Tuğba Gürbüz's Blog, page 22
November 29, 2023
Giriş gelişme sonuç
Giriş
Boş sayfayla bakışıyoruz. Yapacak başka işlerim var aslında. Çamaşır makinesi sıkmaya başladı. Sesinden belli. Yerimden kalkıp kurumuş çamaşırları toplayıp katlayabilirim pekâla. Ya da lavabonun içindeki iki tabak, iki çatal, iki kaşık, iki bardak ve bir tavayı bulaşık makinesine yerleştirebilirim. Veya oturmaya devam edip düşük alkollü limonlu biramı yudumlar, olanı biteni yazabilirim. Tam olarak durduğum yeri. Bir yazıya nereden gireceğini bilememe hâli...
Neyle başlarsa başlasın, yazıya girmek mühim. İlk kelime yazıldığı anda, o tutukluk hâli gevşemeye başlıyor çünkü. Kelimeler boşluğa sızıyor. Üst üste yığılıyor. Anlamlı bir bütün oluşturma yolunda ilerliyor. Metnin bitmiş hâli okurda imrenmeye dahi yol açıyor. Vay dedirtiyor, ne kadar da hâkim düşüncelerine. Ne yazacağını en başından itibaren biliyor olmalı. Ve sorular yöneliyor söyleşilerde, nasıl çalıştığına dair, nasıl yarattığına dair. Bizim yapamadığımız ve onun şahane yapabildiği şeyin sırrını öğrenmek istiyoruz. Ortada bir sır varsa şayet.
Buna dair güzel bir paragraf döktürmüş, tüm sırları, yazarlık ipuçlarını açık etmiştim ama edebiyat tanrıları çarptı, bir anda silindi cânım paragraf.
Gelişme
Gelişme sizin için ne anlam ifade ediyor? Benim için ısrar, inat, azim, devam, süreklilik demek, gelişme. Yanlış yapmayı göze almak. Kendin için bu da sorulur mu yahu dedirtmek. Yapacak onlarca zahmetsiz, güzel, eğlenceli iş varken kendine yatırım yapmak, yorulmak, kafa yormak, didinmek demek. Yıllar evvel bir söyleşide, sembollerden ve arketiplerden bahseden konuşmacı, onların kendisini gizlediğini, ancak aşina olana kendisini açtığını, gösterdiğini söylemişti. Ben de tutup benim için çok taze bu karşılaşmayı not olarak yazmıştım defterime. Sonraki yıllarda her öğrenme deneyimim, bana bu sözün doğruluğunu ispatladı. Bilgi, kendini bilene gösterir neticede, bilmeyenin gözü kör kalır gerçeklere, o karanlığın içindedir, bilgili için ışıl ışıl olan dünya onun için karanlıktır, muğlaktır, gördükleri sığdır, yanıltıcıdır. O yüzden en büyük uğraşımız, gelişmektir. Gözlerimizin önüne çekilen perdeleri bir bir açmak ancak bu şekilde mümkün olduğu için, gelişme çabası mühimdir.
Bir yıl daha bitiyor. Önümüzde yepyeni bir yıl bizi bekliyor, vaat ettikleri sonsuz, olasılıklar da... Söylesene bu yıl en çok nerelerde geliştin? Yeni yıldan muradın belli mi?
Sonuç
Her başlayan şey biter, derdi annem. Dermiş, hatırlamıyorum. Ailecek televizyonun önüne kurulduğumuz Dallas'ı izlediğimiz akşamlarda, bölüm bittiğinde hâkim olamadığım gözyaşlarım karşısında her hafta açıklarmış: "Her başlayan şey biter."
Hayat öğretti. Her şeyin bir son kullanım tarihi var. O tarih boşuna konmamış. Denemişler, bellemişler, aştıktan sonraki yan etkileri, olumsuz durumları. O yüzden son kullanma tarihleri mühim. Ben gün farkı da olsa, malzemeleri son kullanma tarihine göre diziyorum örneğin. Takip etmediğimde ziyan olan malzemeler gördüm çünkü. Bugün çekmece dibinde kalmış tek kullanımlık bir aljinat gördüm. Merak ettim karıştırdım, normalmiş gibi görünüyordu ama karıştırmaya karşı gösterdiği direnç farklıydı. Kıvamı tutturmak için normalden fazla su istedi. Yine de tam kıvamına gelmedi. Yani neymiş dostlar, son kullanma tarihini geçen her şey, çöpü boylamalıymış. Bırakamamak her zaman bir erdem değilmiş. Yeri geldiğinde bırakmak ile ertelememek ile dostluğun yolları aranmalıymış. Kıssadan hissenizi siz çıkartın. Benim çamaşır toplamak üzere ayağa kalkmam şart zira. Ha, bir hisse varsa, bulduğunuz, payınıza ayırdığınız, kendinize de saklamayın. Yazın ki, birlikte düşünelim.
November 28, 2023
Kasım alfabesi
November 22, 2023
Yaz ve götürdükleri, yaz ve getirecekleri
Kamu spotuyla gireyim söze.
Bugün 22 Kasım. Ülkemizde bilimsel diş hekimliğinin 115. yılını kutladığımız gün.
Tıbbiyeden ayrı bir dişçilik mektebi kurulması için yapılan müzakerelerin sonuçlandığı, Dişçi Mektebi bütçesinin Maarif Nezareti'ne gönderildiği gün, ilk Dişçi Mektebi'nin (bugünkü İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'nin) kurulduğu gün olarak kabul ediliyor.
Sosyal medya hesaplarım kutlamalardan, klinikçe çekilen fotoğraflardan geçilmiyor. Benim de aklımdaydı. Yalan yok ama günü, günün önemine uygun şekilde toplum ağız diş sağlığı için çalışarak geçirdiğimden ne fotoğraf çektirebildim, ne de kutlama mesajlarını zamanında yanıtlayabildim. Şu saat geldiğinde elbette tüm mesajları yanıtladım. Tek yanıtlamadığım mesaj, ablamın Hamlet oyununa gidelim mi sorusu oldu. Hâlâ düşünüyorum.
Beliz Güçbilmez'in dört aşamalı okuma yazma atölyesinde müfredatta yer alan bir oyun, Hamlet. Dolayısıyla oyunu izleme pekala keyifli olabilir. Tek başıma okusam vakıf olamayacağım ayrıntılar sayesinde ilgiyle takip edebilirim. Bir ihtimal yeni öykü fikirleri dahi canlanabilir zihnimde. Çünkü ne diyordu Beliz Hoca: hikâyeler birbirinden yapılır. Tıpkı bir aşkın bir çok aşktan yapılması gibi. Hatırla: Murathan Mungan'ın Terastaki Havlu şiirini hatırla. Yirmi yılı aşkın süredir benimle o ev senin, bu ev benim dolaşan, okunmaktan elimde paralanması beklenirken zamana meydan okumayı başaran, her defasında aynı dizelerine tutulduğum incecik kitap, Yaz Geçer, handiyse baş ucu kitabım. Çünkü yaz geçer, yine gelir. Çünkü yaz geçer, iyi gelir kelimeler.
Yaz geçti, yine gelecek. Saçlarımı kestirdim, yaz aylarında. Çok da uzun değildi gerçi. Ama uzun sürmüş bir ilişkinin ardından saçlarımı kestirmek, bir tür zaman sayacı görevini üstlenecekti. Saçlarım hâlâ hayli kısa. Kızımın pek de sevmediği bir boyda. Yaz uzun, upuzun kullanayım istiyor, onu yakıştırıyor bana, ya da daha kısayı. Uzatıyorum. Uzamasını beklerken geçen zamanın bana iyi gelmesini bekliyorum. Yaşadığım kaybın, hayal kırıklığının, kızgınlığın, üzüntünün, rahatlamanın tüm aşamalarından sırayla, yeniden ve yeniden geçmek için zamanın geçmesi gerekiyor. Yaz ve götürdüklerini sindirmek için zaman gerekiyor. Aynaya bakıyorum. Kulak memesi hizasından kısa kestirdiğim saçlar şimdiden uzamış, iki parmak boyu aşmış hatta. Omuz başlarıma döküleceği günleri bekliyor hevesle. Acelem yok. Biliyorum çünkü yaz geçer, yine gelir. Yaz geçer, iyi gelir kelimeler...
November 19, 2023
Pazar raporu
Bu sene sonbaharın tadını doya doya çıkardık. Havalar uzun süre mevsim normallerinin üzerinde gitti. Belki de mevsim normallerini yeniden tanımlamanın zamanıdır. Son yıllarda kışın geç geldiğinin, havaların geç soğuduğunun, ilkbahar ve yazın geciktiğinin hepimiz farkındayız ne de olsa.
Nihayet havalar soğudu. Menüye çorba eklendi. Evde merkezi ısınma sistemi de cuma gecesi devreye girdi. Dün iş yerinde kombiyi açtık. İki muayene odasından diğerine geçerek hastalarıma bakmaya başladım. Muayene odalarından biri yazın serin kışın buzz gibi oluyor, diğeri ise tam tersi yazın cehennem, kışın tam kıvamında bir ılıklık hali... Birini serinletmeye klima yetmiyor, öbürü iki koca peteğe rağmen zor ısınıyor. Müşterek muayenehaneden tek başıma çalışma düzen ine geçince yazlık, kışlık takılmaya başladım. Bu hafta yurt genelinde hayli yağışlıydı. İnce mont, bot, şemsiye kullanıma girdi. Ama pazarın yüzü suyu hürmetine gökyüzü açık ve güneşliydi. Kahvaltı sonrası yürümek için hiçbir engel yoktu. Geçen pazar da aynı güzergâhı yürümüştüm ablamla. Çakal eriği ve böğürtlen toplamıştım. Bir bahçe sahibinin yıkayarak arkamızdan koşarak yetiştirdiği ayvayı kemirmiş, kızımla telefonda konuşmuştum. Çıktığı tatilden memnundu elbette. Aklı kalmadı o anın içinde. Ne de olsa böğürtlenler bekliyordu, ekşi gövem erikleri de öyle. Bu sabah kahvaltının ardından "Hadi böğürtlen toplamaya," dedim. Bir gece evvel yatılı kalan arkadaşını da yanımıza katıp böğürtlen avlamaya çıktık. Çamurlara bata çıka yürüdük, bazı yerlerde ayak bileklerimize kadar çamura saplandık, dönüşte aynı yere saplanmamak için alternatif rotalar düşündük, az böğürtlen çokça gövem eriği topladık.
Eve döndük. Kahvaltı sofrasına yeniden oturup bir fincan çay eşliğinde tereyağlı ballı ekmek yedik. Nereden baksan ideale yakın bir pazar...
*
Cem Şen'in İçsel Simya derslerine başladım. Toplam sekiz canlı dersin beşini (ikişer hafta sonu cumartesi pazar 12.00-17.00 arası olan dört ders de dahil olmak üzere) kaçırmayı başardım. İlk ikisinde Ankara'daydım. Biri 29 Ekim'di. Birinde çalışıyordum. Geçen pazarki dersi ise unuttum. Canlı katılamayacağım dersler olacağı baştan belli olduğu ve kayıttan izleme imkânına güvendiğim için kayıt olmuştum gerçi ama sekizde beş ders kaçırmayı da pek beklemiyordum. Beş dersin her birini dinledim. Çok yer kaplamaması için ses kaydı yüklenmiş zira. Geriye yii jin jing hareketlerini öğrenmek ve tekrarlamak kalıyor. Bir sonraki derse kadar niyetim hareketleri de öğreten videoları da izlemek ve denemek, denemek ve bedenin hafızasına yerleştirmek.
Jİ jin ying kas ve tendon hareketleri Zen Budizminin kurucusu Bodhiddharma tarafından geliştirilmiş yapması 10-15 dakika kadar süren ancak etkilerinin muazzam olduğu söylenen bir seri. Cem Şen, allayıp pullamıyor gerçi, deneyin, kendiniz görün diyor ancak onun eğitimine giden arkadaşlarım etkisinden çok olumlu bahsettiği için başladığımda bedenime de ruhuma da zihnime de iyi geleceğinden neredeyse eminim. Bu hareketlerin özellikle fasya dokusuna yönelik olduğu, fibromiyalji gibi genel vücut ağrılarını rahatlatmakta bire bir olduğu, kasları, tendonları güçlendirdiği, esnekliği arttırdığı, yaşam enerjisini yükselttiği söyleniyor. Denemeye değer doğrusu.
*
Geçtiğimiz iletide dergi için yazı yazma ve İçsel Simya derslerini kayıttan dinleme gerekliliğinden bahsetmişim. Her ikisini de bitirmenin haklı gururu var üzerimde. Şimdi başkaca işler var beni bekleyen. Her birini aynı anda yapamam elbette. Yarının yemeği pişti. Hazır. Çamaşırlar kurumak üzere asıldı. Nevresimler değişti. Yatak odaları ve mutfak süpürüldü, silindi. Kendimi şımartma zamanı gelmiş olmalı öyleyse. Sıcak bir banyo, ardından battaniyenin altına girip Crown'un yeni sezonundan bir bölüm izlemek ve bitki çayı içmek.
*
Bugün internette rastladığım bir haberde balık avı sezonu açılış tarihinin 1 Eylül'den 15 Ekim'e çekilmesi ve 180 günle sınırlandırılması gerektiğinden bahsediliyordu. Aksi takdirde denizlerimizdeki hamsi stoğunun da bitmesi, hamsiyle avlanan büyük balıkların göçünün de buna bağlı olarak kesilmesi söz konusuydu. Bilimsel verilere kulak asmanın kimseye bir faydası yok neticede. 1 Eylül'de denizler hâlâ sıcak. Çanakkale'de bile ekimde denize girenler vardı. Benim gibi çalışan tayfa değil elbette, aylakçılık yapıp öğle sıcağında kendini deniz kenarına atma imkanı bulanlardı yüzebilenler. İnstagram sayfalarından gördüm ben de. Okullar açılmadan kapandı deniz sayfası benim için ki gerçekten girilebilecek pazar günleri oldu ama yapacak iş çoktu. Eylül sonunda girdim, ay ekim başında, ortasında bile girdim diye tik atma gereği duymadım galiba. Koştur koştur kendimi plaja atmadım. Ruhum sonbahardayken bedenime yazmış gibi hissettirmenin alemi yok. Yeniden denize girebilecek kadar havalar ısınmadan önce soğuyacak, kaloriferler yanacak, kat kay giyineceğiz, dizlerimize battaniye çekip film izleyeceğiz, salep, kestane eşlik edecek bu zamanlara, daha çok kitap okuyacak, evde hobilere yer vereceğiz. Bir döngünün içinde ilerlemenin, değişimle bir olmanın tadını çıkaracağız. Tadı değilse de didişmeyeceğiz evvela. O yüzden yaşasın sonbahar, yaşasın gelmekte olan yeni yıl. İş yerimde yıllık yeni yıl süsleri yerini aldı. Ev için biraz daha beklemek gerek.
*
Bu pazar da böyle geçiyor. Sakin ve iyi. Ya seninki? Senin günün nasıl geçti sahi. Anlatsana.
November 10, 2023
Günün izi: 12
Balık kavağa çıkınca Demiyor, gelecek günlere inanıyoruz. Bu arada balık yemeyi de ihmal etmiyoruz. Balık severim ama nedense pek de pişirmem evde. Her eylül sezon açıldı haberiyle de heveslenirim. Daha çok balık yemeli düşüncesini alır, baş ucuma tuttururum. Bu yıl, o yıl. (Yeni yıl 1 Ocak'ta başlamıyor her zaman. Doğum günü de pekala milad sayılır.) Alınan kararların ertelenmeyip uygulandığı yıl. Neymiş: balık yenecek. Pazar günleri (çoğunlukla) balık yiyoruz. Bu sene balık da bol. Lüfer, kalkan, zargana, hamsi, levrek, çipura, karagöz, dil... Tezgâhlarda sere serpe yatıyor. Hale gitsem de baksam ne var diye düşündürtüyor. Fiyatlar da nispeten ucuz. Pazar günü kilogramı 400 liradan lüfer aldım diyeyim sen anla. Hamsi 100 lira bandında. Taze ve her daim bol. Hamsili pilav yapınca altı porsiyon çıkıyor. Kılçıkları da Sani lüpletiyor. Henüz ayıklarken taze taze.
Haftanın sonu Sevgiyle, hayranlıkla...
Bugün 10 Kasım. Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ü ölümünün 85. yıldönümünde sevgiyle ve hayranlıkla andık. Bir kez daha. Cumhuriyet meydanı yıkıldığı ve yeniden yapıldığı için bir süredir çelenk koyma törenleri Valilik'in önünde yapılıyor. Trafik bir süreliğine kapatılıyor. Kısacık bir resmi tören yapılıyor. Ardından protokolde yer almayan siyasi partiler, dernekler, meslek odaları sırayla çelenk koyuyor. 29 Ekim tam bir curcunaydı. Bizde düzen, nizam zayıf zaten. Anonslar hızlı hızlı yapıldı. Gelenin çelengini koyup saygı duruşuna geçmesi beklenmediği için çelenkler de, insanlar da üst üste yığıldı. Bugün tören daha düzenliydi. Kurumların isimlerini listeye yazdırması gerekmediğini, alfabetik sırayla çağrılacağımızı öğrendik. İki dakikalığına her şey durdu. Sirenler dışında çıt sesinin dahi çıkmadığı bir sessizlikten bahsediyorum. Askerlerin esas duruşunu izledim, gökyüzünde salınan bayrakları, flamaları izledim. Atatürk heykelinin etrafındaki dört meşalenin tek tek yakılmasını izledim. Özgürce uçan kuşları izledim. Ölümünün 85. yılında ona sevgi ve hayranlık beslediği için gelen sivilleri izledim. Tek bir kırmızı karanfili sımsıkı tutan küçük oğlanı izledim. Gökyüzünde kanat çırpan kuşları izledim. Bando İstiklal Marşını çalmaya başlayıp içim hop edene kadar sessizce içindeydim, saygı duruşunun. Çok daha coşkulu törenler gördü elbette bu gözler. Yıllardır milli bayramların, 10 Kasım'ların cılızlaştırıldığını görüyoruz. Sen rahat uyu Atam diyebileceğimiz günler değil, farkındayız. Yine de ona gerçek anlamda hayranlık duyanların sayısı hiç de az değil. 100 yıl önce bizi ümmet olmaktan, bir şahsa kul olmaktan kurtaran, yönetime katan, halkı özgürleştiren, bilimi, feni rehber almamızı öğütleyen Atamıza sahici bir minnet duymayacağız da ne yapacağız!
October 23, 2023
Mektupmuş gibi
Ön açıklama: Bu aralar en sevdiğim, kendimi yazarken en rahat, içten hissettiğim yer, mektup satırları. O yüzden ekim ayının bu son iletisini bir mektup gibi yazmak istedim.
Sevgili arkadaşım,
Ekimin son haftasındayız işte. Cumhuriyet'in kuruluşunun 100. yılının eli kulağında. Cumhuriyet'in doğduğu yere gidiyorum, Ankara'ya. 29 Ekim'e kadar kalamayacağım ama buradan daha canlıdır belki. Hoş benim bir renk, doku gördüğüm yok. Evden işe, işten eve. Bugün telefonla randevu aldığı için önceden muayene etme fırsatı bulamadığım, hastanın beyanına göre zaman ayrılan hastamla işim çarçabuk bitti. Sonraki hasta da erkenden çıkagelmez mi! Oturttum koltuğa. Eh onun işi de bitti. Kaldı mı 1,5 saat. Ankara öncesi almam gereken şeyler vardı. (Bu işler hep son dakika zaten. Yapacak bir şey yok) Atladım arabaya. Çarşıya express bir tur yaptım. Hızlıca alacağımı aldım. Döndüm. Son üç hastaya baktım. Birinin kızı yancı çıktı. Onu da muayene ettim. Tereyağından kıl çeker gibi bitti gün. İşler güçle ala!
Yarın sabah uçaktan indiğimiz gibi doğru toplantıya. İki gün toplantı. Ardından Uluslararası Dişhekimliği Kongresi. (Diş hekimliğinin ayrı yazıldığını biliyorum elbette ama her nedense bizim birlik bir kez bunu birleşik kabul etmiş. Ne Leyla Erbil'iz ne de Saramago oysa. Ah ben bu kuralı bilmez iken bir kez uzunca süren bir toplantı tutanağında her birleşik yazılan diş hekimini ayırdıydım. Binbir zahmet. Üstelik nafile çaba) Cumaya kadar oralardayım anlayacağın. Planlarım var ama zaman ayırabilecek miyim hiç emin değilim. Perşembe akşamı kuzenlerle akşam yemeği var. O kesin. Leylak Dalı'nın bloğunda bahsettiği sergiyi gezmek istiyorum. Nasip! Mimarlar Odası Ankara Şubesi tarafından Goethe Enstitüsü'nde düzenlenen serginin başlığı: "Almanca Konuşan Bilim İnsanlarının Ankara Günlükleri". (bağlantıda ise sergi açılışında yapılan panelin videosu var. Henüz izlemedim ama görünce paylaşmak istedim) Nazilerden kaç an bilim insanlarının Türkiye üniversitelerine, bilimsel çalışmalara katkısı ortada. Diş hekimliği camiasına katkı sunan Alfred Kantorowicz vardır örneğin. Sosyalist ve Yahudi olduğu için Bonn Üniversitesi'nden atılıp önce cezaevinde, sonra toplama kampında tutulan Kantorowicz devrin en ünlü diş hekimlerindendir. Ünü Almanya sınırlarını aşan Kantorowicz, hem tıp hem de diş hekimidir ve Ord. Prof.dür. Onu toplama kampından kurtaran Atatürk'ün girişimleri olmuştur. Ata'nın ısrarlı takibi sonucunda ünlü profesör toplama kampından çıkmış, ailesi, asistanları ve kütüphanesiyle birlikte İstanbul'a gelerek İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi'nin başına geçmiş, eğitimi üç yıldan dört yıla çıkarmış, yeni kürsüler kurmuş, Türkiye'de bilimsel diş hekimliğinin öncülerinden olmuş. Pek çok yayına imza atmış, kitaplar yazmış, fakülteye yeni akademisyenler kazandırmıştır. Türkiye'nin ilk kadın ortodontisti Ayşe Mayda örneğin. Uludağ'ın kayak merkezi olmasında Kantorowicz'in katkısı varmış örneğin. Ayşe Mayda da hocasının yolundan gitmiş olmalı ki ülkemizde ilk kayak pantolonu giyen kadın olmuş. İlk araba şoförlüğü de cabası. Bugün bizim çabasızca elde ettiğimiz şeylerin arkasında hep öncü kadınlar var. Çağının önünde giden, kanatlanmış kadınlar. Yazacak, okuyacak çok şey var bu konularda öyle değil mi? İpin ucunu verdim. Gerisi sende arkadaşım. Merakın seni nerelere taşıyacak bilemem.
Merak dedim de aklıma geldi. Yanıma alacağım kitabın doğuşu da hep meraktan. Ben demiyorum. Editör diyor, yayınevi diyor. İnanmazsan arka kapak yazısını oku.
“Yazar biyografileri çok ilgimi çeker. Yaşadıkları hayat kadar başka bir şey daha merakımı celbeder: Acaba yaşamının ne kadarını yazmıştır yazar kitabının başına? Ne kadarının yazılmasına müsaade etmiştir?... Bu, birazdan okuyacağımız metin için bize muazzam bir ipucu verir… O koskocaman sözcükler yığınına körlemesine dalmadan önce yazarın kendisinin yazdığı ya da yayımlanmasına izin verdiği haliyle biyografisi, en azından, bir mumluk ışık tutuşturur elimize.”
Böyle diyor Onur Çalı, kitabının bir yerinde. Ve tam da bu merakının peşinden giderek edebiyatın usta isimlerini, yapıtlarını, yaşamlarını büyüteç altına alıyor. Okuru, John Steinbeck’ten Bulgakov’a, Sevim Burak’tan Salâh Birsel’e, pek çok ustanın yer aldığı edebiyatın zengin topraklarında, uçsuz bucaksız coğrafyasında gezdirirken ele aldığı yazarların ve kitapların yüzeyinin altına iniyor, kâh bizzat yazarın kendisini, kâh sıradan bir olay diye okuyup geçtiğimiz ayrıntıları ya da kitabın omurgasını oluşturan konuyu bambaşka bir açıdan inceleyip o yazara ya da romana farklı bir gözle bakmamızı sağlıyor, yeniden tanıtıyor. Yazmanın, yazarlığın ne olduğu hakkında hem ele aldığı yazarların yazdıklarından yola çıkarak hem de bunları damıtıp kendi fikirlerini ekleyerek bizi –eğer yapmıyorsak– bundan böyle elimizdeki kitapları yazarı tanıyarak okumaya, yorumlamaya davet ediyor.
Onur Çalı'nın yeni deneme kitabı "Gemilerle Seyahat Eden Sözcükler"le seyahat edeceğim. Yazıların bir kısmını Parşömen Edebiyat'tan hatırlıyorum ama bir kitap bütünlüğünde okura sunulmasının tadı hem yazar için hem okur için ayrı. Bakarsın fırsat olur, kitabımı da imzalatırım.
Merakla başlıyor çoğu şey. Bilim merakla başlıyor, sanat merakla, üretmek merakla. Merak uçarı kaçarı bir heves olur da aynı anda onlarca, yüzlerce meseleye konar ise işin sonu gelmiyor bence. Yüzlerce fikirden birine odaklanabilmek lazım, en azından bir sıraya sokabilmek, okumak, öğrenmek, özümsemek, üretmek... Bloğumun içinde yüzlerce, abartmıyorum, 527 tane taslak var. Çoğunda çamışım sayfayı dizmişim kelimeleri ardı sıra, bir başlayayım, gerisi gelir demişim, sıradanın içinden özelleşememiş, kalmış, gidememiş daha fazla. Arada kalan tek tükte ise internette gördüğüm, merak ettiğim kimi hususlar var. Unutmayayım diye yazdığım kelimeler öbeği. Bu güz ve kış onları yeniden okuma ve peşine düşme zamanı yaratırım belki. En azından girişlere bakar, taslaklarda dahi saklanmasına gerek kalmayacakları silerim. Çünkü temizlik her yer için geçerli.
Senin bir çırpıda okuduğun bu satırlar için ne kadar zamandır çalışma masamda oturuyorum, hesap etmedim. Ancak belimin, sırtımın ağrıdığını hissedebiliyorum. Gerinmek, esnemek, dinlenmek istiyor bedenim. Belki de yüzmek. Suyun içinde olmanın dayanılmaz hafifliği. Bavulun içine mayomu da attım. Mesele yüzmekse, her zaman hazırlıklı olmak gerek. Öyle değil mi? Söylesene senin yaz demeden, kış demeden valizine attığın en absürt şey ne? Benimki muhtemelen mayo. Hamam olur, kapalı havuz olur, göl olur, plaj olur, bir fırsat olur ve yüzerim, yüzmek isterim. Yorgunluğum gitsin diye, stresim vücudumdan aksın diye. Uzun uzun spor niyetine değil, dal çık rahatla. Ruhun hafiflesin hesabı.
Geldik yine ruhu hafifleten eylemlere. İlki yazmak. Beni okuyorsan iyi bilirsin. İkincisi, üçüncüsü nedir öyle pat diye sıralayamam ama su olmak, suyla olmak var ondan eminim. Ben kızımı bile böyle büyüttüm. Baktım canı sıkkın, ne yapacağını bilemez halde. Soydum koydum küvetin içine. (Doğduğu evde küvet vardı) Leğene su, eline sünger verdim. İsminin anlamını boşa çıkarmadı. Sevdi o da suyla oynamayı, sudan gelen rahatlamayı. Sırtımın ağrısı dayanılmaz. Satırlarıma son vermek zorundayım. Önce bir bardak su içeceğim. Sonra sıcak duşun altına gireceğim. Sonra tırnaklarımı da törpülerim belki. Kimi kısa kimi uzun zira.
Yeniden buluşana dek her şey gönlünce olsun arkadaşım.
Huzurlu Yaşam İpuçları: 15
www.nonviolentcommunication.com web sitesi Şiddetsiz İletişim ile ilgili Türkçede kaynakların sınırlı olduğu günlerde, ücretsiz belgelerinden sıklıkla yararlandığım bir dijital platformdu. Halen seyrek aralıklarla devam ettiğim Şefkatli Ebeveyn Günlükleri’nin ipuçlarını oradan alıyorum örneğin. O günlerde hevesle üye olduğum bültenlerin her birinden gelen ipuçları kıymetli esasında ama günlük hayatın hızı içinde, İngilizce bültenlere ilgimi, dikkatimi vermek, okuduğumu içselleştirmek her zaman mümkün olmuyor. O yüzden buraya ara ara bir başka serinin, Mary Mackenzie’den Huzurlu Yaşam Meditasyonu çevirilerini paylaşacağım. Her ne zaman, hangisine rastlar ve okursan dilerim şifa olur, ilham olur ve seni dönüştürür.
*Hayat kısa ama nezaketiçin daima yeterince zaman vardır.
Ralph Waldo Emerson
15. Gün: Talepler ve Talepler
Birinden bir şeyyapmasını istediğinde, tek seçeneği boyun eğmek ya da isyan etmektir; yaistediğini yaparlar ya da yapmazlar.
Bazen bir istek, talep gibi görünebilir. "Tatlım, lütfen bugün çimleri biçer misin?"Kulağa bir istek gibi geliyor ama partneriniz "Hayır, bugün olmaz,yenildim ve rahatlamak istiyorum" derse ne olduğuna dikkat edin.Kızmazsanız veya yargılanmazsanız, bu bir ricadır. "Bir insanın ne kadardinlenmeye ihtiyacı olabilir? O çok tembel!" diye düşünüyorsanız, muhtemelen bir taleptebulundunuz.
Bir şeyi rica olarakistemenin püf noktası, herkesin ihtiyaçlarına eşit değer vermektir. Kocanızındinlenme ihtiyacına gerçekten değer veriyor musunuz? Yoksa sizin için kendidüzen ihtiyacınız daha mı önemli? Herkesin ihtiyaçlarına eşit değerverdiğinizde, herkesi tatmin eden çözümlere ulaşmaya daha istekli olursunuz.
Kocanız çimleri biçmekyerine dinlenmek istediğini söyledikten sonra işte böyle görünebilir.
"Demek bugün gerçekten dinlenmek istiyorsun. Bunu anlıyorum, özellikle degeçirdiğin haftadan sonra."
"Evet teşekkürler."
"Dinlenmeniistiyorum tatlım. Ayrıca yarın ailem buraya gelene kadar bahçenin biçilmemişolması beni endişelendiriyor. Evimizin onlar için güzel görünmesini gerçektençok isterim. Hem senin dinlenmeni sağlayacak hem de yarınsabah onlar buraya gelmeden çimlerin biçilmesiyle ilgili bir önerin var mı?”
Bu örnekte kadın,kocasının dinlenmeye ihtiyacı olduğunu kabul etti ve ailesi gelene kadarçimlerin biçilmesi yönünde kendi isteğini ileri sürdü. Çözümü değil, ihtiyacınıöne sürüyor. Çimleri biçmesi için bir komşu tutmaya karar verebilirler ya da eşi yarın sabah çimleri biçebilir veya anne babasının ziyaretinehazırlanmak için başka işler almayı kabul ederse kadın kendisi biçebilir. Kadın o günçimleri biçme konusunda kararlı olsaydı, diğer seçenekleri kabul etmesi onuniçin zor olabilirdi.
Böyle bir talep,imkanları sınırlar ve insanlar arasında mesafe yaratır. Herkesin ihtiyaçlarınagerçekten değer veren bir istekte bulunmak ise olasılıkları açar ve bağlantıkurulmasına yardımcı olur.
Bugün birinin isteğini talep olarak duyduğunuzda nasıl hissettiğinizin farkında olun. Boyun eğmek veyaisyan etmekten başka bir cevap düşünebilir misin?
October 22, 2023
BURADA, BU AN
Çanakkale'de bir pazar günü. Aylardan ekim. Saat neredeyse dört. Hava aydınlık, gökyüzü pırıl pırıl. Çalışma masamda oturuyorum. Başımı sağa çeviriyorum. Desenli tülün ardından bahçedeki çimenler, büyüyüp sözüm ona bir çit gibi bahçe sınırını belli edecek şimşirler görünüyor. Sani, pencerenin önünde uyukluyor. Sağ gözünün sulandığını fark ediyorum. Uzanıp parmağımla siliyorum usulca. Gözlerini kırpıştırıyor. Yataktan aşağı atlıyor. Ayak ucumdaki mama kabına girişiyor. Parmaklarım klavyenin üzerinde gezindikçe çıkan tuş tıpırtılarına kuru mama çıtırtıları ekleniyor. Yeterince yediğini düşündüğünde yeniden yatağın üzerine zıplıyor. Çevikliğini hayranlıkla izliyorum. Hareketleri kusursuz. Kıçını devirip uyumak yerine pencereden dışarısını izliyor. Yer sofrasından henüz kalktığının farkında değil sanki. Ağzını burnunu temizlemiyor. Pasaklı oğlan. Bahçede hareket yok. Rüzgârda salınan bitkiler, yerlere konup havalanan kuşlar, güneşlenen, gerinen, hoplayan zıplayan kediler, yaygaracı köpekler yok. Sessizlik ve eylemsizlik karşısında sıkılıyor besbelli. Sırtı mavi mindere dayanıyor. Kaşla göz arasında virgül gibi kıvrılıyor . Çenesi yatağa gömülü. Ritmik hareketlerle karnı yükseliyor, iniyor, yükseliyor, iniyor. Onu izlemek uykumu getiriyor. Toplamadığım yatağın içine girmek, yorganı tepeme çekmek ve uyumak istiyorum. Akşam aile yemeği var oysa. Balık pişecek, salata malzemeleri yıkanacak, iri iri doğranıp koca bir kâsenin içinde toplanacak, limon ve zeytinyağıyla buluşacak. Annemin yaptığı aşure kaşıklanacak. Tembellik etme faslı yine kediye kaldı iyi mi!
*
Hamiş: Tam olarak burada bu ânı resmettim sana. Neredeyim, kiminleyim, ne yapıyorum, hangi zamandan sesleniyorum, ne görüyorum, ne duyuyorum, günün hangi saat diliminden sesleniyorum, kalanında neler yapacağım, planım ne, aslında ne yapmak istiyorum hepsinin fotoğrafını çektim senin için ve paylaştım. Kelimelerle bir fotoğrafını çekmek isteseydin bu iletiyi okuduğun ânın, neler yazardın? Yukarıdaki şablonu taklit etmek ve yazmak serbest. Süre sınırsız. Denemek ve paylaşmak istersen yorumunu okur okumaz burada olacağım. İyi akşamlar, iyi pazarlar (Senin okuduğun an her nasıl hitap etmem gerekirse onu diliyorum)
October 21, 2023
Günün izi: 11
18 Ekim
Bilgisayarı açtım. Boş sayfayla bakışıyorum. Okuma listesine gidiyorum. Takip ettiğim bloglarda yayımlanan yazıları okuyorum, kimine hızlıca göz gezdiriyorum. Bazılarına yorum yazmak istiyorum. Düşündürtüyor zira. Vazgeçiyorum. İçimde boşluk mu desem, ağırlık mı, ne yapacağını bilemeyen bir hal. Eh bunu yazayım en iyisi. Kalemi bir yerden sivriltmek gerek.
Bu gece geliri kız çocuklarının eğitimine bağışlanacak bir konsere gidecektik arkadaşımla. Son dakikada giyinirken milli yas nedeniyle iptal edildiğini öğrendik. Siyahlarımızı çıkartıp (davetiyede dress code yazıyordu pek benlik olmayan olaylar ya neyse) kotumuzu geçirdik, buluşalım da kahve içelim, dedik. Kahve planını duyan kızım ben de geleyim, orada yaparım ödevimi dedi. Üniversiteli gençlerin yan yana ödev yaptığı köşeye geçti. Kulaklıklarını taktı. Kahvesini yudumlarken ödevlerini yapmaya koyuldu. Bazen dışarıda olmanın kendisi bir ödül ve motive edici galiba. Ben de temmuzun ilk haftasına kadar uzayan finallerim için ders çalışma mekânı olarak Koşuyolu Öğretmen Evi'nin bahçesini, Fethipaşa Korusu'nu kullanırdım kimileyin. Evde pineklemekten daha keyifli gelirdi. Sıcakla mücadele etmek de kolaylaşırdı. Mezun olalı neredeyse yirmi üç yıl oluyor. Dile kolay. Okula ilk girdiğim yıllarda bu meslek yirmi yıldan fazla yapılmaz demiştim. Yanılmışım. Bal gibi de yapılıyormuş. Yeter ki hevesi kaçmasın insanın.
19 Ekim
Ateşten Gömlek'in ardından Handan'ı dinlemeye başladım. Mektuplardan oluşan bir roman. Roman Refik Cemal'in arkadaşı Server'e Neriman ile evleneceği haberini vermesiyle başlıyor. Refik Cemal'den Server'e, Server'den Refik Cemal'e, Refik Cemal'den Neriman'a, Neriman'dan Refik Cemal'e... Roman boyunca, roman kişileri birbirine mektup yollayıp duruyor. Mektup demek ben kişisi demek. Ben anlatıcı demek kahramanın düşüncelerini, hislerini aracısız görmek demek. Neticede bir romanı yalnızca olay örgüsü için okumuyoruz. Oluş halinden çok insanların ne deneyimlediğini, bu deneyimden nasıl etkilendiğini, ne çıkardığını, nasıl dönüştüğünü görmek için okuyoruz. Ben anlatıcıyı da tam bu sebeple seviyoruz. Tanıklığı, deneyimi araya kimseyi sokmadan gösterdiği için, bunu mümkün kıldığı için.
20 Ekim
Bir aralar her yıl başı öncesi kendime bir Metis ajanda alıyordum. Hem tasarımını, içeriğini sevdiğim için hem de günlük notlarımı yazayım, bir şeyleri unutmayayım hem de bir yıl dökümü gibi, kişisel almanak gibi saklarım diye düşünüyordum. Bu yıl almadım. Akıllı telefonlar, google takvim pek çok seçenek var zaten. Günlük hayatla ilgili mevzularda hafızama güveniyorum. Bu geceki zoom toplantısını neredeyse unutuyordum. İşten çıktım. Pizza aldım. Ablama gittim. Saat dokuza yakın içgüdüsel bir şekilde kalktım. Ben eve gideyim, dedim. Toplantının t'si bile yok aklımda. Bizim sokağa döndüm ve dank etti. Hızla eve girdim, çalışma odasına daldım ve telefondan bağlandım. Tam zamanında! Günümüz insanının en büyük sorunu belki de bu. Çok fazla uyarana maruz kalıyoruz. Onları sindirecek zamanı bulamadan yenileri boca ediliyor üstümüze. Arınmak ve bir kısmını salmak, yeni güne, yeni haftaya başlamak için kimi meşgaleler bulmak, kimi ritüeller yaratmak şart. Yazmak, benim için bunun yollarından biri. Bir irini akıtmak gibi, içimin şişmesini engellemek ister gibi yazıyorum. Sular kesildikten sonra musluğu açarsın, pis bir su akar hani, kahverengi, puslu... Mecbur açık tutarsın, tortusu gitsin, berraklığına kavuşsun diye. İşte içimdeki suların kiri, pası gitsin, yeniden berraklaşsın diye yazıyorum. Dikkatimi dağıtan pek çok şey varken, dikkatimi yalnızca yazdığım metin üzerinde toplayabilmekten hoşlandığım için yazıyorum. Silkelenmek için yazıyorum. Günlerim, aylarım nasıl geçmiş anlamak için yazıyorum. Yalnızca bloğa yazmak yetmiyor galiba. Yeni yılda yeniden Metis ajandası almalıyım belki de.
Yazmak güzel ama daha çok zihinle ilgili. Oysa bir de beden var. Beni taşıyan, ruhumu, zihnimi kaplayan, kapsayan. Onu unutuyorum. Haftada bir ormanın kalbine gitmem şart değil. Bir parça ağaçlık alan bulsam, yürüsem, derinlerine gitmesem bile başımı göğe çevirdiğimde onların taç utangaçlığına şahit olsam, taçlarının arasından süzülen gün ışığına baksam. Ne güzel olur.
21 Ekim
Hava iki gündür mis. Pastırma yazı dediklerinden. Öğle saatlerinde yaz bitmemiş gibi hissettiriyor. Hele koştururken, bonenin, maskenin, eldivenlerin, gözlüklerin altında terlerken "Şimdi deniz kenarında olsam yüzerdim," dedirtiyor. Mübalağa tabi. Ekimde Çanakkale'de denize girmişliğim yok. Üşürüm muhtemelen. Yazın bile öyle cumburlop giremiyorum suya. Yine de güneşi görmek güzel. Hala tişörtle gezebilmek güzel. Bugün güneşli havanın tadını çıkardım. Güne erken başladım. Hep erken uyanıyorum gerçi. Bu kez sokağa da erken çıktım. Kasım ayında düzenleyeceğimiz sempozyumun gerçekleşeceği otelde randevumuz vardı. 9'da orada olacaktık. Deniz kenarında simit çay yapar öyle giderim, dedim. Çedarlı simit ve duble çayla kahvaltımı ettim. Otelde son ayrıntıları konuştuk. Muayenehaneye gittim. Yoğun bir iş gününün ardından 1,5 saat gecikmeyle kendimi sokağa attım. Medikalciye gidip tıbbi atık kovası aldım. Bankamatiğe para yatırmak üzereyken tanıdığım bir çifte rastladım. Aynalı çarşının oralarda yeni açılan bir burgerciye gidiyorlarmış. Beraber gittik. Övdükleri kadar varmış. İsmi 1890. Adını Aynalı çarşının yapım yılından alıyor. Yemeğin ardından bir arkadaşıma kahve içmeye gittim. Kurabiye almak için Meydani'ye girdim. Kasadayken sevdiğim bir başka arkadaşıma rastladım. Bana şu satırları yazdıran arkadaşıma. Bu aralar bir akşam yemeğe bize gelmesi için konuşmuştuk. Rastlaşmak iyi oldu.
22 Ekim
Pazar sabahı. Güne Sani'nin afacanlığıyla başladım. Mama istemek ve dışarı çıkma arzusunu gerçekleştirmek için bildiği iki yol var. Bana diş geçirmek ya da bir şeyleri yere itmek suretiyle ses çıkarmak. Alıştım artık. Kalktım, mama verdim, su verdim, pencereyi açtım. Alacakaranlıkta yatağa girdim. Bir podcast açtım. Sesler beni sardı sarmaladı yeniden uykuya daldım. Önümde uzunca bir yapılacaklar listesi var bugün. Evden çıkma zamanım da geldi. Bu yazıyı salıp gideceğim. Yukarıda sormayı unuttum. Yazarsanız sevinirim. Sizin arınma yollarınız ne? Günün, haftanın yorgunluğunu atmak için, yeni güne, yeni haftaya hazırlanmak için siz neler yapıyorsunuz?
October 17, 2023
Ertelememek üzerine
Arkadaşlarını erteleme
Bizde adettir. Yeni eve taşınınca eş dost eve gelir. Ev, bahanesi olur buluşmanın. Ev sahibi yemekleri hazırlar, eş dost hediyesini takdir eder. Mis gibi zaman geçer birlikte. Pandemi, birkaç yıl bu ev buluşmalarını da aksattı. Yaz ayları, dışarıda olma isteği daha baskın derken bir de baktım eve nadiren misafir davet ediyorum. Silkindim. Kendime geldim. Al sana yeni yaş kararı: ayda iki kez yemeğe misafir çağır. Doğum günümün üzerinden yaklaşık bir ay geçti. İki kez misafir ağırlama imkânı buldum.
İlki dans gecesiydi. Masanın üstünü atıştırmalıklarla, içeceklerle, mekânı gençlik şarkılarımızla donattık. Kliplerdeki dansları taklit ettik. Kahkahalarla evi çınlattık. Evdeki ergenleri şaşırttık.
İkincisi hamsili pilav ikramıydı. Neredeyse 15 yıl önce ilk hamsili pilavını bende yiyen arkadaşımla ne zaman karşılaşsak laf bir yerde dönüp hamsili pilava dayanıyor, çokça niyetine girdiğim halde bir türlü bir araya gelme işini organize edemiyordum. Pazar akşamı şeytanın bacağını kırdık. Onlar açısından sıkışık bir gün olmasına rağmen üstelik. Bu da ispatı.
Haftanın altı günü çalışıp yemekli misafir ağırlamak kolay iş değil belki ama gözümde büyümesine izin vermeyeceğim. Nihayetinde gelenler protokol değil, arkadaşım. Önemli olan sofraya ne koyduğum değil, bir arada olmamız, gülüp eğlenmemiz. Baskı olmayınca keyif de artıyor. Evde şahane bir de yardımcım (kızım elbette) var üstelik. Kendiliğinden tatlı işini üstleniyor. Temizliğe el atıyor. Bahaneyle ev derlenip toplanıyor, temizlik de aradan çıkıyor. En iyi yanı da sevdiklerimle bir araya gelmeyi ertelememiş oluyorum.
Ev işlerini erteleme
Erteleme başlığı benim için gerçekten büyük bir mesele. Ayakkabılıkta geçen yazdan tamir edilmeyi bekleyen bir sandalet var örneğin. Kızımın artık kullanmadığı bir oyun köşesi var. Nasıl tarif etmeli bilmem. Tekerlekli küçük bir mobilya. Önünde kara tahta var. Tebeşirle yazı yazıyorsun. Üst kısmında ise bir perde var. O sayede kukla tiyatrosu da oluyor. İç kısımda üç far var. Biz oraya el kuklalarını, müzik aletlerini ve oyuncak çay takımlarını koymuştuk. Çünkü en çok kafecilik ve oynardık kızım küçükken. Epeydir odasında kalabalık yaratıyordu. Ben de içindekileri bir kutuya boşalttım ve oyun köşesini muayenehaneye götürdüm. Kızımın ayırdıklarımın hiçbirinde gözü yok ama bir poşete doldurduğum gibi vermek de istemedim. Ayırmak, bakmak, muayenehaneye götüreceklerime karar vermek, kalanı içinse uygun bir adres bulmak... İşte ertelediklerim listesinden bir madde daha. Kendime zulmetmemek için her gün bir iş yapmaya çalışıyorum bir süredir. Bu bazen ayıklanmayı bekleyen bir kutu oluyor, bazen temizlenecek yerleşecek bir çekmece. Sabah uyandığımda kendime soruyorum: Bugün işe gitmeden önce evdeki dağınıklığı giderecek, yapılacaklar listesinden neyi seçmek ve yapmak istersin? Bu sabah mutfaktaki kuru bakliyat çekmecesini boşalttım, sildim, yerleştirdim örneğin. Her gün beş, on dakikalık bir iş, yalnızca bir iş yapmak zor değil ne de olsa. Yarın anneme iade edeceğim koltuk örtülerini, arabam servisteyken eve getirdiğim kamp sandalyelerini arabaya taşıyacağım mesela. Benim erteleme ile mücadelem böyle. Parçala, böl, küçük bir adım at, her gün küçük bir adım at, durma!
Yayımlanma hayallerini erteleme
Geçen gün öykü dosyamı açtım. Eskisini korumakla beraber yeniden biçimlendirdim. Öncelikle ismini değiştirdim. Kimi öyküleri attım. Bir önceki dosyaya adını verdiği için ilk sıraya yerleşen dosyanın en uzun öyküsünü ortalara aldım. Kimi yerleri değiştirdim, diyalogları kısalttım. Daha kısa, kıvrak saydığım, atmosferini daha güçlü bulduğum öyküleri öne aldım. Yeniden yerleştirdim ve dosyayı kaydettim. Sıradaki iş, daha önceden yolladığım ve dosyayı reddeden yayınevlerini not almak ve henüz yollamadıklarıma göndermek. Vira bismillah!
Hareket etmeyi erteleme
Bu benim için başa çıkması en zor mesele. Araba servisteyken mecburen yürüyordum. Üstelik yogaya da gidiyordum. Ama işte günler kısaldı, arabasızken gitmek gelmek beni yordu, Deniz'in ev ödevleri çoğaldı. Derken yogaya da ara verdim. Eve mat ve yoga matı sipariş verdim. Aynı her gün bir iş mantığıyla yaklaşabilirsem daha başarılı olurum belki. Her gün matı açıp hareket etmek olmalı belki de hedefim. Bazen yalnızca on dakika, bazen yirmi beş dakika. Önemli olan her gün bir miktar hareket etmek.
Erken yatmayı erteleme
Kızım büyüdü. Çoğu sabah kendiliğinden uyanıyor, hazırlanıyor, bana pek de ihtiyacı yok. Yine de o okula giderken ayakta olmak istiyorum. Yataktan kolay ve dinç çıkmanın yolu uykuyu iyi almaktan geçiyor. Hava erken kararınca geceler uzuyor. Zaman algısı da değişiyor. Tuhaf şey. Yaz kış aynı saatte eve geldiğim halde akşam yemeğini yedikten sonra bakıyorum ooo saat daha 19.30 falan. Ne istersem yaparım. İstersem kitap okurum, istersem bloğuma yazarım, istersem ortalığa el atarım. Uzun kış geceleri diyorum, hobilerime bile zaman ayırırım. Alırım binlik yapboz örneğin, hiç üşenmem seve seve yaprım, çerçeveletirim sonra. Tablo gibi asarım. Güzel bir film izlerim battaniyenin altına girip. Kek pişiririm bazı geceler. Daha uzun, keyifli banyo yaparım. Evde spa keyfi. Siber aylaklık edip öldürmezsem zamanı, uyuyana kadar önümde uzanan 3,5 saat yeter de artar dinlenmeye, üretmeye, eğlenmeye... Uykumu alır kalkarım ertesi gün. Bakarsın güne hareketle bile başlarım, uyumayı ertelemeyince.
Hadi bana eyvallah. Yemeğin ardından yedik, içtik. Kızım tatlı yapmış, ayıptır söylemesi. Kirli bardak, tabakları kaldırıp doğru yatağa. Zira esnemekten ağzım yırtılacak. Bu bir eşik, aşınca kaçıyor zalim. Tecrübeyle sabit.
Tuğba Gürbüz's Blog
- Tuğba Gürbüz's profile
- 1 follower

