Tuğba Gürbüz's Blog, page 17
May 31, 2024
Zaman akıyor
Hayali arkadaş dile gelirse
Kürek kısa bir özetle sözü bugüne getiriyor. Ve ortaokulun ilk günlerinde bir hayali arkadaşı olduğu ortaya çıkan kahramanımız akran zorbalığına uğruyor. Olaylar ilerliyor. Türlü zorluklar aşılıyor. Elbette yeni yol arkadaşları ortaya çıkıyor ve olaylar tatlıya bağlanıyor.
Ebeveyn kaybı, değişen ve zorlaşan yaşam, maruz kalınan akran zorbalığını hayali arkadaş Kürek'in ağzından dinlediğimiz yaratıcı, nefis bir hikâye. Gerçeklerin yol açtığı duygusal enkazın hayali dünyadaki karşılığı, çocuğun yaşadığı kaybı çok güzel dile getiriyor. Gerçek ve gerçeküstü geçişler, hızlı ve doğal. Tekrar okumak isteyeceğim türden bir kitap. Yazma tutkunları için öğretici. Sinematografik dil de cabası. Filmi çekilmiş mi bilmiyorum ama bence sinema filmi yapmaya çok uygun. Ben daha ne diyeyim.
Çocuk kitapları herkes içindir. Okuyun. Pişman olmayacaksınız.
Arka kapak yazıları kitabın her zaman hakkını verir mi?
Dikkatimin, ilgimin bölündüğü ama kitap da okumak istediğim zamanlarda tercihimi çocuk kitaplarından yana kullanıyorum. Çocuk kitapları hem bir çırpıda bitiyor hem de zor konuları dahi ele alsa içerdiği iyimserlik insana iyi geliyor. Şövalye Çocuk da bu gibi zamanlarda el attığım bir kitap oldu. Birkaç kere elime alıp geri bıraktığımı hatırlıyorum. Kitap kapağının ve arka kapağın beni çeken bir yanı yoktu ama bir kez anlatıcıyla tanışınca, onun bir hayali arkadaş olduğunu duyunca mest oldum. Elden bırakmadan bitirdim. Ve arka kapak yazısının bu güzelim kitabı tanıtmakta yetersiz kaldığını düşündüm. Sonra da şu soru takıldı aklıma. Sahi arka kapak yazıları kitabın her zaman hakkını verir mi? Bayıldığınız ya da yetersiz bulduğunuz kitaplara dair düşünceler üşüştü mü? Konuşun ki göreyim.
Mutluluk, kalp kırıklığı, güzel manzaralar ve
korkunç canavarlarla dolu devasa bir yerde,
gerçek dünyada unutulmayacak bir macera.
Bu romanda lanetli mağaralar keşfetmek, evcil ejderhalarla karşılaşmak,
Elflerle takılmak ve denizkızlarıyla beşlik çakmak mümkün.
Lee Bacon nefes kesici Şövalye Çocuk’ta
büyümek üzerine yaratıcı ve dokunaklı
bir hikâye anlatıyor.
May 28, 2024
Tuğba Gürbüz: "Kadınların Seslerini Daha Güçlü Duyurmalıyız"
Fikir Gazetesi için Evrim Sayın ile yazın anlayışım ve Geçmiş Zaman Çileleri üzerine konuştuk.
Tuğbamerhaba! Seninle, bir çocuklarlafelsefe eğitiminde tanışmıştık. Hassas ve nazik kalbini oradaki küçük grup sorgulamalarımızda tanımıştım.Sonrasında kitaplarınla buluştum, biraz da kitaplarınla sohbet ettim aslında.Daha öncehiçsohbet etme fırsatımız olmamıştı, şimdi bu fırsatı iyi değerlendirelimistiyorum. Klaros Yayınları’ndan çıkanyeni öykü kitabın “Geçmiş Zaman Çileleri” odağımız olsun amaodağımızdan hiçayıramadığımız hayat da sohbetimizde kendi yerini alsın dilerim. Bize kıymetlizamanını ayırdığın içinteşekkürediyoruz her şeyden en önce.Başlıyorum...
Tuğba,sen yazarlığının yanı sıra bir hekimsin. Kadınlık, annelik, hekimlik ve diğerkimliklerine eklenen yazarlıkla birlikte hayatında neler değişti? Bunu, yazmayıçokseven bir öğretmenolarak sormak istiyordum hep. Yazıyla hep ilgilenmekle bu kimliklerinin yanınagerçektede eklenen “yazar” kimliğine evrilen sürecin hayatına etkilerininasıl açıklarsınbize? Eminim yanıtını okuyan birçoğumuz tatlı tatlı ilhamalacağız.
Övgüdolu sözlerin ve davetin için teşekkür ederim. Sorunu yanıtlamak içinönce yazar kimliğine yakından bakmak gerek. Yazar kimliği ya da etiketidiyelim, bir onayın ardından geliyor. Birtakım otoriteler sizi onaylıyor.Yazılarınız, öyküleriniz, kitaplarınız basılıyor. Ama bu bir sonuç. Yazmaeylemi çok daha gerilere dayanıyor. Dolayısıyla yazarlık daha çok “sürdürmek” ileilgili bana kalırsa.
Kimsesizin yazdığınızı bilmezken, yazdıklarınızı yayımlamakla ilgilenmezken dahiyazmayı sürdürmek için boş bir sayfa, kalem, klavye, ilginç tanıklıklarınötesinde bir şeylere ihtiyaç var. Yazmayı tutkuyla sevmek, şartlar müsait olmadığında(diğer kimlikler çok talepkar iken) bile kendiliğinden buna alan açmak, başkatürlüsünü düşünememek, yazmak için eve kapanmaktan yüksünmemek, kendi başınaolmaktan keyif almak gibi şeyler. Dolayısıyla ilk kitabının yayımlanmasınıhayal eden yazar adayıyla dördüncü kitabı yayımlanan yazarın yazma ve yaşamdinamikleri aynı. Tek fark, yazdıklarınızla duygulanan, düşünen okurlarınvarlığı ve onların seslerini, yorumlarını duyma ihtimali.
Kitabınınismi “Ge ç mişZaman Ç ileleri”.Kitaba ismini veren öykünde, ç ekilen derdin acısının yıllar ge ç tik ç e daha ç ok can yaktığına işaretediyorsun. Bu bir b ü y ü me hikayesi. İ ç inde hi ç dinmeyen bir acıyı dabarındırıyor. Ama bir yandan sonunda “Keşkelerden, acabalardan ö r ü l ü ge ç miş zaman ç ilelerini yokuş aşağıbırakıyorum,” diyor ö yk ü n ü n kahramanı. Ö yk ü yle ilgili ç ok da ipucu paylaşmadansormak istiyorum. Acı verenin kaybı, daha b ü y ü k bir yaranın habercisideğil midir?
Bu, öyküde yer almayan, değinmediğim, atladığım birbilgi. Ancak tüm metinler, özellikle de kısa öykü, yazarın içeriye aldıklarıkadar, bilinçli olarak dışarıda bıraktıkları, ima ettikleri ile var olur.Hemingway’i haklı çıkartan bu soruyu yazarı değil hikâyenin kahramanıyanıtlamalı bence. Onunla söyleşme şansımız yok. Yanıtı eylemlerinde arayacağızo halde. Öyküde geçmişin, geçmişte yaşanılanların dününü, bugününükararttığını, geleceğini de etkileyeceğini fark eden yetişkin bir kadınabakıyoruz; babasının cenazesiyle beraber geçmişin cenazesini de kaldırmayürekliliği gösteren bir kadına. Yara hâlâ orada ama kahramanın dikkati artıkbütünüyle orada değil. İlgisiyle, dikkatiyle onu beslemeyi bıraktığı için, bunaniyet ettiği için kuvvetle muhtemel yarını, dünden ve bugünden farklı olacak.
BabalarTuğba... Babalar, edebiyatta pop ü lerler. Hayatlarımızdagenelde “beceremedikleri”yle anılıyorlar. Baba mefhumu senin ö yk ü lerinde de ö nemli bir yer edinmiş g ö r ü n ü yor. “İksir” adlı ö yk ü n ü okurken o k üçü k ç ocuğun yerine kendikalbimi koydum ve parampar ç aoldum. “Sıvışmak İstiyor” adlı ö yk ü nü düşündüm sonra.“Tanıdığı t ü mbabalar bir şekilde ailesinden sıvışmak istiyor,” diyen anlatıcın ö fkeli mi, kırgın mı,isyankâr mı, hesap mı soruyor? Senin karakterlerinin babalarıyla meselesi tamolarak nasıl bir yerden cereyan ediyor?
Eduardo Galeano “Kutsal Aile” başlıklı kısa amayoğun denemesinde babayı cezalandırıcı, anneyi fedakar, kızı itaatkar, eşidilsiz olarak nitelendirir. Çünkü Tanrı böyle emretmiştir, gelenek böyleöğretmiştir, yasa böyle mecbur kılmıştır. Galeano’ya göre, dün bugünün istikametidir,yaşanan her şey yaşanmaya devam edecektir. Bununla beraber bütünüyle umutsuz dadeğildir. Herhangi bir yuvanın duvarına birisinin “Ben nefes almakla yetinmek istemiyorum. Ben yaşamak istiyorum,”sözlerini karalayabileceğini anımsatarak bitirir denemesini. Hakkında yazdığımkahramanların, geçmişin izinin ya da Galeano’nun deyişiyle zorunluistikametinin yol açacaklarını fark etmesini, itiraz etmesini, yetinmek vekabullenmek yerine seçim yapma güçleri olduğunu algılamasını, bu uğurda eylemegeçme arifesinde olmasını hayal ettim. Öykülerin durağan ve sabit (değişmez)görünürken dahi okurla buradan konuşmasını istedim. Onlar değişmese, anlamasabile biz anlasak, değişmeye, iyi olmaya cüret etsek fena mı olur?
Bir ö yk ü n var ki ö yk ü n ü n kadın karakterisessizliğe b ü r ü nm ü ş ama kendiyle konuşmayıbırakmamış. Zaten sanki sadece kendiyle konuşabiliyor gibi. Onun i ç konuşmaları yolumuzupişmanlıklara, hayal kırıklıklarına ç ıkarıyor. Fiziksel birsıkışıklıktan yola ç ıkarakruhun sıkışıp sıkışıp nefes dahi alamamasını anlatıyorsun. Bu sıkışıklıklarlamuhatap olan özne ise kadın. Bu öznenin yarattığı yazın’ın etkisi hakkında nedüşünüyorsun? Bir kadın olarak başka dertlerle, meselelerle yazdığınısöyleyebilir misin?
Toplumun bir kadın ferdi olarak kadının toplumlaçatışması, kendiyle çatışması, ataerkil toplumun kadınlar üzerindeki etkileriister istemez sızıyor satırlara. Başka türlüsü de mümkün değil galiba. Edebiyatgenel olarak insanı ve yaşamı anlatsa da kadın yazarlar olarak kadın diliylekadınları, kız çocuklarını, onların yaşadıkları zorlukları, sevinçleri,umutları, hayalleri yazmak, dilin cinsiyetçi ve ayrımcı kullanımlarındankaçınmak, kadınlara yönelik basmakalıp yargıları sorgulamak, farklı kadın deneyimlerineyer vermek, kadınların seslerini daha güçlü şekilde duyurmak gibi birsorumluluğumuz da bulunuyor.
Sonolarak kullandığın dilin mizahına değinmek istiyorum. Ç ok ciddi bir meseleyleboğuştuğumu d ü ş ü n ü rken yer yer tam o anda g ü ld ü m de... Ben b ö yle bir tarzı ç ok samimi buluyorum çü nk ü hayatın da biraz b ö yle yaşandığı ortada.İnişli ç ıkışlı,ağlarken g ü lerek,g ü lerkenaslında dertlenerek ge ç iyorzaman. Ö l ü ml ü olmanın zaten ö mr ü m ü z boyuncaunutamayacağımız bir h ü z ü n taşıdığını d ü ş ü nenlerdenim. G ü lmeyi unutmamak i ç in g ö sterdiğin bu samimi vedoğal ç aban,umuda g ö zkırptığının bir g ö stergesimi?
Öykü, insana, topluma eleştirel bir dikkatle bakma,yaşamın içindeki tezatlıkları gösterme sanatı bana göre. Aktardığı küçükkırılma anlarının içinde çatışmalar, karşıtlıklar yer alıyor. Mizah ve gülmecede kaynağını tezatlıklardan aldığı için özellikle güldürmeyi amaçlamasam daokur kendi yaşam tecrübesi ve algısı doğrultusunda bu tezatlıkların içerisindenkendi gülmecesini çıkarıyor galiba, ama kahkahayla, ama buruk bir gülümsemeyle…
May 21, 2024
Günün izi: 16
Baharın en güzel yanlarından birisi de sabah kendiliğinden erken uyanmak, yataktan sürünmeden çıkmak bana kalırsa. Çünkü ben bir sabah insanıyım. Sabah yataktan dinç ve erken uyanmak bana hayli zaman kazandırıyor. Bu sabah örneğin 7'de zıpkın gibi ayaktaydım. (Bu da ne demekse artık) Sani'yi bahçeye saldım. Mutfağı topladım. Yerleri süpürdüm, sildim. Kızıma kahve demledim. Kuruyemiş ve meyve tabağı hazırladım. O balkon masasında servis saatine kadar test çözerken ben de kahvaltımı yaptım. Yeni bir kitap seçtim. Balkonda ayaklarımı uzatıp keyifle okumaya koyuldum. Domates soslu makarna pişirdim. Biraz daha kitap okudum. 9 gibi evden çıktım. Her sabahımın bu verimlilikte, dinginlikte geçmesini diliyorum.
17-19 Mayıs arası kızımla Gümüldür'de yoga kampındaydık. Onun ilk yoga kampıydı. Benim de. Hatta Duygu hocamızın da... Hava ılıktı ancak denize girme beklentimi karşılamadı. Yine de mayoyla şezlonga uzanmak, dokuz yıllık tanışıklığımıza rağmen ilk kez Duygu'yla sohbet etmek, yeni insanlar tanımak, bedenimi hareket ettirmek, sabahın erken saatlerinde çimlerin üzerinde, iskelenin üzerinde kuş sesleri eşliğinde yoga yapmak, kendi bedenimin izin verdiği sınırlar içinde çalışmak çok çok iyi geldi.
Bu üç ay önceden planlanmış bir kısa tatildi. Sürpriz olan yola çıkmadan bir gün önce yanımda çalışan personelden birinin işten çıkması oldu. İki gün önce haberim olduğu için pazartesinin nasıl geçeceğine dair bir tahayyülüm yoktu. Çarşamba ve perşembe günü kimi iş görüşmeleri yaptım. Dün de keza öyle. Kısa sürede hallolacağını umuyorum. Bir arkadaşımın yıllan öncesinden tatlı bir temennisi geliyor aklıma. Tereyağından kıl çekme kolaylığında olması dileğiyle sakince çalışmayı sürdürüyor, seçenekleri değerlendiriyorum.
Gümüldür'e giderken, bu konuyu oraya taşımamaya, orada bulunduğum andan keyif almaya niyet etmiştim. Elbette, başıma gelen olayı anlattım. Bununla beraber çok da şikayetçi olmadım. Çünkü ilan vermek, eşe dosta haber salmak, gelen başvuruları değerlendirmek, iş görüşmeleri yapmak dışında yapabileceğim bir şey yok. O zaman niye kendime yük edeyim? Hayatta kalma becerimiz, stresle başa çıkma kapasitemiz biraz da bu anlık gelen değişimler karşısında nasıl durduğumuzla ilgili. Stres yaratan durumlar karşısında daracık bir tünelin içine girmiş gibi davranmak, bataklığın içine çekilmek gibi. Orada iyi bir şey, işe yarar bir şey yok. Söylemesi kolay, uygulaması olgunlaşmayı gerektiriyor. Tamam henüz aydınlanmadım ama olgunlaşma yolunda kendi içimde epeyce yol aldım. İşte bu yüzden iki gündür kaos yok, yalnızca bir değişim var ve bunun içinde sakince yürüyorum.
Geçmiş Zaman Çileleri'nin lansmanı devam ediyor. Hep cümle içinde kullanmak istediğim havalı bir sözcük lansman. Ben de kullandım, gitti. Tanıtım dediğim, bir imza günü ve söyleşi. Edebiyathaber'de yayımlanan bir röportaj (şimdilik). Geçtiğimiz haftalarda katıldığım TV çekimi bu hafta yayımlanacak. Dün gece taze taze yazılı bir söyleşiyi daha bitirdim, yolladım. Cuma günü o da yayımlanacak. Haftaya cuma bir aksilik çıkmazsa burada bir söyleşi imza günü daha yapacağız. Sonra dağılabiliriz. Kitapların gördüğü ilgi genel olarak bu kadar. Sonra ara ara bir yerlerde bir okur yorumuna rastlarım belki. Bir fotoğrafa, fotoğraf altı yazısına, kitabın satışından çok beğeni toplamasına şaşırmam. Niye şaşırayım! Hakkı verilmiş bir tanıtım yazısı arar gözlerim. Durur, durur, beklerim. Şaka bir yana. Bana (muhtemelen tüm yazarlara) kitaplar çıktıktan sonra hayatında ne değiştiği soruluyor. Bu, kendisi de yazmayı seven, yazdıklarının yayımlanmasını hayal edenlerin, dilinin ucuna gelen ama tam olarak ne aradığını bilemediği bir soru gibi geliyor bana. Senin yaptığın ve benim tam olarak yapamadığım ne var gibi bir soru belki. Ben de yazar olabilir miyim sorusu bir nevi. Yanıt kısa ve net: yazarsanız yazarsınız, yazmazsanız yazmaz. Bu, her konuda olduğu gibi bir süreklilik ve çaba gerektiriyor. Çabayı ve sürekliliği neden yana kullanırsanız orası kökleniyor, güçleniyor. Yeni tercihler arifesinde olmaya da niyetim var. Bedenim ve zihnim için sağlıklı seçimler yapmak diyeyim, geçeyim. Bilirsiniz işte, sağlıklı beslenme, kaliteli uyku, yeterince hareket, yeterince sosyalleşme, seni aşağı çeken insanlarla araya mesafe koyma vb. Özellikle hareket ve uyku konusunda çaba göstermem gerektiğinin farkındayım. Esnek kaslar, deliksiz uyku, bekle beni geliyorum.
May 13, 2024
Geçmiş Zaman Çileleri üzerine söyleşi
TDBD 211. sayı için meslektaşım Emre Harbalıoğlu ile gerçekleştirdiğimiz söyleşi:
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
MarmaraÜniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nden 2000 yılında mezun oldum. Çanakkalemerkezde kendime ait muayenehanemde serbest diş hekimi olarak çalışıyorum.Çanakkale Dişhekimleri Odası üyesiyim. Odanın çeşitli organlarında görev aldım.Geçen dönem odamızın yönetim kurulunda genel sekreterlik görevini üstlendim.Aramıza yeni katılan iki meslektaşımızla bir dönem daha yönetim kurulundaçalışmaya devam edeceğiz. Bunların yanı sıra kent genelinde sürdürülebiliryaşam, ekoloji, masallar ile ilgili çeşitli sivil topluluklarla birliktegönüllü çalışmalar yürüttüm. Şu sıralar çalışmalarımı Çanakkale Kent KonseyiKadın Meclisi Yürütme Kurulu’nda sürdürüyorum. Yetişkinler için öykü yazarak başladığımedebiyat alanında çocuklar için de eserler vermek istediğim için Çocuklar İçinFelsefe Eğitmenlik Eğitimi aldım. İstanbul Üniversitesi AUZEF önlisans ÇocukGelişimi programından mezun oldum. 2021 yılında ilk çocuk kitabım “Pelin veKüçük Dostu Karamel” yayımlandı. Bu konuda da muradıma erdim diyebiliriz.
Öykü yazmaya ilk ne zaman başladınız?
Geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz usta yazar Mario Levi’ninöğrencisiyim. Kendi kendime yaptığım karalamaları, iç dökmeleri daha iyimetinler haline getirebilmek arzusuyla 2006 yılında onun yaratıcı yazarlıkatölyesine katıldım. İlk ürünlerimi de o atölyede ortaya çıkardım.
Öykülerinizi kitap haline getirmeye nasıl karar verdiniz? İlkkitabınız ne zaman çıktı?
2013 yılında kurmacabiyografiler adlı bloğumda yazmayabaşladım. Burada yazarlarla söyleşiler yapmaya, kitap tanıtım yazıları yazmayabaşladım. Yazdıkça ürettiğim içeriklerin pekâla başka yayın organlarında dayayımlanabilecek nitelikte olduğunu fark ettim. Böylece öykülerim, değerlendirmeyazılarım, yaptığım söyleşiler yayımlanmaya, okur ve yazar arkadaşlarımdan geridönüşler almaya başladım. Belli bir öykü toplamına ulaştığımda onları bir kitapbütünlüğünde görme arzusu duydum. Dosyamı çeşitli yayınevlerine göndermeyebaşladım. İlk kitabım “Lodos Çarpması” 2015 yılının aralık ayında NotaBeneYayınları tarafından yayımlandı. Sonrasında yazmak konusunda acelecidavranmadım. İlk kitabın üzerine çıkmak için öykünün teoriği üzerine kafayordum. Okumalarımı yaptım. 2020 yılında ikinci öykü kitabım “Kendisiymiş Gibi”yayımlandı. Dördüncü kitabım geçtiğimiz aylarda yayımlandı. Yolculuğum sürüyor.
Mesleğiniz, karşılaştığınız hastalar öykülerinizde size ilhamveriyor mu?
Bu sıklıkla karşılaştığım bir soru. Çok net bir şekildehiçbir hastamın ya da arkadaşımın benimle paylaştığı kişisel hikâyesiniöyküleştirmediğimi söyleyebilirim. Bir olayın başlı başına ilginç ya daetkileyici olması, beni öykü yazmaya çağırmıyor. Genellikle ilhamı yaratan şey,bir söz, bir duygu, bir mimik, okuduğum kitaplar, izlediğim filmler oluyor.Yazmaya başlamak için kimi zaman adına ilham denen küçük tetikleyiciler olsa dailhamdan çok çalışmaya inanıyorum. Kimi zaman yazdığım eski öyküleri şimdiyazsam nasıl yazardım sorusunun peşine düşüp yepyeni, bambaşka öykülere varabiliyorum.
Çocuk okura hitap etmenin zorluklarından bahseder misiniz?
Günümüzün en büyük problemi odaklanmak sanırım. Dikkatimizsık sık cep telefonumuzdan gelen bildirimlerle bölünüyor. Çocuğu, genci,yaşlısı oradan gelen çağrıya kayıtsız kalmakta zorlanıyoruz. Bunun yanı sırabugünün çocukları, görsel uyarandan yana zengin bir dünyanın içinde. Örneğinbizim kuşak, yeni bir şey öğrenmek, ders çalışmak için yazılı metinlerebaşvurur, bir öğretmenden ders dinlerdi. Şimdi videolar, uygulamalararacılığıyla sesli, görsel içeriklere ulaşmak mümkün. Bu zenginliğe alışançocuğun beğenisi de değişiyor haliyle. Onu yakalamanın tek yolu, ona hitap edeniyi bir hikâye anlatmak. Merak duygusu uyandıran, duygular yaratan, akıcı veyalın bir dille yazılmış sürükleyici bir hikâyeye kayıtsız kalmak güç. Biryerde kitap okumayı sevmeyen bir çocuk varsa, henüz beğenebileceği türden birkitapla karşılaşmamış olabilir. Ya dakitaplarla geç tanışmıştır. İlkokula başlayana kadar ebeveynleri tarafındankendisine kitap okunmamış çocuğun kitaplara dair algısı elbette farklı. Kitabıdoğal olarak bir tür eğitim nesnesi olarak görüyor, aşılması gereken bir güçlük…Öğretmenlerin kimi tutumları da bunu pekiştiriyor. Örneğin kitapların içindenzorla özet çıkartmak, belirlenmiş soruları yanıtlatmak… Bunlar özünde iyiniyetli çabalar olsa da çocuğu kitaba ve okuma eylemine yaklaştırmıyor.Çocukların eğlenmek, gülmek, okuma hazzı hissetmek için seçim yapma hakkınasahip olması gerekir. Bu sayede bir kitabın da aynı izlediği çizgi film, oynadığıbilgisayar oyunu gibi bir hikâye sunduğunu fark edecek ve okumayı sevecektir.Biz çocuk kitabı yazarlarına düşen ise öğretici olma sevdasına düşmeden, yalın,akıcı bir dille güzel hikâyeler yazmak.
Bize yeni projelerinizden bahseder misiniz?
Son öykü kitabım “Geçmiş Zaman Çileleri” henüz yayımlandı.Biraz ara vermeye, dinlenmeye, yeni hikâyeler biriktirmeye ihtiyacım var. Büyükolasılıkla kısa öykü yazmayı sürdüreceğim çünkü öykü türünü seviyorum. Bununyanı sıra çocuklar için bir roman yazmayı arzuluyorum. Kızıma bu konudaverilmiş bir sözüm var.
Yazarlığa başlamak isteyen, düşünen meslektaşlarımızatavsiyeleriniz olur mu?
Bugün yazmak isteyenler için düzenlenen çok sayıda yüz yüzeve çevrimiçi atölye var. Her sanat dalı gibi yazarlık da öğretilebilir. Türüniyi örneklerinin irdelendiği, kimi tekniklerin izah edildiği atölyeler ufukaçıcı. Geçireceğiniz zevkli saatler de cabası. Ancak yazar olmanın tek yolu varo da yazmak. İyi bir okur olmak, bolcatemrin yapmak, yazdıklarını paylaşmaya cüret etmek, onları dergilere,yarışmalara göndermek, dergilerden, yarışma jürilerinden yanıt almamaya,reddedilmeye hazır olmak, seni henüz fark etmeyen dünyaya küsmeden yazmayadevam etmek.
May 9, 2024
Bir Büyüme Hikâyesi: Hortum Akıllı
İnsan beyni, milyarlarca sinir hücresi ve bu hücreler arasındakibağlantılardan oluşmaktadır. Bubağlantılar sayesinde dünyayı algılarız, duygularımızı işleme alır, etrafımızdaolanı biteni öğrenir, problem çözme becerileri ediniriz. Bu bağlantılarhepimizde aynı şekilde değildir. Tıpkı parmak izlerimiz gibi farklılıkgösterir. Parmak izlerimizin aksine neredeyse hayatidir. Çünkü davranışkalıplarımızı, öğrenme şekillerimizi, çevreyle ilişkilerimizi bu bağlantılarbelirler. Pek çoğumuz sarılmaktan hoşlanır, kolaylıkla okur, etrafımızdakigürültülü dünyaya tahammül ederiz. Bağlantılarımız sayesinde, hem de çabasızca.
Oysa başkalarının ona dokunmasına katlanamayan, yüksek seslerden rahatsızolan, dikkati kolayca dağılan, günlük hayattaki değişikliklerden hoşlanmayan,arkadaş edinmekte güçlük çeken bireyler vardır. Onları normal/anormal olarakkategorize etmemek ancak bu farklılığın beyinlerinin farklı gelişmesinden veyaçalışmasından, yani nöroçeşitlilikten kaynaklandığını bildiğimizde mümkün.
Nöroçeşitliliğe sahip bireyler, tüm gelişimsel ve davranışsal dönüm noktalarınaçoğu insan için standart olan zamanda ulaşamazlar. Günlük hayata uyumları, beyinleri tipik şekilde çalışan ve gelişenbireylere nazaran daha güçtür. “Beceriksiz”, “uyumsuz” gibi takılması olasıetiketler ise durumu yalnızca daha da güçleştirir. İşte bu yüzden hepimizininsan beyninin her koşulda aynı çalışan bir makine değil, bir ekosistemolduğunu anlamaya ve kabul etmeye ihtiyacımız var. Bir başkasının hayatını,deneyimini yargılamadan önce, onun ayakkabılarını giymeye, onun geçtiğiyollardan, sokaklardan, dağlardan, ovalardan geçmeye, hüznü, acıyı ve neşeyitatmaya, onun geçtiği senelerden geçmeye, onun takıldığı taşlara takılmayaihtiyacımız var. Bir başkasının hayatını bire bir deneyimlemek normalkoşullarda pek de olası değil. Bu deneyime en yaklaştığımız yer, kurgusalkahramanların hayatlarına baktığımız filmler ve kitaplar…
Buncagirizgâhın sebebi, bana tam da bu türden bir deneyim yaşatan bir gençlikromanı. Cat Patrick tarafından yazılan, Seda Ateş çevirisiyle Türkiyeli okurunkarşısına çıkan Can Çocuk’tan yayımlanan “Hortum Akıllı” nöroçeşitliliğe sahipon üç yaşındaki Frankie’nin ağzından anlatılan etkileyici bir roman.
Roman,anlatıcı Frankie’nin hortumlara dair doğru bilinen yanlışları anlatmasıylaaçılıyor.
“Eğerhortumun biri ortaokula gitseydi, öbür çocuklar ona tuhaf tuhaf bakarlardı.Rehber öğretmeni, davranışlarının ‘kestirilmez’ olduğunu söylerdi. Annesi,çıkıntılık yapmamasını, diğer hortumlarla aynı yöne gitmesini tembih ederdi.Ama belki de uyumlu olmak hortumun hiç de umurunda değildir, bu pek arkadaşıolmayacağı anlamına gelse bile.
Bunuanlayabiliyorum çünkü benim de bir arkadaşım vardı, ama şimdi yok. Anlaşılmasıgüç.
Onunlabir hortum esnasında tanıştım.”
Frankie,bu girişin ardından anaokulunun ilk haftasında oluşan şiddetli hortumu, okulbahçesinde yaşanan paniği, o gün tanışıp arkadaş olduğu Colette’i anlatır vesözü bugüne getirir. Olayın üzerinden 7,5 yıl geçmiştir. Colette ilearkadaşlıkları biteli iki ay olmuştur. Colette kaybolalı ise yalnızca birkaçgün. Colette’i son gören kişi, Frankie’dir ancak son görüşmeleri pek dearkadaşça geçmemiştir. Collette, bir gece ansızın gelmiş ve Frankie’nin ikizkızkardeşi Tess de dahil olmak üzere üçünün oynadığı “Doğruluk mu? Cesaret mi?”oyununu belgelemek üzere kullandıkları, Frankie’nin sakladığı özel defteriistemiş, sonra da kayıplara karışmıştır. Genç kızı son olarak gören tümarkadaşları gibi polis merkezinde sorgulanan Frankie, polisin dikkatiniçekmeyen ayrıntıları fark eder ve gerçeğin yani arkadaşının nerede olduğununpeşine düşer.
Romankayıp kızın aranması, Frankie’yle küslüklerinin nedenleri, Frankie’nin ailesiyleve çevresiyle yaşadığı güçlükleri aktararak ilerler. Her bir bölümün ismihortumlarla ilgili bir gerçeğe tekabül eder. Frankie gerçek bir hortumseverdir.Bu bölüm isimleri ve Frankie’nin hortumlara dair açıklamaları boşuna değildir.Frankie’nin yaşadığı nöroçeşitliliği okura daha güçlü geçirmek üzere kullanılanbir metafordur, hortum. Frankie’nin zihninin içi, bir hortumun içi gibidir.Davranışları, yakın çevresi üzerinde yıkıcı etki yaratır kimi zaman. Kızkardeşi Tess, ılıman, güneşli bir gökyüzüyken, Frankie döne döne gelen,döndükçe büyüyen hortumun ta kendisidir. İki kız kardeş arasındaki zıtlık, nörotipikbireyler ile nöroçeşitlilik sahibi bireylerin yaşantılarını izah etmeksizingözler önüne serer. Frankie’nin yaşadığı iç çatışmaları, suçluluk duygusunuyansıtır. Frankie’nin güçlü yönü, herkesin gözünden kaçan ayrıntılarıkolaylıkla fark etmesidir. Değişiklikten hoşlanmayan Frankie için rutini bozanher bir ayrıntı bir şimşek kadar güçlü ve belirgindir, gözden kaçması imkânsız.O, tüm bu ayrıntıları, bir hortumun önüne geleni içine çekmesi gibi alır.Polisle de paylaşır. Emniyet güçleri, onun uyarılarını ciddiye almasa da, oColette’in bıraktığı, yalnızca kendisinin çözebileceği ipuçlarını toplar ve peşinedüşer. Tess de arama sürecinin bir parçası olur. Bu sayede yıpranmış kardeşlikilişkileri de düzelmeye başlar. Bir yandan Colette’in kaybolmasına dair gizemgiderilirken bir yandan da Frankie’nin büyüme, olgunlaşma hikâyesi takipedilir.
Birincitekil şahıs anlatımı sayesinde dikkat eksikliği, duyusal işlem bozukluğuyaşayan bir bireyin yaşadığı karmaşanın, duyguların, çatışmaların, terapiye,kullanması gerekli ilaçlara karşı duyduğu hoşnutsuzluğun okura başarıylageçtiği bir roman, “Hortum Akıllı”. Arkadaşlığa, kız kardeşliğe, affetmeye,büyümeye, kendin olabilmeye dair bu güçlü ve içten hikâyeyi gözden kaçırmayın.
HortumAkıllı
CatPatrick
ÇeviriSeda Ateş
Yaş12-13-14-+
CanÇocuk
* Bu yazı 6 Mayıs 2024 tarihinde Parşömen Fanzin'de yayımlanmıştır.
May 7, 2024
Bahar dayandı kapıya
Sabah aydınlığa uyanmak neşesi diye bir şey var. Bunu tanımlaykan tek bir isim, tek bir duygu yok ama bence olmalı. Düşünsene kara kıştan çıkmışsın. Aylarca alarmın sabahın kör karanlığında bağırmış çığlık çığlığa. Üzerine bir sabahlık ya da hırka giymeden yataktan çıkamamışsın. Yükümlülükler seni ayağa dikmeye zorlarken sen sıcak yatağını terk etmek ve içine büzülmek arasında gidip gelmişsin. Bedenin, ruhun hantal, iş görmek istemezken gözlerini açtığında gün ışığının çoktan odana dolduğu aydınlık günlere kavuşmuşsun. Papatyalar incecik boyunlarını uzatmış, sarı beyaz parlamakta. Katırtırnaklarıyla kavuşamamışsın henüz ama biliyorsun, kokularını salıyorlar havaya. Narin gelincikler çoktan kızarmış, uzun, yeşil çayırlar arasında birer desen gibi yatmakta...
Yani arkadaşım bahar dayandı kapıya. Uyanmamak mümkün değil. İlle uyanacak içinde bir şeyler, tomurcuk açacak. Etrafında uyanan doğaya kayıtsız kalamayacaksın. Uyanış seni de çağıracak. Hem de bangır bangır.
Bende neler mi değişti baharın gelmesiyle. Anlatayım. Üzerime ağır bir battaniye gibi serilmiş ertelemek havalandı örneğin. Eskiden eve gelir gelmez atardım kendimi koltuğa, bütünleşirdim neredeyse. Ev işleri pazara sıkışırdı her defasında. Bak şimdi ufak ufak yapıyorum, her gün bir şeyler. Oflamadan puflamadan 6.30'ta uyandım misal. Yazıp yollamam gereken kısacık yazı havalandı elektronik posta kuşuyla. Çay yaptım kızıma. O balkonda içti, ben bir dilim ekmek ve peynire katık edip yuvarladım. Tavuk haşladım sonra. Tavuklu nohutlu pilav demini almakta. Saat 8.25 daha. Salon derli toplu. Sandalye sırtındaki bir polar, bir yağmurluk, antredeki dolaba asılacak, hemen şimdi. Akşam karşılamayacak beni aynı yerde. Çamaşırlar katlanacak, yenileri yıkanacak, öyle sünmeden, sündürmeden.
Ertelemek çok büyük bir başlık biliyorsun. Öyle sadece sıkıcı ev işleri ertelenmiyor. Bir bakıyorsun, arkadaşlarla buluşmak da ötelenmiş. Büyük market alışverişleri, bedenin hareket ve sağlık ihtiyaçlarını gidermek, kitap okumak, yazmak... Bir yerlerden başlamak gerek, biliyorsun ama kış karanlığı seni içine çekiyor. Böyle yazmak, bunu pekiştirdikçe pekiştirmek, koca bir mevsimi çöpe atmak, onun keyiflerinden mahrum kalmak da doğru gelmiyor. Kış benim için biraz daha dinlenmeli, yavaşlamalı geçiyor sanırım. Bu durağanlığın ardından daha hareketli, eylemli günleri kutlama diye okunmalı belki de bu satırlar. Yani koca bir mevsimi karalama değil, onun sağladığı nadasın ardından gelen ödülleri kutlama satırları bunlar. Neler var kutlama listemde, bakalım:
Haftalar önce okuduğum Hortum Akıllı romanı hakkında yazdım. Parşömen'de yayımlandı. Çocuk ve ilk gençlik kitaplarının iyimser bir yanı var. Bünyeyi mahrum bırakmamalı.
Bu hafta evde üç yemekli misafir vardı örneğin. Pazar kahvaltısı, pazar akşamı balık, hafta içi bir akşam da şehir dışından gelen arkadaşlarla spontan bir akşam yemeği. Sohbetli, rakılı, şaraplı, kahkahalı, iyi anılar bırakan türden.
Dün ilk kez televizyon yayınına katıldım. Çanakkale'de faaliyet gösteren yerel bir kanalda Kent Söyleşileri başlığı altında kentin sanatçılarıyla, bilim insanlarıyla, konusunda uzmanlarla buluşup sohbet eden Öznur Doğangün'ün konuğu oldum. Yazmaya nasıl başladığım, süreci nasıl ilerlettiğim, kitaplarımın yayımlanma süreci vb konuları konuştuğumuz sohbet nasıl başladı, bitti anlamadım. Canlı yayın gibi tek seferde sohbet ettik, çekimi tamamladık. Önümüzdeki haftalarda yayımlanacak. Kalbim pırpır.
Gelecek hafta sonu üç günlük bir yoga kampına katılıyorum. Hayatımda ilk kez. Deniz kenarında çam ağaçlarının arasında gerçekleşecek kampa kızımla katılacağız. Hava izin verirse denize bile gireriz diye hayal ediyorum. TNT'deki evini yenileten ya da emlak arayan Amerikalılar gibi diyecek olursam, kendimi ağaç altında şezlongta yatmış kitap okurken hayal edebiliyorum. Hedefim yoga ve meditasyonun yanı sıra en az iki kitabı bitirmek, güzelce dinlenmek, rahatlamak...
Güçlü bir niyetim daha vardı. Hareketsizliğe alışmış bedenimi yoga kampından en az bir ay öncesinden uyandırmaya başlamak... Bak bunu eyleme çeviremedim daha. Kampa kaldı şunun şurasında on gün. Ama eski deyişi hatırlamalı. Bir ağaç dikmek için en iyi zaman yirmi yıl öncesiydi. İkinci en iyi zaman şimdi. O halde kendimi bugünden itibaren her gün 20-30 dakika arası yürümeye davet ediyorum.
April 30, 2024
Huzurlu Yaşam İpuçları: 18
www.nonviolentcommunication.com web sitesi Şiddetsiz İletişim ile ilgili Türkçede kaynakların sınırlı olduğu günlerde, ücretsiz belgelerinden sıklıkla yararlandığım bir dijital platformdu. Halen seyrek aralıklarla devam ettiğim Şefkatli Ebeveyn Günlükleri’nin ipuçlarını oradan alıyorum örneğin. O günlerde hevesle üye olduğum bültenlerin her birinden gelen ipuçları kıymetli esasında ama günlük hayatın hızı içinde, İngilizce bültenlere ilgimi, dikkatimi vermek, okuduğumu içselleştirmek her zaman mümkün olmuyor. O yüzden buraya ara ara bir başka serinin, Mary Mackenzie’den Huzurlu Yaşam Meditasyonu çevirilerini paylaşacağım. Her ne zaman, hangisine rastlar ve okursan dilerim şifa olur, ilham olur ve seni dönüştürür.
*
"Kendini bulmaya karar ver; ve bil ki kendini bulan, mutsuzluğunu kaybeder."
Matthew Arnold
18. Gün: Şefkatli İletişimin İkinci Bileşeni Duygular
Birçoğumuza hissetmek yerine düşünmemiz öğretildi. Başkalarının nasıl hissettiğini düşünmemiz öğretilmiş olabilir, ancak çok azımıza kendimizi kontrol etmemiz - biriyle birlikteyken nasıl hissettiğimiz, bir şey yaptığımızda nasıl hissettiğimiz veya bir konuda daha iyi hissetmek için ne yapabileceğimiz gibi konularda nasıl hissettiğimizi fark etmemiz öğretildi.
Ötekini düşünmeye odaklanmak, kendimizle olan bağlantımızı azaltmış ve kendimizi inkâr etmemize katkıda bulunmuştur. Bu nedenle, insanlara duygularıyla bağlantı kurmalarını ve onları başkalarına ifade etmelerini önerdiğimde, bunun ne kadar zorlayıcı olabileceği karşısında şok oluyorlar.
Eğer duygularımızı ifade etmeye alışık değilsek, kendimizi savunmasız hissedebiliriz. Başkalarının tepkilerini düşünmeye alışkınsak, sadece duygularımızı fark etmek bile bunaltıcı olabilir.
Başlangıçta ne kadar bunaltıcı veya tehdit edici görünse ve kendinizi ne kadar savunmasız hissetseniz de, ödüller buna değer. Duygu dağarcığınızı genişletmeye başlayacak ve denemediğiniz zamanlarda bile bir şey hakkında nasıl hissettiğinizi fark etmeye başlayacaksınız.
Ardından, farklı kararlar almaya başlayacağınızı tahmin ediyorum - başkasının ne hissettiğini düşündüğünüzden ziyade hislerinize dayalı kararlar. Hatta hoşlanmadığınız şeyleri yaptığınızı ya da hoşlanmadığınız insanlarla vakit geçirdiğinizi bile fark edebilirsiniz. Kendi duygularınızın farkına varmak, yeni bir başlangıç olabilir.
"İlhama değil çalışmaya inanıyorum"
Geçmiş Zaman Çileleri üzerine Gizem Ardıç ile yaptığımız yazılı söyleşi bugün Edebiyathaber'de yayımlandı. Arşive almak ve paylaşmak için bloğa da alıyorum.
Söyleşi: Gizem Ardıç
TuğbaGürbüz ile Klaros Yayınları’ndan yayımlanan yeni öykü kitabı “Geçmiş ZamanÇileleri” ve öykülerin yazım sürecine dair konuştuk.
“İlhamadeğil çalışmaya inanıyorum”
Sizi öykülerinizle tanıyoruz.Geçtiğimiz günlerde yeni öykü kitabınız GeçmişZaman Çileleri okurlarla buluştu. Kitapla ilgili sorularımageçmeden önce yazı kaynaklarınıza, sizi besleyen unsurlara dair merakettiklerimle söze başlamak istiyorum. Günlük hayatınızda insan hikâyeleri dinlemeyisever misiniz?
Herne yapıyorsak, bunun önemli bir parçası da dinlemek. Dolayısıyla odaklanarak,dikkatimi vererek, fark ederek dinlemeye özeniyorum. İnsanları dinlerkenanlattıkları olaylardan çok ayrıntılar dikkatimi çekiyor. Vurguyu nereyeyaptığı, neye benzettiği, kullandığı bir tabir, kelimelere eşlik eden bedendili… Tüm bunlar ilgimi çekiyor. Bununla beraber lafı çok dolandıranlara, sözüdönüp dönüp kendine getirenlere, sazı elinden bırakmayanlara da pek tahammülümyok.
Farklı ülkelerde, şehirlerde, geçmişdönemlerde geçen öyküleriniz var. Seyahat etmeyi sever misiniz?Seyahatlerinizin öykülerinizi beslediğini düşünüyor musunuz?
EduardoGaleaono, Hikâye Avcısı kitabında Binbir Gece Masalları’ndan bir tavsiyeyihatırlatır bize: “Çek git, dostum! Herşeyi terk et ve çek git! Yayından çıkıp gitmeyen ok ne işe yarar ki? Odunolarak kalmaya devam etseydi, ud o ahenkli sesleri çıkarabilir miydi?” Seyahatetmek, çekip gitmenin yıkım yaratmayan yolu. İşlevsel de üstelik. Çünkü günlükhayatlarımızı sürerken dikkatimizi yaptığımız her bir eyleme bütünüylevermiyoruz. Arabaya biniyoruz ve gideceğimiz yere varıyoruz. Arası koca birboşluk… Seyahat etmek, bu boşlukları doldurmamızı sağlıyor bana kalırsa. Yenibir yere gittiğimizde algımız, dikkatimiz keskinleşiyor. Bu da hikâye avlamayıkolaylaştırıyor.
Çanakkale’de oturuyorsunuz. Bildiğimkadarıyla burada yaşamış ya da yolu oradan geçmiş tarihi ve mitolojikkahramanlara meraklısınız. Öykülerinizi yazarken bunlardan etkilendiğinizoluyor mu?
Çanakkaletarihi, mitolojik hikâyelerden, söylencelerden yana zengin bir coğrafya. Ben deilk kitabımdan itibaren hikâyelerine yer veriyorum. Lodos Çarpması’nda yer alan “Akkız” öyküsü, Sarı Kız ve HasanBoğuldu efsanelerinin bir tür yeniden yazımı örneğin. “Mevsim Kadar SıcakÖpücükler” Fransız bir erin bakış açısından yazılmış barış çığlığı…Çanakkale’nin öykülere sızması doğal. Kordonu baştan sona yürüdüğümde Aşıklar Tepesi sırtındaki 18 Mart 1915yazısını, Kilitbahir yamacındaki “Dur Yolcu” şiirinin dizelerini, Nusrat Mayın gemisini, Truva atını çabasızcagörüyorum. Tüm bunlar Çanakkale Deniz Zaferi’ni, “Centilmenler Savaşı” diyebilinen Gelibolu yarımadasında süren kara savaşlarını, Truva Savaşı’nı anlatanbirer sembol. Her gün onlara bakmak, yıllar içinde farklı katmanlarda, bilinçdüzeyinde yeniden tanışmamı, anlamamı, yeniden yorumlamamı sağlıyor.
GeçmişZaman Çileleri adıyla ve kapağıyla da dikkat çekiyor. Kitaba bu başlığı verme nedeniniz nedir?
İlkkitabımda “Veda” adında bir öykü yer alıyordu. Birkaç okurdan, öykünün güçlü veetkileyici girişine karşın ilerleyen sayfalarda bu çıkışı sürdüremediğine daireleştiriler almıştım. O öyküyü yeniden yazma fikri hep aklımdaydı. Öyküyünihayet yazdığımda kahraman, babasının cenazesiyle beraber geçmişinin decenazesini kaldırmaya karar verdi. Dosyayı tamamlayıp kitaba isim vermeaşamasına geldiğimde onun iç sesinden duyduğumuz “geçmiş zaman çileleri”tabirinin kitabın ruhuna denk düştüğünü fark ettim. Kitaptaki kahramanların,keza her birimizin ızdırabının sebebi öyle ya da böyle geçmiş deneyimler veonları algılama, yorumlama biçimlerimiz.
GeçmişZaman Çileleri bir epigrafla başlıyor: “Açık kapı değildir hayat, yaşlılar bilir / Bireşikten, aralıktan ne gördüyseniz odur.” Hüsnü Arkan, Nim
Bir röportajınızda yazım tarzınızı dabu dizelerle ifade etmişsiniz. Bunu biraz açar mısınız?
Benimiçin öykü, “geçerken gördüğüm şey”. Öyküyü kısa bir âna, kesite sıkıştırmaeğilimindeyim. Daha çok söylemek, kapıyı ardına kadar açmak mümkün ancak benimtercihim bu değil. Okura içeride karşılaşacağı öykülerin tarzına dair bir ipucuvermek, bunu sevdiğim bir şairin dizeleri aracılığıyla yapmak yazarın oyunihtiyacından başka bir şey değil.
Öykülerde metaforları, benzetmeleriustalıkla kullanıyorsunuz. Böylece duygu, mekân ve karakterin okuyucuya geçmesiçok kolay oluyor. Bunlar üzerinde özellikle çalışıyor musunuz, yazarkenkendiliğinden mi çıkıyor?
Her bir hikâyenin yazılma, ortaya çıkma şeklibirbirinden farklı. Kimi zaman öyküler nerdeyse tek seferde çıkıyor, pek azdüzeltme gerektiriyor ancak genel olarak çalışma şeklim bu değil. Yalnızcailham geldiğinde oturup yazmak, bozuk bir saatin günde iki kez zamanı doğrugöstermesi gibi bir şey. Dolayısıyla ilhama değil, çalışmaya inanıyorum.Öykülerin ilk yazım aşamasını bitirdikten sonra içeriği destekleyecekbenzetmeler, metaforlar bulmak, öyküyü doğru ve yerinde bir finale vardırmakiçin gerekli eklemeleri çıkarmaları yapmak üzere çalışıyorum. Üzerinde durduğumbir diğer önemli unsur ise metni yazarın iç sesinden, kendi görüş vedüşüncelerinden sıyırmak.
GeçmişZaman Çileleri ’ndeiletişimsizlik teması hâkim. Özellikle baba – çocuk iletişimsizliğini, hiçdidaktik olmayan bir yerden çok güzel anlatmışsınız. Uzun süredir gözlemlediğinizbir konu muydu?
Toplumsaldüzende erkeğin, kadının yeri, onlara dağıtılan roller, beklentiler, hepimizindoğduğumuz anlardan itibaren gözlemlediğimiz, gözlemlediğimizin farkına dahivarmadan öğrendiğimiz, içselleştirdiğimiz meseleler… Ben de ilk kitaptanitibaren bunların birey üzerindeki etkilerini yazıyorum sanırım. Çekilmezevlilikler, tükenmiş kadınlar, annelik, toplumsal roller, kişinin kendine veiçinde yaşadığı topluma yabancılaşması, durumların içinden çıkamayan, bir türuyuşma, donma hâli yaşayan bireyler öykülerde yer alıyordu. Öyküler daha çokkadınların ve çocukların bakış açısından anlatılıyordu. Öyküler bitip dosyabütünlüğünde üzerinde çalışmaya başladığımda, bu kez bunun kaynağınayöneldiğimi;. erkekliğe, bireyleri, toplumu zehirleyen erkekliğe, kadının veçocukların üzerine abanan ağırlığına, yokluğuyla açtığı boşluğa, büyüyemeyenerkek çocuklarına baktığımı fark ettim.
Son olarak; çok okurunuz olmasını mıistersiniz, size özel bir okur kitleniz olmasını mı?
Öykütüründe kalem oynatan bir yazar olarak çok okurum olma ihtimali pek yokaçıkçası. Yazın yolculuğuma, her nereden yakaladıysa oradan katılan,yazdıklarımın onlardaki karşılığını paylaşma cömertliği gösteren okurlar isemutluluk kaynağı. Yazarın varlığını mümkün kılan okurun varlığı neticede.
April 29, 2024
Ben bir erteleyici miyim?
Ayın son günü. Blogta üç eksik yazı var. O halde soruyorum kendime. Ben bir erteleyici miyim?
Yanıt için ertelemek kavramına yakından bakmak gerek. Nedir? Ertelemek, bir işi yapmak için belirlenen zamanda yapmamak, geciktirmek demektir. Genellikle kişinin kendini motive edememesi, işin zor ya da sıkıcı olması gibi sebeplerle ertelemeye başvurulur.
Yazmak benim için sıkıcı değil. Zor mu? Belki bazen. Nereden başlayacağımı bilemediğimde. Ama blog havadan sudan, kendimden, okuduklarımdan, düşündüklerimden samimiyetle konuştuğum bir mecra. Serbest kürsü bir nevi. Almışım elime mikrofonu. Zor değil yani.
Koskoca 30 gün içinde yazılacak 8 yazının dördünü son iki güne bırakmak da neyin nesi? Nelere yol açıyor?
Ertelemek, işlerin birikmesine, zihindeki yapılacaklar listesinin uzamasına neden oluyor. Son dakikaya bırakıp aceleyle tamamlamaktan kaynaklı, kalitesiz bir iş çıkması riski taşıyor. Getirdiği olumsuz duygular da cabası. Sürekli olarak işleri ertelemek, stres, kaygı ve suçluluk duygularına sebep olmaz mı? Soruyorum size. Kişinin kendisine yetersizlik düşünceleri ekmez mi?
Yeterince iyi değilim ile başlayan türlü türlü cümlelerle kendimi dövmeyeceğim. Merak etme. Tam da içinde bulunduğum yerden, yazı yetiştirme telaşı ve sorumluluğu taşırken olanı samimiyetle yazıyorum. Yatakta, henüz pijamalar içindeyken, bilgisayarı dahi açmadan, telefonla.
Çünkü ertelemeyi engellemek için üç küçük adım atmalıyım bugün. Sabah, öğlen, akşam. Yazıyı burada kesebilirim pekâlâ. Üçün biri tamam. Ama biliyorum ki ertelediklerimin listesi uzun. Blogtaki eksik yazılarla sınırlı değil. Belki de listelemeli. Bilenlere danışmalı. Aklını gezmeye çıkarmak istersen bana da uğramayı ihmal etme. Merak ediyorum çünkü. Sen ertelemek ile nasıl başa çıkıyorsun?
Tuğba Gürbüz's Blog
- Tuğba Gürbüz's profile
- 1 follower

