Tuğba Gürbüz's Blog, page 10
February 28, 2025
Günün izi: 18
Geçen hafta kadın doğum muayenesine gittim. Bir dişçi koltuğu, bir kadın doğum diyen hastalarımı anlıyorum. Ancak eşdeğer tutulmaktan rahatsızım. Çünkü bizim koltuklar dünyanın en rahat koltukları bana kalırsa. Koy salona, televizyonun karşısına. Sırtını dinlendir, boyun çukurunu dilediğin gibi destekle, kapa gözlerini uyu, ya da izle filmini... O denli konforlu... Kadın doğum koltuğu ise... Anladınız siz.
Rahmimin içindeki miyom daha da büyümüş. Ameliyat endikasyonunu sonuna kadar hak etmekte. Ultrason, tahliller. Planlamamızı yaptık doktorla. Mart ayı içinde ameliyat olacağım. Yapılması gereken yapılacak ancak korku da insana mahsus. Bir an evvel olmak ve kısa sürede toparlamayı dilemekten başka bir şey yok.
Storytel'e üye oldum tekrar. Uyku öncesi bir meditasyon kanalı buldum. Her gece açıyorum ve uykunun içine çekiliyorum. Bazen hızlı, bazen yavaş. Çoğu zaman 20 dakikanın içinde. Çünkü meditasyon 20 dakikalık ve hiç baştan sona dinlemedim. Dinlememiştim. Dün uykuya dalmak epey zor oldu. Sağa döndüm, sola döndüm, dişlerimi sıktığımın farkında olup çenemi gevşetemememin ızdırabıyla boğuştum durdum. Başucumda duran diş sıkma apareyimi taktım. Ben kullanamıyorum yargılarını bir kenara koyarak. Sert plağı taktım dişlerime. Sıktı başta. Konforsuz geldi. Sonra zannettiğim ve gözümde büyüttüğüm kadar rahatsız etmediğini fark ettim.
Oturduğum eve taşınalı yaklaşık üç yıl oluyor. Çanakkale'deki beşinci evim. Kimi kira, kimi kendi evim, kimi aile evi olmak üzere beş ayrı daire, on beş yıl içinde. Ben böyle çok taşınınca, temizliğe gelen abla, biri hariç tüm taşınmalara eşlik de edince balkabağı alacağım sana, otur artık oturduğun yerde dedi. Ama kabağı alıp vermedi. Şimdi için için dürtüyor taşınma fikri. İmara yeni açılan bir bölgede büyük, rahat bir bahçe katında oturuyorum. Önümüzde inşaat firmasının kullanımının bize ait olacağını vaat ettiği küçük bir bahçe de var. Ancak peyzajı aceleye getirdiler. Toprak derinliği çok az. Dikilen bitkiler tutmuyor, büyüyecek, yayılacak ve duvar gibi olacak vaadinin içinin boş olduğu aşikar. Çit yapmaya da izin yok. Çocuklar sürekli bahçenin içinden geçiyor oynarken, havuza giderken. Mahremiyet ve bana ait hissini gideremeyecek bir bahçe. İlk yıl pek çok bitki diktim. Adaçayı ve bahardalı tuttu sadece. Masa koyayım, şemsiyemi açayım, kitabımı okuyyım, kahvemi içeyim hayal oldu. Göz hizamda yine de yeşillik görmenin, balkon kapısını açınca toprağa ulaşmanın hoş bir yanı var. Kedi de alıştı. Balkon penceresinden atlıyor, gezip dönüyor. Ben de aynı bölgede başka bahçe katları bakmaya koyuldum. Bahçe gibi bahçesi olan. Bana ait, müstakil hissi veren. Bir yer de buldum aslında. Sitenin konumu çok daha iyi. Bizim oraya hâlâ toplu taşıma yok. Geceleri etraf karanlık ve ıssız. Bu evi karşılayacak param yok tabi cebimde ama evler satılabilir, değişebilir fikrine açığım. Bir ev sattım. Yeni ve büyüğünü aldım. Çünkü o ev, artık bana hizmet etmiyordu. Sıkışıyorduk, karışıyorduk içinde. Yine de kafam karışık. Bu değişikliğe gerçekten ihtiyacım var mı? Hayatımda değişmesini istediğim şeyler var, farkındayım, anlıyorum ama daha merkezi bir ev ve daha müstakil bir bahçe mi karşılayacak bu değişimi? İşte bundan emin değilim. Mutlu olmak istiyoruz hepimiz ve bize bunu sağlayacağına inandığımız stratejilerimiz var zihnimizde. Güzel bir ev, tatiller vs. Emin olmadığımız şey, onu elde edince gerçekten mutlu olacak mıyız? Olacaksak bu ne kadar sürecek?
February 25, 2025
Bu sabah neler oldu, biliyor musun?
Sabah kızım yanıma geldi. Karanlıkta yorganın altına onu da buyur ettim. Kapının açılmasını fırsat bilen kedi de süzüldü içeri. Koltuğun üzerinde duran küçük battaniyeyi alaşağı edip onunla aşk yaşamaya başladı. Gözlerim kapanmaya yüz tutarken "Sani yapma," dedim. Sonra tekrar uykuya.
Servis ablasının telefonuna uyandım. Dedim, biz uyuyakaldık. Siz beklemeyin. Ben bırakırım okula. Ben kalktım. Kız kalkmadı. Dedi, "anne gördüm kötü bir rüya. Etkisindeyim hâlâ." Yorganı kendine mağara eyledi. Büzüldü, süzüldü. Ne dediysem ikna olmadı. Baktım, saat hem onu okula bırakmaya, hem işe yetişmeye yeterli değil. Kalktım kahvaltı hazırladım. Sahanda yumurta, peynir, zeytin, tereyağı, bal, reçel, hurma... Cumartesiden kalan simidi de ısıttım. Ekmek kalmamış. Pasta bulamadık. Tuzsuz etimek ve kuru simitle idare ettik. Giyindim sonra. Çıkarken su siparişi verdim. Dedim, "Gününü verimli geçir." Meali madem evdesin, ders çalış, odanı topla. Ah bu dağınık ergen odaları!
İlk hastam benden önce iki hekim değiştirmiş, iletişim sebebiyle manevi olarak yıpranmış, yorgun bir hastam. İki yıl öncesinden. Eskisi gibi değil, artık. Güvenle oturuyor koltuğa. Sabah sabah güzel sözler söyledi. Çıkarken sarıldı hatta. Oh günüm aydınlandı.
Hafta sonu iki tam günlük bir mesleki eğitimdeydim. Yapamadığım pilates dersini dün gece yaptım. Dersten kalma, belimde küçük bir sızılı nokta... Belli ediyor kendini arada.
Yeni doğum yapmış bir anne doğum öncesi başladığımız işlem için gelmiş. Bir çırpıda gitmiş kilolar. Asistanım tanıyamadı. Benimkiler duruyor, bunca yıl sonra. Zihnin kıyaslama özelliği günde kaç kez devreye giriyor acaba?
Bir sonraki hastanın şikayeti ağız kokusuydu. Diştaşı temizliğinin üzerinden üç yıl geçmiş neredeyse. Temizlik, eski dolguları cilalama, bakım tavsiyeleri, ebeveynlik üzerine dertleşmeler... Kızımın ilkokuldan arkadaşının babası. Ergen ebeveynleri, aslında yaştan bağımsız tüm ebeveynler arada bir bir araya gelmeli ve konuşmalı. Ebeveynlik yolculuğumun bu kısmı, tam bu noktası zor geçiyor dediği yerlerde duymalı başkalarını ve hatırlamalı. "Yalnız değilim. O da benim gibi zorlanıyor." Yalnız olmadığımı hatırlamak ve başkalarında işe yarar nasıl ipuçları var diye öğrenmek için birkaç gündür arıyorum arkadaşlarımı. Çok işe yarar dediğim bir şey durmadım daha. Ama bunların insanlık hâlleri olduğunu anımsamak rahatlatıcı. Büyümeye çalışan bir insan evladının kendini bulma, kabul görme, sevgi, anlayış ihtiyaçları var. Dünyanın en berbat annesinden katlanılır olmaya inmeye çalışıyorum şu sıra. Dün pilates öğretmenimden duydum beni en rahatlatan ifadeyi. Tam tamına hatırlamıyorum sözlerini. Benim kendi dilime tercümesini paylaşabilirim ancak. Tüm zamanlarda, tüm ilişkilerde, tüm diyaloglarda olduğu gibi. Sen de bir yetişkin olarak hata yapabilir, yanlış düşünebilirsin, sorumluluğunu almış ve söylemişsin. Düzeltme çabası içindesin. Bundan da öğrenecekleri var kızının. Dili başka, içi başka evladım, söylediği kadar hoşnutsuz değil bence de. "Her şey çözüldü mü sanıyorsun?" sorusuna yanıtımdı. "Hayır her şeyin çözüldüğünü düşünmüyorum ama aramızda telafi edilemeyecek bir durum olduğunu da sanmıyorum."
Öğle yemeğini evden getirdim. Kuru biber dolması zeytinyağlı (annem sağolsun)2 adet. Kıvırcık salata. Bir dilim peynirli börek. (arkadaşım sağolsun) Afiyetle yedim. Üç bardak çay içtim şimdiden. Bir de sade Türk kahvesi... Kahve paketinin ağzı açık kalmış. Kapatın bayatlamasın, dedi patron yanım. Daha önce kaç kez dedim yahu sarmalına düşmemeye çalışarak.
Ha arada bir özel okuldan aradılar. Kızımın geçen pazar girdiği bursluluk sınavının sonucu açıklanmış. Gidip öğrenebilirmişim. Perşembe için sözleştik. Peşin peşin söyledim. Deneme amaçlı girdi. Daha LGS sınavı var önünde. Erken indirim fırsatlarıyla ilgili görüşmek istemiyorum. Sadece sonucu öğreneceğim. Tam o zamanlar, biliyorum, bankalardan gelen bildirimlerden. Geçen sene eğitim bursuna rağmen yemek, kitap vb yan kalemler nedeniyle kredi kartı limitimi arttırmak zorunda kalışım aklımda. Veliler de bahsediyor fahiş artışlardan. Lisede büyük ihtimalle devlet okulunda olacak kızım. Geride kalacak zorunlu yemek ücreti, normalin hayli üstünde servis parası...
Arada öğle yemeğini getiren kadını gördüm. Kolaylıklar diledim kendisine. Bir hasta geldi kapıdan bir telaş. Devlette çektiremediği dişleriyle ilgili. Gelecek öğleden sonra.
Böyle geçti sabahım. Öğle tatilimin bitmesine 24 dakik kaldı. Bir sade Türk kahvesi içer, biraz Diplomat solitaire oynarım. Sonra çalışmaya devam!
Senin sabahın nasıl geçti? Ya da her ne vakitte okuyorsan...
February 8, 2025
Antep'te
Otele dönüyoruz. Kabanı bırakıp doğru toplantıya. Meslekte sorun çok. Hukuk müşavirimizi dinlerken ülkenin şaka gibi hallerine gülsem mi ağlasam mı bilemiyorum. Öğle yemeğinden önce toplu fotoğraf çektiriyoruz. Oturumlar bitince meşhur Bakırcılar Çarşısı'nı gezmeye zaman kalıyor. Doğru taksiye. Bu defa yalnızım. Bir şehri tek başına adımlamanın keyfi uzanıyor önümde.
Çarşıya buradan giriyorum. Küçük bir Han dikkatimi çekiyor sonra. Girişte bir gümüşçü. Telkari bir tavuskuşu alıyorum kendime. Antep hediyesi. Yakama il il tırı yorum hemen.
Çarşı hareketli. Tatil günü olmasının etkisi muhtemelen. Dünkü kardan eser yok. Soğuk ama güneşli. Çarşıda envai çeşit baharatlar salçalar, peynirler, Antep fıstıkları, tatlılar, baklavalar, zeytinler, sabunlar, kuru patlıcanlar, bakırlar, yöresel çantalar... Rengarenk, cıvıl cıvıl... Dar sokaklara giriyorum, çıkıyorum. Bol bol fotoğraf çekiyorum. Türkçeye karışıyor Arapça. Dinliyorum. Görüyorum. Sesler, görüntüler, taş duvarlar, kalabalık sokaklar, yüzler biriktiriyorum her adımda.
Güneş de yürümek de engel değil üşümeye. Gözüme bir lokanta ilişiyor. Metanet. Aynı isimde katmerci de var. İçeri giriyorum. Beyran istiyorum. Etli, pirinçli çok doyurucu bir çorba.
Midem öyle dolu ki, katmerciyi pas geçiyorum. Yürümeye devam! Çarşıdan uzaklaşınca, iki gündür herkesin övgüyle bahsettiği katmeri tatmadan gitmek istemediğimin farkına varıyorum. Katmer leziz. Katmer devasa!
Bir insan evladının bitirmesi mümkün değil. Dörtte birini yiyorum. Kalanını paket yaptırıyorum. Kredi kartı kabul etmiyor dükkan. EFT yapıyorum. Salona giren hem çalan hem söyleyen kemancıları videoya alıyorum. Otelden çıkarken yanıma aldığım bez sırt çantasının içi silme gıda dolu. Eh yolcu yolunda gerek. Otele dönüyorum. Akşam yemeği için yerim yok. Tamam ama yetmez biraz daha hareket etmek lazım. Bavula attığım mayo mu giyip doğru spaya gidiyorum. Kapalı havuzun yerini sorduğum erkek görevli havuzun karma olduğunu hatırlatma gereği duyuyor. Üzerimdekileri dolaba bırakıyor, kendimi suya bırakıyorum. Havuz küçük de olsa yüzmek güzel. Kendimi bırakmak benim için kolay değil. Güven testi yaparlar ya hani, kendini, bedenini bırakırsın karşındaki/ler tutsun diye. Ben bırak kendimi, kolumun ağırlığını bile bırakamam birine. (Belki değişmişimdir) Ama suya girince, iş değişir. Suyun kaldırma kuvveti evrensel bir yasa. Biliyorum. Kaldıracak ama orada tam bir teslimiyetle sırt üstü yatıyorum suya. Gözlerim bazen açık bazen kapalı. Bir yatakta yatarken gibi konforlu, Uzanıyorum suya. Onun sunduğu destek, sırtımı, kollarımı, bacaklarımı, başımı taşıması. Yok böyle bir huzur.
Üzerine sıcak, sıcacık bir duş. Sevdiğim şarkıları açıyorum. Yazıyorum. Bir satır, bir satır daha. Antep gezisi, Antep'te iken bitiyor. Buluşmalar, sohbetler, kahkahalar... Hepsi geride şimdiden, hepsi birer hatıra...
February 5, 2025
Dili eğilmeyen kadınların sesi
Bugün pilatesten çıkarken başını uzattı "utanç."
"Ne olurdu?" sorusuna yanıttı. "Çok utanırdım," cevabıyla bindim arabaya. Üzerinden atlardım aslında. Ama şiddetsiz iletişimde bugünkü oturum utanç üzerine olunca başımı çeviremedim daha fazla. Utancın arkasında sana yöneltilmiş suçlamalar var. Bunu alıp kabul etmek ve "Bende bir yanlışlık var" düşüncesinin altında ezilmek var. Kabul ve aidiyet ihtiyaçlarıyla kopan bağlar var. Paylaşmamaktan kaynaklanan yalnızlık var. Utancın panzehiri paylaşmak, dedi Özgen. Yazmaya başlamamın en büyük sebebi bu oldu galiba. Konforsuz duygulardan kurtulmak. Konforsuz duygularımın zirve yaptığı yıllardan kalma bir fotoğraf. Bu genç kadına borcum var. Ödeyeceğim.
*
Ayten Kaya Görgün'ün Everest Yayınları'ndan çıkan öykü kitabı Öküzçeker bu ay bitirdiğim ilk kitap oldu. Yalın, akıcı bir dili var öykülerin. Konularını hayattan alıyor. Farklı çevrelerden kadınların başına gelen insanlık hâllerini tatlı tatlı anlatıyor. Namus, ev içi emek, flört şiddeti, kadının yoksulluğu gibi pek çok meseleyi kendine has o ele avuca gelmez üslubuyla anlatıyor. Yer yer kahkahalarla güldüm bu trajikomik hikâyelerin kahramanlarına. Dili eğilmeyen kadınların sesi olmuş Ayten Kaya Görgün. Severek okudum. Gönülden tavsiye ederim.
*
Kendimce bir ritim buldum spor konusunda. Haftada bir aletli pilatese gidiyorum. Zaman zaman hem eğitmenimin hem benim şehir dışı programımız oluyor. Bazen haftada bir yerine 8-10 güne çıkıyor süre. Yine de vazgeçmiyorum. İstikrarlı şekilde gidiyorum. Ve her antrenmanda giderek güçlendiğimi fark ediyorum. Yaşasın sürdürülebilirlik!
*
Mermeri delen suyun gücü değil, kararlılığıdır derler. (Başka şeyler de derler bilirsiniz. Hatırlayınız: Azimle s.çan mermeri deler). Damla damla akan suyun bir kovayı doldurması, her defasında kıyıya vuran dalganın taşları yuvarlatması. Bir anda olmuyor. Kritik eşik aşılıyor hop bir bakmışsın kova dolmuş taşıyor, taşın sivrilikleri kaybolmuş tatlı bir yuvarlıklıkta... Kendime sürdürebileceğim hedefler seçmem işte bu yüzden. Gaza gelip birkaç hafta uygulayacağım sıkı kurallar yerine kendimi bilmek, tanımak ve kendini gözetmek istiyorum hayatımın kalan evresinde. Kendim(n)e şefkat ile yeni tanışıyorum(z) vesselam.
January 31, 2025
Mektup
Defalarca okunmaktan buruşmuş mektubu alıp silkeledi. Masaya döküldü kelimeler. Avucuna topladı. Zar misali attı boşluğa. Yeniden dizilip yerleştiler boş sayfaya.
Kırmızı bir alevdi öfkesi
Teninin altında çatırdayan
Deniz mavi ve çizgili
Uzakta bir deniz feneri
Onu neşeye çağıran bir yıldız gibi
Dalgalarla uzaklaşmakta
Yapamam, dedi iç ses. Hep bir yetersizlik içinde. Kuvvetli, kavurucu. Nerede, ne zaman başladığı, belli. Ne zaman biteceği belli olmayan bir karmaşa. Yoksunluk en çok da, tenini, zihnini yakan. Kan kırmızı bir öfke, her daim çırpınmakta. Oysa neşeyle zıplayan toplar gibi atılmıştı hayata, meraklı, oyuncu ve hevesli. Denizin mavisi, güneşin sarısı, portakalın turuncusu, can eriğin yeşili hepsinin içinde sarmalanmıştı.
Nerede şimdi renkler? Nerede sarılar, turuncular, maviler, yeşiller? Neden yalnızca kırmızı elinde kalan? Sıcak ve boğucu. Yıldızsız bir gecede neşesini kaybetmişti çocuk, sesini, geçmişini, geleceğini, annesini. Günün aydınlanmasını ve renklerin bir bir belirmesini bekleyemez. Çırpınan dalgaların sesiyle ayaklandı. Kumların üzerinde yol aldı. Çakıl taşları paraladı ayak tabanlarını ki onları oluşturan mineraller parlamakta, dolunayın ışığında. Yıldız yıldız olup tuzlu suya akmak istedi. Bedeni çakılların üzerinde yuvarlandı, suya, akıntıya bıraktı kendini, tel tel parçalanmaya, un ufak olmaya ve kavuşmaya.
Ocak Alfabesi
Ayın biri. Yaptım kavanoz. İsmi mutluluk kavanozu. İçinde günün güzellikleri. Kapalı ağzı nicedir. Yalnızca unuttuğumdan.
Bansko. Bulgaristan'ın ünlü bir kayak merkezi. Üç gün geçirdik. Tam Kartaltepe yangının cereyan ettiği günlerde. Buruk bir tat ve salınım... Kişisel mutlulukla toplumsal üzüntü arasında.
Carl Plesner. Sertifikalı bir şiddetsiz iletişim eğitmeni. Danimarkalı. Ukrayna, Filistin gibi savaştan, şiddetten etkilenenlerle de çalışmış. Uzmanlığı müzakere. Çatışmaları şiddetsiz iletişim yoluyla ele almayı gösteren iki uygulama akşamı yaptık. Zoom ve ardıl çeviri ne güzel nimetlersin.
Çatışmanın asıl sebebi ne? Karşı tarafın yaptığı mı? Senin o kişinin yaptıkları hakkındaki düşüncelerin mi? Carl'ın eğitiminden kulağıma küpe diye taktığım.
Diyetteyim. Sabah kahvaltımı kendim hazırlıyorum. Yeşillik, haşlanmış yumurta, bir dilim ekmek, birkaç ceviz, peynir. İki ana, bir ara öğün kapımda. Arada doymadığım, başka şeyler kemirdiğim, kaşıkladığım oluyor. Umarım verebilirim yine de. Yaza kadar yavaş yavaş.
Ertelediklerim: arabayı servise götürmek ve doktor kontrolleri.
Fenalıkların ve felaketlerin ülkesi oldu canım yurdum. Nicedir. Utanmak denen bir salgın var. Kolayca seni avcunun içine alan. Yıllar evvel böyle bir ruh hâli içindeyken. Yetmişlerinde bir beyefendi uyardı beni "Hayır! Sakın!.." diye başlayan sözlerle. O gün bugündür başkalarının eylemlerinin sorumluluğunu taşımamaya çalışıyorum. Suçluluğu, pişmanlığı bir pelerin gibi sarmıyorum bildiğim tek yaşamımın üzerine. "Çalsın sazlar, oynasın kızlar" ya da "Bir elinde ayna, bir elinde cımbız, umurunda mı dünya" hali değil bahsettiğim. Anladınız siz.
Gül lokumu sıkıştırılmış bisküvi aldım Bulgaristan'dan. Kıstırma derler buralarda. Bir küçücük lokma aldım. Nefsimi köreltmek için. O nasıl hoş bir aroma, gülden yükselen.
Hormon testi yaptırma sözüm var(dı) bir arkadaşıma. Kadın ve duyarlı.
Itriyatçiye gideceğiz, derdi annem küçükken. Kozmetik ihtiyacı olduğunda. Kırmızı oje, sim isteğim hiç karşılanmadı. Flormar 202. İlle de ve tek.
İkinci Dünya Savaşı'nda geçen filmlere özel bir ilgim var. Tabur'u izlemek oraya da seslenecek.
Jineokoloğa gidecektim bu ay. Doktorum geçici görevlendirmeyle ilçeye gitmiş. Haberi geldi, dönmüş. Randevu almam gerek.
Korku ve kaygı. Konforsuz, zorlayıcı duygular.Yanı başına oturduğum hastayla aramda ne çok konforsuz duygu dizili. Bazen duyulmamı engelleyen.
Lale mevsiminde Hollanda,
Muson yağmurlarına denk gelmeyen bir dönemde Uzakdoğu, Bali, Tayland,
Nepal... Var bir hayalimiz. Zamanım olsa bir ay gitsem oralara dedim kızıma. Cevabı yapıştırdı. "Zaman bulursun emeklilikte ama paran nasıl yetecek?" Emeklilik lüks mü? Bu ay TDB Dergi'nin dosya konusuydu, benim önerimle. Kızımın yorumundan bağımsız ve de önce.
Orduda bir kadın taburu. Siyahi askerlerden oluşan. Netflix'te yayında. İzleyeceğim. Yakında.
Ördek eti gördüm açık büfede. Tabağıma alırken zihnime üşüştü hatıralar. Galleria yeni açılmış, deniz otobüsüne binmişiz Bostancı'dan. Pekin ördeği ve Çin pilavı yemişiz. Pistte buz pateni yapanlara bakmışız. Bir yarı yıl tatilinde.
Peynir aldım Bansko'dan üç, beş çeşit ve değişik biralar. Zencefilli, yaban mersinli. Sırayla denenecek.
Reçel yemiyorum birkaç haftadır. Severim oysa şeftali, çilek, portakal...
Sömestr tatili yaklaşık hep aynı zamanlara denk geliyor. Telefonum her gün hatırlatma yapıyor, nerelere gitmişiz, şehrin içinde yeni neler denemişiz. Uzaklaşmak, yenilenmek, dinlenmek için her zaman uçağa, arabaya binmeye gerek yok.
Şans getirsin diye alırım sokaktan beş kuruş, on kuruş. Tahtaya vururum sonra. Var herkesin bir batıl inancı. Kültür denilen şey biraz da bu değil mi?
Tencere yemeğinin bereketini, şefkatini sevmeyen yoktur herhalde. Ocağın üzerinde. Kapağını açarsın buharlar tüter, kokular salınır mutfağa mis gibi. Senin için bir tencere yemek kaynatan biri varsa sırtın yere gelmez bence. Korunmak, kollanmak, gözetilmek hepimizin ihtiyacı. Yemeğim kapıya gelse de tencere ağır ağır tıkırdıyor yine de. Kızım için. Söylemeye ne hacet.
Uçak bileti aldım. Aktarmalı. İçimde ufaktan stres. Sabahın beşindeki uçağı kaçırmamam gerek.
ÜTS. Ürün takip sistemi. Yeni baş belamız. Muayenehanedeki cihazları gir tek tek. Canına yandığım sistem kolay da değil üstelik. Bir arkadaşım yardım etti sağ olsun. Girdik birkaç büyük kalem.
Vizeyi değerlendirmenin güzel yollarından biri. Komşu ülkelere otobüslü turlara katılmak. Ekonomik ve pratik.
Yuan Huan'ın Kulübesi. Bu ay bitirdiğim iki çocuk kitabından sevdiğim. Dili temiz, akıcı. Macerası da mesajı da kıvamında. Kör gözün parmağına değil. Çocuklarca bunca sevilmesine şaşmamak gerek. İşte böyle yazmak istiyorum.
Zirveden inen kayakçılar gördüm, yüksek yüksek tepelerden yuvarlanmadan, incinmeden. İnmek yükselmekten daha zor belki. Zarifçe inmenin yolunu bilmeli insan. Tepede sonsuza kadar kalmak diye bir şey yok zira.
January 30, 2025
Bireysel seçimler, sosyal medya, kavuşmalar ve hayaller
Mesleki bir toplantı için şubat ayında Antep'e gideceğim. Üstelik ilk kez. Bir gün önceden gitmek, pazar günü biraz daha geç çıkmak gibi seçenekler için için dürttü. Ben ne yaptım? Tarih yaklaşınca cuma sabahı Ankara üzerinden aktarmalı bir uçakla erken saatte yola çıkıp toplantıdan birkaç sat önce orada olmayı, pazar öğlene doğru da İstanbul'a dönmeyi tercih ettim. İstanbul'dan eve dönüş yolculuğu otobüsle olacağı için eve vakitlice varmak, haftanın ve yolun yorgunluğunu atabilmek Antep'i gezmeye baskın çıktı. Böyle durumlarda düşünmeden edemiyorum. Anne değil baba olsaydım hangi gün gider, ne zaman dönerdim? Kendime Zeugma müzesine gidecek, rahat rahat çarşıda dolanacak zamanı ayırırdım muhtemelen. Şikayet etmek değil de fark etmek için yazıyorum. Seçimlerimizin arkasında hep bir ihtiyaç gidermek var. Ben toplantı, kongre amaçlı kızımı burada bırakacağım toplantılarda onu en az yalnız bırakacak şekilde düzenliyorum programımı. Özellikle de okul açıkken. Hafta içi yokluğumda eve birinin gelmesi ve ona eşlik etmesi gerekiyor çünkü. Cuma sabah erkenden yola çıkınca okul gününü atlatmış oluyoruz. Aile içindeki düzen ve kolaylık ihtiyacı keşfetme ihtiyacına galip geldi. Bu defa, bu koşullar içinde.
*
Facebook'a pek girmiyorum sanıyorum ama orada da çok oyalanıyorum esasında. Saçma diy videolarına su akar deli bakar misali bakıyorum. Bir de hangi algoritma nedeniyle bilmiyorum Muhteşem Yüzyıl sahnelerine maruz kalıyorum. Bir sahne, bir sahne daha... derken bir de baktım Youtube'ta diziyi izlemeye başladım. Büyük bir prodüksiyonmuş yalnız. Kostümler, mekanlar, kalabalık oyuncu kadrosu...
*
Maya'nın Rüyası hayli erken duyurusunun ardından fiziki olarak hazır. Bugün yayınevinden önsiparişle satın alan İstanbullu okurların eline geçmiş. İki fotoğrafla durum teyit edildi. Benim yazar kopyalarımı da bugün yollayacaklardı. Geçen hafta Pelin ve Küçük Dostu Karamel'in ikinci baskısına ait yazar kopyalarım geldi. Bugün de çocuk hikâyemin yer aldığı KEÇocuk Dergisi elime geçti. Yazdığım metinlerin basılı, resimli hallerine kavuşma zamanı bu ara. Elde mevcut metinleri bitirdiğime göre yenilerini yazmaya koyulmalı. O çooook istediğim çocuk romanını yazabilecek miyim? Denemeye cüret edebilecek miyim? Nasıl yazılır'ın yanıtını bulabilecek miyim? Zaman, teknik gibi mazaretlerin üzerinden atlayabilecek miyim? Bu yılın o yıl olması için ne yapmalı, nereden başlamalı. Yar bana bir akıl hocası gerek. Ve de cesaret, yazı masasında oturma gayreti, parlak fikir ve mizah... Sizce yazmak için başka neler gerekir?
*
Netflix'te yayımlanan Yüzyıllık Yalnızlık ve Baby Reindeer izlemeye başlayacağım bir ara, belki de çok yakında. Başka da dikkatimi çeken dizi veya film yok orada. Önerileriniz varsa duymak isterim.
January 29, 2025
Yuan Huan var mıdır? Yok mudur?
Çocuk edebiyatında soluklanmak isteyenler için güzel bir öneri. Akıcı, sürükleyici. Akşam yemeği ile katılacağım zoom eğitimi arasında bir çırpıda okudum. İçimde kalan hoş duygular ve yazma hevesi de cabası. Eğitim neyle mi ilgiliydi? İşte o, bir başka yazının konusu.
January 27, 2025
Fark ediyorum öyleyse varım
Açlık-tokluk hakkında
Açlığın aslında bir ihtiyaç olduğunu unuttuğumu fark ediyorum.
Çoğu zaman ihtiyaçtan değil istekten yediğimi fark ediyorum.
Yeterince su içmediğimi fark ediyorum.
Yeme söz konusu olduğunda ılımlılık ilkesini gözetemediğimi fark ediyorum.
Hareket-hareketsizlik hakkında
Çok hareketsiz bir yaşantı sürdüğümü fark ediyorum. Ev ve iş arasında geçen bir günde, günlük adımlarımın 600-1000 adım arasında sınırlı kaldığını fark ediyorum.
Çok minik değişikliklerle adım sayımı arttırabildiğimi (arabayla giderken yol üstünde marketin önünde durmak yerine evden yürüyerek gitmek ve her defasında günlük birkaç öteberi almak gibi) fark ediyorum.
Haftada bir gittiğim aletli pilatese bedenimin yanıt vermeye başladığını, esnekliğinin ve gücünün her derste bir öncekine nazaran daha iyi olduğunu fark ediyorum.
Bedenim çalıştığında evdeki ataletten de kurtulduğumu fark ediyorum. Evin günlük işlerini, süpürmeyi, çamaşır yıkamayı daha az erteleyerek giderdiğimi fark ediyorum.
Odaklanmak- kaybolmak hakkında
Benim için odaklanmanın, her defasında bir işi hakkını vererek yapmak manasına geldiğini fark ediyorum. Oysa ben, çoğu zaman yaptığım birincil eylemin yanına bir ikincisini ilave ediyorum. Kahvaltı yaparken veya mutfağı toplarken podcast dinliyor, dizi izlerken çamaşır katlıyorum. Seri ve alışılmış hareketlerle evden çıkarken yaptıklarımın çok da bilincinde olmadığımı fark ediyorum. Balkon kapısını kilitledim mi diye dönüp bakmak bunun sonucu işte. Yavaşlamak ve fark etmek bilincin kapılarını aralıyor. Aynı anda tek iş yapmamak, bir eşlikçi koymak bir tür alışkanlığa da dönüyor. Dönmüş. Facebook'ta paylaşım yapmıyorum. İnstagram paylaşımlarım doğrudan oraya da gidiyor. Arkadaşlarımın iletilerini de takip etmiyorum ama saçma sapan videolara kapılıp gidiyorum. Kendin yap serileri girdap gibi çekiyor içine. Avrupa Yakası sekansları çıkıyor sonra karşıma ve de Muhteşem Yüzyıl. Bakarken bakarken bir de baktım Muhteşem Yüzyıl izlemeye başlamışım. Birinci bölümden itibaren. 20. bölümdeyim şimdi. 139 bölüm ne ara biter?
Cuma gecesi döndük. Vakitlice girince eve bavulları boşalttım. Tekerleklerini sildim. Yerine kaldırdım. Kirlileri ayırdım. Cumartesiden beri iki kez çamaşır makinesini çalıştırdım. Çamaşır katlarken Türk dizisi katlamak mantıklı geliyor. Çok da sevmediğin işin yanına seyirlik katıyorsun neticede. Ama bir de baktım koca hafta sonunu seyirlikle geçirmişim. En az beş, altı bölüm izlemişimdir. Neredeyse iki saate varan bölümler olduğunu düşünürsek geçen zamanı varın siz hesaplayın. Alfa Males'in üçüncü sezonunu geçen hafta bitirdim, birkaç gün içinde.
Başlamak ve bitirmek hakkında
Başladığım pek çok kitabı, odaklanmayı sürdüremediğim için, dizi ve sosyal medya çöplüğünde kaybolduğum için bitiremediğimi fark ediyorum. Ayın başında başladığım ve yarım bıraktığım "Ba'nın Olağanüstü Kitabevi"ni tatilde bitirdim. Akabinde Samantha Schweblin'in "Kentukiler" romanına başladım. Konusu ilginç. İnsanların kentuki adını verdiği teknolojik bir oyuncak var. Kimisi kentuki satın alıyor, kimisi de uzaktan bağlantı ile kentuki olmayı seçiyor. Farklı ülkelerden, farklı yaş gruplarından insanların sahiplik ve kentuki olma deneyimi üzerinden ilerleyen roman mahremiyet ve gözetleme, sanal ve gerçek kavramlarına bakıyor. Konusu ilginç ama odaklanmakta zorlanıyorum. Elimden bir bıraksam aylarca yarım kalacak, belki de hiç bitmeyecek biliyorum. O yüzden ay sonuna kadar bitirme sözü vereyim ki, bu ayı en azından biri çocuk, diğeri yetişkin iki romanla bitirmiş olayım.
January 23, 2025
Yarı yıl tatili ve içimizdeki yangın
Ebeveynler için yarı yıl tatili, biraz da çocukların gönlünü hoş tutma, birlikte zaman geçirme, dinlenme, eğlenme zamanı. Planlar yapılıyor, kıyafetlerin, ayakkabıların, aksesuarların yanı sıra hevesler, meraklar da konuyor o valizlere... Yüzler gülsün diye, anılar kalsın diye çıkılan tatilden geriye koca bir yas kaldı şimdi. Bolu Kartalkaya'da çıkan yangın hepimizi derinden sarstı. Yangından canını kurtaranların ifadeleri, sosyal medyada paylaşılan taziye mesajları, çocukların fotoğrafları... Hepimiz üzgünüz, hepimiz öfkeliyiz. Yaşadığımız onlarca afetten hiçbirinin milad sayılmadığının, gereğinin yapılmadığını bilmenin verdiği duygular yumağı içinde savrulup duruyoruz. Keder, kanıksama, utanç, öfke, çaresizlik... Ne çok duygu var üzerimize çöken.
Bu satırları kızımla çıktığım Bansko'da, bir otel odasında yazıyorum. Bir ay önceden ayarladım tatili. Moral olsun, dinlenelim, şu Çanakkale'ye yağamayan karı görelim, kayakta gönlümüz yok ama kartopu oynar manzaranın tadını çıkartırız, sıcak su havuzuna gireriz düşünceleriyle planladım. Gün gün saydım. Hevesim, heyecanım, merakım gönlümde. Tıpkı o aileler gibi. Tam yola çıkacağımız gün aldık yangın haberini. Ölümün ne zaman, nereden geleceğini bilmiyoruz elbette. Yaşlanarak uykumuzda mis gibi bir ölüm hayal ediyoruz. Genç ölümlerde içimiz cız ediyor, evlerden ırak diyoruz. Bir ailenin tüm fertlerinin musalla taşında yan yana yatmasının kederi çok fazla. Yakınını kaybeden herkese baş sağlığı, dayanma gücü diliyorum. Umarım sorumluların ceza aldığını görürler. Bu bile bir umut artık bizim ülkede. Yazık çok yazık.
Bansko sevimli bir yer. Kendine has bir mimarisi var. Dik çatılar, ahşap dikmeler ve balkonlar, az katlı binalar, kar kaplı zirveler, masmavi gökyüzü... Çanakkale'ye kıyasla mis gibi bir hava. Yürüyorsun ve üşümüyorsun. Daha ne olsun. Gerçek sıcaklık ve hissedilen sıcaklık konusunda Çanakkale'nin eline kimse su dökemez. Orada kamburunu çıkaran ben, on binlerce adım attım hiç şikayet etmeden.
Bugün dağa çıktık. Yukarıda hiç otel olmaması dikkatimi çekti. Yukarıya çıkmanın iki yolu var: kara yolu ve teleferik. Bulgarlar teleferiğe gondola diyor. Tuhaf doğrusu. Sıra konusunda gözümüzü korkuttu rehber ve de Google. Otelin önünden minibüse bindik. Nefis manzara ve Bulgar ezgileri eşliğinde döne döne kayak merkezine vardık. Şoför komşu haydi diye ritim tutmaya, gerdan kırmaya davet etse de biz sakın sakin oturduk. Yukarıya doğru çıkan bir kayan bandın üzerinde yukarı çıktık. Basit ve çok kısa bir pistten aşağı yürüdük. Kartopu oynadık. Sıcak şarap içtik. Ormanda yürüyüş yaptık. Bir şeyler yedik içtik. Ve tekrar otele döndük. İşe mola vermek, birlikte zaman geçirmek, saçma sapan gülmek iyi geliyor ailelere. Günlük hayhuy içinde birbirinden esirgediğin özeni, ilgiyi gösteriyorsun. Anılar biriktiriyorsun. Çocuklar hızlı büyüyor. Gün gelecek yılda birkaç haftayla sınırlı kalacak belki de görüşmeler. Fırsat varken tadını çıkartmak gerek. Ah konu geliyor, yangına, bizim ülkeye mahsus saçma sapan ölümlere dayanıyor. Biz nohut oda bakla sofa büyüklükte muayenehanelerimizin ruhsatı için itfaiyeden onay alıyor, tahliye planı asıyoruz. Her sene yangın tüpünü değiştiriyor, işyeri güvenlik uzmanlarına ödemeler yapıyoruz. Bunları yerine getiren iki diş hekimi, tıpkı benim şu an yaptığım gibi çocuklarıylaniyi zaman geçirmek için tatile gitti ve iki evladıyla beraber orada yanarak öldü. Bazen düşünüyorum da bu ülkede yaptığı işin arkasında duran, hatasını telafi eden yegane meslek grubu doktorlar galiba. Yayın yasakları yerine sorumluluğunu yerine getirmeyen, daha fazla kâr için insan hayatını hiçe sayan kim varsa yaptıklarının ve yapmadıklarının bedelini ödesin. Biz de dünya gözüyle görelim.
Tuğba Gürbüz's Blog
- Tuğba Gürbüz's profile
- 1 follower

