Yüce Zerey's Blog, page 19

April 5, 2014

March 23, 2014

Tatil Dönüşü Mesai


Yine buhranlı bir Pazar…



Hava da en az benim kadar arafta… Gürleyip yağmur olarak yağsam mı? Yoksa açıp insanların içini ısıtsam mı? Diye kararsız ve puslu…



“Bi nefes” niyetiyle deneyimlediğim tatilde, kelimelerin kifayetsiz kalacağı o tarifsiz anlardan sonra; yine business causal ile  bedenimi kaplamak üzere yollara koyuldum.



Metropoller; business causal giydirilmiş bedenleri, üstün çekim kuvvetleriyle mıknatıs gibi çekiyor. Çekerken de kulaklarına: “Hadi kardeşim yürü, yarın iş başı yapacaz. Daha eve gidecez, banyo yapacaz… Kıyafetler ayarlanacak. Toplantı notları gözden geçirilecek, okunması gereken raporlar var vs.. ” şeklinde fısıldıyor.



En acımasız mesai deneyimlerimde hatırlamak istediğim en güzel tatil anıları, yola çıktığım andan itibaren bu insafsız fısıltılarla tüketiliyor…



Halbuki, güzel tatil anılarımı bir dahaki tatile kadar itina ile saklamak için, küçük mutluluklarımı biriktirdiğim, travmalardan koruduğum cüzdanın en derin ceplerine itina ile yerleştirmiştim. Ancak, fısıltılarak ek olarak; metropollerin evrensel çekim kuvvetinin modern temsilcileri olan kitlenmiş otobanlar, uzun feribot kuyrukları, sinyalsiz şerit değiştiren terliksi hayvanlar, vb. En güzel tatil anılarımı çoktan tüketmeye başladı bile.



Tam rahatlamıştım, huzur bulmuştum derken, huzurumun ırzına geçmek için bir tecavüzcü peydahlanmıştı, zihnimde: “Pazartesi”



Yine maskelerimizi takacak, ertesi sabaha Berk Beyler, İdil Hanımlar olarak uyanıp, sabah kahvaltımızı ucuz yağlı bir poğaça ile ikame edip, iş tanımlarımızın evrensel gerekliliklerini yerine getirmeye çalışacağız.



Pazartesi sabahı…



Saat 06.00…



Çalan alarm mutluluk evreninden gerçeklik evrenine bir geçit rölü oynuyor. Olayı paralel evrenler ile daha kompleks bir hale getirmeden kalkıyorum…



Tuvalet süreci, sabah kalkma ritüelleri arasında global olarak vazgeçilmezliğini koruyor.



Kıl büyütme, yönetme özgürlüğümü elimden alan traş seramonisi akabinde, cildim kadar ruhum da tahriş oluyor.



Halet-i ruhiyem müsait ise kıyafetler akşamdan özenle seçilmiş, gerekli kombinasyonlar gerçekleştirilmiş  giyilmeye hazır bir durumda bekliyorlar.



Çanta hazırlama sürecinde bilgisayar her zamanki gibi kral tahtına otururken, defter, kalemlik, telefonlar, anahtarlar çantada kendileri için önceden hazırlanmış yerlerini alıyorlar.



Saçımı başımı derleyip topluyorum. Mümkünse el yüz ve başın ilgili kremlerle günlük münasebetini sağlıyorum.



Yaş artık kemale erdi. Düzenli yutulması gereken haplar var. Aç karnına alınması gereken hapları alıyor, kahvaltı masası ile uzaktan keşişip kendisine bir daha görüşmemek üzere veda ediyorum.



Servis bekleme mekanına doğru ilerliyorum. Servis bekleme mekanında herkesin servis beklediğini görmek, aynı saatte aynı insanları aynı haraketleri yaparken görmek adeta zamanı durduran bir aktivite oluyor.



Servis gelince herkes temkinli, emin ve hızlı adımlarla servise doğru yöneliyor. Hafif bir yer kapma çabası yok değil, ama nezaketten kimse bu hevesini belli etmemeye çalışıyor.



Yol esnasında uyumayı tercih edenler çoğunlukta, kibar bay ve bayanların uyurken ağızlarının aldığı şekiller bireysel marka yönetimleri açısından büyük bir handikap oluşturuyor. Uyumayı tercih etmeyenler genelde kulaklıkları sayesinde dış dünya ile irtibatlarını kesmişler. Daha azınlıkta kalanlar ise kitap okuyanlar. İşin özünde  sorsanız herkes kitap okuyor ama malesef çantadaki kitaplar uyku karşısında dirençsiz kalıyorlar.



İş yerine gelince, sağdan soldan özensizce devşirdiğim hızlı tüketileni sağlıksız yiyeceklerle donatılmış kahvaltı mönüsünü deneyimledikten sonra profesyonel cephedeki yerime mevzileniyorum.



Maillerime kabaca, pozisyon bazlı bakıyorum. Toplantı hazırlıklarını tamamlıyor, şık bir defter, şık bir kalem, şık bir kartvizitlik ve kendinden emin adımlarla toplantı cephesine doğru yola koyuluyorum.



Toplantılar!: Yüzyüze veya mail ortamında karşılıklı halledemediğimiz kaotik tüm süreçlerin er meydanı… Mesai doldurma platformları… Çok iş yaptığını, ne kadar meşgul olduğunu gösterebildiğin yegane aksiyonlar… Kendini ifade etme, ne kadar iyi ne kadar yetkin bir insan olduğunu gösterme ortamı… Ve gerçek mesai, gerçek mücadele başlıyor…



Hiç aradığın şeyi bulduğunda, bulduğun şeyin aradığın şey olup olmadığına dönüp baktın mı ?” Kaybedenler Kulübü



 



23.03.2014 Tarihinde Radikal'de yayınlanmıştır. 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 23, 2014 07:52

March 19, 2014

Sanal Bedenler


Özge, 27 Yaşında. Bekar.  Hatırı sayılır bir ev tekstili firmasında pazarlama müdürü. Üniversitenin ilk yıllarından beri iflah olmaz bir sosyal medya bağımlısı. Popüler olan, olmayan, olayazmış bütün sosyal platformların daimi müdavimi.



Sabah uyanır uyanmaz, yastık ile yorganın arasında sotelenmiş akıllı telefonunu, tavşan kovalayan Elmyra edasıyla alır. Geceden kalma whatsapp, viber, line, tictoc, bbm, sms, mesajı var mı? Twitter’da DM’den yürüyen olmuş mu? Mention var mı? Facebook’tan pokeleyen var mı? Instagram’dan tagleyen var mı? kontrol eder.



Özge için tuvalet okazyonu, sabahın ilk saatlerinde sosyal medya ile ilk nitelikli buluşma anıdır. Tuvalete kadar yaptığı genel geçer kontrolleri, tuvalet esnasında detaylandırır. Bakılmamış tüm feedleri tarar. Like edilmesi, favlanması, rtlenmesi gereken tüm paylaşımlara dair ilgili aksiyonlar alır. Güne başlamaya dair goy goy paylaşımlarını gerçekleştirir. Maillerini kontrol eder. Maillerin geldiği kişilerin kıdem sırasına gore sıralar. İvedi cevap verilmesi gereken üst yönetici maili varsa cevaplar. Aksi takdirde sadece derleme toplama yapar.



Aracı ile hareket eder etmezi Her trafik ışığında veya trafiğin sıkıştığı anlarda eli refleks olarak akıllı telefonuna gider. Yolda check-in olunması gereken havalı mekanlar varsa yavaşlar ve check-in olmadan geçmez.   



İş yerine gelir gelmez ilk iş olarak check-in yaparak majorluğunu garanti altına alır. Şirket içerisinde sürekli olarak çalışma arkadaşlarından farklı Instagram kadrajlarını nasıl yakalayabileceğine, hangi objeleri hangi ortamlarla kombinlediğinde daha fazla like alacağına odaklanır. Toplantı esnasında sürekli masa altından saga sola mesaj atar. Paralel toplantı gündemi yaratır.



Arkadaşları ile çıkmış olduğu ogle yemeğinde mutlaka hem mekana check-in olur, hem tabağının fotoğrafını postlar, hem de mekan hakkında yorum yapar. Çalışma arkadaşları dedikodunun dibine vurmuşken Özge odağını akıllı telefonundan kaydırmaz.



Sosyal platformlarda bulduğu ilgi çekebilecek video / makale / caps / fotoğrafları çalışma arkadaşları ile paylaşarak “Özge de ne kadar hakim bu sosyal medyaya anasını satayım” imajını pekiştirir.



Sanal olarak çok fazla arkadaşı olmasına rağmen, dost diyebileceği, fiziksel olarak sosyalleşebildiği yegane insandır Pelin.



Pelin, 26 yaşında. Bekar. Dondurulmuş gıda fabrikasında, gıda denetim uzmanı olarak çalışıyor. Sosyal medya ile yolları hiç kesişmemiş, akıllı olmayan bir telefon sahibi. Mahallenin parmakla gösterilen ideal ev kızı. Ancak bir türlü kendisine layık bir kısmet bulamadı. Özge’nin üniversiteyi kazanarak mahalleyi terk etmesi ile birlikte sadece yolları değil, hayattan beklentileri de ayrıştı. Pelin, Özge’ye mahalleden hatırlamak istemediği ezikliklerini hatırlatıyordu.



Pelin ise her daim olgun ve alttan alan taraftı. Özge’nin mutlu olması, üzülmemesi için elinden geleni ardına koymuyordu. Pelin’in Özge’ye yüksek sesle dile getirebildiği tek eleştiri sosyal medya konusunda biraz daha mesafeli olması hususu idi.



En son kurban bayramında ortak bir bayram ziyaretine gitmişlerdi. Özge’nin annesi dahil herkes Özge’nin el öpmesini müteakip kafasını hiç kaldırmadan telefonu ile oynamasından, misafirleri soguk telefon  ekranına tertcih etmesine ifrit olmuştu.



Özge ile Pelin görüşmeyeli neredeyse 3 ay oluyordu. Özge ziyadesiyle meşguldü. Yeni bir marka lanse ettikleri için bütün vaktini sosyal medya ile birlikte bu lansman çalışmasına adamıştı. Açıkçası Pelin bir kere bile aklına gelmemişti.



Saat 20.34. Özge, her Zaman olduğu gibi yine mesaideydi. Excel hücrelerine sıkışmış ruhuna nefes aldırabilmek için Facebook’a girdi. Fareyi aşağı doğru scroll etmesiyle birlikte elindeki kahve fincanı yere düşürmesi bir oldu. Ancak bu patırtıyı fark etmeyecek kadar ekrana kilitlenmişti. Pelin’in profilinde gördüğü post; bir daha asla fabrika ayarlarına dönemeyecek şekilde Özge’nin gözlerinde kum saati çıkarmıştı. Sosyal medya hiç bu kadar acımasız olmamıştı.



Post’ta: “Gözümüzün nuru biricik dostumuz Pelin, Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Cenazesi yarın ogle namazını müteakip Ahmet Paşa Cami’sinden defnedilecektir. Allah yakınlarına sabır versin.”



“İyi bir insan öldüğünde ona ağlamayın. Asıl onu kaybeden topluma ağlayın.” (Farabi) 



 



16.03.2014 Tarihinde Radikal'de yayınlanmıştır. 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 19, 2014 04:38

March 9, 2014

Yöneticilik ve Islak Odun


Tanju, 33 yaşında. Bekar. Hayatının ilgi, odak ve efor dağılımında kariyerin haricinde pay alan herhangi bir kategori ya da canlı  bulunmuyor. Havalı bir kolej eğitimini müteakip burslu görünümlü paralı bir üniversite eğitimi sahibi. Profesyonel yönetici olmak için doğmuş. Profesyonel hayatından arta kalan bir kırıntı olan içtimai hayatın tüm bileşenlerinde de etkin bir yönetici. (Temizlikçi kadın yönetimi, Kuru temizleme / ütü yönetimi, alışveriş yönetimi, seyahat yönetimi, site yönetimi, memleketteki akrabaların beklentilerinin yönetimi, vb.)



Yönetici olana kadar, canı yanma pahasına, egosunu dikenli kariyer arazilerinde nadasa bırakmış. Yönetici olduktan sonra ise; bünyesinin her hücresine itina ile yerleşmiş egosunun nadasa bırakıldığı dönemlerde yapılan saldırılara dair alınmış olan notları itina ile intikam planlarına dönüştürerek, dünyayı yönetme yetkinliği ve motivasyonu ile hazır kıta bekliyor.



Mithat, 31 yaşında. Nişanlı. Görgü donanımı hususunda elini hafif alıştırmayan bir aile ortamında yetişmiş. Boynu düşeyazdığında omuz atacak anlamlı sayıda dosta sahip. Milli eskrimci. ÖYS’de Türkiye ikincisi olarak kazandığı hatırı sayılır bir üniversite mezunu. Profesyonel rekabetçi ortamda, kendisine tevdi edilen görevi itina ile yapar. Etkin ve kaliteli bir takım oyuncusu. İşini zamanında ve nitelikli bir şekilde yapmaya odaklanır. Dedikoduya girmez. Yaptığı işi göstermez. Her türlü yönetici ego ve kaprisini itina ile kaldırır. Profesyonel kadrajda ön planda gözükmek yerine mutfakta ortalığı toplamaya kendini adamıştır.      



40 mumluk ampul ile aydınlanmaya çalışan loş ve rutubetli bir ortam. Mithat’ın arkası dönük. Sol yumruğunu sıkmış tir tir titriyor. Sağ elinde ise heybetli bir ıslak odun. Tanju’nun ise profesyonel yönetici makyajı, gözyaşlarının debisine dayanamayıp akmış. Yüzünde ise tarifsiz bir korku ve endişe.



 Tanju, Mithat gibi bir beyefendiyi nasıl hale getirdi?



Herkesin ilk bakışta anlaması mümkün olmayan kısaltmalar ve  “Slm, OK, Go 4 it, No, ?, ???, !, !!!, Yuh, Oha, Çüş, vb.” gibi söylemleri içeren, “uğraştırmayın beni sizin için uzun uzun yazmaya vakit mi ayıracağım” motivasyonlu mailleri.



Pazar gecesi çalışanlarını mail bombardımanına tutup Pazartesi sendromunun da patron olduğunu çalışanlarına hissettirmesi.  



Kendisine; onay almak / izin istemek / “Abi ne olur” diye yalvarmak / için atılmış olan tüm maillere kısaltma ile cevap verip “Ok, Go, No, Yuh, BNC (Bu Ne Cüret), BSY (Boşan da Semerini Ye), İOBİ(İnsan Olsan Bunu İster miydin) vb” sorunun karambole gitmesinin sağlanması 



Her cümlesinde mutlaka tebessüme bandırılmış laf sokması ve mesaj vermesi.



Çalışanlara düzenli olarak “Daha iyisini yapabilirsin. Hala bir sürü eksiğin var.” Mesajını vererek çalışanların havaya girmesini önlemek istemesi.



Çalışanların yaptıklarını birbirlerine kontrol ettirmesi, her birini ayrı ayrı zarflaması, zarf sonuçlarına, çelişkilerine göre bazılarını yükselen değer, bazılarını adadan gidecekler listesine koyması.



Şirket harcamaları konusunda “Rahat ol, koy g…ne rahvan gitsin” algısı yaratırken 5TL’nin hesabını sorması.



Çalışanlar çıkmaya hazırlanırken çağırması ve “Siz çıkıyor musunuz? Ben de hayvanlar gibi çalışacağım, siz yayın” mesajını vermesi.



Çalışanlarla birlikte yemek yememesi, asansöre birlikte binmemesi, off site toplantılara aynı arabada gitmemesi,



Ve daha niceleri…



 



Mithat: “Efendim; ekip olarak bir hususta takıldık. Desteğinize ihtiyacımız var.” söylemi ile Tanju’yu havaya sokuyor. Konuyu yerinde tartışmak istediklerini ifade ederek Tanju’yu depoya davet ediyor. Tanju kapıyı açar açmaz, ortalığın zifiri karanlık olmasından ciddi kıllanıyor. Ancak birden bire çoşkulu sesler eşliğinde ışıklar açılıyor. Tüm ekip hep bir ağızdan “sürprizzzzz” diyor ve Tanju’nun doğumgününü kutluyor. Tanju çok duygulanıyor, havaya giriyor. “Ulan nasıl ekip yönetiyorum. Herkes beni çok seviyor.” söylemlerinin rehaveti ile kendini eğlencenin dibine bırakıyor. Birden bire ışıklar yine gidiyor. Göz gözü görmüyor. Herkes bunun bir şaka olduğunu düşünürken. Tanju, burnunun dibinde ıslak bir odun olduğunu fark ediyor. Tek bir söylemle herkesi dışarı çıkartan Mithat; 40 mumluk ampul, ıslak odun, rutubetli ortam ve yıllardır biriktirmiş olduğu öfkesi ile Tanju’yu başbaşa bırakıyor…



 



“Ömür dediğin üç gündür; dün geldi geçti, yarın meçhuldür. O halde ömür dediğin bir gündür; o da bugündür.”



(Can Yücel) 



 



09.03.2014 Tarihinde Radikal'de Yayınlanmıştır. 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 09, 2014 03:19

March 2, 2014

Âlemleri Tespih Yapmışım Çekiyorum


1997’de hayatımıza giren Ally McBeal dizisi ile birlikte profesyonel hayatta, post-ergen fırlamalık egemenliği kadınlara  geçti. Ally; anoreksik, kronik depresif, şımarık, egosantrik, nevrotik, kimi zaman şizofrenik, artık kırkına yaklaşmasına rağmen hala ebedi aşk, sevgi, yalnızlık temaları ile donanmış paralel evrenler arasında geçişken profesyonel bir karakterdi.



Asu, Cansu ve Berrak; Ally’nin açmış olduğu özgür ve fırlama otobanında sol şeritte önlerine gelene sellektör yapıp kısa bir sürede hayatlarından çıkaran, ayaklarını gazdan çekmeden ilerleyenlerden. Yaşları 30’u geçeli henüz bir kaç deneyim oldu.



Asu, medya planlamacı. Cansu, bir bankada iç denetim uzmanı. Berrak ise babasının çorap fabrikasında kurumsal iletişim sorumlusu olarak çalışıyor.



Gecenin karanlığı ile yalnızlıklarını örten bu üçlü; gündüz profesyonelce bastırmış oldukları Ally Mc Beal’den devşirme duygularını, gecenin karanlığında serbest bırakıyorlar. Gündüzleri kart basan koyun mentalitesindeki bu profesyonel dimağlar, geceleri alkolün de etkisi ile ormanın acımasız kanunlarına başkaldıran asi bir kurta evriliyor.



Havanın kararması ile birlikte gece vardiyesi başlıyor. Peki ama neden?:



 “Yeter artık hayatımın erkeğini bulmak istiyorum!”



 “Pakize'ye kıl oluyorum erkek arkadaşını bu gece elinden alacağım.”



“Hep erkekler mi eğlenecek. Kız kıza çılgınlığın sınırlarında raks edeceğiz.”



“İremsu’nun bekarlığa vedası var bu gece hepimiz kafamıza duvakları takacağız, damadın resmi olan tshirtleri giyeceğiz ve Facebook’ta kendimizi tagleyeceğiz.”



“Beni aldattı, intikamım çok acı olacak!”



 



Yine sıradan bir Cumartesi Gecesi.



Asu, Cansu ve Berrak; mekana girer girmez ismini cismini bilmedikleri insanlarla yalandan selamlaştılar. Uzaktan tebessüm edip “alemden tanışıyoruz” mesajını verdiler. Herkesi kesip b..k atabilecekleri sote bir yere konuşlandılar. İçki tercihinde; Cansu votka alternatiflerine yönelirken, Berrak ise fark yaratalım kafasında havalı viskilerden yürüdü. Asu ise mekanın popüler içeceklerine (Kırçiçeği, Bepanthene, Gelincik, Pikaçu, Anasının Nikahı, Eben, Kevaşe Bakire, Karpuz Kabuğu, vs) hakim olduğu için her zaman olduğu gibi Asu ve Berrak’I ezmeye çalıştı.



 



Asu, düzenli periyotlarla “tuvalete gidiyorum” bahanesiyle mekandaki, istinasız herkese kendisini tam kadraj gösterdiğinden ve yorumlattırdığindan emin olmak istiyordu.



Cansu ise mekanda hareket halinde iken “Herhangi bir beni kesiyor mu?” diye sürekli etrafı kontrol ediyordu.



Uzaktan kendisine kadeh kaldırarak piç bir eda ile tebessüm eden delikanlıyı fark eden Berrak, “Acaba bana mı bakıyor yoksa arkamdaki yosmaya mı?” sorunsalı ile gecesini zindan ediyordu.



Asu birden, arkadaşlarına dönerek “Ben gidiyorum” dedi. Cansu ile Berrak’ın iç ses konuşma balonlarına “Kaltağa bak, ayarladı herifi götürüyor!” söylemi yazıldı.



Cansu ile Berrak da kendilerini alkole verip eğilmeli, kalkmalı, abartı vücut dansları ile yerin dibinde kendilerine suit ayırttırdılar. Gecenin finali yaklaşırken leş gibi sarhoş olmuşlardı. Ayakta duramıyorlardı. Konuşmaya çalışırken dilleri dolanıyordu. Biri mekanın hemen ortasına diğeri ise tuvalete kusmuştu. Kustuktan sonra açık havada rahatladılar ve son enerjilerini eve gitmek için rezerve ettiler. Kapıdaki valeden taksi çağırmasını istediler. Cansu o kadar gözünü karartmıştı ki valeyi ayartmak için elinden geleni yaptı. Vale öncelikle anlamamazlıktan geldi ve bozuntuya vermeden işine odaklandı. 1.90 boyu, fit vucudu, uzun yeleli esmer parlak saçları, serseri imajı veren pis sakalı ile her türlü götürülecek bir adamdı. Sonuçta erkekti. Cansu da reddedilebilecek bir hatun değildi. Neden olmasın dı? Çabalarına karşılık alamayan Cansu, valenin salağa yatmasına sinirlenerek açık açık “Bu gece seninle birlikte olmak istiyorum beni eve bırakabilir misin?” diye sordu. Ancak aldığı cevap karşısında bünyesinde alkolün esamesi okunmayacak şekilde ayılmıştı:



“14 yaşından beri tanıdığım ilk aşkım, karım Ayşe. 4 senedir yatalak. Gündüz vardiyesinde takside şöförlük yaparken, geceleri burada çalışıp evime ekmek götüyor ve ailemi geçindirmeye çalışıyorum. Şimdi seninle gelirsem, ilk aşkımın üzerine senin tenini basarsam yerinden kıpırdayamayan karımın gözlerinin içine nasıl bakayım? Ne olur beni anlayışla karşıla, ekmeğimle oynama”



“İnsan masumiyetini bazen bir başkasının günahıyla öder.” (Murathan Mungan) 



02.03.2014 Tarihinde Radikal'de yayınlanmıştır. 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on March 02, 2014 06:23

February 23, 2014

Bi Tık Ötedeki Ünlü

Sudenaz; besin kaynağında ‘ilgi’ olan, alkışlara bağlanmış bir solunum cihazı ile hayatını sürdüren, toplum nezdinde ilgi ve merak uyandıran, ana akım medyada hatırı sayılır görünürlüğü olan ‘ünlü’ biri.


Mevcut havalı konumuna kolay gelmedi. Alkış evrenine doğru çıkmış olduğu astral seyahat esnasında, atmosferden geçerken yanmamak için geçmişinden habis bir uydu gibi sıyrılarak, alkış evrenine geçiş vizesi aldı.  Gerçek anlamda bir geçmişi yoktu.  Dolayısıyla da geçmişinden sıyrılırken çok zorlanmadı.


Kendisine nefes aldıran tek şey ‘ilgi’ idi. Sudenaz da; insanları şaşırtmak, ilgiyi sürekli bünyesinde tutmak için, kendisine ciddi zarar vermek dahil, her şeyi yapmayı göze almıştı.


Arkadaşı Revnak’ın gazına gelerek sosyal medyaya girdi. Özel bir sosyal medya uzmanı tuttu. Başlangıçta arkadaş tavsiyesi olarak müdahil olduğu sosyal medya, git gide ruhunu emiyor, beynini uyuşturuyor elinden akıllı telefonunu bırakamıyordu.


“Tarjan, senin takipçi sayın kaç? Ben altıyüzbine geldim. Türkiye’deki ünlüler arasında ilk beşteyim.”


“Nalan: ‘Pilateste ayaklarım tavana değmişken çeker misin beni?  Millet vücut görsün. Spor yapan hatun görsün. Su’ya da kapak olsun.’”


“Canlı yayına öncesi şu havalı kılık kıyafetimle, makyajımla çek bakalım Nalan. Millet programı izlemek için motive olsun. Canlı yayın sonrası da kamera arkası ekip ile fotoğraf çekiniriz. Ekip ile nasıl kaynaştığımı, ne kadar mütevazi olduğumu gösterip tweetleriz.”


“Bu akşam yine bir galadayız. Foursquare filmin ismi ile check-in olmayı unutma Nalan. ‘Yalnız Komodo Ejderi Şahitti’ filminin galası yıkıyor.”


“Aldığımız kitapları getirir misin Nalan? Kitapları kreatif bir şekilde dizelim. Yanına bir kahve koyalım. ‘Boş değiliz sürekli hayvan gibi okuyoruz.’ mesajını fanlarımıza verelim.”


“Bugünün özlü sözünü girdik mi Nalan? Yapıştır tüm mecralardan”


“Son tweetimi kaç kişi retweetledi, kaç kişi favladı, kaç kişi mentionladı acaba?”


“Son koyduğum fotoğrafı kaç kişi likeladı? Ne yorumlar yazıldı?”


Yüzbinlerce fanı vardı ve hepsi Sudenaz için adeta ölmeye hazırdı. Sudenaz açısından ise o fanların hepsi birer like / rakamdan ibaretti. Statüsünü konumlandırırken, işine dair pazarlıklarını yaparken sürecin bazını teşkil eden rakamlar.


Necip, o rakamlardan sadece biri. 21 yaşında. Meslek lisesi Torna Tesviye terk. 7 senedir çarşıda bayan iç çamaşırı satan bir dükkanda kepenk indirip kaldırıyor.  Paspas ile başlayan her sabah, ünlü olacağına dair bir umut ile şenleniyor. Mesai bitminde ise kepengi indirdikten sonra asma kilidin kilitlenme sesi ile  gerçek ile yüzleşiyor. Hayata dair tek eğlencesi ise Sudenaz’ı sosyal medyada takip etmek.


Sudenaz’ın, yaşağıdı şehire konsere geleceğini öğrenen Necip aylar öncesinden hazırlıklarını yapmaya başladı. Konser günü geldi çattı. Sudenaz hayranları ortalığı yıkıyorlardı.  Necip’in aklı sürekli konser bitiminde Sudenaz ile fotoğraf çektirmekte idi. Konser bitti. Sudenaz hızlı ve sabırsız adımlarla sahne arkasındaki karavanına girdi. Halı saha maçlarından tanıdığı, sahne arkası güvenlik ekibindeki arkadaşı Rıza, Necip’i sahne arkasına almıştı ama Sudenaz’ı karavana girmeden yakalayamamışlardı. Rıza, Sudenaz’ın menejerine kovulma pahasına yalvardı. Necip’in yıkılacağını biliyordu. Sadece bir fotoğraf istiyordu. Ne olacaktı ki Sudenaz’ın iki dakikasını almayacaktı. Menejeri Sudenaz ile konuştu ancak “Bu yorgunluğun üzerine uğraştırma beni fotoğrafla vs ile” diye sağlam bir fırça yedi. Necip’in yalvaran bakışlarından o kadar etkilenmişti ki Sudenaz’ın cevabını söyleyemedi. “Kendisinin ekibi ile toplantısı var, müsait değil. Adresinizi alalım imzalı bir albumünü göndeririz.”


Necip, mutlu sona bu kadar yaklaşmışken deneyimlediği gerçeklik karşısında adeta yıkılmıştı. Her gün saatlerce takip ettiği ve ‘bi tık ötede’ olduğunu düşündüğü ünlüye ne kadar uzak olduğu ve kendisinin O ünlü için sadece bir like / rakam olduğu ile yüzleşti. Ertesi gün dükkanın kepengini açıp paspas yaparken bu üzüntü, kısmet söyleminin semantik ağırlığı altında ezilecek buruk bir tebessüme dönüşecekti.


“Biz televizyon izleyerek, milyonerler, sinema tanrıları, rock yıldızları olacağımıza inanarak büyüdük, ama olmayacağız. Simdi bunu anlamaya başlıyoruz.” (Tyler Durden, Dövüş Kulübü)


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on February 23, 2014 03:32

Yüce Zerey's Blog

Yüce Zerey
Yüce Zerey isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Yüce Zerey's blog with rss.