yazdığı, Charles Beyl’in resimlediği, Selim Yeniçeri’nin çevirdiği Ada’nın Planı’nı 6-12 yaş grubu çocuklara çalışma becerileri kazanmak ve ödev yapmayı kolaylaştırmak amacıyla yazılmış bir kişisel yardım kitabı olarak görmek mümkün.
Kitap Ada adlı kahramanı tanımamızla başlıyor. Ada akıllı, kitap okumayı, bulmaca çözmeyi ve dört işlem yapmayı seven bir çocuk. Bununla beraber okulda dikkatini dağıtacak çok şey var. Bu yüzden okulda anlatılanları dinlemekte, derste verilen sürede işlemleri bitirmekte ya da yazmakta, evde ise ödevleri tamamlamakta zorlanıyor. Ev ve okul arasında getirip götüreceklerini yönetme işi ise tam bir kaos. Ada’nın okul günleri hayal kırıklıklarıyla dolu, gerçek bir karmaşa. İşte bu yüzden öğretmeni her gün, okul çıkışında onu rahatlatmak için “Yarın yeni bir gün Ada,” diyor. Ada dikkatini vermeyi, dinlemeyi, her şeyi hatırlamayı, sorumluluklarını yerine getirmeyi çok istiyor. Başa çıkmakta zorlanınca öğretmen ve ebeveyn işbirliğiyle okulda ve evde yürütülecek 10 adımlık eylem planı devreye giriyor. Hikâye bu noktadan itibaren önce okulda, sonra evde yapılması tavsiye edilen on adımın açıklanması, Ada'nın çabası, değişimi, gelişimini göstererek devam ediyor. Temiz bir sıra, odaklanmak için gizli hatırlatıcılar, çalışma arkadaşı, günlük hedefler, sakin çalışma alanı vb. küçük ama işlevsel tavsiyelerin Ada üzerindeki dönüştürücü gücünü görmek, çocuk okurları harekete geçirecektir. Onların hevesini, kararlılığını, eylemliliğini desteklemek için işbirliği şart! Unutmayın, iyi alışkanlıklar her zaman kendiliğinden gelmez. Basit ve etkili stratejiler öğretmenin ve bunları sürdürmesi için de yardım etmenin, tepeden bakarak nasihat etmekten çok daha fazla işe yarayacağından hiç kuşkum yok. Belki deneme sırası şimdi sizdedir.
Ada’nın Planı çizgi roman gibi hazırlanmış. Yazı görsel dengesi, görselden yana. Bu sayede okuma geniş bir yaş aralığına yayılıyor. İlkokul seviyesinde dahi kolay bir okuma sunuyor. Kitapta yer alan görseller, bu adımların bir poster gibi çocuğun zihninde kalıcı imgelere dönüşmesini sağlıyor. Ada’nın Planı’nı, bir kez okunup geçilecek bir kitap olmaktan ziyade bir kaynak kitap olarak görün. İhtiyaç durumunda adımları hatırlamak için göz atmayı da ihmal etmeyin derim.
* Bu yazı ilk kez 25 Ocak 2022 tarihinde Parşömen Sanal Fanzin'de yayımlanmıştır.
January 21, 2022
Nasıl Yazar/Şair Oldum? (66)
Yazmak, yazar olmak, ucu çocukluğa kadar gidip dayanan, hiç bitmeyen, ömür boyu çaba gerektiren bir uğraş. Yazarların yazmak ve yazar olmakla ilgili içlerinde uyanan en erken hatıradan, ilk ürünlere, yayımlanmış eserlere ve geleceğe uzanan yolculuklarını onların ağzından dinlemek, sizi de bu serüvene dahil etmek istedim. Buyurun.
*
r Oldum: Hacer KılcıoğluDate: 17 Ocak 2022Author: Parşömen Sanal Fanzin0 YorumlarYazmak, yazar olmak, ucu çocukluğa kadar gidip dayanan, hiç bitmeyen, ömür boyu çaba gerektiren bir uğraş. Yazarların yazmak ve yazar olmakla ilgili içlerinde uyanan en erken hatıradan, ilk ürünlere, yayımlanmış eserlere ve geleceğe uzanan yolculuklarını onların ağzından dinlemek, sizi de bu serüvene dahil etmek istedim. Buyurun.
Tuğba Gürbüz
Hacer KılcıoğluYAZARSIN DEDİLER, İNANMADIM…
İki binli yılların başıydı. Hayatımda şöyle bir dönemdeydim: Yirmi yıl İngilizce öğretmenliği yaptıktan, iki çocuğumu büyüttükten sonra emekli olmuş ama emekli olmak düşüncesini reddetmiş, bir çocuk evi açmıştım. İçimdeki yetişkin kadın, “dinlen artık,” diyordu, haylaz kız ise, hadi oynayalım havasında…
Onları birbiriyle anlaştırmaya çalışmaktan yorgun düşmüştüm.
Çocuk evimdeki çocuklar yetişti imdada. Her gün çılgın bir hikayeyle geliyor, beni neşelendiriyorlardı. Doğum günü için babasına ne almış Ceren biliyor muymuşum? Bilmiyordum. Bir şey almamış da, Tanrı’ya yalvarmış, lütfen babama saç gönder.
Hikayeler… Hikayeler… Ben onlarla neşelenirken içimdeki haylaz kız, kendi çocukluğuma dair neşeli hikayeleri anımsatmaya başladı. Harikaydı onlarla buluşmak. Unutulmasınlar istedim ve yazmaya başladım. Everest Yayınlarından Ben Eskiden Çocuktum ve Jale’yle Konuşmak çıktı ortaya. Okurlar, “yazarsın sen,” dediler, inanmadım. Çocuklar için yazmalısın, dediler, inanmak istedim. Çocuklar için yazmak epey riskliydi. Ne demişler, kediyle yaşıyorsan tırmığa razı olacaksın. Ürktüm başlangıçta, ne yalan. Ama kitaplarım harika yayınevleriyle buluşunca, çocuk okurlar kitaplarımı sevince… Dünyalar benim oldu. Günışığı Kitaplığıyla, Perşembeleri Çok Severim ile başlayan, (10. Kitap: İyi Günler Eczanesi) serüven çok iyi geldi bana.
Kitaplar beni çocuklara, ışıl ışıl günlerle dolu çocukluğuma ve kendime yaklaştırdı. Hayatın hüznüyle baş etmeyi öğretti.
Daha ne olsun? Dahası iyilik güzellik.
*Bu yazı ilk kez 17 0cak 2022 tarihinde Parşömen Sanal Fanzin'de yayımlanmıştır.
January 18, 2022
Nasıl Yazar/Şair Oldum? (65)
Yazmak, yazar olmak, ucu çocukluğa kadar gidip dayanan, hiç bitmeyen, ömür boyu çaba gerektiren bir uğraş. Yazarların yazmak ve yazar olmakla ilgili içlerinde uyanan en erken hatıradan, ilk ürünlere, yayımlanmış eserlere ve geleceğe uzanan yolculuklarını onların ağzından dinlemek, sizi de bu serüvene dahil etmek istedim. Buyurun.
Küçük bir kasabada büyüdüm. Çocukluğumun geçtiği bu kasabada kitapçı yoktu. Sadece bir tane gazete bayii vardı. Her hafta oraya “Lorel ile Hardi”nin çizgi romanını almaya giderdim. Bazen bayiinin sahibi, beni karşıdan görünce, kapıya çıkar “Senden başka gelen kız çocuğu yok. Aferin sana!” diyerek çizgi romanı elime tutuştururdu.
Babam okumaya olan ilgimi fark etmiş olmalı ki ayda bir kasaba dışına çıkıp kucak dolusu kitapla dönerdi. Benim kanım şu yönde: Bir sabah kalkıp yazar olmaya karar vermiyorsun. Engin sulara ulaşmak için, ufuk aydınlığını takip eden caretta caretalar gibi, yazmaya eğilimli olan insan da edebiyatın ışığı nerdeyse oraya çeviriveriyor dümenini.
Üniversite yıllarından sakladığım bir kutu dolusu üstü yazılı peçetem var. Dört yıl boyunca kafede, evde, hangi mekânda kimlerle oturup ne sohbet ettiysek o güne özel ne hissetiysem yazdım. Kendi yazdığım yetmiyormuş gibi yanımdaki arkadaşlarıma da yazdırdım. Şiir defterimi kaybettim ama peçete kutusunu itinayla saklıyor, zaman zaman önüme döküp okuyorum.
Okul öncesi eğitim öğretmenliğimin zihnimde hikayeler filizlenmesinde etkisi olsa da ilk yazma deneyimimin ilkokulda tuttuğum şiir defterim olduğunu belirtmek isterim. Her gün şiir yazardım ve sayfalarının kenarlarını konuya uygun süslerdim. Keşke kaybolmasaydı. Kim bilir ne saf, ne içten kelimelerle dökmüşümdür içimi. Yaş ilerledikçe yazma edinimi kendini farklı şekillerde ortaya koymaya başlıyor. Bir dönem düzenli günlük tutmalar, bir dönem okul gazetesinde yazmalar, şarkı sözleri, mektuplar, dergilere gönderilen öyküler.
Yavru carettanın suyla kavuştuğunda duyduğu heyecan gibi, ilk kitabım çıktığı günden beri yazma serüveninin büyüsü ile gözlerimi açıyorum her güne. Bazen kahvaltı sofrasındaki bir zeytin çekirdeği öyküye dönüşüyor, bazen de ağacın dalındaki karganın bana anlattığı öyküyü duyuyorum kalbimde.
Yazmak, büyülü bir ormanda gezmek gibi. Her gezi yeni bir macera. Bu ormana bir kez giren çıkamaz. O zaman yazmaya devam!
Filiz Gündoğan
* Bu yazı ilk kez 10 Ocak 2022 tarihinde Parşömen Sanal Fanzin'de yayımlanmıştır.
January 17, 2022
Nasıl Yazar/Şair Oldum? (64)
Yazmak, yazar olmak, ucu çocukluğa kadar gidip dayanan, hiç bitmeyen, ömür boyu çaba gerektiren bir uğraş. Yazarların yazmak ve yazar olmakla ilgili içlerinde uyanan en erken hatıradan, ilk ürünlere, yayımlanmış eserlere ve geleceğe uzanan yolculuklarını onların ağzından dinlemek, sizi de bu serüvene dahil etmek istedim. Buyurun.
Anlatma İhtiyacı
Henüz oldum mu, bunu bilmem şimdilik olanaksız. Bu sorunun yanıtını -kendime- nasıl verebilirim? Belki sorular sorarak ilerleme kat edebilirim.
Yazıyorum, evet, kitaplarım da var ama henüz gerçek bir yazar sayılır mıyım? Yazar olmanın bir eşiği varsa eğer, ben o eşikten nerede ve nasıl atlamış olabilirim? Sanırım yıllar içinde bu alandaki ısrarıma, istikrarıma, yazdıklarımın iyi olup olmadığına bakarak okur dediğimiz kimse karar verecektir buna.
Yazmaya nasıl başladığımı düşündüğümde aklıma gelen birkaç şey var tabii. Dilerseniz kısaca onlardan bahsedeyim.
Neden yazıyorum ya da yazma ihtiyacım nereden ileri geliyor, sorusunu kendime sorduğumda bunun birden çok nedeni olabilir: Bir iz bırakmak, ölüme meydan okumak, ölümden sonra da yaşamak, kalıcı olmak… Hadi canım! Böylesi bir bilinçle yazmaya başlamadım ben. Ama derinlerde bir anlatma ihtiyacı hep vardı.
İnsanın yazmak için önce kendi içine bakması gerekiyormuş. İçindeki derinliğe baktığında orada ne görüyorsun? Ne gördüğün ve ne duyduğun önemlidir, çünkü yazacaksan anlatacak sözün de olmalıdır. Nasıl algıladığımız ve bizde kalan tortuyu yontarak nasıl aktardığımızla ilintilidir bu.
Çocukluğumdan itibaren sayılarda değil sözcüklerde başarılıydım. Duyguları, hayalleri, ayrıntıları ve bakış açılarını önemsedim. Eğitimimi de yeteneklerim doğrultusunda, Sosyal Bilimler alanında tamamladım. Günlükler tuttum, uzun uzun mektuplar yazdım. Sadece kendime yazdığım metinlerim vardı.
Aslında beni yazmaya yönlendiren ilk isim, geçtiğimiz yıl aramızdan ayrılan Türk basınının değerli kalemi Bekir Coşkun’dur. Henüz tıfıl bir mezunken, onun asistanı olarak neyi nasıl yapacağımı pek de bilemezken, içimdeki yazma ışığını fark etmemi sağlamıştır. İlk yazma seminerlerini kendisinden aldığımı söyleyebilirim. Fakat zaman ilerledikçe onun küçük bir kopyası olmaya başladım ve o günlerde sevgili yazarım Necati Tosuner’in “Kendine bir yazar seç ama ondan farklı ol,” sözünü henüz bilmiyordum. Bir ayrıma geldiğimi anladığımdaysa kendi yolumu çizebilmek, iç sesimi kurabilmek, üslubumu ve yazdıklarımın türünü belirlemek amacıyla yaratıcı yazarlık atölyelerine katıldım. Atölyelerde öğrendiğim kısaca şuydu; kalemim kısa öykü türüne yatkındı ve görmesini bilirsen odağında insan olan öyküde tema her yerde karşına çıkabilirdi.
Peki, atölyeler bir insanı yazar yapabilir miydi?
Elbette, yazarlığın öğretilemeyecek yönleri olduğunu bilerek katılıyoruz o derslere. Üniversitedeki hocalarımdan dil bilimci Emin Özdemir, “düş gücü, duyarlık, sabır ve yazma cesareti”nin yazarlığın öğretilemeyecek yönleri olduğunu söylemişti. Öğretilebilen yönü ise iyi metinler oluşturabilmekti. Homeros’tan bugüne el atılmamış hiçbir konu kalmamış, hemen hepsi yazılmışsa, o halde ben ne yazacaktım? İlk anda bana düşen bizden öncekilerin izine bakmak ve o ize basarak ilerlemekti. Sonrasında beslendiğim alanları belirlemek, algı kapılarını açık tutmak, imge oluşturmak, bilinçaltıma kaydettiğim öğeleri geri çağırırken canlandırma ve hayal etme gibi öğelere baş vurmaktı. Yaşamın bendeki kalıtlarını kendimce yeniden söyleyebilmenin bir yolunu bulmaktı. Çoğunluğun göremediği, işitemediği ayrıntıları seçip almak ya da hayatın tekrar eden yönünü farklı bir bakış açısı ve üslupla dile getirmek beni farklı kılabilirdi. Artık “İç dökmelerin vaktinden geçme”nin sırasıydı, hatta salt anlatıcı olmaktan öte, devreye edebi kaygılar da girmeliydi. Sonuçta atölyelerde fazlalıklardan kurtulmayı, metinlerimi sadeleştirmeyi öğrenirken, bir yazma ve okuma disiplini de geliştirdim.
Sonrasında dergiler, ortak kitaplar ve seçkilerde yer aldım. Üyesi olduğum Egeli Kadın Yazarlar Platformu’nun projelerine katıldım. İlk öykü kitabım, bu uğraşılardan sonra doğdu. İyi bir öykücü olma yolundaki ilk adımlarımı böylece atmış oldum.
Bir yandan Ankara Hürriyet’e edebiyat röportajları hazırlıyordum. Yazarlığım röportajcılığımı besledi, röportajlara hazırlanmak için yazarların eserlerini incelerken kendi metinlerime de farklı bir gözle bakabilmeyi öğrendim. Bu sayede çoğaldım, zenginleştim. Ardından ikinci öykü kitabım raflardaki yerini aldı.
Evet, bir süredir yazıyorum ve dünyayı bir kadın olarak deneyimliyorum. Evlat, kardeş, sevgili, eş, yazar kimliklerime ait roller ve sorumluluklar birbiriyle çakıştığında yeteneklerimin farkına varıyorum. Şartlar beni planlı programlı olmaya zorladığında -ki bunu annemin hastalığını yönetmeye çalışırken ziyadesiyle deneyimledim- stres altında çalışabiliyor, aynı anda birden fazla işi yapabiliyorum. Yazarken alınan bir haz duygusu var, o anda hiçbir şeyin bunun önüne geçmesini istemiyor insan. Ama hayat bunu bir çırpıda söylemek kadar kolay yaşanmıyor maalesef, her koşulda üretmeye gayret ediyorum. Dil arayışım ve üslubumu oluşturma konusundaki kaygılarım elbette ki devam ediyor, edecek ve etmeli de. Kendini bilmeye, insanı anlamaya doğru götüren bir yol bu. Öyle seziyorum ki daha anlatacaklarım var. Hepimizin kafasında dönüp duran hikâyeleri var, paylaştığı ya da kendine sakladığı…
Sonuçta, edebi kaygılar olsun ya da olmaksızın hepimiz aynı yere varıyoruz, anlatma ihtiyacına! İşte, o noktada kalemimi iyileştirmeyi kendimden esirgemeyi düşünmüyorum.
Esme Aras
*Bu yazı ilk kez 17/12/2021 tarihinde Parşömen Sanal Fanzin'de yayımlanmıştır.
Tuğba Gürbüz's Blog
- Tuğba Gürbüz's profile
- 1 follower

