Yüce Zerey's Blog, page 18

June 1, 2014

Başarıya Adanmış Ruhlar


Selim, 33 yaşında ve bekar. Hatırı sayılır bir enerji şirketinde kurumsal iletişim müdürü. Teoride havalı, pratikte silik ve sivilceli bir ergenlik deneyimine sahip. Topun sahibi olduğu için oyuna dahil olabilenlerden.  Karşı cinsin karaya oturduğunda yaralarına ilgi basmak için radarına girenlerden. Parlak zekasından ziyade çalışkanlığı ile ön plana çıkmaya çalışanlardan. Hayata, ergenliğinde kendini ezenlere dair her daim bir intikam kaygısı ile bakanlardan.



Selim, üniversitenin ilk yıllarından itibaren kendini “Kişisel Gelişim” konularına adadı. Beden dili, imaj yönetimi, iletişim yönetimi, iknanın psikolojisi, diksiyon teknikleri, etkili insan olabilmenin 18 boyutu, kodumu oturtan insan modeli ve kişisel gelişimine katkıda bulunabilecek her türlü spiritualist mistik akıma odaklandı. Kendini geliştirdi ve kocaman oldu.  Hayattaki birincil önceliği her konuda başarılı olmak olan Selim, kişisel gelişimine ek olarak profesyonel kariyer basamaklarında ihtiyacı olacak tüm alet ve edavatı doğru bir şekilde topladı ve kullandı.  Selim ile ilgili etrafındakilerin sarf ettiği ya da sarf edemediği sözler de kendisinin ne kadar başarılı olduğunu gözler önüne seriyor:



 



“Sürekli jilet gibi takımları çekiyor. Kol düğmelerini, kemer ayakkabı kombinlerini ihmal etmiyor ve taktığı saatler ile dikkat çekiyor. Keşke O’nun gibi giyinebilseydim.”



“Boyu posu yerinde ve her daim fit. Yediğine içtiğine ve sporuna azami dikkat ediyor. Kendini hiç ihmal etmiyor.” 



“Her konu hakkında bilgisi var ve bunu her fırsatta gösteriyor.”



“Hep kendisinden konuşusulsun, herkes kendisini sevsin ve kendisinden bahsetsin istiyor.”



“Başarısızlığa ve eleştiriye hiç tahammülü yok. Başarı için yapmayacağı da yok.”



“Amelilik gerektiren her türlü işi itina ile delege ederken, kendisine puan getiricek özellikle üst yönetimin gündemine girecek her işte ön planda yer alıyor.”



“Kariyer ekmeği getirecek her türlü işe ucundan kıyısından bulaşıp, işe dair derin acı çekenlere inat her daim işi sahiplenip ekmeğini yiyiyor.”



“Sevmediği, rakip olarak gördüğü insanlara karşı kulis yapıyor, ittifaklar kuruyor, ittifakları dağıtıyor. Filmin son sahnesinde hep ihtiyaç duyulan hep aranan ve en iyisi oluyor.”



“Çocukluğundan beri öğrenebildiği 10 adet bilgi ile bütün hayatı, iş süreçlerini, yapılması gereken stratejileri, alınması gereken aksiyonları biliyor ve konuşabiliyor.”



“Çalıştığı kurumun kartvizitinden bağımsız nefes alamıyor.”



“İş çevresi haricin herhangi bir dostu ve / veya arkadaşı bulunmuyor.”



“Bu zamana kadar hiç kimse ile uzun soluklu bir ilişki yaşamadı. Hep küçük porsiyonlarda hızlı tüketilecek ilişkilerin peşinde koştu.”



“Sosyoekonomik düzeyi düşük veya kendisine katma değer sağlamayacak insanlarla muhatap olmayı sevmiyor. (Berber, Garson, Kapıcı, vs) 



 



Şirket içindeki başarıları Selim’e yetmiyor, kabuğunu kırmak, bütün sektör, bütün insanlık nezdinde bilinmek, takdir edilmek istiyor.  Çalıştığı sektörün en büyük etkinliğinden kendisine konuşma yapması için  bir teklif geldi. Teklifi hemen kabul etti ve hazırlıklara başladı. Çok güzel bir sunum yapmalıydı. Herkes beğenmeliydi. Böylece herkes Selim’i bilecek kendisini daha çok insan sevecek ve takdir edecekti.



Ortam mükemmeldi. Heybetli bir sahne, havalı ışık oyunları göz kamaştırıyordu. Biraz heyecanlıydı. Başladığında sesi titriyordu ancak kendini toparladı ve çok iyi bir sunum yaptı. Sunum alkışlarla bittikten sonra sıra soru cevap kısmına geldi. İlk soru sunumun içeriğine dair Selim’i de goygoylayan bir soru idi. İkinci soru ise arkalardan üst baş olarak profesyonelliğin hakkını vermeyen görünüşte silik birinden geldi:



“Selim Bey, başarılı olmanın sırlarını anlattığınız değerli sunumunuz için teşekkür ederiz. Uygun görürseniz iki küçük sorum olacak. Birincisi, tüm bu başarıları elde ederken hayatınızdan neleri feragat ettiniz? İnsanlığınızı, değerlerinizi, ailenizi, soluduğunuz gerçek oksijeni vs kast ediyorum. İkinci sorum ise, tüm bu başarıları elde etmek için baz aldığınız motivasyonu bulabilmek için hangi travmaları yaşadınız? Teşekkür ederim.”



Salon buz kesti. Selim’in beti benzi attı. Damağı kurudu. Yutkundu. Derin bir nefes aldı ve soruyu geçiştiren şablon bir cevap vererek konuyu kapattı sahneden indi. Ancak soru sürekli kulaklarında çınlıyordu. Selim sıradışı kariyerine aynı tempo ile devam etti. Başarılı, bekar ve herhangi bir dostu olmadan hayatınını sürdürüyor. Ancak o soru hala kulağında düzenli olarak çınlıyarak kendisini rahatsız etmeye devam ediyor…



01.06.2014 Tarihinde Radikal'de Yayınlanmıştır. 



 



 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on June 01, 2014 13:27

May 29, 2014

May 24, 2014

Profesyonel Taht Oyunları


Profesyonel ortamın dikenli serüveninde; kestirme yolları tercih ederek tek hedefi yükselmek, cüzdan payını ve statüsünü genişletmek, refah düzeyini korumak ve / veya arttırmak olan; bu ulvi hedef doğrultusunda stratejik ilişki geliştiren, ilişki bitiren, rakiplerini acımasızca sahadan silen, karşı cinsi, burnu iyice sürtene kadar, zeki taktiklerle süründüren, Pavlov'un köpeği gibi güdüleyip güdüleyip bırakan ve zorlama şuh kahkahalar atan biridir, Esengül.



Cansu ise henüz kariyerinin cicim aylarında. Esengül’e bağlı çalışıyor. On sekizinde İstanbul’a okumaya gelen, akabinde üniversitenin muson ikliminde çiçek gibi açan Anadolu kızlarından. Her ne kadar üniversitede  baz bir kaşarlanma takviyesi almış olsa da profesyonel iş ortamlarında boy verdiğinde hala suyun içinde kalıyor.



Çalışma ortamındaki mevcut ve potansiyel rakiplerinin kendisine karşı tezgah kurgulamalarından, dedikodu üretmelerinden, arkasından konuşmalarından  ve ne kadar başarılı işler yapsa da kaymağını afiyetle başkalarının yemesinden ve son tahlilde hep başarısızmış gibi gözükmekten ziyadesiyle müzdarip.



Yine sıradan bir Pazartesi. Mesainin henüz ilk saatleri.  Isınma hareketleri esnasında üst üste almış olduğu darbelerle, Pazartesi sendromunu kombinleyen Cansu’nun  yüzü yerlerde. Son zamanlarda benzeri durumların frekansının arttığını  fark eden Esengül, kendisine herhangi bir şey sormadan “Öğlen yemeğe gidiyoruz. Programını ayarla!” dedi. Zaten yerlerde olan Cansu’nun modu, sinusoidal bir hal aldı: “Kıllansam mı? Sevinsem mi?”.



Yemek esnasında Esengül hiç uzatmadan konuya girdi ve “Neyin var ne oldu? Bir süredir modun düşük. Bana anlatmak istediğin bir şey var mı?” diye sordu. Cansu da tüm yaşadıklarını, hissettiklerini, sıkıntılarını anlattı ve akabinde tüm çaresizliği ile böylesine kaotik ve yalan bir ortamda nasıl davranması gerektiğini sordu.



Esengül; büyük acılarla, travmalarla ve amansız deneyimlerle yazmış olduğu kara kaplı defterinin sayfalarını araladı ve Cansu’ya tüm profesyonel hayatı boyunca kullanabileceği sırlardan bir potpori yaptı:



1.     Rakibini Tanı: Rakiplerinin kim olduğunu bilmek; mahremiyetlerine hakim olmak başarıya giden yolun ilk adımı. Rakibinin; travmaları, eziklikleri, başarıları, başarısızlıkları, içine yalan katılmış başarıları, hüzünleri, zaafları, ilk aşkı, ilk aldatılma ve aldatma deneyimi, yediği kazıklar, dostları, akrabaları, düşmanları, yedikleri, içtikleri, giydikleri, seyahatleri ve seks hayatlarına dair her şeye derinlemesine hakim ol.



2.     Rakibin Hakkında Konuş: Birinci adımda toplamış olduğun malzemeleri; yayılabilme, ses getirme ve insanları etkileme kriterlerine göre sırala. Elindeki, hangi malzeme ile en çok kimi etkileyeceğinin listesini çıkar. Çıkarmış olduğun bu liste ile malzemelerin buluşma sürecini, asgari altı ay, azami bir senelik bir zaman planına oturt. Malzemeleri paylaşmadan once ilgili kişilere göre malzemenin içeriğini nasıl farklılaştıracağını, neleri ekleyeceğini, çıkaracağını, abartacağını belirle. Hangi kişi ile hangi ortamda, nasıl, bu malzemeleri paylaşacağını belirle. Artık hazırsın. Elini hafif alıştırma.



3.     İlk Tepkileri İzle: Malzemeleri duyanların ilk tepkilerini, yorumlarını, rakibin hakkındaki kanaat değişikliklerini ve diğer kişilerle nasıl paylaştıklarını yakından izle.



4.     Rakibinin Güvenini Kazan: Konuşmaların zirve yaptığı anda, rakibinin yanına giderek, konuşmalardan, kimlerin konuştuğundan ve yardımcı olmak istediğinden bahsederek rakibinin güvenini kazan.



5.     Rakibine Tavsiye Ver: Artık rakibin zor durumda. Aktif olarak sahneye çıkmanın tam zamanı. Öncelikle kendisi hakkında konuşanlara dair malzemeleri rakibin ile paylaş. Bu malzemeleri kullanarak kendisine nasıl yardımcı olabileceğini anlat. Birlikte taktik geliştirin.



6.     Düşenin Dostu Olmaz: Artık rakibin sağlıklı hareket etmiyor ve bunu herkes biliyor. Herkes rakibini en detay boyutta eleştirmeye başladı. Dolayısıyla sen de eleştirilere, yüksek sesle katılabilirsin. Sonun başlangıcı. Çıkıntılık yapmıyor ortama ayak uyduruyorsun. Artık karşında güçlü bir rakipten ziyade acınacak bir profesyonel var.  



 



Ağızını bir kere bile olsun kapatmadan Esengül’ü dinleyen Cansu; bir taraftan hiç bir kelimeyi kaçırmadan not alırken; bir taraftan da Esengül’ün bu düzeyde bir deneyimi elde edebilmek için hayatından neler feda ettiğini merak ediyordu.



“İnsanlar kahramanları oynuyorlar; çünkü korkaklar. Azizleri oynuyorlar; çünkü kötü ruhlular. Suikastçiyi oynuyorlar; çünkü yanıbaşlarındaki komşularını öldürmek için yanıp tutuşuyorlar. İnsanlar oynuyorlar; çünkü doğuştan yalancılar.”  – Jean Paul Sartre



 



04.05.2014 Tarihinde Radikal'de Yayınlanmıştır 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 24, 2014 00:28

Somaterapi


Kuru öksürük, yüksek ateş ve halsizlik kesişiminden zayıf düştüğüm için gaz, debriyaj, fren optimizasyonda zorlanarak acile varıyorum.



İçeriye girdiğimde havalı bir acil doktoru gözüme çarpıyor  bütün ilgi O’ nun üzerinde… Adeta bir kahraman… Herkes O’ndan birşeyler talep ediyor. Her dediği yazılıyor, not alınıyor. Hastalar O’nun ağızına umutla bakıyorlar. O da tüm bu ilginin farkında. Yürürken adımlarına, konuşurken ifadelerine, yüz mimiklerine, saç stiline, hatta steteskopunu boynuna nasıl astığına bile dikkat ediyor.



Hemşirelerden biri beni kapalı bir kabine alıyor. Kabinde hem klima soğukluğu hem de tıbbi cihaz ve donanımların  ruhsuzluğu mevcut.



Doktoru beklerken hemşire ateşimi ve tansiyonumu ölçüyor. Ölçüm esnasında duygularını gizleyemeyen hemşirenin yüzündeki endişe beni de geriyor.



Doktorumuz kabin perdesini hızlıca açarak içeri giriyor. Kibar bir şekilde neyim olduğunu soruyor. Anlatıyorum. Ama beni ne kadar dinlediğinden çok emin değilim.



Hızlıca gole gidip yerini kesinleştirmek isteyen A Takıma henüz çıkmış  yeni yetme santrfor gibi kendisi gole götürecek kelimelerin ağzımdan dökülmesini bekliyor. Yüksek Ateş, kuru öksürük, halsizlik kanımca bu kelimeler kendisine yetiyor. Kelimelerden hemen güzel bir kombinasyon yapıp,  boğazımı kontrol ediyor.



Doktor, kontrolünü gerçekleştirirken ortamdaki ses düzeyini hatırı sayılır bir şekilde domine eden bağrışmalar duyuluyor. İlk seçebildiğim ses, eşinin maden kazasında yaralandığını ve kendisinin acil yardıma ihtiyacı olduğunu haykıran, yürek acısı ile çatlamış bir bayan sesi.  Ortamdaki  bağırışmaların düzeyi doktorumuzu da etkiliyor  ve benden müsaade isteyerek bağrışmalara doğru yöneliyor.



Hastayı yanımdaki kabine aldılar, dolayısıyla tüm konuşmaları net bir şekilde duyabiliyorum. Konunun derinliğine vakıf değilim ama hastanın adı Murat Yalçın ve Soma’da maden işçisi. Doktor uzanmasını istiyor ancak Murat: “Çizmeyi çıkarayım sedye kirlenmesin” diyor.



İşte o kritik cümle Murat’ın ağızından çıktığında, biri adeta el frenini çekiyor ve zaman duruyor. Mekan ayaklarımın altından çekiliyor. Dilim damağım kuruyor. Ruhum bedenimle it dalaşına giriyor. Başım dönüyor. Bu zamana kadar yaşadığım yüzeysel anlar dimağıma diziliyor. Nefes alamıyorum. Nasır tutmuş vicdanım mikrofonu eline alıp fütursuzca sövmeye başlıyor: “Sen kimsin? Hayattaki amacın ne? Ne yapıyorsun? Neden yapıyorsun? Nasıl yaşıyorsun? Ne kadar yalansın ne kadar gerçeksin? Buraya neden geldin? Ne boş işlerle uğraşıyorsun? Neden daha çok şükür etmiyorsun? Bu insanları aklına getirebiliyor musun? Ekmekten emekten ne kadar haberdarsın? Bi değer katabiliyor musun? Umrunda mı?” Gibi sonsuz ve acımasız sorular sayesinde tansiyonum yükseliyor, hayatın anlamını yitiriyorum.



Zaman hala ilerlemiyor ama  arka planda Murat’ın sesi gelmeye devam ediyor: “Orada ölümle burun buruna geldik. Biz madenin içindeyken şefimizden kaza haberi geldi ve yerimizden ayrılmamız gerektiği söylendi. Daha sonra beklediğimiz alana duman geldi. Bazı arkadaşlarımız dayanamayıp bayıldı. Havası daha temiz başka bir alana geçtik ve orada beklemeye devam ettik. İçeriye duman gelmemesi için bulunduğumuz yerin kapıları kapatıldı ama bu kez de içerdeki oksijen yetmedi. Dışarı çıkıp başka bir yere geçtik. Yürümekte zorluk çekiyorduk. Boruları delip oradan hava almaya çalıştık. 11 saat madende kaldıktan sonra kurtulduk. Allah bizi ailemize bağışladı. Birçok arkadaşımız madenden çıkamadı yaşamlarını yitirdi. Hepsine Allah'tan rahmet diliyorum."



Murat’ın çizmesinin altını öpsem mi? Ayıp olur mu? Gibi soruları aklımdan geçirirken derinlerden sabit şekilde düzeyi artan rahatsız edici bir ses duyuyorum. Algılayamıyorum. Ama sesin şiddeti gittikçe artıyor ve başımın içinde yankılanıyor.



İşte tam o sırada alarm sesi ile uyanıyorum.



“Ohhh! sadece rüyaymış…” derken televizyonun karşısında uyuyakaldığımı ve hala Soma haberlerinin ekranda olduğunu fark ediyorum. Sevincim kursağımda kalıyor.  Ancak damağımda kalan acı tat gerçek. Hissediyorum. Çok derin acılardan, travmalardan beslenen bir tat bu. Gerçek ile yalanı ayıran bir tat. Cemil Meriç’in çarpıcı ifadesinde belirttiği gibi “Biterek ölmek güzel şey, başlamadan ölmek korkunç.”. Dolayısıyla artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Böyle olursa ben varım. Aksi takdirde soluduğum oksijen de ben de yalanım…



18.05.2014 Tarihinde Radikal'de yayınlanmıştır. 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 24, 2014 00:25

İki Arada Bir Derede


Araf; kayıp, nereye ait olduklarını bilmeyen; veya bilmek istemeyen ruhların bekleme salonu; paralel düzlemde nefes alınabilecek bir evrenin var olma olasılığı.



Araf; nefes ile ölüm, sanal ile gerçek, geçmiş ile gelecek, iyi ile kötü,  hüzün ile sevinç, çükübik ile fikibok,  golgi aygıtı ile endoplazmik retikulum arasında kurulan köprü.



Arafın varlığının farkındalık düzeyi, bünyelerde hissedilmeye başlandığı an itibariyle nefes alınmaya başlanır. Ancak bünye daha önce nefes almaya alışkın olmadığından alınan ilk nefes ile birlikte ciğerler de yanmaya başlar.



Araf insanı, ciğerinin yanması pahasına düzenli olarak nefes almaya çalışan; kararsızlıkların, arada kalmışlıkların, hüzünlerin, depresif hallenmelerin insanıdır. Profesyonel hayat, hallenmelerin zirve yaptığı sürekli duran kalbi vurdurmaya ihtiyaç duyulan ortamlardır.



 



Profesyonel Araflar:



“Kendi işini kurup eşek yükü ile para kazanıp elalemin ağız kokusunu çekmemek.” Veya  “’Az olsun,  garanti olsun. Uzun vadede kazanayım’ diyerek kariyerde zirve yapmak.”



“Patron şirketinde aslanlar gibi mevki, makam, maaş sahibi olmak.” Veya “Profesyonel havalı bir şirket deneyimiyle CV’yi cilalamak.”



“Tutkuların peşinden gidip başarıları dergilere röportaj konusu yaptırmak.” Veya “Toplum nezdinde genel geçer normların çizdiği yolda ilerlemek.”



“İşi delege etmek.” Veya “’Ulan bi saat anlatana kadar kendim yaparım’ demek ”



“İş yemeğine Fatih’te Büryan yemeğe gitmek” Veya “Premium bir mekanda Palamut Tataki yanında Istakoz Graten yemek.”



“’Ağlamayana meme yok’ prensibi ile terfi istemek.” Veya “’Ağlayanı ağlatırlar’ prensibi ile kapının önüne konulmak.”



“Toplantı ikramlarına abanmak.” Veya “Sağlıklı yaşam duruşu ile yeşil çaydan yürümek.”



“Yapılan işi; havalı sunum ve videolarla paketlemek.” Veya “Yapılan işin niteliğine vakit ayırmak, iş ile ilgili gelen tüm soruları silahşör edasıyla cevaplamak.”



“Business Class Lounge’unda ırgat gibi yemeye abanmak.” Veya “Business Class kabininde uçuş esnasında yemek.”



“’Pilli rimel ile Vizyoner Liderlik’ eğitimine gitmek.” Veya “’Golgi Aygıtları ile Takım Yönetimi’ eğitimine gitmek.”



“Çalışma arkadaşının yüzünün ta ortasına ıslak odun ile vurmak.” Veya “Katma değerli geribildirim için teşekkür etmek.”



“Üst kademeye yazılan maili n defa tekrar tekrar okumak.” Veya “ ‘Gönder’ tuşuna basmak.”



“İş yemeğini yalnız veya kendinden daha alt pozisyonlardaki kişilerle yemek.” Veya “Kariyer  hedefleri doğrultusunda yemeği fırsata dönüştürebileceği üst düzey ve / veya etkin biri ile yemek.”



“İş yemeğine giderken aracı, ücreti mukabilinde valeye vermek” Veya “Sırf tasarruf yapacağım diye aracı bir üst sokağa park edip hayvan gibi yürümek, kan ter içinde yemeğe gelmek.”



“Kalabalık toplantılar esnasında network odaklı ayaküstü yalandan 787 kişi ile konuşmak.” Veya “Kalabalık toplantılar esnasında sevdiğin tanıdığın 3 Kişi ile adam gibi sohbet etmek”.



“Toplantıya gelirken elinde harita metod defter, şirketin yılbaşında verdiği ajanda, altında çalışanın defterinden koparılmış A4 kağıt, kese kağıdı ile gelmek.” Veya “Sağda solda kolay bulunmayan, tercihen yurtdışından alınmış havalı ve profesyonel bir defter ile gelmek”



“Sunum esnasında İngilizce’nin Türkçe eylemlerle kombinasyonu ile şekillenen profesyonel bir dil kullanmak. (Feedback Vermek, Brief Vermek, Debrief Yapmak, Insight Toplamak, Aduket Çekmek,  To-the-Point Olmak, Gelişine Vurmak,  vb.)” Veya “Türk Sanat Musikisi Türkçe’si ile sunum yapmak”



“eMail'e: ‘Dear, Dude, Bro, Merhabalar, Aaaa Selam, Selam’ diyerek başlamak.” Veya “eMail'e: ‘Toprağam, Başkan, Patron, Abi, Hacı, Hafız, NeYaptın’ diyerek başlamak.”



“Challenge adı altında konuşulanlara b.k atmak, farklı olmak adına mutlaka alternatif bir şeyler söylemek” Veya “Ulan şimdi challenge edersem ‘anamı ağlatırlar, kapak olur’ deyip efendi efendi yerinde oturmak.”



“İş ortamında Play Station, Xbox, veya Wii oynamak” Veya “’Müdür bunlarla oynarken bizi görürse konsolleri bi tarafımıza monte eder.’ stresini yaşamak”



“Expense yapmak” Veya “’Koy rahvan gitsin, kim uğraşacak şimdi bunu açıklamak ile en iyisi yapmayayım’ demek”



“Kariyer hikayesi tutkularla bezenmiş, heyecanlı bir o kadar da ilgi çekici zımni olarak hedefleri gözeten bireysel marka yaratmak” Veya “Paşa paşa Linkedin’in zorunlu alanlarını doldurmak ve beklemek”  



 



 “Hiç gerçek olduğunu sandığın bir rüya gördün mü? Ya o uykudan hiç uyanmasaydın rüya olduğunu nasıl anlayacaktın?” (Morpheus, The Matrix)



 



11.05.2014 Tarihinde Radikal'de yayınlanmıştır. 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 24, 2014 00:08

May 1, 2014

Bi Sunum Yapıp Çıkacağım


Sahne ışığı ile yıkanan presentabl bünyeler



Sunum profesyonelleri; kavramları, ürünleri, hizmetleri, projeleri, dersleri, makaleleri, başarıları, fiyakalı metodolijilerin ışığı altında, özgün ve süslü mesajlarla paketleyerek sunma gayretinde iken; profesyonel dünyanın kavramsal sanrıları tarafından paketlenmiş ve farkındalık alıcı ayarları ile oynanmış bireylerdir.

 



Neden Sunum Yapılır?



“Biliyoruz işte bu işleri! Hakimiz…Tevazuya gerek var mı?”



“Yaptığın başarılı işleri göstermezsen, anlatmazsan, abartmazsan  el oğlu / kızı / yöneticisi nereden bilecek?”



“Üst yönetime kendini gösterebileceğin yegane ortam: Sahne senindir yiğidim…”



“Alkışlarla yaşıyorum.”



“Bireysel markama katma değer sağlıyorum. Herkes hakkımda konuşsun istiyorum.”



“Şirketi temsil ediyorum daha ne olsun.”



“Yapılan işler esnasında dökülen kan, ter ve gözyaşının hakkını verelim.”



“Yaptıklarımız, yapacaklarımızın teminatıdır. Çok iyiyiz.”



 “İş sonuçları kötü. Sunumu güzel paketleyelim ki patlamayalım.”



“Origami denince akla gelen ilk isim olmak istiyorum. Sürekli o konferans senin, bu konferans benim, origami hakkında sıradışı sunumlar yapıyorum.”



“İşi / fikri satmanın yolu, havalı ve eğlenceli bir sunum performansından geçiyor.”



 



Sunum Nasıl Hazırlanır?



“Herkesin  PowerPoint ile sunum hazırladığı bir ortamda farklılaşman ve üstün profesyonel ırkını temsil etmen için Keynote ile sunum hazırlaman şart.”



“Bu konuda ilk defa biz mi sunum yapıyoruz? Kesin yapılmışı vardır. Bir bakalım sonra bulduklarımızı derleyip, customize ederiz.”



“Sunumun kapağı, dükkanın vitrinidir. En çok vakit ayrılması gereken bölümdür.  Kapak projeksiyona yansıdığında salonda en az 19 kişi kapak hakkında yanındakine yorum yapmalıdır.”



“Sunum için kullanmak istediğim fotoların hepsi telifli ama yine de kesip, biçip sağını solunu dürtüp, düzeltip sunuma yediriyorum.”



“Görseller; bol, anlaşılır, konuşturacak ve bulunurken emek harcanmış olmalı. Yazılar; az, anlaşılabilir güzel ve tutarlı bir font ile yazılmış olmalı.”



“Anlatılması beklenen içeriğin, özünün özünü yazmak lazım sunuma. İlk defa sunum yapar gibi tüm konuşma metnini sunuma yazmak ve okumak hiç profesyonel değil.”



“Kim uğraşacak formatla tasarımla. Ver ajansa sunumu paketlesinler. Fee’lerinin içine yediririz. O kadar para veriyoruz.”



“Sunumda sıradışı bir ‘Ice Breaker’ bulsunlar diye ajansa brief verdik”



“Gazla; kedili, köpekli, bebekli videoyu ya da popüler bir virali gitsin. 4-5 video 2-3 interaktivite ile süre bitti zaten geçmiş olsun. Stres yok. Panik yok.”



 



Sunum Nasıl Yapılır?



“Sahneye havalı bir çıkış. Tüm salonu kucaklayan bir beden dili. Sahneden inene kadar sürecek samimiyetsiz anti-depresan tebessümü bu işin temeli.”



“Kısaca kendimden bahsedeyim: Çok iyiyim!”



“Başlarken, ‘Bugün ufkumuzu genişleteceğiz. Hayatımız değişecek. Astral seyahat yapacağız’ minvalli bir şeyler söylemek, izleyiciyi sunumun başında tavlar.”



“Kahkahadan karın ağrıtmacalı, ‘ilahi, alemsin’ dedirtmeceli; ölümüne espriler, şakalar, komiklikler, karikatürler sunumun her adımında çalışır.”



“Ağdalı, altı boş ama havalı laflar ile henüz yeterince duyulmamış ama Harvard Business Review’da çıkmış post modern kavramları cümle / slide içinde mutlaka kullanmalı.”



“Başından geçen ya da geçmeyen saçma sapan küçük hikayeleri araya serpiştirmek, kitlenin engagementını arttırır. ‘Vay be herif neler yaşamış ne deneyimli. Onu dinlediğimiz için ne kadar şanslıyız’ derler.”



“Beden dili konuşulanlara göre ayarlanır ve belirli bir senkron yakalanırsa, sunum şiir gibi dinlenir.”



“Şimdi herkes yanındaki arkadaşının elini tutup, gözlerini kapatıp kendini müziğe verebilir mi?”



“Sunum esnasında sizler de lütfen takıldığınız ya da fikir belirtmek istediğiniz yerlerde müdahalede de bulunursanız çok sevinirim hem de daha interaktif bir sunum olur.”



“Çok güzel bir soru çok teşekkür ederim, şimdi cevaplamaya çalışacağım…”



“Projeksiyonunun ampulunde bir bozukluk mu var? Vurdursak çalışır mı?”



“Elimizde amele gibi sunum notları ile çıkıp, onlara bakarak sunum yapmıyoruz. Tamam mı? Remzi Abi, kağıt düştü. Önüne bak Remzi Abi. Remzi Abi…”



 



Hemen hemen her konu hakkında sunum yapma ve dinleme ihtiyacını bünyelerinde yeme / içme dürtüsü ötesinde şiddetle hissedenler için John Locke’tan gelsin:



 



“Hiçbir insanin bilgisi öğrenmiş ve görmüş geçirmiş olduğunun ötesine geçemez.”



27.04.2014 Tarihinde Radikal'de yayınlanmıştır. 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 01, 2014 06:30

İş Görüşmesi


Şimal, (35) tıbbi görüntüleme malzemeleri satan çok uluslu bir kurumda İnsan Kaynakları Müdürü.  Doğma büyüme, bünyesine yapışmış sarışın cadde kızı yaftasının illüzyonu ile gerçekliği arasındaki fark her geçen yıl azalıyor.

 

Dört yaş itibariyle piyano çalmaya, altı yaş itibariyle baleye, sekiz yaş itibariyle GO’ya merak sardı.

 

İlgi alanlarına ek olarak akademik performansı ile de sürekli aile eşrafının göğüsünü kabarttı.

 

Hırsını, almış olduğu eğitimleri, travmalarını ve hayat deneyimlerini doğru harmanlayarak piyasada hatırı sayılır bir insan kaynakları müdürü oldu.  

 

Ramiz (28), tansiyon ilaçlarına odaklanmış bir şirkette kıdemli pazarlama uzmanı. Anadolu’nun bağırından üniversite bahanesi ile kopmuş, kazandığı ekonometri bölümünde istediğini bulamamış, ünversitenin ilk yıllarından beri sağda solda; staj ve part time işlerle dikiş tutturmaya çalışmış son olarak da üç senedir kıdemli pazarlama uzmanı kisvesi altına park etmiş biri.

 

Şimal, çok yakın bir arkadaşının ısrarlarına dayanamayarak, şirketlerinde açık olan kurumsal pazarlama yöneticisi pozisyonu için Ramiz’i görüşmeye çağırdı. 

 

Şirketin konumunun lojistik sıkıntılarından dolayı Ramiz şirketin yaklaşık üç km yakınına kadar toplu taşıma ile gelebildi. Geri kalan yolu ise sıcak havaya ragmen yürümek zorunda kaldı. Ya nasip, diyerek ütülediği gömlek; henüz iş görüşmesine girmeden ter içinde kalmış, ağızı burnu kaymıştı.

 

 

Ramiz, tüm lojistik sıkıntılara rağmen görüşme mekanına on dakika erken gelmişti. Resepsiyondan Şimal’i aradılar ve Ramiz’in geldiğini bildirdiler. Şimal ise “Bi sabrını test edelim” cihetiyle resepsiyona “Peki geliyorum” dedikten tam yirmi üç dakika sonra Ramiz’i almaya indi.  Şimal, çaktırmadan uzun uzun Ramiz’i süzdü ve akabinde kendisine “Hoşgeldiniz” deyip görüşme odasına yönlendirirken iç sesine mikrofon uzattı:

 

•    İnanamıyorum terli terli gelmiş. İnsan iş görüşmesin böyle gelir mi?

•    Bizim şirket kültürüne kesinlikle uymaz. Çok köylü, arabesk bir profil.

•    Yaz ayında kışlık lastik tabanlı ayakkabı, parlamış ve yıpranmış bir takım elbise, ense kısmı uzun ve yukarı doğru kıvrılmış yağlı futbolcu saçı, biri diğerinden kısa kesilmiş favoriler ve çapraz olarak boynuna taktığı deri el çantası ile şansı epey zayıf.

•    Bakalım göreceğiz…

 

Görüşme odasında son yerleşimler tamamlandıktan, içecekler söylenip tedarik edildikten sonra; Şimal, her zaman olduğu gibi sağlı sollu yumruk gibi inen profesyonel soruları ile görüşme ringine çıktı:

 

•    Bu pozisyona başvurmaya nasıl ve neden karar verdiniz?

•    Kısaca kendinizden bahseder misiniz?

•    Arkadaşlarınıza sorsak bize nasıl bir Ramiz anlatırlar?

•    Olumlu gördüğünüz özellikleriniz nelerdir?

•    Bize biraz olumsuz yönlerinizden bahsedebilir miyiz?

•    10 Sene sonra kendinizi nerede görüyorsunuz?  

•    Şirketimize ne katabilirsiniz?

•    Mevcut işinizden neden ayrılmak istiyorsunuz?

•    En son ne zaman içler dışlar çarpımı yaptınız?

•    Kariyerinizde karşılaştığınız ve çözüme kavuşturduğunuz problemleri anlatabilir misiniz?

•    Sihirli bir değneğiniz olsa ilk neyi değiştirirsiniz?

•    İngilizce’miz nasıl?

•    Evli misiniz? Çocuk var mı? Kız / erkek?

•    Sizin herhangi bir sorunuz var mı?

 

 

gibi sorularla atağa kalkarken, Ramiz her soru karşısında amatör ama samimi cevaplar veriyordu. Sağlam dayak yiyordu ama işin ilginç yanı hala ayaktaydı. Şimal ise kafasında habis bir ur gibi duran ön yargısı ile sadece kontrol listesindeki soruları sorup kendi perspektifinden görüşmeyi hızlıca sonlandıracak aksiyonları alıyordu.

 

Kendini eğlendirmek, arkadaşları ile sohbetine meze edebileceği cevabından emin olduğu bir soru daha sormak istedi:

 

Şimal: “Sosyal medyayı kullanıyor musun? Nasıl kullanıyorsun?”.

 

Ramiz: “Aktif olarak kullanıyorum. Facebook’ta kendi profilime ek olarak ‘Donnie Darko’ filminin global olarak fan sayfasını yönetiyorum. Geçen sene Richard Kelly, beni Hollywood çağırıp sayfaya yapmış olduğum katkılardan dolayı özel bir ödül verdi.  Twitter’da ise 930.000 takipçisi olan hem Türkçe hem de İngilizce olarak yönettiğim  ‘Filmlerdeki metaforlar’ üzerine bir hesabım var.”

 

Şimal’in meze maksatlı sorusu boğazında kalmıştı. Kendisinin de büyük bir hayranlıkla takip ettiği hesapların Ramiz tarafından yönetildiğini öğrenmenin şaşkınlığını gizleyemeden nazik bir şekilde görüşmeyi sonlandırdı. Ama son soru ve cevap metni kafasında ve kalbinde bir türlü sonlanmıyordu…

 

 20.04.2014 Tarihinde Radikal'de yayınlanmıştır. 



 


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 01, 2014 06:11

The Profesyonel


 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on May 01, 2014 05:58

April 5, 2014

Internet of Things Nedir?



 •  0 comments  •  flag
Share on Twitter
Published on April 05, 2014 08:56

Yüce Zerey's Blog

Yüce Zerey
Yüce Zerey isn't a Goodreads Author (yet), but they do have a blog, so here are some recent posts imported from their feed.
Follow Yüce Zerey's blog with rss.