E. Chainey's Blog, page 8
October 18, 2013
Ariana Franklin - Ölüm Üstadı Serisi 1. Kitap - Ölüm Üstadı (Tarihi Kurgu Kitaplar - No:9)
Sayfa Sayısı: 540Baskı Yılı: 2011Orjinal Adı: Mistress of Art of Death
"BANA ÖLÜM ÜSTADI DERLER. CANSIZ BEDENLERİN DİLİNDEN EN İYİ BEN ANLARIM."- ADELİA RACHEL ORTESE AGUİLAR
Kitap Tanıtımı:
Cambridgede bir çocuk korkunç bir şekilde öldürülmüş, üç çocuk da kaçırılmıştır. Hristiyan rahiplerce günah keçisi seçilen Yahudiler, kızgın halk tarafından linç edilmemek için kaleye sığınmak zorunda kalırlar. Kral II.Henry, en büyük gelir kaynağı olan Yahudilerin aklanması için Avrupa'nın sayılı doktorlarının yetiştiği Sicilya'dan bir uzman gönderilmesini ister. Ancak bu görev için seçilen Ölüm Üstadının bir kadın olması işleri daha da zorlaştıracağa benzemektedir. Adelia'nın uzmanlık dalı ölü bedenlerdir; o, gerçek anlamda bir Ölüm Üstadıdır. Adelia Aguilar, dini hoşgörüsünün ve yaşadığı zamanın çok ilerisindeki soruşturma yeteneklerinin, Ortaçağ İngilteresi'nin bağnaz ve geri kafalı toplumunda göze batacağını ve onu her köşe başında tehlikelerin beklediğini çok geçmeden anlar. Küçük bedenlerin bıraktığı izlerin peşinde Cambridgenin karanlık ormanlarından kiliselerin ve manastırların gizli köşelerine uzanan bu takipte ölümle burun buruna gelmek kaçınılmaz olacaktır.
Yorumum:
Asıl adı Diana Norman olan yazar Ariana Frankli'in Ölüm Üstadı serisinin ilk kitabı olan bu kitapta tanıtımda da belirtildiği üzere ölü çocuklar bulunuyor. Konuya derinlemesine girmeyeceğim zira o zaman spoiler verme ihtimalim artacak. Onun yerine karakterlerle ilgili ufak şeyler söyleyeyim:Adelia Rachel Ortese Aguilar: İşte sevdiğim kadın tarzı. Adelia benim o yıllarda yaşasam olmak istediğim kişilik aslında. Kendine güvenen, işine aşık, araştırmacı, detayları gören, günümüz başarılı pataloglarının Ortaçağ versiyonu. O zamanlarda kadınların çalışmasına -hem de böyle bir işte, Tanrı korusun!- kötü bakıldığı için Adelia yanında Mansur adlı bir Arap ile geziyor. Mansur: Hadım edilmiş bir araptır. Çocukken keşişler onu almış, sesi güzel olduğu için hadım etmişler. Bir kastrato (soprano, mezzo-soprano ya da kontralto seslerine küçük yaşta sahip olan yoksul ve yetenekli erkek çocukların, bu seslerini kaybetmemeleri için kendilerinin ve ailelerinin rızası alınarak ergenlik çağına gelmeden hadım edilmeleri sonucu tiz ve çocuksu sese sahip olan erkek soprano) dur. Aslında ölü insanlardan anlamaz iken Adelia'nın yanında esas "Ölüm Üstadı" oymuş gibi dolaşır. Napolili Simon Menahem: Kral tarafından Yahudiler'e karşı gelişen kötücül hareketleri durdurması ve olayı çözmesi için gönderilmiş eğitimli biri. Daha sonra Adelia için ve İngiliz Krallığı için önemli biri haline gelecektir.
Kitaptan eğlenceli bir replik paylaşmak istedim. Adelia, işeme sorunu olan ve acı çeken Başrahip Geoffrey'i sağlığına kavuşturur ve tabii bu sırada yanına Simon Efendi de vardır:
Başrahip Geoffrey, "Simon Efendi, Salerno'dan buralara kocakarı ilacı satmaya gelmediniz herhalde. Çok hassas bir göreviniz dahi olsa herhangi bir şeyden çekinmeden bana anlatabilirsiniz." Adam tereddüt etmeye devam edince, başrahip önemli bir noktaya dikkat çekti. "İpler elinizde Simon Efendi. Aziz Augustine manastırına bağlı bir kanonun, Cambridge'de itibar sahip birinin ve daha önemlisi kendini daha büyük amaçlara adamış bir insanın en mahrem yerlerinde bir kadının ellerinin gezdiğini ve hatta oraya bir bitki soktuğunu şehrin tellalına anlatıp beni arkadan vurabilecek durumdayken sizin güveninize ihanet edebilir miyim?"
Ve kitaptan güzel bir söz de dikkatimi çekmişti. Tam Adelia'nın karakterini tarif eden bir cümle:"Certum est, quia impossible. İmkânsız olduğu için inanıyorum."
Kitaptaki gizem sizi içine çekiyor, o dönemin ayrıntılarıyla adeta o dönemde yaşıyormuş gibi oluyorsunuz. Araştırma yapıldığı belli, karakterler çok iyi kurgulanmış. Kitabın eksi yönü Türkçe basılırken olmuş. Özensiz bir edisyon ve çeviri fena değilse de daha kaliteli olabilirmiş dedirtiyor insana. Keşke böyle kitapları daha kaliteli bassalar, biraz daha para vermeye razıyım. Yoksa bu kitabı gerçekten çok sevdim.
PUANIM: 5 YILDIZ
Diana Norman; 2011 yılında vefat etmiş ve genellikle tarihi cinayet kurgu serisi ile bilinen bir yazardır. Onu da buradan anmış olalım. Yaşasaydı 4 kitaplık bu serinin devamı gelirdi belki de, kim bilir...
        Published on October 18, 2013 05:51
    
October 15, 2013
Ken Follett - Yıkılan Servet (Tarihi Kurgu Kitaplar - No:8)
Basım Yılı: 1994Sayfa Sayısı: 620Orjinal Adı: A Dangerous Fortune
TANITIM:
Ken Follett, nefes kesen bu yeni romanında, Kraliçe Victoria dönemi İngilteresi'nde bir servetin çöküşü esnasında gelişen bir aile dramını anlatıyor.
1866'da, soyluların gittiği Windfiled okulunda büyük bir trajedi yaşanır. Genç bir öğrenci feci şekilde suda boğulur ve bir grup genç bu olaya karışır. Aralarında zavallı Hugh Pilaster, Pilaster'lerin servetinin ahlaksız varisi olan kuzeni çelimsiz Edward ve zalim Güney Amerikalı sahibinin yakışıklı, esmer oğlu Micky Miranda vardır. Boğulma olayı ve sonrasındaki gelişmeler, 30 yıl sürecek olan bir ihanetin başlangıcı olacaktır.
"Yıkılan Servet" hırs ve para yüzünden parçalanan bir ailenin potresini çizer. Ancak, bu aile paylaşılan servetten dolayı kaçınılmaz bir şekilde birbirlerine bağlanmışlardır. Gencin ölüm sebebinin şok edici gerçeği bu ailenin parçalanmasına ve servetin yıkılmasına daha da ağır bir darbe vuracaktır.
YORUM: Ken Follett işini biliyor. İşlemek istediği tarihi, ülkeleri, konunun kapsadığı alanları iyice araştırıp o şekilde bir kurguyla romanı bir oya gibi işliyor. Roman Mayıs 1866 yılında İngiltere'deki Windfield Okulunda başlıyor. Hugh Pilaster (Edward Pilaster'in yeğeni), Edward Pilaster, Peter Middleton, Antonio Silva, Micky Miranda ve başka bir çocuk daha okuldan gizlice kaçarak gölde yüzmeye giderler; ancak gölde kötü bir şey olur ve çelimsiz ama Pilaster Bankası'nın varisi olan Edward Pilaster, Peter Middleton'ı boğar. Bu olay kimsenin üzerine kalmadan, kaza süsü verilerek atlatılır. Micky Miranda'dır bunu kotaran ve böylece Pilaster ailesinin tüm nimetlerinden yararlanmaya başlar.
Diğer yanda Maise Robinson, babasının işsiz kalması dolayısıyla (babası Hugh Pilaster'in babası olan Hugo Pilaster'in iflas etmesi nedeniyle işten çıkarılanlar arasındadır) ailesine yük olmamak için ağabeyi Dan Robinson ile evden kaçar ve ayrı hayatlara yelken açarlar.
Yıllar geçer ve yıl 1873'e geldiğinde Hugh Pilaster ve Maisie Robinson'un yolları kesişir ve nefretten aşk doğar. Bu sırada tabii ki herkes büyümüştür ve olay hala aydınlığa kavuşmamıştır. Micky Miranda ise Güney Amerika'da bir ülke olan Cordova'nın geleceğinde önemli rol oynama hayalleri kurmaktadır (babası Papa ile birlikte diktatörlerin hakimiyet kurduğu sistemden yararlanmak niyetindedirler).
Micky romanın çok önemli kişilerinden, tıpkı hırslı ve güzel orta yaşlı Augusta Pilaster gibi. Augusta Pilaster, Edward'ın annesi, gençlik aşkı ile evlenememiş ve soyluluk unvanı elde edememiştir. Onun yerine geleceği parlak Joseph Pilaster ile evlenerek büyük Pilaster Bankası'na sırtını dayamış ve iyi bir hayat yaşamıştır. Oğlu için planları vardır. Önüne çıkan herkesi saf dışı etmekten çekinmez. Bunlardan ilki Hugh Pilaster olur. Maisie ile Hugh birbirini çok sevmelerine rağmen onları ayırmayı ve Hugh'u Amerika'ya göndermeyi başarır.
Micky ve Augusta birlikte planlar yaptığında ve harekete geçtiklerinde şans hep onlardan yana olur ve insanlara zarar verirler. Yıllar geçtikçe arkalarında bıraktıkları iğrençlikler artar. Hugh Pilaster ve diğer kişilerin bir kısmı onların iç yüzünü bildiği takdirde bir şey yapamazken çoğu kişi onların pis oyunlarına alet olur. Her şey daha da tehlikeli hal alır. Micky Miranda ülkesindeki çıkarları için onu daima platonik bir aşkla seven en yakın arkadaşı Edward'ı ve onun ihtiraslı ve entrikacı annesi Augusta'yı aynı anda baştan çıkarıp kullanmaktan çekinmezken kötülüğünü sonuna kadar kullanır.
Romanda sağlam tarihi araştırmalar yapılmış olduğunu görüyorsunuz. Victoria Çağı'nın etkileri yıllarla beraber hissediliyor. Bankacılık ve politik unsurlar son derece iyi harmanlanmış. Koskoca Pilaster Bankası'nın ve büyük bir servetin çıkarlar için nasıl da yerle bir olduğunu, ailelerin dağıldığını, birçok kişinin doğrudan veya direkt zarar gördüğünü ama gerçek sevginin ayakta kaldığını görüyorsunuz. Bu kitap pembe bir kitap değil, oldukça renkli ve koyu renkleri ağır olan bir kitap. Yoğun ve uzun bir anlatım. Yer yer çok uzatıldığını düşündüm. Biraz daha kısa olması daha vurucu olmasını sağlayabilirmiş. Onun dışında çevirisi ve edisyonu biraz sorunlu idi. 1994 yılında çevrilip bize sunulmuş olduğunu anlıyorum; ancak daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum. Okuma sürecini sıkıntıya sokacak ve iyi bir okurun gözünden kaçmayacak bazı bariz hatalar vardı. Tüm bu etmenleri göze aldığımda PUANIM: 3,5 YILDIZ.
        Published on October 15, 2013 13:36
    
October 6, 2013
Tess Gerritsen - Kemik Bahçesi (Tarihi Kurgu Kitaplar - No:7)
Sayfa Sayısı: 324Baskı Yılı: 2008Orjinal Adı: The Bone Garden
Günümüzde ortaya çıkan geçmişe ait kemikler… Söylenmemiş, çarpık, uğursuz gölgelerin dolaştığı uzak bir zaman diliminde yaşanan çözülmemiş sırlar… Cesur, kanlı ve zekice…
Boston…1830…
Boston Tıp Okulunda okuyan yetenekli ama yoksul öğrenci Norris Marshall eğitimini karşılamak için o bölgenin mezar soyucuları arasına katılır… Yine de bu korkunç ticaret, üniversite hastanesinin bahçesinde delik deşik edilerek öldürülen bir hemşirenin şok eden cinayeti karşısında önemsizdir.
Günümüz…
Julia Hamill, Massachusetts'in kırsal kesimlerinde yer alan yeni evinin bahçesinde dehşet verici bir şey keşfetti: kayalık arazinin içine gömülmüş bir kafatası… –Adli tabip Maura Isles'ın görüşüne göre, üzerinde cinayetin belirgin izlerini taşımakta. Bu isimsiz kadının kim olduğu ve başına ne geldiğiyse geçmişe ait bilgilerde saklı.
Oliver Wendell Holmes kimdir?
Oliver Wendell Holmes Sr. (d. 29 Ağustos 1809 - ö. 7 Ekim 1894), ABD'li hekim, yazar, şair. ABD'nin 19. yüzyıldaki en iyi şairlerinden biri olarak bilinir. Cambridge, Massachusetts'te doğdu. Babası Abiel Holmes (1763-1837) Kalvinist din adamı, tarihçi ve şairdir.
Yazarın Notu: Oliver Wendell Holmes, Boston'dan Mart 1833'te ayrıldı ve sonra, tıp alanındaki iki yıllık çalışmalarını tamamlayacağı yer olan Fransa'ya gitti. Paris'teki meşhur Ecole de Medicine'da, genç Holmes sınırsız sayıda anatomik numune üzerinde çalıştı ve dünyanın bazı en iyi tıp bilgini ve bilim adamları eşliğinde araştırmalar yaptı. Boston'a, çoğu Amerikan çağdaşlarından çok daha başardı bir hekim olarak geri döndü. 1843 yılında, Boston Tıbbi Gelişim Enstitüsü'ne "Loğusa Ateşinin Bulaşıcılığı" başlıklı bir yazı sundu. Bu yazı, Amerikan tıbbına yapılmış en büyük katkı olarak kabul edildi. Şimdilerde çok aşikâr görünen ama Holmes'ün zamanında radikal bir fikir olan, yeni bir uygulamayı ortaya koydu. Holmes'ün devrim niteliğindeki basit bir önerisiyle sayısız hayat kurtarıldı ve felaketler önlendi: Bu, doktorların sadece ellerini yıkaması gerektiğiydi.
Yorumum: Kitap Oliver Wendell Holmes'un Margaret adlı birine yazdığı mektup ile başlıyor. Yıl 1888. Ama hikaye esasında 1830'lu yılların Boston'u ile günümüz denilen zamanda geçiyor. Bir evin arka bahçesinde kemikler bulunur ve kemiklerin gizeminin çözülmesi için Dr. Maura Isles da kurulan ekibin içinde yer alır. Evin yeni sahibi Julia ise kemiklerin sırrının ortaya çıkarılmasını istemektedir. Hikaye günümüz ve geçmiş arasında paralel olarak ilerliyor ve işlenen vahşi cinayetlerin sırrı yavaş yavaş ortaya çıkarılıyor.
Beni asıl heyecanlandıran ve hikayenin içine sürükleyen 1830'lu yılların Boston'ı, o karanlık sokaklar, mezarlıklar, o zamanın hekimlerinin durumları, hekimlik öğrencisi Norris Marshall ile yoksul Rose Connolly'nin arasında gelişen o saf ve muhteşem aşk oldu. Tess Gerritsen'in harika kurgusu ile maceranın içine sürükleniyor, şehrin sokaklarında ve mezarlıklarında geziniyor, toprağın ve kanın kokusunu alıyor, aşıkların gözlerindeki parıltıyı görüyorsunuz. Bu Tarihi Gerilim kitabı türü sevenler için oldukça tatmin edici bir okuma olacaktır. Kesinlikle tavsiyemdir.
NOTUM: 5 YILDIZ
        Published on October 06, 2013 05:47
    
September 28, 2013
Jane Campion & Kate Pullinger - Piyano (Tarihi Kurgu Kitaplar - No:6)
Sayfa Sayısı: 191Orjinal Adı: The PianoAltın Kitaplar, 1995
Kitap Tanıtımı: Tanımadığı bir erkekle evlenen Ada, dokuz yaşındaki kızı ve piyanosuyla birlikte Yeni Zelanda'ya gelir. Kocası piyanoyu istemez ve Baines'in sahildeki arazisi ile takas eder. Ama Ada her şeyden çok piyanosunu istemektedir. Ada cahil, garip görünüşlü ve dövmeli komşusu Baines ile piyano çalabilmek için pazarlık yaparak anlaşır. Piyano çalarken adamın bazı isteklerine boyun eğecektir. Masum isteklerin ve olağanüstü cinsel tutkuların acımasız öyküsü...
Jane Campion, Avustralyalı yazar ve film yönetmenidir. Yönettiği her filmi ödüle layık görülmüştür. Piyano filmi ile de Cannes'da Altın Palmiye ödülünü ve 1993 Oscar ödülünü kazanmıştır. Kate Pullinger 1961'de Kanada'da doğdu. 1982'de Londra'ya yerleşti. İki roman ve bir öykü kitabı ile ünlenen yazar, Piyano adlı eseriyle kendini dünyaya kabul ettirdi.
Yorumum: Ada MacGrath, bir gün konuşmayı bırakır. O günden beri ise hiç konuşmamıştır. Babası tarafından hiç tanımadığı biri ile evlendirilerek kocasının yanına, Yeni Zelanda'ya gönderilir. Ada'nın bir de gençlik aşkından olma kızı vardır. Kızı annesi ile diğer insanlar arasında çevirmen rolünü üstlenir adeta. Ada'nın en büyük tutkusu, bir nevi sesi niteliğine bürünmüş olan piyanosudur, her gün egzersiz yapar. Ada kocasına karşı herhangi bir his beslememektedir, kocası birgün Ada'nın piyanosunu arazi karşısında takas edince iyice dünyası yıkılır genç kadının. Ama George Baines, piyanoyu takasla alan adam, Ada'ya bir teklif ile gelir. Her şeyin dönüm noktası bu teklif olur aslında. Hikayede çok çarpıcı bir-iki sahne vardı. Onun dışında kadının yeri ve aşkın koşulsuzluğu güzel işlenmiş, aşktaki cinselliğin yeri de çarpıcı bir şekilde verilmiş. Aslında ihanet olarak gördüğünüz şeyi sorguluyorsunuz. Bu bakımdan sorgulatıcı bir kitap olmuş.
NOTUM: 3 YILDIZ
KİTABIN FİLMİ:
http://www.imdb.com/title/tt0107822/
P.S.: Jane Campion'un bir başka ilgi çekici tarihi filmi ise Bright Star (Parlak Yıldız)'dır. Şair John Keats'in son zamanlarını ve aşkı Fanny Brawne ile tanışmasını anlatır. Tavsiyemdir.
http://www.imdb.com/title/tt0810784/?ref_=nm_knf_i2
        Published on September 28, 2013 07:00
    
Jean Rhys - Geniş Geniş Bir Deniz (Tarihi Kurgu Kitaplar - No:5)
Sayfa Sayısı: 212 Orjinal Adı: Wide Saragasso SeaCan Yayınları, 2. Basım, 1989
Kitap Tanıtımı: Jane Eyre adlı ünlü romanı okumuş olabilirsiniz. Okudunuzsa, o kitapta, evin üçüncü katında, kilit altında tutulan deli kadın, birtakım sorularla birlikte sizin de kafanıza takılmış olabilir. Kimdir bu kadın? Neden kilit altındadır? Gerçekten deli midir? Deliyse neden delirmiştir? Peki ama delilik dediğimiz şey nedir? Ünlü İngiliz kadın yazarı Jean Rhys , ünlü Jane Eyre romanındaki o deli kadından yola çıkarak, ama o romandan tümüyle bağımsız, o romandan çok daha etkileyici, çarpıcı, tüm alışılmış değer yargılarını sarsacak bir trajedi yazmış. Geniş Geniş Bir Deniz, ondokuzuncu yüzyılda geçen, ama çağımızı yansıtan bir trajedi. Çağdaş Batı Edebiyatının en önemli, en ilginç yazarlarından biri olan Jean Rhysın bu en ünlü yapıtını, yine ünlü bir romancımız olan Pınar Kürün Türkçesiyle okurlarımıza sunmaktan kıvanç duyuyoruz.
İdefix 1001 Kitaptan Biri: Geniş Geniş Bir Deniz, Jean Rhys'in Charlotte Brontë'nin 1847 tarihli romanı Jane Eyre'ye edebi yanıtıdır. Rhys başlangıç noktası olarak Brontë'nin hayvansı, cinsel kimlik kazanmış Bertha Mason (Edward Rochester'ın tehlikeli derecede deli ilk karısı) tasvirini almıştır. Bu edebi klasiği yeniden yazarken Rhys, Antoinette'in konuşmasına izin verir (Bertha, Rochester'ın karısına dayattığı isimdir) ve Karayipliyle Avrupalı arasındaki ilişkiye hükmeden arzuları ve korkuları irdeler. Roman üç kısma bölünmüştür: Birincide, Antoinette mutsuz çocukluğunun bir özetini verir, ikincide, Rochester zorlu geçen ilk evliliğinden bahseder ve üçüncüde Antoinette'in İngiltere'de hapsedildikten sonra yaşadığı karmaşık hayaller ve düşüncelere tanık oluruz.
Bu yapı Rhys'ın, Jane Eyre'i hikayesi ile temelindeki vahşi sömürgecilik tarihi arasında bağlantılar kurmasına izin verir. Rhys, Geniş Geniş Bir Deniz'deki olayları Karayiplerdeki köleliliğin bitiş zamanında kurgulamıştır ve annesi Martinikli olan Antoinette'i siyahi ve Avrupai toplumlar arasında bir yere yerleştirir. Onun sosyal savunmasızlığı, Rhys tarafından, Brontë'nin sadece ima ettiği arzu ve kimliksel ilişkileri irdelemek için kullanılır. Antoinette ve Rochester arasındaki zoraki evlilik cinsel yönden dopdoludur ama yine de her ikisinden de kaynaklanan anlayışsızlık ve güvensizlik yüzünden istikrarsızdır. Bu paralel romanda, Antoinette artık sadece çılgınlık derecesinde intikamcı bir eş değil, aynı zamanda karmaşık ama tarihi bir anın trajik bir kurbanıdır.
Jean Rhys kimdir?
Jean Rhys 1890 yılında, Batı Hint Adalarında doğdu, 16 yaşında İngiltere’ye geldi. Ancak şivesindeki bozukluğu bir türlü gideremediği için bir çok okuldan ayrıldı. Hatta Kraliyet Akademisi Dramatik Sanatlar bölümünde geçirdiği iki yıldan sonra babasına gönderilen mektupta İngilizceyi düzgün biçimde telafuz edemediği için okullarına devam etmesinin lüzumsuz bir çaba olarak görüldüğü belirtildi. Bunun üzerine babası tarafından okuldan alındı ancak, tekrar batı Hint Adalarına dönmeyi reddetti. Kumpanyalarda dansçı kız olarak görev aldı, çeşitli sevgilileri oldu. Uzun yıllar Ford Madox isminde bir yazarın metresi olarak onun koruması altında yaşadı ve ilk kitabı bu ilişkisi esnasında yayınlandı. Adam bekar olmasına rağmen onunla evlenmedi. Rhys daha sonra evlendi, ilk eşi casustu yakalanınca hapse girdi, ayrıldı, tekrar evlendi. Evli iken başkasından çocuğu oldu. Karışık bir hayat sürdürdü.
Yorumum: Charlotte Bronte'un en ünlü eseri olan Jane Eyre'i çoğumuz biliriz. Victoria Çağı'nın kasveti içerisinde biraz tekinsiz, biraz gizemli, incelikli cümleler ve ifadeler ile bezenmiş kadın tarafının başkaldırısı ve masum aşkıyla, erkek tarafının ise saflığı arayan hırçınlığıyla dolu büyüleyici bir romandır. Bronte kendi hayatından birçok olgular eklemiştir eserlerine. Jane Eyre'de de öyledir. Karanlıktır, insanı ürpertir ve aynı zamanda haz verir. Jean Rhys de yazara hayranmış belli ki. Ve aslında hikayede çok önemli bir yere sahip olan Bertha'nın hikayesini kendi kalemi ile işlemiş. Bertha doğar, büyür, yaşar, aşık olur ve ölür. Berhta da her insan gibidir, ama biraz talihsizdir, biraz tutkuludur ve yanlış adam ile yolları kesişmiştir. Rochester... Kaderin sillesini yemiş olduğuna inan genç Rochester bu genç kadın ile evlenir, ama pişman olur. Çünkü Bertha kimsenin asla istemeyeceği bir lanetle lanetlenmiştir. Yazarın üslubu değişikti. Yazma yeteneği olan ve araştırma kabiliyetine sahip pek çoğumuz Bertha hakkında farklı hikayeler yazabiliriz. Ama hepimizin yazdığının sonu aynı olacak, Bertha'nın sonu Thornfield'da gelecek. Rhys de kalemine yaz demiş ve akıcı demesek bile Bronte'un tarzına çok yakın inandırıcı bir hikaye ortaya çıkarmış.
Bu kitabı neden tarihi kurgu kitabı olarak ele aldım? Çünkü tarihi ve kurgu öğeler içeriyordu, çünkü tarihteki isimsiz kadınlardan herhangi birinin kaderi de böyle olmuş olabilir, çünkü kölelik ve sosyal sınıf ile ilgili çağın dinamiklerine ait ifadelere yer veriyordu.
KİTABIN FİLMİ DE BULUNMAKTADIR:
http://www.imdb.com/title/tt0108565/
        Published on September 28, 2013 06:37
    
Ildefonso Falcones - Deniz Katedrali (Tarihi Kurgu Kitapları - No:4)
Kitap Adı : Deniz KatedraliYazarı : İldefonso Falcones
Orjinal Adı: La catedral del mar Goodreads Puanı : 5/3,96
Puanım :5/5
İldefonso Falcones'in Deniz Katedrali' kitabını yaklaşık dört yıl önce okumuştum.Bu kitaba ilginç bir kitap demek büyük bir haksızlık bana göre..752 Sayfalık bu roman kapağını açtığınız da adeta su gibi akıyor..O çağı kitabı okurken adeta yaşıyorsunuz.. Orta Çağ Barcelona'sında geçen bir Katedralin inşasını anlatırken 14. yüzyıl orta çağ karanlığını adeta bir resim gibi tasfir ediyordu..Roman Bernard Estanyol'un düğününde başlıyor ve kendisi feodal beyinin emri altında yaşayan bir çiftçi idi..Babası yeni ölmüş olduğu için toprak işletim hakkı ona kalmıştı..Aslında o zamanki düzen içinde özgür gibi görünse de yine de köle sayılırdı.Çünkü toprakları terk etmemek karşılığında sözde özgürlüğü kendilerine bahşediliyordu..Beyliğe ait en çok topragın bekar olan Bernauda kalması çevrediki bekar kızları olan aileler içinde mükemmel bir fırsattı. Sonunda o ailelerin kızlarından biri ile evlenmeye karar veriri..Fakat asıl olay ve kitap burada başlıyor.Düğününe gelen feodal beyi gelini gördükten sonra ilk gece kulanım hakkı istiyor ve bunu gerçekleştiriyor..Ama zavallı kadının başına gelen bununla da bitmiyor..Herkesin önünde karısı ile ilişkiye girmesini emrediyor..Bernant bunu zorla gerçekleştirmek zorunda kalıyor..Bu geceden sonra karısı ile arası asla iyi olmuyor..Bu geceden sonra hamile kalan kadının dramı tabii ki bitmiyor..Kocasını terk ediyor defalarca tecavüze maruz kalıyor..Doğan çocuğunun kimden olduğu aileden gelen bir ben ile anlaşılıyor..O ben olmazsa feodal beyi çocuğun üstünde de hak iddia edebilecek idi..Tabii Rernaud'un dramı bununla da bitmiyor..İlk gece olayından ve karısının kötü yola düşmesinden hayat oznun için daha da zorlaşıyor..Sonunda Bernaud oğlu Arnaud'u da alarak topraklarını terk ederek kaçmak zorunda kalıyor...Yıllarca köle gibi yanına sığındığı akrabasının yanında çalışmak zorunda kalıyor..Bir yandan da oğlu Aranaud'u büyütüyor..Bundan sonra da oğlu Arnaud'un inanılmaz hikayesi başlıyor..Yazar o dönemi o kadar güzel araştırıp bize aktarmış ki okurken elinizden bırakamıyorsunuz..Bir de olayları tarihsel olaylar ile de desteklemiş.Kesinlike gerçeklere dayandırılmayan tek bir sahne yok romanda ..
O zaman ki iç savaş,kıtlık,veba,enginizisyon mahkemesi..Dudaklarınızı uçuklatacak cinsten olaylar kadınların değersizliği..Ve o çağda yaşanan yasak bir aşk.. O zamanın şartlarına göre çok ağır cezası olan bir suç..Özellikle kadınlar karşı..Her şeye rağmen..Müthiş idi..
Arnaud'un ve babasının yaşadığı iftira ve sonunda babasını idam edilmesi..Arnaud'un iftirayı atandan intikam alması..Hapise düştüğünde fahişede olsa anne annedir sözünün doğrular şekilde annesinin onu kurtarması..Hem de onu yıllarca uzaktan takip ederek..Tereddüt etmeden bu kitabı tavsiye ederim .Fakat bir historical kitap okuyacağınızı düşünüyorsanız,tarihi olaylardan sıkılıyorsanız,bu kitaba hiç başlamayın.. Ken Follet severler bu yazarı da bence severler..Yazar orta çağın gerçeklerini o adar güzel işlemiş ki okurken yüreğiniz acıyor adeta..Yazarın Mart 2013'de çıkan kitabı için de umarım fazla beklemem.Kesinlikle Tavsiyemdir...
Tarihi Kurgu,savaş,macera ve aşk hikayelerini seviyorsanız yazarın Deniz Katedrali ve Fatıma'nın Eli kitapları bence tam size göre...
Kaynak: http://hulyami.blogspot.com/2013/09/deniz-katedrali-ildefonso-falcones.html
Yorum için Hülya Yılmaz'a çok teşekkür ederim. Ildefonso Falcones'in çıkan iki kitabı da tarafımdan okunup yorumlanacaktır.
        Published on September 28, 2013 06:09
    
September 22, 2013
Louise Welsh - Timurlenk Ölmeli (Tarihi Kurgu Kitaplar - No:3)
Yazar: Loise WelshSayfa Sayısı: 136 Basım Yılı: 2008 Yayınevi: Alef Yayınevi more details...Orjinal Adı: Tamburlaine Must Die
Yıl 1593, İngiltere tarihinin en kritik döneminde, tahtta Kraliçe II. Elizabeth oturuyor. Londra bıçak sırtında. Veba ve savaş tehditlerinin ardından yabancılara hoş gözle bakılmıyor, mızrak uçlarında kesik kafalar sallanıyor. Timurlenk Ölmeli, Tanrı’ya ve devlete kafa tutmaya cüret eden ve lanetlenmekten daha beter kaderlerin olduğuna tanıklık eden oyun yazarı Christopher Marlowe’un son günlerini anlatıyor. Elinizdeki romanda yazar, Marlowe’un en ünlü karakteri Timurlenk’in kiliseye ve kraliyete “aykırı düşüncelerini” gözler önüne seriyor, veba salgını ve savaşlarla boğuşan İngiltere’de dönemin ahlaki ve dinsel geleneklerine karşı gelen bir yazarın esrarengiz bir şekilde öldürülmesini etkileyici bir dille anlatıyor.
Christopher Marlowe Hakkında Bilgi:
Christopher Marlowe (d. 26 Şubat 1564 - ö. 30 Mayıs 1593): İngiliz asıllı şair, oyun yazarı. Christopher Marlowe, 26 Şubat 1564'te Canterbury'deki St. George Kilisesi'nde vaftiz edilmiştir. Canterbury'de yaşayan ayakkabıcı John Marlowe ve Katherine çiftinin oğullarıdır. Çok zeki bir kişi olduğu için zamanının en iyi eğitimini almıştır. 15 yaşına kadar burslu olarak yerel ileri derece okulu bitirmiş; Cambridge Üniversitesi'ne girmiş; 1584 de lisans (BA) ve 1587de lisans-üstü (MA) dereceler almıştır. University Wits dram topluluğu üyelerinden biriydi ve master yıllarında oyun yazarlığına başladı. Marlowe 7 tane oyun yazmıştır. Marlowe'un oyunları hem kendi hayatında hem de ölümünden sonra zamanımıza kadarki dönemlerde seyircilerin çok ilgisini çekmekle beraber kapsamaları dolayısıyla her zaman tartışmaya yol açmışlardır. İşledigi temalar ve konular arasında Doctor Faustusda ateistlik ve şeytana tapma, Edward IIde eşcinsellik ve The Jew of Maltada anti-semitik Yahudi düşmanlığı bulunmaktadır. Ayrıca Marlowe İngiliz edebiyatı içinde Hero and Leander adlı uzun şiiri ve The Passionate Shepherd to His Love (İhtiraslı çobandan sevgilisine) adlı kısa bir şiiri ile de ünlüdür. Kaynak: http://tr.wikipedia.org/wiki/Christopher_Marlowe Kitabın İçinden: "Nedir ki hayatlarımız? Bir tutku oyunu;
Neşemiz, parçalanmışlığın müziği;
Kulisimiz olmuş analarımızın rahmi,
Bu kısa komedi için kostümlerimizi giyerken. Cennet, şaşmaz terazili izleyici,
Oturmuş, yazar tek tek yalanı yanlışı;
Saklar mezarlarımız bizi güneşin teftişinden Tıpkı oyun sonlandığında kapanan perdeler gibi. İşte nihai huzur için oynuyoruz adım adım,
Ne var ki gerçekten ölüyoruz, yoktur şakası."
- İnsan Hayatı Üzerine, Sir Walter Raleigh
"Göğe doğru var gücüyle uzayabilecek daldır kesik."
- Doktor Faustus, Christopher Marlowe Bu açıklamayı yazmak için dört mumum ve bir de akşamım var. Yarın bu kâğıtları son gerçek dostuma teslim edeceğim. Olur da akşama sağ çıkarsam, bu kâğıtlarla pipolarımızı yakarız. Ama dönmemek de var; bu sayfalar gün ışığına çıktığında farklı bir çağa girilmiş olur da sözlerim tarafsız gözlerce değerlendirilebilir umuduyla, bu açıklamayı uzun süre keşfedilmeyecek bir yerde saklasın diye onu sıkı sıkı tembihledim.
Ey okuyucu, nasıl bir gelecekte yaşadığını gözümde canlandıramıyorum. Kim bilir belki dünya tepeden tırnağa değişmiştir, insanlar dürüstleşmiş, savaş, yokluk ve kıskançlıklar yeryüzünden silinmiştir. Eğer öyleyse, bu sefil tutku oyunundaki oyuncuların yaptıklarıyla hayrete düşeceksin. Ama eğer bizim gibi biriysen belki anlayabilirsin ve eğer bizim gibi biriysen hiçbir şey öğrenmeyeceksin; öğrenmeye değer tek dersi sana bahşetmeme, yani hayattan daha büyük bir ödülün olmadığını söylememe rağmen. Gelecek nasıl olursa olsun, eğer bu satırları okuyorsan, okudukların, gönlünce yaşamış ve eceliyle değil, haksız yere ölen ve nasıl yaşanacağını bilmiş bir adamın sözleri olacak. Aşağıdakiler, katlime yol açan koşulların yalansız bir dökümüdür. *** Zincire vurmuşum kader tanrıçalarını,
Sımsıkı tutuyorum,
Talihin çemberini çeviriyorum elimle,
Güneşin batmasına kalmaz,
Ya mağluptur Timurlenk ya hâkimdir evrene.
Geçtiği yerde taş üstünde taş bırakmayan Muhteşem Timurlenk’in bileği hiçbir zaman bükülemedi. Ama onu ben yarattım, öfkeli Tanrıların hepsini ezer geçerim. Düşmanım haline geldiğini anladığım anda yarattığımı yok ederim. Yorumum: Elizabeth İngilteresi. Veba ve Savaş kasıp kavuruyor. Christopher Marlowe -tanrıtanımaz büyük oyun şairi - son günlerini yaşıyor; zira Dr. Faustus ile sınırları aştı, Timurlenk adlı eseri inançsızlığını cesurca göstermenin sınırlarını zorluyor. Birileri onun ölmesini istiyor. Ama kim?
Google'a Christopher Marlowe yazarsanız ölümündeki sır perdesinin hâlâ aralanamadığını görürsünüz (Marlowe'un hayatı ve ölümü gizemlidir. Devletin bir gizli ajanı olduğuna dair elde belgeler bulunmaktadır. 27 yaşında iken bir bar kavgası sırasında başına bir kama saplanması ile öldürülmüştür. Ateist olması veya eşcinsellik konusu işlemesi dolayısıyla hükümet yanlılarınca bir suikasta uğraması veya işlediği konuları sevmeyenlerin bir komplosuna kurban gitmesi hala tartışılmakta olan konulardandır. Bazı kişilerse ünlü İngiliz oyun yazarı William Shakespeare tarafından yazılmış olduğu kabul eden ünlü oyunların gerçekte Marlowe tarafından yazıldığını iddia etmişlerdir.). Bu novella -kısa öykü- Louise Welsh(Orange Prize ödüllü İskoç yazar)'in başarılı öykücülüğü ile sahlanmış. Adeta içinde yaşadım. Ve okuyunca aklımdan şu söz geçti: "Bir arkadaş tanıdığın bir düşmandan başka birşey değildir." Yazar Marlowe'un ağzından bir cümle yazmış. O cümle ile yorumumu bitiriyorum: "Hayat kazanmaya değer tek ödüldür." NOTUM: 5 YILDIZ
 *** Önemli Not: Kitap eşcinsel öğeler ve ateistik düşünceler içerir, bilginize...
        Published on September 22, 2013 09:08
    
September 18, 2013
Valerie Martin - Mal (Tarihi Kurgu Kitaplar - No:2)
  Basım Tarihi: 2007Sayfa Sayısı: 200Çeviren: Pınar KürOrjinal Adı: Property Lousiana 1828. Sıcak bir yaz. Kölelik en hararetli dönemini yaşıyor. İsyanlar had safhada. İşkenceler sürüyor. Tüm bunların ortasında, zengin bir çiftlik sahibinin karısı, Manon. Kocasından nefret ediyor. Hizmetçisi Sarah'dan da öyle. Sarah'nın kocasından olma çocuklarını görmeye dayanamıyor. Manon'un düşlediği yaşam bu değildi... Geçmişi ve geleceği, özlemleri ve rüyalarıyla dokuduğu bir anlatımla, Mal'ın öyküsünü baştan sona Manon anlatıyor bize. Ahlaki yoksunluğun tam kalbinden, sansürsüz ve duygusuz bir tonlamayla. Mal, tempolu, entrikalı, görsel detaylarla zenginleştirilmiş bir roman. Valerie Martin, köle geleneğini yeniden sorguluyor ve "kurban" rolünün ezenle ezilen arasında nasıl yer değiştirebileceğini gösteriyor. Mal, büyüleyici bir roman. Pınar Kür'ün doyumsuz çevirisiyle...Orange Broadband Ödülü 2003 Roman (Arka Kapak) Yorumum: Öncelikle bu kapak nedir Allah aşkına? Şu yayınevleri biraz daha seçici olamaz mı kapak konusunda? Alttaki kapak daha makul ama o da iyi değil. Umarım daha dikkatli olurlar, çünkü kapak içeriği yansıtmalı bence.
   Manon Gaudet mutsuz bir evliliğe sahip ve çocuksuz bir genç kadındır.  Louisiana'da kocasıyla birlikte bir çiftlikte yaşamaktadırlar ve köleleri vardır. İçlerinden biri, Sarah adlı genç bir melez zenci, Manon için sinir bozucudur. Manon, mutsuz evliliğinin acısını (belki de) Sarah'dan çıkarmaktadır. Her ne kadar açıkça belirtilmese de Sarah'yı kıskanmaktadır (kitaptaki titreşimler bana bunu hissettirdi). Sarah beceriklidir, asidir ve en önemlisi de kocası Sarah'dan çocuk peydahlamıştır - hem de iki kere! Köle isyanları hat safhaya ulaşır, ev zenciler tarafından ele geçilir, nefret ettiği kocası öldürülür, herşey alt üst olur ve Sarah... kaçar. Evet, Sarah onu dinlemez ve atı aldığı gibi kaçar. Sarah, köle kadın, uzun bir zaman bulunamaz.  Kitap Manon'un ağzından anlatılıyor. Efendi Manon... Bir kadın olarak Manon'u çok iyi anladım. Kocasından nefret ediyor, efendilik hakimiyetine sahip olmak istiyor, hayatından mutlu değil. Ben Manon'un yerinde olsam ne yapardım bilmiyorum. Efendi psikolojisi keşke daha derinlemesine işlense ve dönem ayrıntıları daha fazla verilseydi dediğim yerler oldu. En sevdiğim yerler özellikle başkaldırının ve Sarah'nın kaçışının olduğu yerler. İçimizdeki özgürlük aşkının -özelikle son sayfasındaki bir durum belirteci ile çok güzel vurgulanmış- en saf hali köle bir melezin kendinin sahibi biri gibi olmayı düşlemesidir belki de.  NOTUM: 3 YILDIZ
        Published on September 18, 2013 10:09
    
Valerie Martin - Mal (Kitap Yorumu)
  Basım Tarihi: 2007Sayfa Sayısı: 200Çeviren: Pınar KürOrjinal Adı: Property Lousiana 1828. Sıcak bir yaz. Kölelik en hararetli dönemini yaşıyor. İsyanlar had safhada. İşkenceler sürüyor. Tüm bunların ortasında, zengin bir çiftlik sahibinin karısı, Manon. Kocasından nefret ediyor. Hizmetçisi Sarah'dan da öyle. Sarah'nın kocasından olma çocuklarını görmeye dayanamıyor. Manon'un düşlediği yaşam bu değildi... Geçmişi ve geleceği, özlemleri ve rüyalarıyla dokuduğu bir anlatımla, Mal'ın öyküsünü baştan sona Manon anlatıyor bize. Ahlaki yoksunluğun tam kalbinden, sansürsüz ve duygusuz bir tonlamayla. Mal, tempolu, entrikalı, görsel detaylarla zenginleştirilmiş bir roman. Valerie Martin, köle geleneğini yeniden sorguluyor ve "kurban" rolünün ezenle ezilen arasında nasıl yer değiştirebileceğini gösteriyor. Mal, büyüleyici bir roman. Pınar Kür'ün doyumsuz çevirisiyle...Orange Broadband Ödülü 2003 Roman (Arka Kapak) Yorumum: Öncelikle bu kapak nedir Allah aşkına? Şu yayınevleri biraz daha seçici olamaz mı kapak konusunda? Alttaki kapak daha makul ama o da iyi değil. Umarım daha dikkatli olurlar, çünkü kapak içeriği yansıtmalı bence.
   Manon Gaudet mutsuz bir evliliğe sahip ve çocuksuz bir genç kadındır.  Louisiana'da kocasıyla birlikte bir çiftlikte yaşamaktadırlar ve köleleri vardır. İçlerinden biri, Sarah adlı genç bir melez zenci, Manon için sinir bozucudur. Manon, mutsuz evliliğinin acısını (belki de) Sarah'dan çıkarmaktadır. Her ne kadar açıkça belirtilmese de Sarah'yı kıskanmaktadır (kitaptaki titreşimler bana bunu hissettirdi). Sarah beceriklidir, asidir ve en önemlisi de kocası Sarah'dan çocuk peydahlamıştır - hem de iki kere! Köle isyanları hat safhaya ulaşır, ev zenciler tarafından ele geçilir, nefret ettiği kocası öldürülür, herşey alt üst olur ve Sarah... kaçar. Evet, Sarah onu dinlemez ve atı aldığı gibi kaçar. Sarah, köle kadın, uzun bir zaman bulunamaz.  Kitap Manon'un ağzından anlatılıyor. Efendi Manon... Bir kadın olarak Manon'u çok iyi anladım. Kocasından nefret ediyor, efendilik hakimiyetine sahip olmak istiyor, hayatından mutlu değil. Ben Manon'un yerinde olsam ne yapardım bilmiyorum. Efendi psikolojisi keşke daha derinlemesine işlense ve dönem ayrıntıları daha fazla verilseydi dediğim yerler oldu. En sevdiğim yerler özellikle başkaldırının ve Sarah'nın kaçışının olduğu yerler. İçimizdeki özgürlük aşkının -özelikle son sayfasındaki bir durum belirteci ile çok güzel vurgulanmış- en saf hali köle bir melezin kendinin sahibi biri gibi olmayı düşlemesidir belki de.  NOTUM: 3 YILDIZ
        Published on September 18, 2013 10:09
    
Ken Follett - Özgürlük Ülkesi (Tarihi Kurgu Kitaplar - No:1)
        Bu blogda ilk tanıtacağım kitap Ken Follett'ın Özgürlük Ülkesi adlı kitaptır: 
  
  Orjinal Adı: A Place Called Freedom                                             Sayfa Sayısı :431                                               Basım Tarihi : 1997                                     Çeviren : Nilgün Erzik Yıl 1767. Yer İskoçya. Bir toprak sahibinin kızı olan Lizzie Hallim, soğuk bir kış gününde, buz gibi nehirden çıkan çıplak bir adamı izlemektedir. Bu adam, maden işçisi Mac McAsh'tir.
Mac, Lizzie'nin nişanlısı Jay Jamisson'ın madenlerinde çalışan bir köledir; ama artık yazgısını değiştirmeye kararlıdır.
(Arka Kapak) Yorumum: Malachi McAsh (Mack) bir maden işçisidir ve köle konumundadır. Ama tıpkı Spartaküs gibi başkaldırır, her fırsatta özgürlük istediğini dile getirir. Efendisi Jamisson'lar ve tabii ki kölelik sisteminden faydalanan tüm efendi kesim bu genci tehdit olarak görmektedirler. Mack ne yapar ne eder Londra'ya kaçar. Lizzie ise parasız ama üst tabakadan bir kızdır ve tuttuğunu koparan, gözüpek bir yapıya sahiptir. Lizzie, her zaman Mack'i ilginç bulmuştur ve ona anlam veremediği bir hayranlık, bir yakınlık hissetmektedir. Ancak ailesinin maddi durumundan dolayı -ne yazık ki- paralı biriyle evlenmelidir. Jay Jamisson'dan hoşlanır ama annesi ağabeyi Robert'la evlenmesini ister; çünkü miras ona kalacaktır. Ama Lizzie ve Jay İngiliz kolonisi Virginia'ya gitmeden önce evlenirler ve koloniye geçmeden önce Londra'da kalırlar bir süre. Lizzie ve Mack burada da karşılaşırlar. Aralarındaki yakınlık duygusu burada da kendini belli eder. Lizzie kocasını sevmektedir, ama eksik bir şeyler vardır.Mack ise burada da rahat durmaz ve iş sahiplerine, haksızlıklara karşı gelerek grev başlatır ve Amerika'ya sürgüne gönderilir. Ne tesadüftür ki Amerika'da da Jay Jamisson ve Lizzie'nin kölesi olur. Ve asıl macera burada başlar. Mack hayallarinin Özgür Ülkesi'nde sevdiği kadınla rahat bir hayat yaşayacak mıdır? Peki Ken Follett bu romanı nasıl yazdı? Follett, High Glen adlı bir malikaneye taşındığında arka bahçeyi düzenlerken bir çukur kazmış ve içinde bir kutu bulmuş. Kutunun içinde eski ve yazıları okunmayan bir defter ile demir bir halka çıkmış. Paslı halkayı özenle temizleyince üstünde şu yazının olduğunu görmüş: Bu adam Fife'dan Sir George Jamisson'un malıdır.M.S. 1767 Siz olsanız ne yapardınız? Ben olsam kesinlikle araştırırdım ve tam da Follett'ın yazdığı gibi kurgu bir öykü karalardım (keşke onun kadar iyi olabilsem). Baştan sona dolu dolu bir romandı. Birçok tarihi öğe içeren ve insanı içine çeken bir anlatımı vardı. Notum: 5 YILDIZ
  
 
P.S.: Köleliğin -hangi türü olursa olsun- sonsuza dek bu dünyadan silinmesi dileğiyle....
  
 
 
  
    
    
    
  Orjinal Adı: A Place Called Freedom                                             Sayfa Sayısı :431                                               Basım Tarihi : 1997                                     Çeviren : Nilgün Erzik Yıl 1767. Yer İskoçya. Bir toprak sahibinin kızı olan Lizzie Hallim, soğuk bir kış gününde, buz gibi nehirden çıkan çıplak bir adamı izlemektedir. Bu adam, maden işçisi Mac McAsh'tir.Mac, Lizzie'nin nişanlısı Jay Jamisson'ın madenlerinde çalışan bir köledir; ama artık yazgısını değiştirmeye kararlıdır.
(Arka Kapak) Yorumum: Malachi McAsh (Mack) bir maden işçisidir ve köle konumundadır. Ama tıpkı Spartaküs gibi başkaldırır, her fırsatta özgürlük istediğini dile getirir. Efendisi Jamisson'lar ve tabii ki kölelik sisteminden faydalanan tüm efendi kesim bu genci tehdit olarak görmektedirler. Mack ne yapar ne eder Londra'ya kaçar. Lizzie ise parasız ama üst tabakadan bir kızdır ve tuttuğunu koparan, gözüpek bir yapıya sahiptir. Lizzie, her zaman Mack'i ilginç bulmuştur ve ona anlam veremediği bir hayranlık, bir yakınlık hissetmektedir. Ancak ailesinin maddi durumundan dolayı -ne yazık ki- paralı biriyle evlenmelidir. Jay Jamisson'dan hoşlanır ama annesi ağabeyi Robert'la evlenmesini ister; çünkü miras ona kalacaktır. Ama Lizzie ve Jay İngiliz kolonisi Virginia'ya gitmeden önce evlenirler ve koloniye geçmeden önce Londra'da kalırlar bir süre. Lizzie ve Mack burada da karşılaşırlar. Aralarındaki yakınlık duygusu burada da kendini belli eder. Lizzie kocasını sevmektedir, ama eksik bir şeyler vardır.Mack ise burada da rahat durmaz ve iş sahiplerine, haksızlıklara karşı gelerek grev başlatır ve Amerika'ya sürgüne gönderilir. Ne tesadüftür ki Amerika'da da Jay Jamisson ve Lizzie'nin kölesi olur. Ve asıl macera burada başlar. Mack hayallarinin Özgür Ülkesi'nde sevdiği kadınla rahat bir hayat yaşayacak mıdır? Peki Ken Follett bu romanı nasıl yazdı? Follett, High Glen adlı bir malikaneye taşındığında arka bahçeyi düzenlerken bir çukur kazmış ve içinde bir kutu bulmuş. Kutunun içinde eski ve yazıları okunmayan bir defter ile demir bir halka çıkmış. Paslı halkayı özenle temizleyince üstünde şu yazının olduğunu görmüş: Bu adam Fife'dan Sir George Jamisson'un malıdır.M.S. 1767 Siz olsanız ne yapardınız? Ben olsam kesinlikle araştırırdım ve tam da Follett'ın yazdığı gibi kurgu bir öykü karalardım (keşke onun kadar iyi olabilsem). Baştan sona dolu dolu bir romandı. Birçok tarihi öğe içeren ve insanı içine çeken bir anlatımı vardı. Notum: 5 YILDIZ
P.S.: Köleliğin -hangi türü olursa olsun- sonsuza dek bu dünyadan silinmesi dileğiyle....
 
        Published on September 18, 2013 09:32
    


