Tuğba Gürbüz's Blog, page 43
September 27, 2021
Umuyorum
Uyku düzenimin bozulduğu günlerden geçiyorum her nedense. Akşam saatlerinde çöken uyku, gece buharlaşıp gidiyor. Göz kapaklarımın ağırlaşmasına karşın, bir türlü uykuya geçemiyorum. Yanımdaki hırıltılı nefese kayıyor dikkatim, uyandırmaktan çekinerek sağa sola dönüyor, susadığımı fark ediyor, ev içinde turluyorum. Tuvalet, salon, mutfak... Yatağa ilk giren ben olursam daha kolay uykuya dalıyorum. O zaman uykum bölünmeden sabahın erken saatlerine kadar uyuyabiliyorum. Hava ağarırken gözlerim kendiliğimden açılıyor. Uzun yıllar, yazmak için geç saatlere kadar oturma alışkanlığı edindiğim için bozuk, belki de uyku düzenim. Bilemiyorum. Ben ayarlarımla ne kadar oynasam da, sabah insanı olduğum aşikar. Günlerin kısalmasıyla bedenimin buyruklarına uyabilmeyi umuyorum.
Ev kendi başına büyüyen gelişen bir organizma gibi. İçindekiler bir anda kontrolden çıkıyor, aritmetik olarak büyüyor. Tüketim alışkanlıklarına dikkat ettiğimi düşünsem de, bana alan bırakmayan bir fazlalık mevcut şu sıra. Yavaş yavaş ayıklamayı, ihtiyacı olanlara ulaştırarak yeniden kullanıma sokmayı umuyorum.
Bu ay yenie dergisinde bir öyküm yayımlandı. Daha sık öykü ya da kitap değerlendirme yazısı yazmak ve yayımlanmak üzere dergilere yollamak da umut ettiklerim arasında. Farklı yayın kurullarından onay almanın, ürünlerini yeni okurlarla buluşturmanın insanı heveslendiren, yüreklendiren bir yanı var. Bu hevesi kaybetmemeyi umuyorum.
Dört, beş yıldır kendime ait bir odam var. Sınırlarını korumak bazen pek de kolay olmuyor. Ayrı bir oda da olsa, masanın üzerindeki dağınıklığın Çağlar'ı rahatsız ettiğini görebiliyorum, ya da Deniz'in kendi masasında yer bulamadığı, ya da yanımda olmak istediği için masamı ödev masası olarak kullandığını... Yeni taşınılacak evde, üçüncü odanın kime ait olacağı konusunda çekişmeler şimdiden başladı. Kendine ait oda, kendine ait atölyeye evrilecek bu gidişle. Neyse bu da umut edilenler arasına girsin ve yerini korusun. Bir gün gerçekleşeceğini görebilmeyi umuyorum.
Lodos Çarpması, aralık ortasında yayımlandığında, aralık ayının bir kitap çıkarmak için pek de uygun bir zaman olmadığını düşünmüş, bir sonraki kitabı bahar aylarında yayımlatmayı hayal etmiştim. Kendisiymiş Gibi tam da hayal ettiğim gibi bahar aylarında çıkmak üzere yayına hazırlandı. Kitap 2020'nin mart ayında, pandeminin ilan edildiği, eve kapanmaların yoğun olduğu günlerde matbaadan çıktı. Bir kitapçı rafında rastlamak, okurla buluşmak mümkün olmadı. Galiba kitap çıkartmakla ilgili çok da ideal bir zaman yok. Bunlara takılmadan yazmaya, çizmeye, üretmeye devam etmek, kitabın son kullanma tarihi olmayan bir ürün olduğunu, benden bağımsız yürüyüşünü sürdüreceğini ve okurlarla buluşacağını umut etmek en iyi seçenek. Bu inancımı kaybetmemeyi, aklımda, kalbimde tutmayı umuyorum.
Şimdi Kendisiymiş Gibi yayımlanalı 1,5 yıl geçtiğine göre, yeni dosya üzerinde çalışma zamanı geldiği düşüncesiyle heybemi açtım. Sekiz öykü cepte. Görünen o ki, şimdiye değin yazdığım en uzun öyküler bu dosyada yer alacak. Metnin uzunluğu elbette önemli değil. Öyküler bitmesi gerektiği yerde bitmeli ancak uzun yazmaktan imtina atmek, aşılması gereken bir eşik gibiydi benim açımdan. O yüzden uzun yazma korkumu yendiğime memnunum ve daha oylumlu metinler yazmayı da umuyorum.
September 23, 2021
Kızıyorum, okuyorum
Greta'nın Thunberg'in hikâyesi, çocukları küresel iklim krizi hakkında bilgilendirmekle kalmıyor, onun kararlılığı ve adanmışlığını bir örnek olarak sunuyor; büyük şeyler yapmak için çok küçük olmadıklarını hatırlatıyor ve eyleme geçmeye çağırıyor. Çocuktan çocuğa güçü bir davet bu. Sınıf ortamında birlikte okumalarının doğuracağı eylemliliği şimdiden merak ediyorum.
Sınıftan Yükselen Sesler'i severek okudum. Aynı sınıfı paylaşan hepsi kendi içinde birtakım sırlar, sıkıntılar barındıran, kabuğunun içine saklanan, bazen aksi davranan çocukların sınıflarına yeni ve yenilikçi bir öğretmenin gelmesinin ardından sırayla dile gelerek ilerlettikleri hikâye hem merak unsuru barındırıyor, akıcı bir tonda ilerliyor, hem de yazarı bu kitabı yazmaya iten meseleyi hiç sıkmadan, didaktizme düşmeden okurun kucağına bırakıyor. Paylaşmak, birbirinin ardını kollamak, olumsuz etiketlerin ardına bakarak oradaki hikâyeyi öğrenmek, güzelliği keşfetmek üzerine tatlı bir kitap. Serinin devam kitaplarını da almayı düşünüyorum.
Oh Ne Ala Memleket, Sınıftan Yükselen Sesler ile benzer bir temayı ele alıyor. Kitabın dili akıcı. Yer yer mizahi ögeler de var. Okulu hiç sevmeyen bir grup öğrenci, hasbelkader müdürün yerine geçiyor ve karar alma mekanizmasına sahip oluyor. Ancak işler hiç de umulduğu gibi ilerlemiyor. Çocukların lehine, oy birliğiyle alınan her kararın sonucu bir felakete dönüşüyor. Çocuklar eski, bildik yöntemlerin ve kuralların bir sebebi olduğunu anlarken hikâye yeni ve yenilikçi, çocukların hâlinden anlayan bir müdürün gelmesiyle bitiyor. Hakkında çok olumlu yorumlar okudum ancak benim okuma deneyimim benzer sonuçlanmadı. Çocuğa yetişkin dünyasını, yetişkine çocuk dünyasını anlatmayı, göstermeyi amaçlamış gibi hissettiren, çocuk tarafından baksa da doğal bulamadığım, çok uçucu bir tat bıraktı bende.
Bir hayal kırıklığı daha. Vladimir Tumanov'un dilimize çevrilen diğer kitaplarını okumuş, hatta Asılı Dağ'ın Kahini üzerine bir yazı da yazmıştım. Onun fantastik unsurlarla çevirili kurgusuna aşinayım. Sorgulamıyorum. Tumanov'un kahramanı çocuklar birdenbire kendilerini bir belanın ortasında buluyor, çoğu kez zamana karşı bir yarışla çözüm arayışına giriyor. Fantastik olaylar yaşıyor. Maceranın dozu giderek yükseliyor ve kurtuluş geliyor. Haritada Kaybolmak kitabının devamı olarak yazılan ve yayınevi tarafından "Gizemli Haritalar" dizisinin ikinci kitabı olarak sunulan kitapta kimi kelime tercihleri beni rahatsız etti. Örneğin; yüzey ya da çeper yerine cidar, geri dönüşüm yerine geri kazanım kelimeleri gibi. Onun dışında çocuklar dozu çok yüksek bir macera yaşasa da, sıkıştıkları her anda bir kurtarıcının, birdenbire onları çözüme ulaştıracak araç, gereçlerin belirmesi pek de hoşuma gitmedi. Kitabın küresel iklim değişikliğiyle ilgili iletmek istediği bir mesaj olduğu aşikar. Çocukların yaşadığı felaket, suların yükselmesi, bazı kara parçalarının sular altında kalması, deniz akıntılarındaki ve iklimdeki değişiklikler, küresel ısınmayı 1,5 C ile sınırlayamadığımızda olacakların bir projeksiyonu. Bununla beraber bunu gidermeye yönelik bir çözüm önerisi sunmuyor. Bir haritada beliren bilmecelere doğru cevap verilmesiyle suların çekilmesinden öte bir söz söylemesini bekledim sanırım. Gerçeğin bilgisinden yola çıkarak kurmaca yapıtı eleştirmek ne kadar doğru emin değilim. Belki de çocuk okur, yalnızca maceraya kapılıp gidecek, eğitimci küresel iklim krizi hakkında bir sohbeti başlatabilecektir.
September 10, 2021
Sevinelim
Sonbahar geldi. Ardından elini tutup kışı getirene kadar havaların biraz serinlemesinin, sıcaktan bunalmadan bir yerden bir yere gitmenin, yeniden kırtasiye alışverişi yapabilmenin, daha erken yatmanın, çocukların okula başlamasıyla kendimize ayırabileceğimiz küçük zaman dilimlerinin doğmasına sevinebiliriz. Sevinelim.
Kırklı yaşlar, hemen herkesin yaşamının bir dökümünü yaptığı, bu zamana kadar sürüklenerek geldiğini fark ettiği, isyan bayrağını çektiği, artık kendisi için bir şeyler yapmak istediğini ilan ettiği yaşlar bana kalırsa. Sebebi belli. Hâlâ gençsin, sağlıklısın ama önünde bir bu kadar zaman kalmadığının da farkındasın. Sana esaret hissi veren ne varsa kurtulmak istiyorsun hayatın biricikliği karşısında. Dileklerini, içinde ukde kalanları yerine getirmeye çalışıyorsun. Bunun farkına varmak, değişimi bir yerden başlatmak istemek çok anlaşılır bir şey. Ancak bazen, anlık haz maymunu devreye fazlasıyla girerse sert bir rüzgârın önüne kattığı yapraklar misali oradan oraya amaçsızca savrulmak da pekala mümkün. O yüzden benim kendime tavsiyem sakinleşmek, gerçekte ne istediğini bulmak, el uzatmak üzere olduklarının bu amaca hizmet edip etmediğini fark etmek ve odaklanmak. Yolun kalanı için muradım çocuk ve gençlik edebiyatı ürünleri vermeye devam etmek olduğu için yönümü biraz daha çocuğa çevirmek istiyorum. Bu yüzden ikinci üniversite denilen nimeti, bir tıkla başvuru imkânını kaçırmak istemedim. İstanbul Üniversitesi Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi çocuk gelişimi ön lisans programına kaydoldum. Her şeyin dijitalleştiği bir çağda uzaktan erişimle öğrenci olmanın neye benzeyeceğini tahmin edemiyorum şimdilik. Temennim keyfinin, katkısının bol olması. Merak duygusunun, öğrenme hevesinin zihni zinde tutmasına, kolay yoldan mutluluk sağlamasına sevinebiliriz. Sevinelim.
Annemin evinin karşısında büyük bir tarla var. Bir sene ay çiçeği, bir sene buğday dikiliyor. Bu yıl buğday senesiydi. Biçerdöverin sürdüğü tarlada açılan sarı sarı yollara bakmanın mutluluk veren bir yanı var, bir mevsimin bittiğini, emeğin karşılığının alındığını hissettiren bir yan. Hepimiz kendi hayatlarımızın da çiftçileriysek eğer, bizim için de hasat zamanı sayılmalı şu günler. Bahar ve yaz aylarında verdiğimiz emeğin karşılığını aldığımız, yeniden emek vermenin zamanını beklerken dinlendiğimiz ve düşündüğümüz zamanlar... Ektiğimizin, emeğimizin karşılığını almayı beklememize sevinebiliriz. Sevinelim.
Ömür öyle ya da böyle geçiyor. Günün ya da ömrün sonunda hangi ayrıntıları yazıyorsak, niteliği, duyguyu o belirliyor esasında. O yüzden Pollyannacılık oynamaya çok da burun kıvırmadan, zihnimizin içinde güzel, sevinçli ayrıntıları çoğaltmak mümkün. Hangi duygunun içindeysek, öyle yaşıyoruz zira. Mutlu, heyecanlı, hevesli hatıralar biriktirmeye karar vermemize sevinebiliriz. Sevinelim.
Arkadaşlarımızın olmasına, onlarla birlikte kanatlanmaya sevinebiliriz. Sevinelim.
*Görsel: Dee Nickerson
September 2, 2021
Nasıl Yazıyorlar? (29)
Yazarların okuma alışkanlıkları okurun ilgisini çeken bir konu. Sevdiğim, sevmediğim, okuduğum, okumadığım tüm yazarların söyleşilerinde yazım, üretim aşamasına dair söylediklerini iştahla, ilgiyle okuyorum.
Kurmacabiyografiler, web günlüğüm olduğuna göre, yeri geldikçe buraya da not düşebilirim.İşte yirmi dokuzuncus: Hikmet Hükümenoğlu
Yazma düzenim değişti. Eskiden romanın en kaba ilk müsveddesine "birinci taslak" derdim. Ne yazacağım, birinci taslakta ortaya çıkardı. Atmaca'dan beri detaylı bir özet çıkarıp kafamdaki fikrin başını-ortasını-sonunu derli toplu görmedikçe yazmaya başlamıyorum. Eskiden böyle yazmak ilham kaçırır diyordum ama karar değiştirdim. Eskiden böyle yazmak ilham kaşırır diyordum ama karar değiştirdim. Ayrıca zaman kazandırıyor. Yeni roman için kafamda şahane bir fikir vardı, çok heyecanlıydım, parmaklarım kaşınıyordu ama özetiyle boğuşurken anladım ki hikayenin sonu bir türlü içime sinmiyor. Daha doğrusu sonu yok. Çöpe attım. Çöpe attım ama bir kısmını kurtarıp başka bir özet çıkardım - dönem değişti, karakterler değişti ve bu sefer hikayenin beni tatmin eden bir sonu oldu. Artık ilk taslağı yazmaya başlayabilirim. (Kafamdaki kıl maymun, ne gerek var bu kadar zahmetli roman yazmaya, git başka bir özet hazırla, diyor üç gündür.) Taslak, özet, müsvedde... bu kavramlar kafa karıştırıyor ama işin özün şu: Hepsini boş verin nasıl rahat ediyorsanız öyle yazın. Nasıl rahat ettiğinizi zamanla keşfediyorsunuz ve alışkanlıklar bazen değişiyor. * Bu yazı, yazarın Hikmet Hükümenoğlu adlı bloğundan alınmıştır.
August 31, 2021
Sen bu satırları okuduğunda...
Kitap yazma ayını bitirirken gelecekteki ben'e yazdığım mektubumdur:
Sevgili Tuğba,
Sana bu mektubu bir pazar sabahı Çanakkale'de 18 Mart'taki evin balkonundan yazıyorum. Bu satırları yeniden okuduğumda, hangi evde olacağımı bilmediğim için yer belirttim. Bu eve düşkünlüğümü bilirsin, balkonunu ne kadar çok sevdiğimi, denizi izlemeye olan düşkünlüğümü, küçücük alanda misafir ağırlamaya çalıştığımı, çiçek yetiştirdiğimi... Yaz aylarında balkon çok güneş alıyor biliyorsun. Bahar aylarında salkım salkım açan çiçekler ağustos sonunda diriliğini, canlılığını yitiriyor, kuruyor. Aşağıdan, yok yok, yukarılardan bir kadın, yaşlı muhtemelen bağıra bağıra konuşuyor. Telefonda muhtemelen. Ona karşılık veren yok. Pazar sabahına karışan bu sesten rahatsızlık duyuyorum. Satırlarımın arasına karışıyor, düşüncelerime sızıyor. Yerimden kalkmak ve "Sessiz olun!" diye bağırmak istiyorum. Yapmıyorum elbette. Sen ve ben hangi konularda tuttuk kendimizi? Tutuyoruz, tutacağız, bilmiyorum. Neden takıldım bu sese bilmiyorum. Oysa bu bir teşekkür mektubu. Kendimi şefkatle sarıp sarmalama mektubu. Dış koşullar önemli demek ki benim için, huzur önemli, sessizlik önemli.
Her koşulda yazmayı sürdürdük sen ve ben. Şimdi bu satırları yazan ben, geçmişe ve geleceğe uzanan sen, ikimiz bir "ben" ediyoruz. Ve ben, bu ben'e, benliğe teşekkür etmek istiyorum. Önce şu anda, bu sesten çok rahatsız olduğum halde yazmaya devam ettiğim için teşekkür ediyorum. Sabırla, merakla her gün yazıya oturduğum için teşekkür ediyorum. Günlük işleri erteleyip yazmayı önemsediğim için teşekkür ediyorum. Yazmaya değer verdiğim için, geliştirmek için çabaladığım, okuduğum, dinlediğim, denediğim, öğrendiğim, ciddiye aldığım, ürünlerimi paylaşma cesareti gösterdiğim için teşekkür ediyorum. İlk adımla şu an arasındaki fark için, bu adımdan sonra gelecek adımlar için, yazma motivasyonum, yazdığım, yazacağım kitaplar için teşekkür ediyorum. Yazma hayallerim için, kendime inandığım için, ummadan sürdürdüğüm, tabiri caizsa ummaktan vazgeçtiğim için, ummaktan vazgeçip çalıştığım için, yazmak denilen büyük ödüle sahip olduğum için teşekkür ediyorum. Okumaktan zevk aldığım için, oburluktan vazgeçip kimi kitapları bir öğrenci gibi yeniden okuduğum için, yazarın yazma deneyimini omzunun üzerinden izler gibi yapıtına yaklaştığım, bu emeği harcadığım, harcayacağım için teşekkür ediyorum. Okuduğum her kitapla, yazdığım her satırla ilerleme kaydettiğim için, maymun iştahlı olmadığım için, istikrarım için, yazmanın da bir mevsimi olduğunu kabullendiğim için, ilhama, yazar tıkanıklığına inanmadığım için, bu tür durumlarda "okuma ve not alma" zamanının geldiğini bildiğim için, dolma ve boşalma zamanları olduğunu idrak ettiğim için teşekkür ediyorum. Çöp yazma hakkım olduğunu kabul ettiğim için teşekkür ediyorum. Bu birikenlerin içinden işlemeye değer olanı seçmenin de yazmak eylemine dahil olduğunu sevecenlikle kabul ettiğim, "yeniden yazma" denilen görevi üstlendiğim için, bir metni A noktasından B noktasına getirmekten, içini işlemekten, cümleleri parlatmaktan, metaforlar eklemekten zevk aldığım, yazdığım cümlelere kıyabildiğim için, hep aynı yerden bakmadığım için, yazılarımı arkadaşlarıma emanet edebildiğim için teşekkür ediyorum. Yaz ve yazı yorgunu iken, tek kelime yazmak istemezken bu mektupla kendimi ayağa kaldırdığım için teşekkür ediyorum. Hayattan yazmak için aldığım zamanların da kendimi tanımaya, anlamaya yönelik olduğunu bildiğim için teşekkür ediyorum. Bütün bunlar ve dahası için kendime teşekkür ediyorum. Bu zamana kadar kırılmadan, dökülmeden yaşadığım, iyi arkadaşlara sahip olduğum, bulunduğum andan, yerden keyif almayı, kendimle yetinmeyi bildiğim için teşekkür ediyorum. Birlikte alacağım yol var daha, hem de çok. Bizi taşıyan kabuğa, bedene daha iyi bakmaya karar verdiğim için teşekkür ediyorum. İyi ki varız, bir bütünüz, sen ve ben...
Sevgilerimle.
Ay biterken...
Bazen yalnızca beklemek, gözlerini açmak, sormak, konuşmak gerekiyor. Ne bileyim bazı karşılaşmalar, bir işaret belki. Bazı kesişmeler. Hayatın, evrenin, o senin iyiliğini gözeten iyi talihin işaretleri... Yalnızca meraklı ve görmeye açık olanların gördüğü işaretler...
Ne istediğini bilmek, belki elde etmenin yarısıdır. Kafanda, zihninde, kalbinde bilmek o hayali, amasız, fakatsız istemek, sana gelmesinin önüne engel koymamak kafidir. Koymamayı öğrenebilirim belki, kör inançlarımdan kurtulabilirim. Hazırım, istiyorum. Şimdi zamanı, tam zamanı, yazmanın, yaşamanın, yazarak yaşamanın, sevdiğim şeyleri yapmanın, kıtlık bilincinden kurtulmanın, güzelliklerin bana kolayca akacağına inanmanın, yazarak geçinebileceğime inanmanın zamanıdır. Gelmiştir belki, oradadır, bekliyordur beni. Bir cesur adımı atmama bakıyordur. O adımı günün birinde atacağımdır. Kelimeler tuzluktan akar gibi akıyordur zahmetsizce, sayfalar doluyordur. Bir ayda elli bin kelime çantada kekliktir. Yorgunluk kalmamıştır artık. Mutluluk ve inançtır bu aydan geriye kalan.
Harman yeri
Bitti. 31 gün boyunca her gün 1667 kelimelik yazı maratonu bitti. Her gün sabah erkenden yazı masasına geçmek, sayfalar dolusu yazmak bitti. Biraz yavaşlayacağım eylülle beraber. Eylül, değişim ayı zaten, okulların açıldığı, yaz rehavetinden çıkıp yeniden düzenli, planlı yaşanmaya geçilen ay. Bıraktığın, saldığın ne varsa eski alışkanlıklardan, yeniden eline aldığın ay.
Bu eylül bedenime iyi bakmaya çalışacağım. Otururken belimin sol tarafına yuvalanan ağrı gitsin diye en çok. Aşırı sıcaklar yüzünden bıraktığım vitrin gezme hızında yürüyüşlere (benim hızım benim kararım), yumuşacık yoga pozlarına sığınacağım yeniden, ağrısız yaşamak için. Yazmaktan çok okuyacağım. Yazdıklarımı da okuyacağım, "ay ne saçmalamışım" demeden, şefkatle, sabırla bakacağım eski defterlerime. Üzerinde çalışmaya değer olanı bulacağım ve sereceğim tezgâha. Bir çiftçi gibi.
Çiftçiler sapla samanı ayırmayı, taneleri kabuğundan ayıklamayı iyi bilir. Onca emekle büyütüp yetiştirdiği ürünlerin çöpü boylamasına izin vermez. İşlememeyi göze almaz. Benim yazı tarlam da biçerdöverlerin çıktığı buğday tarlaları gibi sapsarı şimdi. Ayıklanmayı bekleyen yazılar harman yerinde boylu boyunca yatıyor. Yeni ayı bekliyor, eylülü.
Eylül yeniden okullu olmanın, evde daha çok zaman geçirmenin, çalışmanın zamanı. Şimdi eylülün eli kulağında iken ben de yazı hasadımı ihmal etmeyeceğimin sözünü veriyorum şimdi. Yeni ay, okumak ve yeniden yazmak ayı, çer çöpün içine gizlenmiş cevherleri açığa çıkarma ayı.
August 30, 2021
Tekin değil buralar
Üç çocuk, iki kadın, küçücük balkondan aşağı bakıyor. Yamalı bir mahalle burası, kentsel dönüşümün kucağında. Şehrin en eski yerlileri, çingeneler, eski şehrin kalbinde, kalenin yanında sıkışmış, kendi yaşamları ve yeni gelenler arasında. Yeni apartmanlar ve eski barakalar el ele, kol kola.
Üç çocuk ve iki kadın bu ortaya karışık manzaraya bakıyor. Mahalle sakini bir oğlan, gençten bir delikanlı beş dakika olmamış uyaralı: "Abla yolunu mu kaybettin? Tekin değil buralar."
Tekinsiz dediği, kendi mahallesi, sokakları. Bir sünnet çocuğu dolaşıyor aşağıda, pelerini savurarak, asası elinde. Annesi kahverengi tüyler giymiş sanki üstüne, kat kat, kabarık, yaz güneşinde, topukluların üstünde, boynunda, bileğinde, dizi dizi sarılar. Sahte mi, orijinal mi, belli değil. Seçilmiyor o yükseklikten.
İki genç yanaşıyor bir kamyonetin içinde. Gençler sinema televizyonda öğrenci. Hasbelkader buradalar. Eşyalar kamyonete atılırken iki kat yukarı çıkarılacağını, kimsenin yardım etmeyeceğini diyen olmamış. Asansörsüz binada oflaya poflaya taşıyorlar yukarı. Kadınlardan biri ev sahibi olan, içeri alıyor, yer gösteriyor. Son kutu da içeri girdiğinde, gidip balkona diğerlerinin yanına gidiyor. Balkon kapısını kilitlemeden önce kaleye bakıyor, ardından görünen "Çanakkale Geçilmez" yazısına. "İşte," diyor arkadaşına, "Çanakkale de bundan ibaret zaten."
Beklentisizlik ve değişim üzerine
Bir kupa kahve, sıcacık, içimi kolay, sütlü. Küçük, kırmızı kalplerle bezenmiş bir fincanın içinde. Fincanın eşi, büyük kalpli olan, çatlak, içi kalemlerle dolu. Atmaya kıyamadım. Hediyeydi. Dursun istedim. Yeni bir işlevle mümkündü bu ancak. Belki ilişkilere de böyle yaklaşabilir insan. Çatlamış ilişkilerin içine su doldurmayı bırakabilir misal. Sızdıracağını bile bile su doldurmak nafile bir çaba zaten. Gereksiz. Efor kaybı. Beklentisizlik ne güzel şey. Değişimin anahtarı belki de.
Değişim ancak aynı şeylerin, aynı şekilde yapılmasını beklemekten vazgeçtiğin zaman başlar, artık ummadığında, ayak diretmeyi bıraktığında. Bir kupa sütlü kahve bak beni nerelere getirdi. Zihin oyunları, zihnin oyunları... Kol ağrısı, bilek ağrısı. Kuşlar cıvıldıyor. Saat dokuz olmak üzere. Pazar, pazartesi iki gün unuttum altı dakika yazmayı. Gün atlamayacağım. Yerine yazacağım. Kolum arıyor, bileğim yorgun. Kalem hiç de rahat değil parmaklarımın arasında, ağır ve heybetli; hafif olmanın tüm konforundan yoksun.
August 24, 2021
yazmak ve yaşamak üzerine
Yaz bitiyor. Gece fazla gelen pijamaları, sabah balkona çıkmak için giyiyorum, yetmiyor, ince, yazlık bir hırka alıyor üzerime, ayaklarımda çoraplar. Yazma eylemini sabah saatlerinde bitirmek bana keyif veriyor. Herkes uykudayken yazmak ve bitirmek, hayattan çalmadan yaşamak demek, akşamları arkadaşlarla buluşabilmek, bir odaya kapanmadan evdekilerle zaman geçirebilmek demek. Sabah erken kalkmanın günüme hediye ettiği fazladan zamanı seviyorum. Yaz aylarında, içeri giren gün ışığı erken kalkmayı mümkün kılıyor.
Ay bitiyor. Burayı boşlamam yazmayı aksattığım anlamına gelmiyor elbette. Malum kitap yazma ayı içindeyiz. Dolu dolu yirmi dört gündür, hiç aksatmadan çoğu zaman günlük 1667 kelime hedefini de aşarak yazıyorum. Son on gündür kendiliğimden erken kalkıyorum. Balkondaki eprimiş, boyası çıkmış masanın üzerine bir örtü seriyor, balkondaki rahatsız bulduğum sandalye yerine, yemek masasının sandalyesini taşıyor ve yerime yerleşiyorum. Yazmaya başlıyorum. Çoğu zaman içimden geçenleri aktarıyorum sayfalara, sabahın sessizliğini, kuş cıvıltılarını, boğazı yararak geçen gemileri yazıyorum. Denizin, gökyüzünün rengini izliyor, kuşların ötüşlerini dinliyorum. Bunları resmedecek, bu anı yaşadığıma yakın nakledecek kadar güçlü kelimelerim olabilir mi bir gün? Bilmiyorum. Yazının yaşamı taklit ettiği bir an, bir gün, tam ismi konamayacak ama içte hissettirecek bir an... Oraya varmaya çalışıyorum, yazıyorum, kelimeleri yan yana, art arda diziyorum, beğenmiyorum, beğeniyorum. Bazen yazdıklarımı beğendiğimde, parantez açıp büyük harflerle buraya dikkat, öyküleşebilir notları alıyorum ve unutuyorum yazdıklarımı. Bahçıvanlıkla yazarlığı çok benzeştiriyorum. Bahçeden yabani otları söktüğüm her defasında, yazı defterlerinin içinden ayıklama yapmaya zaman ayırmanın önemini kavrıyorum. Bu sonbahar okullar açıldığında, bunu yapabilmeyi umuyorum. Eski defterleri açmayı, okumayı, içlerinden işe yarar parçalarla buluşmayı, onlara ses vermeyi, ete, kemiğe bürünmeleri için emek vermeyi. Bazen günün birinde yalnızca yazarak ve yaşayarak geçireceğim günlerin hayalini kuruyorum. Bu ülkede emekli olmak için biçilen sürenin uzamasına hayıflanıyor, en azından yaşamda keyif aldığım bir uğraşı günlük hayatıma almış, içine sığdırmış olmanın mutluluğunu yaşıyorum.
Tuğba Gürbüz's Blog
- Tuğba Gürbüz's profile
- 1 follower

