Tuğba Gürbüz's Blog, page 5

June 2, 2025

İkide bir: 4


Geçen gün masaja gittim. Masaj öncesi saunaya girdim. Genç bir çift vardı. Kadın, erkeğe çalışmaya başladığı ilk yıllarda kredi kartı borç batağına girdiğini, kart limitini kendi geliri sanma yanılgısına düştüğünü anlatıyordu. Cironu kendi kazancın sanma yanılgısı da benzer bir çıkmaza sokabilir insanı. Hatta iflas dahi ettirebilir. Hayatı boyunca çok uzun saatler çalışmış, işini iyi yapmış ama iki kez iflas etmiş bir diş hekimi tanımıştım örneğin. Bunu nasıl başardığı üzerine çocuklarıyla zaman zaman konuşurduk. Kimsenin mantıklı bir açıklaması yoktu. Benim aklıma gelen, ciroyu net gelir sanma ve bu doğrultuda harcama yanılgısı. Sonrası tipik hikâye. Faizle boğuşmaca. Bugün genç bir kadın tanıdığımın da kredi kartlarıyla başının belada olduğunu öğrendim. Yakın zamanda kredi çektiğim için kredi çekme ihtimali aklına gelmiş. Bunun üzerine konu gündeme geldi ve ayrıntıları öğrendim. Bu konu gündeme gelince iki şey düşündüm. Birincisi finansal okuryazarlık eğitimi almanın ne kadar mühim olduğu. Kendi kızıma ne öğrettim bu konuda emin değilim. Bir harçlığı var. Ekstra ihtiyaçlarını karşılıyorum ama kendine ait birikim, haftalığıyla geçinme kısmını ne kadar becerdiği kısmını ele almadığımı fark ediyorum. Bu konuya eğilmeli. İkincisi bir bilene sorma, akıl alma kısmı. Genellikle başımıza bir şey geldiğinde, bir dert bizi bulduğunda arkadaşlarımızla paylaşıyoruz. Aile büyüklerine gitmeyi tercih etmiyoruz. Kızmalarından, dırdır etmelerinden çekiniyoruz. Çünkü ülkemizde güvenin, sevginin, sıcak, samimi, yakın iletişimin doğru kaynağı çoğunlukla aile değil. Onların deneyiminden faydalanmayınca, ister istemez akrana yöneliyorsun, yaşam tecrübesi senin kadar birinden medet umuyorsun. Gizliyorsun, saklıyorsun, ağırlığı altında duygusal yüklerinin eziliyorsun. Hepimizin tıkandığımız yerde bir mentora ihtiyacı var oysa. Aklıyla, deneyimiyle, rehberliğiyle, telkinleriyle yol gösterecek, önümüzdeki zorluğu küçük lokmalara ayıracak birinin varlığı ne kadar ferahlatıcı! Sen ne düşünüyorsun? Zorlukları nasıl deneyimliyor, nasıl aşıyorsun? Var mı kapısını çalabileceğin bir aile büyüğü? Ya da sonradan seçtiğin bir bilge kişi? Öyle ya, belki, ailede bu ilişkiyi kurabilecek denli şanslı değildik ama artık büyüdüğümüze göre edinilmiş ilişkilerden de seçebiliriz pekâla. 
 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on June 02, 2025 07:12

May 31, 2025

İkide bir: 3

 Ayın son, ikide bir günlüklerinin üçüncü yazısından herkese merhaba,

Blog yazılarında okura hitap ederek başlamanın kolaylaştırıcı bir yanı var. Yazarken birini muhatap tuttuğunda, ona seslendiğini duyurduğunda, yazının içine hop diye akıyor yazan kişi. Bir mektup yazar gibi dalıyor ve anlatmaya başlıyor. Bu sayede eğer yazı masasına geçerken belli bir niyeti yoksa yazının içeriğine dair, bir giriş oluşturuyor ve kelimeleri birbiri ardına sıralarken konusunu aramaya başlıyor. Tıpkı benim şu anda yaptığım gibi. 

Dün bir hastam geldi. Birkaç yıl önce tedavi ettiğim hastam, telefonda randevu alırken çocuklarının özel eğitim gördüğünden bahsetmiş. Böyle bir ayrıntının bir ehemmiyeti varmış gibi. Telefonla randevu alırken kendi rahat gelebileceğiniz aralığı belirtmek ve diyalog yoluyla uygun gün ve saati belirlemek hayli kolay. Hastanın gelemediği saatlerde neyle meşgul olduğu irdelediğimiz bir mevzu değil. Bununla beraber durumunu bildiğimizde gözettiğimiz de bir gerçek. Hastamın bu beyanını duyunca gevezelik etmiş diyerek geçiştirmedim elbette. Zihnimde takılı kaldı.  Eski bir tanıdığı hatırladım. Milan Kundera'dan alıntıladığı ve sıklıkla tekrar ettiği o sözü: 

"İktidar sizi nerenizden yaralıyorsa orası kimliğiniz olur."

Sosyal devletin olmadığı bir ülkede, yaşlı ve çocuk bakım hizmetlerinin anneler ve/ya ailedeki diğer kadınlar tarafından karşılandığı ya da annenin (yeterince yüksek bir maaş alabildiği durumlarda) başka kadınlardan hizmet satın alarak çözdüğü, her durumda kadın emeği üzerinden yükseldiği bir ülkede, bir annenin, telefonla randevu alırken çocuğunun özel durumundan bahsetmesini boş söz diyerek geçiştiremeyiz. İki sözden birinin oraya dair olmasını şaşırtıcı bulmayız. Bakım emeğini muhtemelen tek başına üstlenen, yorgun bir annenin kimliğidir, o, nihayetinde.  Yaralandığı yerden konuşan, duygusal yükünün paylaşmaya çalışan bir anneyle karşılaşmak, bu yüzleşme, kendi kimliklerim üzerine düşünmeme yol açtı.

Kendimi bu anlamda şanslı sayıyorum aslında. Bir kız çocuğu olarak eğitimle ilgili bir sorun yaşamadım. Bu doğal bir haktı. Mücadele etmedim. Giyim kuşam, davranışlarla ilgili de büyük sıkıntılar yaşamadım. Hoş bu ülkede kadınların hemen hepsinin deneyiminin bir yerinde sözlü taciz, fiziksel tacize yeltenmeye çalışmalar, flört tacizi gibi şeyler kıyısından köşesinden yaşanmıştır. Başıma gelmedi diyen ya bu konuda konuşmak istemiyordur ya da büyük resimde ayrıcalıklı bir yerde bulduğundan deneyimini silme, görmezden gelme eğilimindedir. Benim de durumum yaklaşık olarak böyle. Sosyo ekonomik olarak kendine yeten bir ailede büyüdüm. Okurken ekonomik zorluklar yaşamadım. Mesleğimi icra ederken kadın olmaya dayalı büyük zorluklarla sınanmadım. Din, mezhep, etnik köken, dil olarak baskın olan yerdeyim. Ten rengi, fiziksel görünüm, bedensel ve zihinsel olarak ayrıcalıklıyım. Bekar anne olmamı bir kenara koyarsak hayatımda hiçbir zorlanma, ayrımcılığa uğrayabileceğim yer yok. Bekar anneliğe geçişim de pek çok kadına göre kolay oldu. Boşanırken sıkıntı yaşamadım. Yoluma taş konmadı.  Ekonomik olarak zorlanmadım. Hayatımızda büyük değişiklikler olmadı. Kızımla beraber parasının son kuruşuna kadar  benim ödediğim evimizde, aynı düzende yaşamaya devam ettik. Babası makûl, enflasyon karşısında (henüz) kuşa dönmeyen (avukatım sağolsun) bir nafakayı düzenli olarak ödüyor. Bununla beraber ben planlarımı bu ücret yokmuş, gelmeyebilirmiş gibi yapıyorum. Bekar annelerin çoğunun böyle yaptığını da biliyorum. Özellikle küçük çocuğu olan annelerin çocukları hasta olup okula gidemediğinde, veya kendilerine zaman ayırmakta zorlandıklarını biliyorum. Çocuğu bırakacak yer olmadığı için bir önceki yazının konusu olan içsel göstergelerine bakamamak, kendine ait zaman ayıramamak, kendi iç kaynaklarını dolduramamak da sık rastlanan durumlar. Bir kahve molası, arkadaşla yan yana yürüyüş, sohbet, kahkaha, kısa tatiller ile kendi içsel kaynaklarını zenginleştirmek, çocuğunla ilişkinde sabrını, şefkatini, dinleme kapasiteni de arttırıyor esasında. Dolayısıyla aynı benzin almaya zamanım yok diyemediğimiz gibi ele almalıyız bekar annelik mevzusunu da. Ha bende durumlar nasıl? Çoğu zaman ev iş arasında geçiyor günler. Şehir dışına çıkmalar ya mesleki bir kurs gerekçesiyle ya da görev aldığım meslek örgütümün çalıştayları nedeniyle. Mesleki kurslar İstanbul'da olduğu için akşamları eski arkadaşlarımla buluşuyorum. Meslek örgütünün buluşmaları İstanbul, Ankara, Samsun, Gaziantep gibi farklı illerde oldu görev aldığım üç yıl içinde. Eylül ayında Diyarbakır'da bir toplantı olacak. Bu toplantılar oldukça yoğun geçiyor ancak farklı illerden arkadaşlarla birlikte aynı otelde kalmak, kahvaltı ve akşam yemeklerinde sohbet etmek besliyor beni. Bununla beraber bunları yıla paylaştırdığımda onbeş gün bile etmiyor. Sorunsuz boşanmanın bile kendi içinde zorlukları var yani. Mutsuz evliliklerin büyük kısmının sürmesi belki de bu yüzden. Evlilik de ayrılık da gül bahçesi vaat etmiyor insana. Ama kafanın rahat olması, içinin huzurla dolu olması ev içinde kendi küçük gül bahçelerini yaratmana da olanak sağlıyor. Kızım büyüdükçe arkadaşlarımla olan sohbetlere katılıyor, kahkahaların atıldığı, neşe dolu anlar çoğalıyor. İşte bunun için sevinebilirim. 

Siz nasılsınız? Hayatta ayrıcalıklı olduğunuz ve olmadığınız durumlar, kimliklere dair durumlarla ilişkiniz nasıl?  

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 31, 2025 02:26

May 28, 2025

İkide bir: 2

Yoğun ve yorucu bir gün beni bekliyor. Dün akşam da epey çalıştım üstelik. Bugün yeni evde temizlik olacağı için temizlik malzemelerinin bir bölümünü, elektrikli süpürgeyi, bir masa ve iki sandalyeyi bıraktık. Evi kiraya vermek için bir emlakçıyla konuştum. Evi fotojenik hâle getirmek lazım. İki büyük giysi ve ayakkabı torbası, ablama ait bir büyük torba kırlent ve iki adet çekyat kenarı sınır dışı edilecek. Nevresim, çarşaf, havlu dolu valiz de temizlikten sonra yeni yuvasına gidecek. Kalan öte beri dolaplardaki boşluklara tıkılacak. En zorlu parkur kızımın odası. Legolardan oluşma büyükçe Hogwarts okulu, sürüsüne bereket kar küresi, minnoş seramik pisicikler, Jumbo ganimetleri... Deli kızın çeyizi misali serildikleri yerden kaldırılacak. İki gün içinde. Sonra gelsin ferah feza fotoğraflar... 

İnşaat temizliği zor iş. Bir günde hallolur mu hiç emin değilim. Ben de yardım edeceğim. Getir götür işleri de çıkar muhakkak. El altında olmak lazım, dedim. Bugün işe gitmek yok. Umarım kolaylarız. Hafta sonuna kadar kabası, incesi bitsin ki, bayramda elden taşınacakları taşıyalım, yerleştirelim. Yardım tekliflerine çok açığım. Ameliyat sonrası ağır taşıma yasağı sürüyor çünkü. Dün bir firma temsilcisi yardım etti örneğin. Kızım sordu: Neden? Çünkü dedim, yardım teklif etti, benim de yardıma ihtiyacım var. Beş dakika sürdü eşyaları taşımamız. Sonra oturduk sohbet ettik. Hafta sonu başka kaynaklarımdan da destek rica edeceğim. İnsana insan gerek. 

Bugün iş çok. Sürekli hareket halinde olacağım. Akşama yattığım yeri bilemeyecek hâle gelmem çok muhtemel. O yüzden sabah işe güce dalmadan yazayım, İkide Bir yazımın ikincisini dedim. Kediyi besledim. Bahçeye çıkarmak için balkon penceresini açtım. Dün ay uç vermiş, yakında açacak dediğim kaktüsümün çiçeğiyle karşılaştım. Muayenehane önündekiler de "Ben de, ben de, " demekte. Sardunyalar da açtı. Morsalkımın çiçekleri bitti ama bize sağladığı yeşilden perde ve gölge yeter. 

Tüm çocukluğum Sümerbank Lojmanlarında geçti. Lise bitip İstanbul'da üniversiteye başlayana, kendi dairemize geçene kadar apartmanda otırmadım. Göz hizam hep bahçeye dönük oldu. Güller, papatyalar, ortancalar, hüsnüyusuflarla doluydu bahçe. Vazodan çiçek eksik olmazdı. Bahçeye düşkünlüğüm o zamanlardan kalma galiba. Balkonlarımda hep saksılarım oldu. Kızım küçükken çilek fideleri dahi diktim. Büyük bahçeli ev özlemim yok. İş tempom, yaşam yükü buna el vermiyor. Asansörle yukarı çıktığım, topraktan uzak, göğe yakın daireler hiç cazip değil. Alt katlarda olayım, ağaç, çiçek göreyim istiyorum hep. Neyse ki inşaat firmaları burun kıvrılan zemin katlarını bahçe kullanımlı forma çevirdi de, benim gibi çiçek, toprak sevdalıları üzerlerindeki sekiz, dokuz katı unutup müstakil yaşam sürme imkânına kavuştu. Yürüme yolunun çitine sarılı yaseminlerin kokusu, cıvıldayan kuşların sesi aradında işleneceğiz bugün. 

Ama önce giyinmek lazım. Ve de benzin almam. İbre sıfıra geldi dayandı. Benzin alma işini bu kadar savsaklamazdım eskiden. Ev, iş sürüşü arasında benzinci olurdu çünkü. On yıldır ev iş rotasında benzinci yok. Özellikle gitmem gerekiyor. Gitmeyi erteleyebiliyorum. O tarafa yolum düşünce alırım diyebiliyorum. Benzini son dakika almakla, zamanım yok yapamam düşünceleriyle ihtiyaç duyduğun molayı almamak arasında doğru orantı olabilir mi? Benzin almaya zamanım yok diyemiyoruz, ertelesek de alıyoruz. Çünkü yolda kalma riski var. O zaman bugünün tefekkürü benzin metaforu üzerine olsun. Arabaya binince benzin göstergenizle beraber içsel göstergenize de bakın. Depo ne vaziyette? Ben öyle yapacağım. Kalın sağlıcakla. 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 28, 2025 23:09

May 27, 2025

İkide bir: 1

Yılın en sevdiğim zamanları. Kıştan çıkmışız. Hava limonata gibi. Ne üşüyorsun ne sıcaktan bayılıyorsun. Tişört, sandalet sezonu başlamış. Sıcaktan, nemden uyuyamama, kara sinek, sivrisinek derdi yok. Gelincikler, papatyalar açmış. Kırlara çıkmaya dahi gerek yok. Bir avuç toprakta bile can vermiş rengârenk çiçkeler, morlar, kırmızılar, sarılar, pembeler... Renk cümbüşü... 

Baharda neşelenmeyen, yeni başlangıçlara niyet etmeyen ya da imrenmeyen var mıdır acaba? Hiç sanmam. O soğuk, uzun, karanlık kış günlerinden sonra aydınlığa kavuşmak ve kuru dalların canla dolup taştığını görmek en karamsar insanı bile gülümsetecek, eyleme geçirecek türden bir içsel motivasyon sağlıyor bence. Doğanın güzelliklerine gözümüz açık bence, her birimizin. Güneşin altında göbeğini açmış miskince yatan kediye, rızkını arayan martıya, narince salınan gelinciğe, gökyüzünü şahane renklere boyayan gün batımına duyarlıyız. Bir an olsun durmayı, görmeyi zevk almayı başarıyoruz. Eh devir sosyal medya devri, elimiz telefona uzanıyor ve kadraja almaya çalışıyoruz bu güzellikleri. Şartlar ne denli güç olursa olsun hem de. Victor Frankl, aklını kaybetmeden, sağlığını yitirmeden, üstelik de elinde Logoterapi gibi bir yöntemle çıktığı toplama kampı günlerini anlattığı İnsanın Anlam Arayışı kitabında ne güzel anlatır, daracık zamanlarda, alanlarda gözleriyle buluşan gökyüzünü, etrafı kuşatan doğayı. Zaman her şeyin ilacıdır, derler ya, ona inanıyorsak şayet, bu, bunca yıldır, doğanın döngüsüne şahit olduğumuzdan. 

Zaman bana da iyi geldi. Zor günler geride kaldı. (Bir sonraki zorluğa kadar elbette) Ameliyat olmak da keza öyle. Ağrı, sızı gibi bir şikayetim yoktu. Bununla beraber, iyi huylu da olsa, içimde taşıdığım kitle, bir nevi tıkanıklığa, durgunluğa yol açıyordu belki de. Malûm, hareketsizlik, durgunluk iyi bir şey değil. Durgunluktan kastım, duruluk, berraklık değil, durağanlık, çürümeyi, kokuşmayı, bozulmayı temsil eden bir şey. Vücudumdan bu tür bir durağanlığı atmak, belki de içimdeki kördüğümleri de açtı. Kararsızlığım son buldu. Eyleme geçebildim. Ev mevzusundan bahsediyorum, tam burada, bu anda. Bir ev alıp onlarca yıl oturmak diye bir şey ille de şart değil. Evler alınabilir, satılabilir, ihtiyaçlara hizmet etmediği yerde terk edilebilir ve yeniden kurulabilir. Önümde bir liste var. Temizlik, sineklik, kornij montajı, nakliye şirketiyle anlaşma vb. Yaptıkça tik atacağım ve ilerleyeceğim. Okullar kapanır kapanmaz da ver elini, yeni ev. 

Bu hayal olmasa, başıma sardığım zorlu iş çekilir çile değil. Şimdiye değin, bir miktar çocuk kitabı, kıyafet, oyuncak ayırdım ve verdim. İki büyük evrak çantası içlerini boşalttım. Miadı dolmuş kâğıtlar geri dönüşüm için ayrıldı. Kendi yatağımın bazası dışarı çıktı. Ne var ne yok elden geçti. Yeniden toplandı. İşe yaramayan şeylerle vedalaşıldı. Giysi dolabının yarısı boşaltıldı. Kalan kısmı üç hafta boyunca bana yeterli olacaktır. Ebeveyn yatak odasındaki giysi dolabı ve çalışma odası kitaplıkları kalacağı için onlara en son el atmaya karar verdim. En zorlu kısım kitapları taşımak olacak. Ayrı bir çalışma odası olmayacağı için salonda ya da yatak odasında kitaplık ve çalışma köşesi kurulacak. Bunun için de acele etmeyi düşünmüyorum. Eşyalar yerli yerine yerleşsin, hangi odayı nasıl kullanıyoruz görelim, kalan boşlukları itinayla değerlendiririz. Bir yerde, bir mimarın bahçe peyzajına, yürüme yollarına orada yaşam başladıktan sonra, son dokunuşları yaptığına dair bir şeyler dinlemiştim. Çok da mantıklı gelmişti. Orayı kullanan bireyler, yürüdükçe, kendiliğinden beliren yolakları, yürüme taşlarıyla bezemek, ya da ne bileyim rüzgâra, güneşe göre en şahane yerde konumlanan köşeleri, dinlenme, oturma alanlarına çevirmek... Bir önceki evimde, öteden beridir çalışma masamı pencere önüne koymayı hayal ettiğim için önce oraya yerleştirmiş, sonra odayı daha verimli kullanmak adına yine duvar önüne çekmiş, bu sayede 9 m2 odada bir duvarı  boylu boyunca kitaplıkla kaplamayı, iki çalışma masası, sandalyesi ve bir yatak sığdırmayı başarmıştım. Mekânları tanımak şart. İçinde yaşarken, kendiliğinden gerçekleşen bir tanış olma hâli bu. Annemin yıllarca oturduğu eve ilk taşındığımda, onun yerleştirdiği şekilde yerleştirmiştim evi. Zaman içinde, ya bu köşe daha ışıklı, denizi de görüyor, yemek masasını oraya mı alsak sorusuyla, kanepeyi pencere önünden çekmiş, masayı oraya almış ve içime sinen yerleşimi bulabilmiştim. O son hâl için üç versiyon denemiştim hatta. Bıkmadan, erinmeden, denemek gerek. Yaşamak sanatı diye bir şeyden bahsedeceksek, bunun formülü de böyle bir şey, belki de. Her an gözlem yapmak, ihtiyaçlarınla bağ kurmak, değişimi fark etmek ve yeniden şekillendirmek, bıkmadan, usanmadan, erinmeden üstelik. 

İkide bir günlüklerinin ilk yazısı burada bitiyor. Bıkmadan, usanmadan, erinmeden sonuna kadar okuyan herkese selam olsun! 

Bir de fotoğraf. Kaktüsümün çiçekleri açtı. Ne zaman açacak diye beklerken ben.  


 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 27, 2025 05:32

May 26, 2025

İkide bir: intro

Davet Mindmills'ten. Katılım bizden. 

Bir kez daha bir yeniaydan diğerine topluca yazma döngüsü. Bu defa iki günde bir. Astrolojiyle çok ilgili sayılmam. Doğrudan bu konuda aldığım bir eğitim yok. Alaylı sayılacak kadar yakın okumalar da yapmış değilim. Bununla beraber takip ettiğim kimi sosyal medya hesaplarından yeniay, dolunay, tutulma vb. astrolojik olaylardan haberdar oluyor, ileti hoşuma giderse sonuna kadar okuyorum. Davulun sesini uzaktan duymak misali bir şey, benimki.

İşte bu uzaktan kulağıma çalınan sesi, bu ayın ezgisini, ferahlık, bolluk, bereket olarak yorumladım. Tam da yeni bir eve taşınmak üzere toparlanmaya koyulmuşken bu yorumuma pek de sevindim. İki günde bir yazmanın zamanlamasını da uğurlu buldum. Taşınmak, bir değişim en nihayetinde. Her değişim bir ihtiyaçtan, bir memnuniyetsizlikten doğduğuna göre, yeni evimi, hayatımın bu yeni dönemini nelerle doldurmak istediğimi yazmak, lafı evirip çevirip bu niyetlere çekmek,  bir nevi çiftçilik yapma, iyi niyet tohumlarını ekme fırsatı da sunacak bana. Vira bismillah!

                                                                                

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 26, 2025 11:17

May 25, 2025

Seramik ev

Yapacak çok iş var. Gözümün korkması boşa değil. Abonelikleri açtırmakla işe koyuldum. Çocuk kitaplarına el attık. Çok radikal bir başlangıç yapamadım ancak bir miktar kitabı paylaşabildim. Çocuğu olan arkadaşlar, devlet okulu kütüphanesi şeklinde bir dağılım yaptım. Parça parça veriyorum. 

Eh hafta sonunu boş geçirmek olmaz. Eller çalışacak. Dün akşam eve girince cep telefonumu muayenehanede unuttuğumu fark ettim. Yemek yedim. Mutfağı topladım. Büyük bavulun içini nevresim, yastık kılıfı, kıyafetle doldurdum. Kalanları yıkaya yıkaya kullanırım. Yeterince iş yapıp yeterince yorulunca telefonumu almak üzere dışarı çıktım. Muayenehaneye ayak bastığım anda telefonum çaldı. Zamanlamanın böylesi. 

Arkadaşımla buluştuk. Kordonu baştan aşağı yürüdük. Yenilenen Donanma Çay Bahçesi'nde Türk kahvesi içtik. Tüm yolu geri yürüdük. Hayatımızdaki yenilikleri dinledik. Birbirimiz adına sevindik. 

Dönünce cumba yatak yapmadım. Kızımın kalan bebeklik oyuncaklarına ve kıyafetlerine baktım. Birer kutu hariç hepsini vermiştim. Kalanları eledim. Oyuncakların hepsini, kıyafetlerin pek çoğunu ayırdım. Ne nereye gidecek mesaisini de tamamladım. Çöpe atmak bana göre değil. Pırıl pırıl, gıcır gıcır eşyalar istiyorum ki, başka çocuklar tarafından kullanılsın. Taşınmaların duygusal emeği de kadınların omzunda galiba. 

Gece plağımı taktım. Meditasyonu açtım. Uykuya daldım. Plak gece diş sıkma sorununu çözdü. Ama gün içinde de sıkıyorum. Gündüz de taksam yeridir. 

Sabaha karşı bir şangırtıyla uyandım. Kapıyı açınca koştu benimki, dolandı bacaklarıma. Bir sevinç, bir muhabbet. Su verdim ve etrafı kolaçan ettim. Büfenin üzerinde duran çatısı, bacası, pencereleri ile tastamam seramik ev sizlere ömür. Dün de düşürmüş, yalnızca bacasını kırmıştı. Yarım bıraktığını tamamlamış. Kızsam ne fayda. Şaşırdım. İki gün üst üste mesai yapmış. Üç yıldır büfenin üzerinde sapasağlam duran, patilerin hedefi olmayan seramik eve kafayı takmış. Tam da bu yuvadan ayrılmak üzere toplanmaya başlamışken evin kırılması çok sembolik geldi bana. Kaza deyip geçemeyecek, elbette anlam yükleyeceğim. 

Eski ev yıkıldı, küllerinden inşa edilmeyecek. Yeni bir ev bekliyor bizi. Üstümüze çatı olacak. Geniş mutfağında çaylar demlenecek, umuyorum ki hayat şenlenecek, börekler, kekler pişecek, arkadaşlar gelip gidecek. Anılar birikecek. Bahçesine dikeceğimiz çiçekler büyüyecek. Kokularını salacak çitlere sarılı yaseminler. Soluyacağız, soluklanacağız, umuyorum ki iyikilerle doldurmayı başaracağız. 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 25, 2025 00:18

May 18, 2025

Nohut oda bakla sofa

Söz yaratır, derler dostlar! Buraya mevcut evime taşınırken umduklarımı ve bulamadıklarımı defalarca yazdım. Yazmakla yetinmedim. Anlattım. Karşılanan ve karşılanmayan ihtiyaçlarımı sohbet konusu ettim. Emlak sitelerinden çıkmadım. Evimin yakınlarını turladım. Beğendiğim sitelerin önünden defalarca geçtim. Sonunda aradığım evi buldum. Yetmeyecek, açık kalıyor, arabayı mı satsam, besi mi bozsam derken bankaların kapılarını aşındırdım. Çok içten dilemiş olmalıyım ki, satıcı ödeme planımı kabul etti. Ödeme tamamlanmadan tapu devrini yaptı. Kalan miktarın senedini satıştan dört gün  yapmaları da cabası. Bu devirde, insanın insana güvenebilmesi güzel şey. 

Anahtarları teslim alınca bagajdan iki kamp sandalyesini götürüp bıraktım. Dün kızımla gidip ölçüleri aldık. Kafa  kafaya verdik. Hangi eşyaları götüreceğimizi düşündük. Çünkü yeni ev 2+1. Şu anda oturduğumuz eve nazaran bir yatak odası, bir büyük kapalı balkon eksik. Bununla beraber kocaman mutfağına ve mutfaktan çıkılan kendine ait küçük, müstakil bahçesine bayıldık. Varsın nohut oda bakla sofa olsun, dedik. Zira ihtiyacımın üzerinde büyüklüğe sahip bu evin işleri beni yoruyor. Ev büyük, depolama alanı çok olunca, istifledikçe istiflemişiz. Bebeklik kıyafetleri, oyuncakları, kitaplar, kutu oyunları... Nereyi açsam üzerime üzerime gelen yığınla eşya. Bırakmak, sadeleşmek bana iyi gelecek, biliyorum. 

Yapacak çok iş var. Abonelikler açılacak. Ev temizlenecek. Kitaplar, kıyafetler, mutfak malzemeleri ayıklanacak. Kızım bu yıl LGS'ye giriyor. Taşınma işini onun sınavının ertesine bırakma eğilimindeyiz. Bununla beraber, bugün evi yeniden gezince, içimi heves ve heyecan kapladı. Bayramın birkaç gün öncesinde taşınmak, bana kabaca yerleşmek için ihtiyaç duyduğum zamanı tanıyacak. İki evin arası yalnızca 500 metre olduğu için okul servisi de değişmeyecek. Ve fakat sınava ve mezuniyet balosuna sayılı haftalar kala, bu karar büyük ölçüde kızıma bağlı. He demezse, bayram tatili eleme, paketleme, elden taşınacakların taşınması ile geçer. Taşınma mezuniyet balosunun sonrasına kalır. Her ikisi de kabulüm. Hadi hayırlısı. 

Bir de kedi var, tabi. Balkon penceresinden içeri dışarı çıkan, gezip dolaşan ve evin yolunu rahatça bulan Sani'nin yeni evin yerini bellemesi gerekecek. Yeni sitede onu bekleyen bir de sürpriz var. Sarmaşık isimli tıpkısının aynısı bir dişi sarman. Öyle ki, evi emlakçıyla ilk kez görmeye gittiğimde onu Sani sanmış, demek buralara kadar geliyormuş diye düşünmüş, onu Sani zannettiğim için de ısrarla seslenmiştim. Beni gördüğünde yanıma gelmiyormuş gibi, tuhaf bir yanılgı. Dün de şapşal şapşal seslenince bir site sakini ismi Sarmaşık, buranın kedisi, dedi. Bugün Sarmaşıkla yeniden karşılaştık. Evin içine dahi girdi, bizim oğlandan önce hem de. Bizimkinin bundan hazzetmeyeceği kesin. Bakalım ilk karşılaşma nasıl olacak? Sevgi ve dostluk mu gelişecek? Nefret mi? Meraktayım. 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 18, 2025 13:43

May 12, 2025

Nisan alfabesi

Anlar ve anılar kaybolmasın diye yazıyorum bu alfabeleri ama içim ağır, kafam bulanık, elim varmıyor, kalemim yetmiyor. Yine de buradayım. Hele bir ilk adımı atayım. 

Bazen günler birbirini hemen hemen aynı şekilde tekrar ederken parıldayan, belirginleşen anları tespit etmek güç. Dile getirmezsen şayet yaşamadın sanman işten bile değil. 

Can sıkıntısı nisandan en çok kalan. Şair haklı mı yoksa? 

Deniz kızım, on dört yaşında. Ellerimle işledim hediyesini. İncelikler hep ondan geldiğinden. Özendim bu yıl. Özendi babası. Takvim tutmazlığı, öfke patlaması... 

Ev bakmak bende bir ata sporu. Sahibinden.com'u blogtan çok ziyaret ettim bu ay. 

Fareyi çabuk bırak ağzından. Sani! 

Gelincikleri görmeden bahar geldi denir mi hiç! Kırmızı ile yeşilin muhteşem dansına bu yıl da tanık oldu bu gözler çok şükür. 

Haribo almış kızımın arkadaşları. Büyük ya da küçük ol. Hariboyla mutlu ol. Attım ağzıma. 

Işık kazandı. Günler uzadı. Aydınlıkta uyanmanın mutlulukla ilgisi var. İnanmayan beri gelsin. 

İrlanda Defteri var mı diye sordum kitapçıya. Var bir tane, kendim için ayırdım ama dedi uzattı. 

Japonya, Çin turları reklamları, çekil önümden. Bütçemde sana yer yok. 

Kalbim neredesin? Komada mı, derin bir uykuda mı? 

Leylek göremedim bu bahar. Yollara revan olamayacağım demek. Oysa haritada pek çok nokta var, görmek istediğim. 

Muhteşem Yüzyıl'ı izliyorum. Meryem Uzerli, gülmesi, içtenliği, öfke patlatması, neşe saçması... Efsane sultan. 

Neşe yayılsa elden ele, kalpten kalbe. Kır çiçekleri gibi açsa bir anda. Güzel olmaz mı? 

Okula gittim, söyleşi ve imza günü için. Hevesli, heyecanlı çocuklar karşısında neşelenmek ne kolay. 

Öykü yazmıyorum nicedir. Özledim. 

Peynirle ismi özdeşleşmiş kentte, marketten süzme peynir alıyorum. Çünkü çocuklar baskın, aromatik tatlı peynirleri pek de sevmiyor. 

Reçel kalmadı evde. Annemin kapısını çalmalı. 

Schliemann, modern arkeologların atası, orta yerinden yarmışsın Truva'yı, bir yağmacı, define avcısı gibi, gayrı iflah olmuyor. 

Şans mıdır, bir sikke bulmak tarlanı sürerken? Çocukluk hayalim. Kızıma da anlattım. 

Truva ören yerini gezdik. İçinden hikayeleri çıkarınca, üst üste yığılmış taş parçaları yalnızca. 

Ufka baktık, Truva ören yerinde. İlyada ve Odysseia'nın çocuk versiyonlarını okudum yalnızca. Ayıp hatun ayıp! Al ve başla. 

Üzgün, bezgin, yılgın hissediyorum olanlar karşısında. İçime de bahar gelsin artık. Lütfen, rica ediyorum. 

Vişneli yoğurt, tatlı niyetine. Seviyorum. Boykot vesilesiyle buzluktaki stokları tüketiyorum. Fasulyeler bitti. Darısı iç baklaların başına. 

Yazlıkları çıkardım, kışlıkları kaldırdım arkadaşımın yardımıyla. Yardım isteyebileceğin arkadaşlarının olması güzel şey. 

Zencefilli bira. Ne güzel şeymişsin sen yahu. Kıştan kalma Bulgaristan stokları tükendi. 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 12, 2025 19:32

April 30, 2025

Hoşçakal Nisan

Nisanın son günü. Yarın 1 Mayıs. Birkaç hafta önce çalışmamaya karar vermiştim. Öyle yürüyüşe katılmak istediğimden değil. Pek canım istemiyor doğrusu. Onun yerine günü bahar bayramı gibi karşılamak istedim. Günübirlik Bozcaada'ya giderim diye de düşündüm. Ancak plan değişti. Yarın sabah bir hasta bakmam gerekiyor. Sonra da ev bakmam. Bunun bir zorunluluğu yok elbette ama hazır evdeyken bakayım, kıyaslayayım, bütçe açısından değerlendireyim ve bir karar vereyim istiyorum. 

Oturduğum eve taşınalı üç yıl oldu. Eski evimden daha geniş olması, kapalı otoparka ve sosyal donatılara sahip olması ve yeni deprem yönetmeliğine göre yapılan yeni bir bina olması gibi gerekçelerle taşınmıştım. Bir de kendine ait küçük bir bahçesi vardı. Ufacık, tefecik bahçe bitki çitiyle sitenin bahçesinden ayrılacaktı. Zaman içerisinde bu vaadin gerçeği yansıtmadığını gördüm. Site yönetimi çit yapmama izin vermiyor, toprak derinliği dikilen bitkilerin serpilmesine, yayılmasına, bitkilerden bir duvar oluşmasına  olanak tanımıyor. Böyle olunca da yeşil alana bakan bir zemin katta oturuyor gibiyim. Çocuklar içinden geçip gidiyor. Kedi dilediği gibi balkondan çıkıyor, gezip geliyor. Bunun konforuna o da biz de alışınca, bahçe kullanımlı bir zemin katın esasen bizim için iyi bir seçenek olduğuna inandım. Mahremiyetin sağlanması koşuluyla. İşte bu sebeple bir süredir bana bu müstakil bahçe kullanımını sağlayabilecek ev bakıyorum. Şartmış gibi. Evimden çıkabildiğim 30-40 metrekarelik bir yeşil alana mı bağlı tüm mutluluğum? Lavanta, gül dikmek, çiçeklendiğinde birkaç taze dal kesip vazoya koymak, kahvemi bahçeye nazır içmek, belki bir şezlongta uzanmak ve kitap okumak, bunları istiyorum işte. Birkaç yer de baktım. Bir firma takasa açık çalışıyor. Anlaşmalı emlakçı evime bir eder biçti. Aradılar yarın görüşeceğiz. İç kullanım alanında 29 metrekare daha küçük ve açık mutfaklı bir ev. Benim dairemde balkon kapalı ve ebeveyn yatak odasında giysi dolabı teslim edilmişti. Orada bunları benim yaptırmam gerekiyor. Kazanımı sınırları çizilmiş, çitle çevirmeme izin verilen, ölçüsünü tam olarak bilmediğim kimi yerde daha geniş kimi yerde daha dar ancak tüm daireyi çepeçevre saran toplamda 40-60 metrekare olduğunu tahmin ettiğim bir bahçe. Bunun için eyleme geçmeye, yeniden taşınmaya değer mi bilmiyorum. İyi haber benim daireme biçilen hızlı satış değeriyle satıştaki dairenin arasında çok büyük bir fiyat farkı yok. Karşılayabileceğim bir miktar. Ancak nakliye, bahçeyi çevirme, giysi dolabı, yorgunluk vb gibi ekstraları da katmak gerek. Bu sitede tanıdığım, sevdiğim insanlar da var.  Mevcut evime oldukça yakın. Bir hafta sonu taşınsam kızımın servisi dahi değişmeyecek. Ama bunca yorgunluğa, telaşa, harcamaya gerek var mı? Bu istek, anlamlı mı yoksa mutluluğu koşullara bağlayan bir pranga mı? Ah bir bilebilsem. Bir karar verebilsem. Bir silebilsem seçenekleri. Zihnim maymun gibi daldan dala atlamasa...

En iyisi yarın görüşmek ve bir karar vermek. Şartlar anlamlı değilse, hayır'ı da bir seçenek olarak değerlendirmek, kabul etmek ve elimdekilerle yetinmek. Dahası tatmin olmak. Yorulmayacağım, para harcamayacağım için. Uzun lafın kısası. Bu bahar ve yaz dönemi bir değişime gebe mi? Yaşayıp göreceğiz.  

Dipnot: Bu ay, canım yazmak istemedi. Dört yazı paylaştım ancak. Eskiden olduğu gibi telaşlanmadan, ille de sekize tamamlamaya çalışmadan. Dört yazıda bırakıyorum. Geçen ay çok yazmamda sakınca olmadığı gibi, bu ay az yazmamda da sakınca olmadığını görmek, bir ilk. 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 30, 2025 12:49

April 29, 2025

Günün izi: 19

Geçen ay her gün yazmama rağmen bu ay iki yazı arasında tam tamına 26 gün mola vermişim. Her gün yazma niyetini ortaya koymak, yazma kararlılığını da sağlıyor. Kendimize hedef koymayınca kayboluyoruz galiba. Bu ev işlerinde bile böyle. Her şeyi yazan, her konuda listeler tutan, alışveriş, çamaşır, temizlik günü belli biri değilim. Bazen keşke olsam diyorum. Çünkü o günün niyetini önceden belirlemek beni verimli kılıyor. 

                                                                                   *

Adalet Ağaoğlu'nun Düşme Korkusu adlı öykü kitabını dinledim. Ölümünden önce yayımladığı son kitabın ortaya çıkmasında kendi düşüş hikâyesi yatıyor. Kitabın arka kapağında bundan şöyle bahsediyor: 

"Şimdi öyle bir şey ki yazmak, sigara tiryakiliğinden daha büyük bir tiryakilik. Sahiden. Ben elimden düşürmediğim sigarayı kolayca bıraktım, hiç de aramadım. Fakat yazmayı bırakamadım, tiryakilik o dereceydi. Şimdi yaklaşık son iki yıldır evden dışarı çıkamıyorum, yine de yazmadan durmuyorum. Yazmak, su içer gibi içimden geliyor hep. 

Son dönemde yatakta daha sık zaman geçiriyorum. Üç kere düşmüşüm yere. Doktorlar tarafından sırt üstü yatağa yatırılmışım. Zaman içinde yavaş yavaş kendime geldim. Fakat korkuyu yenemedim. O dönemde içimde büyük bir düşme korkusu vardı. Onu mutlak bir biçim altında anlatmak istiyordum. Düşmek sadece yere düşmekten ibaret değil. Bir de manevi yanı var. 

Düşme Korkusu adı altında altı tane hikâye yazdım. Çünkü düşmenin çeşitli anlamları var. Saygınlığını kaybetmek var, değerini kaybetmek, gözden düşmek, çaresizliğe düşmek var. Bunun manevi yanını göz önünde tutarak düşme korkusunu yazmaya karar verdim." Adalet Ağaoğlu 

Bir fikir etrafında öyküleri toplama fikrini sevdim. Düşmek, özellikle gözden düşmek, itibarını, güvenilirliğini kaybetmek esasen evrensel bir konu. İyi işlendiğinde okuru, izleyiciyi nasıl da güzel avcunun içine alıyor. Bu ara Muhteşem Yüzyıl'ı izliyorum. Dün gece izlediğim bölümde İbrahim Paşa uykusunda boğularak öldürüldü. Al sana bir gözden düşme hikâyesi daha. 

                                                                                *

Geçen gün kapıdan bir tedarikçi uğradı. Çalıştığım depo olduğunu, yeni bir yer arayışında olmadığımı söyledim. Bursa'dan kalkan genç arkadaşın hemen pes etmeye niyeti yoktu. Nazik olmaya karar verdim. Dinleyecek bir beş dakika ayırabilirdim kendisine. Bu tür ilk karşılaşmalardan genellikle hiç hoşlanmadığım halde. Konuşmaya kendini överek başladı. Pazarlama konusunda eğitim aldığından dem vurdu. Bir sağlık kuruluşunun zarar etmesinin sadece çalışan hekimi değil, yanında çalışanları da etkilediğini, çok üzücü olduğunu söyledi. Kendisinin yalnızca mal satmadığını, Bursa'daki klinikleri de tanıdığını, hekimlere iş de bulduğunu anlatmaya başladı. İçimde şaşkınlık, sabırsızlık ve giderek tırmanan kızgınlıkla bir süre daha dinledim ve müdahale ettim. Arzum ve tercihim olmadığı halde benden zaman talep eden, en başta belirttiğim HAYIR'ı duymayan kişi, bıraksam dakikalarca konuşurdu çünkü. Kendini dahi duymadan. Aklına gelen, dilinin ucuna düşen kelimeleri rasgele savurarak. Yeni bir hekimle bağlantı kurma isteğini anlıyorum, kendi tahammülsüzlüğümün sebebini de. Yazının başında belirttiğim gibi niyetini önceden bilmeyen satıcılar, pat diye telafi edilmesi mümkün olmayan bir şeye gözünü dikiyor, zamanımıza. Bizim isteğimiz ve rızamız dışında hem de. 

 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 29, 2025 03:10

Tuğba Gürbüz's Blog

Tuğba Gürbüz
Tuğba Gürbüz isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Tuğba Gürbüz's blog with rss.