Tuğba Gürbüz's Blog, page 6
April 27, 2025
Boykotlu pazar
Bugün ayın 27'si. Geçen ay her gün yazmanın ardından kendimi nadasa bırakmış gibiyim. Bu ara pek hevesim yok. Hemen hemen hiçbir şeye. Bıraksalar, gönlümün istediği saatte uyansam, otursam kalksam, yavaşlasam, öyle bir hâller. Hoş kendi hâlime bırakılsam, sabah güneşini üzerime gene çok yükseltmem. Geç de yatsam, uykum da bölünse, sabahları çok geç saatlere kadar uyumuyorum. Çocukluğumdan beri böyle, bu. Sabah saatlerinde pek çok işi halletmeyi de seviyorum dahası. Belki bu huy, ileride emeklilik yıllarımda işime yarar çünkü pek çok insanın geç yatacağım, öğlene kadar uyuyacağım, günüm geceme karışacak, ne yapacağım kaygılarıyla emeklilikten ürktüğünü biliyorum.
Emeklilikle başa çıkmak kolay değil, elbette. Türkiye'de geçim gibi kocaman bir mesele var. Çocuklar büyümeden, üniversiteyi bitirip iş bulmadan emekli olmak öyle her yiğidin harcı değil. Hane gelirinin bir anda azalmasını dengeleyecek yan gelirlerin teminini önceden planlamak gerekiyor. Yabancıların pasive income dediği mevzu. Üniversiteye başladığım zaman, bir sınıf arkadaşım yalnız yaşayan emekli bir kadının evinde pansiyoner olarak kalıyordu. Bir akşam onu ziyarete gitmiştim. Evin içinin eski mobilyalarla döşeli olduğunu, banyo ve mutfağın hayli yıpranmış, arkadaşımın konaklama koşullarından mutsuz olduğunu hatırlıyorum. Yemeklerin içinden saç telleri çıktığı için yemek yemediğini, hemen her gün açma, poğaça ile beslendiği de hatırımda. Her ev sahibi Mary değil nihayetinde. Hangi Mary dediğinizi duyar gibiyim.
Mary, adına kitap ithaf edilmiş, İrlandalı feminist, aktivist Mary. Meltem Gürle'nin İrlanda Defteri elimde şu sıra. Yavaş yavaş okuyorum. İçinden kitapların, yazarların, İrlanda'nın sosyal, kültürel ve siyasi tarihinin geçtiği, Mary'nin bir roman kahramanı gibi paragrafların içinden yükseldiği, ışıldadığı nefis denemeler. Okumaya, yazmaya özendiriyor insanı.
Meltem Gürle'nin tarzına bayılıyorum. Hayata yazar gözüyle bakmasına, yaşam ve hikayelerin bağını incelikli bir yerden tutarak okura sunmasına hayranlık duyuyorum. Trinity College sonrası Almanya'da çalışıyormuş şimdi. Kim bilir belki ileride arka planda Alman edebiyatı ve Alman kültürünün aktığı yeni denemelerde çıkar karşımıza.
İrlanda Defteri'ni yavaş yavaş okuyorum. Bugün dışarı çıkarken çantama attım. Kancalı iğne ve bir yumak iple beraber. Kitap okumaya da, makrome bileklik örmeye de zaman ayırmadım dışarıdayken. Dünden sözleştik kızımla. Sabah erken yollara revan olalım ve bahara koşalım diye. Boykot dedi. Para harcamadan günü dışarıda geçirmek mümkün değilmiş gibi.
Sabah o uyurken kahvaltılıkları hazırladım. Paketledim. Peynirli gözleme bile yaptım. Termosa sıcak suyu koydum. Sallama çay, kahve... Her şey hazır olunca kızıma seslendim. Karnı acıkınca ilk molayı Güzelyalı'da deniz kenarında verdik. Piknikçiler çoğalmadan, mangala etler atılmadan kahvaltımızı yaptık. Çayımızı içtik. Truva antik kentine gittik. Otoparka ücret ödememek için arabayı köyün merkezinde bırakıp yürüdük. Mobil müze kartımla ücretsiz içeri girdim. 18 yaş altı zaten ücretsiz.
Doğu kapısından girdik içeriye. Yıllar içinde pek de değişiklik göstermeyen kazı alanını dolaştık. Bir incir ağacının altında soluklandık.
Schliemann yarmasında iken onun bir arkeolog mu, define avcısı mı olduğuna dair konuştuk. Sincap görme umuduyla etrafa bakındık. Ören yerinden çıkınca görebildik ancak.
Yeniden arabaya bindik. Achileus'un mezarına gitmek üzere yola koyulduk. Yanlış yola saptık, rotayı yeniden mezara, Yeniköy plaja doğru yönelttik. Yeniköy plaja ve Bozcaada'ya tepeden bakan seyir terasında durduk. Kamp sandalyelerimizi, sehpamızı açtık. Menüde kuruyemiş, meyve, kahve vardı bu defa. Atıştırdık. Tarihi kahramanları konuştuk ve gelinciklerle kaplı tarlalara doğru yürüdük.
Bir kaplumbağa ile karşılaştık. O rotada sinek kuşu da çıkar belki karşımıza diye ummuştum. Ve fakat yoktu. Köylerin, tarlaların arasından eve döndük. Ben şarkılara eşlik ettim, kızım örgü ördü, yol boyu. Dörde doğru girdik eve. Keyifli ama yorgun... Banyo, ardından pratik bir öğle yemeği (şehriye çorbası, mevsim salata, patatesli omlet). Kızım ders çalışıyor, ben bu satırları yazıyorum. Günün fotoğraflarını da ekleyince yazıya, İrlanda Defteri'yle buluşacağım. Sonra belki bir kahve daha içerim. Belli mi olur.
April 1, 2025
Mart Alfabesi
Ağzımızın tadı yokken ne anlatacağım geride kalan ayla ilgili. Toplumsal alana yurdun dört bir yanından destek bulan protestolar, hukuka aykırı tutuklamalar, gözaltılar damgasını vurdu, kişisel alana ameliyatım. İkisi de sancılı, ağrılı.
Bayram, bayram neşesiyle gelmedi pek çok eve. Tuttuk ucundan yine de. Annemle yemek yedik. Bayramlaştık. Ben Bilirim, izledik.
Can sıkıntısı. Bu ülkede yaşamanın özeti bu. Facebook anıları, hatırlatıyor arada, bilirsiniz. Pek çoğu ülkedeki haksızlıklarla, hukuksuzluklarla ilgili. Bu günlere dair hatırlatacağı bir şey yok, olmayacak. Yazmadım, paylaşmadım. Başım belaya girer korkusu değil. Vurdumduymazlık hiç değil. Sessizliğim yeni değil. Var bir üç, beş yılı. Tam olarak hatırlamıyorum. Nedenini de çok iyi hatırlamıyorum. Belki kutuplaşmadan yorulduğum, yıldığım için. Belki gerçek hayatta sokakta değilken, klavye kahramanlığını ayıp bulduğum için. Belki sosyal medya protestolarının bize sağladığı tatminden kaçmak için. Belki gerçek mağdurlar varken tarafımı gösterme çabasında ayıp, kusurlu bir yan bulduğum için. Kendimi ifade etme, üzülme, tüm bu olanlar karşısında yas tutma hakkımı kendi, kişisel alanımda yaşamak istediğim için.
Çay demleyeceğim bu yazı biter bitmez. Bayramın son gününde, ağzımıza layık kahvaltıda bize eşlik etsin diye.
Dayanışma sandığı kuruldu yurdun dört bir yanında. Parti üyesi olmayan bizler de sandık başındaydık, Ekrem Başkan'a destek için.
Ekrem İmamoğlu, bu ay içinde, diploması iptal edildi, yolsuzluk ve terör suçlamasıyla gözaltına alındı. Ve tutuklandı, yolsuzluk davasından.
Filiz Akın da vefat etti. Çocukluk, gençlik hatıraları gidiyor birer birer. Yeşilçam'ın en zarif kadınlarından biriydi. Geçmiş Bahar Mimozaları dizisinden anımsıyorum onu. Mehmet Günsur bir ergen oyuncu o günlerde. Biz de öyle. Beğeniyoruz, konuşuyoruz.
Gerim gerim geriliyoruz. Aklımıza mukayyet olmak şart.
Halk protestoları. Kendiliğinden gelişti. Ekrem İmamoğlu'nun gözaltına alınmasından sonra. İfade özgürlüğü için, medya sansürü için, otoriter rejime karşı çıkmak için, hukukun üstünlüğünü savunmak için, özgür ve adil seçimler için, seçilmiş siyasetçilerin, mesleğini yapan gazetecilerin serbest bırakılması için.
Ikınma! Ne çok duydum bu sözü doktorumdan. Ikınma. Bol su iç. Yazıya birkaç yudum su molası.
İncel Kültürü. Ergenlik (Adolescence) dizisiyle gündeme geldi. Alfa Males dizisinde de yer alıyordu. Oradaki değini çok daha eğlenceli ve komikti.
Japonya, Çin... Bayram için o taraflara giden bir tanıdığım var. Sosyal medyayı aktif kullanan, gezmeyi çok seven ve değişik yerlere giden. Bir tarafı eskisi gibi videolar, fotoğraflar paylaşmak istiyor belli. Bir yanı linçten korkuyor. Ülkem, güzel ülkem diyor.
Konca Kuriş, Müslüman, feminist yazar. İslam ve kadın haklarına ilişkin görüşleri nedeniyle akıl almaz işkencelerle öldürülen cesur kadın. Sessizce çıkan bir afla katili serbest, canım gençler içerideyken.
Leylek Yaren geldi yine, on dördüncü kez. Adem amca ile kavuşması gecikince yüreğimiz ağzımıza gelmedi desek yalan olur.
Mahir Polat. Kültürel mirasın korunması, müzecilik ve mimarlık tarihi alanında uzman bir isim. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi bölümü mezunu. İTÜ Mimarlık Tarihi Yüksek Lisans programına kaydolmuş. Yüksek lisansı YTÜ'nden, müzecilik üzerine. İstanbul'daki tarihi ve kültürel değerlerin korunması üzerine sayısız projede çalışmış, katkı sunmuş değerli biri. Ve biz onu tutukluluğuyla, geçirdiği anjiyodan sonra sağlık hizmeti alması gerekirken hapishaneye geri gönderildiği haberleriyle anıyoruz. Ne acı! Ve Maltepe mitingi. Ne güzel, ne umutlu şey, alanları dolduran milyonları görmek.
Nefes almak kolay değil bu şartlar altında. Ama bir yolunu bulmalı. Her zaman bulmalı. Benimki okumak (bunu sürdürmek daha güç) ve yazmak. Bir de dikkatimi nefesime vererek, sahiden fiziksel olarak nefes almak ve vermek. Ya seninki?
Ordu'da, köyde babamın mezarı. Ne zamandır gidemedim. Sanal Yazıevi'nden tanıdığım, Cem Şen eğitimleri eğitmenlik sürecini sürdüren Özlem Çetinkaya, şöyle yazmış İnstagram hesabında:
"Mezarlığa gitmeme gerek yok, ben zaten sevgimi, özlemimi sunuyorum olduğum yerden. Çokça duydum, çokça zikrettim bu sözü. Ama bu sabah başka bir şey oldu fark ettiğim: mezarlık sevdiğindeki toprağın toprağa, suyun suya, havanın havaya dönüştüğüne tanıklık eden yer ve çok kıymetli. O şahitlik düşünülerek idrak edilmiyor." Özlem haklı. Hem de çok.
Özgür Özel. Daha iyi konuşuyor artık meydanlarda. Topluyor, kapsıyor ve koşturuyor.
Pikaçu! Eylemcilerin arasında koşarkenki videosu ne çok insanı gülümsetti, yok yahu güldürdü, bildiğin.
Rahatlık, kolaylık, destek ihtiyaçlarımı sağlamakta zorlandığım bir ay oldu. Evde, yanımda kalınsın, iki öğün yemeğim hazırlansın, şefkatli bir ortam sağlansın diye hayal etmiştim. Bunları talep etmenin de bir zorluğu, kırılganlığı var. Mahrum kalmanın yarattığı konforsuz duygular, hayallerime kavuşamamanın yarattığı özlem de fiziksel acı kadar yaralayıcı.
Saraçhane. Doldu, doldu taştı.
Şeker ikram ettim, karşı komşumuzun oğluna, fıstıklı badem şekeri. Çok lezzetli dedi, kendinden memnun. Çocukların memnuniyetlerini, memnuniyetsizliklerini doğrudan dile getirmesi yüzümüzü güldürüyor. Yalansız dolansız. Pat diye, dürüstçe.
Temmuz, bir güzel çocuk. Bilgisayar mühendisi olacak. İsmi "bir oğlum olacak adı temmuz uykusuz korkusuz beter mi beter ben beynimi satarak yaşıyorum o benden proleter bir oğlum olacak adı temmuz karataşın göbeğinde aşk karataşın göbeğinde barış karataş çatladı çatlayacak bende bitmeyen kavga onda yeniden başlayacak bir oğlum olacak adı temmuz öfkede benden fırtına sevgide deniz" dizelerinden. Bir hekim arkadaşımızın oğlu. Demokratik haklarını kullanmak için gittiği protesto gösterilerinde önce gözaltına alındı. Sonra tutuklandı. Silivri'de şimdi. Babası gösterilerde kırılan gözlüğünü yaptırmış. Veremedi hâlâ.
Uzak yerlere gitmek istiyorum bazen. Kafa dinlemek. Gerçekten sadece yaşadığım o anla ilgilenmek. Anın tadını çıkarmak. Geçmişin ağırlığından, geleceğin belirsizliğinden kurtulmak, her ikisiyle de dost olmak ama en çok ana odaklanmak.
Üzüntü. Bu ay bize en çok kalan. Üzüntü ve muz kabuğu. Bu repliği hatırlayan var mı? Pepe'nin balonuyla nereye gitmek isterdiniz? Tam şu anda?
Volkan Konak. Kuzey'in oğlu. Sahnede fenalaşarak vefat etti. Sevenlerinin, ailesinin başı sağ olsun. Duruşuyla sevilen bir sanatçıydı. Giderken kalplerden uğurlanışı da bunu gösterdi.
Yumurtaları bir arkadaşımdan alıyorum, yıllardır, kendi küçük işletmesinde üretiyor, haftada üç gün dağıtıyor. Yerel üreticiden alışveriş yapmak, az tüketmek, gönüllü sadelik. Boykot öncesi de hayatımdaydı, kalmaya da devam edecek.
Zeytin, peynir, haşlanmış yumurta, esmek ekmekle yapılan kahvaltılar. Bu ay da başımın tacıydı. Eh vakti geldi. Gidip hazırlamalı.
March 31, 2025
Bir günlüğü: 31 Mart
Pilavdan dönmedim! Kaşığı kırmadım!
Stefan Zweig'ın Satranç adlı novellasını okudum. Tuhaftır, Zweig'ı hiç okumadım ben. İki, üç yıl önce Mürebbiye'yi sesli olarak dinledim yalnızca. Kabaca konusunu biliyordum elbette. ABD'ye gitmeden New York'un ya da Los Angeles'ın ikonik binalarını bilmek gibi bir şey, bu.
Zweig'ın hikayesini bilirsiniz. 1881 doğumlu yazar, Viyana'da varlıklı bir Yahudi ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Nazilerin iktidarda birinci yıllarında, artık tamamıyla totaliter rejime geçtiği zaman, henüz 53 yaşındayken şehrinden ayrılmak zorunda kaldı. Önce İngiltere'ye, ardından 1940'ta Brezilya'ya göç etti. Kıta Avrupası'nda yaşanan soykırım, acılar, zorunlu göçün yarattığı umutsuzluk nedeniyle 1942 yılında eşi Charlotte (Lotte) ile intihar etti. Satranç, yazarın ölümünden önce yayımlanan son kitabı. Psikolojiye ve Freud'un öğretisine duyduğu derin ilgi nedeniyle derinlikli karakterler yaratmasıyla tanınan yazar, bu kısa ama yoğun novellada insanın faşizm karşısında uğradığı ağır yıkımı, Dr. B karakteri üzerinden gösteriyor. Dr. B Viyana'nın ileri gelen ailelerinden bir avukat. Naziler iktidara gelince iş bağlantıları nedeniyle gözaltına alınır. Aylar süren tecrit, tutukluluk süresinde sayısız kez sorgulanır. Neyle suçlandığını bilmeyen B. açık vermemek, psikolojik şiddete karşı direnmek için elinden geleni yapsa da, giderek zorlanmaktadır. Bir gün sorgu öncesi bekleme odasında bir askerin montunun cebinde gördüğü kitabı çalması onun için bir dönüm noktası olur. Şampiyonalarda oynanan satranç maçlarının hamlelerinden ibaret kitapçıkla zihnini meşgul tutmaya, psikolojik olarak direnmeye başlar. Ancak zihninde gerçekleşen yüzlerce maçtan sonra kendi kendine oynamaya başlar. Giderek sinirleri yıpranır. Akut bir sinir krizinden sonra hastaneye yatırılır. Doktor raporuyla serbest kalır. On dört gün içinde vatanı terk eder. Zihninde yarılmaya yol açan satrançla tekrar hemhal olmaz. Ta ki bir gemi yolculuğuna kadar.
Amerika'dan Arjantin'e doğru yol alan gemide bir satranç şampiyonu vardır. Macar bir köylü olan Czentoviç, akademik olarak son derece başarısız olmasına karşın yanında büyüdüğü papazın satranç oyunlarını izleyerek kendiliğinden öğrenir. Giderek dikkat çeker, yıldızı parlar ve uluslararası arenada oynamaya başlar. Gemide onu tanıyan bir grup yolcuyla ücret karşılığında oynar. Giderek artan seyirciler arasına dahil olan Dr. B satranç tahtasına çekilir. Karşısındaki oyunun, kitapçıkta yer alan bir maça çok benzediğini fark edince, kendini tutamaz ve oyuna dahil olur ve oyunun gidişatını değiştirir. Ertesi gün için şampiyon onunla maç yapmak için saat verir ve gider. Dr. B çekimserdir. Anlatının ilk yarısında gemi yolculuğunda gerçekleşen satranç maçı anlatır. Sonra anlatıcı kahraman, Dr. B ile uzun bir sohbette onun hikayesini öğrenir. Ertesi gün iki oyuncu karşı karşıya gelir. Dr. B için Nazilerin uyguladığı psikolojik şiddeti anımsatan oyun giderek yoğunlaşan bir içsel çatışmaya döner. Dr. B, artık kurtuluşun değil, çöküşün sembolü olan oyunu yarım bırakır. Neden bıraktığını biz biliriz, anlatıcı bilir ama entelektüel açıdan çok zayıf, satrancı mekanik olarak beceren şampiyon bilmez, bilemez.
March 30, 2025
Bir günlüğü: 30 Mart
Sabah uyandım. Baktım ekmek yok. Eve en yakın markete gittim. Şansıma açık. Ekmek ve biraz kahvaltılık satın aldım. Aldıklarımın küçük boy olmasına dikkat ettim. Çok yük etmeden eve geri geldim. Kapıyı açarken karşı komşularımla karşılaştım. 3-4 yaşlarındaki oğlan, Sani'yi görünce heyecanlandı. "Anne onlarda da bir şey var," dedi. Bir şey dediği evcil hayvan. Çünkü onların da bir köpeği var. Sonra çok büyük, dedi, büyümüş dedi. Hatırladı muhtemelen. Fıstıklı badem şekeri ikram ettim. Afiyetle yedi. İlk bayramlaşmamı da onlarla yapmış oldum.
Bugün pek iyi hissetmiyorum. Öldürmeyen ve dahi süründürmeyen ama varlığını hep hissettiren bir ağrı saplı. İçeride kim bilir neresi nereye dikili ve gerili. Normal biliyorum ama katlanamıyorum. Hava soğuk ve kapalı, ara ara da yağışlı. Çift çorap ancak kesti ayaklarımın üşümesini. Ki bir tanesi hayli kalın. Tek başına yetmeli normal koşullarda. Kahvaltının ardından uzandım. Telefonda reels videoları izleyerek zaman öldürdüm. Sonra epeyce süredir izlemediğim Muhteşem Yüzyıl'a döndüm. Nerede kaldığımı buldum ve bir bölüm daha izledim. Baktım yağmur şakır şakır yağıyor. Kızım da bayram ziyareti için anneannesinde, gidip onu aldım. Evde bir şeyler izleyelim, istedik. Netflix'i tavaf ettik. İlgimizi gerçekten çeken bir şey bulmakta zorlandık. Onca bolluğa karşın. Detektiflik hikâyeleri, İkinci Dünya Savaşı dönemi filmleri ortak ilgi alanımız. Oralara bakındık. Britanya yapımı mini diziler etiketine gittik, Netflix'in arama sayfası hiç de iyi değil bence. Neyse oradan benim daha önce izlediğim "İyi Bir Kızın Cinayet Rehberi" dizisine ulaştık. İkinci kez izlemeyi dert etmeyeceğim için açtık. İlk bölümü izledik. Ardından yemek molası verdik. Buzdolabı tamtakır kuru bakır olduğu için buzluktan mantı çıkardık. Kızım mantı haşlarken ben de domates, salatalık, kapya, kuru soğan ve konserve mısırla salata yaptım. Kalan yoğurt ve salça sos yapmaya yetti de arttı. Böylece geç öğle, erken akşam yemeği işi halloldu. Ardından bir bölüm daha izledik. Peşinden çay, meyve servisi. Kızım ödevlerini yaparken ben de yeni bir sekme açarak bloğa yazmaya koyuldum. Dik oturmak ne olası ne de konforlu. Kucağıma yasladım laptopu, altında bir kırlent destek olmakta. Laptopun alt kenarı ameliyat sahamın uzağında yazıyorum. Söylenmemeye, inlememeye çalışıyorum.
Akşamı ettik. Bayramın ilk günü bitti sayılır. Biraz moralim bozuk. Bugün pazar neredeyse iki hafta bitti sayılır. Çarşamba gününe verdiğim randevular var. Bu künt ağrıyla ne yapacağım, hiç bilmiyorum. Çalışabilecek miyim, biraz daha mı dinleneceğim, bunu çarşamba günü göreceğim. Limit bedenim. O ne diyorsa, o! En son ayın 16'sında evi süpürdük. Sonra birkaç kere kızım görünen toz öbeklerini çekti süpürgeye. Kirli çamaşırlarımızı ve bulaşıklarımızı yıkamak dışında temizlik namına yaptığım tek şey, tuvaleti ve lavaboyu fırçalamak oldu. Bayram bitince temizlik için birini bulmak şart.
Bunca sıkıntının arasında gerçekten içinde kaybolabileceğim, sürükleyici bir kitap bulmak iyi olurdu. Raflara bakıyorum, bakışıyoruz, alıyorum. Biraz okuyorum, başucumda üç, beş, on sayfa okunmuş kitaplardan oluşan bir kule yükseliyor. Geri çalışma odasına taşıyorum. Elde var sıfır. Kendime ince bir kitap seçecek, okuyup bitirecek ve yarın ayın son günlüğünde hakkında birkaç kelam edeceğim. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın!
March 29, 2025
Bir günlüğü: 29 Mart
Ramazan da bitti. Bu akşam son kez iftar yapıldı. Yarın bayrama uyanacağız. Arife günü olmasının verdiği bir hareketlilik, canlılık vardı sokaklarda. Ama asıl coşkulu kalabalık Maltepe'deydi. Bu ülkede yaşamak tüm güçlü, tezat durumları aynı anda yaşamak, aynı yüreğe sıkıştırmak gibi bir şey. En basit tabirle rahatsız edici. Hep uçlardayız, dengesizdengesiz. Üzüntü, umut hep iç içe. Bir bakıyoruz hukuksuzluk diz boyu. Siyasetçiler, gazeteciler, gençler içeri alınıyor, kötü muameleye maruz kalıyor. Ne vicdanımız alıyor yaşananları ne yüreğimiz kaldırıyor. Bir bakıyoruz iki milyon insan sokakta. Çok yürek olduğumuzu görmenin umuduyla içimiz ferahlıyor. Ferahlığımız, umudumuz katlana katlana artsın. Adaletsiz tutuklamalar son bulsun, sevenler kavuşsun. Bayramdan başka da bir muradımız yok.
Ben bu satırları yazarken youtube'ta bir astrolog konuşuyor. 2025 Haziran'ından itibaren bizi, bizi derken Türkiye'yi güzelliklerin beklediğini muştuluyor. Umut, mutluluk, bereket, para bizimle olacakmış. Dilerim, haklı çıkar. İyiliğe, güzelliğe, bolluğa hasretiz. İşte o zaman hayat gerçekten de bayram olacak.
Gelelim eli kulağında bayrama. Bayramların yaz aylarına denk geldiği yıllarda bayram, deniz tatili yapmaya vesile oluyordu. Bu yıl bu adeti bozuyoruz. Bu bayram, nekahat dönemi zaten. Evde dinlenmeye devam!
Yarın sabah anneme kahvaltıya gideceğiz. Peşinden bayram çikolatası, kahvesi. Oturmaca. Evlere dağılmaca. Üç gün boyunca, ye, iç, yat, uyu ile geçecek. Hazır fırsat varken zamanı evi düzenlemek, ihtiyacım olmayan kıyafetten, kitaba, ev eşyalarına kadar fazlalıkları ayıklamak şahane olurdu. Koli koli eşya çıkacağına eminim. Yılda bir yapmak lazım bu temizlikleri. Ağır kaldırma yasağı, beni bu türden bir ayıklama işine girişmekten alıkoyuyor ama ilk fırsatta yapacağım! Sözüm söz.
Hazır her gün yazmaya başlamışken, nisan ayını da yazarak, her gün bir yazı alıştırması yaparak mı geçirsem acaba? Blogta değil ama, kağıt kalemle buluşarak, bir deftere her gün yazarak. Belki bu ısınmadan sonra, fiziksel olarak deftere yazmak belki yeni, yepyeni öykü fikirleri bulmama, üzerine çalışabileceğim ilk taslakların doğmasına yol açar. Hiç aklımda yokken kendime bir davet sundum. İcabet etmek uygun düşer. Hadi hayırlısı!
March 28, 2025
Bir günlüğü: 28 Mart
Pek çok blogger için bir aylık döngü tamamlandı. Bugün "Bir Günlükleri" bitiyor. 28 Şubat'ta başlayıp 28 Mart'a uzanan koca bir yazma serüveni. Ben ipin ucunu 1 Mart'ta tuttuğum için ay sonuna kadar yazacağım. Ne kaldı şunun şurasında.
Bu sabah kontrole gittim. Kendi arabamı kullanarak. Dışarıdan dikişler alındı. Yara yerlerinde sıkıntı yoktu zaten. Ultrasonda da her şeyin yolunda olduğu müjdesini aldım. Çıkışta iki arkadaşımı aradım. Biriyle Kepez sahilde buluştuk. Tost ve çayla kahvaltı yaptık. Diğeriyle merkezde buluşup yeni açılan bir kafede kahve içtik.
O yerde eskiden bir kuaför vardı. Sahibi medikal ayak bakımı da yapan tatlı bir kadındı. Pek çok kuaförün aksine tek çalışıyordu. Salonun adı Tayeçe idi. İlk kez duyduğum kelimenin anlamının soylu kadın olduğunu da ondan öğrenmiştim. Salonda asılı açık öğretim sosyoloji diploması, kelime seçiminin nedenini açıklıyordu. Topuklarımın epeyce çatladığı bir dönemde iki seans gitmiştim. Memnun kalınca anneme de önermiştim. Bir gün orada bir köy öğretmeniyle de tanışmıştık. Okul için kitap bağışı yapmaktan bahsetmiş, iş yerimden alabileceğini söylemiştim. Kitap ayırmak dert değil çünkü. Asıl ulaştırmak mesele. Bir daha yolum düşmedi oraya. Kitaplar da artık başka okula. Günün birinde. Geçenlerde tadilatı görünce fark ettim salonun kapandığını. Salonu başka yere mi taşıdı, temelli kapatıp emekli mi oldu bilmiyorum. Yüksek giriş dairenin önündeki küçük veranda, yanı, balkon altları, önündeki küçük alan, içerisi, dışarısı her bilime masa sığdırmışlar. Merkezi de yer. Yakında iğne atsan yere düşmez hâle gelir. Bir sade kahve içip kalktım. Evde dinlendim. Yemek yedim ve işe gittim. Ufak tefek işler gördüm. Eve geldim. Sani'şimle hasret giderdik. Ergenin aksine o ilgiyi seviyor. Ben muhabbetle konuştum. O bacaklarıma süründü. Buzdolabından yoğurdu kaptı. Kendime basit, hızlı bir yemek de hazırladım. Sıkı durun. Tarif geliyor. Noodle haşlandı. Mısırlı ton balıklı karışımla harman edildi. Bir çatal ve kaşık marifetiyle yendi.
Netflix açtım ama ilgimi çekecek bir şey bulamadım. Bugün sosyal medyada halimden haber verdiğim ileriye gelen yorumları, mesajları yanıtlıyorum yavaş yavaş. Cevapsız aramalara dönüyorum. Bir yandan da bu satırları yazıyorum.
Sani gezdi, geldi. Ayak ucumda kıvrılmış uyuyor. Şimdi bacağımı uzatınca bir patisini attı üzerime. Sarmaş dolaş saadet içerisindeyiz anlayacağınız.
Ne diyelim o zaman. Sarıp sarmalayanınız bol olsun.
Bir günlükleri: 28 Mart
Pek çok blogger için bir aylık döngü tamamlandı. Bugün "Bir Günlükleri" bitiyor. 28 Şubat'ta başlayıp 28 Mart'a uzanan koca bir yazma serüveni. Ben ipin ucunu 1 Mart'ta tuttuğum için ay sonuna kadar yazacağım. Ne kaldı şunun şurasında.
Bu sabah kontrole gittim. Kendi arabamı kullanarak. Dışarıdan dikişler alındı. Yara yerlerinde sıkıntı yoktu zaten. Ultrasonda da her şeyin yolunda olduğu müjdesini aldım. Çıkışta iki arkadaşımı aradım. Biriyle Kepez sahilde buluştuk. Tost ve çayla kahvaltı yaptık. Diğeriyle merkezde buluşup yeni açılan bir kafede kahve içtik.
O yerde eskiden bir kuaför vardı. Sahibi medikal ayak bakımı da yapan tatlı bir kadındı. Pek çok kuaförün aksine tek çalışıyordu. Salonun adı Tayeçe idi. İlk kez duyduğum kelimenin anlamının soylu kadın olduğunu da ondan öğrenmiştim. Salonda asılı açık öğretim sosyoloji diploması, kelime seçiminin nedenini açıklıyordu. Topuklarımın epeyce çatladığı bir dönemde iki seans gitmiştim. Memnun kalınca anneme de önermiştim. Bir gün orada bir köy öğretmeniyle de tanışmıştık. Okul için kitap bağışı yapmaktan bahsetmiş, iş yerimden alabileceğini söylemiştim. Kitap ayırmak dert değil çünkü. Asıl ulaştırmak mesele. Bir daha yolum düşmedi oraya. Kitaplar da artık başka okula. Günün birinde. Geçenlerde tadilatı görünce fark ettim salonun kapandığını. Salonu başka yere mi taşıdı, temelli kapatıp emekli mi oldu bilmiyorum. Yüksek giriş dairenin önündeki küçük veranda, yanı, balkon altları, önündeki küçük alan, içerisi, dışarısı her bilime masa sığdırmışlar. Merkezi de yer. Yakında iğne atsan yere düşmez hâle gelir. Bir sade kahve içip kalktım. Evde dinlendim. Yemek yedim ve işe gittim. Ufak tefek işler gördüm. Eve geldim. Sani'şimle hasret giderdik. Ergenin aksine o ilgiyi seviyor. Ben muhabbetle konuştum. O bacaklarıma süründü. Buzdolabından yoğurdu kaptı. Kendime basit, hızlı bir yemek de hazırladım. Sıkı durun. Tarif geliyor. Noodle haşlandı. Mısırlı ton balıklı karışımla harman edildi. Bir çatal ve kaşık marifetiyle yendi.
Netflix açtım ama ilgimi çekecek bir şey bulamadım. Bugün sosyal medyada halimden haber verdiğim ileriye gelen yorumları, mesajları yanıtlıyorum yavaş yavaş. Cevapsız aramalara dönüyorum. Bir yandan da bu satırları yazıyorum.
Sani gezdi, geldi. Ayak ucumda kıvrılmış uyuyor. Şimdi bacağımı uzatınca bir patisini attı üzerime. Sarmaş dolaş saadet içerisindeyiz anlayacağınız.
Ne diyelim o zaman. Sarıp sarmalayanınız bol olsun.
March 27, 2025
Bir günlüğü: 27 Mart
Günlerdir bacaklarımın ağrısından şikayet edince bugün varis çorabı giymeye karar verdim. Bacakları sarkıtıp güne başlamadan giydim sıkıcasarankandolaşımınırahatlatanumuyorumkiağrımıazaltacak olan çorapları. Uyandığımı fark eden Sani başladı konuşmaya. Mır da mır. Günaydın dedim, bekle kalkıyorum dedim. Banyoda buluştuk. Baktım kuyruğun altında bir karartı. Et beni olacak hali yok. Poposunda kene, salına, sallana geziyor, mama istiyor. Obur şey.
Aldım elime preseli, tuttum kuyruğu, tam çekip alacağım, pırr. Kuş olsa daha hızlı kanat çırpıp uzaklaşamaz. Dört, beş başarısız denemenin ardından ıslak mama ve takabildiğim boyunluk sayesinde preselle çekip aldım. Sabah sabah macera!
Kahvaltı, ardından iş. İki küçük prova. Anneme geldim. Akşam üstü göreceğim iki hastaya kadar burada dinleniyorum. Yemek yedim. Bir çocuk öyküsü yazmaya başladım. Yaklaşık üç sayfalık bir ilk taslak var şimdi elimde. Gerisi yeniden yazmak, biçimlendirmek, ahenk sağlamak. Kaba temizlik, ince işçilik.
Gözlerim kapanıyor. Bir şekerleme istiyor bedenim. Ya onu dinleyeceğim. On, on beş dakika onu rahatlatacağım. Ya da kalkıp bir kahve içip uyaracağım. Makul olan bedene kulak vermek. Gün içinde dinleme fırsatı varken.
Kısa bir merhaba, bana ufak bir mola.
Yarın görüşmek üzere.
March 25, 2025
Bir günlüğü: 26 Mart
Ayın sonu yaklaşıyor. Bu ay, en çok bu günlükler elimden tuttu. Ameliyat korkumu yatıştırdı. Sonrasında sıkıntımı an be an paylaşabileceğim bir alan sağladı. Gelen yorumlar destek oldu, güç verdi. Ve ilk kez ayda 8 yazı sınırının dışına çıktım. Pek hoşuma gitti bu keyfi genişleme. Her gün azar azar yazma, selamlaşma, diğer günlükçülerle paslasma... Keyifli, verimli şekilde girdim bahara.
Dün ilk kez muayenehaneye gittim. Ufak tefek işler yaptım. Muayene çoğunlukla. Araya üç, dört saat mola koydum. Anneme yürüdüm. Geceliğimi giydim. Yemek yedim. Uzattım ayaklarımı kucağına. Bir de üstüne masaj yaptırdım. Oh mis! Yaşın kaç olursa olsun, annenin yanında çocuksun işte.
Akşam arkadaşım beni muayenehaneden aldı. Birlikte eve gittik. Beni baş köşeye oturttu. Kızımla beraber bulaşık makinesini boşalttılar, yemeği ısıttılar. Salata yaptılar. Sofra kurdular. "Televizyon mu, sohbet mi?" anketinden sohbet çıktı. Arka fonda müzik. Hem yemek yedik, hem sohbet ettik. Sofra kaldırıldı. Kirliler yerleştirildi. Ben bitki çayı içtim, onlar birer bardak filtre kahve.
Konu döndü dolaştı mezuniyete geldi. Kızım yirmili yaşlarımdan iki elbiseyi denedi. Boykot çağrısı üzerine ona da anlamlı geldi bu fikir. İlki, siyah, ince askılı, hafif yırtmaçlı zarif bir elbise. Üzerine ince siyah, ışıltılı şeritler işli. İşlemeler bel bölgesinde yoğunlaşıyor. Bağdat Caddesinde bir butikten almıştım. Bir nişanda giymek için. Kızıma da cuk oturdu. Çok da yakıştı. Diğeri üniversite mezuniyet balomdan kalma. Askılı, uzun siyah bir elbise. Sırtında çok hoş bir dekolte var. Açık sırta, üç sıra çapraz ip hareket veriyor. Bu elbise de yakıştı kızıma. Göğüs kısmı tam oturmadı, bol kaldı. Bir terzi eli değerse o da cuk diye oturacak. Kızımın defilesini sevgiyle izledik. Arkadaşım çok eski çünkü. Yeni mezun olduğum yıllarda bir erkek arkadaşım tanıştırmıştı. Biz ayrıldık ama arkadaşım ve eşiyle hiç kopmadık. İstanbul'dan sonra Çanakkale'de de beraberliğe devam. İyi günde, kötü günde. Doğumlar, hastalıklar, kutlamalar... İki güzel evladın büyümesi...
Benim çok büyük kalabalıklarım yoktur ama arkadaşlıklarım uzun sürelidir. Yenilerine de yer açarım elbette ama yirmi yıllık, otuz yıllık arkadaşım da vardır. Bu da güven, uyum, samimiyet, kolaylık gibi pek çok konforu da beraberinde getiriyor. Büyük rahatlık doğrusu. Birbirinde sevgin, özenin, zamanın birikiyor çünkü yıllar içinde.
Dün gece banyo yaptım. Ah bir de üzerine mışıl mışıl uyusaydım. Şahane olurdu valla. Yataktan yumuşacık, dinlenmiş çıkardım. Oysa tüm gece sırtımda odun taşımış gibiyim. Deliksiz bir uyku çekmeye, dinlenmiş uyanmaya özlemim var. Yatsam bir masörün önüne. Kokulu yağlar eşliğinde bedenimi yoğursa, gevşesem, içim geçse ve uyusam sonra.
Sabah sabah uykuya hasret satırlar, güne hazırlanmaktan ziyade yatağa çağırıyor insanı. Ama gözü açıldıktan sonra, yeniden uyuyanlardan değilim. En iyisi kalkıp çay demlemek.
March 24, 2025
Bir günlüğü: 25 Mart
Sabah Sani'nin sesleriyle başladı.
Şeker şey şırıl mırıl mırıldandı, miyavladı.
Telefonda terapötik talimatlarla gevşemeye çalışırken ben.
Uyanığım, uyanık, uyanmış, uzaklaştı sesler
Üstümde, üzerimde üff dedirten bir ağırlık ve gergin kaslar
Varis var veya huzursuz bacak
Yangı, yangın yara yerlerim hâlâ
Zayıfladıkça zararı, zevk almak kolaylaşıyor
Ansızın, aniden, ağırlaştı zaman
Bekle, bugün burada diyor
Canımda, ciğerimde cam kırıkları
Çile, çaba, çare dönüyor, dönüşüyor
Deniz dilimde değerli en değerli iki hece
Evde evladım en büyük yardımcımken
Fırtına, feryat figan sokaklar
Geri geldi Gezi ruhu
Heyecan, halay, hayret ile yapıştık ekranlara
Islak, ışıltılı, ırak sokaklar taşıyor umudu
İçeri, içeriye, içindeyken
Jale, Jankat, Jandarma
Kalkan, kılıf, koruma
Limon, Lacan, Lavanta
Milyonlar metroda, metro metro olalı görmedi böyle kalabalık
Nerede, nasıl, neden ve ne zaman?
Orada, oluyor, o zaman, bu zaman
Öpüyor, öksürüyor, ölüyor
Paraya, patriyarkaya, partilere karşı duranların karşında dev bir
Rende, rendeliyor, rendeliyor, tırpanlıyor
Sessizlikten sonra ses veriyor milyonlar yine de, yine de. Sen de katıl.
Şaşırma! Susma! Renklen! Pusma! Öpüş! Oturma! Neşelen! Meraklan! Lanetle! Kalk! Jetgibi! İlerle! Işılda! Heyecanlan! Gör! Fısılda! Ezme! Delirme! Çabala! Cesaretle! Bak! Anla!
Not: Bugünkü yazı da böyle çıktı. Bir çırpıda. Oyunsu bir yanı da var. S ile başladı alfabe, 3 kez yineledi aynı harf en az, her bir satır yeni bir harfle başladı. Başa dönünce geri sayım başladı.
"İçinde oyun olmayan hiçbir şey yapma."
Tuğba Gürbüz's Blog
- Tuğba Gürbüz's profile
- 1 follower

