Yüce Zerey's Blog, page 13

December 9, 2014

Pikaçu Quotes

Ortak Katların En Küçüğü değil miydi? Kocaman hayallerimizi matematik tabanlı rasyonel gerçekliklerle küçültüp “Sen bununla yetin!” diyen. 


The post Pikaçu Quotes appeared first on @yucezerey.



Benzer Yazılar:
iRobot Pikaçu


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 09, 2014 14:13

December 8, 2014

Az Entelektüelin Dramı

az entelektuel.001


Entelektüel gibi naif bir kavramın en kaba tasviri manda kasa Mercedes’tir. Ara sokaklarda, dar alanlarda, kısa mesafeleri ilişkilerde, ayak üstü kesişimlerde; çevik ve artistik hareketler gerektiren durumlarda kendini hakkıyla gösteremez. Ancak otobanda yola oturduğunda, kayda değer mesafe kat edildiğinde ve derinlikte boy verilmeye başlandığında kendisini kimse tutamaz.


Az entelektüel ise tüp takviyeli Şahin gibidir. Ara sokaklarda, dar alanlarda, ayak üstü tadımlık ilişki ve sohbetlerde; ani fren ve gazlarla kendini gösterir. Otobanda yola bi türlü hakkıyla oturamaz. Motivasyonu sol şeritte gelen geçenle kapışmak olsa da, bunu her denediğinde g..tü başı patlar. Filmin son sahnesinde ise her daim su kaynatır ve emniyet şeridine çekmek zorunda kalır.


Az entelektüel, hayatının her evresinde aşk ve şevk ile gerçek entelektüele öykünür. Öykünmenin dozundaki konjonktürel dalgalanmalardan dolayı da kendini entelektüel zanneder ve öyle yaşar. İşte dram da tam bu noktada başlar. Araf sınırları aşılmış, taraf seçilmiş, eziklik payesi kuşanılmıştır. Artık bundan sonrası rahvan gitsindir.



Az entelektüel dediğin kişiler:


· Klasiklerle özetleri üzerinden tanışmış özet edebi kişiliklerdir.


· Paleografi, Jeneoloji, Antropoloji, Filoloji, Etnoloji gibi sosyal bilim alanları ile ilgilendiğini her fırsatta dile getirerek etrafındakilerin: “Yok artık Ali Sami… Ne donanımlı herif” diye çığıran iç seslerine kulak kabartır.


· Prestijli kitap evleri uğrak yerlerindendir. Sık sık derin kitaplar alır ve aldığı kitapları kapaklarını açmadan kütüphanesinin zindan raflarında esir eder.


· Gözlük, 13,5 günlük okunmamış sakal, zayıf beden, belirgin kaburgalar, bir karış genişliğindeki kıç, geniş olmayan omuzlar ve kemikli bir vücuda sahiptir.


· Sosyal Medya’da marjinal bir konuşma tonuna sahip olmak, herkesin söyleyemediklerini söyleyebilmek, beğenilmeyen işler hakkında cesurca yorum yapmak, düzene kafa tutmak, özgün içerikler paylaşmak; az entelektüelin üzerine vazifedir.


· Elinin altında tiyatro takvimi, festival takvimi bulundurur ve konuyu mümkün olduğunca son gidilen, ya da gidilmesi planlanan etkinliğe getirir.


· Hayatın her manzarasına sürdürebilir depresyon lensi ile bakar. Bohem tavırlar sergiler. Bunalımdan, depresyondan beslenir. (en azından beslenir gibi yapar)

· Kahvesiz ve sarma tütünsüz güne başlayamaz. Herkesin çay / sigara ikilisi ile girdiği sabah mahmurluğu virajına filtre kahve / sarma tütün ikilisi girer. Umumdan farklılaşır.


· Güne kaktüs traş ederek başlamak, her gün köpeğinin patisini öpmek, mitokondri terbiye etmek, televizyonda arka planda kameraya bakmazken görünmek, kulak kıllarını uzatmak, kayaç biçimlemek, çuhayı yırtmak için pike çekmek gibi antin kuntin hobi ve alışkanlıklara sahiptir.


· Füzyon kafasını çok sever. Otu b..ku birleştirmeye çalışarak fark yarattığını düşünür: “Numizmatik ile farmakolojinin füzyonu hayatı ne kadar anlamlı kılıyor değil mi?”


· Gerçek bir entelektüel ile karşılaştığında kendisini sömürmek, etinden, sütünden faydalanmak için her türlü yalakalığı yapar. Akabinde de öğrendikleri daha dimağında sindirilmeden satışa başlar. Kendinin ne kadar entelektüel olduğuna dair algıya katma değer sağlar.


· Popüler dünyaya ve takipçilerine sürekli b..k atarken (Diziler, kadın programları, yarışma programları vb.) kendini sürekli bu dünyayı deneyimlerken bulur.


· Her şeye meydan okuma (challenge etme) eğilimindedir. Çünkü her şey hakkında soru sorup, farklı bakmaya çalıştığında çok daha zeki ve entelektüel gözükmektedir.


· Karşı cinsle hiç ilgilenmiyormuş, hayatın anlamını bilginin derinliğinde bulmuş gibi gözüküp, abazalıktan duvarları tırmalayanlarına sık rastlanır.


· Sürekli kendini sanatsal film izlemeye zorlar. İzlerken yeterince sıkıldıktan sonra mevzu Youtube’tan “Kolpaçino En İyi Sahneler” araması ile sonlanır.


· Yalnızlıkların, hüzünlerin, sevinçlerin emanet edilebileceği bir evcil hayvan sahibi olmak az entelektüellerin olmazlarındandır.

· Genel olarak; Cihangir, Nişantaşı, Galata, Çukurcuma, Karaköy, Arnavutköy gibi mekanlarla, tek başına, özgün ev eşyaları (dünyanın farklı yerlerinden toplanmış taso koleksiyonu, zengin bir çizgi roman / manga koleksiyonu, nitelikli bir plak arşivi, fular çeşitleri, kullanılmış ıslak mendil koleksiyonu, karpuz çekirdeği koleksiyonu vb.) ile döşenmiş evlerde oturmak, Alice’nin tavşanını takip ederken yaşanan deneyimlerin hangisinin gerçek hangisinin sanal olduğunun algı arafından farksızdır.


· Karşı cinsle yaklaşmak ve ilişkiyi derinleştirmek için entelektüel kaslarını sürekli meydanda bırakır. “İstediğin kadar çekici olmayabilirim ama aslan gibi entelektüelim hadi gel.” mesajını verir.


· Çantasında, el altında, baş ucunda muhakkak bir sahaftan alınmış olan ve demlenerek okuyorum izlenimi verilen kitaplar olur.


· Sergi, konferans ve panel takip etmesinin yanı sıra alakalı alakasız tüm protesto ve tepki yürüyüşlerinde belli bir mesafe ve otokontrol ile tepkisini açığa vurmaya çalışırken “aynen, bence de” mesajını ortama salar.


· Anti-militarist, anti-kapitalist, post-modern, karşı pozitivist gibi modlara ortamına göre girip çıkarken de-hümanize davranışlar sergiler.


· Öykünmenin ilk safhalarında top sakallı görünürken, zaman ilerledikçe toptan sakalı salma tarzına evrilir.


· Az bilinen kelimeleri öğrenmesini müteakip ait olduğu dil ailesi, alfabe yapısı, kelime kökü keşifleriyle mesafe alır ve sohbet ortamlarında yüz yıllık dil bilimci edasıyla “işte bunlar bana keyif veriyor” sosunda paylaşımlar kasar.


· Belli dönemlerde dünya ve kainatın gitmekte olduğu yön ile ilgili depresyona girme teşebbüsünde bulunur ve bunu yedi düvele duyurarak toplumsal sorumlulukta öncü olma hedefinin üzerine çizik atar.


· 3. Sınıf bir edebiyat dergisi, web sitesi yada bloğunda bir yazısı yada söylemi çıkarsa tüm sosyal platformlarda link paylaşımı yaparak “böyle şeylerden haz alıyorum ama derdimin yanında bu bir hiç!” mesajını da satır arasında paylaşır.


· Yıllar öncesinden karşılaştığı lise ve üniversite arkadaşlarının “ne iş yaptığını” sorması üzerine “birkaç yerde yazıyorum, birkaç proje var, yurtdışı falan” gibi top çevirmelerle “sıradan ve maaşlı biri değilim, kendime ait hassasiyetlerimi yaşıyorum” gibi holistik paylaşımlarla karşısında “adam başka bir kafa yaşıyor abi yaa” hissiyatını yaratmaya çalışır.


“Hiç bir zaman entelektüel değildim. Ancak böyle bir görünüşüm var.” (Woody Allen)


07.12.2014 Tarihinde Radikal’de yayınlanmıştır.


The post Az Entelektüelin Dramı appeared first on @yucezerey.



Benzer Yazılar:
3 Kasım 2010 Webrazzi Summit’teyim
Herşey Dahil: Sosyal Medya Muhabbeti


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 08, 2014 06:18

December 5, 2014

Az Zenginin Dramı

az_zengin.001


Zengin, sosyo-ekonomik statü düzeyi, parası, malı sonsuzda şuursuzluğa yakınsayan; varlıklı, varsıl, variyetli kişiler grubudur.


Az zengin ise, hayatının merkezine zengini almış, zengini zenginden daha çok konuşan, zenginin yaptıklarını ve / veya yapmadıklarını  zenginin bile fark etmediği, detaylı bir şekilde deneyimlemek için kıt kaynaklarını optimize etme çabasında olan orta – üst sınıf fukara kümesidir.


Maratona tavşan olarak başlayan zenginin arkasından ciğerleri patlayana kadar koşan az zengin, fukara dünyasında, bir çok travmayı, dramı bünyesinde barındır:



 “İhtiyaç kredisiyle de olsa, şehrin en havalı spor kulübüne yazıldım. İmajımın zenginleşmesi için de Personal Assistant (PA) tuttum. Sadece bana özel tasarlanmış bir program eşliğinde mahalleri karıları gibi oynayıp içimizdeki kurtları döküyoruz. Oradan buradan sarkıp, kıçımızı başımızı gererek, fotoğraf çekip Pilates yapıyoruz.”


 “Tabiki premium bir sitede oturuyoruz. Ama hala kiradayız. Olsun, Tinkuntan’ın CEO’su Satılmış Porsuk ile aynı çimenlerde yürüyoruz.”


 “Abaza zengin, yürüyünce  çapkın oluyor.  Abaza az zengin, yürümeye yeltenince, sapık oluyor. Bi türlü anlayamıyorum.”


 “Bildiğin bütün ünlüler de buradan alıyor. Orijinaline o kadar para verilir mi ? Sonuçta çakmaların da çok kalitelileri var. Kim anlayacak?”


 “Şu tekneyi alacam diye anam ağladı. Aldım da ne oldu? Kodamanların teknelerinin yanında kayık gibi kaldı.  Üstüne üslük, koyacak yat limanı da bulamıyorum. Hepsi çok pahalı. Milletin mürettebatı, kaptanı var; ben hala amele gibi her şeyi kendim yapmaya çalışıyorum. Ayakkabıları çıkart be Zülküf abi, daha yeni sildim be. Ahh be Zülküf abi…”


 “Yurt içi ve yurt dışındaki outletlerin tuvaletlerinin taş detayına kadar hakimim. Premium markaları başka türlü nasıl alacağız ki? Outlet dinamiğine hakim olduktan sonra insan normal alışveriş yapamıyor.” (Salı pazarında görüldü…)


 “Seymen indirimi başladı mı Necla? Başlamış olması lazım, email geldi bana. Hadi gidelim bakalım Nişantaşı’na.”


  “Puro, pahalı bir hobi. Ama purosuz kaldığımda da elim ayağım titriyor. Kaçak puro alım sürecini patlatmamız lazım artık. Yoksa çoluğun çocugun rızkını puroya gömeceğiz.”


 “Çok yüksek frekansta dışarı çıkmıyoruz. Ama çıktığımız zaman da mutlaka zengin bir yere gitmeye, az yemeye, çok hava atmaya odaklanıyoruz. Hep iyiyiz. Şekeriz…”


   “Masamın üzeri ve kütüphanem hep zengin kitap ve dergileri ile dolu. Bu vesile ile yüksek sosyete araba, uçak, mekan, mücevher ve sanat kültürlerine cümle içinde kullanacak, artislik yapacak kadar hakimim.”


   “Benim de davetiyem yoktu. Fitnat’ın kocasının çalıştığı şirkete iki kişilik davetiye göndermişler. “Bu g..t benim…” galasına birlikte gider, gelenlere bok atarız.”


   “Uçak aldı da ne oldu? Modeli neymiş? Kapasitesi ne kadarmış? Menzili neymiş? Ebem de alır öyle uçağı. Arkadan üç kişi Bostancı uzatabilir misiniz?”


  “Namımız yürüsün tabiki Çırağan’da yapacağım düğünü. (Güzel abim benim krediler patlak da senet yapabiliyor muyduk? Pul, senet alıp geleyim mi?)”


   “Bu sene tatile Seyşeller’e gidiyoruz.” (7 kişinin millerini toparlayınca ancak denk getirdi iki kişi gidişi. Dönüş de kısmet dedi.)


   “Papermoon’da buluşalım mı?” (Soda içip cüz-i gibi bahşiş bıraktı, arabayı valeye vermedi.)


   “Yüzümü sadece İsviçre’den getirttiğim içme suyu ile yıkayabiliyorum. Aksi takdirde sivilce oluyor.” (Çayı sokak çeşmesinden doldurduğu su ile demliyor.)


   “Kıçımı yıkamak için mutlaka bide arıyorum. Aksi takdirde tam temizlendiğimi hissetmiyorum.” (Tuvalet kağıdı yerine peçete kullanıyor.)


    “Bizim Nalan’ın böbreğinde pırlanta taşı çıkmış.” (Yok artık anasının nikahı..)


     “9 liralık kulaklık alırken 12 taksit yaptırmanı hiç anlamıyorum.  Tek kelime ile fakirlik bu…”


    “İkinci el jipine çok yakmasın diye tüp takdırdı. Ama Ak Merkez’e giremeyince tüp ile pikniğe gitmeye başladı.”


“Gerçi aşkın kralını da yazsan, bu devirde para etmez… Eskidendi o, fakir çocuk, zengin kız ayakları. İnsanların bin tane derdi var artık. Ekmek derdinde. Millet gülecek yer arıyor.” (İncir Reçeli)


30.11.2014 Tarihinde Radikal’de Yayınlanmıştır.


The post Az Zenginin Dramı appeared first on @yucezerey.



Benzer Bir Yazı Bulunmamaktadır.



 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 05, 2014 03:38

Çıkarılamayan Goller

fft81_mf2677679

O kadar işin gücün arasında bir de mülakat mı yapacaktı? “Bi türlü bulamadık gitti şu proje yöneticisini”  diye hayıflandı yine. Tam insan kaynakları ekosistemine söveyazıyorken departman asistanı aradı. Mülakata çağırıyorlardı. Üflerin püflerle raksından ortaya çıkan hüzünbaz melodiler eşliğinde aşağı indi.



Toplantı odasınının kapısını açar açmaz karşısındaki adayı gördüğünde tetiklenen, kan basıncındaki dalgalanmayı anlamlandıramadı ya da kendine konduramadı. Masanın karşı tarafında günümüz gençlik dizilerinden taze fırlamış bir delikanlı oturuyordu. Adı Akant’tı. Ne garip isimdi. Acaba ne anlama geliyor diye düşünürken kendine geldi ve kan basıncındaki anomaliyi topladı. Hoş geldiniz diyerek, Akant’ın elini sıktı. Hoppalaaa… Elini sıkarken Şebnur’un sistemi yine hata vermişti. Kendinden nefret etti. Hiç daha önce böyle bir şey yaşamamıştı. Nasıl olabilirdi?


Şebnur, mülakat esnasında cocuğa bir taraftan formal sorular sorarken bir taraftan da iç sesi ile dalaşıyordu:

“Tipine göre değil, yetkinlik ve deneyimine göre değerlendir salak.”

 

“İşe alırsak nasıl çalıştıracağım. Kesin sorun çıkar. O’ndan çıkmasa benden çıkar.”

 

“Manyak mısın kızım nereden çıktı bunlar?  Tribe girdin iyice. Bak işine gücüne. Bu zamana kadar elde ettiğin başarılarını,  değerlerini, duruşunu hatırla. Arakla kendini.”


Şebnur, Akant’a bir soru sorarken, kendisine on soru soruyor. Akant’a sorduğu soruların tamamına cevap alırken, kendine sorduğu sorulara ise cevap alamıyordu.


Akant’ın görüşme performansı da, özgeçmişi de epey iyiydi. Gelecek vaat eden bir profesyoneldi. Dolayısıyla Akant’ın işe alınması hususunda herkes mutabıktı.  Ama, yalandan da olsa Şebnur’un görüşü önemli idi. Şebnur’un ise diyecek çok bir şeyi kalmamıştı. İnsanların ekmek parası ile de oynamamak gerekiyordu. Akant’a karşı yaşadığı duygusal anomali Akant’ın suçu değildi. Ama bundan sonrası nasıl olacaktı? Olaylar nasıl gelişecekti? Şebnur ne b..k yiyecekti?


Şebnur, İstanbul ile arasında fiziksel ve kültürel mesafe olan şehirlerden birinden geliyordu. Öğretmen bir annenin, muhasebeci bir babanın tek çocuğuydu. Tüm eğitim ve öğrenim hayatı boyunca ailesine, göğüs kabartıcı bir deneyim yaşatmıştı. Hocaları sürekli ailesini tribünlere çağırarak “Oley” çektiriyorlardı.   İş hayatına da aynı başarıyı yansıtmak zorundaydı. Yansıtmıştı. Yansıtıyordu da.


Akant iş başı yapmış, oryantasyonu müteakip hızlı ve acılı temponun içine atlamıştı.  Şebnur ile birlikte çalışıyorlardı. Aynı tempoda süzme piçliklerine de başlamıştı. Ne de olsa post modern gençlik dizi kahramanlarının çakmasıydı.


Şebnur’un kendisine olan zaafını henüz iş görüşmesinde çözen Akant, mevzunun üzerini çok kaşımadan, süreci doğru yönetirse, olay ve kahramanların nereye gidebileceğinin kokusunu çok uzaklardan almıştı.


Şebnur, her daim işte ve işten öte ortam ve gündemlerde Akant’a karşı mesafesini koruyordu ama çok zorlanıyordu. Boğazındaki adını koyamadığı düğüm, bünyenin tüm standartlarını alt üst etmişti.  Ama yine de karşı koyuyordu.


Akant ise her fırsatı gelecek vaat eden bir profesyonele yakışır şekilde değerlendiriyordu.


İşte destek paketi:“Sen çıkabilirsin, ben hallederim. Merak etme top bende.”


İşten öte destek paketi:“Ekmek lazımsa alayım. Eşya taşınacaksa taşıyayım. Hamur mayalanacaksa mayalayayım. Köpek dolaştırılacaksa dolaştırayım. Apple TV kurulacaksa kurayım. Site aidatı yatırılacaksa yatırayım.”



İyi bir dost paketi:
“Bana her türlü açılabilirsin. Ben senin dostunum. Biz de benzer süreçlerden geçtik. Belki yardımım dokunur.”


Akant tüm paketleri ziyadesiyle etkin bir şekilde çalıştırarak Şebnur’a adeta nefes aldırmıyordu. Zaten kızın bi kanmalık canı vardı. Yine de Akant tam saha pressin şiddetini ve frekansını hiç düşürmüyordu.


Akant ile Şebnur, “Golgi Aygıtı’nın Ters Akım ile Bayır Aşağı Vurdurulması” projesi için Cumartesi günü bir araya geldiler. Projenin kapsamı çok geniş olmasına rağmen terminleri de bir o kadar dardı. Tüm gün nefes almadan, kafalarını kaldırmadan çalıştılar. Karınları da acıkmıştı.


Son bir gayret ile projeyi tamamladılar. Akabinde de kendilerini ödüllendirmek için güzel bir yere yemeğe gittiler. “Yemeğin yanında ne içecek olarak ne alırsın?” diye sordu Akant. Şebnur’un zihnindeki tüm koruma kalkanları ortalığı ayağa kaldırdı ve hep birlikte: “Sakın alkol alma, adam gibi bir şey iç.” dediler. Tüm kontrollü haline rağmen Şebnur’un ağızından “Alkol alırım.” çıktı. Alkol kelimesinin Şebnur’un ağızından çıkmasını müteakip Akant’ın zihinsel atak cephesinde hakemin penaltı noktasını gösterme sevinci havayi fişeklerle kutlandı. Nihayet büyük bir gol şansı yakalanmıştı.


Yenilenler içilenlere karışmış, kahkahalar uzun anlamsız bakışlara kaynamış, içilenler nefisleri gevşetmiş, koruma kalkanları çarşı iznine çıkmış, dudaklar dudaklara, tenler tenlere karışmış, filmin sonunda herkes birbirine yürümüştü.


Akant gol sevinci ile sürekli koşacak tribün ararken, Şebnur ise kendini b..k gibi hissediyordu. Nasıl böyle bir şey yaşanmıştı? Neden engel olmamıştı? Bundan sonra ne olacaktı? Ne büyük bir malzemeydi? Bu zamana kadar nakış gibi işlediği her şey bir kıvılcım ile yok olabilirdi? Kendinden yine nefret ediyordu.


Pozisyonun bir daha tekrarı yaşanmadı. Anlaşılmadık bir şekilde Şebnur süreci iyi dengeledi ve o gece hiç yaşanmamışcasına bir mesafe yapılandırdı. Yaşananlar iş güç telaşesine karıştı kaynadı gitti. Her şey neredeyse eskisi gibi idi. Akant ile iş arkadaşı çizgisini koruyorlardı.


Ta ki, bir gün telefonuna bir mesaj gelene kadar. Gelen mesaj bir what’s app mesajı idi. Ayşegül’dendi. Ayşegül ile çok samimi değillerdi neden mesaj atmıştı ki?  Hemen mesajı açtı. Bu bir uyarı mesajıydı. Ayşegül’ün erkek arkadaşından Ayşegül’e gelmişti. O’da Şebnur’u uyarmak istiyordu. Mesajda; Akant’ın abaza bir what’s app grubunda, arkadaşlarına Şebnur’a nasıl yürüdüğünü fütursuzca anlattığı metinler ve Şebnur’un uyku halinde çekilmiş yarı çıplak bir fotoğrafı vardı.  Zaman durdu. Arkaplan sesleri kapandı. Yer altından kayıyor, başı dönüyordu. Bünyesi bu ağırlığı taşıyamadı ve yere yığıldı.


Kendine geldiğinde başında hala inanılmaz bir ağrı vardı. Hiç bir şeyin eskisi gibi olmayacağının farkındaydı. Şebnur’un da artık dişine kan değmişti. Bu yarayı kapatmak için O da artık bir Akant olup, yarasına başka tenleri basacak; başkalarını ısıracaktı.


23.11.2014 Tarihinde Radikal’de yayınlanmıştır.


The post Çıkarılamayan Goller appeared first on @yucezerey.



Benzer Bir Yazı Bulunmamaktadır.



 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on December 05, 2014 03:22

November 18, 2014

Az Popüler Yazarın Dramı…


azpopuleryazarındramı.001

Arafta kalmış bünyesindeki amansız yangınları, sarkastik tekniklerle söndürememiş; hüzünlerini geçmişine, umutlarını kelimelere emanet etmiş kişidir yazar.


Kimisi dünyayı değiştirmek, kimisi kendini geliştirmek, kimisi de yaralarına pansuman olsun diye yazar.


Popüler olanları çok havalıdır. Auraları 34 ila 45 mt arasında değişir. Yazdığı her kelimeyi okur okumaz; değişmeye, gelişmeye, hissetmeye başlarsın. Tanışmak için can atarsın. Her kitabını, hayat hikayesini, tuvalete hangi ayakla girdiğini ezbere bilirsin. Her aktivitesine katılır, kelimeleriyle aranda kurduğun sanal bağın fiziksel dünyada izdüşümünü kovalarsın.


Az popüler yazarlar ise; kendi köşeler inde sessiz sakin takılan, hiç bir zaman geniş hedef kitlelere ulaşmayacak olan ama kendi hedef kitlesi nezdinde derinlemesine takip edilen bireylerdir. Auraları kendine kadar olup, anlamlarını yansıttıkları kelimelerin haricinde pek tanınmazlar.


Az popüler yazarlar kitaplarını çıkardıkları andan itibaren bazı dram ve eziklikleri deneyimlerler:


Tanıtım ve Satış


* “Kitap mı? Tabi ki çıktı. Tüm kitapçılarda olması gerekiyor. Ama ben de pek göremedim. Daha tam olarak dağıtılmadı herhalde.”


* “Kapak önemli şekerim. Raftaki diğer kitaplardan sıyrılmak ilk öncelik. ”


* “Kitabın içinde insanların ilgisini çekecek bi fırlamalık yapsak da insanların ilgisini çekse. He. Ne dersin Recep abi? Recep abi !? Uyudun mu yaaaa?”


* “Kitabı bi felsefe ve hareket ile bağlayabilirsek arkadasından kitleler koşar.” (Origami felsefesi üyeleri olarak yarın Atatürk Oto Sanayi Sitesi’nde toplanıp, Otomatikçi Sebahattin liderliğinde origami yapacağız.)


* “Lansman mı? Yapılacak evet. Yayınevinden haber bekliyorum. ” (Hala bekliyor.)


* “Atın intikamı Twitter hesabının sahibi bizim mahalleden arkadaş. O da tweetleyecek 20.456 takipçisi var. Akmasa da damlar.”


* “Bütün eş, dost, akraba, hemşehriye haber verdiniz değil mi? Herkes alsın kitabı. O kadar emek var. Bari ikinci baskıya geçelim de namımız yürüsün.”


* “Gençler, aranızda bu bölgedeki tüm kitapçıları paylaşıyorsunuz . ve sürekli arayarak benim kitabı soruyorsunuz. Spekülatif talep yaratacağız ki gerçek talep de gelsin.”


* “Hacı senin gazetede tanıdığın var dı değil mi? Röportaj ayarlasan da yürüsek kenardan kenardan.”


* “Ayşe Arman’ı sabah koşusunda yakalayıp yalvarsam kitap hakkında iki kelam eder mi? Olur da iki kelam ederse her türlü best seller garanti olm.”


* “Necla teyzenin oğlunun arkadaşı Lizozom Kanalı’nda kameramanmış. Ondan rica etsek de bir hafta sonu programına çıksak olur mu?”


* “Şirketlere konuşmalara gitsek de konuşma sonrasında kitabı itelesek. Süper fikir değil mi?”


* “Marketlere millet nasıl giriyor? Halk, market rafında görürse kitabı kesin alır.”


* “Ben de hediye edeceğim kitapları internetten satın alıyorum. Internette daha ucuz. Hediye göndereceğim diye 100 tane kitabı sadece ben aldım amk.”


* “Ünlü insanlara kitabı şık bir pakette göndersek paylaşırlar mı?”


* “Tanıdık PR şirketi var mı?”




İmza Günü


* “Popüler yazarlar kendileri için ayrılmış özel salonlarda kitaplarını imzalıyorlar. Biz de, yayınevinin standında diğer az popüler yazarlarla tesbih tanesi gibi dizilerek insanlar gelsin diye bekliyoruz.”


* “Yanımdaki yazara sürekli birileri geliyor. Bize hala gelen giden yok. Şansıma yürüyeyim.”


* “Ablacım ilgilenir misin? Güzel kitap. Al çocuğunu sevindir. İmza da atarız.”


* “Millete kitabı ile ilgili soru sorarlar, bize de ya ‘Divanü Lügati’t-Türk var mı?’ ya da ‘Tarjan Ata can’ın imzası nerede?’ diye soruyorlar. Adres sormak 5 TL mi yazsam?”


* “Yandaki yazara hemşehrileri memleketten pasta börek getirmiş. Biz de nasiplendik. Seviyorum lan memleketimin insanını. ”


* “Yanımdaki yazar ile fotoğraf çektirmek isteyen herkesin fotoğ rafını ben çektim. Ezikliğe gel. Senin neyine olm imza günü?”


* “Aslında bir sürü insan gelirdi. Ama benim hedef kitlem normalde buralara pek gelmez.” (Yalandan kim ölmüş.)


* “Aha Tarjan Atacan mı lan o? Ben de kitap imzalatsam çok mu ezik olur? Olur. En iyisi yayınevinden isteyeyim benim adıma imza al abilirler belki.”


* “İmza günü mekanı bu kadar uzak olmasaydı bir sürü insan gelirdi.”


* “Bir daha ki kitaba kesin; kişisel gelişim, aşk veya manevi konulara gireceğim anasını satayım. Onlar tutuyor kardeşim bu memlekette.” (Sanki sen de dünyanın sırrını anlattın.)


* “Tarjan Atacan ile muhabbet etme imkanı bulabilir miyim acaba? Bi iki hareket kapsak yeter. Herif best seller olmak için doğmuş.”


* “Millet bilse imza gününe metrobüs ile geldiğimi acaba yine de kitabı imzalatır mı?”



“İnsan yazarken sadece anlaşılmak değil, muhakkak ki aynı zamanda anlaşılmamak da ister.” Franz Kafka


16.11.2014 Tarihinde Radikal’de yayınlanmıştır.



The post Az Popüler Yazarın Dramı… appeared first on @yucezerey.



Benzer Bir Yazı Bulunmamaktadır.



 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on November 18, 2014 00:21

November 12, 2014

Aldım Verdim Ben Seni Yedim

aldımverdim.001


Kartvizit üzerinde ağız sulandıran bir şirketin köhne bir toplantı odası. Kabloların iç içe geçerek birbirleriyle uzun süreli ciddi bir ilişki yaşama kararı aldığı bir oda.


Odanın tabanındaki, orijinal renginin ne olduğu üzerine büyük bahisler dönen, kat görevlilerinin de yıkamaya tenezzül etmediği, üzerinden nesiller yürümüş halıfleks yüzünden Naz sürekli hapşırıyordu. Hapşırmaktan kafasını sabit tutamamasına rağmen hız kesmeden çalışmaya devam ediyordu. Çünkü cazibesi yüksek toplantı odaları müsait değildi ve elindeki sunumu bir an önce bitirmesi gerekiyordu. Aslında toplantının başında her zaman olduğu gibi iki kişiydiler. Sunumu birlikte hazırlayacaklardı. Kimin ne yapacağını projenin başında iş dağılımını yaparken çok net konuşmuşlardı.



Ancak her zaman olduğu gibi Nalan’ın işi çıkmıştı. Erkek arkadaşıyla problemli bir ilişkileri vardı. Ne menem bir adamdı bu herif? Nalan’ın böyle bir adamla ne işi vardı? Dedikodulara göre Nalan’ı dövmüşlüğü bile vardı. Yok artık…


Nalan ise, geldiği yere, tırnakları ile kazıya kazıya gelmişti. 18 yaşına kadar Ankara’nın batısına geçmeden sıkıntılar içinde büyümüş, üniversite vesilesiyle metropol hayatına geçtikten sonra da kabak çiçeği gibi açılarak feleğin çemberini kendisi döndürmeye başlamış insanlardandı. Oturaklı, güçlü, dünyayı parmağında döndürecek, amiyane tabirle t..ş..klı bir hatundu. Bir taraftan insana çok güven verirken, bir taraftan da “Aman Nalan’a karşı arkanı kolla. Ne yapacağı belli olmaz.” hissiyatını veriyordu. İki hissiyatın da aynı bünyeden yansıma ironisi, insanları kendisine karşı sürekli temkinli davranmaya itiyordu.


Naz ise, doğma büyüme cadde kızı. Pamuklara sarmalanarak büyütülmüş, parmak ile gösterilen okullarda okumuş, batıyı çocuk yaşlarda tecrübe etmiş, kışın Alplerde kaymış, yazın Ekvator kuşağında esmerleşmiş, imrenilecek hobileri ve entelektüel derinliği olan, görev insanı, naif biri.


İki hafta önce Nalan ve Naz’ın müdürü, ikisini de yanına çağırıp “tüketicinin ilgisini çekecek, satışlara da katkısı olacak bir promosyon fikri” çalışmalarını istedi ve iki hafta süre verdi.


Naz’ın kafasında uzun zamandan beri düşündüğü bir proje vardı. Heyecanla bu fikri birlikte çalışacağı takımdaşı Nalan’a anlattı. Naz fikir hakkında konuşmaya başladığı anda Nalan’ın gözleri parladı. Başarının kokusunu iki kilometre öteden alırdı. Fikir çok güzeldi. Sadece şirket içerisinde kabul görme olasılığını arttırmak için güzel bir piyasa gerçekliği ve veri evrenine oturtulup, üzerine de cezbedici bir hikaye ile paketlenmesi gerekiyordu. Naz’da olduğuna göre, halledilirdi.


Paketleme süreci için planlama ve görev dağılımı yaptılar. Mesai saatlerinin dışında da şirket içinde ve dışında düzenli olarak toplanarak çalışacaklardı. Ancak Nalan’ın ekseriyetle bir işinin çıkması Naz’ı bu süreçte çoğu zaman yalnız bıraktı. Genel olarak bahane setinde en çok ön plana çıkan argüman erkek arkadaşı ile yaşadığı problemlerdi. Tüm bu mazaretlere rağmen, nasıl oluyorsa Nalan her seferinde Naz’ın gönlünü bir şekilde almayı başarıyordu.


Müdüre yapılacak sunum 09.30’daydı. Sunum öncesinde erkenden buluşup son kez üzerinden geçme kararı aldılar. Aslında bu toplantı sunumun üzerinden geçip son kontrolleri yapmaktan ziyade, Nalan’ı proje ve sunum hakkında bilgilendirme, bilgi düzeyini görünürde eş baza getirme toplantısı idi. Saat 07.30’da hatırı sayılır bir kahve zincirinde buluştular. Nalan süreçteki eksikliğinin aksine sabahın bu saatinde her şeyi ile tam görünüyordu. Naz, büyük bir heyecanla sunumu ve detayları anlattı. Nalan ise sorulabilecek hemen hemen bütün soruları sordu ve notlar aldı. Negatif lenslerle bakma yetkinliği çok gelişmişti. Dolayısıyla sunum nerede patlar, kim nereden yürür iyi görebiliyordu. Sıra en önemli konuya gelmişti: “Sunumu kim yapacaktı?”


Nalan, Naz’a: “Sunumu sen yapıyorsun değil mi?” diye doğrudan sorunca, Naz stres olup: “Olur mu ikimizin projesi neden ben yapayım?” dedi. İstediği cevabı alan Nalan: “Tamam o halde, ben giriş yaparım. Sen proje detayını anlatırsın sonra da kapanışı yaparım.” Dedi. Naz ‘nedense’ çok mutlu bir yüz ifadesi ile “Süperrr!” diyebildi.


Saat 09.25, toplantı mekanında son kontroller yapıldı. Projeksiyon test edildi. Dağıtılacak materyaller düzgünce dağıtıldı. Her şey hazır. 09.30 da müdürleri geldi ve Nalan süper bir enerji ile konuşmaya başladı. Anlattıkça büyüyor, özgüveni ile karşı tarafa pozitif bir duygu aktarıyor, bu arada da Naz’ı şaşırtıyordu. Sunumun daha “malum” kısımlarında topu Naz’a bıraktı ve akabinde kapanış hamlesi için tekrar sazı eline aldı. Çok net ve emin birkaç ifadesi ile “bu konuların hakimi benim” mesajını da verdi. Müdür çok etkinlenmişti. Yalandan bir iki soru sordu ama ne kadar etkilendiğini gizleyemedi. Hiç uzatmadan gün içerisinde allem edip kallem edip randevu alıp aynı sunumu pazarlamadan sorumlu genel müdür yardımcısına da yaptılar. O da çok beğendi ve projenin yapılması için gerekli talimatı verdi. Herkes çok mutlu idi.


Proje yapıldı. Projenin yine bütün hammaliyesini Naz çekti. Ekmeğini Nalan yedi. Akabinde proje başarılı oldu ve yıl sonu performans değerlendirmesi sonucunda projedeki başarısından ve katkısından dolayı Nalan terfi etti. Naz’a ise teşekkür edildi.


Nalan, Naz’ı yemişti. Hem de en başından beri. Naz bütün samimiyeti ve naifliği ile her şeyini paylaşmış, her türlü ameleliği yapmış ve Nalan’ı farkında olmadan kahraman yapmıştı. Kupayı kendi elleri ile Nalan’a vermişti. Ama şimdi boğazında hatırı sayılır bir düğümlenme vardı. Nefes alamıyordu. Canı acıyordu. Nasıl bu kadar salak olabilirdi? Nalan kendisine bunu nasıl yapabilirdi? Naz bunu nasıl fark edememişti? İnsanlar neden böyleydi? İş hayatı neden böyleydi? gibi sonsuz sorular bu zamana kadar mutluluk içinde yaşayan pamuklara sarmalanmış Naz’da ilk ve önemli travmayı açmıştı. Hiçbirşey eskisi gibi olmayacaktı. Naz’ın da artık dişine kan değmişti. Her şey netleşmiş, lense de gözlüğe de ihtiyaç kalmamıştı.


Bu yarayı kapatmak için o da artık bir Nalan olup başka bir Naz’ı ısıracaktı.


09.11.2014 Tarihinde Radikal’de Yayınlanmıştır.


The post Aldım Verdim Ben Seni Yedim appeared first on @yucezerey.



Benzer Bir Yazı Bulunmamaktadır.



 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on November 12, 2014 14:17

November 8, 2014

Reset to Factory Settings Marketing Sunumu ve Videosu

BrandWeek 2014’te yapmış olduğum Reset to Factory Settings Marketing Sunumunu ve Videosunu Aşağıda Bulabilirsiniz:




The post Reset to Factory Settings Marketing Sunumu ve Videosu appeared first on @yucezerey.



Benzer Yazılar:
En Baba Pazarlama Blogları


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on November 08, 2014 13:56

November 2, 2014

Sosyal Medya Profilleri ve Motivasyonları

 sosyalmedyaprofilleri.001


Profilleme; hayat serüveninde insanların karşılaştığı tüm deneyimleri, kişileri, süreçleri ve sonuçları; algı kütüphanesinde yer alan bir veya birden fazla kategorinin altına yerleştirmeyi; yer almayan bir kategori var ise, yeni kategori oluşturmayı kendine düstur edinmiş takıntılı bir yaklaşım. Ancak, merak edilen evrensel kümenin dinamiklerini, motivasyonlarını algılarken ziyadesiyle yardımcı olur. Bu bağlamda hayatımızın her alanında hatırı sayılır yeri olan sosyal medya evrensel kümesinin keşif serüveninde profilleme yaklaşımı kullanılabilir.


Sosyal Medya profillerine persona detayında girmeden önce “Bireysel ve Topluluk” motivasyonlarını irdelemek gerek.


Bireysel Sosyal Medya Motivasyonları


 sosyalmedyaprofilleri.003


Genellikle bireysel sosyal medya faaliyetlerinin bazını ego (“Çok iyiyim” motivasyonu) şekillendiriyor. Bireyler tanınmak, hangi statüde olduklarının anlaşılmasını sağlamak ve kendilerini sevdirmek istiyorlar. Bazıları, paylaşımlarını kendilerini sevdirme motivasyonunda park ederken; bazıları da sol şeride geçip aksiyon odaklı “Buradan yürür müyüz?” motivasyonuna doğru yelken açıyor.


Topluluk Sosyal Medya Motivasyonları


 sosyalmedyaprofilleri.004


Genellikle topluluk sosyal medya faaliyetlerinin bazını da aynı bireyselde olduğu gibi kollektif ego (“Çok iyiyiz” motivasyonu) şekillendiriyor. Topluluklar tanınmak, duruşlarını ifade etmek ve yapmış oldukları aksiyonlara dair farkındalık yaratmak istiyorlar. Bazıları, paylaşımlarını aksiyonlarına dair farkındalık yaratma motivasyonunda süreci sonlandırırken; bazıları da tam gaz ve sonuç odaklı olarak “Hadi Sen de Gelsene?” motivasyonu ile adam toplama evresine geçiyor.


Bireysel ve Topluluk lenslerinden bağımsız olarak sosyal medya persona evrenine bakacak olursak çok farklı personaların sosyal medya ortamında aktif olarak yer aldığını görürüz.


 sosyalmedyaprofilleri.002


Çapkın


Her türlü, herkese fütursuzca yazan sonuç odaklı profil. Sosyal medya paylaşım motivasyonlarının temelinde ağına düşürmek istediği adayları çekmek yer alır. Çapkınlık sürecini de aşağıdaki adımları takip ederek yönetir:



Doğru Adayı Bul
İlgisini Çek
Farkını Ortaya Koy
İletişim Kur
Yürü

Fırlama


Hayatın ciddi akışında yaşına rağmen ergen seviyesini koruyan, içten yanmalı motor gibi sürekli espriler, şakalar, komiklikler, fırlamalıklar paylaşan, “Ulan bizim Tansal da ne piç çocuk yaaa! Harbiden böylesini görmedim. Geçenlerde yine…” algısını oluşturmak isteyen enerjik profil.




Profesyonel


İş ve işten öte hayatını, kartviziti çatısında toplamış, hayatın her alanına profesyonel bakıp, profesyonel duruş sergileyip, profesyonel paylaşımlar yapan profil. Yaptığı her paylaşımın, kendi kariyer matematiğinde mutlaka bir izdüşümü vardır.




Ebeveyn


Genellikle çocuklarını takip etmek, çocuklarının hayatına dair daha fazla fikir sakibi olmak için sosyal medyada yer alan profil. “Ne yapıyor ?”, “Kimlerle takılıyor?”, “Nerelere gidiyor?”, “Kızıma yazan var mı?”, “Kötü alışkanlıkları var mı?”.




Entelektüel


Sosyal medya ortamında; gündemi takip etmek, kendini ifade edebilmek, derinleşebilmek, derinliğini görgüsüzce gösterebilmek, “Her türlü zekamla bilgimle ezerim”, “Çok cahilsiniz!”, “Çok salaksınız!” mesajını tutarlı bir şekilde vermek amacını güden profil.




Aksiyoner


Sosyal medya muhabbetlerinden üzerine vazife çıkararak aksiyon alan profil. Sosyal medya paylaşımlarında sıklıkla: “Bi mevzu mu var?”, “Çıkışa gel!”, “Lafı geveleme gel meydana”, “Toplanıyoruz”, “Yeni hashtagimiz #olumunemokoko hadi herkes tweetlesin TT’ye abanıyoruz.”, “Adam gibi bir aksiyonunuzu görmedik hep laf.” gibi söylemlerde bulunur.




Goygoycu


Hayatı sürekli tiye alan, anı yaşayan ve yaşatmaya çalılan, gamsız, her türlü eğlencesinden, zevkinden taviz vermeyen ve bu doğrultuda sosyal medya paylaşımlarında bulunan profil.




Esnaf


Sosyal medyadaki her aktiviteyi iş fırsatına dönüştürmeye çalışan, her şeyi satan ve / veya satma potansiyeli olan, sürekli ürün / hizmet tanıtan, her daim günlük cirosunu düşünen, ünlülerin her paylaşımının altına ürün / hizmetleri ile ilgili yorumlar yazan profil. Sosyal medya paylaşımlarında sıklıkla: “Bahsettiğin marka, çantayı bizden alıyor.”, “Uygun fiyatlar için takip ediniz.”, “Premium saatler için tıklayınız.”, “Fırsatlarımızı öğrenmek için tıklayınız.”, “Ünlüler gözlükte bizimle çalışır.” gibi söylemlerde bulunur.




Fake


Hayatın renkli ve hızlı akışında renksiz ve dikkat çekmeden nefes almayı bilen, gündüzleri Mr. Anderson kimliği ile sadece işi ile ilgilenen başarılı bir profesyonel iken geceleri Neo kimliği ile insanların hayal bile edemediği bir dünyayı yaşayan ve bu iki dünyayı da başarılı bir şekilde aynı bünyede barındırarak herkese yürüyen profil.




Tikky


Yüksek derecede imaj, estetik kaygılı ve marka meraklısı sanal profil. Havalı mekan paylaşımları, spor paylaşımları, sağlıklı yaşam paylaşımları, moda tasarım paylaşımları ve tatil beldelerinden sıra dışı vücutlarını sergileyen paylaşımlar ön plana çıkar.




Dikizci


“Kim kiminle ne yapıyor?”, “Nereye gitmişler?”, “Ne giymiş?”, “Makyajı, saçı, başı, kıyafeti nasıl?”, “Kim kime yürüyor?”, “Ne yorum yapmış? Neden yapmış?”gibi sonsuz soru seti ile sosyal medya evrenin sürekli insanları dikizleyen ancak herhangi bir paylaşımda bulunmayan profil.




Romantik


Her daim romantik ve duygusal paylaşımlarda bulunan, özlü sözlerin, mısraların, aşk şarkılarının ve aşk hikayelerinin efendisi olan profil.




Emekli


“Bizden geçmedi daha bu işler. Hala gelişmeleri takip ediyoruz. Sosyal medyaya hakimiz.” Cihetiyle yola çıkıp, “Bu vesile ile çocukları, torunları daha iyi takip edebiliyorum” diye devam edip, bazen de “Hayatımın geri kalanını huzur içinde geçirebileceğim bir eş bulabilir miyim?” motivasyonu ile sosyal medya kazılarına devam eden profil.




Atarlı


Sosyal medya ortamında ota boka atarlanan, her fırsatta eleştiren, tahrik eden, yürüyen, hiçbir şeyden memnun olmayan, olaylara hep bardağın boş tarafından bakan ve bunu sık sık dile getiren profil.




Depresif


Sosyal medyanın karanlık dehlizlerinde umutlarını kaybetmiş, her daim depresif halini koruyan ve bu doğrultuda insanları da depresyona sürükleyecek paylaşımlarda bulunan, umutsuz profil.


02.11.2014 Tarihinde Radikal’de Yayınlanmıştır.


The post Sosyal Medya Profilleri ve Motivasyonları appeared first on @yucezerey.



Benzer Yazılar:
Sosyal Medya Spectrumu
Sosyal Medya markanız için neler yapabilir? Neler Yapamaz?
Herşey Dahil: Sosyal Medya Muhabbeti


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on November 02, 2014 13:00

October 28, 2014

Kitapsız



kitapsız.001



“Yakmak bir zevkti. Bazı şeylerin yitmesini, kararmasını ve değişmesini görmek özel bir zevk veriyordu. Avuçlarında, dev piton yılanını andıran bakır çinko alaşımı hortumla dünyaya zehirli gazyağı püskürtürken, kanının beyninde zonkladığını hissediyordu… Elleri, tarihin paçavralarını ve kömürleşmiş kalıntılarını yok etmek için ateş ve alevin tüm senfonilerini olağanüstü bir şekilde yöneten bir orkestra şefinin elleriydi. Duygusuz kafasında 451 numaralı sembolik başlığı, gözlerinde bundan sonra neler olacak düşüncesiyle turuncu alevler vardı.” (Ray Bradbury – Fahrenheit 451)


diye başlar Ray Bradbury’nin “Fahrenheit 451” kitabı. Eser, kitapların itfayeciler tarafından yakıldığı, insanların sadece televizyonda beyin yıkayıcı şovlar izlediği ve kitap bulundurup düşünen insanların yok edildiği bir gelecekte geçer.  Evler artık yanmayan bir madde ile kaplandığı için, itfaiye yangın söndürmez, ama kitap yakar. Kitap adını, kağıdın 451 Fahrenheit’ta tutuşması gerçeğinden alır.  ABD’li yazar Ray Bradbury bu kitabı 1953 yılında yazar.


 fahrenheit451



Yıl 2014, kitabın yazımının üzerinden 61 yıl geçmesine ragmen, insanlar 451 Fahreneit’ın öngörüsünü gerçekleştirircesine televizyonda beyinlerini uyuşturan programları izliyorlar. (Türk halkının günlük ortalama TV izleme süresi 6 saat.) Sosyal medyada, anlık mesajlaşma platformlarında kanayan yaralarına tenler basıyorlar.


Her ne kadar mevcut durumda evler yanmayan madde ile kaplı olmasa da; statüler, egolar, kartvizitler hatırı sayılır bir yanmayan madde ile kaplı.


İnsanlar sosyal medya / TV, statü ve yalnızlık üçgenine hapsolmuş durumda.


Farklı bir lens taktığımızda ise, puslu gözüken havanın derinliklerinde küçük umutlar yeşerebiliyor (Acaba?). Kitaplar eskiye gore ziyadesiyle revaçta. Herkesin eşek kadar kütüphanelerinde itina ile dizilmiş kitapları var. Kütüphanesinde olan kitapları farkında olmadan tekrar tekrar alan insanlar var. Elde değil, herkes konuşuyor. Trend oluyor. Var mıydı, yok muydu? Derken alınıyor. “En kötü hediye ederim” deniyor. Bu ne okuma aşkı. Ray Bradbury bu günleri görseydi hüzünleri evde bırakıp masasının üzerine çıkıp Demet Akalın’dan Türkan’a eşlik ederdi.


Ancak kitaplar insanlardan daha yalnız. İnsanların çoğu onları açıp sonuna kadar okumuyor, yüzeysel statü muhabbetine meze yapıyor, altını çizmiyor, içine girmiyor, onları anlamak, hissetmek, anlamlandırmak istemiyor. Kütüphane raflarında masum bir ilgiye muhtaç iken, temizlikçi kadın tarafından arada sırada tozları alınması ile avunuyorlar.


Eve misafir geldiğinde mevzu bir şekilde kütüphaneye geliyor ve  “Bu kadar kitabım var bunların hepsini okudum. Çok entelektüelim! ”. mesajı veriliyor. Kitaplar adeta, zengin playboylara tatil / gece mekanlarında eşlik eden havalı eskort görevini üstleniyor. Bedeni üzerinden caka satılıyor.


Bu tip insanların kafasında kitap, midede öğütülen ekmek gibi değil, ambarda bekleyen buğday gibi durur. Nasıl konmuşsa öyledir. Kana ve hayatına karışmamıştır. Onların bilgileriyle zekaları arasındaki münasebet, bir kitapla bir kütüphanenin raf tahtası arasındaki münasebetin aynıdır: Biri ötekinin üstüne binmekle kalır.


Günümüzde kitapları yakmak için görevlendirilmiş itfaye erleri bulunmasa da, bilginin altını boşaltmayı, insanların beynini uyuşturmayı, nefes almasını engellemeyi, alıcılarının ayarlarını bozmayı hedefleyen gönüllü popüler neferler mevcut. Sözüm ona gönüllü. Popüler kisvesi altında pazarlama tornası ile üretilmiş kavramlar, deneyimler, platformlar ve beklentiler nitelikli bilginin baş düşmanı.


(İhtiyaç yokken İsviçre Alpleri’nin oksijeni ile şişelenmiş hava satılıyor. Tüketiciler “Bunu almazsam ölürüm. Yaşayamam.” diyor. Allah’ın havası 32  dolar. Dolayısıyla konsept sıkıcılar “Ohhh!” diyor. Tüketici de İsviçre Alpleri’nin havasını içine çektiği için havası bi milyon olup “Ohhh!” diyor. Alan razı, satan razı. Ama soluduğunun oksijen olmadığının farkına bile varamıyor.)



Sırlar odasının kapısı internet denilen, terliksi organizma tarafından çoktan açıldı.


İnsanlar da neye uğradığını şaşırdı ve her çeşit bilgiyi; her formatta, her platformdan talep etti. Hayatlarını bilgi ağlarıyla ördüler, kendi ağlarında kendi kurbanları oldular, kendilerini dinlemeye, okumaya zamanları kalmadı.


Gerçek bilgiyi aramanın, anlamanın ve anlamlandırmanın  azınlıkta olduğu kahraman dimağların ırzına geçenler, fermuarlarını çekip gittiler. Geriye sadece geleceğe pranga olan uyuşturucu illüzyonlar kaldı.


26.10.2014 tarihinde Radikal’de yayınlanmıştır.


The post Kitapsız appeared first on @yucezerey.



Benzer Yazılar:
Kültür’e Dair I
Diğer Operatörleri Onure Eden Vodafone Reklamı


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on October 28, 2014 12:43

October 19, 2014

Yalnızlık Ömür Boyu

Akşam saatleri. İş çıkışından sonra, mesaiye kalanların saati. Maslak gibi profesyonelin cirit attığı bir yer, hatta direk orası. Maslak gibi derken, altı kaval üstü şişhane yani, plazaların aralarında köşe bucak köfteciler de tutunmaya çalışıyor. Ticket’ları  akşam yemeklerine yetmeyen profesyoneller, öğlen T-Bone Steak ortalamasının 47TL olduğu havalı kafelerde malzemesi az yeşili bol salatalara talim ediyor. Güneş battıktan sonra ise yarım ekmek köfteye soğan doğruyor.


 yalnizlik_omur_boyu.001



Asansör açılıyor, plazanın birinden kahkülü kaymış bir profesyonel bayan figürü beliriyor. Binanın kapısından hızla çıkıyor, kafasında hesap kitap ne haltsa artık upraştığı ekmek törpüsü onun derdi olduğu için caddeye adım atarken dikkat etmiyor, az kalsın ezilecek oluyor. Şaşkınlık, yorgunluk ve korku kombo yapıyor, elini kolunu sallayarak bir anda arabaya analı avratlı sövüyor. Sinirler iyice gerilmiş vaziyette geceyarısında balkabağına dönen araba gibi, öğlen gittiği havalı kafe de gözünün önünde kayboluyor.


Maslak mahallesinin afili caddelerinden hemen bir sağ, bir sol yapınca “Meraklı Köfteci” diye bir bildik tabelaya yöneliyor.


Kız bildiği bir mekana girmenin verdiği rahatlıkla hızla içeri dalıyor. Girerken siparişi veriyor. Masanın birine oturuyor. Duvarda bir askıya konmuş tüplü televizyonda “MFÖ – Yalnızlık Ömür Boyu” çalıyor. Sıkıntı bulutları bir katman daha dağılıyor yüzünden.


Köfte geliyor aliminyum tabakta, orta yaşı geçmiş bıyıklı ve göbekli bir garson abinin elinde.


Son hamleyi yapmak üzere yerinden kalkıyor kız, tezgaha uzanıyor; acı biber salçası kavanozunu alıyor, yerine oturuyor. Ama kalktığı gibi değil, sol ayağını altına alarak, evde oturduğu gibi oturuyor. İşte şimdi kare tamamlanıyor, yüzü ister istemez gülüyor. Bunu farkediyor, bunun için de kendine gülüyor.


MFÖ tüplü televizyonun ancak kendine yeten sesiyle “Yalnızlık ömür boyu” diyor, demek ki böyle sözler artık kısık sesle söyleniyor, kimse kabul etmek istemiyor.


Günler geceleri, Excel hücreleri toplantı notlarını kovalar ve her gün herkese yalandan gülerken; havalı kafeye verdiği ticket parasıyla neden yalnız yaşayan anasına mutfak alışverişi yapmadığı aklına geliyor. İnsan zihni bu saatlerde üretken oluyor demek ki. Sahi anasının neden yalnız yaşadığını düşünüyor. Dalıyor dalıyor gidiyor.


Orta yaşı geçmiş bıyıklı ve göbekli garson abinin köftenin üstüne getirdiği çayı -şekersiz- bir el alışkanlığıyla karıştırırken tüplü TV’deki şarkı değişiyor, sahi ben bunları neden bugüne kadar böyle düşünmedim; derken Müslüm Baba giriyor kadraja, film bitiyor: “Adını Sen Koy”.


Bir damla yaş süzülüyor gözünden, telefonunu çıkarıp “Annem” yazan satırı buluyor. Parmağında biraz salça kalmış, telefon çalıyor. En son bayramda gitmişti annesine, dudağına bir parmak bak çalar gibi. “Kızım şu telefonu arayınca çalan şarkılar var ya, ondan yapsana benim telefonu” demişti annesi. “Adını Sen Koy” diye de eklemişti, mucizelere olan inancını CNBC-E dizisi izleyerek kazandıysa meğer, Müslüm Baba iç sesini sesini hepten kesiyor.


Çünkü birazdan dünyanın en değerli insanı konuşacaktır.


Telefon açılıyor, dünyadaki seslerin en güzeli geliyor: “Kızım, hayırdır?”


Annelerin sitemi dağları delebilecek güçte iken, kızın kabahatini farketmesi hafifletici sebep oluyor, sadece gözünden inen yaşlar hızlanıyor. Nedense bilinmez, o an parmağındaki salçayı emiyor, annem de böyle acı biberden salça yapardı diyor içinden, belki bunu annesi de duyuyor. Hatta bir tek o duyuyor, yıllardır.


Ama ses etmiyor.


Orta yaşı geçmiş bıyıklı ve göbekli garson abi, orta yaşı biraz geçene kadar plazalarda değil de, sokaklarda ekmek kovaladığı için halden anlıyor. Peçete, ıslak mendil, bir de kolonya getiriyor. “Servis kapandı kızım, başka bir isteğin yoksa…” diyor.



Başka ne isteyebilirim ki? diyor. Uzun zamandır ilk kez nefes alıyor, İstanbul’un her caddesine GSMH ayırmadan yağmur yağıyor. Serin, huzurlu ve kuş sesi kadar hafif bir nefes alıyor…


 19.10.2014 Tarihinde Radikal’de yayınlanmıştır.




The post Yalnızlık Ömür Boyu appeared first on @yucezerey.



Benzer Yazılar:
Car Vending Machine: Akbil ile Araba


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on October 19, 2014 10:21

Yüce Zerey's Blog

Yüce Zerey
Yüce Zerey isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Yüce Zerey's blog with rss.