Tuğba Gürbüz's Blog, page 15

August 23, 2024

Bir zamanlar karavanda

Hatırlıyorum.

Karavanı aldığımız ilk yaz, hevesle sınırın dışına çıkacağımız günü bekliyoruz. Çekme karavanla ilerlemek güç olur belki diye, hedefi kısa tutmuşuz. Dedeağaç'ta (Alexandrapolis) konaklayacağız. Tam iki hafta. Kamp yetkililerinin bundan haberi yok elbette. Meramımızı anlattık. Bize park edebileceğimiz bir yer gösterdiler. Sandalyelerimizi çıkardık. Sırtımızı karavana verdik. Annemin yolluk olarak verdiği et kavurma ve zeytinyağlı yaprak sarmaları götürdük. Akşama doğru bize iki hafta boyunca konaklayacağımız parseli gösterdiler. Karavanı park ettik. Ama yapılacak iş çok. Çardak kurulacak. Çünkü karavanın sabit bir tentesi yoktu. (Temin edene kadar da sattık, gitti.)  Masa, sandalye, hamak, şezlong tüm yayıntılar kurulacak, yerleşecek. Yan komşu Oresteidalı çıktı. Altmışlarında bir çift. Aileleri Edirne'den göçmüş sınırlar yeniden belirlenirken. Evde Türkçe konuşulurmuş. Dolayısıyla iletişimi sağladık. Hemen yerleşmemize yardım ettiler. Kadın koluma girip bana kamp yerini gezdirdi. Plaj, kafeterya, mutfak... 

Hatırlıyorum. 

Komşumun tuvalet yerine kenef dediğini. Ne güzel komşuluk yapacaktık diyerek sahiden üzüldüğünü. Yirmi yıldır aynı parsele gelip karavanlarını park edip 15 Ağustos'a kadar kalıyorlarmış. Ağustosun yarısı yaz yarısı güz, dedi. Öyle inanmış. Ertesi gün vedalaştık. Giderayak bize çipuro bile verdi. Çipuro uzo gibi değil, çok daha sert. Sek içiliyor. Buzdolabında yıllarca durdu o çipuro, içilmeden. Biz yerleştik ertesi gün. Kampın en güzel parseli dediği yerin kıyısına. Semadirek manzaralı yerimiz pek güzeldi. Plaja yakın, yürüme mesafesi. Uzun kavak ağaçları sayesinde tente ya da çardak olmaksızın da gölgeydi. İki ağaç arasına gerdiğimiz hamak benim için şahane bir dinlenme ve kitap okuma yeriyken henüz birinci sınıftan ikiye geçmiş kızım için bir nehrin üstünde seyreden kanoydu. Elindeki şaplakla kürek çekiyor kim bilir hangi hayalin peşinde koşuyordu. Biz o yaz çok eğlendik. İkinci hafta kızımla baş başa kaldık. İlk kez gece denize girmenin zevkine vardı. Kendisine bir Türk arkadaş buldu. Kankalığın dibine vurdu. Ben ilk kez o yaz, dikkatle bakıldığında ağustosun yarısından sonra yaprakların döküldüğünü fark ettim. Komşum belki de haklıydı. O günden beri ağustosun yarısı yaz, yarısı güz bir kalıp gibi aklımda, yerleşti. Bence o bunu böyle ifade etmedi, ben çevirdim zihnimde daha kısa ve şiirsel bulduğum için. 

Şimdi niye hatırladım bunca şeyi diyecek olursan, yanıtım belli. Tam da o günlerin içindeyiz güzel arkadaşım. Yazın kavrula kavrula, gece inceden ürpere ürpere güze doğru yol alıyoruz. Ötesi yok. 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 23, 2024 04:04

August 22, 2024

Dağınık cümleler

Yaz da bitiyor. Eli kulağında. 

Sonbaharın gelmesini, okulların açılmasını, hayatı belli bir rutine sokmayı ve o rutinler dahilinde hareket etmeyi özledim, doğrusu. 

Arkadaşım geçen gün astroloji haritama baktı. Sahilde oturuyorduk. Gökyüzünde neredeyse dolunay vardı. Bir birayı paylaştık. Ayın yükselmesini izledik. Batmasını bekleyemedik çünkü kollarım ürperdi serinlikten. Ağustos geceleri güzün gelişini duyuruyor. 

Haritam, diyordum. Arkadaşım dedi ki. Sağlık, sağlık, sağlık... Kontrollerini ihmal etme. Diyete başladım iki hafta önce. Üç kilo verdim. Bazen zorlanıyorum. Kaçamaklar yapıyorum. Kaldığım yerden devam etmeye çalışıyorum sonra. Hepten koyvermek yerine. Bu hafta gidip kan vereceğim. Salı kızımı okula bıraktım. Dün bankaya gittim. Bugün evi topladım sağlık ocağına gitmek yerine. Yarın gitmeli. Göz muayenesinden de geçmek gerek. 

Dün annem, kızım, ben yemeğe gittik. Sahilde kedilerle dolu bir restoranın bahçesine yerleştik. Küçük suratlar, büyük suratlar, atikler, çekingenler, sıra sıra diziliydi masalar arasında. 1,5 litre su eşlik etti yemeğe. Annemin omurgası izin verse, sahilde yürürdük.

Yürümek demişken, yazın sıcakları, kışın soğukları bahane edip yürümüyorum doğru düzgün. Ancak dışarı çıkarsam, bir amaç varsa yürüyorum. İşten eve, evden işe arabayla gelmek hareketsiz bir yaşama yol açıyor. Diyetle beraber yürüyüşü arttırma hedefimde bir gelişme, düzelme yok maalesef. Ben de çözümü "walk at home" videolarında buldum. 15 dakikalık bir videoyu denedim geçenlerde. 15 dakikada bir mil yürütme hedefiyle çekilen videoyu uygulamak hızlı ve eğlenceliydi. Günlük yapmalı. 



 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 22, 2024 10:51

August 17, 2024

Ağustos bildiğiniz gibi




Sarı, sıcak, sivrisinek vızırtıları, gece dışarıda oturmaları, of hiç esmiyorla oh güzel esiyor arasında gidip gelmeler, yaz kavuşmaları, festivalde canlı müziğe doymalar, dost sofraları, tokuşturulan kadehler, deniz sefaları, serin ve çıtırtılı yiyecek arayışları... 

Tatil yapmayalım da ne edelim 



Geride bıraktığımız iki hafta gayet de keyifli geçti. Kısa bir tatil sığdırdık. İki gün Ayvalık, bir gün Midilli. Günübirlik turla Petra, Molivos ve Mandamandos'u gezme imkanı bulduk. Deniz, yemek, ballı yoğurt, lokma, freeshop kendimi tatilde hissettirmeye yetti de arttı. Feribotla dönerken dışarıdaki oturaklarda sırtüstü yatıp kitap okuma, şekerleme ve manzarayı izleme keyfi de cabası. 

Ayvalık'tan bir mekân tavsiyesi 

Ayvalık'ta arkadaşım bizi Melin Kahve diye bir mekâna götürdü. Ayvalık'ın daracık sokaklarında Askev'e ait şahane bir taş bina. Bahçesi muazzam. Ayvalık ve Kuzey Ege'nin eğitim, bilim, sanat ve doğa duyarlılığını arttırmaya yönelik faaliyet gösteren vakıf öğrencilere burs da veriyor. Çalışanların bir kısmının burslu öğrenciler olduğunu söyledi arkadaşım. İlk kez tattığım sumaklı limonatanın ferahlatıcı tadı hâlâ damağımda. Her daim bir ağacın gölgesinde oturabileceğiniz, gözlerinizi yeşilin binbir tonunda dinlendirebileceğiniz zevkli, keyifli bir vaha. Yolunuz düşerse kaçırmayın derim. 

Kitap yasaklamaya hayır diyenler toplanın 



"Hikâyenin Kalbi" okullarda belirlenen yıllık kitap listelerinin okuma kültürüne katkısı/attığı çelme üzerine gerçekçi bir tartışma sunuyor. Bir öğrenme biçimi ve ders arası olarak kitaplar ile içinde sürükleyici, heyecanlı maceralar içeren, okuma hazzı veren kitaplar karşı karşıya geliyor. Roman kırk yıllık listelerin karşısına yeni ve farklı olanla çıkan genç bir Türkçe öğretmeninin (Bahar) gelmesiyle yaşanan değişimi, velilerin tepkisini yaşananları anlatıyor. Çocuklar çetin ceviz. Okurluk hakkı bildirgesine sahip çıkıyor ve yetişkinlerin her türlü diretmesine karşın Bahar öğretmenin yanında duruyor. 

Sosyodrama atölyesi 

11 Ağustos pazar günü Uluslararası Troia Festivali kapsamında kapalı bir grupla gerçekleşen "Barışa Çağrı" Sosyodrama Atölyesine katıldım. Psikiyatr Dr. Hande Karakılıç Üçer'in yürüttüğü atölyenin yerelde kolaylaştırcısı Psikodramatist Nigar Etizer Karacık idi. Hande Hanım'ın yönergeleri doğrultusunda harekete geçmek, insanların davranış modelleri ve seçimleri üzerine düşünmemi sağladı. Verimli geçti doğrusu. 

Çanakkale'den Bulutsuzluk Özlemi geçti



Kaptık kamp sandalyelerimizi. Kurulduk sahnenin önüne. Eski arkadaşlar sallandık, oynadık, şarkı söyledik, bağıra çağıra... Ağzımız kulaklarımızda. 






 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on August 17, 2024 00:09

July 31, 2024

Arkadaşlıklar ve yaz halleri üzerine

Temmuz da bitiyor. Günübirlik kaçamaklar ve hafta sonları ile sınırlı kaldı denize girmeler, dinlenmeler... Burada, hali hazırda deniz kenarında yaşıyorken, işten biraz erken çıkıp plaja gitmek, bir sabah örneğin denize girip işe gelmek, akşam yemeğinden sonra denize nazır arkadaşlarla buluşmak yetiyor tatilde hissetmeye. Yine de üç günlük bir tatil fena olmayacak. Öyleyse tatil öncesi çamaşır yıkama seansları başlasın. 

                                                                           *

İlkokuldan lise 2'ye kadar yaşadığım şehre dönmenin avantajlarından biri de, yaz tatillerinde, bayramlarda eski arkadaşlarımın gelmesi ve yerleşik olan beni araması sanırım. İşin tuhaf yanı, ben İstanbul'a gittiğimde aramak aklıma gelmiyor. Burada görüşmeye, beraber denize gitmeye, açık havada yiyip içmeye bağlamışım buluşmaları. Ve de evde ağırlamalara. Yine bu yaz eski arkadaşlarımdan birkaçıyla buluşmaya giderken kızıma 36 yıldır arkadaş olduğumuzu söyledim. Ve birdenbire bunun çok değerli olduğunu fark ettim. 

Arkadaşlıklar söz konusu olduğunda nostaljiye çok inanmıyorum. 20-30 yıl sonra mezunlar buluşmasında bir araya gelmenin ve eski günleri yad etmenin iyi hissettiren bir yanı olabilir belki ama ben arkadaşlıkta emeğe ve sürekliliğe inanıyorum. Lise bittikten sonra emek verilmiş ilişkilerle ilgileniyorum. Düğünler, doğumlar, hastalıklar, taşınmalar, bayramlar, yaz tatilleri, her vesileyle buluşmak için emek verilmiş ve geçmiş güzel günler yerine şimdi ve burada olma halinin konuşulduğu sohbetler ilgimi çekiyor. Bu ilişkiler, "Sevgi neydi? Emekti"nin vücut bulmuş hali benim için. Aradaki 25 yılda yalnızca benim ittirmemle görüştüğüm arkadaşlarıma sessizce veda ettim. Çünkü arkadaşlıklar eşzamanlı adım atmayı, her zaman yan yana, omuz omuza olmasa da yakın bir ilerleyişi mümkün kılmayı  gerektirir. 

                                                                         *

Yaz tatilini evi toparlamak için değerlendirme planım vardı. Okullar kapanmadan önce kafaya koymuştum. Okullar kapandı. Kum saati tersine döndü. Önce ağır ağır akıyordu taneler... Bir gün, bir daha. Ama (hiçbir konuda) azın kararlılığının ve sürekliliğinin gücü malum. Bir de baktım temmuz bitmek üzere. Dün gece çalışma odasına el attım hemen. Kızımın çalışma masasının üzerindeki raftan bana ait olanları aldım. Kendi, yeni yaptırdığım raflara dizdim. Baş üstü rafında koca koca boşluklar açıldı. Bu yıl orta son. Lise giriş sınavına hazırlanacak. Odasındaki masa gönlünce dağınık kalsın diye, çalışma odasındaki masaları ikilemiştik bu kış. Bu düzeni sağlıklı devam ettirmek için ben de payıma düşen toplama, ayıklama, dizme işlemlerini başlattım. Epeyce de yoruldum ama değdi. 

                                                                          





 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 31, 2024 08:16

Kulağa küpe

 Güne Nihal Şirin'in Kulak Misafiri podcastiyle başladım. 

2 Şubat 2021 tarihli ilk bölümün başlığı "Uyumlanmalı mı? Uyumlanmamalı mı?" ismini taşıyor. 25 dakikalık bu mini sohbet bize yapıcı ilişkiler kurmak, bağlantıları arttırmak için üç küçük tavsiye veriyor. Bu tavsiyeler üzerinden de kendi davranış kalıplarımızı gözlemlemeye davet ediyor. Bu, bir meli- malı serisi değil diye de özellikle belirtiyor. Bunları yapmak zorunda değilsiniz, bir bakın bakalım, dikkat edin, siz nasıl davranıyorsunuz gözlemleyin diyor. 

1- Yeni tanıştığınız insanlarda hangisine daha çok bakıyorsunuz? Zihniniz hangisine daha çok odaklanıyor? Benzerliklere mi? Farklılıklara mı?

2- Karşınızdaki kişiyle eğer bir yakınlık kurulmadıysa, o kişiyi eleştirmeyin. Bu sözler, geri bildirim olarak duyulmayacak, bir tenkit olarak duyulacaktır. Yakınlaşma gerçekleşmeden eleştirmemek daha iyi olabilir mi? Geri bildirim vermek için bağ kurmayı tercih etmek mümkün mü?

3- İlk 4 dk etkisini unutmayın. İnsanlar birbirileriyle karşılaştıkları ilk 4 dk içinde birbirlerine dair bir yargı oluşturur. Dahası bu yargıya çok güvenir. Tanıdıklarımızla da günün ilk karşılaşma anları önemlidir. Bu ilk 4 dakikada kurduğumuz ilişki, uyumu arttırır ya da azaltır. 

İşte bunlar hep kulağa küpe!

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 31, 2024 04:52

July 21, 2024

Wet more, worry less

Köprünün açılmasıyla beraber, sınıra daha da yaklaştık. Yunanistan'ın Evros bölgesine gitmek buralarda epeyce revaçta. Ekonomik koşullar, arabanın sigortası, konaklama derken meblağ giderek yükseliyor. Yerel tur şirketleri bu arza günübirlik turlarla çözüm getirmişe benziyor. Geçen yazdan beri takip ettiğim, ancak katılma fırsatı bulamadığım turlar, bu yazın ekonomik seçimi oldu benim için. 

Kurban bayramında kısa Balkan turuyla ilk adımı attık. Yaz bitene kadar yüzme molalı bir başka tura daha  katılırım, diyordum. Vizyon, misyon belirlenince, eyleme geçmek kolaylaşıyor. Hiç gitmediğim Thassos adasına günbirlik gitmeyi gözüm almadı. Mesafe, adanın kendi popülaritesi, sınır yoğunluğu sağlam birer gerekçe olarak dikildi önüme. Aklın yolu birdi. Daha önce defalarca gittiğimiz Alexandrapolis'ye günübirlik gidebilirdik. Tur şirketinin vaadi, bir yaz günü orada yapmak isteyebileceğimiz her şeyi kapsıyordu. Sabah 5'te çıktık evden. Gelibolu'da kahvaltı molasının ardından İpsala'ya vardık. Tur otobüslerini bekletmiyorlarmış, meğer. Kuyrukta bekleyen binek otolarının yanından geçtik ancak Türk tarafında vardiya değişimine denk geldik. Toplamda iki saate yakın sürdü her iki gümrüğü aşmamız. 11 civarı Jumbo'nun önündeydik. Şen ve meraklı çocuklar gibi dağıldık içeride. Birkaç aksesuar, mutfak eşyası, defter, soğutucu çanta ile nefsimizi körelttik. 

Makri koyuna gittik. Nula Beach Bar, güzel bir seçimmiş. Plajda yeterince şezlong şemsiye vardı ancak yeterinceden biraz daha fazla kişi sayısı beklemeye yol açacaktı. Üstünde mayo, önünde deniz varsa, gerisi teferruattır diyerek suya atladık. Girişteki küçük çakıl taşlarını saymazsak deniz tamamen kumdu. Sıcaklığı ise tam benlik. Ne soğuk ne sıcak. Yüz, yemek ye, yüz, kahve iç, yüz, kitap oku, şekerleme yap yüz şeklinde beş saate yakın plajda kaldık. Kitap oku ve şekerleme yap kısmında artık şezlongumuza da yerleşmiştik tahmin edileceği gibi. Yunanistan, bu kurla, benim için pek ucuz sayılmaz artık. Bodrum ve Çeşme beachlerinde tatil yapma ve para harcama alışkanlığım yok neticede. Belediyenin çay bahçesinde beş liraya çay içen insanım şunun şurasında. Alkol desen öyle su gibi akıp gitmez soframda. Ne demeye gidiyorsun, arkadaşım diye soracak olursan... 

Benim gitmeyi tercih etme sebebim, değişim ve rutinin dışına çıkma ihtiyacı. Belirli bir şeyi özlemek. Her şeyi istemekle belirli bir şeyi özlemek arasında fark var. Yani dünyaları fethetmek değil arzum. (Görmek istediğim çok yer var ama seyahatin kendisini bir haz alma ve tüketim nesnesine de dönüştürmek istemiyorum) Nedir bu belirli özlenen? Anlatayım. 

Yavaşlık ve keyif. Mekanların fiyat politikasındaki şeffaflık, kazıklanmayacağına, kaliteye dair duyduğun güven. Yavaş hazırlanan ama leziz yemekler... Birbirleriyle bol bol sohbet eden insanları görmek... Daha sakin ve gürültüsüz plajlar... Hoş, Nula'daki DJ bu sakinlik ihtiyacıyla çatışıyordu ama sakinlikten kastım yalnızca plajda bangır bangır müzik çalmaması değil. Ne bileyim, gürültü yapan, bağıran çağıran anne bak diye böğüren çocukların da olmaması. Yunan plajlarını biz de epeyce doldurduğumuza göre bizim çocuklar da oraya gidince ortama ve etrafa uyuyor demek ki... Çevre değiştirmek iyidir neticede. Etrafı daha çok gözlemlersin. İlgini çekecek şeyleri fark etmeye, yakalamaya çalışırsın. Burada olsa sabırsızlık göstereceğin konularda sakin ve odaklı kalmanı bile sağlar, bir yerin turisti olmak. 

Bir yerin turisti olmak, kısaca tüm duyularını keskinleştirir. Almaya, deneyimlemeye açık hâle gelirsin. Özlediğin şeyleri yapmak istersin. Arzu nesnesinin (burada Yunanistan oluyor) her an elinin altında olmaması, bu deneyimi daha özel ve doyumlu kıldığından kendini bir şeylere ulaşmış hissetmek gibi bir ödülü de vardır bu gidişin. Ödül insan bünyesine iyi gelir. Neyi ödül olarak algılıyor ve sakince, keyiflice yapıyorsak oradan bir doyum çıktığını söylersem bana katılırsınız muhtemelen. Dolayısıyla deniz aynı deniz, yüzmek aynı suyun içinde yapılan eylem olmaktan çıkar ve bütün plaj seni hoşnut etmek için hizalanır. Kızın yüzen bir yosun topağıyla oynar, ona isimler takarsınız. Dalgalar sizi güldürmek için yükselir, alçalır. Dünyanın en harikulada taşları (bütün taşlar güzeldir ne de olsa) plajda ayaklarınızın dibindedir. Bir sürahi huzur üzerinden dökülmüş gibi gevşek, rahat bakınırsınız etrafa. Fotoğraf kareleri yakalamak için ava çıkarsınız sonra. Dikkatinizi bir tabela çeker. Bir sahil gurusu mottosunu paylaşmıştır tüm dünyayla. Haksız da sayılmaz. 



"Wet more, worry less" 

That's the deal 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 21, 2024 12:40

July 19, 2024

Yaz, sıcak ve dört yılı...

Yazın en sıcak günleri... 

İş yerinde mecburen klimayla çalışıyorum. Aksi düşünülemez bile. Eldiven, maske, bone altında, yakın mesafe... Yine de zaman zaman çok bunaldığım oluyor. Eldivenin içinde ellerim nemleniyor. Bir ay kaldı şunun şurasında diyerek sabrediyor, erken çıktığım günler kendimi denize atıyorum. Dün o günlerden biriydi işte. Saat 3'te çıktım. Kızımı evden aldım. Mayolarımızı giydik. Birkaç ufak işi hallettik. Plaja vardık. Pek keyifli bir deniz yoktu. Okuduğum kitap da evde kalmıştı. Olsundu. Yine de birkaç saat erken çıkmıştım ve kendimi pekala tatilde gibi hissedebilirdim. 

Hamağa yatınca bir fotoğraf çektim ve İnstagram'da paylaşırken şu satırları yazdım altına. 



Aynı ağacın altında sallanıyoruz, birer kırmızı hamakta... O kitap okuyor. Ben sesleri dinliyorum. İnsan sesleri mırıltıları aşamıyor. Cırcır böcekleri sahnede çünkü. Koro halinde yükseliyor, alçalıyor sesleri. Sonra bir avaz bağırıyorlar. Tüm sesleri bastırarak. Güneş servilerin arkasında. Sıcak hava üflüyor uzaktan. Deniz çırpıntılı. Serinliği iyi geliyor bir süre. Gir, çık. Kuru, bunal, ıslan. Bunalmakla ıslanmak arasında bir yerdeyiz şimdi. İş gününü birkaç saat erken bitirmenin hediyesi, bu aylaklık dakikaları. Tatildeymiş gibi, ama tatil değil. 

Bu satırları yazdıktan sonra ıslanıyoruz bir kez daha. Deniz hâlâ vasat. Serinlemek yetiyor. Kuruyoruz şezlongta ve bir arkadaşıma uğruyoruz. Biraz laflıyoruz ailesiyle. Dondurma yiyoruz. Eve dönüp duş alıyoruz. Renklileri makineye atıyorum. Yarın günübirlik geziye gideceğiz çünkü. Lazım olacak temiz plaj havluları. Sabah katlıyorum onları. Bu kez beyazlar giriyor makinenin içine. Asıyorum tertemiz. Aralarında plaj elbiselerimiz salınıyor bu defa. 

Yarın bu saatlerde Dedeağaç'ta olacağız bir aksilik olmazsa. Yapmayı sevdiğimiz her şey günübirlik turun içine sıkışmış olacak. Jumbo, Liedl, Makri'de yüzme molası, merkezde yemek... Kızıma bu kez farklı şeyler deneyelim, diyorum ama ne gerek var diyor. İstemiyor değişimi. Birkaç gün önce Facebook hatırlattı. Yine böyle bir tatil öncesiymiş. Bavul hazırlıyormuşuz. O soruyormuş bana, minnak haliyle. Neleri götüreceğimiz, neleri bırakacağımız konusuna sıkkınmış canı. Diyormuş ki, duvarları, perdeleri, her şeyi götürsek... Perdeleri, ona kendini evde hissettirirmiş. Mevzu derin. 

Evde hissetmek için neler gerekir? Değişimi neden sevmeyiz de aynılığın içinde şikayet eder dururuz? Zor bir yıl geçirdim. Eğip bükmeye gerek yok. Zordu. Zorluklar sürüyor da üstelik. Ne kadar zorlandığımı, şimdi kendimi biraz daha ferah hissedince anlıyorum. Belki gelecek yıl da diyeceğim ki, ne çetin bir iki yıldı. Geçen yaz da iyiyim, diyordum. Reddettiğim için, inkar ettiğim için değil, kayıpların yanı sıra kendim olmak, kendi seçimlerimi yapmak iyi hissettirdiği için. Yorgunluk da varmış çokça, onu görüyorum şimdi. Kaçınılmaz cilveleri hayatın. Elden ne gelir. 

Geçen yıl bahar aylarından beri hayatımın ana kelimesi "değişim". Beni rahatsız eden ne varsa, halının altına süpüremeyeceğim şekilde geldi karşıma. Kimi insanlar gitmek zorunda kaldı. Öyle bir ifşa oldu ki örneğin, kalmak artık bir seçenek olamazdı, eğdi başını gitti. İş yerimde sınandım durdum bununla. Hayat boşluk sevmiyor, biri gelecek, başlayacak, el mecbur. Bir, iki, üç... Yorgun düştüm sürekli yeniden başlamaktan. Yeniden dizayn etmekten. Navigasyondaki ses hiç susmadı: yeniden hesaplanıyor. 

Bu yeniden hesaplama zamanlarında ben en çok bedenimi ve evimi koyverdim. 10 kilo aldım bir yıl içinde. Evde zaruri şeyler hariç elimi süremedim. O ara tesadüfen numerolojiyle ilgili yüzeysel bir bilgiye rastladım. Hesapladım. Dört yılındaymışım. Dört yılı, eğer ilk yıl yanlış çattıysanız temelleri, her şeyin zangırdadığı, zorlayıcı bir yılmış. Bu tuhaf şekilde rahatlattı beni. "Tabi ya, şimdi dört yılındayım, zorluklarla karşılaşmam çok normal, hepsi geçecek," düşüncesinde ferahlatıcı bir yan var. Mevsimsel bir döngü gibi karşılamayı kolaylaştıracak bir bilgelik gibi. Bu günler gelip geçici. "Neden ben? Neden?" sorularına tutunmadan, didişmeden çözüm için neleri değiştireceğimi fark etmeye çalışmak, daha sağlam temeller oluşturmak için tohumlar atmak, kendimi yiyip bitirmekten yeğdir. Belki o zaman hazmedemediklerime takılmak yerine değişime, yeni gelene daha ferah açarım kendimi. Ve duygusal olarak hazmedemediklerimi bırakırım ardımda. Bakarsın fiziksel olarak birikenler de gider kolayca. İşte buna amin denir. 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 19, 2024 04:29

July 17, 2024

Günlerin içinden damlayanlar...

Hatırla. Bir pazar sabahı Rıfat günlerin aynı kaba damlamadığını fark etmiş; "Günler damlıyor ama aynı kaba değil," demiş ve bundan müthiş huzursuzluk duymuştu. Çünkü günler aynı kaba damlamalıydı. 

Yazmak da günlerin aynı kaba damlamasını sağlamanın bir parçası. Öyleyse bir tas tutuyorum günlerimin altına ve topluyorum damlaları sizin için, kendim için. 

Cumartesi 

Cumartesi iş çıkışı denize gittik. Kamyonetinin arkasında sebze satan amcadan mevsimin ilk börülcesini aldım. Börülcenin kilosu kaça diye sordum. Eliyle kasanın dibinde kalanı gösterdi. "Geri götürmeyeyim, hepsini al. 50 lira ver," dedi. Hepsini aldım. Gözüme çok görünmüştü ilkten. Böler, anneme de veririm diye düşünmüştüm. Boşverdim. Ayıklar, haşlarım. Fazlasını dondurucuya atarım diye düşündüm. Haşlayıp soslayınca çıtır çıtır gidiyor. Yazın en güzel yemeklerinden birisi, taze börülce. Zeytinyağı, limon, sarımsak, domates ve sivri biberin girdiği ve leziz olmayan başka bir tarif de yok, doğrusu. 

                                                                                *

Pazar 

Pazar gününü evde geçirmeyi düşünüyordum. Öyle de oldu. Sabah uyandım. Kahvaltı yaptım. Zeytin Ağacı dizisinin ikinci sezonunun çıktığı haberi üzerine cumartesi geceden ilk sezonu tekrar izlemeye başlamıştım. Pazar günü hem ilk sezonu bitirdim hem de ikinciyi. Son bölümlerde gözlerim dolu dolu  oldu. Aile köken dizilimi hakkında epeyce bilgi sahibi de oldum. Güzel manzaralar, sıkı dostluklar... Daha ne olsun. 

                                                                                 *

Pazartesi 

Pazartesi yin yoga günü. Temmuz başından beri. Benim gibi kontrolü elden bırakmayanlar için bire bir. Derin gevşemek için kendini yere bırakmak acayip bir şey. Kendini yalnız, desteksiz hissettiğin zamanlarda yere uzan ve yeryüzünün, en büyük destekçin olduğunu, seni taşımaktan asla vazgeçmediğini hatırla. 

Salı 

Salı iki yoga dersi arası boş günüm. Evde yalnızdım. Hazır da yemek de vardı. Havuzun olağan sakinleri akşam yemeği için hazır eve gitmişken keyif çatayım, dedim. Mayomu giydim. Aldım elime kitabımı. Balkon kapısını açtım. Gökyüzü fön çekiyor adeta saçlarına. Sıcağı yüzüme yüzüme vurdu. Uzandım şezlonga. Kaldığım yerden başladım okumaya. Kadınlar Ülkesinde. 1915'te yazılmış bir roman. Bitsin, yazarım belki birkaç satır. 

Bali'de, Maldivler'de ya da Akdeniz kıyılarında çekilen filmleri kaçırmıyorum. Netfilx'te buldum yine bir tane. Cennete Bilet. Julia Roberts ve George Clooney'in başrolleri paylaştığı filmde, hukuk bölümünden mezun olan genç kadın, işe başlamadan önce yakın arkadaşıyla Bali'ye tatile gider, yerel birine aşık olur. Amerika'daki hayatına boş verip adada kalmaya, evlenmeye karar verir. Birbirinden ölesiye nefret eden, aynı yerde bile bulunmaya tahammül edemeyen yıllar önce boşanmış anne ve babasının şimdi ortak bir hedefi vardır. Bu ani ve onlara yanlış gelen evliliği durdurmak. Güzel manzaralar eşliğinde hafif, seyirlik bir film. 

Dört  günün içinden damlayanlar işte böyle. 



 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 17, 2024 06:30

July 13, 2024

Babam



Babam gideli üç yıl oldu. Onu en çok metanetiyle, görme, gezme hevesiyle hatırlıyorum. Hastalıkları, ameliyatları, felç geçirdiği için tekerlekli sandalyeye bağımlı kalmayı, hepsini cesaretle karşıladı. Şikayet etmeden, bunu bir ceza gibi görmeden yaşadı. Elinden geldiği kadar tutundu hayata. Rutinlerini asla bırakmadı. Futbol maçlarını izlemekten, gazete okumaktan, haberleri takip etmekten vazgeçmedi. Tek arzusu Denizle daha uzun zaman geçirmekti. Bunu da başardı. Torunuyla yeterince zaman geçirdi. Hatırlanacak kadar, anılarda yer tutacak kadar. Babam her koşulda iyi olma kararlılığını sürdürdü. Hayattaki en büyük mücadele bu belki de. Koşullar değiştiğinde de iyi olmak, torunuyla gülebilmek az buz zafer değil. Babam bunu başardı. İyi insan olmayı, dürüst olmayı sürdürdü. Ondan kalan en büyük miras da bu. 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 13, 2024 08:21

July 7, 2024

Yüzmek devrimci bir hareket midir?

Bunca yıldır Çanakkale'deyim. İlk kez kordondan denize girdim. Aklıma da gelmezdi açıkçası. Arkadaşım teklif etti. Sabah erkenden gittik. İçimizde mayolar. Kimse olmaz sanıyorduk. Bir grup erkek vardı. Baktık, tarttık. İstifimizi bozmadan yürüdük. Uzakta bir banka oturduk. Arkadaşım termosla kahve getirmiş. Birer bardak kahve içtik. Olay yerine geri döndük. Hâlâ kalabalıktı. Kararsızlığımız sürüyordu. Nihayetinde plaj olmayan bir yerden denize girmek zor geliyor bazen bize, kadınlara. 

Halk Bahçesi'nde yürümeyi önerdi arkadaşım. Gittik, ağaçların arasında birkaç tur attık. Tenhalaşmıştır umuduyla geri döndük. Popülasyonda bir değişiklik yoktu. Kararsızlığı bir kenara attık. Ahşap platforma indik. Hızlıca üzerimizdekileri çıkarttık. Ve basamaktan kendimizi sırayla sırt üstü suya bıraktık. Serin serin iyi geldi. Vazgeçmemek de öyle. 



Feminizmden rahatsız olan erkekler ve de kadınlar var. Feminizm ya da toplumsal cinsiyet eşitliği, tam da bunun gibi sıradan şeyler için gerekli işte. Hepimiz için gerekli üstelik. Bir yaz günü kentin içinden zahmetsizce denize girme keyfi süren erkekler gibi rahatça yüzebilmek için. Üç beş erkek bir aradayken yanlarına bir kadın geldiğinde onları rahatsız etme tedirginliği hissetmesin diye.

Annemin ilk kez pantolon giymeye başlamasını hatırlıyorum. Eni konu olay. Rahat etmek için giymek istiyor ama el alem onu hep etekle, elbiseyle gördüğü için de cesaret edemiyor. Babam Çanakkale'den Kayseri'ye tayin olunca aradığı fırsatı buluyor. İstanbul'a gidiyoruz o ara. Nişantaşı, Mahmutpaşa dolaşıyoruz. Annem pantolon arıyor kendine. Üstünde nasıl durduğu konusunda endişeli belki de. Giyiyor, çıkarıyor, sıkılıyorum alışverişten. Gittiğimizde Kayseri'den alırsın, diyorum. Hayır, diyor, beni pantolonlu görsünler. Öyle görürlerse, öyle alışacaklarını, normal karşılayacaklarını düşünüyor çünkü. 

Babaannemin çarşafı atması anlatılırdı aile içinde, bir efsane gibi. Aynı uğurda hareket eden kadınlarız belki de, üç kuşak, üçümüzün derdi de kıyafetlerle. Çarşafsız sokağa çıkan babaannem, pantolonla yeni tanışacağı cemiyete giren annem ve mayosuyla şehrin içinde yüzen ben... Üç kuşaktan üç kadın... Ortaklığımız kamusal alanda kendimize daha geniş yer bulma çabası... 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on July 07, 2024 12:01

Tuğba Gürbüz's Blog

Tuğba Gürbüz
Tuğba Gürbüz isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Tuğba Gürbüz's blog with rss.