Tuğba Gürbüz's Blog, page 40
January 17, 2022
NEHİRDEN GELEN ARMAĞAN
Çocuklar belli bir yaşa gelince ilk sosyalleşme kurumu olan aileden çıkar ve eğitim almak üzere okula gider. Okul,bilgi ve becerilerin kuşaktan kuşağa aktarıldığı eğitim kurumudur. Bununla beraber okulun işlevi yalnızca bilgiyi aktarmak değildir. Pek çok örtük işlevinden birisi de bireylerde “istenen” davranışların yaratılmasına hizmet etmektir.
Çocuklar okulda okumayı, yazmayı, konuşmayı ve diğer temel becerileri edinirken, kendilerini rekabetçi bir ortamda buluverirler. Okul, bu rekabeti, başarının olumlu sonuçlarını göstererek meşrulaştırır, yani bir diğer deyişle ekonomik kazanç ve statü vaat eder. Öğrenciler bu yolla “istenen” davranışları sergilemeye teşvik edilir. İstenen davranışlar bir standart gibi çocukların önünde belirir. Standartın üzerinde kalan çocuklar doğal olarak el üstü tutulurken, altında kalanların okul hayatı çekilmez bir hâl alır. Kimi fiziksel farklılıklar bu durumu daha da çetinleştirir, örneğin kekemelik.
Kekemelik, en yalın hâliyle kişinin akıcı konuşamamasıdır. Kimi zaman fiziksel kaynaklıdır, kimi zaman duygusal. Kekemeliğin ayıplanacak, kınanacak, alay edilecek bir yanı yoktur. Buna karşın çoğu kişi için kekeme birini dinlemek çok da kolay değildir.
Dilin ve sesin sınırlarının zorlandığı, alışık olunan akışkanlığı sağlayamayan konuşma karşısında, ilgimindağıldığını, takip etmekte güçlük çektiğimi, konuşmayı tamamlama eğilimine girdiğimi fark edebilirim. Yetişkin olduğum için bu davranışı sergilememin karşımdaki kişinin işini kolaylaştırmayacağını, kendisine duyduğu güveni tepetaklak edeceğini tahmin edebilir, dikkatimi akışkanlığın yitimi yerine konuşulanlara vermeye çalışabilirim. Kelimeler, ağza, dile çarpsa da, bir araya toplanması zaman alsa da oradadır, birbirinin üzerine birikecek ve gücünden bir şey kaybetmeden bana ulaşabilecektir. Peki ya üzerine düşünerek, bilinçli çaba göstererek anlamaya çalıştığım kekemelik hâliyle daha küçük yaşlarda, “istenen” davranışların normal, “istenmeyenlerin” anormal sayıldığı bir sınıf ortamında karşılaşsaydım ne olurdu?
Sesleri dilediğince çıkaramayan sınıf arkadaşıma güler miydim, alay eder miydim, alay edenlere karşı koyabilir miydim? Bugünden bunların cevabını vermek güç. Belki de bu konuda en doğru, en kalbimize işleyen ve bizde dönüştürücü sonuç yaratan cevabı yalnızca bu deneyimin içinden geçenler verebilecektir, Jordan Scott gibi.
Jordan Scott, o çocuklardan biri. Çam ağacındaki Ç’nin köklerini ağzının içine saldığı, K harfinin bir karga gibi boğazına tutunup kaldığı, aydaki A’nın dudaklarına onu inleten bir sihir serptiği, her sabah ağzına yapışan bu seslerle uyanan, okulda sınıfın en arkasına saklanan, söz sırası ona geldiğinde tüm sınıf arkadaşlarının dönüp baktığı kekeme çocuk. Scott, bu döngüden çıkmayı başardığı günü şöyle aktarıyor:
Çocukken, babam bazen, “kötü konuşma günleri”nde beni okuldan alır ve nehre götürürdü. O günlerde ağzım işlemezdi. Her sözcük acı verir, sınıf arkadaşlarımdan gelen kahkahalarsa dayanılmaz olurdu. Sadece sessiz kalmak isterdim. Nehir boyunca taş sektirirdik, somon balığını bekler, böcekleri bulur ve böğürtlenleri toplardık tek söz söylemeden.
Bir gün suyun kıyıya vuruşunu izlerken babam şöyle dedi: “Suyun nasıl hareket ettiğini görüyor musun oğlum? Sen de işte öyle konuşuyorsun.”
Bu yeni imge ve dil sayesinde kekemeliğine bambaşka gözlerle bakmayı öğrenen Jordan Scott, yıllar sonra hikâyesini “Nehir Gibi Konuşurum” adlı, resimli kitapla paylaşmış. Bir şairin dilinden çıkan hikâye yine bir şair, Gonca Özmen tarafından Türkçeleştirilmiş. Kırmızı Kedi Çocuk tarafından yayımlanan kitap “New York Times Yılın En İyi Resimli Çocuk Kitabı-2020” ve “Schneider Aile Kitap Ödülü- 2021” ödüllerinin de sahibi.
Hikâye kekeme bir çocuğun okula gitmek üzere hazırlanırken yaşadığı kaygıyı, sınıfta işlerin nasıl daha da kötüye gittiğini gösteriyor. Herkesin dünyadaki en sevdiği yer hakkında konuşması gerektiği “kötü konuşma günü”nün ardından babası oğlunun yaşadığı sıkıntının farkına varıyor ve onu nehir kenarına götürüyor. Sessizlik ve babayla yalnız kalmak iyi hissettirse de kötü konuşma gününün hatıraları üşüşüyor anlatıcının zihnine, izleyen gözler, kıkırdayıp gülen ağızlar… Oğlunun üzüntüsünü gören baba, gözlerinin önünde akıp giden nehri gösteriyor ve anlatıcının konuşmasını KÖPÜREN, GİRDAPLANAN, ÇALKALANAN ve ÇARPIŞAN nehre benzetiyor. Böylece çocuk, nehir gibi konuşmayı, eşsiz bir armağan olarak cebine koymayı, ilerleyen günlerde okulda en sevdiği yeri, gururlu nehri anlatmayı başarıyor. Bu yeni imgeyle sınıfta yepyeni bir iletişim dili yaratıyor ve kendini ifade etme, olduğu gibi kabul görme olanağı buluyor.
“Nehir Gibi Konuşurum” güçlü duyguları, çatışmaları doğanın içinden imgeler kullanarak aktaran kısacık bir anlatı. Her iyi çocuk kitabında olduğu üzere metin görsel el ele gidiyor. Sydney Smith gerek renk seçimiyle gerekse netliğin kaybolduğu, flu çizgilerden oluşan desenlerle çocuğun içinde bulunduğu çatışmayı, güvensizliği, sınıfın içinde kendisini değersiz hissetmesini olduğu gibi okura geçiriyor.
Kekeme bir çocuğun çektiği yalnızlık ve iletişim kurma güçlüğüne şefkatle ve onarıcı bir şekilde yaklaşan bu kitabın okul öncesi ve ilköğretim öğrencilerine verecek güçlü bir mesajı var. Öğretmenlerin ve ebeveynlerin gözünden kaçmamasını diliyorum.
Künye
Nehir Gibi Konuşurum
Yazan Jordan Scott
Resimleyen Sydney Smith
Çeviri Gonca Özmen
Kırmızı Kedi Çocuk
* Bu yazı ilk kez 13 Ocak 2022 tarihinde Parşömen Sanal Fanzin'de yayımlanmıştır.
January 4, 2022
Şefkatli Ebeveyn İpuçları: 39
Bilmek isteyen yola çıkar.
Şefkatli Anne Günlükleri'ni yazmak, ebeveynlik amaçlarımı, önceliklerimi belirlememe, düşüncelerimin ve eylemlerimin farkına varmamı sağlıyordu. Sura Hart alıntıları bitince, sanki ters yönde yürümeye başlamışım gibi bir düşünce gelip çöreklendi içime. Yeniden konu üzerine düşünmek, yazı yoluyla düşüncelerimi tasnif etmek, eylemlerimin farkına varmak istedim. İşbu sebeple www.nonviolentcommunication.com sitesinde ücretsiz yayımlanan haftalık ipuçlarının rehberliğinde yeni bir günlüğe başlıyorum.İpuçlarının çevirisi bana ait.Şefkatli ebeveyn ipuçları Niyetiniz iletişimin en önemli parçasıdır. İletişimdeki niyetinizi fark edin. Kendinize sorun. "Söylemek üzere olduğum şey bağlantıyı sağlayacak mı, koparacak mı?"
Haftanın mindful alıştırması Bağlantıyı arayın, önce, sonra, daima.
Ben ne düşünüyorum? Nelere dikkat edeceğim? İletişimin temel anahtarı kelimeler elbette. Ancak kelimelerin arkasındaki vurgu, niyet, ima, beden dilimiz (elimizin kolumuzun nerede durduğu, mimik) kelimelerin anlamlarının ötesinde bir etki yaratıyor. Hayat gailesi içinde yorgun argın eve gidip çocuğa bir şeyler anlatmaya, ikna etmeye, ilgilenmeye çalışmak her zaman kolay değil. Duygu durumu çalkalanmaya müsaitse ufacık uyaranların kendisini yoldan çıkarabildiğini deneyimlemeyen ebeveyn sanırım yoktur. Yeni duyduğum bir mindfulness bilgisi, nefes al, tepki vermeden önce düşün'ün dışında işlevsel bir ipucu sundu bana. Paylaşayım. Hepimizin içinde üç seviyede savunma mekanizması var. Biri düşünen beyinden geliyor, diğerleri ilkel beyinden. İlkel beyin, saldırı altında bize iki yol sunuyor: savaş ya da kaç (bağır ya da küs, uzaklaş)donma ( elim kolum bağlı, hiçbir şey yapamıyorum. uygularım, tepkilerim donuyor)Bunlar bizim sürüngen beynimizden kaynaklı tepkiler. Uyaranlar karşısında tepkiselleşmemizin sebebi de tam olarak bu. O esnada bize saldırı altındasın diyen ilkel beyni her şeyin yolunda olduğuna ikna etmek için etrafını gözlerinle izlemek bize "tehlike yok, güvendesin" diyen minicik bir anahtar. Gözlerinle mekânı izlemek, nesnelere, renklere bakmak zihni sakinleştiriyor. "Evet ben yine evdeyim, buradayım, tehlike yok," demek, dilimizin ucuna geleni söylememek için zaman kazanmak, gözleri devirerek anlamca olumlu ama samimiyetsiz nasihatler vermekten, "O kadar konuşuyorum, dil döküyorum, anlamaya çalışıyorum, bana ters davranıyor," demekten çok daha makûl. Denemeye değer.Bir olay olduğunda hemen bir söz söylemem gerekmiyor. Çocuğum canını sıkan bir olay anlattığında hemen akıl vermem, çözüm yolu bulmam, tamir etmeye çalışmam gerekmiyor. Çoğu zaman çocuk kendi için güvenli alana gelene dek biriktirdiği tüm olumsuz duyguları, düşünceleri püskürtmek ve rahatlamak istiyor. Gelecek sefer yangına körükle gitmek yerine beklemeyi denediğimizde neler değişecek kim bilir. Söylemek üzere olduğum şey, mevcut durumun şiddetini arttıracak bir katalizör mü olsun istiyoruz, her şey bittiğinde bize sarılıp iyi ki yanımdasın, sen olmasan çözemezdim demesini mi? Olaylar bizim dışımızda seyrediyor elbette ama her zaman bir seçim gücümüz var. Ve bizim seçimlerimiz onların kriz anlarını nasıl yöneteceğini de belirliyor esasında. Her zaman bunu yapabilecek güçte olmayabiliriz. Ama o zaman bile ağzımızdan çıkan sözcüklerin öznesinin o olmamasına dikkat edebiliriz. Şunu kastediyorum. "Şu anda kendimi çok çaresiz ve üzgün hissediyorum." İlgim ve sözcüklerim beni gösterdiğinde bağlantı kurmak, onu herhangi bir şeyi yapmak/yapmamakla itham etmiyor. Kendi duygularımın sorumlusu benim. Şimdi bir mola almaya ihtiyacım var. Bunu yaptığımda yazının başında bahsettiğim düşünen beynim devrede. Ben düşünen beyni sahneye davet ettiğimde muhtemelen o da kendi düşünen beyniyle bağlantıya geçecek ve diyalog başlayacak. Yeni yıl için kendimize davetimiz düşünen beynimizin elini daha sık tutmak olsun o zaman.
December 31, 2021
Az çoktur
Sağlıklı, mutlu, huzurlu bir yeni yıl diliyorum... Değiştirmek istediğiniz en az bir şeyi değiştirebildiğiniz, eskiden yapmaktan hoşnut olduğunuz ama hayat gailesiyle yapamadığınız birkaç eylemi günlük rutininize ekleyebildiğiniz bir yıl olsun. Bazen az çoktur. Bazen az bereketiyle gelir ve zihni, algıyı, kendine dair olana duyduğunuz bakış açısını esnetir, memnuniyeti arttırır. Bizi sağlıklı ve güçlü kılacak her türden alete ihtiyacımız olacak bu kış. Yine, yeniden...
Yeni yılı kar manzarası eşliğinde karşılamak isteyenler için küçük bir hediye...
December 29, 2021
Geri Sayım
Geri sayım başladı.
Cumartesi sabahı yeni bir yıla uyanacağız. Pek bir heyecan yok. Hediye çekilişleri, ev süslemeler başka bir gezegene ait sanki, çocukluk gezegenine. Tüm bunlara eşlik ediyorum ama coşkuyla değil, bir tür yükümlülük düşüncesiyle belki de, emin değilim. Belki pandeminin, izolasyonun, değişimin getirdiği güçlü duyguların getirdiği bir zorlanma sebebiyle, bilemiyorum.
Birkaç yeni yıl kartı postalamak kaldı geriye, bugün, en geç yarın hallolmalı. Geç bile kaldım. İnsanlar en çok yeni yıl ve doğum günü arifelerinde hesaplaşırmış kendisiyle. Bir yılı, bir yaşı daha devirmenin kendine neler kattığını ya da neleri aldığını, belki de ufuk çizgisi gibi önüne koyduğu hangi hayallerini gerçekleştiremediğini gördüğü için çıkıyor bu hesaplaşma kendiliğinden, zahmetsiz. Geç kalmışlıkla geldi bu düşünceler zihnime. Çünkü zihin için olumsuzu bulmak, çıkarıp önüne taşımak hemen her zaman daha kolay. İyi, güzel şeyleri bulmak, bu ayrıntıları çekmek ise bir meziyet. Başlı başına bir kas geliştirme işi. Pollyannacılık kası mı demeli. Böyle deyince bir tür küçümsemeymiş gibi hissettim. Aslında olmayan bir şeyin içinden zorlanarak güzel şeyler görebilme uğraşı gibi geldi. Bu bakış açısı belki doğuştan, belki çevresel... kim bilir ama bende çok çok baskın olduğunu söyleyemem. Bir yılı uğurlarken hüzün çöksün istememiştim satırlarıma. Daha çok bu yıl olan güzel şeyleri not düşmek istemiştim. Her şey zıttıyla var olduğuna göre, belki bu hüzünden soyunmalı önce, sonra daha umutlu olana varmalı, çaba gerektirene...
Gelelim bu yılın güzel olayları ve keşifleri:
Kendisiymiş Gibi'nin Fakir Baykurt Öykü Kitabı Yarışması'nda on kitaplık kısa listeye girmesi. Üzerinden yüz yıl geçmiş gibi. Ne kolay unutuyor insan. Oysa ne de heyecanlı ve gurur verici bir andı. Sonunda umulan ödül gelmese bile.
İlk çocuk kitabım Pelin ve Küçük Dostu Karamel'in yayımlanması. Çocuk edebiyatı dünyasına dahil olmak uzun zamandır hayalini kurduğum bir şeydi. Hayata geçebildiği için memnunum. Böylece ilk iki kitap arasındaki uzun bekleme süresinin de o döneme dair olduğunu, yazar tıkanıklığı efsanesini alt edecek yollar bulabildiğimi söyleyebilirim pekala.
Deniz'in öğrenim bursu kazanarak orta kademeye geçmesi. İlkokulu bitirip Anadolu Lisesi'ni kazanmak benim için milat gibi bir şeydi. Seçildiğim için, önümde uzanan olanaklar için mutlu, heyecanlı ve gururluydum. Deniz benim kadar heyecanlı ve tatmin olmuş görünmüyor. Bazen şüpheye düşüyorum. Onun için doğru seçim bu muydu? Ebeveyn olmak böyle bir şey belki. Sana doğru gelenler, görünenler arasından, çocuğun yüksek yararına olduğun şeyi seçmek ve sunmak. Onlar bizim zamanımızda olduğu kadar pasif değiller elbette, bizim o yaşlarımıza göre çok çok daha fazla seçim hakları var. Daha mutlular mı bilmiyorum. Eskiye güzelleme de yapmayacağım. Çocukluğun çok da kolay bir dönem olmadığının farkındayım. Hele içinde yaşadığımız pandemi koşullarında, özgürlük ve güvenlik arasında seçim yapmaya devam ediyoruz. 2022'de umarım bu kadar keskin bir noktada olmayız. Konuyu fazla dağıttım.
Aşılarımız tam. Kontamine olmadık. Çanakkale vaka artışı konusunda yeniden zirvede. Yine, eski, bildik iç sıkıntısıyla beraberim aslında bugünlerde. Bu süreci sağlıkla atlatabilmeyi temenni ediyorum.
Son bir yılda yazdığım öyküler bir kitap bütünlüğüne geldi.
İyi haberler bunlar. Bu yılın güzel keşifleri için zihnimi epey zorlamam gerekecek. Çünkü okuduklarıma ve izlediklerime dair not almıyorum.
Bir nefeste aklıma gelen ilk film Bağlar oldu. Dominico Starnone'un aynı isimli romanından uyarlanan başarılı bir film. MUBİ'de izlemek mümkün.
Yeri gelmişken küçükken TRT dizilerinde bu ifadeyi duyduğumda, ismi "Aynı" olan bir kitap olduğunu ve tüm bu dizilerin o kitabın içinden çıktığını zanneder ve şaşırırdım. Bunca diziyi içinden çıkarabilecek genişlikte bir kitap. Kelime dağarcığım izin verseydi "Ne doğurgan" derdim hiç kuşkusuz.
Diğer kitap ve film önerileri için bloğun içinde gezinebilir ve eşelenebilirim ama hem kendini tekrar etmek olur hem de şu an bu satırları yazan ben için bir çeşit zaman kaybı. Az çoktur diyerek bir kitap ve film bırakayım kucağınıza ve güne karışayım. Yılın son iletisinde buluşuncaya kadar hoşçakalın.
December 27, 2021
Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 38
Bilmek isteyen yola çıkar.
Şefkatli Anne Günlükleri'ni yazmak, ebeveynlik amaçlarımı, önceliklerimi belirlememe, düşüncelerimin ve eylemlerimin farkına varmamı sağlıyordu. Sura Hart alıntıları bitince, sanki ters yönde yürümeye başlamışım gibi bir düşünce gelip çöreklendi içime. Yeniden konu üzerine düşünmek, yazı yoluyla düşüncelerimi tasnif etmek, eylemlerimin farkına varmak istedim. İşbu sebeple www.nonviolentcommunication.com sitesinde ücretsiz yayımlanan haftalık ipuçlarının rehberliğinde yeni bir günlüğe başlıyorum.İpuçlarının çevirisi bana ait.Şefkatli ebeveyn ipuçları
Çocuklarınızın davranışlarının arkasında kötü ya da dalavereci bir motivasyon yoktur. Çocuklarınız sadece ve her zaman insani ihtiyaçlarını gidermeye çalışır. Kendinizi davranışın arkasındaki ihtiyacı bulmak, adlandırmak için eğitin. Bu sayede ne yaptıklarıyla ilgili geçerli olan nedeni anlar, ihtiyaçlarını giderecek eylemleri seçmelerine yardım edersiniz.
Ben ne düşünüyorum? Nelere dikkat edeceğim?
Bu sözleri kim bilir kaç yıldır, kaçıncı kez işitiyorum: "Her davranışın ardında bir ihtiyaç yatar." "İhtiyaçlar değil stratejiler çarpışır." "Çocuklarınızın elinde sihirli bir güç ya da sizin uzaktan kumanda aletiniz yoktur."
Ve fakat bunları bilmek, her zaman evde işlerin yolunda gittiği anlamına gelmiyor. Bazen üst üste gelen krizlerden birini başarıyla idare ettiğimde, oradan çıkardığımız sonuçla, işlerin uzun süre yolunda gideceğini umuyorum; anlamlı bir değişimin yaşanacağını. Ama olmuyor. İki gün sonra kendimi aynı çaresizlik içinde yalpalarken bulabiliyorum. Tüm o konuşmalar, anlaşmalar nereye uçtu gitti isyanı içine girebiliyorum. Bu his çok derin. Altında hayal kırıklığı, kızgınlık, bıkkınlık da var. Yine mi başa dönüyoruz sorusu var. Son günlerde bana bu konuda iyi gelen iki şey var:Birincisi pedagojide tekrarın önemine dikkatimi çeken bir konuşmacı. Eğitim bir günde olmaz, pekiştirme gerekir demesi. Kırk kere mi söyleyeceğim sorusu boş bir soruymuş, heyhat! Kırk kere, olmazsa kırk bir kere söylemek gerekiyormuş. İkincisi şiddetsiz iletişimde ricanın zamanının şimdiki zaman olduğunu öğrenmem. Evet, şimdi, burada, bu sorun için ne yapalım? Yaptığımız anlaşma sadece onun için. Bunu öğrenmek biraz ferahlattı beni. Her olayın, yepyeni dinleme, anlama ve düşünme alanı olduğunu kavradım. Bu hafta kızımın bir patlama anına tanık oldum. Benim için çok zorlayıcı bir deneyimdi. Akıl vermeden, onu herhangi bir şeyden sorumlu tutmadan, onu oradan çıkarmaya uğraşmadan durmaya çalıştım. Bir önceki an olduğu gibi dizi izlemeye koyuldum yeniden ve o, saklandığı, kendisini kapattığı yerden yavaş yavaş çıkıp diyaloğa girdi. Ebeveyn olarak çocuk güçlü girdaplara sürüklendiğinde onu oradan çekip almak, önümüze koymak ve bir hayat dersi vermek istiyoruz galiba. Kıssadan hisse, alsın cebine koysun ve bir daha o kadar çalkalanmasın diye. Mümkün değil elbette. Fırtınayı hisseden inekleri hatırlayın. Yalnızca çömelin ve geçmesini bekleyin. Yapıcı olan, anlamaya yönelik olan oradan doğacak çünkü. Ebeveynlik de yazmak gibi sabır gerektiriyormuş. Çatlamayan sabır taşı olmak için yalnız olmadığımızı hatırlamak da, ebeveynlik anlayışı bize uyan arkadaşlarla müttefiklik hâlinde olmak da fayda var. Bu, çocuğa karşı alttan almak değil, bu denli zor ve uzamış pandemi koşullarında kendi ilk yardım kitimizi oluşturmaktan, oksijen maskesini kendimize takmaktan ibaret bir farkındalık.
Ummaktan olmaya giden yol
Benim için bu yılın en sevindirici haberi ilk çocuk kitabımın yayımlanması oldu elbette. Öykü kitaplarım yayımlanmadan önce yayınevlerine aday dosya başvurularım çocuk hikâyeleriyle başlamıştı. O günlerde neden reddedildiğimi, neden cevap alamadığımı çok da anlayamıyordum. Şimdi, bugün elimdeki ilk taslaklarla karşılaştırdığımda olan ve olmayan şey çok daha belirgin elbette. Benim gibi öyküyü kısa bir âna hapseden, küçük bir ânın içinden yazan biri için çocuk öykü dosyası yazmak oldukça öğretici, beni özgürleştiren, olay örgüsü üzerine daha çok düşünmeme vesile olan bir süreçti. Çocuk edebiyatınını öğretici ve iyi yanının bu yıl da elimden tutmasını umuyorum.
Pelin ve Küçük Dostu Karamel'i yazarken, yayımlanma aşamasında çalışırken devamı olmasını hiç hayal etmemiştim. Birkaç yazar arkadaşım "Devamını yazmayı düşünsene" dediğinde "Bilmem, bakalım," gibi muğlak yanıtlar vermiştim. Niyetim yoktu doğrusu. Ve fakat hiç aklımda yokken Pelin ve Karamel'in devam öykülerini yazmaya başladım. Okurla buluşur, buluşmaz orasını bilemiyorum elbette. Bu gelişmeye kızım da sevindi.
Kızım iyi bir okur. İncecik öykü kitabı kesmiyor tabi onu. Pelin ve ailesine dair merak ettikleri var. Özellikle dayının düğün sahnesini göstermememe pek alınmıştı. Şimdi devamını yazdığımı duyunca düğünü yazmamı istiyor. Pandemi nedeniyle düğün ertelenmiş olsun, bu yaz yapmış olsunlar diye tüyo da veriyor. Onun meraklı okur hâlini anlamakla beraber düğünü yazmaya ikna olmuş değilim. Öyle gelmiyor çünkü yazmak. Bir mesele geliyor aklıma, bir sıkıntı, çatışma ve bu durumu öyküye vesile edip harekete geçiyorum. Hele bir de metaforuyla gelirse su gibi akıp gidiyor hikâye.
Bazı yazarların yazı masasına geçmeden önce uzun uzun düşünürüm, o kahramanla yaşarım derken ne kastettiklerini yeni yeni anlıyorum. Yeni dosyanın ilk öyküsünün ardından onca düşünmeme rağmen yeni bir öykünün çıkması aylar sürdü. Şimdi anlıyorum ki, anlatmaya değer bir şey bekliyormuşum. Pelin ve arkadaşları orada bir yerde yaşıyor, oynuyor ama yaşadıkları her şeyi kitabın içine çekmek gerekmiyor. Mesele belirginleştiğinde yazılacak, biliyorum.
*
Benim için yılın en sevindirici haberi çocuk kitabım oldu, devamını da yazmaya başladım dediğime göre yeni yıldan muratlarımdan birinin devam kitabının yayımlanması olduğunu çıkarmak çok da zor değil. Gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini zaman gösterecek.
Ya sizin güçlü bir muradınız var mı? Yeni yıl arifesinde hangi tohumu ekmek, yıl içinde nelerin hasadını almak istiyorsunuz? İsterseniz bana yazın çünkü yılın bu zamanlarında büyülü bir şeyler var. Ummaktan olmaya giden yolda ne istediğini netleştirmek kayda değer bir yer tutuyor. Hayallerinizi belirginleştirmek, kalpten istediklerinize kulak vermek için kendinize zaman ayırmayı unutmayın.
December 23, 2021
Mitoslar asla yanılmaz
Yılın son günleri. Yapmam gereken yığınla iş var. En önemlisi son başvurusu 31 Aralık olan bürokratik bir iş. Geçen yıl, ilk kayıt işlemini yaptırmış, kalanına başlayacakken diş hekimleri için ertelenmesi bu yıl da harekete geçmemin önünde bir engel sanki. İçten içe "Amaaan bu yıl da ertelenir," diyorum galiba. İşaretler bunu desteklemese de...
Bu ruh hâlini sanırım herkes yakından tanıyordur. Konulan kuralların sık sık delinmesi, ertelenmesi, yaptırımların affedilmesiyle ilgili bir genel boşvermişlik hâli. Hele de her şeyin üzerimize geldiği günlerde bunu yapmak çok kolay. Ertelemek, ört bas etmek, görmezden gelmek, kuralların var olduğunu bilmek ama bunun başkaları için olduğunu düşünmek, üzerimize alınmamak, kendimizi istisna olarak görmek... Bu bir, iki, üç kişiyi değil tüm toplumu ilgilendiren bir mesele olduğu için huzur ve güven içinde yaşamak, nefes almak giderek güçleşiyor.
Henüz on bir yaşında bile olmayan kızımın isyanına tanık oluyorum sık sık. Alınan kuralların uygulanmaması karşısında hayal kırıklığına uğruyor. Olumlu yönde değişim yaşanacağına dair umudu pek yok gibi. Küçücük çocuklarımızın elinden umudu, yaşama sevincini alan sisteme "Kahrol," diyorum. Okulda arkadaşlarıyla ekonomiyi konuştuklarını duyuyorum sonra, artan kur karşısında duydukları endişeyi. Hayat pahalılığının, enflasyonun şimdiden farkındalar. Kantin fiyatları artıyor, kırtasiye ürünleri de öyle. Kötü gidişatı görmemek için kör ve sağır olmak lazım. Oysa duyuları son derece açık. Yine de karamsarlığa kapılmasını istemiyorum. Yılın en uzun gecesi geride kaldı ne de olsa. Bilimsel bir bilgi. Kim karşı çıkabilir? Önümüzde zemheri kış var daha. Biliyorum. Olsun. Karanlıkla aydınlığın giriştiği savaşta, karanlığın geri çekilmeye başladı bile. Mitoslar asla yanılmaz. Karanlığa bir ışık bırakayım ayrılırken.
December 15, 2021
Nasıl Yazar/ Şair Oldum? (63)
Yazmak, yazar olmak, ucu çocukluğa kadar gidip dayanan, hiç bitmeyen, ömür boyu çaba gerektiren bir uğraş. Yazarların yazmak ve yazar olmakla ilgili içlerinde uyanan en erken hatıradan, ilk ürünlere, yayımlanmış eserlere ve geleceğe uzanan yolculuklarını onların ağzından dinlemek, sizi de bu serüvene dahil etmek istedim. Buyurun.
Meryem Ermeydan Çatlamayan Sabır TaşıKendimi bildim bile yazmayı sevdim. Bana yazmayı sevdiren şey okumaktı. Evimizde kitaplığımız yoktu. Öğretmenimin verdiği kitaplarla okumaya başladım. Sonra her şeyi okudum; tabelalar, ilanlar, gazeteler, kuzenlerimin kitapları vb. Bahçeli bir evde, kalabalık bir ailede yaşadım. Sabahtan akşama kadar sokakta, bahçede oyunlar oynadım. O günlerden çok fazla hikaye, karakter, olay ve mekan biriktirmişim bunu yazdıkça fark anladım.
İlk yazılı eserim ortaokulda yazdığım bir çocuk tiyatrosu metniydi. Zamanla günlük, anı, şiir denemeleriyle dolu bir sürü defterim oldu. Üniversite üçüncü sınıftayken yerel bir gazetede gönüllü olarak çalıştım. Muhabirlikle başlayan gazetecilik serüvenim köşe yazarlığı, redaktörlük ve son okumalarla devam etti. O dönem aynı anda Antakya’nın şairlerinden birinin şiirlerini deftere geçirerek yol paramı kazandım. İnternet dergilerinde yazdım. Berlin’deyken 2011’de yemek tariflerini paylaştığım bir blog sayfası açtım. Bu sayfa okuduğum kitaplar, annelik günlüğüm, gezip gördüğüm yerler vb. konularla zengin bir içeriğe ulaştı. Fırsat buldukça blog sayfama yazmaya devam ediyorum.
Yaklaşık beş yılın sonunda Türkiye’ye dönünce kendimi disiplinlerarası alanlarda beslemeye başladım. Katıldığım her eğitim beni yazıyla buluşturdu. Bunlardan bir tanesi yaratıcı dramaydı. Yaratıcı drama bitirme tezimi “Masallarda Sembol arayışı” üzerine yazdım.
Yayıncılığa ilk adımım 2017’de gerçekleşti. İlk çocuk kitabım için 2017 yılında bir yayınevi ile sözleşme imzaladık. Yaklaşık bir yılın sonunda doların artışı ve birçok farklı nedenlerden dolayı kitap basılamadı. O sıralarda kültür, sanat ve edebiyat dergisi olan İzdiham’da masallarım ve öykülerim yayınlanıyordu. Çocuklar için yazmaya devam ettim. Onlarca yayınevi ile dosyalarımı paylaştım. Bazı yayınevleri dosyalarımı geri çevirdi bazıları hâlâ cevap yazmadı.
Az Bilinen Çok Sevilen Hayal (2019), Geri Dönüşüm Ülkesi (2021), sosyal sorumluluk projesi kapsamında yazdığım 18 Yazar 18 Pencere, Anne Masalları (2021), olmak üzere üç resimli çocuk kitabının yazarıyım. Diğerlerinin de eli kulağında. 2019’da Geri Dönüşüm Ülkesi, tiyatro oyunu olarak Gemlik Halk Eğitim Merkezi tarafından çocuk tiyatrosu olarak birkaç kez sahnelendi. Çocuklar tarafından yoğun ilgi görmesi kitap fikrini aklıma getirdi. Geri Dönüşüm Ülkesi’ni 2019’da birçok yayınevine gönderdim. Sayısız yayınevinden geri çevrildikten sonra 2021 Şubat’ında Epsilon / Uçanfil Kitap tarafından basıldı.
Geri Dönüşüm Ülkesi kitabım, Uluslararası Gençlik Kütüphanesi’nin The White Ravens 2021 kataloğunda Türkiye’den seçilen iki kitaptan birisi oldu ve katalogda yayınlandı. Kısa bir sürede Katalanca, İspanyolca ve Kore dillerine çevrilmeye başladı.
Kısacası yazar olmadan önce iyi bir okur, dikkatli bir gözlemci, Türkçe öğretmeni, yaratıcı drama lideri, P4C çocuklarla felsefe eğiticisi, hikâye, masal anlatıcısı ve daha bir sürü şey oldum. En önemlisi de çatlamayan bir sabır taşı oldum.
Şimdilerde bağımsız olarak çocuk kitapları yayıncılığında editörlük yapıyorum ve yeni öyküler yazmaya devam ediyorum.
* Bu yazı ilk kez 10 Aralık 2021 tarihinde Parşömen Sanal Fanzin'de yayımlanmıştır.
December 14, 2021
Nasıl Yazar/Şair Oldum? (62)
Yazmak, yazar olmak, ucu çocukluğa kadar gidip dayanan, hiç bitmeyen, ömür boyu çaba gerektiren bir uğraş. Yazarların yazmak ve yazar olmakla ilgili içlerinde uyanan en erken hatıradan, ilk ürünlere, yayımlanmış eserlere ve geleceğe uzanan yolculuklarını onların ağzından dinlemek, sizi de bu serüvene dahil etmek istedim. Buyurun
Author: Parşömen Sanal FanziYazmak, yazar olmak, ucu çocukluğa kadar gidip dayanan, hiç bitmeyen, ömür boyu çaba gerektiren bir uğraş. Yazarların yazmak ve yazar olmakla ilgili içlerinde uyanan en erken hatıradan, ilk ürünlere, yayımlanmış eserlere ve geleceğe uzanan yolculuklarını onların ağzından dinlemek, sizi de bu serüvene dahil etmek istedim. Buyurun
Özge Bahar SunarKÖPRÜÇocukluğumun en heyecanlı hatıraları anneannemin anlattığı fantastik hikayelerle doludur. Gerçek bir uydurma ustasıydı anneannem. Bahçemizdeki perilerden konuşan hayvanlara, rüyalarında gezip dolaştığı yerlerden cebinde aniden beliren eşyalara kadar inanılmaz şeylerden bahsederdi. Gerçek ve hayal arasındaki ayrımı yapabilecek yaşta değildim ve bence o zamanlar öyle bir ayrım da yoktu.
Çok küçük yaşlarımda bir göz hastalığına yakalandım. Sabahları gözlerim kapalı kalkardım. İltihaplı bir akıntı yüzünden günün ilk birkaç saati hiçbir şey göremezdim. Anneannem gözlerimi sıcak suya batırılmış pamuklarla temizler ve ilaçlarımı sürerdi. Sonra gözlerim yavaş yavaş açılmaya başlardı. O ilk saatlerde pek çok arkadaş edindim. Odada uyanırdım ve onlar bana kalkmamda, odanın kapısını açmamda ve daha pek çok şeyde yardım ederdi. Birlikte oyunlar oynardık. Gözlerim açıldığında gitmiş olurlardı. Arkadaşlarımın hayali varlıklar olduğunu çok sonraları fark ettim. Aslında bana onların hayali olduğu söylendi. Oysa bana göre gerçeklerdi.
Evin tavanında küçük bir oda vardı. Bu oda kelimenin tam anlamıyla geçmişe açılırdı. Omuzlar üstüne alınıp oraya çıkardım. İnce bir ışık odadaki tozları peri tozlarına çevirir, eskiye ait o koku beni başka bir evrene ışınlardı. Ne işe yaradığını bilmediğim eşyalara kendimce anlamlar yüklerdim.
O ev, o bahçe, hâlâ kulağımda çınlayan nice hikaye ve daha fazlası. Çocukluğum bunlarla geçti. Tüm bunlar gerçeklikle hayal dünyası arasında sağlam bir köprü inşa etmemi sağladı. Bu köprünün yazarlığımda çok önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum.
Bir şekilde öğretmen oldum. Bir şekilde diyorum çünkü kendi inisiyatifimle seçtiğim bir meslek değildi öğretmenlik. Üniversite sınavına gireceğim yıl meslek liseleri yönetmeliği değişmişti. Anadolu meslek lisesi bilgisayar bölümünde okuyordum ve alanım dışında bir şey seçersem puanım ciddi şekilde düşecekti. İşte bundan sonra ipin ucunu kaçırdım. Çevremin etkisinde kalarak, doğru düzgün düşünmeden bilgisayar öğretmenliğini yazdım. Mezun oldum, atandım, işe gidip geldim. Bu anlamda savrulmuş hissediyor bir yerde tekrar ipleri elime almam gerektiğini biliyordum ama bir yandan da her şey için geç kalmış hissediyordum. Neyse ki hayatın istisnalarla dolu olduğuna dair çok şey okudum.
Sanata hep çok düşkündüm. Sanatın ruhuma iyi geldiğini defalarca gözlemleme fırsatım oldu. Özellikle edebiyat beni kendine çekiyordu. Öğretmenliğimin beşinci senesinde roman yazacağım diye altı ay ücretsiz izne çıktım. Bir bilim kurgu romanı yazdım. Hala bilgisayarımda durur. Yazdığım şeyi beğenmemiştim ama yazabildiğimi görmek güç verdi. Öğretmenliğe geri döndüm ancak o ateş bir kere yanmıştı. Sonra çocuk edebiyatıyla tanıştım. Nitelikli çocuk kitapları beni büyülüyordu. O incecik sayfalarda hayatın özlerini görüyordum. Evdeki kitaplığımız çocuk kitaplarıyla dolmuştu. Çocuklara gün içerisinde defalarca yüksek sesle kitap okuyordum. Farkında olmadan kendi hikayelerim oluşmaya başladı.
Bir gün yazdıklarımı anaokulu öğretmeni bir arkadaşıma gösterdim. Bana zaman kaybetmeden bunları yayınevlerine yollamam gerektiğini söyledi. Kitaplığa gidip en çok hangi yayınevinden çocuk kitabımız olduğuna baktım. Sonra da o yayınevine hikayelerimi yolladım. Bu noktada gelecek cevabın önemsiz olduğunu anlamıştım. İşte buydu. Bulmuştum. İstifa dilekçemi yazdım ve tam da o günlerde hikayelerimin kabul edildiğini öğrendim.
Benim hikayemde bulmanın aslında başlamak olduğunu anlamışsınızdır. Geç gelen bir vuslat gibi. Değerini biliyorum. Hayat izin verdiği ölçüde yazmaya devam edeceğim.
* Bu yazı ilk kez 9 Kasım 2021 tarihinde Parşömen Sanal Fanzin'de yayımlanmıştır.
December 7, 2021
Söz yaratır
Blogta 777. yayını paylaşmanın mutluluğuyla...
Yılın son ayı geldi çattı.
Bir yılı bitirmenin yorgunluğu, bir sonrakine kavuşmanın hayali, tertemiz bir sayfa açma isteği, yeni yıl hazırlıkları... Hepsi el ele, iç içe şimdi. Evi süsleme işi artık Deniz'in. Kimselere bırakmıyor. İki haftadır ormanda kokina avına çıkıyoruz. Üzerinde iki, üç kırmızı top bulunan kokinaları almak için ellerimizi paralıyoruz. Kokina avını, doğaya çıkmaya bahane ediyoruz. Bu yürüyüşler sırasında beş duyumuzu harekete geçiriyoruz. Japoncada beş duyuyla yapılan orman gezintilerine bir isim verildiğini öğrendiğimden beri (sahi neydi bu isim?) Deniz'le ormanı da tatmaya çalışıyoruz. Bazen böğürtlen buluyoruz, bazen kekik... Bu hafta biberiye bulduk. Şapkalı mantar bulduğumuzda, bunu canlıların sınıflandırmasını hatırlamaya vesile ediyoruz. Bizimkisi öyle uzun boylu, tempolu yürüyüşler değil. Fotoğraf çekmek, bulduklarımıza bakmak için sık sık durduğumuz, rehberliğin çoğunlukla Deniz de olduğu gezintiler... Arada yer değiştirmek, direksiyona onun geçmesi ilişkiyi dengeliyor. Hep akıl verilen, ne yapması gerektiği söylenen küçük bir çocuk olmaktan çıkmak ve yol gösteren olmak ona da iyi geliyor. Benim içinse tam bir yavaşlama ve anda kalma haline dönüşüyor. Bilirsiniz işte mindful kalma deneyimi tam da bu anlarda beliriyor.
Virüs bulaşır korkusuyla voleybolu bırakınca fiziksel olarak hareket etme, eğlenme ihtiyacını bu gezintilere, yürüyüşlere kaydırdık. Aynı şey olmadığını biliyorum ama ne derler bilirsiniz. "Better than nothing". Gayet makul bir başlangıç noktası aslında. Yeni başladığımız, içselleştirmeye çalıştığımız ne varsa, bu kadarcık bir hedef koyabiliriz belki de kendimize. Bazen değişimi hayal ederken, umduğumuz ilerlemeyi kaydedemediğimizde, yerimizde saydığımızı düşündüğümüzde moralimiz bozuluyor çünkü. Kendimizi suçluyoruz, yeterince şu,bu değilim diye. Oysa hâlâ oradaysak, yüzümüz o yöne dönükse, attığımız her adım kıymetli, büyük ya da küçük demeden. O yüzden kendimizi dövmeden, elimizden geldiği kadarını yapmaya devam!
Ne diyordum. Yılın son ayı geldi çattı.
Çalışma masamın üzerinde 2021 yılını temsil eden bir hayal panosu var. Hayal ettiklerimin bir kısmının gerçekleştiği bir yıldı. Yine de bu yoğunluk ve yorgunluk arasında, baskın olan hayallerimin gerçekleşmesinin verdiği mutluluk ya da doyumdan çok yorgunluk. Şu sıra üzerimden bir silindir geçmiş kadar yorgunum. Yatayım yere, uzanayım doyasıya ve onun beni taşımasına izin vereyim, bir yaz günü kendimi denizin tuzlu suyuna bıraktığım hafiflikte ve keyifte yatayım istiyorum. Biraz yavaşlamak, daha çok uyumak, daha az düşünmek, nefeslerimin daha çok farkına varmak istiyorum. Müge ile Mindfulness eğitiminde 5. haftaya girdik. Hep duyduğum ve nasıl olacağını algılayamadığım bir şeyi hissettim bugün, nefes alırken göğüs kafesimin yanlara doğru açıldığını ve daraldığını. Bir akerdion gibi hareket etmesini izlemek hoşuma gitti. Nefeste durmak, dinlenmek hoşuma gitti. Bu yıl çevrimiçi nimetlerden bolca faydalandığım, söyleşilere, sunumlara, saldırdığım bir yıl oldu. Gelecek yıl daha kendimle kalmak istediğimi fark ediyorum. Kaplarım doldu. İçeriye yenilerinin dolmasını ummak budalalık. Şimdi o kaplara bakma, onları değerlendirme, işleme zamanı. Yavaş ve sakince...
Yepyeni hayaller, verimler belki de bu yavaşlama ihtiyacından doğacak, kim bilir...
Senin için eski yıl nasıl geçti, nasıl bitiyor? Yeni yıldan ne umuyorsun? Dilersen bana yaz ya da en azından kendine. Çünkü sözle bir anlaşmamız var. Söz yaratır. Buna inanmaktan vazgeçmediğiniz bir yıl olsun.
Tuğba Gürbüz's Blog
- Tuğba Gürbüz's profile
- 1 follower

