Tuğba Gürbüz's Blog, page 13

October 29, 2024

Belgesel önerisi: Dr. Phil Schutz

Bu yıl yazar arkadaşım Onur Bütün'ün Eleştirel Erkeklik Atölyesi'ne katılıyorum. Eylül ayında başlayan atölyede ayda bir çevrim içi toplanıyor, o aya ait izleme ve okuma listesine dair düşüncelerimizi konuşuyoruz. 

Dün gece bir de baktım. Ayın 29'u olmuş. Buluşmamıza 20 gün kalmış. Hadi bakalım, dedim. Sallanma ve bir yerden başla. 

Netflix'te yayımlanan Dr. Phil Schutz belgeseliyle başladım. Yarısını izledim. Şimdiden dört sayfa not aldım. İlgiyle, beğeniyle izlediğimin bir işareti. "Belgesel ne hakkında? Neden beğendin?" diye soracak olursanız... 

Dr. Schutz'un bir hastası kendi terapi sürecinden aldığı faydayı deneyimleyince bunu bir armağan olarak izleyicilere taşıyabileceğini düşünmüş. Ve harekete geçmiş. Belgesel bireysel bir terapi seansını izler gibi çekilmiş. Sanki biz de o odaya konmuş bir sineğiz ve terapist ve hasta arasındaki o mahrem ilişkiyi izliyoruz. Yöntem bu. 

Dr. Schutz'u hastasının gözünde eşsiz kılan onun hastalarına ilk seanstan itibaren işlevsel araçlar sunması. Şöyle düşünün. Arkadaşlarınıza gidiyorsunuz onlara dertlerinizi anlatıyorsunuz ve size tavsiyeler veriyor. Aslında ihtiyacınız olan şey dinlemeleri. Terapiste gidiyorsunuz ona dertlerinizi anlatıyorsunuz, sizi dinliyor. Aslında ihtiyacınız olan size tavsiyede bulunması. 

Dr. Schutz henüz asistanlığının başlarında klasik terapilerdeki sürecin yavaş işlediğini görerek hekimin tutunduğu tarafsız kalma rolünü sorgulamaya başlamış. Ve terapiye hız katmak için bir alet kutusu hazırlamaya başlamış. Hastanın bir anda iyileşmesi olanaklı değil elbette ama ona iyi gelecek bazı yöntemler öğretilirse mevcut hâlinden daha iyiye gideceğini ve bunu da fark edeceği için süreci daha iyi, daha güvenli atlatacağına inanmış. Nedir bu aletler? 

Bir piramidi var örneğin. Beden, sosyal ilişkiler ve kendinden oluşan. Onlarla ilgilenmeye başlatıyor hastasını. Bu hastaya bir uğraş, kendi iyiliğine katkı sunma, depresyonundan daha hızlı sıyrılma olanağı sunuyor. Gölge yanıyla, kendini engelleyen yanıyla bağ kurmak için araçlar hazırlıyor. En tatlısı da sanırım, hastasını dinlerken hazırladığı görsel kartlar. Hastanın o kendine ait biricik hikâyesinden bir terapist olarak duyduklarını, o en büyük problemi, onu engelleyen yanlarını basit figürler ve kelimelerle hastaya seans sonunda veriyor. Bir nevi onu o seansa taşıyan yılların birikimini görselleştiriyor. Bunu da büyük fikirleri imgeye çevirmek diye tanımlıyor. Beyin görsellerle çalışıyor. Öyle diyor uzmanlar. Bir uzmanın sana hayatına dair böyle bir araç sunması, seni basit ama önemli günlük görevler hakkında yüreklendirmesi sizce de çok tatlı değil mi? Bir nevi hayatın el kitabının sunulması gibi. 

Hepimizin hayatında böyle zamanlar var. Hayatın bir el kitabı olsa da okusam, nelere dikkat etmem gerektiğini bilsem dediğimiz zamanlar... Kişisel gelişim kitaplarının çok satması, kitapçılarda onlara koca koca duvarlar ayrılması boşuna değil. Otuzlu, kırklı yaşlara kadar hayat gailesi içinde koşturduğumuz hayat bir yerde bizi yavaşlatıyor ve şimdiye değin yaşadığımız tüm problemlerin aslında zihnimizden kaynaklandığını fark ediyoruz. Bu hızlı giden araçta frene asılmak gibi bir şey. Duvara toslayabilirsin. Yoldan çıkabilirsin. Takla atabilirsin. Hava yastıkların açılabilir. Belki zarar görmeden yavaşlarsın ama muhakkak bir şey olur. Oluyor da. Hiçbirimiz bu fark etme ve hesaplaşma anından muaf değiliz. Yani umarım değiliz. Şimdi bunu yazarken sizin de aksi örnekler gelmiştir aklınıza. Benim hemen geldi. Bir hastam var örneğin. Onca yolu gelmişiz beraber. Şikâyetini geçirecek son dokunuşu yapmam için gelmiyor. Telefonlara çıkmıyor. Ona ve kendisini bir aczin içinde hisseden herkese şunu sormak isterdim. Yeni bir ayakkabı aldın ve vuruyor. Ayağının iyileşmesini o ayakkabıyı giymeyi sürdürürken mi bekleyeceksin? İşte size bir davet. Bu aralar nerelerde ayakkabı ayağınıza vuruyor? Ve siz ne yapıyorsunuz? Bir çözüm arıyor musunuz? Bu esnada ayakkabıyı ne yaptınız? 

Dr. Phil Schutz belgeseli bana bunları düşündürttü işte. Henüz izlemeyi bitirmeden sizinle de paylaşmak istedim. Hemen şimdi, sabah sabah, üzerimde pijama işe gitmeden. 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on October 29, 2024 22:50

Çirkin sebzeler, kör kuyular...

Tezgâhlarda hâlâ tarla domatesine, kavuna rastlasam da artık resmi olarak güzün içindeyiz. İnstagram'da rastladım sanırım. "Çirkin sebzeler mevsimi geliyor," diyordu biri. Çok da katılmıyorum aslında ama yaz mevsimindeki bereket yok galiba kış aylarında. Karnıbahar, brokoli, ıspanak, kereviz, pırasa, lahana... Dön baba dön. 

Kızım ıspanak ve pırasayı hiç sevmiyor. Kerevizin kokusuna dahi katlanamıyor. Lahanayla da arası pek hoş değil. Coleslaw salatası bile yemiyor. Belki bazen turşu çıtır çıtır, yemeğin yanında. 

Dün akşam çirkin sebzelerden girip bireysel seçimlere dayanan uzun sayılabilecek bir yazı yazdım. Meğer internet bağlantım kesilmiş ve blogger ancak yukarıdaki iki kısa paragrafı kaydedebilmiş. Evdeki laptop sıkıntılı. Diğer tüm cihazlar kesintisiz, sıkıntısız internete bağlıyken o damdan düşer gibi düşüyor, pek çok defa bloğa yazdığım yazılar kaydedilmeden kör kuyulara düştü. 

Bazı kelimelerin ağızdan hiç çıkmadan kör kuyulara atılması gerekiyor zaten. Bilirsiniz, bazen birileriyle yan yana işbirliği içinde çalışmanız gerekir ama o uyum, şeffaflık, netlik, güçlendiren iş birliği ihtiyaçları bir türlü karşılanmaz. Bir gönüllü oluşumun içinde tam da beni bu hâllere sokan partner var. Zaman zaman ayrılmayı bile düşündüm. Çünkü şeffaf olmamama hâli bana hiç iyi gelmiyor. Yaptığım iş, verdiğim emek, alınan sonuca baktığımda kendimi hiç de hevesli bir yerde bulmuyorum. Bugünlerde belki de buna dair bir karar almam gerekebilir. Ya hiçbir şey olmamış gibi, bu üslup problemini görmezden gelerek devam edeceğim ya da ayrılacağım. Belki hızlı belki yavaş, belki görev süresi sonunda, belki öncesinde, bilmiyorum. Bildiğim şu: hevesim kaçmış durumda. Beni daha çok heyecanlandıran başka hayaller dönüp duruyor kafamda. Daha çok okumak yazmak örneğin. Kendi kaynaklarımı doldurmak, umutla, güzelliklerle... Bazı buluşmalardan hangi duygularla ayrıldığına daha çok dikkat etmeli insan? O mekânı dolduran kimselerin duygu evreninde bıraktığı hisleri... Bu seçim yapmak için iyi bir yerdir belki de. Ne dersiniz? 



 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on October 29, 2024 02:48

October 28, 2024

29 Ekim

Bağımsızlığımızın, özgürlüğümüzün, aydınlık yarınlarımızın sembolü Cumhuriyet 101 yaşında. Her bireyin eşit haklara ve yaşam değerine sahip olmasının önünü açan, kız çocuklarının eğitimde fırsat eşitliğini yakalayarak kendi seçimlerini yapabilen, kendi kaderlerini tayin edebilen özgür, kararlı kadınlara dönmesinin  kapılarını aralayan Cumhuriyet 101 yaşında. Kapılar ardına kadar açık değil. Hâlâ her yaştan, her sosyoekonomik düzeyden kadın fiziksel, psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddete uğruyor. Kadına yönelik şiddet sıradanlaşıyor ama bugün bayram. Mutlu, kararlı ve inançlı olmak gerek.  Eğitimde, bilimde, sanatta, siyasette, yönetim kademelerinde vardık, varız, var olacağız. Küçük beyler geriye. 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on October 28, 2024 22:33

October 27, 2024

Öfkeye kulak vermek

Bir önceki iletimde Şiddetsiz İletişim'den ilhamla yapmayı arzu ettiğim okuma ve alıştırma grubuna dair içimde canlı olan çağrıyı, daveti sizlerle de paylaşmıştım. Çağrımı birkaç Whatsapp grubunda ve İnstagram hesabımda paylaşır paylaşmaz ilgi ve merakla karşılandı. Ertesi gün verimli bir alıştırma grubu oluşturacak maksimum büyüklüğe erişmiştik. Okuma kitabı belliydi. Marshall Rosenberg'in Öfkenin Şaşırtıcı Amacı. Kitabın alt başlığı Öfke Yönetiminin Ötesindeki Armağanı Keşfetmek. 

Şiddetsiz İletişim Kitaplığı'ndan çıkan bu kısa kitapçık, Marshall Rosenberg ile Şiddetsiz İletişim Uygulamaları ve Sunumları Serisi'nden. Bu kısa metinde Marshall Rosenberg, okuru öfkeyi bastırılması gereken bir unsur olarak algılamaktan ziyade arkasına saklanan armağanı görmeye davet ediyor. Olan şeyi bir tetikleyici olarak tanımlamayı, tetikleyici ile öfke arasında çoğu kez gözden kaçırdığımız "düşünme ve bir şey atfetme" evresine geri dönmeyi, orada duraklamayı, aslında ne olduğunu keşfetmeyi öneriyor. 

Öfke toplumda hoş görülmeyen, çocukken pek çoğumuzun izinli olmadığı bir hâl. Onu bir duygu olarak kabul etmekte zorlanıyoruz. Cebelleşip duruyoruz. Öfkeyi yönetmek üzerine beceriler edinmeye çalışıyoruz. Şiddetsiz İletişim'e göre öfke bir duygu. Bu duygu bir ihtiyacım karşılanmadığında ortaya çıkıyor. Bir olay gerçekleşiyor, saniyenin binde biri kadar kısa bir sürede, ruhum bile duymadan bir düşünce üretiyorum (örneğin bu hiç de adil değil, bu kabalık, saygısızlık. Çok bencil, çok saygısız vb.) ve içimde hoşnutsuz duygular uyanmaya başlıyor. Ve bir tepki veriyorum. Ya öfkemi ya kusuyorum ya da bastırıyorum. İkisi de eşit derecede rahatsız edici bir yük bindiriyor zihnime, bedenime. 

Peki başka bir yol yok mu? Öfkeyi bir çalar saatin alarmı gibi görmek, gerçekten tahammülümün sonuna vardığımı fark etmek, dikkatimi, ilgimi karşı taraftan kendi iç dünyama yöneltmek mümkün mü? Bunu yaparsam nasıl bir armağan beni bekliyor? 

Dün ilkini gerçekleştirdiğimiz okuma ve alıştırma grubunda bu sorular etrafında dolaştık. Kısa sürede çağrım karşılık bulduğu, alıştırma grubuna dair belirlediğim ricalar kabul gördüğü için iyimser, istekli, motive, şükran dolu hissediyorum çünkü ... 

Katılımcılar Şiddetsiz İletişim (Şİ) kavramlarını öğrenme ve/ya gözden geçirme imkânı buldu.  

Katılımcılar için Şİ'i uygulamada akıcılık geliştirmelerine yardımcı olacak bir alan açtım.

Benzer şekilde düşünen bir topluluk oluşturma tohumları attım. Böyle bir topluluk içinde pratikleri sürdürmenin bireysel hareket etmekten daha destekleyici olduğuna dair güçlü bir inancım var.

Yapılan alıştırmaların katılımcıların empati ve bağlantı ihtiyaçlarını karşılamaya katkı sunduğunu deneyimledim.

Şİ ile temellenen arkadaşlıklar geliştirme potansiyeli gördüm. 

Şİ amacından ve bilincinden ilham alarak hayatlarına dahil etme kapısını araladım. 

Daha ne olsun? Şimdi güneşli, aydınlık pazar gününe karışabilirim. Okudukların senin içinde bir yerlere dokunduysa özendiysen, imrendiysen diyelim ya da benzer bir deneyimin içinden yüreğine akan, dilinin ucundan çıkmak isteyen bir şeyler varsa lütfen yaz. Geri döndüğümde merakla okuyacak, ilgi ve hevesle yanıtlayacağımdan emin olabilirsin. 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on October 27, 2024 01:03

October 16, 2024

Açık çağrı



2015 yılında Vivet Alevi'den Şiddetsiz İletişim'e Giriş eğitimi aldım. Çevrim içi eğitim seçeneklerinin artmasıyla ilerleyen yıllarda Judith Saruhan, Gizem Alav Şapçı ve Özgen Saatçiler'den eğitim alma fırsatı buldum. Ekim ayında Özgen Saatçiler'in yıllık şiddetsiz iletişim programına başladım. Çevrim içi eğitimler mesafeleri kaldırarak bize dilediğimiz eğitmenle evimizin içinden, konforlu şekilde çalışma imkânı tanıyor. Bununla beraber katılımcılarla aramızda bir cam var. Kimi zaman bu camı aşarak bağ kurmak ve bu bağı eğitim tamamlandığında sürdürmek mümkün olmuyor, yüz yüze bağlantıların özlemi duyuluyor.


Dışımdaki ve içimdeki dünyaya Şiddetsiz İletişim çerçevesinde kalarak bakmak, derinleşmek ve öğrendiklerimi paylaşmak için Çanakkale'de yüz yüze temas kurabileceğim, Şiddetsiz İletişim'in gücüne inanan, düzenli buluşmalara katılma isteği, hevesi taşıyan insanlarla bir arada olmayı arzuluyorum. 


Siz de isterseniz Şiddetsiz İletişim Kitaplığı'ndan seçtiklerimin rehberliğinde birlikte bir yolculuğa çıkabiliriz. Başkalarıyla ve kendimizle ilişkimize doğru/yanlış çerçevesinin dışında bir yerden bakmak, talepte ve teşhiste bulunmaya alışmış zihnimizi esnetmek, kendimizi ifade etme ve başkalarını dinleme biçimlerimizi değiştirmek, düşüncelerin yarattığı duyguları fark etmek, duyguların ardındaki ihtiyaçları görmek... Bu başlıkları çalışmak için Şiddetsiz İletişim Kitaplığı seçkilerinden yararlanacak, konuya dair alıştırmaları birlikte yapacağız. Şimdiye değin katıldığım Şiddetsiz İletişim, Mindfulness, Beden Farkındalığı, Dharma konulu eğitimlerden damıttıklarımı yazarlık becerilerimle birleştirip okuma grubunun ve pratiklerin kolaylaştırıcılığını üstlenecek, mekân tahsis edeceğim. Sen de bu bağlantı çemberinin bir parçası olmak istersen bana ulaşabilirsin. 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on October 16, 2024 11:46

October 7, 2024

Fotoğrafın Hikâyesi: 4



Bütün kadim ve işe yarar öğretiler ancak olguları olduğu gibi gördüğümüz, kişisel olarak algılamadığımız, varsayımda tahminde bulunmadığımız zaman çektiğimiz ızdıraplardan kurtulacağımızı söylüyor. Yapılan araştırmalar, dünyadaki tüm sorunların insan zihninin ürünü olduğu konusunda hemfikir. Zihni susturmadan, olanı kameraya alır gibi görmek mümkün değil. Krishnamurti, "değerlendirme yapmadan gözlem yapmak insan zekasının doruk noktasıdır," derken abartmıyordu. Şiddetsiz İletişim, tam da bu yolu aralayan bir kapı. Gözlem yapmak, bizi duygu ve ihtiyaçlar dünyasına taşıyan ekspres bir tren adeta. Biz, o gün, orada, Uluslararası Şiddetsiz İletişim Merkezi Sertifikalı Eğitmeni Özgen Saatçiler rehberliğinde kendimizle ve birbirimizle bağ kurduk, bağlantıya geçtik. Eğitimin hemen ardından çekilen bu fotoğrafta kendimi iyimser, motive ve de şükran dolu hissediyorum. 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on October 07, 2024 01:48

September 30, 2024

Mecburiyet mi? Seçim mi?


Ayın bitmesine sayılı dakikalar kala, ayın son yazısını yazmak üzere masama kuruldum. Şimdi böyle yazınca, iki elim kanda da olsa, girerim arkadaş ben her ay sekiz yazı, yaz demem kış demem, okurum, yazarım, eksik de bırakmam, istikrar ve süreklilik benim göbek adım gibi bir iddia doğuyor. Eni konu irade sahibi görünüyorum belki de. 
Tutkuyla bağlandığım, inandığım, anlamlı bulduğum konuları, başlıkları önceliklerim arasına almakta zorlanmıyorum. Sıkışsam bile zaman yaratmanın bir yolunu buluyorum. Ama mantığımın yapman gerekler ile, yapsan iyi olurlar ile başı pek de hoş değil. Örneğin kilo vermek, sporu, meditasyonu günlük pratiğimin bir parçası yapmak. Bununla beraber üzerime atılmış ölü toprağı da son taneciğine kadar üflenmiş, silkelenmiş durumda gibi hissediyorum. İşleri küçük parçalar halinde ele alıyor, yapmalısın, etmelisin yerine ... yapmayı seçiyorum çünkü ... sebepten dolayı yapmayı anlamlı ve değerli buluyorum türünden yeni hikâyeler yazmaya çalışıyorum. Şiddetsiz İletişim'de mecburum'u seçiyorum'a çevirmek olarak tanımlanan şey. İlginizi çekti mi? Kulak verin o zaman. Alıştırma Marshall Rosenberg'in "Şiddetsiz İletişim Bir Yaşam Dili" kitabından. 
Birinci adım: Yaşamınızda keyif almadan yaptığınız şeyleri listeleyin. örneğin: ev işleri, market, manav alışverişi yapmak 
Düşünsene arkadaşım yorgun argın evden çıkmışsın. Yemeğin hazır değil. Buzdolabında ne olduğundan çok da emin değilsin. Markete giriyorsun. Karnın aç. Fırından taze çıkmış ekmek kokuları iştahını kabartıyor. Çocuk evde bekliyor. Dondurulmuş ürün dolabında leziz karbonhidratlar göz kırpıyor. Zamandan da tasarruf. Köfte keza öyle. "At beni ızgaraya, yanında on dakikada makarnayı da haşladın mı mis," diyor. Deli mi ne? Böyle böyle yığılıyor kilolar, belinin çevresine can simidi gibi. 
"Zamanım az. Pratik şeyler pişirmem lazım. Bu koşturma çok can sıkıcı ama ev işlerini, alışverişi yapmaya mecburum." Keyif almadan yaptığım şeyleri bu cümleyle formüle edebilirim muhtemelen. 
İkinci adım: 
Listeyi tamamladıktan bu yaptıklarınızı mecbur olduğunuz için değil, yapmayı seçtiğiniz için yaptığınızı açıkça kabul edin. Her maddenin arkasına "... yapmayı seçiyorum" kelimelerini ekleyin. 
"Ev işlerini, alışverişi yapmayı seçiyorum." 
Üçüncü adım: 
Belli bir eylemi yapmayı seçtiğinizi kabul ettikten sonra, seçiminizin ardındaki niyetle bağlantı kurmak için, "Ben ... yapmayı seçiyorum, çünkü ... istiyorum," cümlesini tamamlayın. 
"Kızımın ihtiyaçlarının karşılanması için evdeki düzeni sağlamayı, sürdürmeyi seçiyorum. Kızımın sağlıklı beslenmesi, büyüme gelişimini sürdürmesi ve ideal kiloma inebilmek için market ve manav alışverişlerini son dakikaya bırakmamayı, menüyü önceden planlayarak ona göre hazırlık yapmayı seçiyorum." 
Nasıl buldunuz? Aklınıza yattı mı? Tepe kullanın. 






                












 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on September 30, 2024 12:15

Bekleyiş

Hevesliruj boyadı dudakları. Şaşkındı telefon duyduklarından. Koştu aynanın karşısına.Saçlarını taradı. Kirpikler çift kat rimel. Tedirgin ceket omuz başlarınayerleşti. Dili damağı kurudu heyecandan. İyimser bardak içindeki suyu sundu.Taze, limon kokulu.

Yorganınkıvrımlarından başını uzatan pofuduk ayıcık üzgündü. Kızın ardından baktıgözleri nemli. Kitap öfkeyle devrildi yatağa, ayıcığın yanı başına. Defterkabak gibi açılıp saçıldı. Tükenmez kalem yaylandı kalemliğin içinde.Arkadaşları da arkadan itince hop diye boş defterin sayfalarına yerleşti.

Gözyaşlarıylaıslanmış, buruşmuş peçete gergindi. Katlanmış, sıkışmış yerlerinden gerindi,gerindi, açtı kendini. Cami yıkılsa da mihrap yerindeydi. Eh, onun da vardı diyecekleri.Açtı ağzını, yumdu gözünü. Diğerleri sessiz kalır mı? Tüm oda dile geldi. Kızınhevesine kimse anlam veremedi. Rujdan başka. Onun derdi ayrıydı. Pastanedekibardağa âşıktı. Bir parçası kızın dudaklarında dışarıda ya... Olur da öperimkıyısından bardağın diye içi içine sığmadı. Umut fakirin ekmeği.

Kaşlarkalkmış, dudaklar cık cıklarken defter hâlâ açıktı. Tükenmezin dermanı tükendiyazmaktan. Güneş battı. Odanın renkleri, sesleri bir bir karanlığa gömüldü.Hepsi diken üstünde kızın dönüşünü bekledi. Rahat koltuk hariç. O çoktan derinuykudaydı. Gamsız şey ne olacak!


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on September 30, 2024 11:04

September 29, 2024

Fotoğrafın hikâyesi: 3




Uzun lafın kısası: fazladan köke sahip üst birinci küçük azı. 

Kısa lafın uzunu: Olağanın dışına çıkan şeyler düşünce üretir. Fazladan kökü olan bir diş dile gelir örneğin. "Açtım bacaklarımı, yerleştim yerime sımsıkı," der kendinden emin. Ta ki biri rahatını kaçırıncaya kadar. O biri ortodontist olur kimileyin. Yer darlığı nedeniyle çekimli tedaviye karar vermiştir. Hasta elinde kâğıt çıkagelir. 

Öğrenciyken ilk çektiğim dişin hikâyesi buydu işte. İki kıvrık kök, ucu kırılır mı telaşı, uçlarını sağlam görünce çekilen derin bir oh! Bugün yine ortodontik tedaviye hazırlık için 24 nolu dişi çektim. Üçüncü kökü görmeye hazırdım. Hafta başı 14'ta fazladan kökü gördüğümden. Doğa simetriyi sever ne de olsa. Açsa da bacaklarını, yerleşse de yerine sımsıkı, davyeye karşı koyamadı. 

Kıssadan hisse: fazladan önlem aldığını düşünürsün bazen, her şeyin sabit kalacağını, olduğu gibi kalsın istersin, tutunursun ama yine de kontrol edemezsin. Olacak olan olur. 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on September 29, 2024 03:58

Fotoğrafın hikâyesi




Uzun lafın kısası: fazladan köke sahip üst birinci küçük azı. 

Kısa lafın uzunu: Olağanın dışına çıkan şeyler düşünce üretir. Fazladan kökü olan bir diş dile gelir örneğin. "Açtım bacaklarımı, yerleştim yerime sımsıkı," der kendinden emin. Ta ki biri rahatını kaçırıncaya kadar. O biri ortodontist olur kimileyin. Yer darlığı nedeniyle çekimli tedaviye karar vermiştir. Hasta elinde kâğıt çıkagelir. 

Öğrenciyken ilk çektiğim dişin hikâyesi buydu işte. İki kıvrık kök, ucu kırılır mı telaşı, uçlarını sağlam görünce çekilen derin bir oh! Bugün yine ortodontik tedaviye hazırlık için 24 nolu dişi çektim. Üçüncü kökü görmeye hazırdım. Hafta başı 14'ta fazladan kökü gördüğümden. Doğa simetriyi sever ne de olsa. Açsa da bacaklarını, yerleşse de yerine sımsıkı, davyeye karşı koyamadı. 

Kıssadan hisse: fazladan önlem aldığını düşünürsün bazen, her şeyin sabit kalacağını, olduğu gibi kalsın istersin, tutunursun ama yine de kontrol edemezsin. Olacak olan olur. 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on September 29, 2024 03:58

Tuğba Gürbüz's Blog

Tuğba Gürbüz
Tuğba Gürbüz isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Tuğba Gürbüz's blog with rss.