Tuğba Gürbüz's Blog, page 47

April 29, 2021

Sarılırdık eskiden...

Bu gece üç haftalık kapanma başlıyor. Bir süredir her hafta farklı bir yerde baharı karşılamaya mecburen ara vereceğimiz için geleneksel cuma gezintimizi bugüne aldık. Bu defa niyetimiz kumsalda, kayaların üzerinde aramak baharı. 

                                                                                   *

Geçen bahar bir yaz önce hasbelkader aldığımız çekme karavanda geçirmiştik sıkı kapanma günlerini. Dört duvar içine kapanan akranlarının aksine kızım kedilerin, köpeklerin, sincapların, kırlangıçların, mavibaştankaraların arasında geçmişti. Hayatımda ilk kez bir kumsalın çiçekten bir halı ile kaplandığını görmüş, sabah yatağımda bir sincapla göz göze gelmiştim. Belirsizlik baki ama içe kapanma hâli yok şu an. İşler tam gaz sürüyor, bulaş da... Her zamanki gibi kapanmanın ön hazırlık olmadan paldır küldür açıklanması, beraberinde gelen dayatmalar can sıkıcı. Umalım da beklenen yavaşlama sağlansın. 

                                                                                  *

Bu aralar Netflix'te yayımlanan Crown dizisini izliyorum. Kraliçe Elizabeth'in tahta çıkmasına yakın günlerden başlayan dizinin her bir bölümü en az elli dakikalık görsel bir şölen. Tarihe dayanan kurmaca bir dizi olduğunu akılda tutuyorum elbette. Tarihle çelişen yanları vardır, olabilir, yine de yakın tarihe, iktidar hırsına, barış için savaş çığlıkları atan kodamanlara bakmak, kraliyet tabularının bireyler üzerindeki ezici baskısını görmek tatminkar bir izleme deneyimi sunuyor. Keşfedeni çoktur ama henüz izlemeyenler için bir tavsiye de benden gelsin. 

                                                                                  *

Geçenlerde kızımla bir örnek maskelerle yürürken ileride bu günleri nasıl hatırlayacağını düşündüm bir anlığına. O yaşlara dair kendi anılarım pek de canlı olmadığı için bu anın ağırlığı içinde ezici, yakıcı, zor görünen bu günleri anımsayacak mıydı acaba? Sordum. Yanıt kısa bir distopya gibiydi. 

"İleride çocuğuma biz eskiden birbirimize sarılırdık der miyim sence?" 

Pandeminin kalıcı bir distopyaya dönmeyeceğine dair inancım ve umudum tam elbette ama bir an bunun kalıcı olabileceğini, eskiye dair hatıranın giderek belirsizleştiği ve silindiği bir dünyada yaşamanın ne büyük bir kabus olacağını düşündürten bu cümle, sizce de kısa kısa öykü örneği sayılmaz mı?







 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 29, 2021 02:06

April 28, 2021

Umudum Var

Lise iki ve üçüncü sınıfı Kayseri'de okudum. Şimdi baktığımda keyifli arkadaşlıklar kurduğumu net bir şekilde görsem de, ergen ruhum, Çanakkale'den ayrıldığı için isyanda ve yastaydı. Bununla nasıl başa çıkacağımı, dile getireceğimi bilmediğim için pek çok güzel an'a gölge düşürdüğümü şimdi gayet net biliyorum, görüyorum. O zamanlar elime üzerinde Marmara Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi yazan bileti alınca lise arkadaşlarımla yollarımız ayrıldı. Pek çoğu doktor olmak üzere Ankara'ya gitti. Üniversite yıllarında birkaç sınırlı Ankara ziyaretim haricinde çoğunu görmedim, sesini duymadım. Bir gün instagramda bir duyuru gördüm. Arkadaşlarımdan birinin kişisel gelişim alanında bir kitabı çıkmıştı. Birden geçmişe döndüm, tatlı güzel günlere... Bir kenti sevememek ve o kente arkadaşlar sayesinde dayanabilmekti sanırım tam olarak yaşadığım. Oradaki ikamet süremiz bitince coşkuyla ayrılmıştım beni sınırlayan, kızlı erkekli aynı havuza sokmayan kente. Şimdi bu satırları yazdığıma göre buna çok içerlemişim, belli. Bir hafta karma girdiğimiz havuza, ertesi hafta giremeyince, annemin çocuklar benimle demesinin yeterli gelmemesine ne çok kızmışım. Anılar, tuhaf şeyler, uçucu, akışkan... Bir kez kapağını açınca, dışarı çıkmasına izin verince seni asıl anlatmak istediğin konunun uzağına taşıyor, rastgele fotoğraflar çıkarıyor. Kendini anlatmanın hevesine kaptırmışken, her defasında daha uzağa savrulurken birden bire "Ne anlatıyordum ben?" sorusuyla irkiliyorsun, ya da kendine "Ne işim var burada?" diye soruyorsun. "Ne işim var burada?" güzel bir soru aslında. "Ben kimim?" gibi, "Ben şimdi ne yapıyorum?" gibi, seni durduran, kendini yavaşlamaya ve farkında olmaya çağıran sorular. İşte o gün instagramda karşıma Gökhan'ın kitabının duyurusunun çıkması bende tam olarak bu etkiyi yarattı. Geride bıraktığım arkadaşlarıma karşı özlem uyandırdı. Hemen harekete geçtim. Sosyal medyadan Seçil'e ulaştım ve bir whatsapp grubu varsa, beni de eklemelerini rica ettim. Hiç sevdiğim şeyler değildir bu tür gruplar, olabildiğince kaçarım, ama o an iletişimde kalmak ve yeniden bağlantı kurmak hoş geldi. Meğer yokmuş ve bu talep üzerine kuruldu ve hemen pandemi öncesinde kurulan bu grup, özellikle doktordan yana zengin çeşitliliğiyle eve kapandığımız günlerde elimi tuttu, gerçekten. Henüz denize karşı bir rakı sofrasında buluşamadık ama umudum var. 
Hepimizin bizi bu zor günlerde elimizden tutacak, rahatlatacak alanlara ihtiyacı var. Kendi adıma bu dönemi, mesafe dolayısıyla katılamadığım, ilgimi çeken alanlarda çevrimiçi eğitimler alarak geçirdim. Verimli ve keyifli geçen eğitimlerin üretimime yansıması da umut ettiklerim arasında. 
Umut etmek güzel şey doğrusu. Sizin de kendinizi diri, heyecanlı tutan umutlarınız var mı? 





 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 28, 2021 03:21

April 24, 2021

Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 35

 Bilmek isteyen yola çıkar. 

Şefkatli Anne Günlükleri'ni yazmak, ebeveynlik amaçlarımı, önceliklerimi belirlememe, düşüncelerimin ve eylemlerimin farkına varmamı sağlıyordu. Sura Hart alıntıları bitince, sanki ters yönde yürümeye başlamışım gibi bir düşünce gelip çöreklendi içime. Yeniden konu üzerine düşünmek, yazı yoluyla düşüncelerimi tasnif etmek, eylemlerimin farkına varmak istedim. İşbu sebeple www.nonviolentcommunication.com sitesinde ücretsiz yayımlanan haftalık ipuçlarının rehberliğinde yeni bir günlüğe başlıyorum.İpuçlarının çevirisi bana ait.
Şefkatli Ebeveyn İpuçlarıÇocuklar, hepimiz gibi, bölünmemiş dikkat ister. Her gün çocuğunuza on beş dakika bölünmeden dikkatinizi verdiğinizden emin olmak için neyi farklı yapardınız?
Ben ne düşünüyorum?Bir yılı aşkın süredir pandemi koşullarında yaşıyoruz. Olayın şoku ile günlük 4bin vakalarda iken yavaşlamışken şimdi tam mesai çalışıyoruz, eğer hâlâ gidebilecek bir işimiz varsa. Üstelik vaka sayısı günlük 60 binlere tırmandı. Değişen koşullar, uzun süreli kısıtlanma, kaygı hepimizi derinden etkiledi. İlk günlerdeki gibi mola alma hâli değil, şimdi yaşadığımız. Eve vardığımızda nefes almak, dinlenmek istiyoruz. Evdeyse tüm gün ekran hariç sosyalleşememiş, eğlenememiş çocuk/lar bekliyor bizi. Onların eğlenme ihtiyacıyla, bizim dinlenme, ev işleri gibi yükümlülüklerimiz karşı karşıya geliyor. Bölünmemiş dikkati, uzun süreli vermek mümkün olmuyor. 
Deniz'le nasıl paylaşıyorum? Bu konudaki tavsiyeler, bizi memnun eden deneyimler, süre belirlemek, daha uzun oynamak, gezmek üzerine belli günler seçmek ve ona uymak, telefonsuz ve ekransız zaman ayırmak, o anda ilgilenilmesi gereken bir konu varsa dile getirerek ne zaman ilgilenebileceğini söylemek ve ona uymak yönünde. Erken çocuklukta olduğu gibi uzun saatler boyunca ona ihtiyaç duyduğu ilgiyi ver(e)miyorum. Kendi yaratıcılığını kullanmasını ve bu sıkıntının içinden çıkmak için yol bulmasını bekliyorum. Birlikte dizi izlemek, tavla, okey oynamak günlük aktivitelerimiz arasında. Bir de önceden belirlediğimiz, sözleştiğimiz, gezdiğimiz günler var. 
Deniz'in geri bildirimi ne? Deniz bölünmemiş ilgi istiyor, eğlenmek ve oyun oynamak istiyor. Arkadaşlarıyla buluşamamaktan doğan eksikliği bizimle gidermek istiyor. Onun istediği kadar oynamak mümkün değil. Buna rağmen oyun öncesinde belirlediğimiz kurallara uyuyor ancak yaptığımız şey biter bitmez sıkılmaya başlıyor. Ve çoğunlukla yeni, hazır, hap öneriler istiyor, mümkünmüş gibi. Çocukluktan çıkıp ergenliğe yürürken ilgisini en çok çeken şeyin, seçtiği tarifleri tek başına yapmak olduğunu görüyorum. Bunu yapmasına olanak sağlamak onu memnun ediyor. 
Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum?Çanakkale şu sıra yangın yeri. Okullar, parklar, bahçeler kapalı. Sık dışarı çıkma imkânımız yok. Haftada bir de olsa kırlara gitmeye, baharı karşılamaya, Deniz'i ahçılık becerilerini geliştirme konusunda desteklemeye devam! 
Kendimi nasıl değerlendiriyorum? Şu sıra kendimi daha çok kendi içime çekilmiş, kendi ilgi alanlarımı tatmin etmek üzere çalışırken buluyorum. Bu da bir çeşit suçluluk hissi yaratıyor. Bunun da benim pandemiyle başa çıkma şeklim olduğunu kendime hatırlatmalı, bu yersiz suçluluk hissinin yerleşmesine izin vermemeliyim. Boş zamanlarını televizyonda dizi izleyerek geçirdiği için kendisini yeterince iyi baba olmakla suçlayan erkek sayısı pek de kabarık olmasa gerek. Oysa biz kadınlar, kendimizi geliştirmek, tatmin etmek için el attığımız alanlarda zaman harcarken hep ikircikli haller içindeyiz. Bunu yaparken rahat ve doğal olmak, o alanı korumak belki bugün kız çocuklarımıza verebileceğimiz iyi şeylerden birisidir. İleride kendi olma yollarını suçluluk hissi olmadan açmalarını sağlamak, bizim kendiliğimizi yaşayabilmemizden geçiyordur. 
Eski günlüklere buradan ulaşabilirsinizŞefkatli Ebeveyn Günlükleri: 1 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 2 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 3Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 4Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 5Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 6Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 7Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 8Şefkatli Ebeveyn Günlükleri:9Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 10Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 11 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 12Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 13Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 14Şefkatli Ebeveyn Günlükleri:15Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 16 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 17Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 18Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 19Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 20Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 21Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 22Şefkatli Ebeveyn Günlükleri:23 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri:24 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 25Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 26Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 27 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 28Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 29Şefkatli Ebeveyn Günlükleri:30 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 31 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 32Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 33Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 34

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 24, 2021 04:14

Kuşların Fısıldadığı

Çanakkale nüfusa göre vaka artışı konusunda peş peşe rekor kırarken üzerimdeki duygusal baskı da giderek artıyor. Geçen baharı düşünüyorum. Doğa içinde geçirdiğimiz zamanları, deniz sezonunu erkenden açışımızı, karavanımınızın önünde maskesiz, sere serpe günlerimizi... Her şeyin bir nostaljisi, daha iyi zamanları var, pandeminin bile. 

Geçen bahar yuvadan düşen bir mavibaştankarayı yaşatmaya çalıştık iki gün boyunca. Proteinden zengin sık besleme işi kolay değildi. Başaramayacağımız söylenmişti ama denedik. Sinek kuşlarını tanıdık Çanakkale- Gülpınar arası gide gele. Hatırlamanın da kendine ait bir yolculuğu, bir tetikleyicisi var elbette. 

Öykü yazmaya yoğunlaştığım bu günlerde aylak okurluk hakkımı bir kenara bıraktım. Bir öykü kitabını baştan sona nadiren bitiriyorum. Daha çok bir öyküyü mercek altına alıyor, yazmaya verilen emeği okumaya vermeye çalışarak bana fısıldanan ipuçlarını görmeye, öğrenmeye, uygulamaya çalışıyorum. Çarşamba öğleden sonra çıktığımız 2,5 günlük kısa tatil diş ağrısıyla sabote olsa da, ağrı kesicinin işe yaradığı anlarda, aylak okurluk hakkı için, düşünmeden bir metnin içinde sürüklenmek için yanıma aldığım Kuş Evi'ne başladım, bir miktar da okudum. İki farklı zaman diliminde ilerleyen roman, bir kadının 1910'lu yıllarda kendine dayatılanlara karşı koyup kendiliğini keşfini anlatıyor. İkinci zaman diliminde ise bu çabanın sonucunda kurulan hayattan sesleniyor yazar bize; çok sevilen kuşları gözlemlemek üzere tanzim edilen evin içinde yazılan kuşlarla ilgili raporları okutuyor. Belki de pandeminin nostaljisini, sinek kuşlarını, kırlangıçları, si-si-si-siii diye öten mavibaştankaraları hatırlamam bu yüzdendir. 

Yeniden baharın geldiği bugünlerde, umarım yeterince sık kırlara gidebiliyor, doğanın uyanışını, kuş cıvıltılarını dinleyebiliyor, yolunuzu kesen bir karahindibayla umudunuzu yükseltiyorsunuzdur. 





 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 24, 2021 02:38

April 6, 2021

DİLDE ANLAMSIZLIK

Devrik cümlenin gerçeğini anlamıyanlar konuşma dilinin inceliklerine, varamamış kişilerdir. Konuşma dili devrik cümleden anlam adına yararlanır. "Buraya gel" sözü ile "Gel buraya" sözü arasında gözden kaçmaması gereken bir anlam ayrılığı var. Konuşmalarda kendiliğinden olagelen bu işi yazarların bilerke yapması beklenir; beklenir ya, devrik cümleyi salt bir, üslûp işi sananların az olmadığı da bir gerçek. Devrik cümlenin kullanılışında üslûp kaygısının hiç etkisi bulunmamalı, denemez. Ne var ki bu kaygı arkada olmalı. Anlamın itisiyle gelmiyen devrik cümleye pek bir önem verilemez kanısındayım. Ama bir ara modaya uymak hevesiyle kimi yazarların nasıl her cümleyi ters söylemek, devirmek isteğine kapıldıklarını görmüştük. Tek kalınca bir özgünlük, bir özellik tadı verebilir böyle bir davranış: yayılması, üslûpların ortak niteliği durumuna yükselmesi kötü. Demek ki anlam adına devrik cümle kuranlarla, bu işi salt üslûp kaygısı ile yapanları ayırmak, ikincileri yererken birincileri övmek gerekiyor. 

Yeni terimler, yeni sözcükler konusu da böyle. 

Anlamsızlık arayanlar, kapalılıktan bir şey umanlar, açıklıktan kaçmakla düşüncelerine derinlik havası verebileceklerini sananlar, yeni terimlerle sözcüklere dört elle sarıldılar. Bunların dildeki gelişmelere, dili güçlendirmek için girişilen çabalara gerçekten yakınlık duyduklarını sanmıyorum. Yazışlarını elden geldiğince karışıklaştırıp kör düğüme çevirirken, yeni terimlerin, yeni sözcüklerin bilmiyenlerce "yadırganmasından", gölgeli kalmasından yararlanmak istiyorlar. 

Derinliği anlamda, düşünüşte, duyuşta aramak gerektiğini bilirler bilmesine!.. Ama çözülememiş, derin anlamları ortaya vurmak istiyenlerin katlandıkları kapalılık, gölgelik onlarda bir "derin görünme" yöntemi olarak soysuzlaşıyor. Bilmek yetmiyor çünkü; kestirme yolların gösterişli rahatlığına kapılmıyacak kadar işine güvenmek, olduğundan başka görünmek istemiyecek kadar erdemli olmak gerekiyor. Kapalı, anlaşılmaz, karışık yazarak "derin" görünebilirim sanan yazarla (ki bu sanı her zaman boşa çıkmıyor), gerçek bir derinliğin oluşturduğu düşünceler, duygularla yüklü bulunduğu, söyliyeceklerini başka türlü söyleyemiyeceği için kapalılığa, karışıklığa düşen yazarın birtakım kavgalara yan yana girmek zorunda kalmaları büyük talihsizlik (ikinciler için). Bir diğer talihsizlik de derin görünme yöntemini uygulayanların dilcilerin yanında yer almaları. 

Dilin anlatma gücünü arttırmaya çalışanlar, yeni sözcükler, yeni terimler, belirlenen kavramlarla düşünce hayatımızda olumlu etkiler yaratacak kadar ileri gidenler... Sonra onların arasında, yeni sözcükleri, yeni terimleri kapalılık, anlamsızlık, karışıklık yaratmak için kullananlar... 

Edebiyat, sanat, düşünce alanlarının her zaman şarlatanları olmuştur; ama bu şarlatanların gerçek edebiyatçılara, sanatçılara, düşünce adamlarına hiçbir zaman günümüzdeki kadar zarar verebildiklerini sanmıyorum. 

Amaçları bulandırmaları bir yana, bu gibi kimselerin yeni yetişenler üzerinde kötü etkileri de oluyor. Güvendiğim sanatçıları (daha çok da kapalı şiir yolundakileri) açık, aydınlık, anlaşılır eleştiri yazıları yazmıya çağırmam bu yüzden. Bir de dilcilerin yeni terimleri kullanmada çok ustaca davranmaları, anlamsızlığa yönelen yolları kesmeleri gerekiyor. Yoksa kapalı eleştiri modası alıp yürürse, ondaki şarlatanlıklar yüzdesi şiirdekiyle ölçüştürülemeyecek kadar yüksek olacaktır. 

                                                                                                                                      MEMET FUAT 

Kaynak: Varlık Dergisi 563. sayı Aralık 1961

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 06, 2021 05:18

March 31, 2021

PAŞA ÇAYI

Ne ara uyandın sen, gel gel. 

Çişini yaptın mı? 

Bebek değilsin tabi. Bebek diyen mi oldu? 

Acıktın mı! 

Annen kızıyor sonra. Akşam evde bir şey yemiyormuşsun. 

Çok mu miden kazındı? Ee iyi madem. Reçelli ekmek yiyelim. 

Vişne reçeli kalmadı. Yazdan kalma hiç açılmamış bir kavanoz çilek reçeli var.

Bileğim de tutmaz şimdi. Nasıl yapsak? Koş Ayla  ablanın kapısını çal da çağır. Hadi oğlum. 

Utanacak ne var?

Eh iyi ya, biz deneyelim. Bütün kemiklerim çatırdıyor. İskelet değil demirci atölyesi mübarek. Hah, tut elimi de mutfağa gidelim.

Sen mi çıkardın halının saçaklarını? 

Oğlum kaç kere dedim. Rahmetli deden halının saçağına takıldı da, düşüp kalçasını kırdı. Niye çıkarıyorsun? Söyleyeceğim annene seni kreşe yazdırsın! 

Tamam, tamam ağlama. Sok onları halının altına da nenenin ayakları takılmasın. Hadi oğlum. 

Bak açılmıyor. Kolumda derman mı var benim.

Aman da anneannesinin kuzusu. Ayla ablasını da çağırırmış. 

Hoş geldin Ayla. Gel, geç içeri. 

İyiyim, iyiyim. Bora acıkmış. Reçelli ekmek yiyelim, dedik. Açamadık kapağını. 

Büyüğüm tabi. Beğenemedin mi? 

Ne güzel dedin Ayla. Ağzına sağlık. Duydun mu Ayla ablanı? 

Sevmiyorum mutfakta oturmayı. İçeri geçelim, ferah ferah. 

Otur oraya dökmeden ye.

Bacak kadar çocuğun ağzında maskara oldum. Ah, siz beni gençken görecektiniz. İskeleden balıklama dalar, dubaya kadar yüzerdim. Hey gidi günler. 

Ayla televizyon sehpasının altında fotoğraf albümü olacak.

Tamam o işte. Getir yavrum. 

O mu? Artin. 

Çok yakışıklıydı. Sınıf arkadaşım. Babası kapalı çarşıda kuyumcuydu. Ona sipariş yüzük yaptırmak kadınlar için ne prestijdi. 

Amerika’ya gittiler sonra. Bak bu da Rakel. Okula hep beraber giderdik, kardeş gibi, kol kola. 

Ayla bir çay demleyelim de içelim.

Bırak onu.  Çelik olan ağır geliyor bana. Kaldıramıyorum. Mutfakta alüminyum çaydanlık var. Onunla demle, sana zahmet. 

Bulamadın mı? Kaldırmıştır Ayşen. Eskiymiş, çirkinmiş. Ben de eskidim, n’apalım atalım mı yani!

Hah, demledin mi? Eline, koluna sağlık Ayla’cığım. Ne diyordum?

Bu koltuklar mı? Aman nesi güzel. Ben L takımları seviyorum. Modern şeyleri. Bunların hatırası var işte, atamıyor insan. 

Köşkten ya bak nasıl da hatırladın. Osman amcanın avukat bir amcası vardı. Allah rahmet eylesin. Nur içinde yatsın. Çoluk çocuk hepsi trafik kazasında ölünce kardeşlerine kaldı hep mallar. Karısının ailesi pek çingene çıktı. Haraç meraç para eden ne varsa sattırdılar. Hatıra diye bir bunlar kaldı. 

Sen karışma lafa. Anası kılıklı. Örtcem tabi. 

Yok, orijinal değil. Biz kaplattıydık. Şu çarşafın altında yüzünü gören mi var. Osman amcan çok titizdi. Aman gençliğimde az çektirmedi bana. Oraya oturma, buraya koyma. Sonra sonra alıştım ben de. Öldü ama bak kuralları evin içinde hâlâ. 

Can çıkar, huy çıkmaz diye boşuna dememişler. Elli üç yıl aynı yastığa baş koyduk.

Ben o zamanlar çok alımlıydım. Sokağa bir çıktım mı, bütün esnaf kapılara dizilirdi. Babam da nasıl sert, despot. Ablam da o ara, istemedikleri biriyle kaçıp gidince olan bana oldu. Ne sorgu ne sual. İlk isteyene verdiler, gitti.

Osman amcan titizdi, azıcık huysuzdu ama temiz adamdı. Yol yordam bilirdi.

Bir şirketin muhasebesinde çalışırdı. Bütün gün yoruluyor diye evde çocuklara çıt çıkarttırmazdım. Mum gibi otururlardı babaları gelince. Amcasından miras kalınca, kendi işimi kurayım, dedi. Bu evi aldık. Artan parayı sermaye yaptı bir kırtasiye açtı okulun karşısına. Aman o suratsız adam gitti, yerine neşeli bir adam geldi. Çocuklar bayılırdı.

Fotokopi makineleri ilk çıktığında kimden duyduysa alıp dükkâna koyacağım, dedi. Etme, eyleme, dünya para, dedim. O zaman ihtiyaç kredisi falan yok. Sen ver şu bileziği, söz sana aynısından iki tane alacağım, dedi.

Verdim, verdim. Ama anneme falan giderken içim içimi yiyor. Fark eder de, bir söz ederler diye.

Hiç de korktuğum gibi olmadı. Aldı makineyi. Para da kazandı, söz verdiği iki bileziği de taktı bileğime. Altın bilezik o değil ama seninki.

Mühendis çıkıp ne demeye evde oturuyorsun hiç aklım almıyor.

Boşuna demiyorlar, ekmek aslanın ağzında.

Hepiniz için dua ediyorum. İnşallah kızım tez zamanda gönlüne göre bir iş bulursun.

Bu dada iki aylıktı anası işe başladığında. İşten çıkarırlar diye korktu. Anne senden başka kimseye emanet edemem diye tutuşturdu elime o gün bugündür beraberiz.

Çocuklar küçükken ev kalabalıktı. Osman amcanın köyden ipini koparan gelirdi. Az çocuk okutmadım. Onlar yine bayramda, seyranda telefon açar, anneler gününde, yılbaşında hediye yollar, eksik bırakmazlar. Ayşen akşam kapıdan alır bir merhaba demez. Utanmasa sepete koy sarkıt aşağı diyecek. Kime çekti bilmem.

Yorgunlukmuş. Bir o mu yorgun. Bak bacaklarıma varisler düğüm düğüm.

Aman senin de kafanı şişirdim. İhtiyarlık. Bak işine evladım sen.

Bir bardak çay içseydin gitmeden.

Beklemesin makinenin içinde. Kırışır sonra, haklısın.

Ben içeyim bari. Ağzına kadar da doldurmuş. Kim içecek onca çayı. Bora paşa çayı içer misin?

 

 

 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 31, 2021 13:31

March 29, 2021

Teknolojinin Aile ile Bütünleşmesi Üzerine Söyleşi

Çanakkale Diş Hekimleri Odası Kadın Diş Hekimleri Komisyonu olarak Doç. Dr. Özden Şahin İzmirli'yi ağırladık.

Özden Şahin İzmirli çevrimiçi etkinlikte bizlere Teknolojinin Aile ile Bütünleşmesi başlığı altında teknolojik gelişmelerin yaşama entegresi ve yaşama sızması arasındaki farklılıkları örnekler vererek anlattı. "Teknolojinin üstün yönlerinden faydalanırken olası sınırlılıkları ile nasıl baş edeceğiz? Nereden ve kimden başlamalıyız?" sorularını yanıtladı. 



 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 29, 2021 05:01

March 25, 2021

Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 34

 Bilmek isteyen yola çıkar. 

Şefkatli Anne Günlükleri'ni yazmak, ebeveynlik amaçlarımı, önceliklerimi belirlememe, düşüncelerimin ve eylemlerimin farkına varmamı sağlıyordu. Sura Hart alıntıları bitince, sanki ters yönde yürümeye başlamışım gibi bir düşünce gelip çöreklendi içime. Yeniden konu üzerine düşünmek, yazı yoluyla düşüncelerimi tasnif etmek, eylemlerimin farkına varmak istedim. İşbu sebeple www.nonviolentcommunication.com sitesinde ücretsiz yayımlanan haftalık ipuçlarının rehberliğinde yeni bir günlüğe başlıyorum.İpuçlarının çevirisi bana ait.
Şefkatli Ebeveyn İpuçları
Eğer çocuklarımızda değiştirmek istediğimiz bir şey varsa, bu kendimizde değiştirmemizin daha iyi olacağı bir şey mi diye önce kendimizi inceleyip bakalım. Carl G. Jung
Öğrendiklerimizin 'i modelleme %5'i ise talimat yoluyla gelir.Çocuklarınız çoğunlukla yaşantınızdan öğrenir. Sizin için kıymetli üç değerinizi listeleyin. Her değerin karşısına onu karşılayacak bir eylem seçin. Bugün bu üç eylemi yapmak için kendinizden ricada bulunun.
Ben ne düşünüyorum?Bana iyi geldiği halde, üç aydır yeni günlük yazmamışım. Hesabını tutunca şaşırdım. Araya yayına hazırlanan yeni dosyamın editöryel çalışmaları ve Kadın Diş Hekimleri Komisyonu etkinlikleri ve hazırlıkları girdi. Çevrimiçi etkinlikleri blog sayfamda paylaşmak, aylık ileti sayısını tutturmak da beni günlüklerin uzağına savuran bir diğer etken olsa gerek. Pandemi koşullarında normal sayılmalı. Yeniden günlüklerin içine girmek, kaldığım yerden devam edebilmek için bu ısınma cümlelerini yazıyor, bir yandan da üç kıymetli değerimi düşünüyorum. Sanırım seçtim: süreklilik, Deniz'in ihtiyaçlarını gözetmek, yaratıcılık Süreklilik: benim için bu, en çok sürdürülebilir eylem planları seçmek demek. Anlık, geçici çözümler yerine emek vermeyi sürdürebileceklerimi belirlemek. Deniz'in ihtiyaçlarını gözetmek: üçüncü dalganın devam ettiği şu günlerde en görünür ihtiyacı eğlenmek, iyi zaman geçirmek. Yaratıcılık: Deniz'e en sık söylediğim şeylerden biri, tüm icatların bir ihtiyaçtan doğduğu. Bence yaratıcılık, bu ihtiyacın karşılanmamasının yarattığı olumsuz, rahatsız edici duygulara takılmak yerine gidermenin yollarını aramak, demek.
Deniz'le nasıl paylaşıyorum? Pandemi döneminde tek çocuk olmak, arkadaşsız kalmak, evin içinde bir hayvan dostunun bulunmaması Deniz için işleri zorlaştırıyor. Ekran karşısında geçen okul gününün ardından hareketsiz, eğlenmeye, oynamaya aç vaziyette beni bekliyor. Mesainin ardından maskelerimden sıyrılıp (metafor yok ey okur) dinlenmek, rahatlamak istiyor; bir yandan da ev işlerini sürdürüyorum. Deniz sıkıldığını dile getirdiğinde evde beni bekleyen işler, hevesim, bedensel ve zihinsel durumum gibi pek çok faktöre bağlı oluyor yanıtım. Bazen siber aylaklık edip biraz rahatlamak gevşemek istiyorum. Bazen kendi ilgi alanlarıma yönelik katılmak istediğim çevrimiçi bir etkinlik oluyor. Bazen okumak yazmak o an için  öncelikli geliyor. Her sıkıldım'a elimde bir etkinlikle koşmuyorum ve fakat sürdürülebilir hedeflerimiz de var. Örneğin her hafta bir aile filmi seçip sinema gecesi yapmak, bir yeni tarif denemek, her cuma dışarı çıkmak gibi. Çalışma saatlerim ve çocuklar için sokağa çıkma kısıtlamaları nedeniyle bu bizim günlük bir eylemimiz değil maalesef.  
Deniz'in geri bildirimi ne? Yitirdikleri düşünülünce telafi edebildiklerim Deniz için haliyle yetersiz. Daha fazlasını -haklı olarak- talep ediyor. İsteklerini ve ihtiyaçlarını fark ettiği zamanlar acil aile toplantısı düzenliyor. Gündem genellikle onun sıkılması ve bunu nasıl gidereceğini bilememesi oluyor. Sınırlarını genişleteceği yaşlarda eve kapanmak her çocuk gibi onun için de zorlu. Gün içinde çevrimiçi arkadaş sohbetleri, ödevler, kitap okumak gibi faaliyetlerle elinden geleni yapıyor. Sonrası için yardım bekliyor. Bunu da doğrudan dile getiriyor. 
Sonrasıyla ilgili ne düşünüyorum? Deniz ekrana düşkün bir çocuk değil. Siber aylaklık eden daha çok biziz. Deniz ilgisini çeken bir sanat faaliyeti, mutfakta yoğurma, karıştırma işleri ya da doğa keşfi için her zaman harekete geçmeye hazır. Ona bunları daha çok sunmak ve/ya kendi yapabileceği araçları bulmak konusu önceliğim olacak. Elbette, çocukların nasihatler yerine davranışları izleyerek yani modelleyerek öğrendiğini aklımdan çıkarmayacağım. 
Kendimi nasıl değerlendiriyorum? Mükemmel değilim ama gayretliyim, öğrenmeye ve değişime de açığım. 

Eski günlüklere buradan ulaşabilirsinizŞefkatli Ebeveyn Günlükleri: 1 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 2 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 3Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 4Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 5Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 6Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 7Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 8Şefkatli Ebeveyn Günlükleri:9Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 10Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 11 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 12Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 13Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 14Şefkatli Ebeveyn Günlükleri:15Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 16 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 17Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 18Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 19Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 20Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 21Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 22Şefkatli Ebeveyn Günlükleri:23 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri:24 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 25Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 26Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 27 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 28Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 29Şefkatli Ebeveyn Günlükleri:30 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 31 Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 32Şefkatli Ebeveyn Günlükleri: 33







 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 25, 2021 21:00

March 22, 2021

Nasıl Yazar/Şair Oldum? (60)

 Yazmak, yazar olmak, ucu çocukluğa kadar gidip dayanan, hiç bitmeyen, ömür boyu çaba gerektiren bir uğraş. Yazarların yazmak ve yazar olmakla ilgili içlerinde uyanan en erken hatıradan, ilk ürünlere, yayımlanmış eserlere ve geleceğe uzanan yolculuklarını onların ağzından dinlemek, sizi de bu serüvene dahil etmek istedim. Buyurun.   



                               Soruya Soruyla Cevap: Olabildim mi?

Çocukluğumun yazları ve tüm tatilleri anneannemin tek katlı bahçeli evinde geçerdi.

Hiç göremediğim dedemden kalan kocaman, tahta, mavi bir sandık vardı. Boyumdan büyüktü ve içi dedemin kitaplarıyla doluydu. 

Gündüzleri Ege güneşi kavurur, siyah beyaz televizyonumuz akşamdan akşama açılırdı. Tüm günüm bomboş olduğundan o sandıkla geçerdi.

Bahçedeki asmadan topladığım korukları tuza banıp yerken gözlerim kapanana kadar kitap okumak en sevdiğim şeydi ve bu yaşıma kadar o huzurun üzerine çıkabilen an pek olmadı.   

Fakir Baykurt, Yaşar Kemal, Orhan Kemal ve Aziz Nesin vardı sandıkta. Rus ve Bulgar klasikleri vardı bir de Varlık Yayınları tiyatro serisi.

7-8 yaş için garip sorular sormaya başlayınca annem beni Rıfat Ilgaz ve Muzaffer İzgü ile tanıştırdı. Ökkeş serisini elimde parçalanana kadar okudum.

Hababam Sınıfı'nı okurken gülmekten sedirden düştüm. Sonra da Aziz Dede'ye düştüm, hayatımda bir kere kendimi yere atıp ağladım onda da imza gününde Tüm Eserleri özel sayısını bana almadılar diye.

İyi bir okur oldum.

İlkokulda Türkçe dersi ile barışamadım başlarda.

Ben zaten okumayı sökmüş, güzel bir dünyaya girmiştim. O kelimenin görevi edatmış, zamirmiş, dolaylı tümleçmiş kime ne?

Okul bir etüt açtı, beni de oraya yazdırdılar. Çocuklara çocuk gibi davranmayan, yetişkinmişiz edasıyla yaklaşan güler yüzlü bir lise öğretmeni geldi.

Önce masal anlattırdı bana. Sonra "Çok beğendim bunu yazıp getirir misin?" dedi.

Yazarken anlattığımdan daha uzun ve güzel bulduğunu söyledi. Benim için böylece kompozisyon sayfası açıldı.

Sınıfta heyecanla kompozisyon ödevi verilmesini bekler oldum.

Baktım ki ben yazarken düşüncelerimi daha iyi ifade ediyorum, duygularımı kontrol edebiliyorum.

Düşündüğümü yazayım diye oturuyorum ama yazarken daha iyi, daha geniş düşünüyorum.

Ergenlikte anneme, babama kızardım, oturur yazardım. Arkadaşıma darılır yazardım, içim sevgiyle kabarırdı, yazardım.

Yetmedi mektup arkadaşı edindim, hiç tanımadığım birilerine yazdım.

Lise bitti, Siyasal'ı kazandım. Çarşaf dediğimiz o devasa sınav kağıtlarına sayfalarca yazdım.

Göz korkuturcasına uzun yazdım, Anayasa'yı, Uluslararası Hukuku, Karşılaştırmalı Siyasal Sistemleri ve hatta Kamu Maliyesi'ni 

"Hocam bir kağıt daha alabilir miyim? diye diye yazdım.

Okul bitti, işe başladım. Sosyal medya yok, internetin en iyisi işte var, evdeki hala "dial-up". 

Hala çok okuyordum, okuduklarım aklıma farklı olayları, bakış açılarını getiriyor ama yazacak yer bulamıyordum.

Bornova Anadolu Lisesi mezunlarının açtığı bir "mail grup"ta üyeliğim oldu. Oraya yazmaya başladım. Yani aslında uzun bir e-posta yazıyordum. Sonra birileri onu alıp başkasına iletiyordu: "forward mail"lerin içeriğindeki bir yazardım artık.

Benden üst dönemler, yani ablalar, abiler yanıt veriyordu. "Aferin kız" diyorlardı. O zaman daha çok yazasım geliyordu. Aferin kelimesi, neslim için kıymetli bir hediye gibiydi, bizim zamanımızda pek sık bulunmazdı. 

 Yazılar elden ele yayıldıkça gazetelerde bazı köşe yazarları benden bahsetmeye başladı: "Bir e-posta geldi arkadaşımdan, genç bir kadının kaleminden çıkmış..." diyorlardı, alıntı yapıyorlardı. 

 

Sonra Ekşisözlük 6. nesil yazar alımlarına başladı, oraya yazar oldum.

İşte o ara yazdıklarımın okunduğunu fark ettim. Birine değil, ortaya yazıyordum, insanlar okuyordu. Hem de karşılık veriyorlardı.

Yanıtlıyorlar, mesaj gönderiyorlardı.

Kendim gibi insanlarla buluşmanın bir yolunu daha bulmuştum. Yazı beni kalabalıklaştırıyordu, ben de kalabalık bir yaşamı çok seviyordum. 

İlk kez Ekşisözlükçülerin çıkardığı Ekşi Dergi'de bir yazım basıldı. Sonra kolektif bir kitapta öyküm. Sonra kolektif başka bir kitapta daha.

 

Bir gün, yine Ekşisözlük'ten genç bir kadın benimle röportaja geldi. O kadar eğlenceli vakit geçirmiştik ki bir saatlik röportaj diye oturup birlikte içmeye başlamış, saatler sonra gece yarısında ayrılırken sımsıkı kucaklaşmıştık. Birbirimizi çok sevdik, birlikte madambrownie.com diye bir site yapıp orada kadınlık halleri yazmaya başladık.

Okurumuz bol oldu, iş büyüdü, ikimiz ortak olduk, bir ajans kurduk. 10 yılı geçti, birbirimize yoldaşız hala. Kendi işimi yapmak biraz özgürlük vermişti, o sıralar Evrensel Gazetesi benden bir pazar yazısı istedi. O kadar heyecanlandım ki her şeyi bir kenara bırakıp hemen oturup yazdım. Hatta yetinmedim iki yazı yazdım: "Siz seçin" dedim.

Bir daha istediler yine şevkle yazdım. Ne kadar yazı isterlerse o kadar yazdım.

Bavul Dergi kuruluyordu, ilk sayısı için bir yazı istediler. İlk kez bir dergide yazıyordum, basılacağı gün heyecandan uyuyamadım.

Dergi çıkınca bizi röportaja çağırdılar şimdilerde kapatılmış olan İMC kanalına.

İzlerken baktım, alt bantta adımın başına "yazar" kelimesini koymuşlar. Televizyonun fotoğrafını çektim. O alt banda uzun uzun baktım. İlk kez gördüm adımın başında "yazar sıfatını. 

Bir yıl sonra beni Everest Yayınları aradı. Rüya gibi bir şey oldu: onlar istedi, ben üç ayda yazdım, üç ay da düzenlenmesine harcadık ve ilk kitabım çıktı.

Söyleşilerden birinde "Editörlere gönderirken nasıl dosya hazırlamalı? Yazar olmak için ne yapmalı?" diye sordular.

Bilmiyorum, dedim. Ben çok şanslıydım çünkü dosya ile yayınevi yayınevi gezmedim.

Bunu söyledikten sonra nasıl olduğunu anlatırken bir de baktım ki ben kendimi bildim bileli yazmışım.

Belki de yirmi sene, imkan bulduğum her yere yazmışım, her isteyene, her gerekene ikiletmeden yazmışım. Tarihi bir gün bile kaçırmadan, kelime sayısını tam dedikleri ölçüde tutmaya çalışarak. Sözlüye kaldırılmak için ön sırada oturan öğrenci gibi günü gününe çalışarak, ödevleri hep renkli kalemle süslemeye uğraşarak, özene bezene yazmışım.

Nasıl yazar olunur bilmiyorum, ben sonunu düşünmeden, sonsuz yazarak oldum. Yazar olmak için değil, yazmaktan keyif aldığım için, okuyanın beni anlama ihtimalinin heyecanıyla, kendimi anlatabilmek umuduyla, aynı pencereden bakanlarla yazı vesilesiyle buluşuruz belki diye, zaman zaman düşüncelerimi toparlayabilmek için, zaman zaman içime atamadığımdan, bir zaman sonra da başka türlü rahat edemediğimden yaza yaza baktım ki yazar olmuşum.

 

Şimdilerde düzenli olarak aylık iki dergiye, haftalık olarak gazeteye, zamanı geldikçe Rağmen'e ve hala nereye istenirse yetişebildiğim kadar yazıyorum.

İkinci kitabım pandeminin ilk günlerinde Karakarga'dan çıktı. Yine şanslıyım dedim, yine dosya elimde gezmedim.

Ama şimdilerde bilgisayarımda yarım kalmış bir romanla düzenli olarak bakışıyorum.

Tam zamanlı bir işte ekmeğimi kazanıyor, iki çocuk yetiştiriyorum. 

Her güne bir vaka çıkıyor, adliyelere, emniyet kapılarına koşturuyorum herkesle birlikte, hep birlikte sokağa, alanlara çıkmak gerektiğinde eve sığamıyorum.

Gitmesem oturur yazarım, gitmesem kendim olamam,  o zaman da yazsam neye yarar diyorum.

Başka türlü bir yazar olmayı hayal ediyorum zaman zaman.

Sabahları kahvemi alıp telefonu kapatıp camın önündeki masaya oturup yazdığım karaktere bürünüp parmaklarıma kramp girene kadar yazsam diyorum

Yazmaktan yorgun düşüp elimde bir kitapla divanda uyuyakalsam. Çalışanların mesaisi biterken kısacık uykumdan uyansam, bir demlik çay koyup yeniden başlasam.

Bizde sabah ezanı diye anılan, doğanın uyandığı, varlığından haberdar bile olmadığımız hayvanların seslerinin şehrin merkezindeki balkonlardan duyulabildiği, göğün maviye döndüğü saatlere kadar yazsam. Fırıncılar kepenkleri açarken yeniden kısa bir uykuya yatsam. Sonra kalkıp kahvemi alıp...

Bir gecekondunun salonunu mu yazıyorum, öyle içine girsem ki tutuşmayan ucuz kömürü beslemek için habire sobaya atılan çıraların kokusu gelse burnuma.

Karakter mi yazıyorum, hiç bölünmeden öyle uzun düşünebilsem ki üzerine, burun kenarındaki ufacık iki yağ bezesine hiç dikkat etmeyişi üzerinden kendine boş vermişliğini anlatabilsem, karakterim aynaya bakmıyor olsa ama ben aynaya baktığımda bir an onunla yüz yüze gelecek gibi hissedebilsem. Yetişmesi gereken raporlar kovalamasa, çocuklar üç öğün acıkmasa, mutfak dağılmasa, ev tozlanmasa, telefonum sürekli çalmasa, her gün peş peşe toplantı benimse sürekli uykum olmasa, zamanı kovalamasam da içinde salınsam, tek işim keşke yazmak olsa.  

 

İşte ben o gün gönül rahatlığıyla "yazar oldum" diyebileceğim.

Var bir hayalimiz…

                                                                                                     Ayşen Şahin 

* Bu yazı ilk kez 16 Mart 2021 tarihinde Parşömen Sanal Fanzin'de yayımlanmıştır. 


                                            


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 22, 2021 01:57

March 18, 2021

Ev İçi Emek ve Kadın Emeğinin Görünmezliği Üzerine Söyleşi

Çanakkale Diş Hekimleri Odası Kadın Diş Hekimleri Komisyonu olarak 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü'nü çevrimiçi bir etkinlikle kutladık. Covid 19 salgınında daha da belirginleşen, yok sayılan ev içi emek ve eşitsizlik konularını konuştuğumuz etkinliğin konuğu sosyolog Elif Uyar Mura oldu.  Elif Uyar Mura "Ev İçi Emek ve Kadın Emeğinin Görünmezliği Üzerine Bir Tartışma: Türkiye'de Köyden Kente Göç Anlatılarında Eksik Olan Nedir?" adlı sunumunun ardından katılımcılarla konu üzerine sohbet etti. 




 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 18, 2021 04:28

Tuğba Gürbüz's Blog

Tuğba Gürbüz
Tuğba Gürbüz isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Tuğba Gürbüz's blog with rss.