Tuğba Gürbüz's Blog, page 18

April 28, 2024

Sendrom yok, yazmak var

Dün yeni kitabın ilk imza günü ve söyleşisini yaptık. Reyhan ilk kitaptan itibaren yazarlığımı, yazdıklarımı bildiği için çok hoş bir giriş yaptı. Beni, yazın anlayışımı, güçlü yanlarımı anlattı. Sorular yöneltti. Okurlardan gelen soruları yanıtladım. Yazarlığın en güzel kısmı bu geri bildirimi almak bence. Gerisi sohbet, muhabbet, kucaklaşma, imza... İyi geldi. 



Bir yazar "En iyi kitabın hangisidir?" sorusunu nasıl yanıtlar bilemiyorum. Kimi evlatlarım gibi ayırt edemem diyebilir. Kimi arada kalmış, gözden kaçmış bir kitabını söyleyebilir. Hatırı kalmıştır bir nevi kitabın çünkü. En neşeli, en ödüllü, en çok satan... Pek çok kriteri olabilir yazarın kitaplarını ele almaya dair. Sonuncu kitap, her zaman önemlidir bununla beraber. Çünkü yarış, yolculuk kendinle. Çünkü hep bir öncekinin üzerine çıkma isteği var içten içe. Dili daha iyi kurmak, daha çarpıcı, unutulmaz sahneler yaratmak, öykünün ayrıntıları unutulsa bile bir duygu, bir tortu bırakmak... Kendine meydan okuma meselesi işte, bilirsiniz. Geçmiş Zaman Çileleri şimdiye değin yazdığım en iyi kitap oldu bence.. Çocuğunu sahada, müsabakada izleyen anne gibiyim, elim böğrümde. Heyecanla bekliyorum. 

Dün, bana neden yazdığımı sordu, bir başka yazar arkadaş. Kendi yazma gerekçelerini izah edip yazmak isyandır'a getirdi sözü. O halde benim isyanım neydi? Yazar sayısı kadar yazma nedeni olduğuna, olacağına göre. Benim izahım ille de sorunun beni yönelttiği yerden gelmeyecekti elbette. Çünkü yazmak devrimci bir eylem, kafa tutan bir eylem olsa da, benim için anlamı biraz daha farklı. Ben kendimi ve dünyayı yazarak anlıyorum. Yaşamak pek çok kez bir kar küresinin içinde yaşamak gibi. Biri eline alıyor sallıyor sallıyor. İçeride simli bir yoğunluk var, karmakarışık. Anlamak, görmek mümkün değil. İşte yazmak, benim için, o kar küresini sallayan kişinin elinden almak, durulmak üzere bir yere koymak ve duruluğuna bakmak, oralarda aslında ne olduğunu sezmek. Toplumcu bir tutumla değil, kendim için, kendimi, etrafımı, dünyayı net görmek için yazıyorum. Belki de bir çok-hissedenim. 

Çok-hisseden tabiri ile henüz tanıştım. Cumartesi aldığım kitap kolisinden çıkan kitaplardan birisi de: Duygusal Savrulmalardan Kurtulmak. Alt başlık "Çok-hissedenler" için Kabul ve Kararlılık Terapisi. Bu yaşta, o kadar çok-hisseden miyim emin değilim ancak geçmişte bir yerlerde çok-hissedenlere özgü tutumlar sergilediğimden şüpheleniyorum. O halde doğru yerdeyim. Okumak, anlamak ve bakmak için. 

Bugün pazartesi. Sendrom yok. Onun yerine erken kalkmak, kahvaltı yapmak, çayını keyifle yudumlamak ve bloğa bir ileti girmek var. Dünden kalanların anısı niyetine. 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 28, 2024 22:57

Heyecan, mutluluk ve heves...

Rüzgârlı bir pazar sabahından herkese günaydın,

Geçtiğimiz hafta sıcaklıklar düştü ve yağmurlar başladı. Bu hafta sıcaklık yine mevsim normallerine dönse de, geçen hafta yağmurdan kaçıp eve sığınan kara sinekler vızır vızır, tepemde. Evde sineklik de yok, sinek kovucu da. Doğal yollarla ölmelerini ya da yeniden dışarı çıkmalarını beklerken ellerim bir pervane gibi çalışıyor. Sessiz bir uzlaşı içindeyiz, tam şu anda. Çekildiler. Ama hayat değişken işte, bilirsiniz. Tam bu satırları yazarken bir tanesi göz hizamdan sessizce uçtu. Bir başkası karşı sandalyede ellerini oğuşturuyor. Derdim sineklerle değil aslında. Derdim sessizlikle, olabildiğine sessizlikle ve yazmayı sürdürebilmekle. 

Kızımın da dediği gibi, sessiz bir ortam severim yazarken. Bu evde çıt çıkmaması değil elbette. Çünkü çoğu zaman ev bütünüyle sessiz olmaz. Kendi sesleriyle konuşur. Rüzgâr uğuldar pencerelerde örneğin. Çamaşır makinesi çırpınır (tam şu anda olduğu gibi). 

Kızımın da dediği gibi bilgisayarda ve oturarak yazarım. Şu anda salondayım. Yemek masasında. Başımı kaldırdığımda karşı çayırları görüyorum. Yeşil, uzun otlar rüzgârla salınıyor. Huzur veren bir devinim içinde sola doğru koşuyor, minik, ritmik hareketlerle. Şehir önüme yürüyene kadar şahane bir manzaram var. 



Bu yazıyı bitirir bitirmez çay ya da kahve alıp balkona kurulmayı biraz manzarayı seyretmeyi, birkaç satır okumayı düşünüyorum. Yeni kitaplarım geldi dün. Hepsi kişisel gelişim. Hep Kitap'ın çocuklu hayat dizisinden birkaç kitap, biraz DEHB, biraz mindfulness, ortaya karışık. Bu tür kitaplar, benim için alet çantasını doldurmak gibi bir şey, ya da ecza dolabını doldurmak gibi. Aldığım her kitabı baştan sona okumuyorum. Ama orada duruyorlar, yan yana, sırt sırta, bazen açıp karıştırıyorum. Türün iyi yazılmış örnekleri işe de yarıyor. Zihnimin çok dolu olduğunu, kimi şeylere yetişemediğimi, unuttuğumu düşündüğüm bugünlerde belki de işime yarar. Hangisiyle başlayacağımdan emin değilim. Sevdiklerimi, işlevsel bulduklarımı, yararlandıklarımı muhakkak yazacağım buraya. Hevesliyim. 

                                                                             *

Bugün yeni kitabın ilk imza günü ve söyleşisi var. Yazar arkadaşım Reyhan Yıldırım'ın üstleneceği etkinlik saat 2'de. Afişi kendim tasarladım. Sosyal medyada paylaşınca kızıma da yolladım. Resim kötü ama geleceğim, dedi. Çünkü o da okuyor kitabı. Bitirmedi henüz ama kimi öyküler hakkında yorumlar da yaptı. İksir'deki babanın çocuğunu kabul etmemesine kızmış örneğin. "Bütün babalar..." diye başlayan cümleler kurmasına sebep oldu. Pozisyon Hatası'nı hatırlamış, bir kısa film izlerken. Kısa filmi anlattı bana. Öyküde herkesin kahramandan vazgeçtiğini söyledi. Üzülmüş buna. Kurmaca okumanın hepimize yaptığı hâller işte. Duygulandırmak, düşündürtmek... İşte bunları dinleyeceğim bugün. Yazar bir arkadaşımın gözünden kendi kitabımı dinleyeceğim. Söyleşilerin en güzel yanı da bu olsa gerek. Kendini başkalarınca duymak, görmek. Heyecanlıyım. 



                                                                            *

Dün çalışma odasına ilave masa ve kitaplık geldi. Geçen hafta sonu yatılı misafirim vardı. Onu çalışma odasında yatıracağım için Sani'nin tuvaletini oradan çıkarıp pek çok kedi sahibi gibi banyoya koydum. Korktuğum gibi koku da olmadı, kumlar da savrulmadı. Çünkü bizimki tuvalet işini çoğunlukla dışarıda hallediyor. Tuvaletin çıktığı köşeye evrak dolabını sığdırıp masayı da mutfağa alınca L şeklinde şahane bir boşluk oldu. L şeklinde bir masa ve açık raf sistemi çizdirdim marangoza. Dün gelip montajı yaptılar. Henüz yerleştirmedim. Ama epeyce alan kazandım. Mutluyum.  



                                                                         *

Bizim evde birlikte kahvaltı edilen tek sabah pazar. Çoğunlukla. Kızım pek kahvaltı sevmiyor. Belki aç bile uyanmıyor. Bazen çay içiyor bir bardak, bazen kahve. Yanına çıkardığım ceviz, fındık, meyve, salatalık gibi şeylerden atıyor ağzına. Sonra çıkıyor. Kahvaltı yapmak için daha çok zamana ve daha çok açlığa ihtiyaç duyuyor muhtemelen. İşte o gün, bu gün, pazar yani. Az sonra yazıyı burada sonlandıracak ve tıpış tıpış mutfağa gideceğim. Pazar kahvaltısı hazırlamak için. Çay, kitap hayalimi unutmadım. Kızım ayaklanana kadar o minik, kendime vaat ettiğim molayı vereceğim. Çünkü biz anneler, o molaları vermeyi unutup kendimizi tüm dünyayla yüklemeye çok meyilliyiz. Farkına dahi varmadan yapıyoruz bunu üstelik. Hem yeterince güzel bir kahvaltı hazırlamak hem de kendime ihtiyaç duyduğum özeni vermek için hevesliyim. 

                                                                         *

Hepimizin içinden her gün onlarca duygu geçiyor. Günümüzü, hayatımızı nasıl geçirdiğimiz bu duygulardan hangilerini hatırladığımıza bağlı. Buna kalpten inanıyorum. Kızıma da dilim döndüğünce bunu anlatıyorum. Aktarmaya çalışıyorum. İşte bu yüzden bu sabah yazımı gündelik olana bakarken hissettiklerime adadım. Heyecan, mutluluk ve heves çıktı ortaya.  Eğer bu özeni göstermeseydim belki de birikmiş çamaşırlara bakıp göz devirecek, çalışma odasının dağınıklığı altında kötü hissedecektim. İyi olma çabası da yazmak gibi, hep temrin istiyor, kararlılık, sabır... Ama değiyor işte. Bu pazar senin içinden hangi duygular geçiyor? 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 28, 2024 00:23

April 22, 2024

Yazarın odası

Meltem Dağcı'nın edebiyathaber için hazırladığı "yazarın odası" köşesini hatırlarsınız. Edebiyatçıların yaşamlarını, yazdıkları mekânları, son zamanlarda okudukları kitapları yakınlarının gözünden mercek altına almaya çalıştığı köşe uzunca süredir güncellenmiyor. Aklıma geldi. Soruları kızıma verdim. Benim için yanıtladı. Önce çok kısa yanıtladı. Sonra biraz genişletti.  İşte Deniz'in merceğinden benim okuma yazma hâllerim: 



Yazılarını nerede yazar? Yazarken denk geldiğinizde o an yaşadığınız ilginç bir anınız oldu mu? 

Bilgisayar. 

Çalışma masasında bilgisayarına yazar genelde. Eskiden kahvelere, Golf'e giderdi. Taşındığımızdan beri gidemiyor. Dışarı çıksa keçilerle beraber yazar herhalde. 

Annenizle yazı/okuma üzerine neler paylaşırsınız?

Kitap parası (Annenin notu: Kitap parası "Ben kitap isterim annem alır ya da benim aldığım kitapların ücretini annem öder anlamına gelmektedir.)

Ben genç kurgu okumayı o ise öykü bazen klasik okumayı sevdiği için kitap parasından başka bir şey paylaşmayız. Ben arada bir kitaplarımı anlatırım. Onda da annem hayatının şokuyla ayrılıyor. 

Yazdıklarıyla ilgili sizden ne tür fikir/öneri alır? 

Almıyor çünkü ya yetişkinler için yazıyor ya da veletler için yazıyor. 

İlk iki kitabını yazarken küçüktüm ve kitaplar yetişkin kitabıydı. Bu nedenle bir fikir almadı. Çocuk kitabını yazarken ben 2. sınıf falan olduğumdan dolayı yazınca okutup fikrimi almıştı. Son kitabı yine yetişkin kitabı olduğu için çok fikir almadı ama Geçmiş Zaman Çileleri'ni şu an okuyorum. 

Yazı yazarken vazgeçmediği ritüelleri nelerdir? 

Ben yazmıyorum ki nereden bileyim. 

Yazarken hep oturur. Genellikle akşam saatlerinde yazar ve yanına kahve (bana yaptırıyor) ya da soda alır. Nadiren deftere yazar. Yazarken etrafında ses istemez. Bazen müzik açar. Kendine aldığı yüzüğü takar. Türk kahvesi içiyorsa da uğraşarak yaptığım köpüğü masaya ayağını çarparak döker. #kahveköpüğüsanattır 

Son olarak, elinde en son gördüğünüz kitapları öğrenebilir miyiz? 

Amerika'ya taşınmış bir arkadaşı olan Halil Yörükoğlu'nun "Şu An Saat Kaç?" kitabını okuyor. Amerika'ya taşınan Türkleri konu alan kısa kısa öykülerin bulunduğu bir kitap. 



 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 22, 2024 21:54

April 17, 2024

Güzel anılar kumbarası

Sevgili blog, sevgili okur, 

Fark ettin. Sana ikinci kez üst üste mektup yazar gibi sesleniyorum. Çünkü mektup yazmak, doğrudan insanın yazının içine dalmasını, kendinden, düşüncelerinden samimi bir şekilde bahsetmesini sağlıyor. Bir okurun varlığı, ona seslendiğin bilinci yazıyı kolayca ilerletmeyi olanaklı kılıyor. Benim de işte bu kolaylığa, ne hakkında nasıl bir yazı yazacağımı planlamadan, düşünmeden, ertelemeden, yazının içine hop diye yerleşmeye ihtiyacım var. 

Bahar geldi. Farkındasın. Havada morsalkım kokuları, bahçelerde kır çiçekleri... Hareketsiz ve eve kapalı geçen ayların ardından doğa bizi çağırıyor. Öyle çok büyük buluşmalara bile gerek yok. Bilirsin, doğa, meraklıdır, bir kedi sessizliğiyle yürür, yayılır, beton içlerinde yaşayan bizleri sarar, sarmalar. Kaldırım çatlağında baş verir bir sarı çiçek örneğin. Bildiğin yolunu keser, bana bak, der, inadımı gör. Umutludur şehrin en olmadık yerlerinde rastlanan bu tomurcuklar. 

Yıllar önce yolumu kesen bir sarı çiçeğin öyküsünü yazmıştım ben de. İlk kitabımda yer alır. Merak edersen. Anı Toplayıcısı. Şu hayatta anı toplamak dışında başkaca görevimiz yok belki de. Hepimiz de geçmişi irdeleme, geleceği hayal etme alışkanlığı var malum. Kontrol etme güdümüz, beklentisizlikle barışamama hâlimiz hep bundan belki de. Beklentisizlikten kastım, olayların olmasına izin vermek, hayatı büyük ölçüde kaosun yönettiğini kabul etmek ve gelen günleri bir bir toplamak, içindeki güzellikleri görmek ve anı kumbarasına atmak... Elimizden daha fazlası da gelmiyor zira. 

Nisan ayı için ayların en zalimi demiş şair. Katılıyor musun? Ben asla ve kata katılmıyorum. Kızım bu ay doğdu bir kere. Sırf bu yüzden bile nisan ayların en güzeli belki de. Kuru dallara can veren baharı ihtiva etmesi de cabası. Sözün özü sevgili arkadaşım, sen bu ay hangi güzel anıları biriktirdin? Bir çırpıda sayabilir misin? Bu da çaba istiyor aslında. Aklındaki, kalbindeki sayacı güzellikleri, iyilikleri saymaya ayarlamayı gerektiriyor. 

Birkaç güzel şeyi birlikte saymaya, hatırlamaya ne dersin? İşte benimkiler: 

Balkonu temizledim, topladım. Kızım da çiçeklerin bakımını yaptı. Bazı saksıları da bahçeye çıkardım. Oh oldu mu balkon yayla gibi. Kimi sabahlar ve akşamlar orada yiyip içmeye başladık bile. 

Çalışma odasındaki masayı mutfağa alınca L şeklinde ilave kitaplık yapabilmek için bir alan doğdu. Dün marangoz geldi. Ölçü aldı. L şeklindeki açık raf sisteminin altında L şeklinde bir masa yer alacak. Bir köşeciğinde de keson. Böylece yerli yerine yerleşemeyen kitaplar, hobi ve kırtasiye malzemeleri güzelce sıralanacak. 

Şehirler arası araba yolculukları devam ediyor. İtiraf edeyim. Hâlâ zaman zaman kaygı duyuyorum. Ayvalık'tan gece yola çıktığımızda önümde uzanan uzun konvoyu görünce ellerim terlemeye başladı. Yorgunlukla yolda hata yapar mıyım endişesi kabaca. Bu endişeyi aşmak için dikkatimi tamamen o anın içinde tuttum. Şöyle şeyler işte: Ellerim terliyor. Biraz korkuyorum. Önümdeki araba durdu. Markası şu vs. Bu beni giderek sakinleştirdi. Önüme çıkan ilk pidecide tuvalet ve yemek molası verdik. Kapatmak üzere oldukları halde varsa yalnızca çorba içme ricamızı kırmadılar. Üç ezogelin, bir mercimek çıktı ancak. Yanında sıcacık tırnak pide. Güleryüzlü hizmet. Samimi bir rica karşısında bizim iyiliğimizi gözetmeleri karşısında kalbim eridi. İnsan insana iyi gelir, tam olarak bu. 

Kızımla samimi bir konuşma yaptık akşam, balkonda. Eleştirileri var ebeveynliğime dair. Hangi çocuğun yok? Alınmak, kızmak, söylenmek pekâlâ mümkün ama madem niyet etmişim güzel anılar biriktirmeye, yazısını hazırlamaya bile başlamışım. Bu niyetle uyumlu olmalı eylemim, sözüm, davetim. Çabam karşılığını buldu bence. İşte kumbaraya atılacak bir madeni para daha. Söze bir çırpıda dökülen anılar bunlar. Ya seninkiler? 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 17, 2024 13:12

April 10, 2024

İyi bayramlar

Sevgili blog, sevgili okur,Sana bu satırları bir otel odasında, telefonumdan yazıyorum. Öncelikle iyi bayramlar diler, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden öperim.Benim kızın yaz tatilinde okul gezisi var. Almanya, acı vatana... Hoş bu tabir gerilerde kaldı, öyle değil mi? Yeni gurbetçiler, öyle eskisi gibi işsizlikten, parasızlıktan gitmiyor, Para biriktirip vatana dönmeyi hayal etmiyor. Bildiğin insanca yaşamak için, basit, huzurlu ve güven dolu bir yaşantı için, melezleşmek için, vatandaş olmak için gidiyor. Bu gidişlerde hüzünlü, çok hüzünlü bir yan var. Gidenleri anlıyorum, o boyunlarına dolanan sıkışıklığı, nefes alamama halini, kaygıyı... Kızım ilkokula başlamadan önce benzer bir ruh halindeydim. Sonra silkindim, kendime geldim. Bir daha da yurt dışına yerleşme meselesi zihnime üşüşmedi. Bunun temel bazı sebepleri var. Öyle hop diye mesleğimi istediğim ülkede yapamıyorum ve bir neslin geleceği için kendiminkini çöpe atmayı da gözüm yemiyor. Hem ne demiş atalarımız. Taş yerinde ağırdır. Ben de Türkiye'nin en batısında usul usul yaşıyor, arkadaşlarla bizi karşı kıyıya bağlasalar geyiği yapıyor, her beyaz yakalı gibi Schengeni cebe koydukça komşuya geliyorum. Hah işte bu satırları da sana Ege'nin karşı kıyısından yazıyorum işte. Madem kızıma Schengen gerek. Yunanistan ne güne duruyor. Aldık vizemizi. Yaptık giriş çıkışı. Dün Ayvalık'ta başlayan gezi bugün, burada Midilli'de devam ediyor. Midilli'ye ilk kez 2013 yazında geldim. Kızım, ablam, ben. Yunanistan'a ilk girişimdi. Adanın sakinliği, yavaşlığı, saat 2 oldu mu kepenklerin kapanması, mobiletine atlayanın kendini sahile atmasını, leziz yemekleri, Yunanlıların bir frappeye eşlik eden uzun sohbetlerini, masaların arasında ürkmeden kırıntıları didikleyen kumruları sevdim, hem de çok. Bu üçüncü gelişim olsa da hep arabasız ve bir gece kaldığım için adanın geneline dair çok da fikrim yoktu. Bu sabah Deniz otobüsünde Meis tur yetkilisiyle konuştuk ve günübirlik tura katılmaya karar verdik. Bu sayede Aigasos'a kadar gittik. Yol boyu Midilli'nin bir numaralı geçim kaynağı zeytin ağaçlarını gördüm. Adanın kıvrımlı yolları, bakımlı zeytinlikleri, kendine yetmesini sağlayan mazotla çalışan elektrik santralleri, adalıları ana karaya ve diğer adalara bağlayan feribot hattı her birini merakla, ilgiyle izledim. Tatilin güzel yanı da bu olsa gerek. Rutinden çıktığın için dikkatini, ilgini gerçekten etrafına vermek, otomatik hareketler yerine farkındalıkla günü geçirmek ... Bugünden kalan anlar işte aşağıda. 


Mübadil bir anne ve üç çocuğunu tasvir eden bir heykel. Ne çok şey anlatıyor. Bırakılan arkanda şimdi. Yüzün acıdan kaskatı ama çocukların için yeniden başlama kararlılığı göstermek, kaya gibi, çelik gibi dimdik, sert durmak dışında bir seçeneğin de yok. 
Paskalya bu anın neresinde kaldı? Geride mı? İleride mi? Paskalya deyince sizin de aklınıza yumurta avı ve Yumurta öyküsü geliyor mu? Bazen kendimi o öyküdeki anne kadar güçlü, kararlı hissediyorum. 



Öğle yemeğinin ardından ayaklarımızı bu pırıl pırıl suya sokmayalım da ne yapalım... Var elbet bir hayalimiz. 19 Mayıs'ta Ege'nin bizim kıyılarında yüzeceğiz elbette. 


bu

Baharın gelişi Mor salkımdan belli olur. Kokusu bu kadar mı güzel olur bir çiçeğin. Bu bahar gözlerim morsalkıma doydu çok şükür. 
Aigasos'ta bir köy kahvesinin güzelliği. Sakinliği, rahatlığı, incelikli zevki... Tek kelimeyle bayıldım. Şerbetli tatlıları meşhurmuş. Öyle dediler. Ama benim kurallarım var. Türkiye sınırları dışında ne Yunanistan ne Balkanlar şerbetli tatlı ağzıma sürmem. Baklava, revani, o, bu... Birkaç denemenin ardından aldığım karardan hayli memnunum. Bugün de ballı, cevizli yoğurt yedim. Mis! 


Sokak kedisi olmayan memleket de ne bileyim. Seviyoruz patilileri. 
Hepinize peşin satan rahatlığı diliyorum.









 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 10, 2024 12:45

March 31, 2024

1000. kez buradayım!

Dün geceden planı yapmıştık. Sabah kalkar kalkmaz oy kullanmaya gidecek, oradan da sahile çayın 5 lira olduğu belediyeye ait çay bahçesine gidip kahvaltı yapacaktık. Önümde birkaç kişi olduğu için sandıkta fazla oyalanmadım. Oy pusulalarını katlayıp zarfa sığdırdıktan sonra soluğu yeni nesil simitçinin önünde aldık. Oradaki kuyruk daha uzundu. Çheddar peynirli simitlerimizi aldık. İlk kez renkli simitlerden denedik. Bana göre pembe, satıcıya göre mor renkli -aromasının böğürtlen olduğunda mutabıkız- simitten bir taneyi de kaptık. Sokak simidine göre çok daha yumuşak, pofuduk, şeker mi şeker bir karbonhidratı da hüplettikten sonra kurban bayramını planlamaya koyulduk. Henüz olgunlaşmasa da istikametimiz belli. Bizimle bu rotayı yapmak isteyen arkadaşımı aradım. Konuya girmeden bekleyin geliyorum, dedi. Böylece kahvelerimizi birlikte içmiş olduk. Son aylarda dışarı çıkma ve spontan buluşmalar yaratma konusunda eskiye nazaran epeyce iyiyim. Donuk ve isteksiz hâlim geride, yaralı hâlim de zira. Dolu dolu on ayı bıraktım geride. Kısacık kestiğim saçlarımın ucu omuz başlarıma değdi değecek. Lastik toka sımsıkı sarıyor saçlarımı, at kuyruğu olmasa da bir sıpa kuyruğunun içinde topluyor. İyiyim anlayacağın. Geçen bahar diktiğim bahar dalları çiçeğe durdu. Adaçayı desen dimdik ayakta. Fidanlığa gidip birkaç bitki daha alıp dikeceğim. Lavanta, biberiye, gül, defne belki. Geçen yıl tutmayanlar ve yenileri... 



İyi olmaya, iç ve dış bahçemi güzel ve bakımlı tutmaya kararlıyım. Bahar dizisine başladık kızımla. O önce pek oralı olmadı. Sonradan dahil olup sevince geriye dönüp eksik bölümleri izliyor şimdi. Son yıllarda ana akım medyada yayımlanan en güzel dizi değil mi, sence de? Bir kere tepeden tırnağa kadın dizisi. Bir kadının kendini bulmasında, harekete geçmesinde, kafa tutmasında, itiraz etmesinde, ayak diretmesinde iyimser, sevinçli bir yan var ve bu bana öyle geliyor ki tüm kadın izleyicilere iyi geliyor. Şifa gibi yayılıyor ruhumuza, neşe katıyor, güç veriyor. Belki sen de zor bir dönemden geçiyorsun şu sıralar, kim bilir, eğer öyleyse etrafında uyanan doğayı izle. Kuru dallara can veren döngüyü gör. Ve senin de can suyunun çok yakında yürüyeceğini bil. Çünkü kötü şeyler de, iyi şeyler de geçicidir. Ben bir kötülüğün içinden geçtim, durağanlığın. Mevsimler geldi geçti o arada. Hüznün ve soğuğun mevsimi geride. Bir de baktım kalbimde kır çiçekleri... 

Bu ayın son yazısı. Yine durdum durdum, yazıları tamamlamak için başka mecralarda yayımlananları dizdim peşi sıra. Son iki günde ikişerden dört yeni ileti ile ayı tamamlamak durumunda kaldım. Elimde her zaman için bir joker var: huzurlu yaşam ipuçları çevirileri. Ama şu anda okuduğun yazı blogta 1000. yazı. Dolayısıyla bir çeviriyle geçiştiremezdim veyahut yayımlanmış bir yazımı kopyalayarak. Özgün olmalıydı, yeni yazılmalıydı, bininci yazı bilgisini içermeliydi. 

Saat 16 suları. Yığınla kirli çamaşır yıkanmayı, kurutulmayı, katlanmayı bekliyor. Bulaşık makinesi boşaltılacak, kirliler dizilecek. Akşam yemeği pişecek ancak bu iş yerinde grev var arkadaşım. Önce kendim için bu satırlar yazılacak. Daha çok yardım ricasında bulunacağım belki. Belki daha çok hizmet satın alacağım. Kendine iyi gelmek, bunu sürdürmek bir niyet işi. Tohum diker gibi dikmek gerekiyor, sulamak, bakmak, gözlemlemek. 

İçimle haşır neşirim anlayacağın. Nadasa bıraktığım toprağı kabarttım, Hani geviş getirdiğimiz konular vardır ya, temcit pilavı gibi ısıttığımız, düşüne düşüne köklediğimiz, bahçenin ayrık otları bir nevi. Hah, bildin. Onlar inceldi, kurudu. Düşüncelerimle beslemedim çünkü onları. Yakıtı, besini kesince topraktan ayrıldılar bir bir, köksüz, yurtsuz kaldılar. Toprak kabarık, havalanmış, dikime hazır. Bir sürü iyi niyet tohumu var cebimde. Onlarla çiçeklendireceğim içimi. Vermekten yorgun düşmeyeceğim. Alacağım da artık. Gözlerimi daha sık dinlendireceğim yeşilin binbir tonunda, mavi sularda. Daha çok gezeceğim. Kapı gibi Schengen cebimde. Haftaya Midilli'deyiz örneğin. Kızımın on üçüncü doğum gününde. Sofya trenine de bineceğim, mışıl mışıl uyuyacağım yolda. Batum'da hinkal ve haçapuri de yiyeceğim. Tek başıma bir seyahat de patlatırım belki. Belli mi olur. 

Ben buradayım, tam bu anda, bininci kez! Dile kolay. Yalnızca dile kolay ama. Bir şeye başlamak nispeten kolay. Zor olan onu emekle, inatla, inançla sürdürmek. Geleceği belirleyen şey, bugün burada sürdürdüklerimiz neticede. Ben yıllardır buradaydım. Bugün burada yazmak, dördüncü kitaba varmış olmak hep geçmiş emeklerimin verimi. Şimdi bunu kutlama zamanı. Biraz da meraklanma zamanı. Bugünden düne bakınca buraya nasıl geldiğini anlayan ve anlamlandıran insan zihni için geleceği yaratmak ve okumak çok da olanaklı değil. Belki gereği de yok. Artık bize hizmet etmeyen yükleri geride bırakmak, ayrık otlarını beslemekten vazgeçmek, yürüyüp gitmek yetecek belki de. Çünkü öldürdüğümüz her ihtimalin yerini yenileri alacak. Kendiliğinden. Şems yanılmış olamaz. Artık hayatımın altına bakma ve oradan keyif alma zamanı. Kalın sağlıcakla, umutla... 

Ha son bir soru: Ben bininci kezdir buradayım. Ya sen?


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 31, 2024 06:40

Ayla Akbuar ile söyleşi

Diş hekimi, psikolog ve aile dizilimcisi Ayla Akbuar ile diş hekimliğinden psikolojiye geçişi, aile dizilimiyle tanışıklığı ve bu konuda kaleme aldığı kitabı üzerine TDB Dergi için yaptığımız söyleşi: 

                            "Aile dizilimi, sorumluluktan kaçma yöntemi değil"



Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

1964 İstanbul doğumluyum. İlkokula çok erken yaşta özel izinle başlatılmış birçocuktum. 15 yaşında hayalim olan İÜ Psikoloji’ye haylice yüksek bir puanlagirdim. Ancak okula girdikten sonra Prof hocalarımdan birinin “psikologluğunhayalimdeki gibi bir meslek yaşamı vaat etmediği ve beni lisede psikolojihocalığının beklediğini” söylemesinden travmatik bir şekilde etkilenip o yılokulu bıraktım ve tekrar üniversite sınavına girdim. Diş hekimliği fakültesinide annemin arzusu olduğu için yazdım. İÜ Diş Hekimliği Fakültesi 1985mezunuyum. Mesleğimi çok severek 16 yıl yaptım. Muayenehanede çalışmaya devamederken hobim olan resim ve özellikle minyatür sanatına biraz daha akademikyaklaşmak istedim. 1993 yılında MSÜ Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk Sanatlarıbölümüne girdim. Bir yandan hekimlik yaparken diğer yandan akademiye gidip1997’de mezun oldum. Yurt içi ve yurt dışında çeşitli sergilerim oldu. 1996’daJaponya Nagoya Üniversitesi’nde misafir öğrenci olarak bulundum. Sergileraçtım, Türk Sanatı üzerine konferanslar verdim. Hekimliğim 2001 yılına kadardevam etti. Muayenehane ortamının tekdüzeliğini hobilerimle zenginleştirmeyeçalıştım.

Aktif diş hekimliğini bırakma kararını nasıl aldınız?

İÜ Diş Hekimliği Toplum Ağız Diş Sağlığı bölümünden Prof Gülçin Saydamönderliğinde yürüttüğü birkaç projede birkaç yıl boyunca aktif rol almıştım.Proje dahilinde anne baba ve çocuklara eğitimler de yer alıyordu. Tamamentesadüf eseri bu projeden haberdar olan bir psikoloji profesörünün banakurumlara yönelik eğitimler konusunda iş teklif etmesiyle, önceleri hekimlikleparalel, ki saat 17’e kadar eğitimler vererek saat 18’den bazen gece yarılarınakadar muayenehanede çalışarak, uzun yıllar geçirdim. Ancak bir süre sonra çokyorucu olmaya başlayınca tercihimi psikoloji temelli eğitimlerden kullanmakdurumunda kaldım. Tekrar eski gözağrım psikoloji beni çağırdı yani. Bu süreçtePsikoloji Master’ı yaptım. Kurumsal eğitimler 17 yıl sürdü.

Geriye dönüp baktığınızda diş hekimliği yaptığınız yıllara nazaran hayatınızdakiolumlu ve olumsuz gelişmeler nelerdir? Üzerine hiç düşündünüz mü?

Hiç düşünmez olur muyum? Öncelikle şunu söylemem lazım, hekimliği çok severekyaptım. Ancak maddi ve manevi olarak beklentilerimin karşılandığınıdüşünmüyordum. Hekimlikle temasta olduğum hastalarımla harika iletişimlerimvardı ancak ben insanların daha derinine ulaşmak istiyordum. Dediğim gibieğitimcilik süreci benim psikoloji ile yıllar önce kopardığım bağlarımı tekrarkurmama vesile oldu. Şimdi kendimi daha genişlemiş ve daha çok insana,potansiyelimin çoğuyla destek olduğumu hissediyorum.

AileDizimi ile tanışıklığınız nasıl gerçekleşti? Neden bu alanda eğitim almayıtercih ettiniz?

Bir boşanma sürecinden geçiyordum. Faydası olacağını düşünerek Psikolog MehmetZararsızoğlu’na gittim. Bireysel terapinin yanı sıra Aile Dizimi de yapıyordu.Gerek bu süreci hasarsızca atlatmamda gerekse sonraki dönemdeki ruh halimde okadar olumlu etkisi oldu ki, bu yöntemi öğrenmeli ve herkesin faydalanmasınısağlamalıyım dedim. Ve bir yandan psikoloji master’ı yaparken diğer yandan Dr.Zararsızoğlu’ndan 900 saat Aile Dizimi eğitimi aldım. 18 yıldır Aile Dizimiyapıyorum.

Aile Dizimi nedir? Psikoterapi yöntemlerine göre bir üstünlüğü var mıdır?

Herhangi bir yöntemin diğerine göre üstün olduğunu düşünmüyorum. Kişininihtiyacına uygun yöntem vardır. Elbette ehil bir uygulayıcı tarafındanyapılması kaydıyla. Aile Dizimi yaşamımızdaki tıkanıklıkların, yoksunluklarınsadece bizim seçimizden değil atalarımızdan da kaynaklanmış olabileceğini önesüren bir terapi yöntemi. Bazılarının öne sürdüğü gibi sorumluluktan kaçınmakiçin sığınılan bir yöntem asla değil. Aksine kişinin kendi yaşamı üzerinde dahafazla sorumluluk almasına vesile oluyor diyebilirim, her terapi yöntemindeolduğu gibi.  Atalarımızın yaşadığı aniölümler, kayıplar, savaş, göç, hak yeme hak yenme, miras kavgaları, kızkaçırma, tecavüz vs gibi travmalar, gelecek nesillere genler yoluyla taşınıpbireyin tam potansiyeli ile hayata yönelmesine ve seçimler yapmasına engel olabiliyor.Aile Dizimi ile hem atalarımızın, hem içine doğduğumuz ve kurduğumuz ailelerindinamiklerine çalışarak bireyin boynundaki o görünmez zincirlerdenbağımsızlaşmasını hedefliyoruz. Mutlaka psikoloji bilgisi ve eğitimi almış,Aile Dizimi eğitimini yetkin bir uzmandan ve (50-100 saat gibi kısa değil)gerekli sürede  almış, tecrübeli biruzman tarafından yapılması gerekiyor. Maalesef diş hekimliğinde halakurtulamadığımız sahte diş hekimleri gibi sahte aile dizimcileri de ortada çoksayıda var. İzlediği bir diziyi seyretmiş, iki defa dizime katılmış bir çokeğitimsiz kişinin dizim yaptığına şahit oluyorum. Hasta olarak, danışan olaraksorumluluğumuz hizmet verecek kişinin yetkinliğini kontrol etmek olmalı. AileDizimi yetkin biri tarafından yapıldığında bir çok yönteme nazaran çok dahaetkin ve daha kısa sürede gerçekleşen bir terapi yöntemi. Bugüne dek binlercekez yaptım. Olumsuz bir durum hiç yaşamadım. Dizimlerin zarar vereceğine dairduyduğunuz her şey yetkin olmayan biri tarafından yapılmış olmalarıylailgilidir. Bence herkes en azından içine doğmuş olduğu aile ve kurduğu aileyedair dizim yaptırmalı.

Mona Kitap tarafından yayınlanan “Aile Dizimi- Atalarınızın kaderleri kaderimizolmasın” bir Türk uzman tarafından alanında yazılan ilk kitap olma özelliği detaşıyor. Kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz? Çalışmalarınızı nasılsürdürdünüz?

Uzun yıllar binlerce aile dizimi yaptıktan sonra haylice birikimim oluşmuştu.Danışanlarım bu konuda aydınlatıcı bir kitaba ihtiyaç olduğunu söylüyorlardı.Aslında pandemi buna vesile oldu. Pandeminin ilk 3 ayı herkes gibi hiçbir şeyyapmadan evde oturmaya mahkum kalınca kitabı yazmak için büyük bir itki duydum.Pandeminin armağanı, hiçbir şey yapma zorunluluğunda olmama hali buna aslındavesile oldu. Saatlerce yazma lüksüne sahip oldum. Zaten kısa sürede de yazıpbitirdim.

Sizinki aslında sanatla iç içe de bir yaşam. MSÜ Güzel Sanatlar Fakültesi’ndeGeleneksel Türk Sanatları’nı bitirdiniz. Japonya’da bu konuda sergiler açtınız.O süreç nasıl başladı, ilerledi anlatabilir misiniz?

Kendimi bildiğimden beri Japonya ve kültürüne aşığım. Bu konuda çok okumuştum.Hayalimde de hep bir gün Japonya’da yaşayacağım düşüncesi vardı. Güzelsanatlarda okurken, Japon ve Türk geleneksel sanatlarındaki yöntem ve malzemebenzerlikleri ilgimi çekmişti. Biraz da bunu öğrenme bahanesiyle , o zamaninternet henüz bu kadar aktif kullanımda değildi, Japonya’daki bütün ilgiliüniversitelere mektup yazdım, burslu öğrenci olarak beni kabul ederler mi diye.Bir tanesi kabul etti ve gittim. Gitmeden bir kursa yazılıp derdimi anlatacakkadar Japonca öğrendim. Kısa dönem burslu öğrenci olarak geleneksel Japon resmieğitimi gördüm. Çeşitli tesadüf mü dersiniz tevafuk mu bilemem ama çeşitlifırsatlar çıktı önüme ve sergiler açtım, Türk Geleneksel Sanatlarını anlatan Japonca seminerler verdim. Harika insanlarla tanıştım. Hepsinden önemlisi benimiçin çok önemli bir hayali gerçekleştirdim.

Japon resim sanatı Sumie ile tanışıklığınız da orada başladı sanırım. Sumiesanatı ile Geleneksel Türk Sanatları benziyor mu?

Sumie ile çok yıllar sonra bundan 8 yıl önce tanıştım. Geleneksel Japon veGeleneksel Türk sanatlarından çok farklı. Tezhip ve minyatür keskin kurallarıolan, dışına çıkılması doğru olmayan birer sanat. Zamanında benim ruhumun ihtiyacınıkarşıladığına eminim. Ancak artık ben de, ruhumun ihtiyaçları da çok farklı.Sumie, bir tür zen meditasyonu yapmak gibi. Elbette kendince kuralları var,ancak katı ve engelleyici değil. Sadece boyalar, fırça ve kağıtta kaybolupgitmenin keyfini size anlatamam. Diş hekimliği yaparken yorulan, sıkışan tümruhlara sanatın bir dalıyla uğraşmasını öneririm. Dünyanın şartları bu kadarzorlayıcıyken, diş hekimliğinin sorumluluğu bu kadar ağırken hepimizinhafiflemeye çok ihtiyacı var.

Bundan sonrası için planlarınız nelerdir? Teşekkür ederim.

Bitirdiğim bir romanım var. Son düzeltmelerini yapıyorum uzunca bir süredir.Bir de gene herkesin ihtiyacı olduğunu düşündüğüm bir konuda bir psikolojikitabı var sırada yazmak istediğim.

Buröportaj için ben çok teşekkür ederim.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 31, 2024 05:36

March 30, 2024

Sağ beyin, sol beyin ve yaratma cesareti üzerine

Yeni kitabımın yayınlanacağını öğrenen bir hastam benimle kahve içmek ve yazma sürecim hakkında sohbet etmek istedi. Eğitim psikolojisi alanında çalıştığı, yaratıcılık, öğrenme konuları ilgi alanı olduğu için, beni hekim olarak tanıdığı ve kodladığı için bu yeni kimliğim ilgisini çekmişti çünkü. Hem merak ettiklerini sordu hem de bildiklerini anlattı. Yaratıcı olduğum için sağ beynimin baskın olduğunu düşündü. Hekimlik pratiğiyle sol beynin organize ettiği işleri öğrenerek  yapabildiğimi ancak hayatın her alanında bunu sürdüremediğime dair bir tahminde bulundu. Farklı bir tür falcılık. Belki de bir tür genelleme.   Bildiğiniz gibi yaratıcılık, insanın hayal gücünü kullanarak yeni fikirler üretme kapasitesidir. Bu kapasiteye sahip birine neden sağ beyin yakıştırılır çünkü sağ beyin yaratıcılık, sanat ve duygusal ifade gibi alanlardan sorumludur.  Sol beyin ise, mantıklı düşünme, analitik düşünme ve dil becerilerini yönetir. 
 Sağ beynimiz, yaratıcılığımızın ve sanatsal yeteneklerimizin merkezi olarak kabul edilir. Sol beynimiz ise mantıklı düşünme, analiz yapma ve planlama gibi işlevlerle ilişkilendirilir. Yaratıcılık, genellikle sağ beyin tarafından yönlendirilen bir süreç olarak görülür.
Yaratıcılık, yeni fikirler üretme, problemleri farklı açılardan ele alma ve estetik duygularımızı ifade etme yeteneğimizdir. Bu yetenek, anlık ve spontan bir şekilde ortaya çıkabilir veya disiplinli bir çalışmanın sonucunda geliştirilebilir. Bir sanat eserini oluştururken, bir müzik parçası bestelerken veya bir hikaye yazarken yaratıcılığımızı kullanırız. Yaratıcı düşünceyi geliştirmek mümkün. Resim yapmak, müzik dinlemek, kitap okumak, doğa yürüyüşleri yapmak gibi faaliyetler, sağ beyin aktivasyonunu artırarak yaratıcılığımızı destekleyebilir. Ayrıca, hayal gücümüzü zorlayan sorular sormak, problem çözme becerilerimizi geliştirmek ve yeni deneyimler yaşamak da yaratıcılığımızı artırabilir.
Yaratıcılık sağ beynimizin bir özelliği olmakla birlikte geliştirilebilir ve teşvik edilebilir bir yetenektir diyebiliriz pekâlâ. O halde yaratıcı eylemleri sürdürmek için kendimize yaratım dostu bir çevre oluşturmak şart belki de. Kitaplar, filmler, sanatla ilgilenen dostlar, ilham veren yapıtlar... Çevremizi bunlarla ne kadar doldurursak o denli besleriz yaratıcı yönümüzü ve dahi içimizdeki sanatçıyı. Diyeceğim o ki arkadaşım, içindeki sanatçıyı gör, duy, onu iti gıdalarla besle ve üretmesine müsade et. Et ki yaratıcılığının ateşi sönmesin. Çünkü sönerse durum vahim. Kendi doğana sırt çeviriyorsun ve çuvallaman, sendelemen yakın demektir.
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 30, 2024 14:29

March 29, 2024

Yazar olabilir miyim?

Sorunun yanıtı basit. Yazarsan yazar olursun.  Yazar/ yazan ayrımına girmiyorum. Yazar olmanın tek kriteri yayımlanmış kitapların olması değil neticede. Bu tutmak istediğin bir yol neticede. Yürümeye kararlıysan o ilk adımı atmak ve ardından gelecek binlerce adımı her koşulda atmak şart. Kayayı delen suyun kararlılığıdır, sürekliliğidir. Yazar olmak istiyorsan, yazarak hafiflemek,  istiyorsan, kelimeler sana iyi gelsin istiyorsan, yalnızca kelimeleri dizerek içlendiren, şaşırtan, gülümseten sekanslar yaratmak istiyorsan, bir kitabın sırtında adını okumak istiyorsan yazma işini ciddiye almanın zamanıdır. 

Bahar kapıda. Kuru dallara can suyu yürüyor. Dalları tomurcuklar basıyor. Dışarıda uyanan mevsime ayak uydur. Yazacak bir hikayem yok demeden, cesaretini kırmadan, kendine çelme takmadan başla. Sürdürmek için, modası hiç geçmeyecek kimi tavsiyeler aşağıda. Tepe tepe kullan. Sana iyi gelen kaynakları, alışkanlıkları paylaşmak istersen yorumlara yazmayı ihmal etme. Tanışana kadar hepimiz yabancıyız. Ama kelimelerimiz, hikayelerimiz de birbirine iyi geliyor. 





1. Her gün yazmaya zaman ayırın: Yazma becerilerinizi geliştirmek için düzenli olarak yazmaya vakit ayırın. Bu, yazma alışkanlığınızı güçlendirecek ve yazdıkça kendinizi geliştireceksiniz.


2. Okuyun: İyi bir yazar olmanın temel şartı bol bol okumaktan geçer. Farklı türlerde kitaplar okuyarak kendinizi geliştirin ve başarılı yazarların eserlerinden ilham alın.


3. Eleştirilere açık olun: Yazdıklarınızı başkalarıyla paylaşın ve alacakları geri bildirimlere açık olun. Eleştirilerden ders çıkarın ve yazma becerilerinizi geliştirmek için bu geri bildirimleri değerlendirin.


4. Sabırlı olun: Yazma yolculuğu sabır gerektiren bir süreçtir. Başarılı bir yazar olmak zaman alabilir, bu yüzden sabırlı olun ve yazma becerilerinizi geliştirmek için zaman ayırın.


5. Yaratıcılığınızı besleyin: Yaratıcılığınızı güçlendirecek aktivitelere zaman ayırın. Resim yapmak, müzik dinlemek, doğa yürüyüşleri yapmak gibi aktiviteler yaratıcılığınızı besleyecektir.


6. Rutin oluşturun: Yazma rutini oluşturarak kendinize disiplin kazandırın. Her gün aynı saatte yazmaya başlamak, yazma alışkanlığınızı güçlendirecek ve daha verimli olmanızı sağlayacaktır.


7. İlham kaynaklarınızı belirleyin: Hangi konularda yazmak istediğinizi ve ilham kaynaklarınızı belirleyin. Bu size yazma sürecinde yol gösterecektir.


8. Yazma hedefleri belirleyin: Kendinize yazma hedefleri belirleyin ve bu hedeflere ulaşmak için adımlar atın. Belirlediğiniz hedeflere yönelik çalışmalarınızı planlayın ve hedeflerinizi gerçekleştirecek motivasyonu kendinizde bulun.


Yazar olmak isteyenler için bu tavsiyeler, yazma becerilerinizi geliştirmenize ve başarılı bir yazar olmanıza yardımcı olacaktır. Unutmayın, yazmak bir tutku ve sabır işidir. Kendinize inanın ve yazma yolculuğunu keyifli bir şekilde sürdürün.

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 29, 2024 21:52

March 27, 2024

Ömer Açık ile söyleşi*

 

     



                  "İşin temelinin iyi hikâye anlatmak olduğunu düşünüyorum"



       YazGezgini ile Hapşu Teyze’den üç yıl sonra Hatırlamakİçin Güzel Bir Gün adlı kitabınız okurlarla buluştu. Bu kez resimlibir öykü kitabı. Daha küçük yaş grubu için yazmak sizin için nasıl birdeneyimdi?


İşin temelinin iyi hikâye anlatmakolduğunu düşündüğüm için yaş düzeyini çok kafama takmamakla başlıyor ve ilerlemeyeçalışıyorum. Bir yerden sonra eldeki hikâye ne kadar dramatik yükkaldırabileceğini tartıyor ve aşağı yukarı sesleneceği seviye kendiliğindenbelirleniyor. Hikâyeyi o seviyeye en iyi aktaracak biçimsel yapı denemeleri de kaçınılmazoluyor tabii. Hatırlamak İçin Güzel Bir Güntek solukluk bir hikâye bence. Çok fazla mola vermeden okunması en uygunu. Öylede yazıldı zaten.

        Kitabın kahramanı Güneş, meraklı, kıpırkıpır bir kız çocuğu. Anlatım dilinin de Güneş’ten aşağı kalır yanı yok. Budilin, okumayı yeni öğrenen, resimli öykülerden resimsiz metinlere geçişyapmaya hazırlanan küçük okurlarca sevileceği muhakkak. Okurlarınızla bir arayagelme, onların yorumlarını dinleyebilme imkânı doğdu mu? Çocukların geribildirimi nasıl olurdu?

Kitabın ilk okurlarından biri elbetteGüneş’ti. Kitap çıkana kadar böyle bir hikâyeyi kaleme almış olduğuma inanmadı.Çocukların kendilerini bir öykü içinde bulması garip bir duygu olmalı. Sınıfçadeğil ama tekil okumalarda bulunan çocuklardan bazı dönüşler aldım. Tahminettiğim gibi daha çok park ve oyun odaklı bir okuma yapmışlar.

Çocuk kitaplarının aynı zamandayetişkinler için de (her şeyden önce bize çocukları daha iyi tanıma fırsatıveriyor kitaplar) olduğunu akıldan çıkarmadan yazmaya çalışıyorum. İyihikâyeler kim için kaleme alınmış olursa olsun herkes içindir. Tıpkı masallargibi. Çocukların yetişkinlerle paylaşabileceği hikâyelerin zamana direnmekonusunda daha başarılı olacağını düşünüyorum ayrıca.

      Hatırlamak İçin Güzel Bir Gün’ün merkezindeçocuk parkı, parkta oynamaya doyamaya Güneş ve onu ikna etmek için türlüyollar araştıran babası yer alıyor. Dedenin bulduğu formül, ister istemezaklımıza, bir sonraki günü görebilmek için hikâye anlatan Şehrazat’ı getiriyor.Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Hikâyeyi bitirdikten sonra fark ettimben de bunu. Bir büyük anlatı güncel bir öyküye bir biçimiyle sızmıştı işte.Sıkı hikâyelerin ölmez yanı bu. Kendilerini kuşaktan kuşağa başka görünümlerdevar etmeyi başarmaları.

Çocukların hikâye dinlemeye yatkın olmalarınınanlamını da paralel düşünce olarak akılda tutmak gerek sanırım. Müthiş meşgulya da acılar içindeyken, uykusuzluktan gözleri kapanır halde ya da en olmayacakzamanda bir çocuğa hikâye anlatmaya başlayın ve olacakları görün. Çocuk o antek ihtiyacı bir hikâye dinlemekmiş gibi anlatıya güvenle bağlanıyor.

Güneş de ancak sürüp giden hikâyelersayesinde parktan vazgeçiyor. Dünü bugüne bağlayan, dünyaya güven hissiyleyaklaşmamızı kolaylaştıran bir yanı var sıkı hikâyelerin.

Hikâyeniniçinde göçmen meselesine de değiniliyor. Yetişkinlerin yabancı olarak gördüğükimseleri daha kolay yadırgayabildiğini, çocukların bu konuda daha önyargısızolduğundan dem vuruyorsunuz. Göz göze gelmek, oyun başlatmaya yeter mi?

Çocuksanız evinizin önünde, sokağınızdakim varsa onunla arkadaş olup oyuna dalıyorsunuz. Çocuklarda karşıdakini oyununiçinde tanımak söz konusu. Önyargı az çok söz konusu olabilir. Ama bunlarınçevresindeki yetişkinlerden aktarılmış olması kuvvetle muhtemel.

Biz yetişkinler önyargılardan kaleduvarları örüyoruz kendimize. Başka türlü hayatta kalamayacağımızı düşünüyoruzsanırım. Ancak o kalenin içinden geçen tek tip yaşam da çok kıymetli sayılmasagerek.

Bugün göçmenseniz bütün kötülüklerinkaynağı sayılıyorsunuz. Yalnızca ülkemizde değil tüm dünyada. Güç belavardığınız yeni ülkeye ekonomik, sosyal bütün sorunları siz taşımışsınız sanki.Bir çeşit günah keçisi. Artık yurtsuz olması yetmiyormuş gibi bir düşmansayılıyor göçmen. Ama yaklaşan ekolojik felaketler zincirini göz önüne alırsak,belki de insanlığın Afrika’dan yeryüzüne yayılmasından beri en büyük göçmenakınının arifesinde olduğumuzu söyleyebiliriz. Yani her birimiz yeni göçmenlerolmaya her zamankinden çok daha yakınız.

        Hatırlamanınve unutmamanın ilk şartı, anlatmak. Baba da anlattıkça, çeyrek yüzyıl önceyaşanan 17 Ağustos felaketinin anılarını, mahalle sakinleriyle parktasabahlamalarını, kurulan çadırları hatırlıyor. Güneş ve arkadaşları içindüzenlenen çadır gecesi bir eğlencenin ötesine geçerek bir tür anmayadönüşüyor. Hatırlamak İçin Güzel Bir Gün’ün asılmeselesi deprem olmasa da çok geride kalmış bir felaketin dayanışmayla onarılanyaralarına da bakan, 6 Şubat depremlerinden önce yazılmış bir kitap. Aksi olsayazmak mümkün olur muydu?

Hayır olamazdı. Depremin yan konularındanolduğu bir hikâye bile 99’un üzerinden yirmi yıldan fazla zaman geçtikten sonrayazılabiliyorsa… Belki 6 Şubat etrafında dönen bir hikâye de ancak yeterlimesafe alındıktan sonra kaleme alınabilir olacak. En azından benim için.

Deprem, göçmenlik ve diğerleri…Zor konular. Ama üzerinde kafa yormak, çocukları karmaşanın ortasındabırakmamak gerek. Bunun en iyi yolu zor konuların hikâyelerini anlatmacesaretini göstermek. Kabullenmenin, yas tutmanın, aşmanın, yeniden umutlanmanıniyi yollarından biri bu çünkü.

Hatırlamaya ya da unutmamayagelince... Çocuklar için soyut kaldığı düşünülse de bu kavramlar hemen her gün onlarınyaşamlarında. Hayatları unutmadıkları üzerine inşa ediliyor çocukların vehatırlanmaya değer şeyler sayesinde yaşama katlanabiliyorlar.

* Bu söyleşi 13 Şubat 2024 tarihinde Parşömen Edebiyat'ta yayımlanmıştır. 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 27, 2024 23:52

Tuğba Gürbüz's Blog

Tuğba Gürbüz
Tuğba Gürbüz isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Tuğba Gürbüz's blog with rss.